Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Tarım Arazilerinin Korunması, Kullanılması ve Arazi Toplulaştırılmasına İlişkin Tüzüğün yürürlükten kaldırılmasına dair Bakanlar Kurulu Kararı Resmi Gazete'de yer aldı.

Tarım Arazilerinin Korunması, Kullanılması ve Arazi Toplulaştırılmasına İlişkin 2009 tarihli tüzüğün yürürlükten kaldırılmasına dair Bakanlar Kurulu Kararı Resmi Gazete'de yayımlandı.

Buna göre, 29 Haziran 2009 tarihli ve 2009/15154 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Tarım Arazilerinin Korunması, Kullanılması ve Arazi Toplulaştırılmasına İlişkin Tüzük yürürlükten kaldırıldı. Kaynak: AA

7103 sayılı Torba Yasa ile getirilen ve 27.03.2018 tarihinden itibaren yürürlüğe giren değişiklik sonucu sigortalı yahut emekli anne-babasından dolayı yetim aylığı alan hak sahibi çocuklardan lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşını, yükseköğrenim görmesi halinde 25 yaşını doldurmayan ve öğrencilik nitelikleri devam edenlerin hizmet akdine tabi çalışmaları durumunda da aylık hakkından yararlanmaları mümkün kılınmıştı.

Bahse konu düzenleme ile ölüm aylığı bağlanmasına ilişkin maddeye;

“Ancak, hak sahibi çocuklardan 18 yaşını, lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşım, yükseköğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmayanların, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılmaları, bunlara aylık bağlanmasına engel oluşturmaz.”

cümlesi eklenmiş ve ölüm aylığı alan hak sahibi çocuklardan 5510 sayılı Kanunda belirtilen yaş koşullarını doldurmamış olan ve öğrencilik nitelikleri devam edenlerin hizmet akdine tabi çalışmaları durumunda da aylık hakkından yararlandırılması imkânı sağlanmıştı.

27 Mart 2018 Önemli Tarih

Değişikliğin yürürlüğe girdiği 27.03.2018 tarihinden önce gelir/aylık bağlanması talebinde bulunup, henüz işlemleri tamamlanmayan ve yapılan değişikliğe göre hak sahibi olduğu tespit edilen çocukların gelir/aylıklarının da 27.03.2018 tarihini takip eden ay başından itibaren başlatılması, 

 27.03.2018 tarihinden önce 5510 sayılı Kanunda öngörülen yaş ve öğrenim koşullarını taşımalarına rağmen 4/1-(a) (SSK) kapsamında çalışmaları nedeniyle talepleri reddedilenlerin yeniden talepte bulunmaları halinde aylık başlangıç tarihleri zaman aşımı hükümleri de dikkate alınarak 27.03.2018 tarihine göre yeniden belirlenmesi,

Gerekiyor.

Örneğin 10.06.2018 tarihinde vefat eden sigortalıdan dolayı aylık talebinde bulunan açıköğretim üniversite öğrenciliğine devam etmekte olan 01.04.1995 doğumlu kız çocuğunun 01.06.2018 tarihinden itibaren SSK sigortalısı olarak çalıştığı saptansa bile öğreniminin devam ediyor olması koşuluyla 25 yaşını dolduracağı 01.04.2020 tarihine kadar ölüm aylığı alabilecek.

Bağ-Kurlu Ya da Memur Çocuğa Öğrenimle Aylık Hakkı Yok

Getirilen hak sadece SSK kapsamında çalışan yetim çocuklar ile ilgili olduğundan, hak sahibi çocukların yabancı ülke mevzuatına, Kanunun 4/1-(b) (Bağ-Kur) ve 4/1-(c) (T.C. Emekli Sandığı) sigortalılıklarına tabi çalışmaları ya da kendi sigortalılıkları nedeniyle gelir ve aylık almaları halinde ise aylık bağlanmayacak.

İsteğe bağlı sigortalı olunan süreler zorunlu çalışma kapsamında değerlendirilmediğinden diğer şartlan taşımaları durumunda isteğe bağlı sigortalılığa devam eden yetim çocuklar ölüm aylığından hak sahibi olmalarına zaten bir engel bulunmuyor. Şevket Tezel

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=9147

Pazartesi, 25 Haziran 2018 09:18

Asgari Ücret Desteği Nasıl Uygulanacak?

