Mehmet Özdoğru
2017 Takvim Yılı İçin Tam Tasdik Raporlarının Yazılmaması Gerekir!
Yeminli mali müşavirler (YMM), meslek kanunundan gelen zorunluluk nedeniyle mükelleflerin (gerçek ve tüzel kişilerin) mali tablolarını ve beyannamelerini ilgili mevzuat hükümleri, muhasebe prensipleri ile muhasebe standartlarına uygunluğu açısından ve hesapların denetim standartlarına göre incelediğini tasdik etmek zorundadırlar. YMM'lerin tasdik edecekleri belgeler ve işlemler ile bunların ibraz edileceği makamlar Maliye Bakanlığı tarafından belirlenmiştir.
Vergi Usul Kanunu'nda da, meslek kanununa paralel düzenlemeler yapılarak, YMM'lerin düzenledikleri tasdik raporunda yer alan bilgilerin; defter kayıtlarına ve bu kayıtların dayanağını teşkil eden belgelere uygun olmasından dolayı sorumlu oldukları belirtilmiştir. Ayrıca bu bilgi ve belgelerin yasal olmaması halinde, ortaya çıkacak vergi ziyaına bağlı olarak salınacak vergi cezası ve gecikme faizlerinden mükellefle birlikte müteselsilen sorumlu oldukları belirtilmiştir.
YMM'lerin tam tasdik raporlarını nasıl düzenleyecekleri, raporun içeriği, raporun içerisinde yer alması gereken asgari bilgiler rapor dispozisyonu ve raporun hangi tarihte nereye teslim edileceği konuları ise Meslek Kanununa ilişkin olarak çıkarılan tebliğler ile belirlenmiştir.
Yukarıda açıklanan yasal zorunluluk gereği, YMM'ler yıllık gelir veya kurumlar vergisi beyannameleri için tasdik raporu düzenlemek ve izleyen yıl haziran ayı sonuna kadar vergi dairesi veya meslek odalarına tutanak karşılığı teslim etmek zorundadırlar. Yani 2017 takvim yılı için tam tasdik raporlarını teslim etme tarihi 30 Haziran 2018'dir.
Bu zorunluluğu yerine getirmemenin ilgili mükellefler ve YMM'ler açısından değişik yaptırımları bulunmaktadır.
7143 sayılı Vergi ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun'unda, 2017 takvim yılı için de mükelleflere matrah artırımı hakkı verilmiştir.
Söz konusu kanunun taslak halinde ve Meclis'e sevk edildiği aşamada, 2017 yılı için matrah artırımı yani af öngörülmemişti. Ancak, sayaçların sıfırlanması adına bizimde önerdiğimiz ve değişik ortamlarda dillendirdiğimiz, 2017 yılınında kapsama dahil edilmesi kabul görmüş ve cari yıl hariç olmak üzere geçmiş 5 yıl (2017, 2016, 2015,2014 ve 2013 yılları) için matrah artımı yolu ile vergi affı getirilmiştir.
Yani 2017 takvim yılı için dileyen mükellefler matrah arttırımı yolu ile af kapsamına girebileceklerdir. Hali hazırda da kanunun başvuru süresinin devam etmesi nedeniyle müracaatlar devam etmektedir.
Şimdi dileyen mükellefler 2017 yılı için matrah artırım yolu ile aftan faydalanacak ve Maliye Bakanlığı'ndan incelenmeme garantisi alacaklardır. Buna karşın YMM'ler yasal zorunluluk olması ve sürenin henüz dolmaması nedeniyle mükellefler hakkında yazdıkları tam tasdik raporlarını vergi dairelerine teslim edeceklerdir. Aftan faydalanan mükellefler nezdinde yazılan olumlu veya olumsuz tasdik raporları yasal prosedürü yerine getirmenin dışında hiçbir anlam ve önem taşımayacaktır. Üstelik söz konusu raporlar vergi daireleri nezdinde de gereksiz işlem yaratmış olacağından işgücü kaybına neden olacaktır.
Mükelleflerin kanun hükmünden faydalanarak matrah artırımı ile aftan faydalanması halinde, tam tasdik raporunun hiçbir anlam ve önemi kalmayacaktır. Çünkü mükellef Maliye Bakanlığı'ndan incelenmeme garanti almış bulunmaktadır. Olumlu raporunda hiçbir anlamı bulunmamaktadır. Olumsuz raporunda!
Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı 2017 yılı için, 30 haziran 2018 tarihine kadar verilmesi gereken tam tasdik raporlarının, 2017 yılı için matrah artırımından faydalanan mükellefler için yazılmaması yerinde bir uygulama olarak tarafımızdan değerlendirilmektedir.
Bu konuda yasal bir düzenleme yapılarak, 2017 yılı için Haziran 2018 sonuna kadar verilmesi gereken tam tasdik raporlarının, aftan faydalan mükellefler nezdinde gereksiz bir prosedür yaratması ve vergi daireleri nezdinde gereksiz iş yükü yaratması nedeniyle, bize göre verilmemesi yerinde ve doğru bir uygulama olarak karşımızda durmaktadır... Yılmaz Sezer
Sıcak Para Gören Çalışan Bağlanacak Emekli Aylığını Düşürmüş
1974 doğumlu olan erkek okurum ,ilk defa 01/06/1990 tarihinde SSK olmuş.
24.11.1989-23.05.1991 arası |
25 yıl |
52 |
5525 |
52 yaş 5525 güne ihtiyaç var.
YIL |
GÜN |
1999 Öncesi |
1968 |
2000-2008/09 |
1889 |
2008/10-Sonrası |
3095 |
6952 |
Okurumun prim gününden yana sıkıntısı yok,çalışma hayatına devam ediyor.
2026 yılında 52 yaşında emekli olacak,8 yıldan az bir zaman kalmış,emekli aylığımı nasıl yükselir diye soruyor.
Gün dökümüne baktığımda ve hesapladığımda;
YIL |
ABO |
1999 Öncesi |
70% |
2000-2008/09 |
53% |
2008/10-Sonrası |
38,62% |
Çalıştıkça ABO değişecektir.
Peki aylık bağlama esasında olan Kazançlar değişecek mi?
YIL |
KAZANÇ/GÖSTERE |
1999 Öncesi |
9475 |
2000-2008/09 |
21 TL/Günlük Kazanç |
2008/10-Sonrası |
4319 TL/Aylık Kazanç |
1999 öncesi ve 2008/09 Dönemi dahil gösterge ve kazanç sabit kalacaktır.2026 yılında değişmeyecektir.
2008/10 dönemi sonrası için değişecektir.
Bugün emekli olsa idi ek ödeme dahil eline geçen emekli aylığı:1.617 TL.
Okurumuz ise 2014 yılından sonra sigorta primine esas kazançlarını ½ oranında düşürmüş,neredeyse 4 yıldır 2014 yılı SPEK matrahtan bildirim yapılmış,aradaki farkı nakit cebine atmıştır.
Sıcak paranın cazibesi ile birlikte ileride alacağı emekli aylığının da düşmesine neden olmuştur.
YIL |
KAZANÇ/GÖSTERE |
1999 Öncesi |
9475 |
2000-2008/09 |
21 TL/Günlük Kazanç |
2008/10-Sonrası |
6337 TL/Aylık Kazanç |
Yukarıdaki tabloya sahip olsa idi.
Ek ödeme dahil emekli aylığı:2.000 TL civarı
Şimdi sigortalı son 4 yıldır cebine sıcak para girdiği için,383 TL eksik emekli aylığı görünüyor.
Her yıl için ortalama 95 TL emekli aylığını düşürmüştür.
Sadece çalışılan sigortalılık günleri değil,sigorta matrahına esas kazançların olumlu etkisi vardır.
Okurumuz 4 yıllık bu süre için artık Hizmet tespit davası açması dışında yasal yönden haklarını aramalıdır.
Şikayet etmesi halinde o işyeri incelemeye alınır.
Siz siz olun ister işverenden,isterse çalışandan teklif alınarak sıcak para için kayıt dışı olursa bedeli çalışana düşük emekli aylığı işverene yüklü idari yaptırımlar olarak geri döner,sosyal güvenlik yasa dışı iyilikleri kabul etmez. Vedat İlki
İznini Kullanamayan İşçi İstifa Ederse Tazminat Alır
Çalışan ve işveren arasındaki ilişkide yıllık izin önemli bir yer tutuyor. Üst üste yıllık izin kullanamayan işçi istifa ederse işveren tazminatını vermekle yükümlü olur. İşte yıllık izin konusunda bilinmesi gerekenler…
SORU: İznimi parçalı olarak mı yoksa kesintisiz mi kullanabilirim?
Cevap İşçinin kıdemine göre belirlenen yıllık izin süresi, parçalı bir şekilde kullanılabilir. Bu konuyla ilgili yapılan düzenlemeyle yıllık iznin en fazla üçe bölünmesi kuralı değişti. Fakat bölünen sürelerden bir bölümünün 10 günden az olmaması gerekmektedir. İşveren isterse işçisine 14 günlük yıllık izni tek seferde kullandırabilir. Ancak bu noktada inisiyatif işverendedir. İşveren yıllık iznin tamamını tek seferde kullandırmak zorunda değildir.
Yıllık izin gününü kıdem belirler
SORU: Kaç gün yıllık izin hakkım var?
Cevap: İşçilerin yıllık izin süreleri kıdemlerine göre belirlenir. İşyerinde bir yıldan beş yıla kadar çalışmış işçi on dört gün, beş yıldan on beş yıla kadar çalışmış işçi yirmi gün, on beş yıl ve daha fazla çalışmış işçi yirmi altı gün yıllık izne hak kazanır. İşçi bir yıl dolduktan sonra on dört gün yıllık izne hak kazanıyorsa, beş yıl dolduktan sonra yirmi gün izne hak kazanır.
En az bir yıl çalışma yoksa izin verilmez
Soru: Yıllık izni ne zaman hak ederim?
Cevap :İşçilerin yıllık izin hak etmeleri için aynı işverene bağlı olarak en az bir yıl çalışmaları gerekir. Yıllık sürenin dolduğu gün işçi yıllık izne hak kazanır. Bu tarihten sonra yıllık izne çıkabilir. İşyerinde en az bir yıllık çalışması olmayan işçilere işveren yıllık izin vermek zorunda değildir. Ancak işveren eğer isterse avans yıllık izin kullandırabilir.
Kullandırılmazsa işveren sorumlu olur
SORU: Üç yıldır yıllık izin kullanamıyorum. İstifa edip tazminat alabilir miyim?
Cevap: Yıllık izin ile ilgili düzenlemelerde işverene cezai yaptırım tanımlanmıştır. Kanuna uygun bir şekilde yıllık izni verilmeyen işçi nedeniyle işveren idari para cezasıyla karşılaşabilir. Diğer yandan yıllık izni kendisine kanuna uygun verilmedi diye işçi istifa ederse kıdem tazminatını da alabilir. İş sözleşmesinin feshedilmesi durumunda kullanılmamış yıllık izinlerin parası işçiye ödenmelidir.
İzin dönemi ücreti peşin ödenir
SORU: Yıllık izne çıkarken işverenden avans isteyemez miyim? Masraflar için para gerekiyor ancak ücretimi alamadığım için zorlanıyorum.
Cevap: Yıllık izinle ilgili çok bilinmeyen bir uygulama da yıllık izne çıkarken avans ödemesi zorunluluğudur. Buna göre, yıllık izne çıkacak bir işçiye işveren, izne çıkmadan önce yıllık izin dönemine dair ücretini ödemek zorundadır. Yani 14 gün izne çıkacak işçiye 14 günlük ücreti, yıllık izne çıkmadan önce peşin ödenmek durumundadır.
Yol izini de kullanmak mümkün
Memlekete gideceğim, yolum da çok uzun. Yol izni alabilir miyim?
Cevap: Yıllık izin hakkı yalnızca ücretli izinle sınırlı değildir. Yıllık iznini işyerinin kurulu bulunduğu yerden başka bir ilde geçirecek çalışana, isteği halinde ve bu durumu belgelemesi şartıyla toplam dört güne kadar yol izni verilmek zorundadır.
İşyerinde izin formu doldurmak çok önemli
SORU: Yıllık izne çıkmadığım halde işveren yıllık izin kullandı diye form imzalatıyor. Dava açsam tazminat alabilir miyim?
Cevap: Yıllık izinleri kullandıran işveren, ilgili yönetmelikteki bilgileri asgari düzeyde içeren bir formu tutmak zorundadır. İşçinin bu formu imzalaması formda belirtilen şekilde yıllık iznini kullandığı anlamına gelmektedir. Bu formları imzalamanıza rağmen, işyerinde çalışmaya devam ediyorsanız bunu ispatlamanız halinde istifa edip kıdem tazminatı alabilirsiniz.
Kullanılmayan yıllık izin yanmaz
SORU: Hak ettiğim yıllık izni o yıl içerisinde kullanmazsam iznim yanar mı? Ayrılırken parasını alabilir miyim?
