Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Geçtiğimiz hafta başında SGK sitesinde yayınlanan duyuru yeni bir uygulama gibi yorumlanmaya kalkışıldı.

Fiili Hizmet zammını köşemizden yazısı dizisi yaparak siz okurlarımızla buluşturmuştuk.

‘’ 5510 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesi kapsamında fiili hizmet süresi zammına tabi olan işyerlerinde çalışan sigortalıların çalışılan ayın bazı günlerinde kapsam dışı işlerde geçen süreleri ile kapsamda olan işlerde fiilen çalışmayarak risklerine maruz kalmadıkları 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda belirtilen tatil günleri ile yıllık izin, ücretsiz izin, ücretli izin, sıhhi izin ve eğitim kurs süreleri 5510 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesi kapsamında değerlendirilmemektedir.’’ denilmiştir.

Yazılarımızda zaten bunu açıklamasını yapmamıza rağmen ısrarla yeni uygulama diye sigortalılara aktaran köşe yazıları görsel ve sosyal medya da bilgi kirliliği yaratıyor.

5510/40’ıncı maddesinde Fiili Hizmet zammı kanunla açıklanmış,konuyla ilgili yönetmelik ve genelgeler belirlenmiş,SGK çalışanlarına eğitimleri verilmiştir.

SGK tarafından yayınlanan iç yazı da yapılan incelemelerde Fiili Hizmet kazanılması mümkün olmayan dönemlerde eski yıllardan 2008/10 önce alışkanlığı sürdüren kamu /özel sektör kuruluşları ayrıntılara dikkat etmeden fiili hizmette 30 gün beyan esası yaparak haksız yere hem sigortalılık süresi,günü hem de emeklilik yaşında yaştan düşürecek süre ihlali yapıldığı görülmüştür.

9 yıl üzerine uyarı mahiyetinde bir duyuru ele alınmış,bu duyur da  30 gün Fiili Hizmet çalışmayacak işyerlerinden en fazla 26 gün Fiili Hizmetli APHB 4 günde Fiili Hizmet ihtiva etmeyen APHB düzenlemesi yoluna gidileceği hatırlatılmıştır.

Yönetmelikle birlikte  fiili hizmeti okurlarımıza kısaca açıklıyoruz.

Yönetmelik, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununa tabi işyeri, işveren, kamu idareleri ve sigortalılar açısından fiili hizmet süresi zammı uygulamasına ilişkin usul ve esasları kapsar.

Fiili hizmet süresi zammı uygulamasından 5510/ 40 ıncı maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve tablonun birinci sütunundaki işler yada işyerlerinde çalışan ve ikinci sütunda belirtilen işleri yaparak söz konusu işlerin risklerine maruz kalan sigortalılar yararlandırılır.

FİİLİ HİZMETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Sigortalıların fiili hizmet süresi zammından yararlanabilmeleri için, 5510/40’da  yer alan işyeri ve işlerde;

  • Fiilen çalışarak söz konusu işlerin risklerine maruz kalmaları ,
  • Bu sürelere ait çalışılan prim ödeme gün sayıları ile 5510/ 81 inci maddesinde belirtilen prim  tutarları yayımlanan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği ekinde yer alan prim belgesi ile SGK’na bildirilir. 
  • Fiili hizmet süresi zammı kapsamına tabi işyerlerinde ve işlerde malullük, yaşlılık ve ölüm sigorta kollarına tabi çalışanlar fiili hizmet süresi zammı uygulamasından yararlandırılır.
  • Bunların dışında  kısa vadeli sigorta kollarına tabi çalışanlarla sosyal güvenlik destek primine tabi çalışanlar fiili hizmet süresi zammı uygulamasından yararlandırılmaz.
  • Kontrol, denetim ve idareciliğin gerektirdiği gözlem ve benzeri amaçlarla kısa süreli çalışmalar, bu işlerin fiilen yapılmayıp işin yönetim görevinin yapılması ile birinci fıkrada yer alan tablodaki işleri yapmakla birlikte işin otomasyonla yapılması, ileri teknolojilerin kullanılması gibi sebeplerle riskin ve zararlı faktörlerin etkilerinin ortadan kalktığı durumlarda sigortalılar fiili hizmet süresi zammı uygulamasından yararlandırılmaz.
  • Fiili hizmet süresi zammı kapsamına tabi işyerlerinde ve işlerde çalışmadığı halde, söz konusu işyerleri ve işler kapsamında gösterilmek suretiyle fiili hizmet süresi zammından yararlandığı tespit edilenlerin bu süreleri iptal edilir.

Yaptıkları iş nedeniyle tabloda belirtilen işyeri ve işlerden aynı anda birden fazlasına tabi olan sigortalılara en yükseğine göre fiili hizmet süresi zammı verilir.

FİİLİ HİZMET SÜRESİ ZAMMI ÖZET TABLOSU

Sektör

Güne İlave

Yaştan İndirim İçin Staj Süresi

Yaştan İndirim Oranı

Yaştan İndirim Süresi

(1) ila (9), (11), (12) ve (15), (16), (17) , (18) ve (19) sıralarında yer alanlar için

5 Yıl

3600

Yarısı 3 Yılı Geçmemek Üzere

(18) numaralı sırada yer alanlar için de azami süre 3 yıl ancak FHSZ’nin yarısı değil tamamı dikkate alınmaktadır.

2,5

(13) ve (14). sıralarında yer alanlar için

8 Yıl

3

(10). sırada yer alan

Sınırlama Yok

1800

Tamamı Sınırlama Yok

Sınırlama Yok

Tablonun (13) ve (14) numaralı sıralarda çalışan sigortalıların fiili hizmet süresi zammından yararlanabilmeleri için çalışmanın ilgili kamu idaresinde ve belirtilen kadro veya unvanlarda geçmesi, (18) numaralı sırasında yer alanların ise bu görevleri yapması gerekir.

Tablonun (18) numaralı sırasında yer alanlar hariç, fiili hizmet süresi zammı kapsamında olan işyerlerinde çalışan sigortalıların çalışılan ayın bazı günlerinde kapsam dışı işlerde geçen süreleri ile kapsamda olan işlerde fiilen çalışmayarak risklerine maruz kalmadıkları 17/3/1981 tarihli ve 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda belirtilen tatil günleri ile yıllık izin, ücretsiz izin, ücretli izin, sıhhi izin ve eğitim kurs süreleri Kanunun 40 ıncı maddesi kapsamında değerlendirilmez. (13) ve (14) numaralı sıralarda çalışan sigortalıların ise ücretsiz izin süreleri dışındaki diğer süreleri 40 ıncı madde kapsamında değerlendirilir.

Tablonun (10) numaralı sırasında yer alan yeraltı işlerinin maden ocakları (elementer cıva bulunduğu saptanan cıva maden ocakları hariç), kanalizasyon ve tünel yapımı gibi yer altında yapılan işlerde çalışanlar için 11/9/2014 tarihinden itibaren, fiili hizmet süresi zammından yararlandırılacakları dönem içerisinde kalan; yıllık ücretli izin, sıhhi izin, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil günleri ile eğitim, kurs, iş öncesi ve sonrası hazırlık sürelerinde fiilen çalışma ve söz konusu işlerin risklerine maruz kalma şartı aranmaz. Vedat İlki

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8949

Sahte sigortalılığın tespit edilmesi halinde kişinin sigortalılığı iptal edildiği gibi aylık bağlanmışsa kesilir. Ayrıca ödenen aylıklar, SGK’nın tespit tarihinden geriye dönük olarak kişiden faiziyle birlikte geri istenir.

4 SORU CEVAP

1- Soru: Sahte sigortalılarla ilgili yazınızı okudum. Şu an sizin de yazdığınız kategoriye giren bir tanıdığım var. Bu kişi ev hanımı fakat mühendis olarak akrabasının şirketinde sigortalı gösteriliyor. Bu kişi sigortalı gösterildiği ilde ikamet etmiyor. Bu konuyla ilgili ne yapılabilir?

Büyük riske dikkat!

Cevap: Bir kişinin sigortalı yani 4/A’lı olması için bir fiil çalışıyor olması gerekir. Kişinin çalışmadığı halde sigortalı gösterilmesi sahte sigortalılık anlamına gelir. Bu durumun SGK tarafından tespit edilmesi halinde kişinin sigortalılığı iptal edildiği gibi bu sigortalılık nedeniyle aylık veya gelir bağlanmış ise bu aylık ve gelir de kesilir. Buna ilave olarak sahte sigortalılık nedeniyle bağlanan aylık tespit tarihinden geriye dönük olarak kişiden faiziyle birlikte geri istenir. Dolayısıyla sahte sigortayla emekli olan kişi çok büyük bir parayı geri ödemek durumunda kalabilir. Bu çok büyük risk anlamına gelmektedir.

2- Yıpranmaya tabi çalışma

Soru: 18.09.1979 doğumluyum, 1997’de astsubay sınıf okuluna girdim 1 yıl sınıf okulunun ardından 1998 senesinden günümüze kadar fiilen görev yapmaktayım. TSK emeklilik yaş hesaplama programına göre emekli olabileceğim yıl Aralık 2026 gözüküyor. Bu tarihte toplam hizmet sürem 29 yıl 4 ay olacaktır. Ben ve benim emsalim birçok meslektaşım bu hesaplamada bir yanlış olduğunu düşünmekteyiz. Emekli olabileceğim yaşı söyleyebilir misiniz? (Mustafa A)

Cevap: Emeklilik için 25 yıl ve 53 yaş şartlarına tabisiniz. Yıpranmaya tabi çalışmalarınız olduğu için 4 yıl 11 ay eksik hizmetiniz kalmış durumda. 13.09.2025’te emekli olabilirsiniz. Bu tarih yıpranmaya tabi çalışmanızın devam etmesi halinde geçerlidir. 18 yaş öncesindeki astsubay nesbedilmeden önceki süreler emekliliğinizde dikkate alınmaz.

