Mehmet Özdoğru
Avans Hesaplarını Mahsup Ederken Enflasyon Farklarını Kapatmayı Unutmayın!
Bilindiği üzere, 165 Numaralı VUK sirkülerde yapılan düzenleme ile bilançolarda yer alan 159 Verilen Sipariş Avansları Hesabı ile 340 Alınan Avansları Hesabının hangi koşullarda düzeltmeye tabi tutulması gerektiği ile avansların düzeltilmesinden kaynaklı enflasyon fark hesaplarının akıbetinin ne olacağı hususlarında açıklamalar yapılmıştır.
Yapılan düzenlemeye göre 159 hesabının enflasyon düzeltilmesine tabi tutulması sonucu ortaya çıkan enflasyon farkları avansın mahsup edileceği ilgili hesaba aktarılarak, daha doğrusu mal veya hizmet alımı için verilen avanstan kaynaklı enflasyon farkı satın alınan mal veya hizmetin maliyetine aktarılarak kapatılacaktır. 30.09.2024 tarihi itibariyle bilançoda yer alan verilen avans hesapları aynı şekilde düzeltme işlemine tabi tutulmaya devam edecektir.
Öte yandan, verilen avanslar yıllara yaygın inşaat ve onarma işine ilişkin bir mal ve hizmet alımına ilişkin olarak ödenmişse avans hesaplarında ödeme tarihinden mahsup tarihine kadar ortaya çıkan enflasyon farklarının 170 hesapta muhasebeleştirilmesi gerekiyor. Benzer durum yapılmakta olan yatırımlar için verilen avanstan kaynaklanan enflasyon farkları içinde geçerlidir.
Alınan avansların durumuna gelince. 31.12.2023 tarihli bilançolarda yer alan parasal olmayan kıymet mahiyetindeki alınan avans hesapları enflasyon düzeltmesine tabi tutulmuş ve alınan avansların enflasyon düzeltmesine tabi tutulması sonucu oluşan farklar avans kapatıldığında gelir hesaplarına intikal ettirilerek kapatılmış ve 2024 yılı I. ve II. geçici vergi beyannamelerinde vergiye tabi olmayan gelir olarak matrahtan indirimi konusu yapılmıştır. Matrahtan indirim konusu yapılacak enflasyon farkları 2023 yılı enflasyon düzeltmesinden kaynaklanan farklarla sınırlıdır.
Benzer durum III. geçici vergi dönemi içinde geçerlidir. 2024 takvim yılı içerisinde yapılan düzeltmelerden kaynaklı enflasyon fark hesapları avans hesapları kapatılırken gelir hesabına aktarılacak ancak beyanname üzerinde indirim konusu yapılamayacaktır. Bu durumu gözden kaçırmayın. 30.09.2024 tarihi itibariyle bilançoda yer alan alınan avans hesapları aynı şekilde düzeltme işlemine tabi tutulmaya devam edecektir.
Yüklenim KDV - Hesaplanan KDV İadesi Ve Talep Süresi
1) TAM İSTİSNA KAPSAMINDAKİ İŞLEMLER:
Mükelleflerin, 2022/01-12. Dönem Tam İstisnaya Tabi İşlemleri 2024 Yılının Sonuna Kadar İlgili Dönem Beyannamelerinde İstisnaya İlişkin Yüklenilen KDV Sütununu Doldurmaları Ve En Geç Bu Süre İçinde Standart İade Talep Dilekçesiyle Birlikte İade Talepleri İçin KDV Uygulama Genel Tebliğinin İlgili Bölümlerinde Sayılan Belgelerle Vergi Dairelerine Başvurmaları Zorunludur.
· Mal İhracatı ( Yüklenim KDV İadesi)
· Hizmet İhracatı( Yüklenim KDV İadesi)
· İhraç Kayıtlı Satış ( Hesaplanan KDV Tecil Terkin – İadesi)
· Dâhilde İşleme Kaps. İhraç Kay. Satış ( Hes. KDV Tecil Terkin – İade)
· Geçici Kabul Rejimi İhraç Kayıtlı Satış ( Hes. KDV Tecil Terkin – İade)
· Yolcu Beraberi Eşya Satışı( Yüklenim KDV İadesi)
· Bavul Ticareti( Yüklenim KDV İadesi)
· Deniz, Hava, Demir Yolu Taşıma Araç Teslimi( Yüklenim KDV İadesi)
· Kıymetli Maden İstisnası( Yüklenim KDV İadesi)
· Petrol Aramaları( Yüklenim KDV İadesi
· Yatırım Teşvik Belgesi Kapsamındaki Teslimler( Yüklenim KDV İadesi)
· Ulusal Güvenlik Harcamaları( Yüklenim KDV İadesi)
· Taşımacılık İstisna( Yüklenim KDV İadesi)
· Diplomatik İstisna( Yüklenim KDV İadesi)
* Not: İthalat İstisnası Tam İstisna Kapsamında Değildir.
2) İNDİRİMLİ ORANDA TESLİM HİZMETLER ( YÜKLENİM KDV İADESİ):
Mükelleflerin, 2023/01-12. Dönem İndirimli Orana Tabi İşlemlerden Doğan İade Taleplerini, En 2024/ Kasım Vergilendirme Dönemine İlişkin Beyannamesinde (Yılın Sonuna Kadar Verilen Düzeltme Beyannameleri Dâhil) İadeye Konu Olan KDV Alanında Beyan Etmeleri Ve Yılın Sonuna Kadar Standart İade Talep Dilekçesiyle Birlikte İade Talepleri İçin KDV Uygulama Genel Tebliğinin İlgili Bölümlerinde Sayılan Belgelerle Vergi Dairelerine Başvurmaları Zorunludur. Konut Satışlarında Yıl İçerisinde Nakden İade Mümkündür.