Cevap: İşçilerin yıllık izinlerini hak ettikleri süre içerisinde kullanmaları esastır. Ancak kullanılmayan yıllık izin günlerinin o yıl sonu içerisinde yanması gibi bir durum söz konusu değildir. İşçiler o yıl içerisinde kullanamadıkları yıllık izinlerini ilerleyen yıllarda kullanabilirler. Kullanılmayan izin günlerinin işyerinden ayrılırken parasını da alabilirler. Okan Güray Bülbül
Tahsilat Genel Tebliği Seri: A, Sıra No: 1 Açıklamalar
680 sayılı KHK ile 7101 ve 7103 sayılı Kanunlar ile yapılan düzenlemelere ilişkin TAHSİLAT GENEL TEBLİĞİ SERİ: A SIRA NO: 1’de değişiklikler yapıldı.
ÖZET:
1- Gümrük resmi, bina ve arazi vergisi gibi eşya ve gayrimenkulün aynından doğan amme alacaklarının o eşya ve gayrimenkul bedelinden tahsilinde rehinli alacaklardan sonra gelecektir.
− Malın aynından doğan alacağın genel bütçe geliri olması ve amme alacağı için haciz tatbik edilmiş olması halinde söz konusu amme alacağı; rehinden sonra gelmek üzere öncelik hakkına sahip olacaktır
− Malın aynından doğan alacağın emlak vergisi gibi genel bütçe geliri olmaması halinde bu alacağın rehinden önceki hacze iştirak hakkı bulunmamaktadır.
2- İlgililer veya ilgililer lehine üçüncü şahıslar tarafından gösterilen ve alacaklı amme idaresince haciz varakasına müsteniden haczedilen menkul ve gayrimenkul mallar üzerindeki hacizler kaldırılabilecektir.
3- Limited şirket borçlarında ortakların sorumluluğu ile ilgili ortaklık payının devri konusunda ortaklık payının devredildiği tarih olarak; devrin ortaklar genel kurulu tarafından onaylanmış veya onaylanmış sayılması halinde onay tarihinin, şirket sözleşmesinde ortaklık payının devri için ortaklar genel kurulu onayının aranmadığı durumlarda noter tasdikli devir sözleşmesi tarihinin esas alınması gerekmektedir.
4- Araç sicilinin Türkiye Noterler Birliğince tutulmaya başlanılması halinde araçlara ilişkin yapılacak malvarlığı araştırması işlemlerinin ve araçlara ilişkin yapılacak haciz işlemlerinin buna göre sürdürülecektir.
680 sayılı KHK ile 7101 ve 7103 sayılı Kanunlar ile yapılan düzenlemelerle 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Hakkında Kanun ve/veya bu Kanunla ilgili diğer düzenlemelerde değişiklik yapılmıştı.
Bu değişikliklere ilişkin olarak 14 Haziran 2018 tarihli ve 30451 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan TAHSİLAT GENEL TEBLİĞİ SERİ: A SIRA NO: 1’DE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ (SERİ: A SIRA NO: 11) ile TAHSİLAT GENEL TEBLİĞİ SERİ: A SIRA NO: 1’de bazı değişiklik ve düzenlemeler yapılmıştır.
Bu değişiklikler aşağıdaki gibidir:
I- Kamu Alacağının Sırasının Değişmesi ve Rehinli Alacaklardan Sonra Gelmesi
15 Mart 2017 tarihli ve 30361 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 7101 sayılı İcra ve İflâs Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunla 2004 sayılı Kanunun İcra ve İflas Kanunun 206’ncı maddesi ile 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 21’inci maddelerinde paralel bir değişiklik yapılarak gümrük resmi, bina ve arazi vergisi gibi eşya ve gayrimenkulün aynından doğan amme alacaklarının o eşya ve gayrimenkul bedelinden tahsilinde rehinli alacaklardan sonra geleceği belirtilmişti. Daha önceki düzenlemede eşya ve gayrimenkulün aynından doğan bu vergiler, rehinli alacaklardan önce gelmekteydi.
Tebliğde bu değişikliğe ilişkin aşağıdaki açıklama yapılmıştır:
a) Malın aynından doğan alacağın genel bütçe geliri olması ve amme alacağı için haciz tatbik edilmiş olması halinde söz konusu amme alacağı;
⎯ Mal üzerindeki rehin şerhi ilk sırada ise Kanunun 21 inci maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi gereğince rehinden sonra gelmek üzere öncelik hakkına sahip olacaktır.
⎯ Mal üzerindeki rehin şerhinin ilk sırada olmaması halinde, Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi gereğince, ilk sırada yer alan üçüncü şahsın haczine iştirak edecektir.
b) Malın aynından doğan alacağın genel bütçe geliri olmasına rağmen bu alacak için haciz tatbik edilmemiş olması durumunda söz konusu amme alacağı Kanunun 21 inci maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi gereğince rehinden sonra gelmek üzere öncelik hakkına sahip olacaktır.
c) Malın aynından doğan alacağın emlak vergisi gibi genel bütçe geliri olmaması halinde bu alacağın rehinden önceki hacze iştirak hakkı bulunmamaktadır. Bu alacak için rehinden önce haciz tatbik edilmemiş olması durumunda rehinden sonra öncelikli alacak olarak dikkate alınması gerekmektedir.
II- Limited Şirket Ortaklarının Pay Devir Tarihi
Limited şirket borçlarında ortakların sorumluluğu ile ilgili ortaklık payının devri konusunda ortaklık payının devredildiği tarih olarak; devrin ortaklar genel kurulu tarafından onaylanmış veya onaylanmış sayılması halinde onay tarihinin, şirket sözleşmesinde ortaklık payının devri için ortaklar genel kurulu onayının aranmadığı durumlarda noter tasdikli devir sözleşmesi tarihinin esas alınması gerektiği belirtilmiştir.
III- Hazcin bazı hallerde kaldırılması
27 Mart 2018 tarihli ve 30373 sayılı 2’nci Mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan 7103 sayılı VERGİ KANUNLARI İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN’ la muhtelif Kanunlarda değişiklikler ve düzenlemeler yapılmış bu kapsamda 6183 sayılı Kanuna “Bazı hallerde haczin kaldırılması” başlıklı aşağıdaki madde eklenmişti.
“Bazı hallerde haczin kaldırılması
Madde 74/A – (Ek:21/3/2018-7103/2 md.) (1)
Maliye Bakanlığına bağlı tahsil dairelerince haczedilen mal üzerindeki hacizler aşağıdaki şartların sağlanması halinde kaldırılır.
1. Mahcuz malın bu Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (5) numaralı bendinde sayılan mallardan olması.
2. Mahcuz mala biçilen değer ile %10 fazlasının, ilk sırada haciz tatbik eden tahsil dairesine ödenmesi (Şu kadar ki, madde kapsamında ödenecek tutar, Maliye Bakanlığına bağlı tahsil dairelerine olan ödeme zamanı gelmiş, tecil edilmiş veya muacceliyet kesbetmiş borçların toplamından fazla olamaz.).
3. Mahcuz mala ilişkin takip masraflarının ayrıca ödenmesi.
4. Hacze karşı dava açılmaması veya açılmış davalardan vazgeçilmesi. Haczedilen malın değer tespiti bu Kanun hükümlerine göre yapılır. Ancak, menkul mallar için her halükarda tahsil dairesince bilirkişiye değer biçtirilir.
Bu madde kapsamında haczin kaldırılması halinde aynı mala, haczin kaldırıldığı tarihten itibaren üç ay müddetle Maliye Bakanlığına bağlı tahsil dairelerince, bu Kanunun 13’üncü maddesi hükümleri saklı kalmak kaydıyla, haciz tatbik edilemez. Bu hüküm, haczi kaldırılan malın üçüncü şahıslar tarafından amme borçlusu lehine teminat olarak gösterilen mal olması halinde, üçüncü şahsın bu Kanun kapsamına giren borçları için uygulanmaz.
Bu madde hükmünden yararlanmak üzere başvuruda bulunarak hacze karşı açtığı davalardan vazgeçen borçlunun, haczi kaldırılan mal ile ilgili açtığı davalar mahkemelerce incelenmez; herhangi bir sebeple incelenir ve karara bağlanırsa bu karar hükümsüz sayılır.
Tahsil edilen paralar, söz konusu malın aynından doğan motorlu taşıtlar vergisi ve bu vergiye bağlı fer’i alacaklar ile vergi cezalarına, mahcuz mala haciz tatbik etmiş dairelerin sırasıyla; takip konusu olan, muaccel hale gelmiş bulunan, ödeme zamanı gelmiş henüz vadesi geçmemiş olan ve tecil edilmiş bulunan alacaklarına, haciz sırasına göre mahsup edildikten sonra haciz tatbik etmemiş dairelerin bu fıkrada belirtilen alacaklarına garameten taksim edilir.
Bu maddenin uygulamasına ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığınca belirlenir.”
Tebliğde bu düzenlemeye ilişkin açıklama yapılmıştır. Buna göre Maliye Bakanlığına bağlı tahsil
dairesince mahcuz mal üzerindeki haczin kaldırılması için;
a) İlk sırada haciz tatbik eden tahsil dairesine borçlunun (malın üçüncü şahsa ait olması halinde borçlu veya üçüncü şahsın) yazılı olarak müracaatta bulunması,
b) Mahcuz malın 6183 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (5) numaralı bendinde sayılan menkul ve gayrimenkul mallardan olması1,
c) Mahcuz mala biçilen değer ile %10 fazlasının, ilk sırada haciz tatbik eden tahsil dairesine ödenmesi,
ç) Mahcuz mala ilişkin takip masraflarının ayrıca ödenmesi,
d) Hacze karşı dava açılmaması veya açılmış davalardan vazgeçilmesi, gerekmektedir.
Buna göre ancak ilgililer veya ilgililer lehine üçüncü şahıslar tarafından gösterilen ve alacaklı amme idaresince haciz varakasına müsteniden haczedilen menkul ve gayrimenkul mallar üzerindeki hacizler kaldırılabilecektir.
1 Teminat ve değerlenmesi:
Madde 10 – Teminat olarak şunlar kabul edilir:
…
5. (Değişik: 13/6/1963 – 251/1 md.) İlgililer veya ilgililer lehine üçüncü şahıslar tarafından gösterilen ve alacaklı amme idaresince haciz varakasına müsteniden haczedilen menkul ve gayrimenkul mallar.
IV- Taşıt Sicilinin Türkiye Noterler Birliği Tarafından Tutulması Durumunda Malvarlığı Araştırması ve Haciz İşlemleri
2/1/2017 tarihli 680 sayılı Olağanüstü Hal KHK’nın 61’inci ve 1/2/2018 tarihli 7072 sayılı Kanunun 60 maddesi ile Emniyet Genel Müdürlüğünce yürütülen araç tescil hizmetlerine ilişkin iş ve işlemlerin Türkiye Noterler Birliği koordinesinde noterliklere devredilebileceği yönünde düzenleme yapılmıştı.
Tebliğde 2918 sayılı Kanunun Ek 18’inci maddesine göre araç sicilinin Türkiye Noterler Birliğince tutulmaya başlanılması halinde araçlara ilişkin yapılacak malvarlığı araştırması işlemlerinin ve araçlara ilişkin yapılacak haciz işlemlerinin buna göre sürdürüleceği belirtilmiştir.
Söz konusu değişiklikler aşağıda karşılaştırmalı tablo halinde verilmiştir.
Sosyal Güvenlikte Mücbir Sebepler
Hukuk sisteminde mücbir sebep, önüne geçilmesi elde olmayan, istencin dışında oluşan durum olarak ifade ediliyor. Söz konusu durumların varlığı halinde yerine getirilmesi gereken yükümlülükler ertelenebiliyor ve/veya süreler durabiliyor.
Vergi uygulamalarında mücbir sebeplerin neler olduğu yasal bir düzenleme ile Vergi Usul Kanunu’nda belirlenmiş. Sosyal güvenlik uygulamalarında ise mücbir sebeplere ilişkin 5510 sayılı Kanun’un yanı sıra ikincil mevzuatta, özellikle Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği’nde, “zorunluluk hali” adı altında düzenlemelere yer verilmiş.
Mücbir Sebep Halleri Neler?
5510 sayılı Kanun’un 91. maddesinde mücbir sebep durumlarında prim borçlarının ödenmesi ve belgelerin verilmesi düzenlenmiş. Söz konusu maddeye göre mücbir sebep halleri şunlar:
- Yangın, su baskını, sel, kuraklık, yer kayması, deprem gibi afetler
- Ağır hastalık,
- Ağır kaza,
- Tutukluluk
- Sabotaj
- Ve bunlara benzer nedenler
Yasal düzenlemede mücbir sebep halleri sayıldıktan sonra “gibi nedenler” denilmek suretiyle bu kapsamın SGK tarafından genişletilebileceği kabul edilmiş.