3- Yetim aylığı alamazsınız

Soru: 2016’da engelli hakkımı kullanarak 17 yılımı kazanıp SGK’dan emekli oldum. Fakat babam ve annem de SSK emeklisi. Biri öldüğü takdirde maaş alma şansım olur mu? (Ayşegül S)

Cevap: Kız çocuklarının yetim aylığı alabilmesi için çalışmıyor veya kendi sigortalılığı nedeniyle gelir veya aylık almıyor olması gerekir. Bu nedenle anneniz veya babanız vefat ederse siz kendi çalışmalarınız nedeniyle SGK’dan emekli aylığı aldığınız için anne veya babanızdan yetim aylığı alamazsınız.

4- Doğum borçlanması yaparak emekli olur

Soru: Eşim 1 Mart 1978 doğumlu, 1995 sigorta girişi var ve yaklaşık 1000 gün ödenmiş sigortası bulunuyor. 4 çocuk var. Eşim emeklilikte kaç yaşa tabi; en erken nereden ve kaç gün ödeyerek emekli olabilir? (Eşref G)

Cevap: Eşiniz emeklilik için 5750 prim günü, 20 yıl sigortalılık ve 51 yaş şartlarına tabi. Sigortalılık süresi şartı dolmuş. Ancak prim günü eksik ve yaşı da 2029’da doluyor. Ancak 2029’da da primleri dolmamış olacak. Dolayısıyla doğum borçlanması yapmasında fayda var. Üç çocuk için doğum borçlanması yapabilir. Bu sayede 3160 prim günü olur ve 2029’a kadar 2590 gün daha prim ödeyerek emekli olabilir. Okan Güray Bülbül

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/okan-guray-bulbul/sahte-sigortalinin-maasi-c2kesilir-faiziyle-geri-istenir-c2/haber-679600

Perşembe, 16 Kasım 2017 09:12

Sermayeyi Kontrol Zamanı

Artık mali yılın da sonuna yaklaşıyoruz. Yılsonu, bazı sermaye şirketleri için aynı zamanda sermaye artırımının zamanını da ifade ediyor. Sermaye artırımının yapılması, burada bazı şirketler için de mevzuatın doğurduğu menfaat gereği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Özellikle yılın son iki çeyreğindeki yabancı para değerlerindeki artışlar dolayısıyla dövizli borçların değerlenmesi sonucu şirketlerde hem kur farkı zararlarının oluşması hem de borçların şişmesi söz konusudur. Bu olgu ise özellikle döviz cinsinden borcu olan şirketlerin Ticaret Kanunu'nun 376. maddesine dikkat etmeleri gereğini ortaya çıkarmaktadır.

376. madde; son yıllık bilânçodan sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının yarısının zarar sebebiyle karşılıksız kaldığının anlaşıldığı hallerde yönetim kuruluna durumu derhal genel kurula bildirme, bu toplamın üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığının anlaşılması durumunda ise genel kurula üçte bir sermaye ile yetinme yahut sermayenin tamamlanması kararını alma yükümlülüğü getirmiştir. Aksi halde şirket feshedilmiş sayılır. Yönetim kurulu, şirketin borca batık bulunduğu şüphesini uyandıran emarelerin mevcut olması halinde ise aktiflerin satış fiyatları esas alınarak bir ara bilânçosu tanzim etmek yükümlülüğü altındadır. Şirketin aktiflerinin şirket alacaklarının alacaklarını karşılamaya yetmediği hallerde ise yönetim kurulunun durumu derhal mahkemeye bildirmesi, iflası veya iflasın ertelenmesini talep etmesi gerekmektedir. Yönetim kurulunun bu görevlerindeki ihmali, Türk Ceza Kanunu karşısında görevi ihmal suçunu (md.257/2) oluşturur.

Sermaye artırımı kanunen zorunlu olmadığı halde, vergi mevzuatı dolayısıyla şirket menfaati gereği sermaye artırımının gerekli olmasına yol açan müessese ise, “örtülü sermaye faizi” müessesesidir.

Kurumlar Vergisi Kanunu'nda örtülü sermaye müessesesi ile kurumların, ortaklarından veya ortaklarla ilişkili olan kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak temin ederek işletmede kullandıkları her türlü borcun, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmı, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye kabul edilmiştir. Bir başka anlatımla bu müessese, kurumların borç maliyetlerini gider olarak yazma sınırını belirleyen bir müessesedir.

Alınan borçların örtülü sermaye sayılan kısmı için ödenen veya hesaplanan faiz, kur farkları, vade farkları ve benzeri giderler kanunun 11/b maddesi gereğince kurum kazancının tespitinde indirim konusu yapılamamaktadır. Yani kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınması gerekmektedir. Öte yandan bu tutarlar, ilişkili kişiye dağıtılan kâr payı olarak nitelendirilmekte, ödeme yapılanın gerçek kişi olması halinde stopaj mükellefiyeti doğmakta ve geliri elde eden açısından kâr payı statüsünde vergilendirmeye yol açmaktadır.

Burada kurumların yapmış oldukları borçlanmaların örtülü sermaye olup olmadığı yönündeki tespit, borçların hesap dönemi başındaki bilançoda yer alan öz sermaye ile kıyaslanması suretiyle yapılmaktadır. Kurumun dönem başı öz sermayesinin sıfır veya negatif değerler taşıması durumunda, söz konusu kurumun ortak ve ortaklarla ilişkili kişilerden yaptığı borçlanmaların tamamı örtülü sermaye olarak değerlendirilmektedir.

Bu durum kurumlara, dönem başında öz sermayelerini gerekli şekilde oluşturarak, dönem içinde örtülü sermaye durumunun oluşmaması için borçlanmalarını önceden planlayabilme olanağını da sağlamıştır.

2018 yılı için 2017 yılı sonu itibariyle geçerli olan öz sermaye miktarı, maliyetleri gider yazılabilecek borçların belirlenmesinde temel teşkil edecektir. Örtülü sermaye kapsamına giren borçları bulunan kurumların sermayelerini dış kaynaklardan artırmak suretiyle, ilişkili kişilerden borçlanmalarda daha uygun bir konum yaratabilirler. İç kaynaklardan yapılacak sermaye artırımının ise öz sermayeyi artırıcı bir etkisinin olmadığı da unutulmamalıdır.

Bu nedenle ilişkili kişilerden borçlanan kurumların 2018 yılında öz sermayelerinin yüksek olması için, yılsonuna kadar gerekli sermaye artırımını yapmalarında yarar vardır.

Öte yandan nakit sermaye artırımlarını teşvik maksadıyla 6637 sayılı Kanun'la Kurumlar Vergisi Kanunu'nun “diğer indirimler” başlıklı 10. maddesine eklenen (ı) bendi ile şirketlerin nakit yoluyla sermaye artırımlarını teşvik etmek, bu yolla yabancı kaynak yerine özkaynağa yönelmelerini temin etmek amacıyla yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Bu düzenlemeye göre “sermaye şirketleri, ticaret siciline tescil edilmiş olan ödenmiş veya çıkarılmış sermaye tutarlarındaki nakdi sermaye artışları veya yeni kurulan sermaye şirketlerinde ödenmiş sermayenin nakit olarak karşılanan kısmı üzerinden Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından indirimden yararlanılan yıl için en son açıklanan "Bankalarca açılan TL cinsinden ticari kredilere uygulanan ağırlıklı yıllık ortalama faiz oranı" dikkate alınarak, ilgili hesap döneminin sonuna kadar hesaplanan tutarın yarısı” kurumlar vergisi beyannamesinde kurum kazancından indirileceklerdir.

Sermaye şirketlerinin bu aktardıklarımız ışığında mevcut sermayelerini gözden geçirmelerinde yarar vardır. Bu yılda bu konuyu hatırlatayım istedim. Bumin Doğrusöz

https://www.dunya.com/kose-yazisi/sermayeyi-kontrol-zamani/390878

Kazanç istisnası

Bilindiği üzere; 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu 2001 yılından itibaren yürürlüktedir. “Teknoloji Geliştirme Bölgesi (Bölge)” anılan kanundaki tanımıyla; “Yüksek/ileri teknoloji kullanan ya da yeni teknolojilere yönelik firmaların, belirli bir üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü ya da Ar-Ge merkez veya enstitüsünün olanaklarından yararlanarak teknoloji veya yazılım ürettikleri/geliştirdikleri, teknolojik bir buluşu ticari bir ürün, yöntem veya hizmet haline dönüştürmek için faaliyet gösterdikleri ve bu yolla bölgenin kalkınmasına katkıda bulundukları, aynı üniversite, yüksek teknoloji enstitüsü ya da Ar-Ge merkez veya enstitüsü alanı içinde veya yakınında; akademik, ekonomik ve sosyal yapının bütünleştiği siteyi veya bu özelliklere sahip teknoparkı” ifade etmektedir.

Anılan kanununun geçici 2'nci maddesindeki hüküm uyarınca;

- Anılan kanuna uygun ve anonim şirket olarak kurulan, Teknoloji Geliştirme Bölgesi'nin yönetimi ve işletmesinden sorumlu yönetici şirketlerin bu kanun uygulaması kapsamında elde ettikleri kazançlar ile

- Bölgede faaliyet gösteren gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin, münhasıran bu bölgedeki yazılım, tasarım ve Ar-Ge faaliyetlerinden elde ettikleri kazançları,

31/12/2023 tarihine kadar gelir ve kurumlar vergisinden müstesnadır.

Yapılan düzenlemeyle, teknoloji geliştirme bölgelerinde faaliyet gösteren mükelleflerin, münhasıran bu bölgedeki yazılım, tasarım ve Ar-Ge faaliyetlerinden elde ettikleri kazançlar, faaliyete başlanılan tarihten bağımsız olmak üzere, 31/12/2023 tarihine kadar gelir ve kurumlar vergisinden istisna edilmiştir. Bölgede faaliyette bulunan mükelleflerin bölge dışında gerçekleştirdikleri faaliyetlerinden elde ettiği kazançlar, yazılım, tasarım ve Ar-Ge faaliyetlerinden elde edilmiş olsa dahi istisnadan yararlanamaz.

Bu istisnanın uygulanabilmesi için mükellefler bağlı bulundukları vergi dairesine başvuruda bulunurlar. Söz konusu istisnanın uygulanabilmesi için bu başvuruya, yönetici şirketten alınacak olan vergi mükellefinin Bölgede yer aldığını ve mükellefin faaliyet alanlarını gösteren belgeler de eklenir.

