Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

1. GİRİŞ

Mevcut Kıdem tazminatı uygulaması 1475 sayılı iş yasanın yürürlükte olan tek maddesi olan 14 üncü maddesi ile düzenlenmiştir.  Bu maddeye göre kıdem tazminatı, bu tazminata hak kazanan işçiye son aldığı ücret üzerinden ve kıdem yılına bağlı olarak ödenmektedir. Yazımızda kıdem tazminatı hesaplanırken hangi ödemelerin bu hesaplamaya dahil edileceği yemek fişlerinin de kıdem tazminatı hesabına dahil olup olmadığı hususları incelenecektir.

2. KIDEM TAZMİNATININ HESAPLAMASI

Kıdem tazminatına hak kazanan işçiye, işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet akdinin devamı süresince her geçen tam yıl için 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılır.

İşçilerin kıdemleri, hizmet akdinin devam etmiş veya fasılalarla yeniden akdedilmiş olmasına bakılmaksızın aynı işverenin bir veya değişik işyerlerinde çalıştıkları süreler göz önüne alınarak hesaplanır. İşyerlerinin devir veya intikali yahut herhangi bir suretle bir işverenden başka bir işverene geçmesi veya başka bir yere nakli halinde işçinin kıdemi, işyeri veya işyerlerindeki hizmet akitleri sürelerinin toplamı üzerinden hesaplanır.

Kıdem tazminatının hesaplanması, son ücret üzerinden yapılır. Parça başı, akort, götürü veya yüzde usulü gibi ücretin sabit olmadığı hallerde son bir yıllık süre içinde ödenen ücretin o süre içinde çalışılan günlere bölünmesi suretiyle bulunacak ortalama ücret bu tazminatın hesabına esas tutulur.

Ancak, son bir yıl içinde işçi ücretine zam yapıldığı takdirde, tazminata esas ücret, işçinin işten ayrılma tarihi ile zammın yapıldığı tarih arasında alınan ücretin aynı süre içinde çalışılan günlere bölünmesi suretiyle hesaplanır.

Kıdem tazminatına esas olacak ücretin hesabında ücrete ilaveten işçiye sağlanmış olan para ve para ile ölçülmesi mümkün olan sözleşmeden (hizmet akdi veya toplu iş sözleşmesi) ve kanundan doğan menfaatler de göz önünde tutulur.

3. KIDEM TAZMİNATI HESABINA DAHİL OLAN KAZANÇLAR

Kıdem tazminatı giydirilmiş brüt ücret üzerinden hesaplanır. Giydirilmiş brüt ücretin ne olduğunu anlamak için öncelikle ücretin tanımına bakmak gerekir. Ücret İş kanununda “Genel anlamda ücret bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar”[1]  şeklinde tanımlanmıştır. Ücretin daha ayrıntılı tanımı ise 193 sayılı Gelir Vergisi kanununda yapılmıştır. “Ücret, işverene tabi ve belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerdir. Ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (Mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olması veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunması onun mahiyetini değiştirmez.”[2]

Yukarıdaki tanımlardan sonra aşağıdaki çıkarımı yapabiliriz.

Aylık brüt ücret(maaş),

Devamlılık gösteren primler,

Akort veya parça başı ödenen ücretler veya primler,

Eğitim yardımı,

Gıda yardımı,

Kira, Lojman, Barınma yardımı,

Çocuk yardımı,

Eş yardımı,

Sağlık yardımı,

Yakacak yardımı,

Giyecek ve ayakkabı yardımı,

Sosyal yardım,

Taşıt yardımı,

Yıpranma tazminatı,

Kasa tazminatı,

Mali sorumluluk tazminatı,

Kıdem ödeneği,

İkramiye,

Ve sayılamayan ancak değişik adlarda yapılan, devamlılık gösteren diğer ödemeler de kıdem tazminatı hesabında kullanılan giydirilmiş ücret tanımına dahil edilmektedir.

İş elbisesi, iş ayakkabısı, işte kullanılan diğer malzeme ve eşyalar, devamlılık göstermeyen primler,[3]evlenme, doğum, izin yardımı gibi devamlı olmayan ödemeler, teşvik ikramiyesi, yolluk ödemeleri kıdem tazminatı hesabında dikkate alınan giydirilmiş brüt ücret kapsamı dışındadır.

Bu durumda giydirilmiş brüt ücret tanımı kısaca “hizmet akdi ile çalışan işçiye, işveren tarafından veya işveren adına üçüncü kişiler tarafından ödenen ve devamlılık gösteren ayni ve nakdi her türlü ödeme” şeklinde yapılabilir.

Örnek kıdem tazminatı hesaplama:

16.02.2000 tarihinde çalışmaya başlayan işçi 26.06.2012 tarihinde kıdem tazminatına hak kazanacak şekilde işten ayrılmıştır. İşçinin son brüt ücreti 1.000,00 TL olup, son bir yıl içinde 3 ayda bir 100,00 TL giyim fişi,

Aylık 50,00 TL gıda yardımı,

Aylık 50,00 TL aile yardımı,

2012/02. ayda 250,00 TL teşvik primi,

Çocuğu olması nedeniyle 2012/03. Ayda 200,00 TL doğum yardımı,

Okula giden çocuğundan dolayı aylık 75,00 TL eğitim yardımı

Ödemeleri yapılmıştır.

Bu durumda işçiye ödenecek kıdem tazminatının hesaplanması;

Öncelikle kıdem süresinin hesaplanması gerekir.

Kıdem süresi:  26.06.2012 – 16.02.2000 = 12 yıl 4 ay 10 gün dür.

Giydirilmiş günlük brüt ücretin tespiti:

1.000,00 (Maaş) 30’a bölerek 1 günlük tutarı bulunur. (33,33 TL)

100,00 (Giyim yardımı) Üç ayda bir ödendiğinden yılda 4 defa ödenir. Bir yılık tutarı 400,00 TL olup günlük tutarı 365’e bölünerek bulunur. (1,10 TL)

Her ay ödenen Gıda, aile ve eğitim yardımları toplamı: 50+50+75=175,00 TL Günlüğü (5,83 TL)

2012/2. Ayda ödenen teşvik primi ve 2012/3. Ayda ödenen 200,00 TL doğum yardımı arızi nitelikte olduğundan (devamlılık göstermediğinden) giydirilmiş ücret hesabında dikkate alınmaz.

Bir günlük giydirilmiş ücret: 33,33+1,10+5,83 = 40,26 TL

Bir yıllık kıdem tazminatı tutarı = 40,26 * 30 = 1.207,80 TL

12 Yıllık kıdem tazminatı tutarı = 1.207,80 * 12 = 14.493,36 TL

4 ay 10 günlük kıdem tazminatı da orantı yapılarak hesaplanır.