Prim Borçlarına Bir Yıl Erteleme
Yukarıda saydığımız mücbir sebep hallerinde vaka veya afet tarihinden önce ödeme süresi dolmuş borçlar ile vaka veya afetin meydana geldiği tarihi takip eden üçüncü ayın sonuna kadar tahakkuk edecek borçlar, vaka veya afetin meydana geldiği tarihten itibaren bir yıla kadar SGK tarafından ertelenebiliyor. Ancak bunun bazı şartları var:
- Mücbir sebep nedeniyle ticari veya ekonomik kayba uğranılmış olmalı ve bu durum belgelenmeli,
- Vakanın veya afetin meydana geldiği tarihten itibaren üç ay içinde talepte bulunulmalı,
- Prim ödeme aczine düşüldüğü, yapılacak inceleme sonucu anlaşılmalı.
Belgeler İçin Üç Ay Süre
Yukarıda belirttiğimiz mücbir sebep durumlarında, SGK’ya verilmesi gereken her türlü bilgi ve belge ile yapılması gereken başvuruların vakanın, afetin veya mücbir sebebin meydana geldiği tarihi takip eden üç ay içinde verilmesi veya yapılması hâlinde, süresinde verilmiş veya yapılmış sayılıyor. Dolayısıyla bu durumlarda bilgi ve belgelerin verilmesinde üç aylık bir erteleme söz konusu olabiliyor.
SGK Bilgi İşlem Sistemi Arızalanırsa!..
Kanunda belirtilen mücbir sebep hallerinin yanı sıra Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği’nde SGK bilgi işlem sisteminden kaynaklanan zorunluluk hallerinden bahsedilmiş.
Buna göre, belge veya bilgileri e-sigorta ortamında göndermekle zorunlu tutulan kişiler, SGK’nın bilgi işlem sistemlerinin hizmet dışı kalması sonucu belge ve bilgiyi, öngörülen sürenin son gününde gönderememesi ve muhteviyatı primleri de yasal süresi içinde ödeyememesi hâlinde, sorunların ortadan kalktığı tarihi takip eden beşinci işgününün sonuna kadar belge veya bilgiyi gönderir ve muhteviyatı primleri de aynı sürede öder ise bu yükümlülükleri öngörülen sürede yerine getirmiş kabul ediliyor.
İşverenin Sisteminde Sıkıntı Olursa
SGK’ nın merkezi bilgisayar sisteminde bir arıza olmamasına rağmen, işverenin işyeri dosyasının veya sigortalının ikametgâhının bulunduğu bölge, il, ilçe veya mahalde:
a) Kurumun hizmet satın aldığı internet servis sağlayıcılarında meydana gelen arızalar,
b) Elektrik ve iletişim alt yapısında meydana gelen arızalar,
c)Yangın, yıldırım, infilak ve benzeri olaylar sonucu meydana gelen ve işlem yapmayı engelleyici durumlar,
ç) Sel veya su baskını, fırtına, yer kayması, deprem gibi tabi afetler ile grev, lokavt, sabotaj, terör saldırıları, nedeniyle sıkıntı olursa yine yükümlülüklerin ertelenmesi söz konusu.
Bu durumların Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünce tespit edilmesi ve bu hususunda SGK Başkanlık Makamınca uygun görülmesi halinde yükümlülükler sorunların ortadan kalktığı tarihi takip eden beşinci işgününün sonuna kadar yerine getirilirse Kanunda öngörülen sürede yerine getirilmiş sayılıyor. Mehmet Bulut
6183 Sayılı AATUHK Bağlamında Limited Şirketlerde Pay Devri
Limited şirketlerde pay devri ortaklar tarafından noter huzurunda yapılması zorunludur. Pay devirlerinin noterler tarafından ilgili vergi dairesine posta ile yollanarak pay devir eden eski ortağın ve yeni pay alarak gelen ortağın devir sözleşmesi ilgili şirketin vergi dairesindeki tarh işlem dosyasında saklanır(1). Böylece pay devirleri ilgili limited şirketin vergi dairesindeki dosyasında da bu şekilde takibi yapılabilmektedir. Vergi daireleri limited şirketlerdeki ortaklık değişimlerini resmi bir yazı yazarak yerel ticaret odası ticaret sicil memurluklarından da sorup son pay durumunu isteyebilirler. Böylelikle, en son pay durumu ticaret sicilden gelen yazıya göre tescil edilmiş olan ortaklar belirlenmektedir(2).
II- LİMİTED ŞİRKETLERDE PAY DEVRİ USULÜ
Bir yargı kararında, limited şirketteki paylarını devretmiş bir ortak noterden yaptığı hisse devrinin ticaret sicilinde tescil edilmesi halinde bu durum gazetede ilan edilmese dahi hüküm ifade edeceği ve pay devrinin yeterli olacağına karar verilmiştir. Bir diğer ifade ile, hisse devri noterden yapılmış ise bu durumun kafi olacağı ve ticaret sicil gazetesi ilanı gerekmeyeceği yeterli bulunmuştur(3).
Yasal düzenleme gereği limited şirket pay devirlerinin TTK’nın 519. madde hükümleri uyarınca bu defter tutulmalı ve tasdiki mecburi olan defterler olup, bir kez tasdik ettirilerek bitesiye kadar kullanılabilecek defterlerdir.
Limited şirketlerde paylar hakkında bir pay defteri tutulması gereklidir. Bu defterde ortakların isim ve soyadları ve pay miktarları gösterilmelidir. Ayrıca pay miktarlarından gerçekleştirilen ödemeler ile payların devir ve intikali ile ilgili konularda varsa diğer değişikliklerde bu defterde mutlak surette gösterilmelidir.
Her takvim yılı başında ticaret sicil memuruna, ortakların ad ve soyadlarını, her ortağın koymayı taahhüt ettiği sermaye miktarını ve buna mahsuben ödediği kısmı gösterir ve müdürler tarafından imzalanmış bir liste verilir. Son listenin tevdi tarihinden itibaren herhangi bir değişiklik olmamışsa liste verilmez. Yalnız bir değişiklik olmadığı dilekçe ile bildirilir.
Pay defterinin ve listelerin kusurlu ve noksan tutulması veya verilen malumatın yanlış olması yüzünden husule gelecek zarardan, müdürler şahsen ve müteselsilen mesuldürler.
Limited şirketlerde payların intikali konusu devir veya miras, karı-koca mallarının idaresi şeklinde iki bölümde değerlendirilmektedir(4).
III- PAY DEVRİ NOTER HUZURUNDA GERÇEKLEŞTİRİLMELİDİR
Bir payın devri limited şirket hakkında ancak şirkete yazılı bildirilmek ve pay defterine işlettirilmek koşulları ile ancak hüküm ifade etmektedir. Limited şirket pay devir konusunun pay defterine yazılabilmesi için ortaklardan en az 3/4’ünün işbu pay devrine izin vermesi ve bunların esas sermayesinin en az 3/4’üne sahip olmaları zorunludur. Öte yandan, ortağın koymayı taahhüt ettiği sermaye, ayın olduğu takdirde bu payın şirketin kuruluşunu takip eden üç sene içerisinde bir başka gerçek veya tüzel kişiye devri olanaksızdır. Limited şirket ana sözleşmesi payların devrini yasaklayıcı veya yukarıda belirtilen koşullardan daha da ağır koşullar getireceği hükümler içerebilir.
Limited şirket payının devri veya devir taahhüdü konularındaki sözleşmeler yazılı olarak yapılabilir ve imzası noterce tasdik ettirilmiş olmadıkça ilgililer arasında dahi hüküm ifade etmeyebilecektir.
Öte yandan, bir limited şirket payının miras sonucunda veya karı-koca mallarının idaresine ait hususlar gereğince elde edilebilmesi için, ortakların, iznine gerek bulunmamaktadır. Limited şirket ana sözleşmesinde aksine bir madde varsa ortaklar, limited şirket payını gerçek değer üzerinden satın alacak, üçüncü bir şahsı göstermedikçe izinden çekilemezler. İlgililer izin için şirkete başvurduğu tarihten itibaren 30 gün içerisinde üçüncü kişiler gösterilmediği takdirde izin verilmiş olarak kabul edilecektir(5).
Limited şirket pay defteri her yıl tasdike tabi defterlerden değildir. Açılış tasdikini izleyen yıllardan sonra da defter, sayfaları bitene kadar kullanılabilir. Ancak defterin sayfalarının dolmasından sonra tekrar bir ikinci defterin açılış tasdikinin yaptırılması gerekmektedir(6).
Limited şirkette pay devri, yazılı bir devir sözleşmesi ile yapılması zorunludur. Hisse devir sözleşmesindeki imzaların notere tasdik ettirilmesi de ayrı bir zorunluluktur. Devir, bu şekil şartlarına uyulmadığı sürece geçerli değildir. Devir sözleşmesinin şirkete karşı hüküm ifade etmesi için ayrıca şirkete bildirilmesi ve ortaklar kurulu tarafından devre muvafakat edilerek devrin pay defterine işlenmesi zorunludur. Noter tarafından pay devir mukavelesinin bir nüshası şirketin bağlı olduğu vergi dairesi müdürüne taahhütlü olarak yollanmaktadır. Devrin pay defterine kaydedilebilmesi için ortaklar kurulu toplantısında, ortaklardan en az dörtte üçünün devre muvafakat etmesi ve bunların da esas sermayenin en az dörtte üçüne sahip olması gerekir. Ortaklar muvafakat edinceye kadar geçen sürede ve/veya ortaklar muvafakat vermedikleri takdirde, payı devralan kişi şirkete karşı ortak sıfatını elde edemez. Ortak sıfatı ancak pay defterine kayıtla elde edilebilir.
Limited şirketlerde payın kısmen veya tamamen bir üçüncü şahsa veya bir diğer ortağa devri, ana sözleşme değişikliğini gerektirmez. Ancak pay devrine muvafakat eden ve pay sahiplerini yeni durumu ile gösteren ortaklar kurulu kararının ticaret siciline tescili gerekmektedir. Tescil edilen bu hususun ilanı ise devir keyfiyetinin üçüncü şahıslara duyurulması bakımından önem taşımaktadır. Özellikle ortaklar yönünden vergi dairesi ile ilgili borç problemlerinde vergi yargısı ödeme emri ile ilgili davalarda pay devrinin gazete ilanı konusuna önem vermektedir. Pay devri yapan ortağın şirketin vergi borçlarından sorumluluğu ile ilgili tarihlerin belirlenmesinde Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi ve ilanı önem taşımaktadır(7).
Ayrıca, limited şirket ortakları tarafından her takvim yılının ocak ayı içerisinde ticaret sicil memuruna, ortakların ad ve soyadlarını, her ortağın koymayı taahhüt ettiği sermaye miktarını ve buna mahsuben ödediği kısmı gösterir ve müdürler tarafından imzalı bir liste verilmesi zorunludur. Son listenin verilmesinden sonra herhangi bir değişiklik olmamışsa, yeniden bir liste vermeye gerek yoktur. Bu durumda, ocak ayı içerisinde listede herhangi bir değişiklik olmadığını belirten bir dilekçenin verilmesi yeterlidir.
VI- LİMİTED ŞİREKT PAY DEVİRLERİ HAKKINDA MALİYE ÖZELGESİ
Diğer taraftan, Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından, İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığına verilen bir yazıda(8) limited şirketlerde pay devri konusunda yeni bir açılım getirilmiş bulunmaktadır. Buna göre;
“Bu itibarla, limited şirket ortaklarının paylarının devri için ticaret sicilinde tescil ve ticaret gazetesinde ilan esas olmakla birlikte, tescil ve ilanın yapılmaması halinde, devre ilişkin devir sözleşmesinin ve bu pay devrinin ortaklar kurulu kararıyla uygun bulunduğunun pay defterine kaydedilmiş olması halinde de pay devredilebilmektedir.
Diğer taraftan, TTK’nın 520. maddesinin 5. fıkrasında yer alan “Payın devri veya devir vaadi hakkındaki mukavele yazılı şekilde yapılmış ve imzası noterce tasdik ettirilmiş olmadıkça ilgililer arasında dahi, hüküm ifade etmez” hükmü vergi dairesine gönderilmesi üzerine sözleşmelerin şirketin tarh dosyasına konularak kamu alacaklarının takibinde göz önünde bulundurulması ve ayrıca devrin pay devrine kaydedilip kaydedilmediğinin de araştırılması gerekmektedir.”
şeklinde bir görüş verilerek limited şirketler bakımından hisse devirlerinde yeni bir bakış açısı ve açılım getirilmiştir. Böylece, limited şirketlerde pay devirlerinde “pay defterinin”de aranacağı ve bu deftere pay devri konusunun işlenip işlenmediği konuları da ayrıca araştırılacaktır.
Öte yandan, Danıştay 3. Dairesi tarafından verilen 21.04.2008 tarih ve E. 2007/4952, K. 2008/1270 sayılı kararda, limited şirkette payını devreden ortağın şirketten ayrıldığı tarihten önceki dönemlere ait olsa da şirket borcundan dolayı takip edilemeyeceğine ilişkin bir karar verilmiştir(9). (Bkz. Resmi Gazete 26.07.2008 tarih ve 26948 sayı.)