Asgari ücrette 2016, 2017 ve 2018 yıllarında geçmiş yıllara oranla çok daha yüksek artış yapılması nedeniyle işveren maliyetlerinin düşürülmesi ve rekabet avantajı sağlanarak istihdamın artırılması amacıyla 2016 ve 2017 yıllarında işverenlere asgari ücret desteği sağlanmıştı.

2018 yılı için de eylül ayına kadar (9 ay) için asgari ücret desteği devam etmesine karar verilmiştir. İşverenlerin rekabet gücünün arttırılması, kayıtlı istihdamın teşvik edilmesi ve asgari ücretli çalışanların yoğun olduğu küçük ve ortak ölçekli işletmelerin desteklenmesi amacıyla asgari ücret desteği uygulamasına 2018 yılı Eylül ayına kadar devam edilecektir.

Asgari ücret desteğinden uzun vadeli sigorta kollarına (malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası) tabi olan sigortalılardan dolayı destekten yararlanılacaktır.

***
Günlük kazanç sınırı 120 TL olacak!

Asgari ücret desteğinde 2018 yılı Ocak ile Eylül ayları/dönemleri için Bakanlar Kurulu'nca tespit edilen günlük tutar ile çarpımı sonucu bulunacak tutar, bu işverenlerin SGK’ya ödeyecekleri sigorta primlerinden mahsup edilecektir.

Bakanlar Kurulu’nun 20 Haziran 2018 tarihinde kararı destek tutarına esas gün sayısının tespitinde dikkate alınacak prime esas günlük kazanç tutarı 120 TL, günlük destek tutarı ise 3,33 TL olarak belirledi. Toplu iş sözleşmesi uygulanan özel sektör işverenleri için asgari ücret desteği tutarına esas günlük kazanç tutarı ise 180 TL olarak belirlendi.

Asgari ücret desteğiyle sağlanacak indirim tutarı, ilgili ayda verilecek aylık prim ve hizmet belgesindeki/muhtasar ve prim hizmet beyannamesindeki prim ödeme gün sayısının 3,33 TL rakamı ile çarpımı suretiyle hesaplanacaktır.

***
Önce prim borçlarına mahsup edilecek!

İşverenlerce yararlanılacak olan asgari ücret destek tutarının SGK tarafından otomatik olarak hesaplanacak ve bir sonraki ayda tahakkuk edecek prim borçlarına mahsup edilecek.
2018/Ocak-Şubat-Mart-Nisan ayı/dönemi için hak edilen ancak mahsup işlemi yapılmayan asgari ücret destek tutarı 2018/Mayıs ayından doğan sigorta prim borçlarına tek seferde mahsup edilecek. Mahsup işlemi sonrası artan destek tutarı olması halinde, kalan tutar sonraki ayların sigorta prim borçlarına mahsup edilecek. İbrahim Işıklı

https://www.dunya.com/kose-yazisi/asgari-ucret-destegi-nasil-uygulanacak/420279

Limited şirketlerde ortaklık paylarının devrinde elde edilen kazançlar değer artış kazancı nedeniyle gelir vergisine tabi olarak vergilendirilmektedir. Vergileme sırasında alış-satış karı ya da kazancının 8.000 TL’yi geçmesi zorunludur. Bu tutar, 2011 yılı için 8.000 TL’dir. Bu tutar 2017 yılı için 11.000 TL’dir.

Limited şirket hisse devirlerinin mutlak surette noterden yapılması ve ticaret sicilinde tescil edilmesi zorunludur. Bu zorunluluk özellikle kamu borcu olan Limited şirketlerde hisse devirlerinin ilan edilmesinde yarar bulunmaktadır. Esasen, Limited şirket hisse devirlerinin noterden yapılması ve yerel ticaret sicil müdürlüğünde bilgi amaçlı olarak verilip, dosyaya konulması yeterlidir. Bilahare ticaret sicilden bu hisse devrine ilişkin “belge” alınabilmektedir.[1] Ancak, hisse devrinin üçüncü şahıslar tarafından bilinmesi ve hüküm ifade edebilmesi açısından tescili müteakip ilan ettirilmesinde yarar görülmektedir. Hisse devir sözleşmelerinin bir nüshası noter tarafından şirketin bağlı bulunduğu vergi dairesine yollanmaktadır. Anonim şirket hisse devirlerinde böyle bir zorunluluk bulunmamaktadır.