Bir yıllık kıdem tazminatı tutarı olan 1.207,80 TL 365’e bölünerek 1 günlük kıdem tazminatı tutarı bulunur.

1.207,80 / 365 = 3,31 TL (bir günlük kıdem tazminatı tutarı)

130 * 3,31 = 430,30 (4 ay 10 günlük kıdem tazminatı tutarı)

14.493,36 + 430,30 = 14.923,66 (Toplam kıdem tazminatı tutarı) Bu tutardan Binde 6 oranında damga vergisi kesintisi yapılacaktır.

Yemek yardımları, yemek fişi olarak veriliyorsa fiş bedeli, nakit olarak veriliyorsa nakit ödenen tutar, işyerinde yemek veriliyorsa verilen yemeğin bedeli kıdem tazminatı hesabında kullanılan giydirilmiş ücret hesabında dikkate alınır.

Yargıtay 9. H.D. “İşyerinde Yemek ve Servis Yardımı Yapıldığı Sabit Olduğuna Göre Kıdem Tazminatı ve İşçilik Alacağının Asgari Ücret Üzerinden Hesaplanmasının Hatalı Olduğu”[4] şeklindeki kararıyla yemek bedelinin kıdem tazminatı hesabına dahil edileceğine hükmetmiştir.  Aynı dairenin başka bir kararı şu şekildedir. “Davacı, aşçı olup, üç öğün yemek yemektedir. Bu tür bir yararlanma, koruyucu eşya gibi nitelendirilerek sonuca gidilmesini gerektirmez. Görevi aşçılık da olsa, doğal yemek ihtiyaçlarını işyerinde karşıladığı için kıdem tazminatı hesabında baz alınan ücrete yansıtılması gerekir.”[5]

4. SONUÇ

Kıdem tazminatının nasıl hesaplanacağı kanunda açıkça yazmamasına rağmen, çizilen genel çerçeveye göre yargı kararlarıyla şekillenmiştir.[6] Kıdem süresi tespit edilen işçinin daha sonra giydirilmiş bir günlük brüt ücreti bulunur.  Bunun için aylık ödemeler 30’a, yıl içinde yapılan diğer devamlı nitelikteki ayni ve nakdi ödemelerin bir yıllık tutarı 365’e bölünerek bir günlük ücret tespit edilir. Bir yıllık süre içinde yapılan ayni veya nakdi ödemelere zam yapılmış ise zamlı ücret ile zam tarihinden sonraki süre dikkate alınır. Tespit edilen bir günlük ücret 30 ile çarpılarak 1 yıllık kıdem tazminatı tutarı bulunur.  Bir tam yıldan artan süreler için de orantı kurularak kıdem tazminatı hesaplanır. Hesaplanan toplam kıdem tazminatından damga vergisi dışında bir kesinti yapılmaz. Ödenecek bir yıllık kıdem tazminatı miktarı, en yüksek devlet memuruna ödenen bir yıllık emeklilik ikramiyesi tutarını geçemez. Bu tutar 01.07.2012-31.12.2012 dönemi için 3.033,98 TL dir.

Giydirilmiş brüt ücret hesabına, fazla mesai ödemeleri, yolluk ödemeleri, teşvik primi ödemeleri ve arızi ödemeler (devamlılığı olmayan ödemeler) dışındaki ayni veya nakdi her türlü ödemeler dahil edilir. Bu bağlamda işçiye sağlanan yemek yardımı da kıdem tazminatı hesabında dikkate alınmaktadır. Bu yardım, ister yemek fişi verilmek suretiyle sağlanmış olsun isterse işyerinde yemek verilmesi suretiyle olsun fark etmez. S. Mehmet KELEŞ

http://www.bilgilidenetim.com/yemek-fisleri-kidem-tazminati-hesabinda-dikkate-alinir-mi.html

 

anonim ve limited şirketlerde ödenmeyen vergi, gecikme zammı, vergi ziyaı, tecil faizi, usulsüzlük ve özel usulsüzlük cezaları, SGK prim asıl borç ve gecikme zamları, idari para cezaları vb. borçların takibinde kanuni temsilcilerin sorumlulukları 6183 sayılı kanunun 35 ve mük.35 maddesinde düzenlenmiştir.[1]Öte yandan, yine VUK’nun 10. maddesi hükmüne göre anonim ve limited şirketin ödenmeyen vergi borçlarından dolayı ayrıca sorumlulukları bulunmaktadır. Bu konuda 387 ve 390 sayılı Tahsilat Genel Tebliğlerinde açıklamalara yer verilmiştir. aynı şekilde, konuyla ilgili Seri A Sıra 1 nolu Tahsilat Genel Tebliğinde ayrıntılı açıklamalar bulunmaktadır.

4108 sayılı yasa ile; 6183 sayılı AATUHK’na eklenen mük. 35. maddeye göre de, şirketten alınamayan kamu alacakları için kanuni temsilcilerine gitmek mümkündür. Danıştay bu maddenin vergi haricindeki kamu alacakları için konulduğu istikametinde kararlar vermekte idi. Ancak, 2008 yılı haziran ayında (6.6.2008) yayımlanan 5766 sayılı yasa gerekçesinden bu maddenin vergi dahil olmak üzere bütün amme alacakları için uygulanacağı anlaşılmaktadır.[2]Ancak, uygulamanın ne istikamette olacağını görmek için yüksek mahkeme Danıştay’ın kararlarını beklemek ve görmek gerekecektir. 5766 sayılı yasa ile yapılan düzenlemeler ise, Anayasa mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.[3]

Kanuni temsilcilerin sorumluluğu konusunda 5766 sayılı kanundan önceki durumu ile, 213 sayılı VUK md. 10 hükmü ile mük. 35 madde arasında paralellik bulunmaktadır. Bazı yazarlara göre, gerek mük. 35. md hükmü ile ve gerekse VUK 10. md hükümlerinin uygulanabilmesi için eski uygulamada olduğu gibi anonim veya limited şirketin kanuni temsilcisinin mutlaka kusurlu olması gerektiği görüşü ileri sürülmektedir. Kanuni temsilcinin kusursuz sorumlu olması Anayasanın 73. maddesine aykırı olduğu kabul edilmektedir. Ayrıca, bu durum anonim ve limited şirketin tüzel kişilik olgusunu da bu haliyle ortadan kaldırmaktadır. Diğer yandan, toplumda herkes ticaret yaparken risk alıyor iken, maliyenin bu alanda hiçbir riske katlanmaması eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.[4]

Bilindiği gibi, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10’uncu maddesi ‘Kanuni temsilcilerin ödevi’ni tanımlamaktadır. Buna göre tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların,vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan... Vergi Usul Kanunu’nun 10’uncu maddesi ‘Kanuni temsilcilerin ödevi’ni tanımlamaktadır. Buna göre tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevler kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirilmektedir.

Yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacaklar, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınır. Bu hüküm Türkiye’de bulunmayan mükelleflerin Türkiye’deki temsilcileri hakkında da uygulanacaktır.

Kanuni temsilciler veya teşekkülü idare edenler bu suretle ödedikleri vergiler için asıl mükelleflere rücu edebilirler. Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını da kaldırmaz. Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun’un mükerrer 35’inci maddesi gereği olarak da ‘Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi varlıklarından’ söz konusu kanun hükümlerine göre tahsil edilecektir.[5]

Bu hüküm, yabancı şahıs veya kurumların Türkiye’deki mümessilleri hakkında da uygulanır. Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmamaktadır. Temsilciler, teşekkülü idare edenler veya mümessiller, Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun’un mükerrer 35’inci maddesi uyarınca ödedikleri tutarlar için asıl amme borçlusuna geri rücu edebilirler.

Kamu alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar topluca ve birlikte mevcut amme alacağının ödenmesinden sorumlu olacaklardır.[6]

Kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair Vergi Usul Kanununun 10. maddesinde yer alan hükümler, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun’un mükerrer 35’inci maddesinde yer alan sorumluluğu ortadan kaldırmamaktadır.[7]

Vergi Usul Kanunu’nun ‘Kanuni Temsilcilerin Ödevi’ başlıklı 10’uncu maddesinin birinci fıkrasında tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıf ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa temsilcileri tarafından yerine getirileceği, aynı maddede ayrıca bu ödevlerin yerine getirilmemesi halinde mükellefin veya vergi sorumlusunun varlığından kısmen veya tamamen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların kanuni ödevlerini yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı hususu hükme bağlanmıştır.

Bu prensip gereğince anonim ve limited şirketlerde kanuni temsilcilerin, vergiyle ilgili ödevleri gereği gibi yerine getirmemesinden doğan vergi borçlarından sorumlu tutulabilmeleri için kamu alacağının, tüzel kişilik varlığından tahsil olanağının kalmaması gerekecektir. öncelikle takibatın vergi dairesi tarafından anonim ve limited şirketin bilanço kalemleri üzerinde, Türkiye çapında mal varlığı araştırması yapılması zorunludur. Şirket tüzel kişiliğinin Türkiye çapında herhangi bir mal varlığının bulunmaması durumunda ancak kanuni temsilcilere geri dönülebilir. Hatta, Gelir İdaresi tarafından amme borçlusu şirketin Türkiye dışında herhangi bir ülkede, herhangi bir bankada mevduatının olduğu saptandığı durumlarda bu hesaplara da uluslar arası anlaşmalar gereğince haciz konulabilir.[8]

Diğer yandan Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun’un 75.maddesinde yapılan takip sonucunda, borçlunun haczi caiz malı olmadığı veya bulunan malların satış bedeli borcu karşılamadığı takdirde borçlunun aciz halinde sayılacağı kurala bağlanmıştır.[9]

Bu bağlamda Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun’da öngörülen tahsil ve takip yollarının tüketilmesine karşın kamu alacağının tahsil imkanının tespiti halinde, aynı kanunun 75’inci maddesine göre borçlu aciz halinde sayılacağından, aciz halinin kurucusu unsuru olmayıp sadece aciz halini gösteren aciz fişinin düzenlenmemiş olması, kamu alacağından kanuni temsilcinin kişisel varlığıyla sorumlu tutulmasına engel oluşturmamaktadır.

Tüm bu açıklamalar doğrultusunda Vergi Usul Kanunu’nun 10’uncu maddesinin son fıkrası uyarınca tüzel kişilerin tasfiye edilmiş olmaları dahi kanuni temsilcilerin, önceki zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmamaktadır. Maddede kanuni temsilciler için öngörülen sorumluluk tüzel kişinin vergiyle ilgili ödevlerinin gereği gibi yerine getirilmemesinden doğmakla birlikte, tüzel kişinin varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilmemiş olmak şartına bağlanmıştır. (Bkz. Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu Esas No: 2010/746, K. No: 2012/325, Karar Tarihi 26.09.2012)

Sonuç olarak, anonim ve limited şirketlerin ödenmeyen vergi borçlarından veya sigorta borçlarından prensip olarak öncelikle tüzel kişilik sorumludur. Tüzel kişiliğin Türkiye içinde ve dışında herhangi bir mal, alacak, mevduat, taşıt aracı, gayrimenkulü, gemisi, vb. menkul veya gayrimenkulüne rastlanmadığı takdirde ikinci aşamada şirketin yönetim kurulu üyeleri veya müdürlerinin kişisel malvarlıklarına rücu edecektir. Rücu işlemi vergi dairesi tarafından kanuni temsilcilere ödeme emri düzenlemesi ile başlar. Ödeme emirlerinin düzenlenebilmesi için şirketin ticaret sicilindeki bilgileri baz alınır. Herhangi bir şekilde bir limited şirkete pay devri sureti ile ortak olduğu anlaşılan kişinin pay devir sözleşmesi ticaret sicilinde tescil edilmese dahi bu kimsenin ortak olduğu kabul edilir.

Kanuni temsilciler ile ilgili olarak yapılan ikinci aşamadaki takipler de sonuçsuz kaldığı durumlarda üçüncü aşama olarak şirketin ortaklarına payları nispetinde ödeme emirleri şahsileştirilip, tebligatlar yapılır. Burada şirketin toplam borçları ortakların hisseleri nispetinde paylaştırılarak ödeme emirleri ortaklar bazında ayrı ayrı ortakların adresine tebliğe çıkartılır. Burada vergi dairesinin yapacağı tebligatlar önem taşımaktadır. Örneğin, şirket tüzel kişiliğine yapılacak tebligatın şirket ortağının eşine yapılması olanaksızdır. Şirket ortağına yapılacak şirketle ilgili bireyselleştirilen ödeme emri tebligatı şirket ortağının kardeşine tebliğ edilemez.

Şirketin, acze düştüğünün tespiti halinde şirket hakkında iflas davası açılabilir. Bu davayı alacaklı kamu kuruluşu (vergi dairesi veya SGK) talep edebilir. Şirket ortaklarının üçüncü aşamada acze düştüğü de saptandığı durumlarda (aciz vesikası ile) amme alacağının takibi 6 ayda ortaklar bazında vergi dairesi tarafından tekrar tekrar yenilenir. Bu arada, takibe konu amme alacağının zamanaşımına uğramadığının da ayrıca dikkate alınması gerekecektir. örneğin, asıl amme borçlusu açısından amme borcu zamanaşımına uğramışsa bu durum ortaklar açısından da zamanaşımı ayrıca hüküm ifade eder. Nazlı Gaye Alpaslan

http://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/vergi-ve-sgk-borclarinda-anonim-ve-limited-sirket-yonetim-kurulu-uyesi-ve-mudurlerin-durumu/haber-18855

-------------

[1] Vergi daireleri tarafından 6183 sayılı yasa kapsamında takip edilen bütün borçlar ile SGK kurumu tarafından takip edilen kurum alacakları dahil.