3) KISMİ KDV TEVKİFATI ( HESAPLANAN KDV İADESİ):
Mükelleflerin, 2022/01-12. Dönem Kısmi Tevkifata Tabi İşlemleri 2024 Yılının Sonuna Kadar İlgili Dönem Beyannamelerinde İadeye Konu Olan KDV Alanında Beyan Etmeleri Ve En Geç Bu Süre İçinde Standart İade Talep Dilekçesiyle Birlikte İade Talepleri İçin KDV Uygulama Genel Tebliğinin İlgili Bölümlerinde Sayılan Belgelerle Vergi Dairelerine Başvurmaları Zorunludur.
4) FAZLA VEYA YERSİZ KDV UYGULANAN İŞLEMLER( HESAPLANAN KDV İADESİ):
Fazla Veya Yersiz Olarak Hesaplanan Vergi, Öncelikle Satıcı Tarafından Alıcıya İade Edilecektir. Alıcının İndirim Hakkı Bulunan Mükellef Olmaması Durumunda, Satıcının Söz Konusu Fazla Veya Yersiz KDV Tutarını Alıcıya Ödediğini Gösterir Bir Belge İle Vergi Dairesine Başvurması Gerekmektedir. Alıcının İndirim Hakkı Bulunan Bir Mükellef Olması Durumunda İse, Satıcının Fazla Veya Yersiz KDV Tutarını Alıcıya Ödediğini Gösterir Belgeye Ek Olarak, Alıcının Fazla Veya Yersiz KDV Tutarını İndirim Hesaplarından Çıkarmak Suretiyle Düzeltme Yaptığının Alıcının Vergi Dairesinden Alınacak Bir Yazıyla Tevsiki De İstenecektir.
Ersan KARACA
Yeminli Mali Müşavir
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Banka Tarafından İşverene Veya Çalışana Doğrudan Promosyon Ödenmesi Durumunda İşçiye Verilmesi Zorunlu Mu? İşveren Bu Ödemelerden SGK Gelir Ve Damga Vergisi Kesmek Zorunda Mı?
Primli Ücrette Fazla Çalışma
Ücret ödeme sistemlerine göre fazla çalışma ücretinin hesaplanması farklılaşır. Fazla çalışma kural olarak çalışanın haftada 45 saatin üzerinde yaptığı çalışmalardır. Denkleştirme uygulandığı durumlarda ise haftalık ortalamanın 45 saati aşan süreler fazla çalışma olarak dikkate alınır. Bununla birlikte prim ödendiği durumlarda primin fazla çalışmaya karşılık gelip gelmediği değerlendirilir.
Yargıtay’a göre işçinin mal veya hizmet üretiminde daha istekli hale gelmesi ve başarısının artması için işverence ödül niteliğinde verilen ek ödeme prim olarak adlandırılır. İşçiye prim verilerek, işçinin daha verimli bir şekilde çalışmaya özendirilmesi amaçlanmaktadır. Yargıtay birçok kararında primin verimli çalışmayı özendirme işlevinden hareketle, verimlilik sağlamak amacıyla yapılan fazla çalışmanın da primle karşılandığına karar vermiştir.
Yargıtay’a göre ücret sadece primden oluşuyorsa; fazla çalışma ücreti ödenen primin saat ücretinin yüzde 50 fazlasıyla ödenir. Ücret, sabit ücret ile hedefe veya kotaya bağlı primden oluşuyorsa; hedefe veya belli bir kotanın aşılmasına bağlı prim ödemesi uygulamalarında işçinin fazla çalışma ücreti sabit ücret üzerinden saat ücretinin yüzde 150 fazlasıyla ödenir. Başka bir anlatımla bu tür prim ödemelerinin fazla çalışma ücreti hesabına bir etkisi bulunmamaktadır. Bu tür ücret sistemlerinde fazla çalışma süresinin ve buna karşılık fazla çalışma ücretinin ayrıca hesaplanması gerekmektedir.
Sabit ücret ve prim
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi yukarıdaki kararın devamında ise ücret, sabit ücret ile satışa, sefer sayısına vs. bağlı primden oluşuyorsa; satışa, ürün miktarına, sefer sayısına veya gidilen kilometreye göre prim ödemelerinde, sabit ücret üzerinden yüzde 150 zamlı saat ücretine göre hesaplama yapılarak sabit ücrete göre hak kazanılan fazla çalışma ücreti belirlenir. Ödenen prim miktarının yüzde 50 zam kısmına göre de hesaplama yapılır ve her iki hesap yöntemi toplanarak fazla çalışma ücreti belirlenir.
Örneğin işçinin 3.000 TL sabit ücret ve 1.000 TL ortalama prim aldığı durumda 3.000 TL/225 saat x 1.5 x fazla çalışma saat sayısı = A şeklinde sabit ücrete göre hak kazanılan fazla çalışma ücreti belirlenir. Aynı dönem için ödenen primlerin fazla çalışmanın zamsız kısmını karşıladığı kabul edilerek, prim tutarı için 1.000 TL/225 saat x 0.5 x fazla çalışma saat sayısı = B hesabıyla prime düşen fazla çalışma ücreti belirlenir.