Bilindiği gibi, GVK’nun 1. maddesinde gerçek kişilerin gelirlerinin gelir vergisine tabi olduğu belirtilmiştir. Bir gerçek kişinin bir takvim yılı içerisinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarı üzerinden müteakip yıl gelir vergisi beyannamesi vermesi zorunludur. Limited şirket pay devirleri de değer artış kazancına tabi olduğu için bu gibi hisse satışları nedeniyle elde edilen olumlu fark değer artış kazancı olarak vergilendirilmektedir. Uygulamada Limited şirket pay devirlerinin takibi ve vergilendirilmesi son derece güçlük arz etmektedir. Değer artış kazançları yönünden şirket hissesinin alış-satış tarihlerinin öneminin bilinmesi gereklidir.

Limited şirketlerde, hisse devri ya da ilmühaber çıkartılamadığı için, şirket hissesi ne zaman satılırsa satılsın, bundan doğan kazanç “değer artış kazancı” olarak gelir vergisine tabi tutulmaktadır.[2]Kazancın hesaplanmasında, hissenin iktisap (edinme) bedeli, (hisse senedi ya da ilmühaber bastırılmamış AŞ hisselerinde olduğu gibi) endekslemeye tabi tutuluyor ve aynı istisna uygulanmaktadır.

Bu arada ilginç bir yasa ve uygulama; Limited şirketlerde, çoğunluk hisseye örneğin %99 hisseye sahip olan ortak, diğer ortağın yazılı onayı olmadan, hissesini ya da hissesinin bir kısmını, eşine ve çocuğuna dahi satamamaktadır.

Endeksleme Uygulaması Nasıl Yapılacaktır?

Değer artış kazançlarına ilişkin GVK’da yer alan endeksleme uygulamasının amacı, iktisap edilen mal ve hakların elden çıkarılmasında, elden çıkarma bedelinden düşülecek iktisap (maliyet) bedelinin güncellenmesidir. Paranın satın alma gücünde zamanla meydana gelen azalışlar mal ve haklarını iktisap bedelini gerçeği yansıtmaktan çok uzak bir hale getirebilmektedir. Özellikle uzun süreli enflasyonist dönemlerde bu husus kendini çok daha açık bir şekilde göstermektedir. Bu durum ise fiktif karların oluşmasına ve nihai olarak gerçekte elde edilmeyen bir tutar üzerinden vergi alınmasına neden olmaktadır.

GVK’nun safi değer artışını düzenleyen mükerrer 81. maddesinin son fıkrasına göre mal ve hakların elden çıkarılmasında iktisap bedeli, elden çıkarılan mal ve hakların, elden çıkarıldığı ay hariç olmak üzere, Devlet İstatistik Enstitüsünce belirlenen toptan eşya fiyat endeksindeki artış oranında artırılarak tespit edilir. Burada hesaplama yapılırken mal ve hakkın iktisap edildiği aydan bir önceki aya ait endeks değeri ile elden çıkarılan aydan bir önceki aya ait endeks değeri kullanılarak iktisap bedeli gerçek değerine yükseltilecektir. Öte yandan, GVK’nun mük. 81. maddesinin son fıkrası uyarınca, 01.01.2006 tarihinden itibaren elde edilecek gelirlere uygulanmak üzere mal ve hakların elden çıkarılmasında iktisap bedelinin toptan eşya fiyat endeksindeki artış oranında arttırılabilmesi için, endeksteki artış oranının %10 veya üzerinde olması gerekmektedir.

Bunun dışında, 5479 sayılı kanunun 11. maddesiyle GVK’nun mük. 298. maddesine eklenen fıkrada, vergi kanunlarında yer alan “toptan eşya fiyatları genel endeksi” ibaresi “üretici fiyatları genel endeksi” ve “TEFE” ibaresi “ÜFE” olarak uygulanır hükmü yer aldığından, anılan kanunun geçerlilik tarihi olan 01.01.2006 tarihinden itibaren endeksleme uygulamasında üretici fiyatları genel endeksi (ÜFE) dikkate alınmaktadır.

Dolayısıyla, Limited şirket ortaklık hakkının elden çıkarılmasından doğan gerçek kazancı hesaplamak için söz konusu kazancı paranın satın alma gücündeki azalmadan, bir başka değişle enflasyondan arındırmak gerekmektedir.

Bu bilgiler ışığında Limited şirket ortaklık payının elden çıkarılmasından elde edilen safi kazancın tespitine ilişkin uygulamanın aşamalarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.