[2] BAYKARA Bekir, Teori ve Pratik Yönleriyle Vergi ve Vergi Ceza Hukuku, s.116

[3]Anayasa Mahkemesinin, 28.04.2011 gün ve E:2009/39-K:2011/68 sayılı kararı. Bu karar için bkz. Vergiler Özgün Sirküler.

[4]Burada alacağın kamu alacağı olmasının önemi yoktur. Çünkü, amme borçlusu bir limited şirkete mal satan özel hukuk tüzel kişisinin alacağının kamu alacağı olmayıp, özel alacak olması halinde durum ayrıca tartışılmalıdır. Çünkü, vergi dairesine borçlu olan bir şirkete mal satan gerçek veya tüzel kişinin durumu da ayrıca dikkate alınmalıdır. Alacak, alacak olup, bunun sahibinin kamu ya da gerçek kişi olup olmamasının önemi olmamalıdır. Devlet alacağının diğer alacaklardan üstünlüğü olamaz.

[5] Bkz. YERLİKAYA Gökhan Kürşat, Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki Kanun Şerhi, XII Levha Yayınları, s.240

[6] Bkz. CANDAN Turgut, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun, Mali ve Hukuk Yayınları, Mart 2007, s.170-173

[7] İzmir Bölge İdare Mahkemesi tarafından verilen, 19.12.2012 gün ve E:2012/8227-K:2012/8794 sayılı kararda aynen; limited şirkette tahsil olanağı kalmayan amme borçlarından dolayı ortaklar için öngörülen sorumluluk, ortak sıfatına ve ortaklık payına bağlı bir sorumluluk olduğundan, hisse devri halinde hisseyi devralan kişinin, şirketin mali durumunu bildiği kabul edildiğinden , devir tarihinden önceki ve sonraki dönemlere ait vergi borçlarının devreden ortaktan aranmasına yasal imkan bulunmadığı hk. Karar verilmiştir.

[8] 11 Haziran 2013 tarih ve 28674 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6487 Sayılı Kanun’la Vergi Usul Kanunu’na eklenen 152/A madde ile Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlar, usulüne uygun olarak yürürlüğe girmiş uluslararası anlaşmalarda yer alan bilgi değişimi hükümleri çerçevesinde, Maliye Bakanlığı’nca tespit edilecek usullere göre bilgi toplayabilir. Hükmü getirilmiştir. Getirilen bu yeni düzenleme ile mükelleflerin tüm dünyadaki faaliyetleri ile ilgili mali bilgilere maliye idaresi ve inceleme elemanları tarafından daha kolay ulaşılabilecektir.

[9] Bkz. AATUHK md.75

İş mevzuatında göre ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutardır.

Ücret en geç ayda bir ödenmek zorundadır. İş sözleşmeleri veya toplu iş sözleşmeleri ile ödeme süresinin bir haftaya kadar indirilmesi de mümkündür. Ancak genel uygulama ücretlerin ayda bir ödenmesidir.

Ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkak kural olarak Türk parası ödenmelidir. Eğer yabancı para olarak anlamış ise ödeme günündeki rayice göre Türk parası ile ödeme yapılmalıdır.

İşçilerin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakları işyerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödenmek zorundadır. İş kanunu kapsamında olsun veya olmasın ücretlerin bankalardan ödenmesine ilişkin tüm yasal yükümlükler Ücret, Prim, İkramiye Ve Bu Nitelikteki Her Türlü İstihkakın Bankalar Aracılığıyla Ödenmesine Dair Yönetmelik ile belirlenmiştir.

***
Banka zorunluluğunda “5 çalışan” kuralı

Ücretlerin bankadan ödenmesinde kural işyerinde çalışan sayısının en az beş olmasıdır; bu nitelikteki tüm işyerleri çalışan ücret ve diğer istihkaklarını bankadan ödemek zorundadır.
Buna göre;

- İşyerleri ve işletmelerinde İş Kanunu hükümlerinin uygulandığı işverenler ile üçüncü kişiler, Türkiye genelinde çalıştırdıkları işçi sayısının en az beş olması halinde, çalıştırdıkları işçiye o ay içinde yapacakları her türlü ödemenin kanunî kesintiler düşüldükten sonra kalan net tutarını,
- 5953 sayılı Kanun'a tabi olarak Türkiye genelinde en az beş gazeteci çalıştıran işverenler, çalıştırdıkları gazeteciye o ay içinde yapacakları her türlü ödemenin kanunî kesintiler düşüldükten sonra kalan net tutarını,

- Deniz İş Kanunu’na tabi olarak Türkiye genelinde en az beş gemi adamı çalıştıran işverenler veya işveren vekilleri, çalıştırdıkları gemi adamına, o ay içinde yapacakları her türlü ödemenin kanunî kesintiler düşüldükten sonra kalan net tutarını bankalar kanalıyla ödemek zorundadırlar.
Gazeteci çalıştıran işverenler, aynı zamanda 5953 sayılı Kanun hükümleri dışında kalan ve İş Kanunu’nda “işçi” tanımına giren kimseleri çalıştırmaları hâlinde, çalıştırılan gazeteci sayısı ile işçi sayısı toplamının en az beş olması durumunda da banka zorunluluğuna tabidirler.

***
Ücretlerin bankadan ödemeyene ceza var!

Ücret ve diğer istihkakları bankadan ödemekle yükümlü işveren veya üçüncü kişilerin bu yükümlülükleri yerine getirmemeleri halinde idari para cezasıyla karşılaşmaları mümkün. 2018 yılı için uygulanacak idari para cezası miktarı:

- Zorunlu tutulduğu halde gazeteciye yapılan ödemeleri bankalar aracılığıyla yapmayan işverene, her bir gazeteci için 3 bin 150 Türk Lirası,

- Zorunlu tutulduğu hâlde gemi adamına yapılan ödemeleri bankalar aracılığıyla yapmayan işverene veya işveren vekiline, her bir gemi adamı için 2 bin 520 Türk Lirası,

- Zorunlu tutulduğu hâlde iş sözleşmesinden doğan alacakları bankalar aracılığıyla yapmayan işverene her bir işçi ve her ay için 191 Türk Lirası tutarında idari para cezası verilebilir. İbrahim Işıklı

https://www.dunya.com/kose-yazisi/iscisinin-ucretini-bankadan-odemeyene-ceza-var/415471

Vergi ve bazı alacakların yeniden yapılandırılmasına ilişkin kanun tasarısı TBMM’de kabul edildi. Kanun kamuya olan borçların yapılandırılarak ödenmesini amaçlıyor. Bu nedenle Kanunun yapılandırmaya ilişkin hükümleri bir hayli geniş tutulmuş durumda. Vergi dışında Kanunun kapsadığı alacakların başında ise sigorta primleri ve bu primlere ilişkin diğer alacaklar geliyor. Kanun ayrıca emeklilere ikramiye uygulamasını da başlatıyor. Bugünkü yazımda Kanunun çalışma hayatını ilgilendiren bazı hükümlerine değineceğim.