Kazanç istisnasında yeni getirilen şartlar

1 Temmuz 2017 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 7033 sayılı “Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”unla 4691 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin ikinci fıkrasında değişiklik yapılmış olup, söz konusu değişiklik kapsamında bölgede faaliyet gösteren gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin bu kazançlarının gayri maddi hakların satılması, devri veya kiralanmasından elde edilmesi halinde, istisnadan yararlanılmasını belli şartlara bağlamaya Bakanlar Kurulu, bu kapsamda uygulamaya ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanlığı ile Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı yetkili kılınmıştır.

Anılan yetkiye dayanarak hazırlanan 2017/10821 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı 19.10.2017 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanmış olup, anılan kararla; Bölgede faaliyet gösteren gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin bu kazançlarının gayri maddi hakların satılması, devri veya kiralanmasından elde edilmesi halinde, istisnadan yararlanılması için iki temel konuda şart getirilmiştir. Bunlar;

1- İstisnaya konu hakların niteliğine göre ilgili mevzuat çerçevesinde tescile veya kayda yetkili kuruma başvurularak patent veya fonksiyonel olarak patente eşdeğer belgelere bağlanması gerekliliği,

2- Söz konusu karar kapsamında patent veya fonksiyonel olarak patente eşdeğer belgelere bağlanan gayri maddi haklardan kaynaklanan kazancın istisnadan yararlanacak kısmının, kazancı doğuran faaliyet kapsamında gerçekleştirilen nitelikli harcamaların toplam harcama içindeki payı ile sınırlandırılmasıdır.

Anılan karara göre; faydalı model belgesi, tasarım tescil belgesi, telif hakkı tescil belgesi, entegre devre topografyası tescil belgesi, yeni bitki çeşitlerine ait ıslahçı hakkı tescil belgesi vb. belgeler “fonksiyonel olarak patente eşdeğer belge” olarak kabul edilecektir.

Sipariş üzerine yapılan ve doğabilecek tüm gayri maddi hakların sözleşme hükümleri çerçevesinde siparişi verene ait olacağı işlerde olduğu gibi, faaliyeti gerçekleştiren lehine gayri maddi hak doğmayan durumlarda, mükelleflerin bölgedeki faaliyetleri dolayısıyla elde edeceği kazançlar istisnadan yararlanamayacaktır. İlgili mevzuat çerçevesinde telif hakkı tescil belgesine bağlanan yazılım faaliyetlerinden elde edilen kazançlara ise istisna uygulanacaktır.

Son 5 hesap döneminin ortalaması dikkate alınmak suretiyle; gayri maddi haklardan elde edilen yıllık brüt gelirleri 30 milyon TL’yi ve dahil olduğu şirketler grubunun (herhangi bir gruba dahil değilse kendisinin) yıllık net satış hasılatı toplamı 200 milyon TL’yi aşmayan mükelleflerin Ar-Ge faaliyetlerine yönelik patentlenebilirlik kriterlerini (yenilik, buluş basamağı, sanayiye uygulanabilirlik gibi) taşıyan gayri maddi haklardan ve ilgili mevzuat kapsamında aranan şartları haiz tasarım faaliyetlerinden doğan gayri maddi haklardan elde ettikleri kazançları ise Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan alınan “proje bitirme belgesi”ne dayanılarak istisnadan yararlanabilecektir. Bu durumda patent veya fonksiyonel olarak patente eşdeğer bir başka belge aranmayacaktır.

Yukarıda 2 numaralı sınırlamada adı geçen “nitelikli harcamalar”; gayri maddi hakkın elde edilebilmesi için, mükellefin kendisi tarafından yapılan ve gayri maddi hak ile doğrudan bağlantılı harcamalar ile ilişkisiz kişilerden sağlanan ve aynı mahiyeti taşıyan fayda ve hizmet bedellerinin toplamıdır. Bu harcamalardan aktifleştirilerek amortismana tabi tutulması gerekenler de gerçekleştirildikleri dönemde, amortisman öncesi tutarlarıyla, toplama dahil edilecektir. Mükellef tarafından yapılsa dahi “faiz giderleri” ve “bina maliyetleri” gibi, yürütülen yazılım, tasarım ve Ar-Ge faaliyetiyle doğrudan ilişkili olmayan her türlü maliyet unsuru hem toplam harcamalar hem de nitelikli harcamalar dışında tutulacaktır.

İstisnanın uygulanacağı kazanç kısmının tespitinde, gayri maddi hak satın alma bedelleri (lisans ve benzeri bedeller dahil) ve ilişkili kişilerden sağlanan fayda ve hizmet bedelleri toplam harcama tutarına dahil edilirken, nitelikli harcamalar tutarına dahil edilmeyecektir. (Ancak; Avrupa Birliği'ne tam üyeliğin gerçekleştiği tarihi içeren vergilendirme döneminin sonuna kadar, yurt içinde yerleşik ilişkili kişilerden sağlanan fayda ve hizmet bedelleri nitelikli harcamalar tutarına dahil edilebilecektir.) Avrupa Birliği'ne tam üyeliğin gerçekleştiği tarihi içeren vergilendirme döneminin sonuna kadar, bu bölgelerde faaliyette bulunan bir başka kurumla devir, birleşme veya bölünme işlemine girişilmesi haline, devralınan, birleşilen veya bölünen kurum tarafından daha önce bu bölgelerde yapılmış olan nitelikli harcamalar da aynı muameleye tabi tutulabilecektir.

Yeni Bakanlar Kurulu kararının yürürlüğü

Bakanlar Kurulu kararında yapılan değişiklikler yayımı tarihinden (19.10.2017) sonra bölgede başlatılacak projelerden elde edilen kazançlar ile bu tarihten önce başlatılmış projelerden 30.06.2021 tarihinden sonra elde edilen kazançlara uygulanacaktır. Dolayısıyla, 19.10.2017 tarihinden önce başlamış projelerden 30.06.2021 tarihine kadar elde edilen söz konusu gayri maddi hak satış, devir veya kiralama kazançlarının istisnadan faydalanması için bu kararda belirtilen hükümler geçerli olmayacak ve anılan kazançlar önceki düzenlemeler çerçevesinde gelir veya kurumlar vergisinden müstesna tutulacaktır. Akif Akarca/Dr. Mehmet Şafak

https://www.dunya.com/kose-yazisi/teknoparklardaki-kazanc-istisnasi-ve-bu-istisnaya-sinirlama/390875

213 sayılı VUK’nun hükmü gereği vergi incelemelerinde ileri sürülen iddiaların ispatı yine yasaya uygun olarak yerine getirilmelidir ve saptanan matrah farkının dayanağının tutarlı olması zorunludur. Öte yandan, yine bu matrah farkının dayanağının da   kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgulardan oluşmaması icap etmektedir.

Vergi incelemelerinde idarenin dayandığı delillerin genellikle hukuk, özelde ise vergi hukuku tarafından kabul gören kanıtlardan olması zorunludur. Gelir idaresinin hukuken geçerli kabul edilmeyen bir kanıtla ve bu kanıta dayalı olarak işlem yapması hukuk devleti anlayışı ile bağdaşamaz(1).

Diğer taraftan, delillerin hukuken kabul edilebilir olması kadar, delillerin elde ediliş biçimi de önemlidir. Hukuk devletlerinde hukuk kuralları, sadece kişiler için değil, aynı zamanda devletin tüm organları için de aynı şekilde olmak zorundadır. Nitekim Anayasa Mahkemesinin de pek çok kararında vurgulandığı gibi “hukuk devleti, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, kazanılmış haklara saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, bütün eylem ve işlemleri Anayasa ve hukuk kurallarına uygun ve yargı denetimine açık bulunan, yasaların yasarlın üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ile Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir.”

Kanıtların elde ediliş biçiminin önem taşıması, hukuka aykırı yoldan elde edilmiş bir delilin yargı nezdinde itibar görüp görmeyeceği sorununu da birlikte getirmektedir.

Hukuka aykırı yoldan elde edilmiş bir delilin yargıda kullanılıp kullanılamayacağı sorunu, özellikle ceza hukukunda çokça tartışılmış bir konudur. Ancak ceza hukuku açısından bu tartışma, yeni Ceza Muhakemesi Kanunu ile sona ermiştir. Yeni kanun 217/2. maddesinde kişilere yüklenen suçların ancak hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceğini hükme bağlamakla, mahkemelerin kararlarında hukuka aykırı şekilde elde edilen delillere dayanamayacaklarını vurgulamıştır. Ayrıca kanunun 230. maddesinde mahkemelerce bu tür delillerin reddedilerek, dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin karar metninde ayrıca ve açıkça gösterilmesi gerektiğine işaret edilmiş ve nihayet 289. maddesinde "hükmün hukuka aykırı şekilde elde edilmiş delile dayanması bozma sebebi" olarak kabul edilmiştir.    

Vergi ceza hukuku açısından çokça tartışılan ve nihayet yasa düzeyinde çözüme kavuşan bu konu vergi hukuku doktrininde fazla irdelenmemiştir. Ancak bu konu, genelde kişi hakları özelde mükellef hakları açısından son derece önem taşımaktadır.

Konuyu yaşanan bir örnekle ortaya koyalım. İnceleme elemanı, yetkili mercilerin izni olmadan mükellefin işyerinde arama yapar ve bir kısım delillere el koyarsa, acaba bu delillere dayanılarak tarhiyat yapılabilir mi? Nitekim Kırklareli'nde bir mükellefin kapalı durumda olan işyerine, ceza hâkiminin izni olmadan, Babaeski Kaymakamı'nın yazısına dayanılarak polis yardımı ve çilingir marifetiyle girilerek tüm defter ve belgelerine el konulmuş, neticede el konulan defterlerden Katma Değer Vergisi indirim konusu yapılan harcama belgelerinin deftere kaydedilmediğinin anlaşılması üzerine indirimlerin reddi suretiyle mükellef hakkında cezalı tarhiyat yapılmıştır. Bu tarhiyat Edirne Vergi Mahkemesi'nce onanmıştır(2).