  1. Öncelikle ortaklık payının iktisap tarihinden önceki aya ilişkin ÜFE (X) endeksi tespit edilecek,
  2. Ortaklık payının elden çıkarıldığı aydan önceki aya ilişkin ÜFE (Y) endeksi tespit edilecek,
  3. (X) ve (Y) kullanılarak ilgili döneme ilişkin endeks artışı oranı bulunacak, tespit edilen endeks artış oranı %10 veya daha fazla ise ortaklık payının iktisap bedelinin reel değerinin belirlenmesine ilişkin endeksleme yapılacaktır.
  4. Tespit edilen endeks artış oranı %10’un altında ise ortaklık payının iktisap bedelin reel değerinin belirlenmesine ilişkin endeksleme yapılmayıp, elden çıkarma bedelinden iktisap bedeli düşülerek değer artış kazancı bulunacaktır.
  5. Endeksleme yapılırken [1+ (Y-X)/X*iktisap bedeli] formülü kullanılarak ortaklık payının reel (endekslenmiş) iktisap bedeli tespit edilecek,
  6. Ortaklık payının elden çıkarılmasına ilişkin bedelden ortaklık payının endekslemeye tabi tutulmuş reel değeri çıkarılarak değer artışı kazancı bulunacaktır.

Bu noktada konuya ilişkin bir örnek vermek yerinde ve faydalı olacaktır.

Örnek: (X) Ltd. Şti.nin %25 ortaklık payına sahip olan Bay (A) bu hisseleri

17.02.2008 tarihinde 25.000 TL bedel ile iktisap etmiş, hisselerinin tamamını 24.07.2009 tarihinde 40.000 TL bedel ile Bay (B)’ye satmıştır.

  1. Ortaklık payının iktisap tarihinden önceki aya (Ocak 2008) ilişkin ÜFE endeksi 153,62’dir.
  2. Ortaklık payının elden çıkarıldığı aydan önceki aya (Haziran 2009) ilişkin ÜFE endeksi 161,40’dır.
  3. Tespit edilen endeks artışı oranı [(161,40 – 153,62) / 153,62]= %11,17’dir. Bu oran kanunla belirlenen oranın (%10 veya üzeri) üzerinde olduğundan ortaklık payının iktisap bedelinin belirlenmesine ilişkin endeksleme yapılacaktır.
  4. Ortaklık payının reel iktisap bedeli {[1+(161,40 – 153,62) / 153,62]*25.000=} 27.792,50 TL olarak hesaplanacaktır.
  5. Ortaklık payının elden çıkarılmasından doğan değer artışı kazancı (40.000,00-27.792,50)= 12.207,50 TL olarak hesaplanacaktır.[3]

Diğer yandan, safi değer artışı kazancının saptanması sırasında Limited şirket

ortaklık payının devri esnasında safi değer artış kazancı bulunurken yapılan her türlü elden çıkarma giderleri ile varsa ödenen vergi ve harçlar indirim konusu yapılmaktadır.[4]

Öte yandan, KDVK’nun 17/4-g md. hükmüne göre hisse senedi satış işlemleri KDV’ye tabi değildir. Geçici ilmühaberler yoluyla yapılan satışlar ise hisse senedi olarak değerlendirilmektedir. İştirak hissesinin satışı; anonim veya Limited şirketlerin eshamlı şirketlerin komanditer ortaklarına ait ortaklık payları, iş ortaklıkları ya da adi ortaklıklara iştiraki olması fark etmez. İştirak edilen anonim şirketin, hisse senedi ya da ilmühaberi bastırılmamışsa, edinme tarihinden itibaren 2 yıl içinde satılan hisse, %18 KDV’ye tabidir.[5]Limited şirket ya da başka bir şirkete ait iştirakin, edinme tarihinden itibaren 2 yıl içinde elden çıkartılması yine %18 KDV’ye tabidir.[6] Nazlı Gaye Alpaslan

http://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/limited-sirket-hisse-satislarinda-arizi-kazanc-ve-kdv-sorunlari/haber-19737

--------------

[1] TTK md.519, 520.

[2] GVK mük. md.80/4

[3] SEZGİN Bülent, “Limited Şirket Hisse Devirlerinden Elde Edilen Kazançların Vergilendirilmesi”, Mali Çözüm, Sayı:97, 2010, s. 225-234.