/**/

Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından takip edilen, 2018 yılı Mart ayı ve önceki aylara ilişkin olup Kanunun yayımı tarihinden önce tahakkuk ettiği halde Kanunun yayımı tarihi itibarıyla ödenmemiş olan sigorta primi, emeklilik keseneği ve kurum karşılığı, işsizlik sigortası primi, sosyal güvenlik destek primi ile ödenmesi imkanı ortadan kalkmamış isteğe bağlı sigorta primi ve topluluk sigortası primleri ve bu alacaklara ait ödeme sürelerinin bittiği tarihlerden Kanunun yayım tarihine kadar geçen süre için hesaplanacak ek tutar ödenirse bu alacaklara bağlı gecikme cezası ve gecikme zammı gibi alacakların tamamının tahsilinden vazgeçiliyor.

Prim borçları 36 aya kadar vadelendirilecek. En fazla 18 taksitle bu borçlar ödenecek.

Eksik işçilik kapsamda

31 Mart 2018 tarihine kadar (bu tarih dahil) bitirilmiş özel nitelikteki inşaatlar ile ihale konusu işlere ilişkin Kurumca resen tahakkuk ettirilerek işverene tebliğ edilen eksik işçilik tutarı üzerinden hesaplanan sigorta primi ve Yİ-ÜFE aylık değişim oranları üzerinden hesaplanacak ek tutarın ödenmesi halinde, bu alacaklara uygulanan gecikme cezası ve gecikme zammı gibi fer'i alacakların tamamının tahsilinden vazgeçiliyor.

Bağ-Kur Kanununa göre tescilleri yapıldığı halde prim borçları nedeniyle daha önceki ilgili kanunları uyarınca sigortalılık süreleri durdurulmuş olanlar, Kanunun yayımı tarihini takip eden aybaşından itibaren iki ay içinde Kuruma müracaat ederek durdurulan sigortalılık süreleri için ödeyecekleri prim tutarının hesaplanmasını talep edebilecekler. Hesaplanan borcun tamamının ilk taksit ödeme süresi içinde ödenmesi halinde durdurulan süreler sigortalılık süresi olarak değerlendirilecek.

Bağ- Kur'luları ilgilendiren asıl düzenleme ise sağlıkla ilgili. Bu kanunun yayımına kadar 60 gün ve üzerinde prim borcu olan esnafımız sağlıktan yararlanamıyordu. Yeni düzenlemeyle "borç ayrı sağlık hakkı ayrı" denecek. Artık borcu olan da sağlık imkanlarından yararlanabilecek.

Af değil yapılandırma

Sigorta prim borçlarının yapılandırılması neredeyse her iki senede bir  gündeme geliyor. Elbette ülkemizin son yıllarının sürekli seçim atmosferinde geçiyor olması en büyük etken. Ne var ki kamuoyuna kasıtlı şekilde yansıtıldığı haliyle bu bir "af" değil "yapılandırma". Yani devlet alacağından vaz geçmiyor. Alacağın aslını alıyor, gecikme cezasından vaz geçiyor. Ayrıca taksitlendirme yaparken de alacağını vadeye göre belli bir katsayıyla çarpıyor. Bu nedenle borcunu zamanında ödeyenlerin hayıflanmaları doğru değil. Borcu zamanında ödemek her durumda daha avantajlı.

SGK geliri artıyor

Tüm dünyada sosyal güvenlik kurumları açık verir. Gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi gelişmiş ülkelerde de durum aynıdır. Bugün AB Ülkelerinin önemli bir bölümünde bu açık ciddi miktarlardadır. Aslında normali de budur. Anayasal bir hak olan sosyal güvenlik hakkının sağlanmasında ticari bir zihniyet kabul edilemez. Devlet her zaman sosyal güvenlik alanına maddi transfer yapmak zorundadır. Önemli olan kaynakların doğru ve yerinde kullanımı olmalıdır. Nitekim bu noktada önemli olan "gelirlerin giderleri karşılama oranı"dır. Türkiye'de bu oran 2003 yılında yüzde 67,5 iken 2018 Ocak ayında yüzde 98'e ulaşmıştır. Sonuç olarak sosyal güvenliğin finansmanında sorun yoktur, yapılandırmalar tahsilat oranının artmasına neden olmuştur.

Genç girişimcilerde kazanç istisnasından faydalanan 18 yaşından büyük, 29 yaşından küçük girişimcilerin bir yıllık sigorta primleri prime esas kazanç alt sınırı üzerinden Hazine tarafından karşılanacak. İstihdamı arttırmayı hedef haline getiren her ülkede girişimciliğin ön plana çıkarılması olmazsa olmaz koşullardan birisidir. Son düzenlemeyle kendi işini kurmaya çalışan gençlerimize hem Bağ- Kur prim desteği verilmesi hem de üç yıl müddetle gelir vergisinden istisna tutulmaları daha fazla gencimize kendi işinin patronu olma fırsatı sunacak bu gençlerimiz de istihdama katılmış olacaklardır.

Emeklilere ikramiye

Sosyal Güvenlik Kurumunca gelir ve aylık ödemesi yapılanlara, ödemenin yapılacağı tarihte gelir ve aylık almak şartıyla Ramazan ve Kurban Bayramlarında 1.000’er Türk Lirası bayram ikramiyesi olarak ödenecek. Birden fazla gelir ve aylık alanlara tek bir gelir veya aylık üzerinden ödeme yapılacak. Örneğin hem kendi aylığı olan hem de vefat eden eşinden aylık alan bir kişiye hangi aylık daha fazlaysa o aylık üzerinden tek bir ödeme yapılacak. Ayrıca iş kazası veya başka sebeplerle sürekli işgöremezlik gelir alanlara da ikramiye verilecek. Yetim aylığı alan bir çocuğa anne veya babası üzerinden yüzde 50 oranında aylık bağlanmışsa alacağı ikramiye 500 TL olacak.