Oysa Anayasanın temel hak ve ödevlere ilişkin kısmında yer alan 20'nci maddesinin ikinci fıkrasında, "Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça, yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde el koyma kendiliğinden kalkar" hükmü yer almıştır. Öte yandan Vergi Usul Kanunu "arama"yı düzenleyen 142. maddesinde de "İhbar veya yapılan incelemeler dolayısıyla bir mükellefin vergi kaçırdığına delalet eden emareler bulunursa bu mükellef veya kaçakçılıkla ilgisi görülen diğer şahıslar nezdinde ve bunların üzerinde arama yapılabilir" denildikten sonra bu aramanın yapılabilmesi sulh ceza yargıcının arama yapılmasına karar vermesi, koşuluna bağlanmıştır. Bu madde, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması konusunda Anayasanın 20. maddesinin yaşama geçirilmesini düzenlemektedir.

Vergi mahkemesinin tarhiyatı onayan kararı, hukuka ve usule aykırı şekilde elde edilen delile dayanılarak tarhiyat yapılamayacağı gerekçesi ile Danıştay 4. Dairesi'nin E. 2006/451 K. 2006/2009 sayı ve 20.10.2006 günlü kararı ile bozulmuştur. Daire kararının gerekçesi özetle "İncelenen olayda, Anayasaya ve Vergi Usul Kanunu'nun 142'nci maddesinde öngörülen usule uygun olarak sulh ceza hâkimince verilmiş bir karar olmadan, davacının kapalı durumda olan işyerine Babaeski Kaymakamı'nın yazısı üzerine girilerek tüm defter ve belgelerine el konulmuş olup, olay yerinde düzenlenen tutanak esas alınarak hazırlanan vergi inceleme raporuyla defterlerde gider kayıtlarının bulunmadığı, dolayısıyla Katma Değer Vergisi indirimlerinin kabul edilemeyeceği iddiasıyla tarhiyat yapılmıştır. Bu durumda davacının işyerinde yapılan arama ve defterlere el konulması işlemlerinin Anayasada ve kanunda öngörülen usule aykırı olması nedeniyle usulüne uygun olarak başlanılmayan vergi incelemesine dayanılarak yapılan tarhiyatta hukuka uyarlık görülmemiştir."(3).

Sonuç olarak, genelde hukuk devleti ve bireysel haklarının özelde vergi mükellefi haklarının hayata geçmesi bakımından yukarıda yer verilen kararlar son derece önemlidir. Başta da belirttiğimiz gibi kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular kanıt olarak kabul edilmeyecektir. Vergi yükümlüsünün işyerinde yapılan aramalı inceleme ve mükellefin   evraklarına el konuluş yöntemi hukuka uyarlı değilse buna göre de bu mükellefe yapılan cezalı tarhiyat hukuka uyarlı görülmemektedir. Başka bir ifade ile, vergi yükümlüsü hakkında önerilen tarhiyatın dayanakları ve kanıtları hukuka aykırı bir biçimde elde edilmişse, bu şekilde elde edilen delile dayanılarak tarhiyat önerilemez, ceza kesilemez. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-isyerlerinde_hukuka_aykiri_olarak_yapilan_inceleme_ve_buna_gore_yapilan_cezali_tarhiyatlar-15234.htm


(1) Anayasa md. 38

(2) DOĞRUSÖZ A.Bumin, “Hukuka aykırı delille vergi”, 28.04.2008 günlü Referans Gazetesi.

(3) Dnş. 4. D. nin, 20.10.2006 gün ve E:2006/451-K:2006/2009 sayılı kararı.

16 Kasım 2017 Tarihli Resmi Gazete

Sayı: 30242 

Kamu Gözetimi Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumundan:

KURUL KARARI

Karar No: 75935942-050.01.04 – [01/203]

Karar Tarihi: 10/11/2017

Kararın Konusu: Faaliyet izni askıya alınanların Yönetmeliğin 42/1(c) maddesi karşısındaki durumu.

Bağımsız denetim kuruluşları ve denetim üstlenen bağımsız denetçilerin kadrolarında (ortak/yönetici/denetçi) belirli sayıda/oranda bağımsız denetçi bulunması gerektiği Bağımsız Denetim Yönetmeliğinin (Yönetmelik) 13 ve 14 üncü maddelerinde düzenlenmiştir. Ancak Kurumumuz tarafından faaliyet iznini askıya alma yaptırımı uygulanan “denetimi üstlenen” lerin bu yaptırım süresince kadrolarını muhafaza ederek bu şartlara uyum sağlamaları neredeyse imkansız hale geleceği değerlendirilmektedir.

Faaliyet iznini askıya alma yaptırımı, ilgililerin faaliyetlerinin tamamen sonlandırılması niteliği taşımadığı gibi böyle bir sonuca zemin hazırlanması da Kurumumuzca amaçlanan bir durum değildir.

Bu sebeple, Kurumumuz tarafından faaliyet iznini askıya alma yaptırımı uygulanan denetim kuruluşu veya denetim üstlenen bağımsız denetçiler için söz konusu yaptırımın uygulandığı sürede kadrolarında yer alan kişilerin ayrılmalarından dolayı;

– Denetim kuruluşları için, Yönetmeliğin 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (ğ) ve (h) bentlerinde yer alan şartları ile (e) bendinin “sermayesinin ve oy hakkının yarısından fazlasının denetçilerine ait olması” ve (ı) bendinin “yönetim organı üyelerinin çoğunluğunun kadrosundaki denetçilerden oluşması” şartlarının,

– Denetim üstlenen bağımsız denetçiler için Yönetmeliğin 14 üncü maddesinin değişik üçüncü fıkrasının (c) ve (d) bentlerinde belirtilen şartların,

kaybedilmesi halinde, ilgili kuruluş veya denetim üstlenen denetçiler için Yönetmeliğin 42 nci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin faaliyet iznini askıya alma süresince uygulanmamasına oybirliğiyle karar verilmiştir.

Çarşamba, 15 Kasım 2017 14:18

Veraset ve İntikalde Vergi

Hediyenin vergisi

Vefat eden birinin mirasçılarına bıraktığı mal varlığı üzerinden vergi ödenmesi gerekiyor. Buna veraset vergisi diyoruz. Hemen herkes tarafından biliniyor. Bundan kaçmak isteyen bazı kişiler, mal varlıklarını, sağken ve bedelsiz olarak çocuklarına devredebiliyorlar. Bu durumda veraset vergisinden kurtulmuş oldukları doğru. Ancak bu işlemin intikal vergisinin konusuna girdiği gözden kaçırılıyor. Sadece çocuklara değil akrabalara veya ihtiyaç sahibi diğer kişilere yapılan bu tür bağış ve yardımların intikal vergisine tabi olduğu unutulmamalı.

Gerek aile içi gerekse akrabalar arasındaki bu aktarımlar için küçük bir istisna tutar söz konusu. 2017 yılında 4 bin 68 lira. Olarak uygulanıyor. Normal şartlarda 2018 yılında 4 bin 656 lira olacak. İstisna tutarını aşan bağış ve yardımlar verginin konusuna giriyor. Kendilerine bağış veya yardım yapılanların bir ay içinde beyanname vererek, istisnayı aşan kısım üzerinden intikal vergi ödemeleri gerekiyor.

Oranı ve ödeme

İntikal vergisinin oranı yüzde 10’dan başlayıp, tutar yükseldikçe beşer puan artmak suretiyle, yüzde 30’a kadar yükseliyor. Ancak bir kişiye ana, baba, eş ve çocuklarından ivazsız mal intikali halinde bu oranların yarısı (yüzde 5, yüzde 7,5 … gibi) dikkate alınabiliyor.

Örneğin üniversiteye başlayan çocuğuna 50 bin liraya bir araba alındığını ve ruhsatın da çocuğun üzerine yapıldığını varsayalım. Bu tutar 4 bin 68 lirayı aştığından intikal vergisine tabi. Vergi ise aşan kısım olan 45 bin 932 lira üzerinden yüzde 5 (çocuk olduğu için yüzde 10’un yarısı) oranına göre 2 bin 297 lira olarak hesaplanıyor. Bu verginin ruhsat sahibi çocuk tarafından beyan edilerek, her yılın Mayıs ve Kasım aylarında olmak üzere 3 yılda 6 eşit taksitte ödenmesi gerekiyor.

Yarışma ve çekilişler

Şans oyunları (at yarışı, futbol müsabakaları gibi) ile yarışma ve çekilişlerde kazanılan ikramiyeler de ivazsız intikal kabul ediliyor. Ama ikramiye 4 bin 68 liradan azsa vergi ödenmiyor. Bu tutarı aşanlarda ise aşan kısım üzerinden vergi kesintisi yapılıyor. Örneğin bir yarışmadan bin lira alıp ayrılandan hiç vergi kesilmezken, 4 bin 68 lirayı aşan bir para kazanan yarışmacıdan, paranın bu tutarı aşan kısmından vergi kesilmesi gerekiyor.

Bu kesinti, şans oyunlarını veya yarışma ve çekilişi düzenleyen kişi ve kurumlar tarafından yapılıp vergi dairesine yatırılıyor. Bu yüzden ikramiye kazanan kişi ayrıca beyanname vermiyor.

Verginin oranı da sabit, yüzde 10 olarak uygulanıyor. Ancak Meclis’te görüşmeleri devam eden Torba Yasa Tasarısı ile bu oranın yüzde 20’ye çıkarılması öngörülüyor. Yeni oran yasanın yayım tarihini izleyen ayın başından itibaren geçerli olacak.

Diğer taraftan Milli Piyango İdaresi tarafından düzenlenen çekilişlerden (milli piyango, sayısal loto, şans topu vb) kazanılan ikramiyelerin ise bu vergiden istisna olduğunu belirtmek isteriz. Bu yüzden tutarı ne olursa olsun kazanılan söz konusu ikramiyeler üzerinden hiçbir vergi kesintisi yapılmıyor.

Mirasın vergisi

Bir kişiye, vefat eden yakınından kalan mal varlığı üzerinden ödenmesi gereken vergiye veraset vergisi deniyor. Veraset ilamı (mirasçılık belgesi) alındıktan sonra varislerin, kendilerine miras kalan aşağıdaki menkul ve gayrimenkul malları bir beyanname ile vergi dairesine bildirmeleri gerekiyor:

  • Gayrimenkuller,
  • Banka varlıkları (mevduat, repo, fon vb.)
  • Hisse senedi ve tahviller,
  • Motorlu araçlar (otomobil, minibüs vb.) ve diğer taşıt araçları,
  • Alacaklar.