V- SONUÇ
Görüldüğü üzere, limited şirketlerdeki pay devri anonim şirketler kıyasen daha zor ve maliyetli bir işlemdir. Anonim şirketlerde pay devri şirket merkezinde standart A4 formatında bir kağıt üzerinde devir alan ve devir eden tarafların müştereken imzalayacakları bir sözleşme ile mümkün olmaktadır. Oysa ki limited şirketlerde pay devri önceden alınan iki nüsha karar ve noter de düzenlenen pay devir sözleşmesi ile mümkün olmaktadır. Bu pay devir sözleşmesi ayrıca on beş gün içerisinde ilgili ticaret sicil memurluğuna tescil ve ilan ettirilerek işlem sonuçlandırılır.
Özellikle vergi dairelerinde 6183 sayılı Amme Alacakları Kanun’u uygulaması sırasında şirket ortaklığından çıkış konusunda pay devir sözleşmesi ve bunun ilanı istenilmektedir. Öte yandan pay devri yapılmış fakat ilan gazetesinin bulunmaması durumunda şirket karar defteri, ortaklık pay defterindeki devir kayıtları da vergi daireleri tarafından istenilen yeterli görülebilecek evraklar arasındadır(10).
(1) TTK md. 515.
(2) Limited şirketlerdeki pay devri noterde yapılmalıdır. Aksi takdirde hüküm ifade etmez. Noter yapmış olduğu pay devirlerini şirketin bağlı bulunduğu vergi dairesine taahhütlü olarak bildirmek zorundadır. Özellikle, 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesi hükmü gereğince bu durum önem taşımaktadır. 6183 sayılı Kanun’un mük. 35 maddesi 5766 sayılı yasanın geçici 1. maddesi ile değiştirilmiştir. Bu değişiklik 6.6.2008 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Fakat bu madde hükmü bilahare Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. 14.05.2011 tarihli RG’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 28.04.2011 gün ve E:2009/39 sayılı kararında; “04.06.2008 günlü, 5766 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun geçici 1. maddesi 28.04.2012 günlü E:2009/39-K:2011/68 sayılı kararla iptal edildiğinden, bu maddenin, uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına, 28.04.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi” hükmü yer almaktadır.
(3) İzmir 2. Vergi Mahkemesi kararı, 27.04.2012 tarih ve E:2011/2068-K:2012/388 sayılı Kararı.
(4) Bkz. TTK md. 519-523
(5) Bumin DOĞRUSÖZ, “Limited Şirketlerde Pay Devri”, Referans Gazetesi, 29.01.2009
(6) Rüknettin KUMKALE, Sermaye Şirketleri Rehberi, 3. Baskı, Alfa Yayınları, İstanbul 2000, s.106
(7) Mustafa ALPASLAN – Mustafa SAKAL, Vergi Hukuku Uygulaması, Cilt I, Ocak 2008, Grafmat Basım, Pay Devri Yapan Eski Şirket Ortağına, Şirket Borcu Nedeniyle İhtiyati Haciz Uygulanarak, Özel Otosuna, Özel Banka Hesaplarına Haciz Yürütülemez -1, s. 301.
(8) Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı’nın, İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığına yolladığı 4.1.2007 gün ve B.07.1.GİB.0.05.71/7176-150 000124 sayılı yazıları.
(9) 06.06.2008 tarihinde yapılan bir düzenleme ile 6183 sayılı Kanun’un 35. maddesinde bir değişiklik yapılmış olup, buna göre limited şirketlerde pay devri yapan eski ortaklarda pay devrinden sonraki borçlardan sorumlu olacakları yönünde bir düzenleme yapılmıştır. Bu düzenleme 5766 sayılı Kanun’un 3. madde hükmü ile getirilmiştir. Bize göre, hukuki yönden geçerliliği tartışma konusu yapılan bu madde hükmü isabetli değildir. Söz konusu madde hükmünün Anayasa’ya uyarlılığı tartışılmaktadır. Bize göre, pay devri yapan ortak artık pay devir ettiği tarihten sonraki borçlarından sorumlu olamaz. Konuyla ilgili yüksek mahkeme Danıştay’ın bu yönde pek çok kararı bulunmaktadır.
(10) Mustafa ALPASLAN – Eda KAYA – Nazlı Gaye ALPASLAN, Vergi ve Diğer Kamu Alacaklarının Takibinde Ödeme Emri, Met Matbaacılık AŞ., Ekim, 2017, s. 97-104.
Kaynak:Av. Nazlı Gaye Alpaslan Güven
Vergi Uygulamasında Mücbir Sebepler
Mücbir sebepler 213 sayılı VUK’un 13. maddesinde düzenlenen ve mükelleflere belli özel durumların varlığı halinde sürelerin işlemesini durduran nedenlerdir. Mücbir sebep hali herkesçe bilinen nitelikte olabileceği gibi bazı hallerde böyle bir durumu ispat açısından ilgiyle görev yüklemektedir. Mücbir sebep, ceza kesilmesini ortadan kaldırır, vergiyi, gecikme faizini ya da geçmişte tahakkuk ettirildiği halde ödenmemiş olan vergiler, gecikme zamları veya mücbir sebep öncesi kesilmiş olan cezaları etkilemez.
Mücbir sebep, genel olarak kişilerin iradesi dışında meydana gelen öngörülmeyen ve öngörülemeyen veya öngörülse dahi her türlü imkan ve araca rağmen önlenemeyen olaylar olarak nitelendirilebilir. Mücbir sebep dışsal karakterli olup, mükellef açısından kusurluluğu ortadan kaldırır. Mücbir sebeplerle karşı karşıya kalan kişi bu olaylardan kaynaklanan çok ciddi sıkıntılar hatta çoğu zaman imkansızlıklar içine düşebilir([1]).
Mücbir sebebin en belirgin özelliği, kişinin iradesi dışında meydana gelen kaçınılamaz ve karşı konulamaz bir olay olmasıdır. Danıştay’a göre, mücbir sebepler, “insanın iradesi ve ihtiyarı dışında meydana gelen tesadüfi olaylardır.” Bu olayların meydana gelmelerinden önce bilinmeleri mümkün olmadığı gibi, meydana geldikleri zamanda giderilmeleri de ilgilinin iradesine bağlı değildir. Mücbir sebebin vergiye ilişkin ödevlerin yerine getirilmesini engelleyecek nitelik ve ağırlıkta olması gerekir([2]).
Mücbir sebebin yanı sıra mücbir sebep benzeri hallerin de varlığı söz konusudur. Bu haller; zor durum, beklenmeyen olay ve ölüm hallerdir. Zor durum ve beklenmeyen hal mücbir sebep ile benzerlikler göstermesine karşın, mücbir sebebin ihtiva ettiği unsurları taşımazlar. Her mücbir sebep, başlı başına bir beklenmeyen olaydır. Doğal afetler, ilgili kimsenin tutukluluk hali, ağır kaza ve hastalık, yangın gibi olaylar birer beklenmeyen olaydır. Ancak her beklenmeyen olay bir mücbir sebep olarak nitelendirilemez. Zor durum ise, kişinin vergilendirme ile ilgili ödevlerini ifa etmesine engel olabilecek türlü hadiseler olabilir. Mücbir sebep, doğrudan vergi mükellefini etkiler([3]). Bir başka deyişle mücbir sebebin etkileri doğrudan mükellefe yöneliktir. Zor durumun ise böyle bir özelliği olmayabilir. Vergi mükellefini değil ama onun yakınlarını etkileyen bir hadise, vergi mükellefinin de ödevlerini yerine getirmesini engelleyebilir. Ancak bu durumda vergi idaresinin takdir yetkisi önem kazanmaktadır. Vergi idaresi, zor durum halini ve bu hal nedeni ile vergilendirme ile ilgili ödevlerin sürelerinin uzayacağını takdir etme yetkisini haizdir. Doğal olarak bu durumun ilgili kimse tarafından ispat edilmesi şarttır([4]).
II- KAVRAMSAL OLARAK MÜCBİR SEBEP
Mücbir sebep, bir hakkın kullanılmasını, bir borcun ya da ödevin yerine getirilmesini engelleyen, önceden bilinmesi ve önlenmesi mümkün olmayan her türlü olaydır. Ayrıca, çeşitli hukuk dallarının ortak kavramıdır. Süresi içinde bir mücbir sebep ya da beklenmeyen hal nedeniyle kullanılmamış olan hakkın kullanılabilmesi hukukun genel ilkelerindendir([5]).
Mücbir sebep, kolayca kestirileceği gibi, vergi hukukunda da uygulama alanı bulan geçerli bir kavramdır. Bu sebeple VUK’un 13-17. maddeleri arasında mücbir sebep vergi uygulaması açısından, oldukça yetersiz düzeyde düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu düzenlemeye göre, mücbir sebebin meydana gelmesi halinde vergisel ödev ve işlemler durmakta ve süreler işlememektedir([6]).
Diğer yandan mücbir sebep, hukukun değişik alanlarında kullanılan bir kavram olduğundan, yapılacak bir tanımlamanın bütün hukuk dallarını kapsaması gerekeceğinden, böyle bir tanımlama yapmanın imkansız olduğu da ifade edilmektedir. Bununla birlikte mücbir sebebin en belirgin özellikleri kişilerin iradesi dışında meydana gelmesi, kaçınılamaz ve karşı konulamaz bir olayın vuku bulmasıdır([7]).
Mevzuatta mücbir sebep kavramının kesin bir tanımının yapılmayıp, mücbir sebep sayılacak hallere örnek verilmiş olması ise, belirli nitelikteki olayların önceden mutlak bir şekilde mücbir sebep olarak kabul edilmesinin söz konusu olamayacağındandır. Dolayısı ile her bir olay, kendi koşulları ve özellikleri içinde ayrı ayrı değerlendirilmek durumundadır([8]).
Ağır hastalık ve ağır kaza halleri, afet halleri, mecburi gaybubet, yükümlünün yasal defter ve belgeleri üzerinde tasarruftan yoksun kalması gibi haller mücbir sebep olarak kabul edilmektedir. İşte bu mücbir sebeplerin varlığı sonucunda vergi mükellef ve sorumlularının ödevlerini ifa edemiyor olmaları, bu durumda olan kimselere ödevleri yerine getirme konusunda kolaylık sağlanmasını gerekli kılmaktadır.
Yapılan bu açıklamalar doğrultusunda mücbir sebepleri genel olarak, mükellefin kusuru olmaksızın gerçekleşen, öngörülebilmesi ve önlenebilmesi imkansız olan ve aynı zamanda da mükellefin, vergilendirme ile ilgili ödevlerini yerine getirmesine engel olabilecek vasıftaki her türlü olay olarak ifade edebiliriz.
III- MÜCBİR SEBEP DURUMLARI NELERDİR?
213 sayılı VUK’da mücbir sebebin tanımı yer almamakla birlikte mücbir sebep sayılabilecek bazı hallere örnek verilmektedir([9]). Buna göre mücbir sebep;
1- Vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine getirilmesine engel olacak derecede ağır kaza, ağır hastalık ve tutukluluk([10]),
2- Vergi ödevlerinin yerine getirilmesine engel olacak yangın, yer sarsıntısı ve su basması gibi afetler,
3- Kişinin iradesi dışında vukua gelen mecburi gaybubetler (rehin alınma gibi),
4- Sahibinin iradesi dışındaki sebeplerle defter ve vesikaların elinden çıkmış bulunması,
gibi hallerdir.
Yasa hükümlerinden anlaşılacağı üzere, kanun mücbir sebep sayılan halleri 4 durumla sınırlı tutmamış sonunda yer verildiği “gibi haller” ifadesiyle bu sayılanlar dışında ortaya çıkan olaylarda mücbir sebep olarak değerlendirilebilmektedir([11]).
Mücbir sebebin genel tarafından bilinmesi durumunda mükelleflerce ayrıca ispat ve tevsikine gerek yoktur. Ancak, mükellef nezdinde meydana gelen büyük ölçüde mükellef tarafından bilinen mücbir sebeplerin vergi dairesi veya yargı organına karşı ispat ve belgelenmesi gerekmektedir.
IV- MÜCBİR SEBEP HALİNDE İSPAT YÜKÜ KİME AİTTİR?
Bilindiği gibi, “Herkesin iddiasını ispat etmekle yükümlü olması” genel bir hukuk kuralı olduğuna göre, mücbir sebebin ispat yükümlülüğü de “ilgiliye” aittir. İlgili vergi mükellefi olacağı gibi, vergi sorumlusu da olabilir. Nitekim VUK’un 15. maddesinin 2. fıkrası hükmü gereği, mücbir sebebin ilgililer tarafından ispat ve tevsik edilmesi gerekmektedir. Fakat bir büyük depremde mücbir sebebin ispat ve belgelendirilmesine gerek yoktur. Nitekim 1999 tarihinde Marmara Bölgesini sarsan büyük depremde Maliye Bakanlığı yayımladığı 277 Seri No.lu VUK GT([12]) ile bu afeti, VUK’un 13. maddesi gereğince, “mücbir sebep hali” olarak kabul ve ilan edilmiştir. Bu durumda ilgililere, ispat yükü düşmemektedir.