A+B toplamı o dönem için hak kazanılan fazla çalışma ücretini belirler. Bu karar doğrultusunda işverenin sabit ücrete ek olarak satışa, ürün miktarına, sefer sayısına veya gidilen kilometreye göre prim ödemelerinde, fazla çalışmanın karşılığı primin de fazla çalışma ücretinin hesabında dikkate alınması nedeniyle önemli ölçüde yükselmiş oluyor. Hedef ve kotaya bağlı primlerde fazla çalışma süresine ve sabit ücrete göre fazla çalışma ücreti hesaplanması gerekirken, satışa, ürün miktarına, sefer sayısına veya gidilen kilometreye göre primlerde hem sabit ücrete hem de prime göre bir fazla çalışma ücreti belirlenmesi gerekiyor.
Ücrete dahil mi?
Fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olması ancak edimler arası dengesizlik oluşturmayacak şekilde, başta çalışanın ücretinin aynı işi yapan emsal çalışanlara göre önemli ölçüde yüksek belirlenmiş olması gibi durumlarda mümkün. Prim ödenen sistemde fazla çalışma ücretinin primli ödenen ücrete dahil olduğu kararlaştırılabilir mi?
Fazla çalışma ücretinin ücrete dahil olduğu durumların temel özelliği kişi fazla çalışma yapsın veya yapmasın bu ücrete hak kazanmasıdır. Primde ise kişi gerekli başarıyı sağlayamazsa bu ücrete hak kazanamayacaktır. Fazla çalışma yapmasına karşılık herhangi bir prim alamayacaktır. Bu nedenle fazla çalışma ücretinin ücrete dahil olması sistemi ile prim sisteminin iç içe geçemeyeceği düşünülmektedir. Ancak Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin kararında olduğu gibi satışa, ürün miktarına, sefer sayısına veya gidilen kilometreye bağlı bir prim ödemesi varsa fazla çalışmanın bir kısmının primle karşılandığının iddia edilebileceği değerlendirilir.
Primin fazla çalışmaya karşılık ödendiği kararlaştırılsa dahi, sabit ücrete göre hesaplanan fazla çalışma ücreti ile prime göre hesaplanan yüzde ellilik bölüm ödenmemişse işveren hukuki ve idari yaptırımlarla karşılaşacaktır. Çalışan ücretinin eksik ödenmesi nedeniyle iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilecek. Bunun sonucunda kıdem tazminatına hak kazanacaktır.
Cem Kılıç
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/primli-ucrette-fazla-calisma-7204467
Vergi İncelemelerinde "131-Ortaklardan Alacaklar" Hesabı, Finansman Hizmeti Nedeniyle Adat Konusu Yapılırken "331-Ortaklara Borçlar" Hesabı Dikkate Alınmamakta Ve Mükellef Aleyhine Tarhiyat Yapılmaktaydı
KONU ÖZELİNDE VDDK KARARI ❗
E:2022/1108,
K:2024/386,
#VDDKKararÖzeti: "..."131 Ortaklardan Alacaklar" hesabında izlenen tutarların ortaklara temin edilen finansman hizmeti niteliğinde olduğundan bahisle hesaplanan faiz geliri üzerinden tespit edilen katma değer vergisi matrahından, "331 Ortaklara Borçlar" hesabında izlenen, dönem başı öz sermaye tutarının üç katını aşmayan ve bu nedenle örtülü sermaye olarak kabul edilmeyen borç miktarı ve buna bağlı hesaplanacak faiz giderinin mahsup edilmesi gerektiği..."
Emeklilik Süreci Nasıl İşler?
Ülkemizde milyonlarca çalışan yıllarca sosyal güvenlik sistemine prim öder, emeklilik için şartları tamamladığında emekli olur. Çalışma hayatında işçi, işveren, esnaf, çiftçi, tarım çalışanı, memur gibi statülerde primleri ödenir.
Emeklilik için son ödenen 2520 gününe bakılarak hangi statüden (SSK-Bağ-Kur-Emekli Sandığı-Banka Sandığı) emekli olacağı belirlenir.
08.09.1999 tarihine kadar sigortalı olan kadın ve erkekler 4/A eski SSK’dan-Banka Sandığından emekli olmak için ilk işe başlama tarihlerine göre aşağıdaki tabloda belirtilen, prim gün sayısını tamamlamak zorundadırlar. Aynı zamanda 18 yaş baz alınarak kadınlardan 20, erkeklerden 25 yıllık sigortalılık süresi istenir. 3 Mart 2023’de yapılan yasal düzenleme ile 08.09.1999 tarihine kadar sigortalı olanlarda yaş yaştı aranmaz.
Tablo 4A(SSK)
Bağ-Kur ve Emekli Sandığında ise kadınlar 7200, erkekler ise 9000 gün prim sayısını tamamlayıp emekli olabilirler.
Emeklilik aşaması:
-Son 2520 güne bakılarak en çok prim ödenen statü (4a-4b-4c-banka sandığı) belirlenir.
-18 yaş öncesi sigortalılık varsa 18 yaş baz alınarak, kadınlarda 20, erkeklerde 25 yıllık sigortalılık süresi kontrol edilir.
-Hangi statüden emekli olunacaksa o statüye göre prim gün sayısının tamamlanıp tamamlanmadığı kontrol edilir.
-Hizmet dökümünde başkasına ait çakışan gün var mı, ay içinde 30 günden fazla prim günü var mı kontrol edilir. Çakışmalar prim gün sayısından düşülür.