Beyan edilecek yukarıdaki malların değerleri Vergi Usul Kanunu’na göre tespit ediliyor. Bu malların değerinden; murisin (ölenin) belge ile ispatlanabilen borçları ve vergi borçları ile cenazenin teçhiz ve gömülmesi için yapılan masraflar düşülebiliyor.

Beyan ve ödeme süresi

Veraset vergisi beyannamenin verilme süresi, ölümün Türkiye’de veya yurt dışında olması ya da varislerin Türkiye’de veya yurt dışında olmasına göre 4 ay ila 8 ay arasında değişiyor. En çok rastlanan, ölümün ve mirasçıların Türkiye’de olması durumunda, veraset ve intikal vergisi beyannamesinin 4 ay içerisinde verilmesi gerekiyor. Beyannamede gösterilen vergi ise 3 yılda, her yıl Mayıs ve Kasım aylarında olmak üzere, toplam 6 taksitte ödenebiliyor.

İstisna eş ve çocuklara

Miras kalan varlıklar için bazı istisnalar da söz konusu. Buna göre 2017 yılında; eş, çocuklar (evlatlıklar dahil) ve torunlardan her birine isabet eden miras hissesi 176 bin 600 liradan azsa bu kişiler veraset ve intikal vergisi ödemiyorlar. Çocuk ve torun bulunmaması durumunda eşe isabet eden miras hissesi için istisna tutar 353 bin 417 lira olarak uygulanıyor. Normal şartlarda 2018 yılında bu tutarlar sırasıyla; 202 bin 154 lira ve 404 bin 556 lira olacak.

Miras kalan malların değeri istisna tutarın altında kalan mirasçıların, vergi ödemeyecek olsalar dahi süresi içerisinde beyanname vermeleri gerektiği unutulmamalı.

Yukarıda sayılanlar dışındaki mirasçılar için ise herhangi bir istisna tutar söz konusu olmadığından miras payının tamamı üzerinden veraset vergisi ödemeleri gerekiyor.

Vergi oranı

Matrah dilim tutarları aynı olmakla birlikte, veraset vergisi ile intikal vergisinin oranları farklı. Veraset vergisinin oranları çok daha düşük. Yani oranlar bize; “ölmeden önce malları boşuna paylaştırma, öldükten sonra mirasçılar daha az vergi ödeyip zaten sahip olacaklar” diyor.

Karşılaştırma yapılabilmesi için veraset ve intikal vergisi oranları aşağıdaki tabloda bir arada yer alıyor:

Vergi oranı

Matrah dilim tutarları

Veraset

İvazsız intikal

İlk 210.000 TL için

% 1

% 10

Sonra gelen 500.000 TL için

% 3

% 15

Sonra gelen 1.110.000 TL için

% 5

% 20

Sonra gelen 2.000.000 TL için

% 7

% 25

Matrahın 3.820.000 TL'yi aşan bölümü için

% 10

% 30

Zamanaşımı

Beyanname verilmemesi veya beyanname verilmekle birlikte bazı malların bu beyannamede gösterilmemesi halinde, veraset ve intikal vergisi mükellefiyeti, bu durumun idarece tespit edildiği tarihten itibaren başlıyor. Bunun anlamı, malların intikal tarihi üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, veraset ve intikal vergisinin intikalin tespit edildiği tarihten itibaren istenebiliyor olması.

İdarece bu tespitin yapılması halinde, önce mükellef beyana davet ediliyor. 15 gün içerisinde beyannamesini veren mükelleften vergi ziyaı cezası veya gecikme faizi talep edilemiyor. Üstelik vergi matrahı olarak da intikal eden malın güncel değeri değil, intikalin gerçekleştiği tarihteki değeri dikkate alınıyor. Bu mükellefler de çıkan vergiyi üç yılda, altı eşit taksitte ödeyebiliyorlar. M. Fatih Köprü http://www.vergidegundem.com

Vergi yükümü Anayasamızın 73. maddesinde  ifadesini bularak herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle mükelleftirler.  Bir mükellefin, mükellef olabilmesi veya bu kişiden ve idare tarafından vergi talep edilebilmesi için bu kişi tarafından gelirin elde edilmiş olması veya vergiyi doğuran olayın gerçekleşmiş olması veyahutta hukuksal durumun tamamlanmış olması zorunludur.

Vergi hukukunda ve yargısında tebligat çok önemlidir. Hiçbir vesika tebliğ edilmeden hüküm ifade etmez. Tebligat yapılmadan da hiçbir şekilde icrai takip yapılamaz. Çok özel durumlarda bu tebligat ilan yoluyla da yapılabilecektir.  Tebligat yapılmamışsa mükellef yasal haklarını hiçbir yerde takip edemez ve idare de tebligat yapmadan mükellef nezdinde bir talepte bulunamaz(1).

Vergi yönetiminin  her türlü eylem ve işlemleri Anayasamızın 125. maddesine göre, yargı yolu açık olmak üzere denetime tabi tutulmuştur. Vergi yargısı uzun ve sabır isteyen meşakkatli  bir yoldur. Vergi idaresinin  her türlü vergisel tebligatlarına karşı vergi mahkemelerinde veya idare mahkemelerinde dava yolu açıktır.  Davanın açılması mükellefleri  bu işlemlerden  tam manasıyla  koruyup/korumadığı tartışılabilir. Örneğin, bir şirket borcu dolayısıyla çok kısa  bir süre şirkette ortak olan kişinin sahip olduğu araçlarına önce haciz konulması daha sonra bu kişi adına 5 ay sonra ödeme emri tebliğ edilmesi yasal ve isabetli değildir. Ancak idare, haciz koyduğu tarihte mükellefe henüz ödeme emri tebliği yapmamıştır. İdare önce araca haciz koymakta ve 5-6 ay sonra da  söz konusu  ödeme emirlerini bireyselleştirerek ilgili kişiye tebliğ etme yolunu tercih etmektedir. Oysaki,  işlemlerin tam aksi yönünde yürütülmesi esastır. Yani, önce kişinin ödeme emri tebliğ edilmeli ve bu ödeme  emrinin kesinleşmesine göre de ayrıca kişinin aracına haciz konulması aşamasına gelinmelidir. Özetle bu aşamada, ödeme emri kesinleşmeden hiçbir icrai işlem tesis edilemeyecektir.

Dava edildiği andan itibaren başlayıp, dava neticeleninceye kadar (tashihi karar dahil) olan süreç bizi yargılama hukukunun içine dahil etmektedir. Vergi mükelleflerinin, vergi yargılaması süresi içinde “adil yargılamayı” talep etme hakları bulunmaktadır.  Adil yargılama hakkı denilince aklımıza, İdari Yargılama Usul Kanunun 27, 28 ve Anayasamızın 36. maddesi gelmektedir. İYUK’nun 28/1 md. hükmü  hukuka aykırı bir uygulamayı öngörmektedir. Oysaki, mahkeme kararlarının infaz süresi açık olmasına rağmen bu madde hükmüne göre haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edileceği yöndeki hüküm mükellef haklarına aykırılık teşkil etmektedir. Maddeye göre, vergi mahkemesinde  açtığı davayı kazanan mükellefin bu davası en son yargı mercii olan Danıştay’dan kesin karar alınmadığı sürece  mükellefin açtığı davayı kazanmasının hiçbir anlamı yoktur. yine diğer taraftan, adil yargılama hakkı ile ilgili olarak Anayasamızın 36. maddesinde hak arama hürriyeti konusu işlenmiştir. Bu hakla kişilerin yargılamanın süresince ve bu sürece ilişkin konumları adil yargılama hakkı güvenceye alınmıştır. Adil yargılanma hakkı denilince, mahkemeye erişim hakkı, yargılama sürecinde makul süre hakkı, kamuya açık duruşma hakkı, susma hakkı, silahların eşitliği hakkı, adli yardım hakkı ve  nihayet vergi cezalarının mirasçılara intikal etmemesi ve  masumiyet karinesi de sayılabilir. 

Yeniden başa dönersek, mükellefin dava açması idari işlemi veya vergi dairesi tarafından önerilen tarhiyatı veya uygulana hacze her zaman mükellef lehine çözmeyebilecektir. İdare, 2577 sayılı yasanın 28. maddesinin 1. bendi hükmü uyarınca  bazı davalarda  kesinleşmiş kararın gelmesini  beklenilmektedir. Burada esasında mükellefin hakları ihlal edilmektedir. Vergi mükellefleri tarafından dava açılması her zaman tahakkuk eden tarhiyatlar için hukuki  himayenin tam olduğu ve sağlanacağı  güvencesini vermeyebilir. Halbuki, dava ve savunma hakkı bütün hakların koruyucusudur. Hukuksal koruma yok ise, o vakit o hakta fiilen yok sayılmaktadır. Dava hakkı olmayan borçlar “noksan borç” sayılmıştır(2). Hatta hukukumuzun da  temeli olan Roma Hukukunda  hakların doğumunun hukuki himaye yani dava hakkı ile olduğu, yani bir ilişkiye hukuki himaye tanındığında hak  haline geldiği  ifade edilmektedir(3).