V- MÜCBİR SEBEP VERGİYİ DOĞURAN OLAYI ETKİLER Mİ?
Mücbir sebep vergiyi doğuran olayı etkilemez. Sadece, vergi alacağının doğması üzerine mükellefçe yerine getirilecek vergileme ile ilgili görevlerin süresini uzatmaktadır([13]).
Örneğin, Gayrimenkul Sermaye İradı yönünden Gelir Vergisi mükellefi olan Bay(A), 2007 Takvim yılı boyunca tahsil etmesi gereken kira gelirini tahsil edememiş dahi olsa bu gelir, 2007 Takvim yılının geliri olarak vergilendirilir. Bay (A)’nın söz konusu tahsilatı 2008 Takvim yılında yapmış olması bu durumu değiştirmez([14]).
VI- MÜCBİR SEBEP HALİNİN VERGİNİN TARHINA ETKİSİ NEDİR?
Verginin tarhının, vergi alacağının kanunlarında gösterilen matrah ve nispetler üzerinden vergi dairesi tarafından hesaplanarak bu alacağı miktar itibariyle tespit eden idari muamele olduğu, VUK’un 20. maddesi hükmüdür. Yine VUK’un “Re’sen Vergi Tarhiyatı” konusunun ele alındığı 30. maddesi uyarınca re’sen tarhiyat; vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanunî ölçülere dayanılarak tespitine imkân bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı üzerinden vergi tarh olunmasıdır. Vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitinin mümkün olmadığı durumlarda ilgili dönem vergi matrahları re’sen tarh edilmektedir.
Mücbir sebep vergilendirme ile ilgili sürelerin uzamasına imkan sağlarken, verginin tarhı yönünden durum daha farklıdır. Örneğin yangın nedeni ile sahibinin rızası dışında kanuni defterlerinin elden çıkmış olması, “zayi belgesi”nin varlığı halinde ceza kesilmesini önlemekte, ancak yukarıda bahsi geçen VUK’un 30. maddesi gereğince ilgili dönem vergi matrahı re’sen tarhı gerekmektedir. Zira her ne sebeple olursa olsun, kanuni defter ve belgelerin elden çıkmış olması halinde vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmamaktadır.
VII- MÜCBİR SEBEP HALİNİN TARH ZAMANAŞIMI UYGULAMALARINA ETKİLERİ
Mücbir sebep halinin zamanaşımı uygulamalarına olan etkisi, tarh ve ceza zamanaşımı açısından farklılık göstermektedir.
A- TARH ZAMANAŞIMI AÇISINDAN
Tarh zamanaşımı mevzuusu, VUK’un 114. maddesi ile düzenlenmiştir. Buna göre: “Vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlayarak beş yıl içinde tarh ve mükellefe tebliğ edilmeyen vergiler zamanaşımına uğrar.”
VUK’un 15. maddesi ise, 13. maddede yazılı mücbir sebeplerden herhangi birinin varlığı halinde, bu sebep ortadan kalkıncaya kadar sürelerin işlemeyeceğine ve bu durumda tarh zamanaşımının duracağına ilişkin düzenlemeler ihtiva etmektedir.
Örneğin, 22.11.2007 tarihinde, Kurumlar Vergisi mükellefi (X) Limited Şirketinin ticari ikametgâhının bulunduğu iş merkezinde çıkan yangının etkilerinin 30.11.2007 Tarihinde son bulduğunu varsayacak olursak bu durumda, vergi kanunlarında belirtilen süreler, VUK’un 15. maddesi gereğince 22-30 Kasım tarihleri arasında 8 gün süre boyunca ilgili mükellef açısından işlemeyecektir. Bununla birlikte, 2007 takvim yılı için 31.12.2012 Tarihinde sona erecek olan tarh zamanaşımının, 8 gün uzayarak 08.01.2013 Tarihinde tamamlanacak olması da yine VUK’un 15. maddesinin bir gereğidir.
B- CEZA ZAMANAŞIMI AÇISINDAN
VUK’un 374. maddesi “Ceza Kesmede zamanaşımı”nı düzenlemektedir. Söz konusu madde, aşağıda yer alan sürelerin geçmesinden sonra ceza kesilmeyeceğini ifade etmektedir:
“1) Vergi ziyaı cezasında cezanın bağlı olduğu vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın birinci gününden; 353. ve mükerrer 355. maddeler uyarınca kesilecek usulsüzlük cezalarında, usulsüzlüğün yapıldığı yılı takip eden yılın birinci gününden başlayarak 5 yıl([15])
2) Usulsüzlükte, usulsüzlüğün yapıldığı yılı takip eden yılın birinci gününden başlayarak 2 yıl;
Ancak 336. madde hükmüne göre vergi ziyaı cezası ile usulsüzlüğün birleşmesi halinde kesilecek ceza, vergi ziyaı cezası için belli edilen zamanaşımı süresi içinde kesilir. Bu süreler içinde ceza ihbarnamesi tebliğ edilmekle zamanaşımı kesilmiş olur.”([16])
Mücbir sebep nedeni ile işlemeyen sürelerin tarh zaman aşımı süresine ilave edilmesinin gerekliliği, VUK’un 15. maddesi ile hüküm altına alınmışken, ceza zamanaşımı açısından böyle bir durum söz konusu değildir. Bir başka anlatımla, mücbir sebep nedeni ile işlemeyen süreler de ceza zamanaşımı süresine dahildir.
Ceza zamanaşımını kesen tek durum, ceza kesme zamanaşımı süresi içerisinde ilgiliye ceza ihbarnamesinin tebliği edilmiş olmasıdır.
VIII- MÜCBİR SEBEP HALİNİN VERGİ CEZALARINA ETKİSİ
Mücbir sebep halinin, vergi cezalarına olan etkisi, VUK’un 373. maddesi ile düzenlenmiş bulunmaktadır. Anılan madde hükmüne göre; “Bu kanunda yazılı mücbir sebeplerden herhangi birinin vukua geldiği malum ise veya tevsik ve ispat olunursa vergi cezası kesilmez.”([17])
Cezanın kesilmemesi için VUK’da açık olarak belirtilmiş olan mücbir sebep hallerinin varlığı şarttır. Bununla birlikte mücbir sebebin, vergi ödevinin normal süresi içerisinde yerine getirilmemiş olması nedeni ile VUK uyarınca kesilecek olan cezayı önlediği ve mücbir sebep halinde suçun teşekkül etmemiş olduğu, diğer yandan da, mücbir sebebin etkilemediği veya mücbir sebep halinin devam süresi dışında yapılmış olan kanuna aykırı fiillerin gerektirdiği cezaların, normal şekilde kesileceği ifade edilmektedir([18]).
Kanun koyucunun, mücbir sebep halinin vergi cezalarının kesilemeyeceği yönündeki düzenlemesi, “vergi ziyaı” cezası ile ilgilidir. VUK’da çok açık olarak belirtilmiş olan bu emir doğrultusunda vergi idaresi de 1991/4 Sıra No.lu KDV İç Genelgesi ile, “Mükelleflerce defter ve belgelerin zayi olduğu hususunda mahkeme kararı ibrazı halinde, VUK’un 373. maddesi uyarınca ceza uygulanmayacaktır.” şeklinde açıklama yapmıştır([19]).
Yukarıda yer alan açıklamalar doğrultusunda, VUK’da açık olarak belirtilmiş bir mücbir sebebin varlığı halinde, aynı Kanun’un 341. maddesinde yer alan “Vergi Ziyaı” cezası ve 352-353. maddelerinde yer alan özel usulsüzlük cezaları kesilmeyecektir.
Örneğin yangın nedeni ile defter ve belgeleri zayi olan kimsenin, defter ve belgelerini vergi incelemeye yetkili olan kimselere ibraz edememesi ve bu durumunu da tevsik etmesi halinde kendisine ceza kesilmeyecektir. Bu konu ile ilgili olarak Danıştay’ın vermiş olduğu bir kararda; “Yükümlünün defter ve belgelerinin yandığı hususu itfaiye raporu ve mahkeme kararı ile tespit edilmiş olup olayda mücbir sebep bulunduğundan, indirimlerin kabul edilmemesi suretiyle yapılan tarhiyata ceza uygulanmayacağına” hükmetmiştir([20]).
IX- MÜCBİR SEBEP HALİNİN VERGİ CEZALARINI ÖDEME SÜRELERİNE ETKİSİ
Mücbir sebebin ortaya çıkmasından önce kesilmiş olan vergi cezalarının ödeme vadelerinin, mücbir sebebin varlığının belli olduğu döneme rastlaması durumunda bu cezaların ödeme süreleri de, mücbir sebebin sona erdiği tarihe kadar işlemeyecektir.
X- MÜCBİR SEBEBİN İDARİ YARGILAMA USULÜ KANUNUNU’NDA YER ALAN DAVA AÇMA SÜRELERİNE ETKİSİ
Vergi mükellefi ile vergi idaresi arasında ortaya çıkan ve idari yollardan da çözümlenemeyen uyuşmazlıklarda, uyuşmazlığın çözümünü sağlamak ve hak aramak maksadı ile vergi mahkemesinde dava açılması mümkündür. Bununla birlikte, bu hakkın kullanılabilmesi için ilgililerin yargı merciine belli bir süre içinde başvurmaları gerekir([21]).
XI- MÜCBİR SEBEP HALİ VE DAVA AÇMA SÜRESİ
Danıştay’ın yukarıda örneklerini verdiğimiz genel görüşü, mücbir sebep halinin, idari yargıya başvuru sürelerini durdurmayacağı yönündedir. Yüksek mahkeme, öteden beri bu konu ile ilgili olarak kendisine intikal eden uyuşmazlıklarla ilgili olarak bu doğrultuda kararlar vermiştir([22]).
Vergi yargısının temel kaynağı durumunda olan İYUK’da, VUK’un mücbir sebep halini tanımlayan düzenlemeleri ile ilgili her hangi bir hükmü bulunmamaktadır. Vergi yargısında VUK’un mücbir sebebi düzenleyen hükümlerinin geçerliliği konusunda bir sonuca ulaşabilmek için, bu hükümlerin vergi yargısıyla olan ilişkisinin ortaya konması gerekmektedir. İYUK’da hüküm bulunmayan konularda, İYUK’un 31. maddesindeki atıf gereği Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu(HUMK)([23]) uygulanacaktır. Vergi davalarında HUMK’nın uygulanacağı haller, İYUK’un yine 31. maddesinde sayılmıştır. Maddenin son cümlesinde ise, HUMK’na atıfta bulunulan haller saklı kalmak kaydı ile VUK’un ilgili hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiştir.
Mücbir sebep halinin idari dava açma sürelerini durduracağı yönündeki görüşlerin dayanak noktası, Vergi yargısında, İYUK ve HUMK’da hüküm bulunmayan durumlarda VUK’un uygulanacağıdır. Bu anlamda mücbir sebep halinin sadece mükellefin ödevleri ile ilgili süreleri değil, İYUK’da VUK’a yapılan atıf nedeni ile dava açma sürelerini de durduracağı savunulmaktadır. Zira, Danıştay kararlarına hakim olan ve mücbir sebep halinin vergi yargısında geçersiz olduğunu savunan görüş, VUK’un konuya ilişkin hükümlerini dar anlamda yorumlamaktadır. Ayrıca “mücbir sebepler dolayısıyla elde edilemeyen bir belgenin kararın verilmesinden sonra ele geçirilmiş olması”nın yargılamanın yenilenmesi nedeni olduğu, mücbir sebeplerin deliller açısından kabul ediliyorken, süre açısından kabul edilmemesi ve olağan yargı yolu için kabul edilmeyip, olağanüstü bir yargı yolu olan yargılamanın yenilenmesi için kabul edilmesinin bir çelişki olduğu da ifade edilmektedir([24]).
Diğer yandan da Danıştay’ın, hukuki ve fiili engellerin, özelliklede doğal afet gibi kişilerin iradeleriyle değiştiremeyecekleri veya önleyemeyecekleri mücbir sebep hallerinin, dava açma süresini uzatan veya işlemesini durduran sebepler olarak kabul edilmesi gerektiğine ilişkin görüşlerinin de ağırlık kazandığı düşünülmektedir([25]).
Nitekim Danıştay’ca; “Danıştay’ın, kanunda öngörülmemiş olmasına rağmen, çok ağır maddi ve hukuki engellerin varlığı halinde, dava süresinin uzayacağını veya işlemeyeceğini kabul suretiyle, kanunda öngörülen süreden sonra açılmış davaların esası hakkında kararlar verdiği, kişilerin iradeleriyle değiştiremeyecekleri veya önleyemeyecekleri durumlarda mücbir sebep halinin nazara alınmayarak dava açma süresinin işlediğini kabul etmenin haklı bir nedeni olamayacağını ve doğal afet gibi kişilerin iradeleri ile değiştiremeyecekleri veya önleyemeyecekleri durumlarda mücbir sebep halinin göz önünde bulundurulması ve mücbir sebebin ortadan kalkmasından sonraki makul sürede açılan davaların esasının incelenerek karara bağlanması gerektiği” şeklinde karar verilmiştir([26]).