-28/02/2011 öncesi şirket ortaklığı varsa bu dönemlerde ortağı olduğu şirkette ya da başka bir şirkette çalışması varsa bu günler için 4/A’lar iptal edilir,4B’ye işçi ve işveren primleri mahsup edilir.
-Ortağı olduğu şirkette 1.10.2008 öncesi, ilk sigorta başlangıcı sonrası ortaklığı varsa, kesintisiz devam etmiş ise 4/A günleri kabul edilir. Şirket ortaklığı sonrası 4/A işe başlama var ise bu günler Bağ-Kur yani 4/B’ye mahsup edilir.
-1.10.2008 sonrası şirket ortağı olup geçmişten gelen 4/A primleri varsa kabul edilir, ancak 1.10.2008’den sonra bu durumda 4/A günleri 4B’ye mahsup edilir.
-Anonim şirketlerin yönetim kurulunda olmayan ortaklarında sorun olmaz.
-1.5.2021 tarihine kadar ödenmeyen silinen Bağ-Kur günleri var ise ve bu günler için prim borçlanmaları yapılmış ise bu günler silinir.
Tüm bu eksikler kontrol edilir. Şartlar ve koşullar tamamlanmış ise,
SSK’dan emeklilik müracaatı:
-SSK’lı çalışanlar için öncelikle Kod:8 Emeklilik Nedeniyle işten çıkış yapılır.
- E-devletten (Gelir Aylık Ödenek) Bölümünden emeklilik müracaatı yapılır, isteyenler SGK’ya yazılı talepte bulunabilirler
-İşten çıkış ve emeklilik müracaatı aynı gün yapılabilir, emekli olduktan sonra aynı işyerinde çalışmaya devam edecek ise, ertesi güne SGDP ile tekrar işe girişi yapılır.
- İşverence kıdem tazminatı ödenir, kullanılmayan yıllık izinler ödenir(yıllık izinler sıfırlar tekrar 14 iş günüyle başlar)
Bağ-Kur’da emeklilik müracaatı;
-Prim gün sayısı tamamlanmış ise
-Geçmiş, güncel ve gelecek tüm borçlar ödenir
-E-devletten ya da SGK’ya yazılı emeklilik müracaatında bulunulur.
-Emekli olduktan sonra Bağ-Kur primi ödemez
-Emekli aylığından kesinti yapılmaz.
Emekli Sandığı emeklilik müracaatı:
- Prim gün sayısı ve sigortalılık süresi tamamlanmış ise
-Çalıştığı birime emeklilik için müracaatta bulunabilir.
Özgür ERDURSUN
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
https://www.dunya.com/kose-yazisi/emeklilik-sureci-nasil-isler/749254
Kamu Alacakları Ve Emekli Aylıklarının Haczi
Emekli aylıklarının haczi konusunda 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda, İcra İflas Kanun’da ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da ayrı ayrı düzenlemeler yer almıştır. Bu kanunlardan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu sosyal güvenlik alanının temel Kanunudur. İcra İflas Kanunu özel hukuk alacaklarının takibini, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ise kamu alacaklarının cebri takibini düzenleyen kanunlardır. Bu üç Kanunda da emekli alacaklarının haczine ilişkin özel düzenlemeler yer almaktadır. Aynı konunun farklı farklı düzenlenmesi uygulamada tereddütlere ve zaman zaman hatalı uygulamalara yol açmaktadır.
Bilindiği gibi kamu alacaklarının takip usulü, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da düzenlenmiştir. Bu kanunun 71. maddesinde de İcra İflas Kanunu’nda olduğu gibi, emekli maaşlarının da kamu alacakları için kısmen hacz olunabileceği hükme bağlanmıştır. İcra İflas Kanunu’nda (md. 83) borçlu ve ailesinin geçinmesi için icra müdürünce takdir olunacak miktarın haczolunamayacağı, ancak kalan haczedilebilecek miktarın emekli aylığının dörtte birinden az olamayacağı hükme bağlanmışken; kamu alacaklarına ilişkin 6183 sayılı Kanun’da “haczedilebilecek miktar emekli aylığının üçte birinden çok dörtte birinden az olamaz” denilmiştir.
Buna karşılık 5510 sayılı Kanun ise 93. maddesinde ise kurum tarafından bağlanan gelir, aylık ve ödeneklerin kurumun prim alacakları (5510 sayılı Kanun’un 88. maddesine göre doğmuş kurum alacakları) ve nafaka alacakları dışında bir borç sebebiyle haczini yasaklamıştır.
O zaman 5510 sayılı Kanun’dan sonra kısmen hacze izin veren İcra İflas Kanununun 83 ve 6183 sayılı Kanun’un 71. maddelerinin kısmen haczi öngören bu düzenlemelerinin geçerliliğini yitirdiğini söylemek mümkün müdür?
Bu soruya hem “evet” hem de “hayır” şeklinde yanıt vermek mümkündür.
5510 sayılı Kanun’dan sonra İcra İflas Kanunu’nun 83 ve 6183 sayılı Kanun’un 71. maddelerinin kısmen haciz mümkün kılan düzenlemeleri, Sosyal Güvenlik Kurumu (ve önceki 507 sayılı Kanun’un geçici 20. maddesi kapsamında yer alan vakıflar) tarafından ödenen her türlü gelir, aylık ve ödenekler açısından geçerliliğini yitirmiştir.