Sonuç olarak, mükelleflerin kendilerine tebliğ edilen her türlü evrakları saklamaları, bu evrakların üzerinde yazılı belgeye göre dava açma hakkı, uzlaşma hakkı ve diğer yasal haklarının süresinde  kullanmaları zorunludur. Süresinde gereği yapılmayan bir belge  için  mükellefin haklı olması halinde de süre aşımı dolayısıyla artık bu hak geriye dönüştürülemeyecektir. Süre geçici dolayısıyla mükellefin haklı olması halinde de artık bu hakkını araması yolları sınırlandırılmış olacaktır. Mükelleflerin alacağı önlemler evraktaki müracaat  ve hakların kullanılması ile ilgili sürelere sıkı sıkıya bağlıdır.  Genellikle bu süreler 7 gün veya 30 gün şeklinde olabilmektedir.  Hiçbir evrak gelişi güzel mükellefe tebliğ edilemez. Tebliğ edilmiş ise, tebliğ edilen bu evrakın mutlak bir anlamı bulunmaktadır.  tebliğ edilen evrak üzerine mükellef tarafından duyarsız kalınması durumunda ileride bu mükellefin başı derde girebilir. Ve hatta sermayesini, servetini dahi kaybedebilir. Tebligatın da mükellefe veya yasada sayılan kimselere mutlaka tebliğ edilmesi zorunludur. Mükellefin  işyerindeki misafirine veya akrabasına tebligat yapılamaz. Tebliğin kimlere yapılacağı 213 sayılı VUK’nun 94. maddesinde belirtilmiştir. Mükellefin işçisine tebligat yapılabilir. Mükellefin 18 yaşından küçük çocuğuna tebligat yapılamaz. Tebligat ile ilgili hususlarda vergi dairesi personelinin de çok dikkat etmesi gereklidir. Mükellefin  yokluğunda yapılacak tebligatlarda, tebligat yapılan kişinin VUK 94. madde hükmüne uygun olmaması halinde yapılan tebligat hukuken geçerli değildir. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Vergi_Hukukunda_vergi_davasi_acilmasinin_sonuclari-15216.htm


(1) ALPASLAN Mustafa – ŞENTÜRK A. Gencer, “Vergi Mükelleflerinin Kendilerine Tebliğ Edilen  Cezalara Karşı  Dava Açmaları Halinde Hukuksal Muhafaza ve Bunun Sonuçları Nedir?”, İzmir YMM Odası Bülteni, Sayı:87, s.15-16.

(2) BAYKARA Bekir, Vergi Yargısının Sağladığı Hukuki Himaye Yeterli mi?, Vergi Dünyası, Eylül 2008, Sayı:325, Yıl:28, s.10-14

(3) UMUR Ziya, Roma Hukuku, İstanbul 1990, s.219

Çarşamba, 15 Kasım 2017 11:47

Yeni Bilirkişilik Sistemi Ve Ücret Tarifesi

2016 yılında TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu ile uygulamaya yön veren Bilirkişilik Yönetmeliği 3.8.2017 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Uzun yıllardır Türk Yargı Sisteminde yer alan bilirkişilik kurumu yaşanan sıkıntılar sebebiyle Adalet Bakanlığı tarafından Yargı Reformu Stratejisi kapsamında büyük bir reforma tabi tutulmuş ve müstakil bir Kanun olarak düzenlenmiş bulunmaktadır.

Sistemin sağlıklı çalışması için Adalet Bakanlığı bünyesinde sicilleri oluşturmak ve takip için Bilirkişilik Daire Başkanlığı kurulmuş, mahkeme boyutunda hâkimlerin bilirkişi görevlendirmelerine bir usul ve standart getirilmiş, bilirkişi ayağına ise belli bir sorumluluk ve denetim imkanı getirilmiştir. Özellikle bilirkişilik yapacak kişilere getirilen temel eğitim zorunluluğu ile bilirkişilik sürecinde yargılamaya ilişkin olarak alanında ihtiyaç duyulan temel bilgilerin verildiği bir eğitim getirilmiştir.

Bilirkişi; hukuki konuların en yetkini olduğu kabul edilen hâkimin, uyuşmazlığı giderebilmek için ihtiyaç duyduğu, hukuk dışındaki, özel veya teknik bilgiyi ona sunan gerçek veya tüzel kişidir. Bilirkişiler ve bilirkişi raporu tanık gibi kesin bir delil değildir, yani takdiri bir delildir, mahkemeyi bağlamaz ama hâkim kararında kendisine yardımcı olması için bilirkişi raporunu talep edebilir. Bilirkişi, görevin ifası ile sınırlı olarak Türk Ceza Kanunu anlamında kamu görevlisidir.

6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu ile birlikte, bilirkişilerle ilgili temel ilkeleri belirlenmiş ve bilirkişinin, görevini dürüstlük kuralları çerçevesinde bağımsız, tarafsız ve objektif olarak yerine getirmesi sağlanmış olacaktır. Kanunla verilen görevleri yerine getirmek üzere Bilirkişilik Danışma Kuruluoluşturulmuş ve Danışma Kurulu üyelerinin kimler olacağı belirlenmiştir.

Ayrıca, her bölge adliye mahkemesinin kurulu bulunduğu yerde bir Bilirkişilik Bölge Kuruluoluşturulmuş ve bölge kurulunun oluşumu, üyelerin nitelikleri, bölge kurulunun görevleri, bölge kurulu başkanın görevleri ile bölge kurulunun çalışma usul ve esasları belirlenmiştir. 2017 yılında uygulaması başlayan yeni Kanun kapsamında bilirkişilik yapacak kişilere yönelik olarak zorunlu olan temel eğitimler verilmeye başlanmıştır. Eğitim kuruluşları, eğitimlerini tamamlayan katılımcılara en geç on beş gün içinde temel eğitimi tamamladıklarına dair Temel Eğitim Katılım Belgesi” vermektedirler.

Kanun ve Yönetmeliğe göre Bilirkişide bulunması gereken nitelikler kısaca şöyledir;

– Yetkinlik ve mesleki özen: Bilirkişi, adalete hizmet etme bilinciyle, görevini etkin, zamanında ve verimli biçimde yerine getirmeyi, sunduğu hizmet kalitesini yükseltmeyi hedefler.

– Bağımsızlık: Bilirkişi, görevlendirmeyi yapan mercie, davanın taraflarına ve kendi işverenine karşı bağımsız olup, görevini yalnızca uzmanlık alanındaki bilimsel verilere göre yerine getirir.

– Dürüstlük ve tarafsızlık: Bilirkişi, görevini dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım yapmaksızın dürüstlük ve tarafsızlık ilkeleri doğrultusunda yerine getirir.

– Saygınlık ve güven: Bilirkişi, görevinin saygınlığını ve kişilerin adalete olan güvenini zedeleyen veya şüpheye düşüren her türlü tavır ve davranıştan kaçınır.

– Görevi kabul yükümlülüğü: Sicile ve listeye kayıtlı olan bilirkişi kendisine verilen görevi kabulle yükümlüdür. Bilirkişi, görevlendirildiği konuda uzmanlık bilgisi ve tecrübesinin yeterli olmadığını, konunun kendi uzmanlık alanına girmediğini, varsa görevi kabulden kaçınmasını haklı kılacak mazeretini, görevlendirmeyi yapan mercie bildirmekle yükümlüdür. –Menfaat elde etme yasağı:Bilirkişi, bilirkişilik görev, unvan ve yetkilerini kullanarak kendisi, yakınları veya üçüncü kişiler lehine menfaat sağlayamaz, hediye alamaz ve aracılıkta bulunamaz.

– Bildirim yükümlülüğü: Bilirkişi, etik ilkelerle bağdaşmayan veya hukuka aykırı iş ve eylemlerde bulunmasının kendisinden talep edilmesi halinde ya da görevini yerine getirirken bu tür bir eylem veya işlemden haberdar olduğunda durumu gecikmeksizin görevlendirmeyi yapan mercie bildirir.

– Reklam yasağı: Bilirkişinin, bilirkişilik görevi almak için reklam sayılabilecek her türlü girişim ve eylemde bulunması, internet sitesinde, tabelalarında ve basılı kâğıtlarında sicil ve listeye kayıtlı bilirkişi olduğuna dair ibareler kullanması yasaktır.

Mevcut yasal düzenlemelere göre, bilirkişilik başvurusunda bulunacak gerçek kişilerde aşağıdaki şartlar aranacaktır:

  • 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıldan fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar ile zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık, gerçeğe aykırı bilirkişilik veya tercümanlık yapma, yalan tanıklık ve yalan yere yemin suçlarından mahkûm olmamak.
  • Terör örgütleriyle iltisaklı veya irtibatlı olmamak.
  • Daha önce kendi isteği dışında sicilden ve listeden çıkarılmamış veya bilirkişilik yapmaktan yasaklanmamış olmak.
  • Disiplin yönünden meslekten veya memuriyetten çıkarılmamış ya da sanat icrasından veya mesleki faaliyetten geçici ya da sürekli olarak yasaklanmamış olmak.
  • Başka bir bölge kurulunun listesine kayıtlı olmamak.
  • Bilirkişilik temel eğitimini başarıyla tamamlamak.
  • Bilirkişilik yapacağı uzmanlık alanında en az beş yıl fiilen çalışmış olmak ya da Daire Başkanlığınca daha fazla çalışma süresi belirlenmiş ise bu süre kadar fiilen çalışmış olmak.
  • Meslek mensubu olarak görev yapabilmek için ilgili mevzuat gereği aranan şartları haiz olmak ve mesleğini yapabilmek için gerekli olan uzmanlık alanını gösteren diploma, meslekî yeterlilik belgesi, uzmanlık belgesi, ustalık belgesi veya benzeri belgeye sahip olmak.
  • Daire Başkanlığının bilirkişilik temel ve alt uzmanlık alanlarına göre belirlediği yeterlilik koşullarını taşımak.

Bilirkişiler, aşağıdaki şartlardan birinin gerçekleşmesi hâlinde sicilden ve listeden çıkarılır:

  • Bilirkişiliğe kabul şartlarının kaybedilmesi veya sicile kabul tarihinde gerekli şartların bulunmadığının sonradan tespit edilmesi.
  • Kanuni bir sebep olmaksızın bilirkişilik yapmaktan kaçınılması veya raporun belirlenen süre içinde mazeretsiz olarak verilmemesi.
  • Bilirkişilik görevi ve bu görevin gerektirdiği etik ilkelerle bağdaşmayan, güven duygusunu sarsıcı tutum ve davranışlarda bulunulması.
  • Temel ilkelere aykırı olarak bilirkişilik faaliyetinde bulunulması.
  • Bölge kurulu tarafından yapılacak performans değerlendirmeleri sonucunda yeterli bulunulmaması.
  • Bilirkişilik süresinin dolmasına rağmen süresi içerisinde yenileme talebinde bulunulmaması.
  • Bilirkişinin sicilden ve listeden çıkarılmayı talep etmesi.