Özellikle mücbir sebepler dolayısıyla elde edilemeyen bir belgenin, kararın verilmesinden sonra ele geçirilmiş olmasının, hukuk sistemimizde yargılamanın yenilenme sebebi olarak kabul ediliyor olması ve kişilerin tamamen iradeleri dışında vuku bulan mücbir sebep hallerinin, kişilerin hak arama hürriyetlerini net bir şekilde kısıtlayabileceği ve bu durumunda genel hukuk prensiplerine aykırı olduğu göz önüne alındığında, mücbir sebep halinin idari dava açma sürelerini durduracağı sonucuna ulaşabiliriz.
XII- MÜCBİR SEBEP HALİNİN UZLAŞMA MÜESSESESİ VE UZLAŞMA SÜRELERİNE ETKİSİ
213 sayılı VUK’un Ek 1. maddesi uyarınca, “Mükellef tarafından, ikmalen, re’sen veya idarece tarh edilen vergilerle bunlara ilişkin vergi ziyaı cezalarının (344. maddenin üçüncü fıkrası uyarınca vergi ziyaı cezası kesilen tarhiyata ilişkin vergi ve ceza hariç) tahakkuk edecek miktarları konusunda vergi ziyaına sebebiyet verilmesinin kanun hükümlerine yeterince nüfuz edememekten ya da 369. maddede yazılı yanılmadan kaynaklandığının veya bu Kanun’un 116, 117 ve 118. maddelerinde yazılı vergi hataları ile bunun dışında her türlü maddi hata bulunduğunun veya yargı kararları ile idarenin ihtilaf konusu olayda görüş farklılığının olduğunun ileri sürülmesi durumunda, idare bu bölümde yer alan hükümler çerçevesinde mükellefler ile uzlaşabilir. Uzlaşma konusu verginin matrah farkları itibariyle bölünebildiği durumlarda uzlaşma sadece toplam matrah farkının bu bölümüne isabet eden vergi kısmı için de yapılabilir. Uzlaşma talebi vergi ihbarnamesinin tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde yapılır. Uzlaşmanın vaki olmaması veya temin edilememesi halinde yeniden uzlaşma talebinde bulunulamaz. Uzlaşmanın vaki olmadığına dair tutanağa idarenin nihai teklifi yazılır. Mükellef dava açma süresinin sonuna kadar teklif edilen vergi ve cezayı kabul ettiğini yazılı olarak bildirirse bu takdirde uzlaşma sağlanmış sayılır. Mükellef, uzlaşma görüşmelerinde, bağlı olduğu meslek odasından bir temsilci ve 3568 sayılı Kanun’a göre kurulan meslek odasından bir meslek mensubu bulundurabilir.”
Yine VUK’un Ek 11. maddesi uyarınca, “Maliye Bakanlığı, vergi incelemesine dayanılarak tarh edilecek vergilerle kesilecek cezalarda (344. maddenin üçüncü fıkrası uyarınca vergi ziyaı cezası kesilecek tarhiyata ilişkin vergi ve ceza hariç) tarhiyat öncesi uzlaşma yapılmasına izin verebilir. Tarhiyattan önce uzlaşmaya varılması halinde tutanakla tespit edilen bu husus hakkında dava açılamaz ve hiçbir mercie şikâyette bulunulamaz. Uzlaşılan vergi miktarı üzerinden, bu Kanun’un 112. maddesine göre gecikme faizi hesaplanır. Tarhiyat öncesi uzlaşmanın temin edilememiş veya uzlaşma müzakeresinde uzlaşmaya varılamamış olması halinde mükellefler veya ceza muhatabı olanlar verginin tarhından ve cezanın kesilmesinden sonra uzlaşma talep edemezler. Tarhiyat öncesi uzlaşmaya ilişkin esas ve usuller Yönetmelikte belirtilir.”
Yukarıda belirtilen Yasa hükümlerine göre, tarhiyat öncesi ve tarhiyat sonrası uzlaşma taleplerinin hangi süreler esas alınarak belirleneceği farklılık göstermektedir. Tarhiyat sonrası uzlaşma taleplerinin, vergi/ceza ihbarnamesinin tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde yapılması gerekmekteyken, tarhiyat öncesi uzlaşma taleplerinin vergi incelemesinin tamamlanmasından önce yapılması şarttır. Bu yüzden, mücbir sebep halinin uzlaşma müessesine etkisini, her iki uzlaşma türü bakımından ayrı ayrı değerlendirmek gerekir.
XIII- MÜCBİR SEBEP HALİNİN PİŞMANLIK VE ISLAH HÜKÜMLERİNİN UYGULAMA ESASLARINA ETKİSİ
213 sayılı VUK’un 371. madde hükmü uyarınca:
“Beyana dayanan vergilerde vergi ziyaı cezasını gerektiren (360. maddede yazılı iştirak şeklinde yapılanlar dahil) kanuna aykırı hareketlerini ilgili makamlara kendiliğinden dilekçe ile haber veren mükelleflere aşağıda yazılı kayıt ve şartlarla vergi ziyaı cezası kesilmez:
1- Mükellefin keyfiyeti haber verdiği tarihten önce bir muhbir tarafından herhangi resmi bir makama dilekçe ile veya şifahi beyanı tutanakla tevsik edilmek suretiyle haber verilen husus hakkında ihbarda bulunulmamış olması([27]),
2- Haber verme dilekçesinin yetkili memurlar tarafından mükellef nezdinde herhangi bir vergi incelemesine başlandığı veya olayın takdir komisyonuna intikal ettirildiği günden evvel (kaçakçılık suçu teşkil eden fiillerin işlendiğinin tespitinden önce)verilmiş olması ve resmi kayıtlara geçirilmiş olması;
3- Hiç verilmemiş olan vergi beyannamelerinin mükellefin haber verme dilekçesinin verildiği tarihten başlayarak 15 gün içinde tevdi olunması;
4- Eksik veya yanlış yapılan vergi beyanının mükellefin keyfiyeti haber verme tarihinden başlayarak 15 gün içinde tamamlanması veya düzeltilmesi;
5- Mükellefçe haber verilen ve ödeme süresi geçmiş bulunan vergilerin, ödenmenin geciktiği her ay ve kesri için, 6183 sayılı Kanunun 51. maddesinde belirtilen nispette uygulanacak gecikme zammı oranında bir zamla birlikte haber verme tarihinden başlayarak 15 gün içinde ödenmesi. Yukarıdaki şartların yerine getirilmesi halinde kaçakçılık suçlarını işleyenler hakkında 360. madde hükmü uygulanmaz. Bu madde hükmü Emlak Vergisinde uygulanmaz.”
Vergi ziyaı ise, mükellefin veya sorumlunun vergilendirme ile ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesini veya eksik tahakkuk ettirilmesini ifade eden ve VUK’un 341. maddesi ile hüküm altına alınmış olan bir düzenlemedir.
Görüldüğü üzere, pişmanlık ve ıslah müessesesi, beyana dayalı olan vergilerde 341. maddede yazılı olan vergi ziyaı cezasının ortadan kalkması yönünde düzenlemeler içermektedir. Pişmanlık ve ıslah müessesesini düzenleyen 371. maddenin 4. Bendinde yar alan 15 günlük sürenin uygulaması esnasında mücbir sebep kavramının ortaya çıkması halinde, mükellef veya sorumlunun mücbir sebepten kaynaklanan süre uzatımı imkanından yararlanıp yararlanamayacağı konusunda iki farklı görüş bulunmaktadır.
Birinci görüşe göre, VUK’da mücbir sebebin düzenlendiği 13. madde hükümleri sadece vergi ödevlerini dikkate almaktadır Dolayısı ile pişmanlık ve ıslah müessesesi vergi ödevleri ile ilgili bir uygulama olmadığından, pişmanlık ve ıslah hükümlerinin uygulanması esnasında mücbir sebep nedeni ile süre uzatımının imkanı yoktur.
İkinci görüşe göre ise; VUK’un 15. maddesi, mücbir sebep nedeni ile hangi sürelerin uzayıp, hangi sürelerin uzayamayacağına dair bir tahdit öngörmediğinden, mücbir sebebin sadece vergi ödevleri ile sınırlı olduğu sonucuna ulaşılamayacağı, kaldı ki, VUK’un 15. maddesinde 13. maddeye yapılan atıfın mücbir sebebin neler olduğunun tespit edilmesi için olduğu ve pişmanlık ve ıslah uygulamalarında da mücbir sebep nedeni ile sürelerin uzayacağına ilişkindir([28]).
Ayrıca, mücbir sebep hallerinden her hangi birisinin varlığı halinde tüm sürelerin duracağından kuşku duyulmadığı, 371. maddede belirtilen 15 günlük süre içerisinde, aynı maddede belirtilen yükümlülüklerini yerine getiremeyen ve bu durumunun da mücbir sebepten kaynaklandığını belgeleyen kimselerin pişmanlık ve ıslah müessesesinden yararlanacağı ifade edilmektedir([29]).
Zor durum halinde ise durum biraz daha farklıdır. Zor durumun değerlendirilmesi, çalışmanın önceki bölümlerin de belirtildiği üzere vergi idaresinin takdirine bırakılmıştır. Bu anlamda zor durum hali, pişmanlık ve ıslah müessesesinin uygulanması yönünden fazlaca bir önem taşımamaktadır. Zira vergi idaresi tarafından mükellefe verilebilecek süre 15 günü geçemeyecektir. Sonuç olarak mükelleflerde çok zor durumda kalmadıkça, bu yola başvurmamaktadırlar. Danıştay tarafından verilen bir kararda; “beyannamesini pişmanlıkla veren mükellefin, belirlenen 15 günlük süre içerisinde vergileri ödeyememesinin, çok zor durumda olmasından ileri geldiğinin anlaşılması durumunda re’sen takdir yoluyla tarhiyat yapılamayacağı” yönünde karar vermiştir([30]).
Sonuç olarak, mücbir sebep ve zor durum hallerinin, pişmanlık ve ıslah hükümleri uygulaması bakımından da süreleri durduracağı ve bu hallerin ortadan kalması ile birlikte de sürelerin kaldığı yerden işlemeye başlayacağı ifade edilebilir.
XIV- SONUÇ VE ÖZET
Bilindiği gibi, 213 sayılı VUK’da mücbir sebep halinin vergi uygulamalarında sürelerin işlemeyeceğine ilişkin olarak çeşitli hükümler yer almaktadır. Dolayısıyla, 213 sayılı VUK’un 15. maddesine göre, 13. maddede yazılı mücbir sebeplerden herhangi birinin bulunması durumunda, bu sebep ortadan kalkıncaya kadar süreler işlememektedir([31]). Bu durumda tarh zamanaşımı işlemeyen süreler kadar uzamaktadır. Bu hükmün uygulanması için, mücbir sebebin bilinmesi veya ilgililer tarafından kanıtlanması veya belgelendirilmesi zorunludur. Maliyle Bakanlığı, mücbir sebep sayılan haller sebebiyle, bölge, il, ilçe, mahal veya afete maruz kalanlar itibariyle mücbir sebep hali ilan etmeye ve bu sürede vergi ödevlerinden yerine getirilemeyecek olanları tespit etmeye yetkilidir([32]). Bu yetki vergi türleri ve işyerleri itibariyle; beyannamelerin toplulaştırılması, yeni beyanname verme süreleri belirlenmesi ve beyanname verme zorunluluğunun kaldırılması şeklinde de kullanılabilmektedir([33]).
Mücbir sebep süreye uyulmaması sebebiyle uygulanacak herhangi bir cezai yaptırımına da engel olmaktadır([34]). Çünkü, mücbir sebep yükümlünün iradesi dışında meydana gelen ve önlenmesi mümkün olmadığı bir olay olduğundan, yükümlünün ödevlerini zamanında yerine getirememesi durumunda kendisine bir kusur izafe edilememektedir.
[1] Şükrü KIZILOT – Doğan ŞENYÜZ – Metin TAŞ – Recai DÖNMEZ, Vergi Hukuku, Yaklaşım Yayıncılık, Ankara, Ekim 2006, s. 211.
[2] Dn. 7. D.’nin, 04.12.1985 tarih ve E. 1984/4380, K. 1985/2889 sayılı kararı.
[3] Kazım YILMAZ, Türk Vergi Hukuku, Değiştirilmiş 3. Baskı, Ce-Ka Yayınları, s.97-101.
[4] Yılmaz, ÖBALCI, Vergi Usul Kanunu Yorum ve Açıklamaları, Oluş Yayıncılık, Aralık 2010, s.165.
[5] Dn. 7. D.’nin, 06.04.1976 tarih ve E. 1975/3921, K. 1976/1010 sayılı kararı.