Ancak 5510 sayılı Kanun, sadece Sosyal Güvenlik Kurumu (ve mülga 507 sayılı Kanun’un geçici 20. maddesi kapsamında yer alan vakıflar) tarafından ödenen her türlü aylık ve gelirler için geçerlidir. Bu kurumlar dışındaki kurumlar tarafından (örneğin yabancı ülkelerin sosyal güvenlik kurumları, mülga 507 sayılı Kanun’un kapsamına girmeyen vakıflar ve sandıklar ile sigorta şirketleri tarafından) ödenen emekli aylıkları, 5510 sayılı Kanun’un 93. maddesinde yer alan haciz yasağı kapsamına girmemektedir. Bu nedenle bu kurumlar tarafından ödenen emekli aylıkları gerek İcra İflas Kanunu gerekse 6183 sayılı Kanun uyarınca kısmen haczedilebilir. Nitekim Danıştay 4. Dairesi E.2016/13972 K.2017/509 sayı ve 18.1.2017 tarihli Kararı’nda, İsviçre Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından ödenen emekli aylığının 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü haciz yasağı kapsamında değerlendirilemeyeceğine, 6183 sayılı Kanunun 71. maddesi uyarınca kısmen haczedilebileceğine hükmetmiştir.
Bu noktada 5510 sayılı Kanun öncesi düzenlemelere göre emekli olanların durumuna da ayrıca bakmak gerekmektedir.
5510 sayılı Kanun öncesinde yürürlükte olan 506 Sayılı Kanunun (SSK) 121. maddesinin 1. fıkrasında; “Bu kanun gereğince bağlanacak gelir veya aylıklar ve sağlanacak yardımlar, nafaka borçları ve bu kanunun 80’inci maddesine göre takip ve tahsili gereken alacaklar dışında haciz veya başkasına devir ve temlik edilemez.” hükmü ve 1479 Sayılı Kanun’un (BAĞ-KUR) 67/1. maddesinde; “Bu Kanun gereğince bağlanacak aylıklar, nafaka borçları dışında, haciz veya başkasına devir ve temlik edilemez.” hükmü yer aldığından 5510 sayılı Kanun öncesi hükümlere göre emekli olanların da emekli maaşları haczedilemez.
Buna karşılık 5510 sayılı Kanun’un “5434 Sayılı (Emekli Sandığı Kanunu) Kanun’a İlişkin Geçiş Hükümleri” başlıklı geçici 4. maddesinde; 1 Ekim 2008 tarihi itibariyle 5434 Sayılı Kanun’a göre emekli aylığı bağlanmış olanlar ile 1 Ekim 2008 tarihi itibariyle devlet memuru olan ve bu tarihten sonra emekli olanlar için 5434 sayılı Kanun’un uygulanmaya devam olunacağı hükme bağlanmıştır. 5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nda ise emekli maaşlarının haczedilemeyeceğine yönelik bir düzenleme yoktur. Dolayısıyla 5434 Sayılı Kanun’a göre ödenen emekli maaşlarının, 6183 Sayılı Kanun’un 71. maddesi kapsamında kama alacakları için kısmen haczi mümkündür.
Vergi dairelerinin kamu alacakları dolayısıyla emekli maaşlarına ve bu paraların yattığı hesaplara da e-haciz uyguladığı şikâyetleri sıkça geliyor. Bunların bir kısmı vergi dairesine müracaatla kaldırılıyor. Kaldırılmadığında ise vergi mahkemesine müracaattan başka bir yol kalmıyor. Galiba bu konuda da net düzenlemelere ihtiyaç var. Bumin DOĞRUSÖZ
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/kamu-alacaklari-ve-emekli-ayliklarinin-haczi/772398
İnternet Üzerinden Verilen Eğitimler Vergiden İstisna
7338 sayılı kanunla Gelir Vergisi Kanunu’nun Mükerrer 20/B maddesi “Sosyal içerik üreticiliği, internet ve benzeri elektronik ortamlar üzerinden sunulan hizmetler ile mobil cihazlar için uygulama geliştiriciliğinde kazanç istisnası” başlığıyla kanunlaştırılmıştır.
Düzenleme ile sosyal ağ sağlayıcıları üzerinden metin, görüntü, ses, video gibi içerikler paylaşan sosyal içerik üreticilerinin bu faaliyetlerinden elde ettikleri kazançlar ile akıllı telefon veya tablet gibi mobil cihazlar için uygulama geliştirenlerin elektronik uygulama paylaşım ve satış platformları üzerinden elde ettikleri kazançlar gelir vergisinden istisna edilmişti.
7491 sayılı kanunla istisnanın kapsamı genişletilmiş ve 1.1.2024 tarihinden itibaren elde edilecek gelirlere uygulanmak üzere, bireysel kurs, eğitim, veri işleme ve geliştirme, ürün tanıtımı gibi internet ve elektronik ortamlar üzerinden sunulan hizmetler de istisna kapsamına alınmıştır.
İstisnanın şartları
Maddede belirtilen istisnadan faydalanılabilmesi için Türkiye’de kurulu bankalarda bir hesap açılması ve bu faaliyetlere ilişkin tüm hasılatın bu hesap aracılığıyla tahsil edilmesi şarttır. Bankalar, açılan hesaplara aktarılan hasılat tutarı üzerinden, aktarım tarihi itibarıyla yüzde 15 oranında gelir vergisi tevkifatı yapmak ve beyan edip ödemekle yükümlüdür. Mükelleflerin başka kazanç ya da iratlarının bulunması istisnadan faydalanmalarına engel değildir. Kazançları toplamı 2024 yılı için 3 milyon TLyi aşanlar istisnadan faydalanamazlar. İstisnadan faydalanmak isteyen mükelleflerin ikametgâhlarının bulunduğu yerdeki vergi dairesine başvurarak istisna kapsamındaki faaliyetine ilişkin olarak ilgili vergi dairelerinden İstisna Belgesi almaları gerekmektedir.