Bilirkişi görevlendirilmesinde dikkat edilecek hususlar şöyledir;

  • Bilirkişi, resen veya talep üzerine ilgili merci tarafından görevlendirilebilir.
  • Bilirkişiler, bölge kurullarınca düzenlenen listelerden seçilir. İşin mahiyetine göre gerekçesi açıkça gösterilmek kaydıyla birden fazla bilirkişi görevlendirilebilir.
  • Adlî ve idarî yargıda görev alacak bilirkişiler, bölge adliye mahkemelerinin yargı çevreleri esas alınmak suretiyle bilirkişilik bölge kurulları tarafından hazırlanan listelerden görevlendirilir. Ancak kendi bölge listesinde ilgili uzmanlık alanında bilirkişi olmasına rağmen diğer bir bölgedeki bilirkişinin, görevlendirme yapılan yere daha yakın bir mesafede bulunması durumunda, bu listeden de görevlendirme yapılabilir.
  • Bölge kurulunun hazırladığı listede bilgisine başvurulacak uzmanlık alanında bilirkişi bulunmaması hâlinde, diğer bölge kurullarının listelerinden, burada da bulunmaması halinde listelerin dışından bilirkişiliğe kabul şartlarını haiz kişiler arasından görevlendirme yapılabilir. Listelerin dışından görevlendirilen bilirkişiler, bölge kuruluna bildirilir.
  • Yüksek mahkemelerin ilk derece mahkemesi olarak baktıkları dava ve işlerde, tüm bölge kurulları listelerinde kayıtlı bilirkişiler arasından görevlendirme yapılabilir.
  • İnceleme konusunun başka bir bölgede bulunması halinde ya da fizikî evrak gönderilmesi ve mahallinde inceleme yapılmasının gerekmemesi durumunda bölge kurulunun hazırladığı listede bilgisine başvurulacak uzmanlık alanında bilirkişi bulunmaması kaydıyla, bölge listesi esasına uyulmaksızın ilgili bölge kurulu listesinden UYAP vasıtasıyla elektronik ortamda doğrudan bilirkişi görevlendirilebilir.

Görevlendirilen bilirkişiye, inceleme yaptırılacak konunun kapsamı ve sınırları yazılı olarak bildirilir ve açıkça anlatılır. Bu yazıda aşağıdaki hususlara yer verilir:

  • İnceleme konusunun bütün sınırlarıyla ve açıkça belirlenmesi,
  • Bilirkişinin cevaplaması gereken sorular,
  • Takdir edilen bilirkişi ücreti,
  • Raporun verilme süresi,
  • Gerçeğe aykırı mütalaada bulunması halinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 276 ncı maddesi uyarınca cezalandırılacağı.

Öte yandan, bilirkişi; kendisine tevdi olunan görevin, uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektirmediğini, temel ve alt uzmanlık alanına girmediğini, inceleme konusu iş ve işlemlerin açıklığa kavuşturulması için alanında uzman başka bir bilirkişi ile işbirliğine ihtiyaç duyduğunu veya varsa görevden çekinmeyi haklı kılacak bir mazeretinin bulunduğunu, görevin kendisine verilme tarihinden veya çekinmeyi gerektirecek durumun sonradan öğrenilmesi halinde bu tarihten itibaren en geç bir hafta içinde görevlendirmeyi yapan mercie bildirmesi gerekmektedir.

Düzenlenen Bilirkişi Raporunda aşağıdaki hususlar yer alacaktır:

  • Görevlendirmeyi yapan merci,
  • Dosya numarası,
  • Yargılamanın taraflarına ait bilgiler,
  • Görevlendirme tarihi ve süresi,
  • İncelemenin konusu,
  • Kendisinden gözlemlenmesi ve incelenmesi istenen maddi unsurlar,
  • İnceleme yöntemi,
  • Bilimsel ve teknik dayanaklar,
  • Gerekçeli sonuç,
  • Raporun düzenlenme tarihi,
  • Bilirkişi gerçek kişi ise adı ve soyadı, unvanı, sicil numarası ve imzası,
  • Bilirkişi tüzel kişi ise ticaret unvanı, kanuni temsilcisinin adı ve soyadı, tüzel kişi adına raporu tanzim eden gerçek kişi bilirkişinin adı ve soyadı ile sicil numarası ve imzası.

Bilirkişilik Yönetmeliğine göre; bilirkişiye, tarife esas alınmak suretiyle görevlendirmeyi yapan merci tarafından incelemenin nitelik ve önemi, bilirkişinin sarf etmiş olduğu emek ve zaman göz önünde bulundurularak belirlenen bilirkişi ücreti ödenir. Bilirkişi gider ve ücretine ilişkin usul ve esaslar tarife ile belirlenir. Mahkemede yargılama sürecinde bilirkişiyi görevlendiren hakim tarafından bir ücret belirlenmemişse, Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulu olan Daire Başkanlığı tarafından yıllık olarak hazırlanan “Bilirkişilik Asgari Ücret Tarifesi” esas alınır.

Adalet Bakanlığı tarafından en son bilirkişi ücret tarifesi 2016 yılında belirlenen “Hukuk Muhakemeleri Kanunu Bilirkişi Ücret Tarifesi” olup söz konusu Tarife ile 12.1.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu gereğince bilirkişiye ödenecek ücret ve giderlerin miktarı ile bunların ödenmesine ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir. Bilirkişi ücreti, bilirkişiye sarf etmiş olduğu emek ve mesaisi karşılığı ödenen ücrettir. Bilirkişiye inceleme, ulaşım, konaklama ve diğer giderleri de ödenir. Bu Tarifeye göre verilecek bilirkişi ücretleri aşağıda yer almaktadır.

a)Sulh hukuk mahkemelerinde görülen dava ve işler için 165,00 TL
b) İcra hukuk mahkemelerinde görülen dava ve işler için 165,00 TL
c) Asliye hukuk mahkemelerinde görülen dava ve işler için 275,00 TL
ç) Aile mahkemelerinde görülen dava ve işler için 220,00 TL
d) İş mahkemelerinde görülen dava ve işler için 220,00 TL
e) Kadastro mahkemelerinde görülen dava ve işler için 220,00 TL
f) Tüketici mahkemelerinde görülen dava ve işler için 165,00 TL
g) Fikri ve sınai haklar hukuk mahkemelerinde görülen dava ve işler için 330,00 TL
ğ) Asliye ticaret ve denizcilik ihtisas mahkemelerinde görülen dava ve işler için 330,00 TL

193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 61 inci maddesine göre ücret; işverene tabi ve belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerdir. Ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı, tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olması veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunması onun mahiyetini değiştirmez. Diğer taraftan, aynı maddenin 3’üncü fıkrasının (5) numaralı bendinde; bilirkişilere, resmi arabuluculara, eksperlere, spor hakemlerine ve her türlü yarışma jürisi üyelerine ödenen veya sağlanan para, ayın ve menfaatlerin de ücret sayıldığı hükme bağlanmıştır. GVK’nın 62 nci maddesinde ise işverenler, hizmet erbabını işe alan, emir ve talimatları dahilinde çalıştıran gerçek ve tüzel kişiler olarak tanımlanmıştır. Aynı Kanunun 94’üncü maddesinde ise tevkifat yapmak zorunda olan mükellefler sayılmış, aynı maddeye göre hizmet erbabına ödenen ücretler ile ücret sayılan ödemelerden (istisnadan faydalananlar hariç) vergi tarifesi uygulanmak suretiyle vergi tevkifatı yapılacağı belirtilmiştir.

Ücret ödemelerinin ne şekilde vergilendirileceği konusunda 128 ve 160 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliğlerinde yapılan açıklamalara göre; bir hizmet erbabının birden fazla işverenden ücret alması halinde her bir işverenin ödediği ücretler ayrı ayrı vergilendirilecektir. Dolayısıyla, vergi tarifesi her bir işverenin ödediği ücrete, diğer işveren veya işverenlerin ödediği ücretle ilgilendirmeksizin ayrı ayrı uygulanacaktır. Diğer taraftan, GVK’nın 86/1-b maddesine göre, tek işverenden alınmış ve tevkif suretiyle vergilendirilmiş ücret gelirleri için tutarı ne olursa olsun yıllık beyanname verilmeyecektir. Diğer gelir unsurları için yıllık beyanname verilmesi halinde de bu gelirler beyannameye dahil edilmeyecektir. Ancak, GVK’nın 86/1-b maddesinin parantez içi hükmüne göre birden fazla işverenden ücret alıp, birden sonraki işverenden aldıkları ücretlerin toplamı 103’üncü maddede yazılı vergi tarifesinin ikinci gelir diliminde yer alan tutarı (296 Seri Nolu GVK Genel Tebliği ile 2017 yılı için 30.000 TL) aşan mükelleflerin, tamamı tevkif suretiyle vergilendirilmiş olanlar da dahil olmak üzere tüm ücretlerini yıllık beyanname ile beyan etmeleri gerekmektedir.

Yeni Kanun, Yönetmelik ve Genelgeler doğrultusunda şekillenen Bilirkişilik Müessesesi hakkında özetle şunlar söylenebilir;