[6] Gürol ÜREL, Güncel Vergi Usul Kanunu Uygulaması, Maliye ve Hukuk Yayınları, Ankara, s.104.
[7] Selahattin TUNCER, “Vergi Hukukunda Mücbir Sebep”, Yaklaşım Dergisi, Ağustos 2001, sayı:104
[8] Mualla ÖNCEL – Ahmet KUMRULU – Nami ÇAĞAN, Vergi Hukuku, Gözden Geçirilmiş Son Değişiklikleri İşlenmiş 13. Bası, Ankara, Turhan Kitapevi, 2005, s. 118.
[9] 213 sayılı VUK md.13
[10] Tutukluluk hali, beyanname verilmemesinin mücbir sebebi sayılır. Dnş. 4. D.nin, 14.10.1983 gün ve E:1982/2323-K:1982/7533 sayılı karar. (Dn. Der., Sayı: 54-55, s.183-184). “Şirket müdürünün tutukluluk halinin şirket açısından mücbir sebep sayılmayacağı hk.” Dn 4. D.’nin, 23.06.2004 tarih ve E. 2004/178, K. 2004/1479 sayılı kararı. (Yaklaşım, Yıl:13, S:147, Mart 2005, s. 308-309).
[11] H. Fevzi KARAGÖZOĞLU, Vergi Usul Kanunu ve Uygulaması, Ünal Matbaası, Ankara 1976, s. 68-80.
[12] Bkz. 01.09.1999 tarih ve 23803 sayılı RG.
[13] Yılmaz ÖZBALCI, Vergi Usul Kanunu Yorum ve Açıklamaları, Oluş Yayıncılık, Nisan 2007, s.168
[14] Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Mehmet ÇAVUŞ, “Vergi Hukukunda Mücbir Sebep ve Etkileri”, Yaklaşım Dergisi, Ocak 2008, Sayı: 54
[15] 114. maddenin 2. fıkrası hükmü ceza zamanaşımı için de geçerlidir.
[16] Bkz. ÖZBALCI, age, s. 991.
[17] Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Selahattin TUNCER, Vergi Hukuku ve Uygulaması, Yaklaşım Yayınları, Mart 2003, s.58
[18] ÖZBALCI, age, s.992.
[19] Salih ÖZEL, “Mücbir Sebep Halinde Vergi Cezaları ve Gecikme Faizi”, Yaklaşım Dergisi, Sayı:127, Temmuz 2003.
[20] Dn. 11. D.nin, 01.10.1997 tarih ve E. 1996/5683, K. 1997/3149 sayılı kararı.
[21] Şükrü KIZILOT – Zuhal KIZILOT, Vergi İhtilafları ve Çözüm Yolları, Gözden Geçirilmiş 10. Baskı, Yaklaşım Yayıncılık, Ankara, Ağustos 2005, s.378
[22] Mustafa ALPASLAN – Mustafa SAKAL, Vergi Hukuku Uygulaması –I, Makale/İnceleme ve Yorumlar, Grafmat, İzmir Ocak, 2008.
[23] 02, 03, 04.07.1927tarih ve 622, 623, 624 sayılı Resmi Gazetelerde yayımlanmıştır.
[24] Metin TAŞ, “Mücbir Sebepler Dava Açma Süresini Etkiler mi?”, Yaklaşım Dergisi, Mayıs 1997, Sayı: 53
[25] Şükrü KIZILOT – Zuhal KIZILOT; Vergi İhtilafları ve Çözüm Yolları, Gözden Geçirilmiş 10. Baskı, Yaklaşım Yayıncılık, Ankara, Ağustos 2005, s.399.
[26] Dn. 4. D.’nin, 20.06.1996 tarih ve E. 1995/6183, K. 1996/2698 sayılı Kararı, (Erişim) www.danistay.gov.tr, 25.10.2007.
[27] Dilekçe veya tutanağın resmi kayıtlara geçirilmiş olması şarttır.
[28] A. Haydar YILDIRIM – Olcay KOLOTOĞLU, “Mücbir Sebepler ve Süre Uzaması”, Yaklaşım Dergisi, Ağustos 2001, Sayı: 104
[29] Dn, 4. D.’nin, 22.02.1981 tarih ve E.1982/1748, K.1982/198 sayılı kararı.
[30] Yusuf KARAKOÇ, Genel Vergi Hukuku, 4. Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara 2007.
[31] Dn. 5. D.’nin, E. 2007/7383, K. 2008/2435 sayılı karar.
[32] Beyanname Düzenleme Kılavuzu, Maliye Hesap Uzmanları Derneği Yayını, Yıl: 2010, s. 1168.
[33] 213 sayılı VUK md. 15/III
[34] 213 sayılı VUK md.73
Kaynak:Av. NAZLI GAYE ALPASLAN
Zamanaşımına Uğramış Bir Vergi Borcu Nedeniyle E-Haciz Uygulanabilir Mi?
Vergi borcunu ortadan kaldıran veya sonlandıran nedenlerden biri de zamanaşımıdır.(1) Zamanaşımı özel hukukta ve kamu hukukunda önemli bir yeri olan müessesedir. Zamanaşımı vergi hukuku uygulamasında önemli bir kurum olup; vergi borçları yönünden 213 sayılı VUK’nun 113. maddesinde ve kamu alacakları açısından ise, 6183 sayılı AATUHK’nun 102. maddesinde düzenlenmiştir. VUK’nun 113. maddesine göre, zamanaşımı süre geçmesi nedeniyle vergi alacağının kendiliğinden ortadan kalkmasıdır. Söz konusu maddeye göre vergi alacağının doğduğu takvim yılını izleyen yıldan itibaren 5 yıl içerisinde mükellefe tarh ve tebliğ edilmeyen vergiler zamanaşımına uğramaktadır. Belirtilen bu zamanaşımına tarh zamanaşımı denilmektedir.
Zamanaşımı, mükellefin bu hususta müracaatı olup olmadığına bakılmaksızın hüküm ifade etmektedir. Doğal olarak VUK’nun 113. ve takip eden maddelerinde düzenlenen zamanaşımı süresi sadece 213 sayılı VUK kapsamında geçen vergiler için geçerli bulunmaktadır. VUK kapsamında bulunmayan vergiler için bu hükümlerin uygulanması mümkün bulunmamaktadır.
Diğer yandan, 5 yıllık tarh zamanaşımı süresi 213 sayılı VUK ile mükelleflere getirilmiş diğer ödev ve mecburiyetlerde paralellik göstermektedir. 213 sayılı VUK’nun 253, 254 ve 256. madde hükümlerine göre, mükelleflerin tutmak zorunda oldukları kanuni defterlerle, yine yasada yazılı belgeleri ilgili bulundukları yılı izleyen takvim yılı başından itibaren başlamak suretiyle 5 yıl süre ile gerektiğinde ilgili mercilere ibraz etmek üzere saklamak zorundadırlar. Bu itibarla tarh zamanaşımı süresi ile defter ve belge ibraz süresi birbirine paralel olarak düzenlenerek kanun hükümleri birbiriyle uyumlu hale getirilmiştir.
Keza, 213 sayılı VUK 138. maddesinde, vergi incelemesinin sonucu alınmamış hesap dönemi dahil olmak üzere tarh zamanaşımı sonuna kadar yapılabileceği yönünde düzenleme yapılarak vergi incelemeleri ile tarh zamanaşımı süresi arasında gerekli paralellik kurulmuştur.
Bu hükümler çerçevesinde tarh zamanaşımı süresi geçtikten sonra, mükellefler nezdinde vergi incelemesi yapılamayacak ve mükelleften defter ve belge ibrazı istenemeyecektir. Buna karşılık 5 yıllık tarh zamanaşımı süresi içinde mükellef nezdinde vergi incelemesi yapılabilecek ve mükelleften VUK’nun öngördüğü zorunlulukları yerine getirmesi istenebilecektir.(2) Bazı hallerde vergi inceleme elemanları mükelleflerle ilgili olarak ellerinde devam etmekte olan dosyaları tamamlayamadıkları için incelemeyi yarıda kesip, matrah takdiri için dosyayı takdir komisyonuna havale etmektedirler. Daha sonra takdir komisyonundan çıkan karara göre mükellefler nezdinde cezalı tarhiyatlar yapılabilmektedir. Oysaki, böyle bir uygulama yargı tarafından iptal edilmektedir. Vergi müfettişleri vergi incelemelerinde mutlak surette ve 5 yıl içerisinde neticelendirilip, rapora bağlayıp ve inceleme raporuna göre yine 5 yıl içerisinde mükelleflere cezalı tarhiyat yapılması zorunludur.(3)
Zamanaşımı, devletin tahsil etme yetkisini sınırlandırmakta ve vergi alacağını tahsil edilmesini engelleyebilmektedir. Zamanaşımı nedeniyle devletin alacağını takip ve tahsil etmesi güçleşmektedir. Diğer yandan ise, amme borçlusu mükellefler ise bu borçlarını ödemekten kurtulmuş olmaktadırlar. Zamanaşımı uygulamasının yasalarla düzenlenmiş olmasının sebebi, amme yararı veya mükellef menfaati olarak kabul edilmektedir.
Zamanaşımı nedeniyle idare daha etkili çalışmakta ve borçlu mükellefler ise bu yönde daha özenli davranmaları gerekmektedir. Zamanaşımına uğramış bir amme borcu için mükellef ödeme yapıp yapmamakta serbesttir. Zamanaşımına uğramış bir amme alacağı için mükellef ödeme yapmaya arzu ederse idare bunu kabul etmiyorum diyemez.(4) Vergi cezaları(5) ile ilgili zamanaşımı 213 sayılı VUK’nun 374. maddesinde düzenlenmiştir.(6) Zamanaşımı vergi hukukunda önemli bir kurum olup; Vergi Usul Kanunu ve Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da da düzenlenmiştir. Zamanaşımı kurumu vergi alacağını ve vergi borcunu sona erdiren nedenler arasında sayılmaktadır.
Diğer taraftan, amme borcunun zamanaşımına uğraması durumunda mükelleflerin banka hesaplarına e-haciz uygulanamaz. Bilindiği gibi, e-haciz 6183 sayılı yasanın 62. maddesine eklenen hüküm uyarınca ve yine aynı yasanın 79. maddesine göre borçlu mükelleflerle ilgili bunların banka hesaplarına uygulanan haciz yöntemidir.
E-haciz uygulamasında dikkat edilecek önemli hususlar:
1) Öncelikle, amme alacağının tahakkuk etmesi, vadesinin dolması ve buna rağmen mükellef tarafından ödeme yapılmamış olması zorunludur.
2) Amme borcunun vadesinde ödenmemiş olması dolayısıyla mükellefe ödeme emrinin usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş olması zorunludur.
3) Mükellefin idareden alacağı nedeniyle mahsup talebi bulunmaması gerekir.
4) Mükelleflerin idareden herhangi bir nedenle alacağının bulunması nedeniyle mahsup talebi olması veya herhangi bir mal beyanı veya teminat bildirimi verilmiş olması halinde e-haciz yapılamaz.
5) Emekli maaşları ve aylıkları e-haciz blokajına tabi değildir.
6) Mükellefin yargıya başvurması nedeniyle mahkeme tarafından e-haczin uygulanmasını engelleyici yürütmenin durdurulması hakkında karar verilmiş olması.
7) Geleceğe yönelik veya sonsuza kadar geçerli olacak şekilde e-haciz uygulanamaz. (Bkz. Seri A, Sıra:1 Nolu Tahsilat Genel Tebliği. RG:30.6.2007 günlü).
8) Mükelleflerin sıfır “0” bakiyeli hesaplarına e-haciz yürütülemez.
——-
[1] Ayrıntılı açıklamalar için bkz. ARSLAN Mehmet, Vergi Hukukunda Zamanaşımı, Yaklaşım Yayınları, 2007.
[2] Ayrıntılı açıklamalar için bkz. ALPASLAN Mustafa – KAYA Eda, Vergi Uygulamasında Zamanaşımı, Kanyılmaz Matbaası, Temmuz 2013, İzmir.
[3 ]Bkz. Dnş. 3. D., 24.12.2012 gün ve E:2011/228-K:2012/4813 sayılı karar. Benzeri bir konuda İzmir Bölge İdare Mahkemesi tarafından verilmiş 18.6.2013 gün ve E:2013/1722-K:2013/3254 sayılı kararları bulunmaktadır.
[4] Aynı görüş için bkz. ÜREL Gürol, Güncel Vergi Usul Kanunu Uygulaması, Maliye ve Hukuk Yayınları, 2. Baskı, Mart 2007, Ankara, s.243
[5] Ceza kesme zamanaşımı, vergi dairesi tarafından cezası kesilecek vergi suçlarının tespiti ve cezalarının kesilmesi hukukunda ceza kesme yetkisini süre olarak sınırlandıran bir zaman dilimidir. Ceza hukukunda zamanaşımı, kanunda yazılı sürelerin geçmesiyle devletin cezalandırma hakkını düşüren bir durumdur. Zamanaşımı, vergi suçları için kamu davası açılmamış ise kamu davasının açılmasına, açılmış ise sürdürülmesine, mahkumiyet hükmü verilmiş ise cezanın yerine getirilmesine engel olur.