Ayrıca 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında ödenen yaşlılık aylığı iki katına çıkarılıyor. Daha önce 266 TL olarak ödenen aylıklar 500 TL seviyesine çıkacak. Cem Kılıç

http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/yapilandirmadan-sigorta-borclusu-2668199/

Vergi yasalarının uygulaması ile ilgili düzenleyici işlemler, tüzük, yönetmelik, bakanlar kurulu kararı, genel tebliğ, iç genelgeler ve sirkülerlerdir. Vergi uygulaması ile ilgili tüzükler son derece sınırlıdır. Ancak, yönetmelikler vergi uygulamasında tüzüklere göre sayıca fazladır. Son yıllarda vergi uygulaması ile ilgili toplu genel tebliğler ve sirkülerler sayıca artmıştır. Hatta bir çok vergi uygulaması sirküler şeklinde uygulamaya yön vermeye çalışmaktadır. Maliye Bakanlığı tarafından yayımlanan iç genelgeler resmi gazetede yayınlanmamaktadır. Aynı şekilde, muhtelif vergi yasalarının uygulanması hakkındaki sirkülerler de resmi gazetede yayınlanmamaktadır. Vergi uygulaması ile ilgili genel tebliğler ise resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmektedir.[1]

Maliye Bakanlığı, Türkiye’de vergi uygulaması ile ilgili bütün görevleri yapmakla tek ve en büyük otorite durumundadır. Maliye Bakanlığı vergi yasalarını uygulama görevini merkezde ve taşrada çeşitli organları ile yürütmektedir. Bakanlık bu görevini icra ederken, vergi incelemesi, tarh, tebliğ, tahakkuk vs. kişisel idari işlemler tesis eder. Maliye Bakanlığı bu yetkisini kanundan alarak yapar.[2] Ancak, vergi kanunlarının tatbikatı için kişisel idari işlemler yapmak yeterli olmayabilir. Bireysel idari işlemlerin kaynaklandığı mevzuat Türkiye’nin her yerinde ve bütün vergi mükelleflerine eşit uygulanmalıdır. İdari içtihat birliği olarak adlandırılan bu görev genel düzenlemelerle ancak sağlanabilir. Bu genel düzenlemeler denilince akla ilk gelen “genel tebliğ” şeklindeki düzenlemeler olabilir.[3]

Gelir İdaresi uygulamalarında çoğu zaman genel tebliğler dikkate alınarak işlemler yapılagelmektedir. Ancak, belli durumlarda idare keyfi uygulama yaparak iç genelgeye dayalı veya iç tamimlere dayalı işlem yapmaktadır. Mükellefler bu iç genelgeleri bilmedikleri için, okuyamadıkları için bu iç genelgelerden habersizdirler. Dolayısıyla vergi idaresi uygulamalarında kimi zaman genel tebliğe kimi zaman ise iç genelgelere dayanarak kendini savunabilmektedir.

Vergi hukuku uygulamasında, normlar hiyerarşisi bulunmaktadır. Buna göre, başta Anayasa ve hatta uluslar arası anlaşmalar her zaman önde gelir. Daha sonra kanun hükümleri bunları uygulaması sıralanmasına göre takip eder. En nihayet, yönetmelik ve tüzüklerden sonra genel tebliğler kendi sıralamasında yer alır. [4]

Bütün bu düzenlemeler, mükelleflerin hak ve menfaatlerini ihlal etmemesi gerektiği esastır. Yapılan bu düzenlemeler mükelleflerin hak ve menfaatlerini ihlal ettiği takdirde, mükelleflerin bu işlemlere karşı yargıda hakkını arama yolu açılacaktır. Vergi uygulamalarında daha çok iç genelgeler ile uygulamaya yön verilmektedir. İç genelgelerin genelde davaya konu edilmesi mümkün olmamakla beraber bunlara dayalı işlemler yargıya taşınabilir.[5]

İdari işlemler de sonuçta hukuki işlemlerin bir çeşididir.[6]İdarenin (Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri) idari işlev konusunda yaptığı işlemler, idari işlemdir.[7]İdari işlemler, tek taraflı-çok taraflı işlemler şeklinde ayrılır. Tek taraflı işlemler, kural (kaide veya düzenleyici) işlemler, bireysel ya da örgütsel işlemler olarak ayrılır. Çok taraflı idari işlemler idari sözleşmelerdir.

İdarenin normal ve genel yetkisi birel ve özgül nitelikte uygulama ve işlem yapmaktır. İdari sözleşmelerde böyledir. Ancak düzenleyici genel işlemler istisnai ve sınırlıdır. İdari işlemler; idari kararlar, idari sözleşmeler düzenleyici işlemdir.[8]İdari kararlar, idarenin öznel ve kişisel hukuki durumlar yaratan, değiştiren bireysel ve özgül işlemlerdir.[9]

Vergi hukuku ile ilgili birçok kitaplarda genel tebliğ, iç genelge ve genelgeler bir idari işlem olarak değil, kaynak olarak değerlendirilerek tartışılmaktadır. Vergi hukukunun bu kaynakları vergi hukukunun kaynaklarını esas itibariyle asli, tali kaynaklar olarak ele almaktadır. Düzenlemeyi yapan organa göre veya Anayasa, kanun, tüzük şeklinde hiyerarşik sıralama yaparak ele alan yazarlar da az değildir. Genelde inceleme şekli ve yöntemi ne olursa olsun bütün kaynaklarlın varlığı nihai sonuç şöyledir: genel tebliğ, genelge, iç genelge gibi kaynaklar vergi mükelleflerini ve mahkemeleri bağlayıcı kaynaklar değildir.[10]Bunlar idarenin kendi iç hiyerarşisi dahilinde yalnızca vergi memurlarını bağlayan metinlerdir. Ancak, bir vergi kanunu maddesinin açıkça verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan tebliğler bağlayıcı birincil kaynaklar olarak ifade edilebilir. Anayasamızın 71. maddesinin son fıkrasına göre kanunlarda yer alan azami ve asgari sınırlar konusunda Bakanlar Kurulunun çıkardığı kararlar da bağlayıcı kaynaklar olarak değerlendirilebilir.

İç genelgeler, daha çok Bakanlık tarafından vergi dairelerinin dahili işlerini düzenleyen genel yazı ve emirler olarak değerlendirilebilir. Bu iç genelgeler kural olarak idari davalara konu yapılamazlar. Başka bir ifade ile, iç genelgelerle merkezden vergi dairelerine giden talimatlar olarak değerlendirilebilir. İç genelgeler bu haliyle içe dönüktür. Ve mükellef hukukunu ilgilendirmezler. İç genelgeler yeni hükümler ihdas edemez. Vergi idaresince yapılan iş ve işlemlerde paralellik ve bütünlük sağlanması hedeflenmektedir.