[4] GVK mük. md.80 ve ayrıca 5281 sayılı yasanın 27. maddesi ile yapılan düzenleme ile 1.1.2006 tarihinden itibaren değer artış kazançlarındaki genel istisna düzenlemesi, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarının elden çıkarılmasından doğan kazançlar açısından kaldırılmıştır. Diğer mal ve hakların elden çıkarılmasında doğan kazançlar için istisna tutarı ise her yıl yeniden değerleme oranında artırılmak şartıyla 270 seri nolu GVK Genel Tebliği ile 2009 yılı için 7.600 TL olarak belirlenmiştir. (Bkz. GVK md.86/1-a)

[5] Ayrıntılı bilgi için bkz. KIZILOT Şükrü, Katma Değer Vergisi Kanunu ve Uygulaması, Yaklaşım Yayınları, Genişletilmiş 5. Baskı, Ankara 2010; ayrıca bkz. DEĞER Nuri, Açıklamalı ve Uygulamalı Katma Değer Vergisi Kanunu, Genişletilmiş 3. Baskı, Yaklaşım Yayınları, Ankara 2009.

[6] KDVK md. 17/4-r

Bir işletmenin 'KOBİ' olarak tanımlanması için yıllık net satış hasılatı veya mali bilanço üst sınırı 125 milyon lira olarak belirlendi. Bu rakam, daha önce 40 milyon liraydı.

Bakanlar Kurulunun ''Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin Tanımı, Nitelikleri ve Sınıflandırılması Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'' kararı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. 

Buna göre, KOBİ, "250 kişiden az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı ya da mali bilançosu 125 milyon lirayı aşmayan ve yönetmelikte mikro işletme, küçük işletme ve orta büyüklükteki işletme olarak sınıflandırılan ekonomik birimler." olarak tanımlandı.

Değişiklikten önce bir işletmenin KOBİ olarak tanımlanması için, yıllık net satış hasılatı veya mali bilançosu üst sınırının 40 milyon lira olması gerekiyordu.

Yönetmelikteki değişiklikle KOBİ'ler şu şekilde sınıflandırıldı:

- Mikro işletme: 10 kişiden az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı veya mali bilançosundan herhangi biri 3 milyon lirayı aşmayan işletmeler.

- Küçük işletme: 50 kişiden az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı veya mali bilançosundan herhangi biri 25 milyon lirayı aşmayan işletmeler.

- Orta büyüklükteki işletme: 250 kişiden az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı veya mali bilançosundan herhangi biri 125 milyon lirayı aşmayan işletmeler.

Karara göre, KOBİ başvuruları ilgili kuruma yazılı yapılabileceği gibi, elektronik ortamdan da gerçekleştirilebilecek.

Kredi Garanti Fonu AŞ (KGF) tarafından sağlanan Hazine destekli kefaletler kapsamında risk bakiyesi bulunan ve daha önce KOBİ tanımı dışında kalan işletmeler, yıl sonuna kadar kredi garanti kurumlarına sağlanan Hazine destekli kefalet limitlerinden yararlanmaya devam edecekler.

Kaynak: AA

Yapı ruhsatına istinaden otomatik tescil edilen özel nitelikteki inşaat işlerine münhasır SGK’ ya ilişiksizlik belgesi için müracaat yapılmadan yapı kullanma izin belgesi alınabilme imkânı getirildi.

10/3/2018 tarihli ve 30356 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanan 7099 sayılı Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 18 inci ve 19 uncu maddesi ile 5510 sayılı Kanunun 11 inci ve 100 üncü maddelerinde yapılan değişikliklerle,

Otomatik tescil edilen özel nitelikteki inşaat işyerleri için iskân ruhsatı alınması sürecinde daha da kolaylık sağlanmıştır.

Buna göre:

• Kuruma verilen yetki doğrultusunda yalnızca yapı ruhsatına istinaden otomatik işyeri tescili yapılması imkânı getirilmiş ve uygulama ile ilgili hususlar SGK’ nın 2018/11 sayılı “Otomatik İşyeri Tescili” konulu genelgesinde belirtilmişti.

• Diğer yandan, SGK’nın 2018/3 sayılı genelgesinde de iskân izni alabilmek için gerekli olan ilişiksizlik belgesinin de elektronik ortamda alınabileceği açıklanmıştı.

• 2018/18 sayılı SGK Genelgesi ile de yapı ruhsatına istinaden otomatik tescil edilen özel nitelikteki inşaat işlerinden dolayı SGK’ ya ilişiksizlik belgesi müracaatı yapmadan ve bu belgeyi temin etmeden yapı kullanma izin belgesi alınabilme kolaylığı sağlanmıştır.