[6] 374. maddeye göre usulsüzlüklerde, usulsüzlüğün yapıldığı yılı takip eden yılın 1. gününden başlamak üzere, 2 yıl içinde mükellefe tarh ve tebliğ edilmezse zamanaşımına uğramış olacaktır. Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Beyanname Düzenleme Kılavuzu 2011, HUD Yayınları, İstanbul, s.1170
Kaynak:Av. Nazlı Gaye Alpaslan -HURSES
Tüzel Kişilere Yapılacak Tebliğin Usulü
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi |
Tarih : 19.02.2018 |
Esas No : 2018/58 |
Karar No : 2018/1447 |
TÜZEL KİŞİLERE YAPILACAK TEBLİĞİN USULÜ |
Tüzel kişiler namına kendilerine tebligat yapılabilecek salahiyetli mümessiller mutad iş saatlerinde işyerlerinde bulundukları ve o sırada evrakı bizzat alacak durumda oldukları takdirde memur ve müstahdemlere tebligat yapılamayacağı; memur veya müstahdemlere tebligat yapılabilecek hallerde de, önce kendisine tebligat yapılacak şahsın, şirketin o yerdeki teşkilatı veya personeli içinde vazife itibariyle muhatap hükmi şahsın mümessilinden sonra gelen veya evrak müdürü gibi esasen bu işlerle tavzif edilmiş bir kimse olması gerektiği, bu kişilerin de bulunmaması halinde bu hususların tebliğ evrakına yazılması suretiyle tebligatın o yerdeki diğer bir memur veya müstahdeme yapılabileceği hk.
İstemin Özeti: Davacı, Kurum tarafından gönderilen ödeme emrinin ve icra takibinin iptaline karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde süresinde açılmayan davanın reddine karar vermiştir.
Kanun yararına bozma talep eden davacı vekilinin istemi üzerine düzenlenen raporlar dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.
Karar: Dava, 28.12.2016 tarih ve 18.145.855 sayılı 1.593,33 TL tasarruf teşvik fonu prim borcunu içeren ödeme emrinin; zamanaşımına uğradığı, borcun bulunmadığı, tebligatın ve ödeme emrinin usulsüz olduğu nedenine dayalı iptal istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacı şirkete 02.01.2017 tarihinde ödeme emri tebligatının yapıldığı davanın 7 günlük süre içinde açılmadığı ve yasal süre geçtikten sonra 26.01.2017 tarihinde açıldığı gerekçesi ile yasal sürede açılmayan davanın reddine %10 haksız çıkma tazminatından davacının sorumlu olmasına karar verilmiştir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden, dava konusu ödeme emrinin davacı şirkete 02.01.2017 tarihinde tebliğ edildiği, davacı vekilinin 09.01.2017 tarihinde kuruma verdiği itiraz dilekçesi ile borca itiraz ettiği, Kurum’un 13.01.2017 tarihli borca itirazın reddi dilekçesinin 19.01.2017 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiği ve davanın 26.01.2017 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Tebligat Kanunu’nun 12. maddesine göre, hükmi şahıslara tebliğin selahiyetli mümessillerine, bunlar birden ziyade ise yalnız birine yapılır. Aynı Kanun’un 13. maddesine göre de; tebliğ yapılacak bu kişiler her hangi sebeple mutad iş saatlerinde işyerinde bulunmadıkları veya o sırada evrakı bizzat alamayacakları bir halde oldukları takdirde tebliği orada hazır bulunan memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. 25.01.2012 tarih ve 28184 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik Hükümlerine göre, kendisine tebliğ yapılacak memur veya müstahdemin, tüzel kişinin o yerdeki teşkilatı veya personeli içinde görev itibariyle tebligatın muhatabı olan tüzel kişinin temsilcisinden sonra gelen bir kimse veya evrak müdürü gibi esasen bu tür işlerle görevlendirilmiş bir kişi olması gerektiği, bu kişilerin de bulunmaması halinde bu hususların tebliğ evrakına yazılarak tebligat, o yerdeki diğer bir memur veya müstahdeme yapılır.
Hukuk Genel Kurulu’nun 14.12.2011 tarih ve 2011/21-882 Esas, 2011/767 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, Tebligat Kanunu’nun 13. maddesinde, kendisine tebligat yapılacak şahısların derecelendirildikleri görülmektedir. Bir kere, hükmi şahıslar namına kendilerine tebligat yapılabilecek salahiyetli mümessiller mutad iş saatlerinde işyerlerinde bulundukları ve o sırada evrakı bizzat alacak durumda oIdukları takdirde memur ve müstahdemlere tebligat yapılamaz. Saniyen, memur veya müstahdemlere tebligat yapılabilecek hallerde de, önce kendisine tebligat yapılacak şahsın, şirketin o yerdeki teşkilatı veya personeli içinde vazife itibariyle muhatap hükmi şahsın mümessilinden sonra gelen veya evrak müdürü gibi esasen bu işlerle tavzif edilmiş bir kimse olması, böyle bir kimsenin bulunmaması halindedir ki (bu durum tebliğ mazbatasına dercedilmek suretiyle) o yerdeki diğer bir memur veya müstahdeme tebligat yapılabilir. Daha önce kendisine tebligat yapılması gereken kimselerin bulunmadıklarını veya tebligatı bizzat alamayacak durumda olduklarının ispatı bakımından mazbatada yer alacak kayıt bilhassa önemlidir.
Tebligat Kanunu ve bu Kanun’un uygulanması için çıkarılan tüzüğün hükümleri tamamen şeklidir ve titizlikle uygulanması gerekir. Dolayısı ile bir davada yapılan tebligatların usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığını hakim doğrudan, kendiliğinden denetlemelidir.
Davacı şirkete gönderilen ödeme emri tebliğ belgesinde “İşyerinde daimi çalışanı Ramazan Zeybek imzasına tebliğ edildi.” ibaresi yazılı olup yukarıda açıklanan Tebligat Kanunu’na uygun olarak şirketin yetkili temsilcisine tebliğ edilmediği; yetkili temsilcisi olmadığı takdirde tebliğ belgesine dercedilmeden ve bizzat tebliğ alamayacağı kayıt altına alınmadan usulüne uygun tebliğ edilmediği anlaşılmaktadır.
Davanın yasal dayanağını oluşturan 6183 sayılı Kanun’un 58. maddesinde ödeme emrine karşı dava açma süresi 7 gün ile sınırlandırılmıştır. İtiraz davası için öngörülen 7 günlük sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.04.2001 gün ve 2002/21-201-297 ve 24.03.2004 gün ve 2004/10164-170 sayılı Kararları). Hak düşürücü süre, niteliği itibariyle bir itiraz olup sonuçlarını kendiliğinden meydana getirir, re’sen gözönünde tutulmalıdır.
Davanın hak düşürücü sürede açılması hususuna ilişkin olarak; dava konusu ödeme emrinin ön yüzünde 7 gün içinde borcu ödeme ve borcu karşılayacak mal bildiriminde bulunulması ihtarı devamında ise 6183 s. Yasa ile 5510 s. Yasanın ilgili maddeleri gereği yapılacak işlemlerin arka sayfada açıklandığı bilgisi yer almakta olup arka sayfada itiraz mercinin iş mahkemeleri olması gerektiği yönünde, kanun yollarını açıkça gösterici ihtarın yer almadığı, davacı vekilinin ödeme emri tebliğinin ardından Kuruma yaptığı başvurunun görevli olmayan yere yapılan başvuru ve dolayısıyla sonrasında açtığı davanın 7 günlük süresi içerisinde açılmış bir dava olarak kabulü gerekmektedir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın hatalı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup hükmün HMK 363/1. maddesi uyarınca Kanun yararına bozulması gerekmektedir.
O halde, davacı vekilinin Kanun yararına bozma talebi kabul edilmedir.
Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına, kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi.
E-Tebligat Uygulamasında Ceza
e-Tebligat Uygulamasında Ceza , Vergi Usul Kanunu’nun 93’üncü maddesi uyarınca “Tahakkuk fişinden gayri, vergilendirme ile ilgili olup, hüküm ifade eden bilumum vesikalar ve yazılar adresleri bilinen gerçek ve tüzel kişilere posta vasıtasıyla ilmühaberli taahhütlü olarak, adresleri bilinmeyenlere ilan yolu ile tebliğ edilir.”
Ancak mevcut yasal düzenleme gereği “ilgilinin kabul etmesi şartıyla, tebliğin daire veya komisyonda yapılması caizdir.”
Diğer yandan aynı kanunun 107/A maddesi uyarınca Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre tebliğ yapılacak kimselere 93’üncü maddede sayılan usullere bağlı kalınmaksızın, tebliğe elverişli bir adres vasıtasıyla elektronik ortamda tebliğ yapılabilir.
“Elektronik ortamda tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır.
Maliye Bakanlığı, elektronik ortamda yapılacak tebliğle ilgili her türlü teknik alt yapıyı kurmaya veya kurulmuş olanları kullanmaya, tebliğe elverişli elektronik adres kullanma zorunluluğu getirmeye ve kendisine elektronik ortamda tebliğ yapılacakları ve elektronik tebliğe ilişkin diğer usul ve esasları belirlemeye yetkilidir.”
Maliye Bakanlığı tarafından yayımlanan 456 sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile söz konusu uygulamanın amaç ve kapsamı, konuya ilişkin tanımlamalar, elektronik tebligat yapılacak kişiler, bildirim yükümlülüğü ve elektronik tebligat adresi edinme, elektronik tebligatın gönderilmesi ve muhatabına iletilmesi, elektronik tebligat sisteminden çıkış, muhatabın sorumluluğu, ceza hükümleri, diğer hususlarla ilgili açıklamalara yer verilmiştir (27.08.2015 gün ve 29458 Sayılı Resmi Gazete)
Konuya ilişkin olarak Türkiye Barolar Birliği tarafından söz konusu tebliğin yürürlüğünün durdurulması ve iptali istemiyle açılan dava, Danıştay 4’üncü Dairesi tarafından reddedilmiş yapılan temyiz istemi üzerine Danıştay Vergi Daireleri Genel Kurulu 08.11.2017 gün ve E:2017/618, K:2017/521 sayılı kararı ile dava konusu tebliğin, ceza hükümleri başlıklı 9’uncu maddesi yönünden davanın reddine ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına karar verilmiştir.
Dava konusu olan 456 sıra numaralı tebliğin 9’uncu maddesi ile “Elektronik tebligat sistemine dahil olması zorunlu olanlardan … Tebliğ ile getirilen yükümlülüklere uymayanlar için kanunun (Vergi Usul Kanunu) 148,149 ve mükerrer 257’nci maddeleri uyarınca, kanunun mükerrer 355’inci maddesindeki cezai müeyyide” uygulanması öngörülmüş olup, “ceza uygulaması sonrasında re’sen oluşturulan internet vergi dairesi kullanıcı kodu, parola ve şifresi gerçek kişilerde mükellefe, tüzel kişiler ile tüzel kişiliği olmayan teşekküllerde doğrudan kanuni temsilcisine tebliğ edilir ve elektronik tebligat adreslerine tebligat gönderimine başlanır” denilmektedir.
Oysa bilindiği üzere Anayasa’nın 38’inci maddesinin birinci fıkrasında “Kimse…. Kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” ifadesiyle suçta kanunilik; üçüncü fıkrasında “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur” ifadesiyle de cezada kanunilik ilkeleri, güvence altına alınmıştır.
Diğer yandan Kabahatler Kanunu’nun “Kanunilik ilkesi” başlıklı 4’üncü maddesinde hangi fiillerin kabahat oluşturduğunun kanunda açıkça tanımlanabileceği gibi; kanunun kapsam ve koşulları bakımından belirlediği çerçeve hükmün içeriğinin, idarenin genel ve düzenleyici işlemleriyle de doldurulabileceği; kabahat karşılığı olan yaptırımların türü, süresi ve miktarının, ancak kanunla belirlenebileceği kurala bağlanmıştır.”
Ayrıca; “213 sayılı Kanuna 107/A maddesinin eklenmesine ilişkin 6009 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 7’nci maddesiyle ilgili olarak komisyon raporunda bu maddede tebliğe elverişli elektronik adres kullanma zorunluluğu getirme konusunda Maliye Bakanlığı’na yetki verildiği, ancak bu zorunluluğa uymayanlara ne tür ceza kesileceği konusunda tasarıda bir belirleme yer almadığı, bu nedenle Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 355’inci maddesinin birinci fıkrasına 107/A madde numarası eklenerek belirleme yapılmasına yönelik şerhin …” yapılan tespiti destekler mahiyette olduğu ifade edilmiştir.
Sonuç olarak e-tebligat uygulamasında verilen cezalar hukuki dayanaktan yoksun bulunmaktadır. Dr. Veysi Seviğ