Vergi uygulamalarında kimi zaman ana kanun ile özel kanun yani yavru kanun zaman zaman çelişebilmektedir. Bu durumda hangisine itibar etmek gerekecektir? Genelde kabul edilen bir prensip gereği: özel kanun varsa özel kanun hükmü genel kanunun önüne geçebilir. Ama bu kural her zaman geçerli olmayabilir. Ana kanun hükmü varsa ve bu konuda da özel bir yasa hükmü yoksa ana kanun hükmüne itibar etmek gerekir.[11]

Genel tebliğ ve iç genelge ile getirilen düzenlemelerin sınırı bu düzenlemenin dayanağı olan yetki ile saptanır. Uygulama tebliğlerinin sınırı, genel tebliğin dayandığı kanun maddesinin verdiği takdir hakkıdır. Ancak, kanun hükmünde verilen yetki, vergisel alanda verginin esas noktalarına değil, ikincil noktalarına ve çok sınırlı bir yetki olduğunu kabul etmek gerekir. Bu durum verginin yasallığı ilkesinin bir gereği olmaktadır. Yorumsal tebliğlerin sınırları idarenin yorum yetkisi alanı ölçüsündedir. İdarenin yorum yetkisin, yorum kurallarını aşan veya zorlayan tebliğler hukuka uygun değildir. Diğer yandan, iç genelgelerin sınırları ise, idarenin iç düzenleme yani iç organizasyon yetkileridir. Bu yetki aşıldığında ise, idari düzenlemenin niteliği genelge olmaktan çıkar. Nazlı Gaye Alpaslan

http://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/vergide-ikincil-mevzuat-ve-normlar-hiyerarsisi/haber-18837

--------------

[1] Ayrıntılı açıklamalar için bkz. GÖZÜBÜYÜK A.Şeref – TAN Turgut, İdare Hukuku ve İdari Yargılama Hukuku, Ankara, 1999, C.2.

[2] Kanunlar Anayasaya aykırı olamazlar. Anayasamızın 11. maddesinde bu durum belirtilmiştir. Yasama organı, Anayasaya aykırı kanun çıkaramaz. Ancak, Anayasaya aykırı bir yasa çıkarılmış ise, bu yasa kendiliğinden geçersiz olmaz. Anayasaya aykırılığı tespit edilip, kanunun Anayasaya aykırı olan hükmünün iptal edilmesi gerekir.

[3] AKDOĞAN Abdurrahman, Türk Vergi Sistemi ve Uygulaması, Gazi Kitapevi, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 2. Baskı,

[4] Mahkeme kararlarına herkes uymak zorundadır. Bir mahkeme kararı, hem mükellef açısından ve hem de idare açısından geçerlidir. Kararın sonucuna göre vergi idareleri vergi mahkemesi kararlarını infaz etmek zorundadır. Bkz. İYUK md.28. Mahkeme kararlarının gereklerini yerine getirmeyen kamu görevlisi hakkında şahsi dava açılır. Bkz. CANDAN Turgut, İdari Yargılama Usul Kanunu, 2. Baskı, Maliye Hukuk Yayınları, s.660-670.

[5]İç genelgeler, prensip olarak dava konusu yapılamazlar. Ancak bu genelgelere dayalı bir işlem tesis edilmişse ve işlemin özü yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden hukuka aykırı ise her halükarda dava konusu edilebilir. Son yıllarda Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından çıkarılan vergi sirkülerleri de mükelleflerin hak ve menfaatlerini ihlal ettiği takdirde bunlar da iptal davasına konu edilebilirler. Örneğin, Danıştay tarafından verilen bir kararda, bu gibi sirkülerin dava konusu yapılabileceği karar altına alınmıştır. Dnş. 4. D.nin, 31.10.2006 gün ve E:2006/1452-K:2006/2080 sayılı kararları. Ayrıntılı bilgiler için bk.z KIZILOT Şükrü – KIZILOT Zuhal, Vergi İhtilafları ve Çözüm Yolları, 13. Baskı, Yaklaşım Yayıncılık, Ankara, s.320.

[6] İdari işlemler, kamu hukuku işlemlerindendir. Kamu hukuku işlemleri ise, yasama, yargılama ve yönetsel (idari) işlemler olarak ayrılır.

[7] Lütfi Duran İdare Hukuku Ders Notları, İstanbul 1982, Sh. 385.

[8] Lütfi Duran age. Sh. 393. (yazar bu üç çeşit işleme planlama belgelerini de eklemektedir.)

[9] Lütfi Duran age. Sh. 394.

[10] BAYKARA Bekir, “Vergi Kanunları İle İlgili Genel Tebliğler ve İç Genelgelerin Hukuki Anlamı ve Değeri”, Vergi Dünyası Dergisi, Ekim 2001, Sayı:242. ayrıntılı açıklamalar için bkz. BAYKARA Bekir, Teori ve Pratik Yönleriyle Vergi ve Vergi Ceza Hukuku, Maliye Hesap Uzmanları Derneği Yayını, İstanbul, 2008, s.23-31.

[11] Bilindiği gibi kurallar arasında uluslararası anlaşmalar, Anayasa, Kanun, KHK, tüzük, yönetmelik (düzenleyici idari işlemler) şeklinde bir kurallar hiyerarşisi mevcuttur. Kanun, Anayasa, KHK hem dayandığı kanuna hem de Anayasaya aykırı olamaz. Tüzük kanuna, yönetmelik de kanun ve tüzüğe aykırı olamaz. Yukarıda sözünü ettiğimiz, tebliğ genelge gibi yönetmelik hükmündeki düzenlemeler de kanuna (ve tüzüğe) aykırı olamaz.

Ali Bey, 3,5 yıldır bir firmada çalışıyorum. 24 saat çalışıp 24 saat izin yapıyorum. Bunun haricinde hiç bir iznimiz yok. Senelik izin kullanmadan kullanılmış gibi işveren imza attırıyor, kendi isteğimle işten ayrılsam haklarımı nasıl arayabilirim? İşten çıkarılma korkusuyla şikayet edemiyorum. Yardımcı olursanız çok sevinirim.
İsmi Saklı 
Sayın Okurum, işten kendi isteğiniz ile ayrılmanız halinde tazminat alamazsınız. Ancak haklarınızı alabilmek için için iş mahkemesine dava açmanız veya Çalışma Bakanlığına şikayette bulunmanız gerekmektedir. Çalışırken yani işten çıkmadan ayrılmadan şikayet etmek istiyorsanız şikayet dilekçenizde isminizin gizli tutulmasını talep edebilir veya somut deliller ortaya koyarak isimsiz şikayette de bulunabilirsiniz. İşveren senelik izinleri kullandırmak zorundadır.
Sizde kullanmadığınız ya da almadığınız haklar için imza atmamalısınız.