26.9.2024 tarihinde yayımlanan 325 No’lu Gelir Vergisi Tebliğinde uygulamanın usul ve esasları açıklanmış ve konuya ilişkin örnekler verilmiştir. Örneğin bir öğretmen kendisine ait internet sitesi üzerinden matematik dersi eğitim videoları yayınlamakta ve üyelerin ödemiş olduğu abonelik gelirleri ile videoların izlenmesi esnasında yayınlanan reklamlardan kazanç elde etmektedir. Ayrıca bu internet sitesi üzerinden çevrimiçi görüşme programı kullanarak özel dersler de vermektedir.
Faaliyetlerin internet ve benzeri elektronik ortamlar üzerinden yapılmış olması nedeniyle elde edilen abonelik ve reklam gelirleri için 1/1/2024 tarihinden itibaren şartları sağlaması koşuluyla istisnadan yararlanılabilecektir.
İstisna kazançlar için beyanname verilmez
Düzenlemeyle internet ve benzeri elektronik ortamlar üzerinden içerikler paylaşan sosyal içerik üreticilerinin bu faaliyetlerinden elde ettikleri kazançlar ve bu ortamlar üzerinden verilen bireysel kurs, eğitim, veri işleme ve geliştirme, ürün tanıtımı gibi hizmetlerden sağlanan kazançlar ile akıllı telefon veya tablet gibi mobil cihazlar için uygulama geliştirenlerin elde ettikleri kazançlar gelir vergisinden istisna edilmiştir. İstisna edilen tutarlar üzerinden bankalarca yüzde 15 tevkifat yapılması zorunluluğu getirilmektedir. Bankalar tarafından yapılacak olan tevkifat, nihai vergileme olacak ve bu gelirler için yıllık gelir vergisi beyannamesi verilmeyecek, diğer gelirleri nedeniyle beyanname verilmesi halinde bu kazançlar beyannameye dâhil edilmeyecektir. Ayrıca bu mükelleflerin defter tasdik ettirme, defter tutma ve belge düzenleme zorunlulukları bulunmamaktadır.
Mahmut Bülent YILDIRIM
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
https://www.dunya.com/kose-yazisi/internet-uzerinden-verilen-egitimler-vergiden-istisna/749268
Birden Fazla İcra Olması Ve Ödeme Sırası Örneği
Resimdeki örnekte işçinin ücretinde 4 icra dairesinden gelen haciz müzekkeresine karşılık sıra ve borç tutarları belirtilmiştir.
İşveren burada işçinin ücretinden 1/4 oranında kesinti yapacak ve ilgili icra dairesine ödeme yapacaktır. İşçinin 35.000 TL Net ücret aldığını varsayarsak bir ay içinde 35.000/4= 8.750 TL maksimum kesinti yapabilir.
Örneğe dönecek olursak
İşveren I. İcra dairesine borcun tamamını 3.000TL'yi, II. İcra dairesine 3.500 TL'yi, III. İcra dairesine 1.500 TL'y, IV. İcra dairesine ise 750 TL'yi ödemesi gerekir.
İşveren 3. icra dairesine borcu ödemiş, IV. icra dairesine ise 1/4'ten bakiye kalan 750 TL'yi ödemiş oldu. Gelecek ay IV. icra dairesine bakiye kalan 750 TL işçinin ücretinden kesilip icra dairesine yatırılması gerekecektir.
NOT: İşçinin icra dairesine olan son güncel borç tutarı sorgulanıp, son tutarlar göz önüne alınmalıdır. Örnek birden fazla icra olması durumunu açıklamak içindir.
Geçmiş Yıl Zararları Üzerinden Vergi Almak!
7524 sayılı Kanunla getirilen ve 1.1.2025 tarihinden itibaren elde edilecek kazançlara uygulanmak üzere yürürlüğe giren yurt içi asgari kurumlar vergisine ilişkin açıklamalar içeren tebliğ geçtimiz günlerde yayımlandı.
Kanun teklifinin TBMM’ye sunulmasından itibaren bu uygulamaya ilişkin en çok tartışılan konulardan biri de geçmiş yıl zararlarının yurt içi asgari kurumlar vergisine tabi olup olmayacağı idi.
Tebliğde Maliye bu konuya ilişkin açıklamasını yaptı ve geçmiş yıl zararlarının -istisnadan kaynaklı olanlar veya olmayanlar ayrımı olmaksızın- yurt içi asgari kurumlar vergisine tabi olacağını belirtti.
Geçmiş yıl zararları üzerinden neden vergi alınmak istenir?
Tebliğ açıklamalarına geçmeden önce geçmiş yıl zararları üzerinden neden vergi alınmak istendiğini bir türlü anlayamadığımı öncelikle ifade etmeliyim.