  • Bilirkişilik yapabilmek için mevcut bilirkişilerin ve yeni başlayacak olanların mutlaka bilirkişilik temel eğitimini almaları ve her 3 yılda bir de yenileme eğitimine tabi tutulmaları gerekmektedir,
  • Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz,
  • Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez,
  • Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hâkim tarafından yapılması gereken hukukî nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz,
  • Bilirkişiler görevi yaparken etik ilkelere ve bilirkişilik temel ilkelerine uymakla mükelleftirler,
  • Bilirkişinin uzmanlık alanı dışında görevlendirilmesi mümkün değildir,
  • Bilirkişileri savcılar veya hâkimler bölge listesinden görevlendirir, bölge listesinde yoksa diğer bölgeden, orada da yoksa dışarıdan birini gerekçesini belirterek atayabilir, bilirkişileri Tahkim Heyeti ve icra müdürlüğü de gerekmesi halinde bilirkişi atayabilir,
  • Bilirkişinin hiçbir makam veya kişinin emir, talimat, tavsiye veya telkinini almadan görevini yerine getirmesi gerekir,
  • Bilirkişinin sır saklama yükümlülüğü, görevin sona ermesinden sonra da devam eder,
  • Bilirkişiler heyet halinde de görevlendirilebilir, en az üç kişi olmak kaydıyla heyetin sayısında üst sınır yoktur,
  • Bilirkişiler, görevi aldıktan sonra yasaklılık ve çekilme konusuna dikkat etmeli ve böyle bir durum söz konusu ise hemen mahkemeye başvurmalı ve dosyayı iade etmelidir,
  • Bilirkişi, almış olduğu dosyayı önce 7 gün içinde bir ön incelemeye tabi tutması ve yasaklı olup olmadığı ve konunun uzmanlık alanına girip girmediğine bakması aksi takdirde dosyayı iade etmesi gerekir,
  • Bilirkişi ön inceleme sırasında eksik belge varsa onu hemen istemeli, başka bir uzmanlık alanı varsa mahkemeden o alanda da bilirkişi görevlendirilmesini yazılı olarak istemelidir,
  • Bilirkişiler mahkemenin verdiği süre içinde raporu teslim etmek durumundadır, süre yetersiz ise ek süre talep etmeleri gerekir,
  • Bilirkişiler, şartlar gerçekleştiğinde soruşturmaya tabi olup, bunun sonucunda uyarı, belli bir süre men, veya bilirkişilikten çıkarılma cezası alabilirler,
  • Bilirkişiler, davalı ve davacıya eşit mesafede olmalıdır, hâkim gibi bağımsız olmalıdır ve yazılı görev ne ise ona bağlı kalarak sadece soruları cevaplamalıdır,
  • Bilirkişilerin, mahkeme yani hâkim tarafından verilen görevi keyfi olarak kabul etmeme imkanı yoktur, ancak; husumet, bağlılık, maddi çıkar ve akrabalık bağı gibi hususlarda görevden çekilebilir,
  • Hâkim bilirkişiye yerinde inceleme yetkisi vermiş ise, verilen sınırlar içerisinde belgeler ve defterler incelenmeli ve tespitler yapılmalıdır,
  • Dosyayı alan bilirkişi, yeni sisteme göre soruların sorulmadığını ve hukuki görüş istendiğini anlaması durumunda mahkemeye yazı yazarak görev tanımına uygun olmayan bir görevlendirmenin yapıldığını ve soruların sorulması gerektiğini yazılı olarak isteyebilir,
  • Bilirkişilerin, düzenleyecekleri raporda mutlaka hâkimin sormuş olduğu soruları cevaplamalı ve belirlenen formata uygun olarak raporun düzenlenmesi ve imzalayıp mahkemeye teslim etmesi gerekir,
  • Bilirkişiler yazılacak raporun bir adli yazı niteliğinde olduğunu, yazışma kurallarına uyulması gerektiğini ve belirlenen formatta ve Türkçe yazım kurallarına uyularak anlaşılır bir dille yazılması gerektiğini ve de sorulan soruların açık ve net olarak cevaplanması gerektiğini unutulmamalıdır.
  • Bilirkişilik ücretinden gelir vergisi tevkifatı ve damga vergisi kesintisi yapılarak, kalan tutarın bilirkişiye ödenmesi gerekmektedir. İmdat TÜRKAY 
  • http://vergialgi.net/arastirmalar/yeni-bilirkisilik-sistemi-uygulamaya-girdi/
Çarşamba, 15 Kasım 2017 09:13

Malulen Emeklilik İçin Şartlar

Emekliliğe ilişkin çokça sorulan sorulardan biri, sağlığını yitirenlerin erken emekli olup olamayacağıdır. Hastalanan, ameliyat olan ve rapor alıp işine devam edemeyenlerin aklında nasıl emekli olacakları sorusu vardır. Sosyal güvenlik mevzuatımız kimlerin sağlık sorunları sebebiyle erken emekli olabileceklerini düzenlemiştir. Buna göre çalışma gücünde en az yüzde 60 kayıp olan kişiler malulen emekli olabilir. Ancak malulen emeklilik için başka şartlar da var.

Rapor şart

Malulen emekli olabilmek için gerekli ilk ve en önemli şart, çalışma gücünde en az yüzde 60 kayıp olduğuna dair sağlık kurulu raporudur. Bu raporun alınabilmesi için kişilerin ilk olarak bulundukları il veya ilçedeki SGK merkezlerine başvurmaları ve yetkili hastanelere sevk edilmeleri gerekir. Kişiler doğrudan hastaneye başvurarak rapor almak yerine SGK’ya başvurarak sevklerini gerçekleştirmelidirler. Sevkin SGK üzerinden yapılmasının nedeni, yalnızca sağlık kurulu raporunun malullük aylığı almak için yeterli olmamasıdır. Kişi, çalışma gücünde en az yüzde 60 kayıp olduğunu belgelese bile en az 1.800 gün prim ödemesi yoksa veya prim ödemesini borçlanma ile 1.800 güne tamamlayamıyorsa malullük aylığı alamaz. Yani, malul sayılmak, malullük aylığı almaya yetmez. 

5 yıl prim ödenmiş olması şart

Malullük aylığı alabilmek açısından ikinci şart, kişinin malullük için gerekli sağlık kurulu raporunu almak üzere SGK’ya başvurduğu tarihte en az 1.800 gün ödenmiş priminin olmasıdır. Yani, malullük aylığı talep eden kişilerin SGK’ya başvurdukları tarihte en az 5 yıl prim ödemiş olmaları gerekmektedir. Aksi takdirde, sevk işlemleri yapılamaz ve bu kişiler malullük aylığı da alamazlar.

1.800 gün borçlanmayla tamamlanabilir

Malulen emekli olma talebinde bulunan kişinin başvuru tarihinde 1.800 gün primi yok fakat borçlanabileceği bir süre varsa ve bu süreyi borçlanması halinde prim günü sayısı 1.800’e ulaşıyorsa, bu durumda SGK kişiden borçlanmaya ilişkin talep yazısını alarak sevk işlemini gerçekleştirmektedir. Örneğin, malullük aylığı talep eden kadın sigortalının 1.100 gün prim ödemesi ve borçlanabileceği bir doğumu bulunuyorsa, SGK bu kişiden 700 günlük doğum borçlanması için talep dilekçesini alır ve sevk işlemini yapar. Borçlanmaya ilişkin bedeli ödemeden sevk işlemi yapılan kişiler maluliyet tespitine ilişkin masrafları kendi ceplerinden öderler. Bu kişiler sevk işlemi yapıldıktan sonra fakat malullük aylığı bağlanmadan önce borçlanmaya ilişkin prim borçlarını öderlerse sevk işlemlerinin masrafları SGK tarafından karşılanır.

10 yıldır sigortalı olma koşulu herkes için geçerli değildir

SGK’dan aldığı sevkle birlikte başvurduğu sağlık kurulu tarafından çalışma gücü kaybı belirlenen sigortalının raporunda “başka birisinin sürekli bakımına muhtaç” ibaresi yer alıyorsa, bu durumda malullük aylığı bağlanması için en az 10 yıldır sigortalı olma koşulu aranmamaktadır. Yani, malullük aylığı alınabilmesi için 10 yıldır sigortalı olma koşulu bütün maluller için gerekli değildir. Malul kişi eğer başka birisinin sürekli bakımına muhtaç durumda ise 10 yıldır sigortalı olma koşuluna tabi olmaksızın malullük aylığı alabilir. Ancak sağlık kurulu raporunda bu yönde bir ibare bulunmuyorsa, bu durumda sigortalının malul sayılabilmesi için hem 5 yıl ödenmiş priminin olması, hem de en az 10 yıldır sigortalı olması gerekir. 

Sigorta girişi hayati önemde

Örnek olarak ilk kez 30 Ağustos 2005 tarihinde sigortalı olmuş bir kişi, 30 Ağustos 2015 tarihine kadar 1.800 gün prim ödemiş ve çalışma gücünü en az yüzde 60 oranında kaybetmişse malul sayılır ve malullük aylığı alabilir. Bu nedenle, işverenlerin sigorta girişlerini yapması çok önemlidir. Çalışmaya başladığı halde sigorta girişi yapılmayan kişiler bir sağlık sorunuyla karşılaştıklarında sigortalılık süreleri tamamlanmadığı için malullük aylığı alamayabilirler.

Sigorta girişi öncesi rahatsızlıklar sayılmaz

Malulen emekli olabilmek için çalışma gücü kaybında dikkate alınan rahatsızlıkların ilk kez sigortalı olunan tarihten sonra başlamış olması gerekir. Yani kişi sigortalı olarak çalışmaya başlamadan önce var olan rahatsızlıkları nedeniyle malulen emekli olamaz. Bu nedenle sigortalı çalışmak hayati önemdedir. Aksi takdirde malulen emeklilik şansının ortadan kalkması söz konusu olabilir.

Kanser hastaları teşhisten itibaren malul sayılır

Malullük aylığı konusunda kanser hastalarına tanınan önemli bir istisna söz konusu. Kanser türüne göre değişmekle birlikte, malullük aylığı almak için gerekli prim ödeme gün sayısı ve sigortalılık şartlarını sağlayan kanser hastalarına teşhisten itibaren 1 yıl içinde başvurmaları şartıyla sağlık kurulu raporu aranmaksızın malullük aylığı bağlanabiliyor. Bu durumdaki kişiler eğer teşhisten itibaren 1 yıl içerisinde SGK’ya başvururlarsa, sağlık kurulu raporu almaksızın, 18 ay süreyle malul sayılıyorlar. 18 aylık sürenin sonunda kanser hastalığına bağlık olarak çalışma gücünde kayıp söz konusu ve bu kaybın oranı en az yüzde 60 ise bu kişiler malullük aylığı almaya devam ediyorlar. Çalışma gücünde kayıp yüzde 60’ın altındaysa malullük aylığı kesiliyor. Cem Kılıç

http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/malulen-emeklilik-icin-60-kayip-2554985/

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • Asgari Kurumlar Vergisinin Detayları Netleşiyor İlk Defa Faaliyete Başlayan 3 Yıl Muaf Temmuzda yasal altyapısı…
  • Yabancıların Türkiye'de Şirket Kurması Kolaylaştırılıyor Yabancı girişimcilerin Türkiye'ye erken aşama şirket kurmasını kolaylaştıracak vize programı…
  • Miras Paylaşımı Ve Tapu İşlemlerinde Önemli Değişiklik Yapıldı! Ülkemizde milyonlarca vatandaşımızı yakından ilgilendiren miras hukukunda önemli bir değişiklik…
Top