Ne zaman emekli olurum?
Doğum tarihim 1973, 19 ay askerlik yaptım. Sigorta başlangıcım 01.03.1997, 5600 günüm var. Ne zaman emekli olurum? Ayrıca askerlik ödemesi yapmam gerekir mi? 5...262754 Nolu SMS:
İşe başlama tarihinize göre 25 yıl, 56 yaş ve 5825 prim gün şartlarına tabisiniz.
16 ay askerlik borçlanıp öderseniz 25 yıl, 55 yaş ve 5750 prim gün şartlarına tabi olabilirsiniz. Bu durumda prim gün sayınız da tamamlanmış olur ancak 55 yaşınız 2028 yılında dolacağından emekli olacağınız tarih 2028 yılı olacaktır. Askerliği borçlanmazsanız 2029 yılında yani tam bir sene sonra emekli olabilirsiniz.

https://www.takvim.com.tr/yazarlar/aliserbetci/2018/05/13/almadiginiz-haklar-icin-imza-atmayin

Son 7 yılda Emekli Sandığı ve Bağ-Kur’a prim ödemiş bir sigortalı sürenin yarısından fazlasını hangi kuruma tabi geçirmişse o statüden emekli olur. Örneğin memur statüsünde emekli olan daha yüksek aylığa hak kazanabilir.

Çalışanlar için ne zaman emekli olunacağı önemli olduğu gibi hangi kurumdan emekli olunacağı da çok önemli. 1 Ekim 2008 öncesi sigortalı olup SSK, Bağ-Kur veya Emekli Sandığı’na tabi olan sigortalılar bu hükümlere göre emekli oluyor. Böyle olunca da, emekli aylıkları başta olmak üzere bazı başka konularda da sigortalılık statüleri arasında farklılıklar ortaya çıkıyor.

En düşük maaş 1.978 lira

2018’in ilk altı ayı itibarıyla en düşük memur emeklisi aylığı yaklaşık 1.978 TL’dir. Bu rakama ek aylık dahil değildir. Emekli aylıkları Bağ-Kur emeklilerinde 1.405 TL’ye, Bağ-Kur tarım emeklilerinde ise 988 TL’ye kadar düşüyor. En yüksek emekli aylığını memurlar almaktayken, işçiler ve kendi hesabına çalışanların emekli aylıkları daha düşüktür. Bu nedenle her üç statü arasındaki farklılıktan dolayı hangi kurumdan emekli olunacağı çok önemli. 1 Ekim 2008 tarihi öncesinde sigortalı olan kişilerin hangi statüye göre emekli olacağı son 7 yılda prim ödediği statüye göre belirlenir. Son 7 yıl içerisinde Emekli Sandığı ve Bağ-Kur’a prim ödemiş bir sigortalı bu sürenin yarısından fazlasında hangi kuruma tabi olarak geçirmişse o statüden emekli olur.

ÖNEMLİ AVANTAJLAR VAR

SGK hesabı şu şekilde yapıyor. Son 7 yılın karşılığı prim günü olarak 2 bin 520 gündür. Bunun yarısı olan 1.260 günden bir fazlası yani 1.261 gün hangi statüde prim ödenmişse çalışan bu statüden emekli oluyor. Sigortalılık statüsü değişen kişilerin bu sürelere çok dikkat etmesi gerekmektedir. Aksi taktirde emekli aylığı başta olmak üzere kendilerine sağlanan bazı avantajları kaybedebilirler.

Hangisine daha çok ödendiyse

ÇALIŞANIN son 7 yılda 2’den fazla sigortalılık statüsüne prim ödenmiş olması halinde 1.261 gün şartı aranmaz. Son 2 bin 520 gün içerisindeki statülerinden hangisine daha fazla prim ödenmişse emeklilik bu statüden gerçekleşir. Örneğin son 2 bin 520 günde 839 gün SSK’ya, 839 gün Bağ-Kur’a, 842 gün Emekli Sandığı’na prim ödemiş bir çalışan memur statüsünde emekli olacaktır. Böylelikle daha yüksek emekli aylığına hak kazanır.

Askerlik borçlanmasıyla erken emeklilik mümkün
BU arada askerlik borçlanması doğum borçlanmasından farklı olarak sigortalılık tarihini geri çekerek daha erken emekli olma hakkı tanıyabildiği için erkek sigortalılar için çok faydalıdır. Diğer taraftan ilgili dönemdeki sigortalılık süresine sayılarak emekli olunacak statüyü de değiştirmeyeceği için hiçbir kayba da neden olmaz.

Son 7 yıldaki prime dikkat!

1 Ekim 2008 öncesinde sigortalı olanların emeklilik statüsü son 7 yıla göre belirlenir. Bu da emekli maaşını artırabilir. Ozan Güray Bülbül

https://www.aksam.com.tr/yazarlar/okan-guray-bulbul/memur-statusunde-emekli-olana-daha-yuksek-maas/haber-734722

Usulca Kutlayın Anneler Gününü. Öksüzlerin Canını Acıtmadan, 

Çocuğu Olmayan Kadınların, Yavrusunu Kaybetmiş Anaların Yarasına Tuz Basmadan.

Tüm Kadınların, Anne Adaylarının, 

Tüm Annelerimizin, Anneler Günü Kutlu Olsun ...

Görüntünün olası içeriği: yazı

30.09.2018' de Beyan Edilip Ödenecek, Bilançodaki Taşınmazların Y-ÜFE Oranında Değerlendirilmesinden Alınacak % 5 Verginin İsmini Biz Koyalım Dedik. "VARLIK ARTIŞI VERGİSİ" Hadi Bakalım Tutacak Mı?

Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi Tamamı 

Gelir İdaresi Başkanlığınca hazırlanan Vergi Usul Kanunu Tebliğ Taslağında;  elektronik belge uygulamalarının yaygınlaştırılması stratejisi çerçevesinde 433 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’nde güncellemeler yapılmasına ilişkin açıklamalara yer verilmektedir.

Söz konusu Tebliğ Taslağı için tıklayınız.

Açıklayıcı bilgi notuna ulaşmak için tıklayınız.

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • 1 TL için 532.000 TL Fazla Vergi Ödeme Riski Sosyal içerik üreticilerinden ile Appstore, Google Play üzerinden gelir elde…
  • BORSAYA AÇILAN ŞİRKETLER AÇISINDAN EMİSYON PRİMLİ PAYLARA YÖNELİK ÖRNEK UYGULAMA EMİSYON PRİMİ TİCARİ KARA DÂHİL DEĞİLDİR. ÖZKAYNAKLAR ARASINDA 520 PAY…
Top