Devlet, çeşitli saiklerle bazı kazançları kurumlar vergisinden istisna tutuyor veya bazı tutarların matrahtan indirim olarak düşülmesine izin veriyor. Devlet tarafından sağlanan bu vergi avantajları hepimizin bildiği üzere “vergi harcaması” olarak adlandırılıyor. Bu vergi harcamalarının tamamen kaldırılmak veya sınırlandırılmak istenmesi anlaşılabilir. Çünkü bu avantajları zaten Devlet kendisi sağlamış durumda. Koşulların değiştiğini düşünüyorsa anayasal ilkelere uygun hareket etmek şartıyla bunları pekala sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırabilir.
Ama geçmiş yıl zararlarının mahsubu Devlet tarafından mükelleflere sağlanan bir vergi avantajı değil ki, Devlet tarafından sınırlandırılabilmesi söz konusu olabilsin. Bu farkı daha iyi kavrayabilmek için zarar mahsubu müessesinin amacına bakmak gerekir.
Zarar mahsubunun amacı
Kurumlar vergisi, ticari kazanç gibi tespit edilen kurum kazancı üzerinden hesaplanır. Ticari faaliyet bir organizasyona tabi olarak yürütüldüğünden, bazı faaliyetlerin karlılık durumu bir yıl içerisinde ortaya çıkmaz. Bu faaliyetler çoğunlukla ilk dönemlerinde yatırım gerektirir. Yatırımın ilk yıllarında zarar doğması muhtemeldir. Kanun koyucu işte bu durumu gözeterek, ticari faaliyetin karlılık durumunun kesin olarak ortaya çıkması için 5 yıllık bir süre belirlemiştir. Mükelleflerce bir hesap dönemi içerisinde oluşan zarar 5 yıl boyunca oluşacak kârlarla mahsup edilebilir ve bu suretle gerçek kazanç üzerinden vergi alınması amaçlanır. Eğer bu süre içerisinde yeterli kar oluşmadığı için mahsup yapılamıyorsa, o zarar artık kesinleşmiş olarak kabul edilir ve sermayede meydana gelen bir eksilme olarak değerlendirilir. Ticari kazanç ve kurum kazancındaki zarar mahsubunun amacı budur (1).
Görüldüğü üzere, zarar mahsubu mükelleflerin gerçek safi kazancının tespiti ve bu gerçek kazançlar üzerinden vergilendirilmesini sağlayan bir uygulamadır; yoksa Devlet tarafından sağlanan istisna veya indirim mahiyetinde bir vergi harcaması asla değildir.
Bu nedenle, geçmiş yıl zararları üzerinden -salt doğrudan vergilerin payını artırmak amacıyla- vergi alınması başta mali güce göre vergileme ilkesi olmak üzere anayasal ilkelere aykırılık oluşturur.
Maliye’nin niyeti
Diğer yandan, aslında bu konu 7440 sayılı Kanunla getirilen ek vergide de gündeme gelmişti. Hatırlarsınız, ek vergi düzenlemesi, kurumlar vergisi mükellefleri tarafından 2022 yılına ilişkin kurumlar vergisi beyannamesinde yararlanılan bazı istisna ve indirim tutarları üzerinden %5 veya %10 oranında ek vergi hesaplanmasını öngörüyordu. Ek vergi özünde yurt içi asgari kurumlar vergisiyle aynı amacı taşıyan bir düzenlemeydi. Dolayısıyla, her iki düzenlemenin amacı da istisna ve indirim tutarları üzerinden belli bir oranda vergi almak olarak özetleyebiliriz.
Ek vergi uygulamasında geçmiş yıl zararlarını vergiye tabi bir “indirim” olarak kabul etmeyen Maliye’nin, yurt içi asgari kurumlar vergisinde bu görüşünü değiştirdiği ve bunları vergiye tabi bir “indirim” olarak kabul ettiği anlaşılıyor. İşin ilginci gerek ek vergi gerekse yurt içi asgari kurumlar vergisine ilişkin yasal düzenlemede, geçmiş yıl zararlarına ilişkin özel bir hüküm bulunmadığı halde böyle bir farklılık yaratılıyor.
Şimdi denilebilir ki, yurt içi asgari kurumlar vergisine ilişkin yasal düzenlemede, yurt içi asgari kurumlar vergisi matrahı “ticari kar/zarar + KKEG” olarak tanımlanıyor; o yüzden böyle bir farklılık var. Bu söyleme katılmıyorum. Çünkü lafza bu denli bağlı kalınırsa, beyanname üzerinden yapılan matrah düzeltmesi mahiyetindeki indirimlerin (örneğin VUK/TFRS farklılıklarında kaynaklı indirimlerin) de yurt içi asgari kurumlar vergisi matrahından düşülememesi gerekirdi. Ancak Maliye tebliğde haklı olarak buna izin veriyor. Demek ki, kanundaki bu tanıma birebir bağlı kalmak düzenlemenin amacına uygun olmayan sonuçlar yaratabiliyor.
Yine tebliğde hangi indirim ve istisnaların yurt içi asgari kurumlar vergisi matrahından düşüleceği belirtiliyor. Bunlar arasında yurt dışı iştirak kazancı istisnası (KVK 5/1-b), yurt dışı iştirak hissesi hissesi satış kazancı istisnası (KVK 5/1-c) ve yurt dışı şube kazançları istisnası (KVK 5/1-g) gibi yurt dışı kaynaklı kazanç istisnaları yer almıyor. Dolayısıyla, kanun gereği bu istisnaların yurt içi asgari kurumlar vergisinden düşülememesi gerekiyor.
Buna rağmen Maliye, tebliğde kanun düzenlemesinde yer almayan bir açıklama yapıyor ve %10 ve üzeri vergi yükü taşıyan yurt dışı kaynaklı istisna kazançların yurt içi asgari kurumlar vergisi matrahından düşüleceğini söylüyor. Hatta %10’dan daha az vergi yükü taşıyan istisna kazançların ise, taşıdığı vergi yüküne isabet eden kazanç kısmının asgari vergi matrahından indirilmesine izin veriyor.
Yanlış anlaşılmasın, Maliye’nin yurt dışı kaynaklı istisna kazançlara ilişkin tebliğdeki bu açıklamasını yanlış buluyor değilim. Maliye tebliğdeki bu açıklamalarıyla kanundaki eksikliğe pratik olarak bir çözüm getiriyor.
Aynı yaklaşım pekala geçmiş yıl zararları için de sergilenebilirdi. Tebliğde, aynı ek vergi uygulamasında olduğu gibi, geçmiş yıl zararlarının da yurt içi asgari kurumlar vergisine tabi olmayacağı söylenebilirdi. Kanun değişikliği olmadan da bu konu bu şekilde çözülebilirdi. Buna kimsenin bir itirazı olmazdı. Ama yapılmadı.
Tebliğ uygulamasının sakıncaları
Öte yandan, Maliye’nin geçmiş yıl zararlarını dönemine ve kaynağına bakmaksızın yurt içi asgari kurumlar vergisi kapsamında değerlendirmesi bir çok sorunu da beraberinde getiriyor.
Geçmiş yıl zararlarının yurt içi asgari kurumlar vergisine tabi olacağını kabul etsek bile, Kanunun yürürlüğü öncesinde ortaya çıkan zararların yurt içi asgari kurumlar vergisine tabi tutulmaması gerekir. İki mükellef düşünün; aynı dönemde, 2021 yılında aynı tutarda mali zarar etmiş olsunlar. Bunlardan bu zararını 2024 yılında mahsup etmiş olan yurt içi asgari kurumlar vergisine tabi olmayacak; 2025 yılında mahsup eden ise bu tutar üzerinden vergi ödemek zorunda kalabilecek. Oysa her iki zarar da aynı dönemde ortaya çıktı. Kanunun yürürlük tarihi öncesi alınan teşvik belgelerindeki hakları koruyan uygulamanın, Kanunun yürürlük tarihi öncesi ortaya çıkan geçmiş yıl zararları için de bunu yapması gerekmez mi? Maliye son dönemlerde bu tür düzenlemelerde kazanılmış hakları korumaya gayret ediyordu ama yurt içi asgari kurumlar vergisinde geçmiş yıl zararları için bunu yapmıyor.
Olması gereken uygulama
Bence geçmiş yıl zararlarının yurt içi asgari kurumlar vergisi karşısındaki durumu şu şekilde olmalıdır:
--2025 yılı öncesinde ortaya çıkan devreden mali zararların tamamı yurt içi asgari kurumlar vergisine tabi tutulmamalıdır. Bu uygulama kazanılmış hakların korunması için gereklidir.
--2025 yılından itibaren ortaya çıkan devreden mali zararlardan yurt içi asgari kurumlar vergisine tabi indirim ve istisnalardan kaynaklı olanlar dışındaki tüm zararlar (ticari zararlar dahil) yurt içi asgari kurumlar vergisine tabi tutulmamalıdır. Yoksa 2025 yılında ticari karı sıfır olan ve yurt içi asgari kurumlar vergisine tabi olmayan bir istisnadan (örneğin iştirak kazancı istisnası) kaynaklı zararı bulunan bir mükellef, takip eden dönemlerde bu zarar nedeniyle vergi ödemek zorunda kalabilir ki, bu da önemli bir haksızlığa neden olur.
--2025 yılından itibaren ortaya çıkan devreden mali zararlardan yurt içi asgari kurumlar vergisine tabi indirim ve istisnalardan kaynaklı olanlar ise yurt içi asgari kurumlar vergisi kapsamında kabul edilmelidir. Bu uygulama da mükellefler arasında eşitsizlik yaratmaması için zorunludur.
Hakkaniyetli olan uygulama kanaatimce budur.
Maliye’nin bu saatten sonra tebliğde bir değişiklik yapacağını sanmıyorum. Umarım hukuka uygun olmayan tebliğde öngörülen uygulama, yeni yasama döneminde yapılacak yasal bir değişiklikle düzenleme yürürlüğe girmeden düzeltilir.
(1) Kurumlar Vergisi Kanununun “Zarar Mahsubu” başlıklı 9 uncu maddesinin gerekçesi aşağıdaki gibidir:
“Maddenin birinci fıkrasının (a) bendi ile kurumlar vergisi beyannamesinde yer alan kararların beş yıldan fazla nakledilmemek şartı ile izleyen yıl kazançlarından indirilebilmesine imkan sağlanmaktadır. Zarar mahsubu belirli bir süre içinde gerçekleştirilemediği takdirde, oluşan zarar işletme zararı olarak değerlendirilmemekte ve sermayede meydana gelen zarar olarak dikkate alınmaktadır. Zararın, işletme zararından çıkıp sermayede kesin eksilme sayılması için beş yıllık bir süre öngörülmüştür. Mükelleflerce bir hesap dönemi içerisinde oluşan zarar beş hesap dönemi boyunca oluşacak kârlarla mahsup edilemiyorsa, o zarar artık sermayede meydana gelen bir eksilme olarak değerlendirilmekte ve mahsup imkanı ortadan kaldırılmaktadır.”
Erdal Güleç