Yapı kullanma izin belgesi için yapılacak işlemler aşağıda açıklanmıştır.

1)SGK’ ya değil ruhsat vermeye yetkili merciye müracaat edilecektir.

2)Yetkili merci SGK’ ya asgari işçilik tespiti için yapılan araştırma işleminde gerekli olan bilgileri elektronik ortamda online olarak SGK’ ya iletecektir.

3)Online iletilen bilgiler doğrultusunda ilgili SGK ünitesi asgari işçilik araştırma işlemini tamamlayacaktır

4)Asgari işçilik araştırma işlemi tamamlanan işyerlerine ilişkin ilişiksizlik belgesi elektronik ortamda oluşturulup ruhsat vermeye yetkili merciye yine elektronik ortamda online olarak gönderilecektir.

Otomatik işyeri tescili yapılmayan manuel tescil edilmiş özel nitelikteki inşaat işyerleri ile ilgili ilişiksizlik belgesi düzenleme süreçleri önceden olduğu gibi ve 2011/13 sayılı Genelgede belirtildiği şekilde yürütülmeye devam edilecektir.

Dolayısıyla, otomatik olarak tescil edilen özel nitelikteki inşaat işyerleri ile ilgili bundan sonra yeterli asgari işçilik bildiriminde de bulunulmuş olması halinde SGK ’ya gidilmeden sadece ruhsat vermeye yetkili mercilere gidilmek suretiyle yapı kullanma izin belgesi (oturma/iskân ruhsatı) alınması imkânı sağlanarak işverenlere kolaylık sağlanmıştır.

Söz konusu SGK Genelgelerine aşağıdaki bağlantılar aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

2018/18 sayılı SGK Genelgesi: Otomatik Tescil Edilen İnşaat İşyerlerinde Araştırma İşlemi

Tekerrür (tekrarlama), daha evvel vergi suçu işleyen ve cezası kesinleşen bir mükellefin belirli bir süre içinde yeniden suç işlemesi halinde cezanın arttırılması sonucunu doğuran  bir sebep olarak ortaya çıkmaktadır.[1]213 sayılı VUK’nun 339. maddesi hükmüne göre vergi ziyaına neden olmaktan  veya usulsüzlükten dolayı  ceza kesilen ve cezası kesinleşenlere, cezanın kesinleştiği tarihi izleyen  senenin  başından  başlamak üzere vergi ziyaında 5, usulsüzlükte 2 yıl içinde tekrar ceza kesilmesi durumunda vergi ziyaı cezası % 50, usulsüzlük cezası % 25 artırılmak suretiyle uygulanır.[2]

Bir kişi vergi suçu işledikten sonra  ikinci (veya daha fazla) suç işlerse suçlunun  verilen cezadan dolayı uslanmadığı dikkate alınarak sonraki suça  verilen cezanın artırılması yoluna gidilir. Gerçekten de  tarihin hemen hemen her döneminde fiilin tekrarlanması halinde suçlunun cezası arttırılmıştır. Tekerrür, suçlunun suçlarını işlemesindeki ısrarına  bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.[3]

Vergi ceza hukukunda tekerrür hakkında benimsenen yöntem, genel  ceza hukukunun sistemine  prensip olarak uygun düşmektedir. Ancak, her iki  ceza hukukunda da tekerrür hükümlerinin uygulanması açısından süreler açısından  bir farklılık bulunmaktadır.  Ayrıca genel  ceza hukukunda genel tekerrür sistemi kabul edildiği, yani her nev’i suçtan yine her nevi suça tekerrür mümkün olduğu halde, vergi ceza hukukunda özel tekerrüre, yani önceki ve sonraki mahkumiyetlerin aynı neviden  fiillere ilişkin olması sistemine yer verilmesi  bir başka farklılıktır. Nitekim, vergi ceza hukukunda ilk suç nedeniyle vergi ziyaı cezası uygulanmış ise, tekerrür hükmünün uygulanabilmesi için,  ikinci kez yine bir vergi ziyaı suçunun işlenmiş olması gerekmektedir. Aynı şekilde, ilk suç usulsüzlük ise, ikinci suç da usulsüzlük olmalıdır. Bu itibarla, tekerrür açısından, vergi ziyaı usulsüzlüğün;  usulsüzlük vergi ziyaınn ilk suçu olarak kabul edilmemektedir.[4]  Çünkü, her iki suç için kabul edilen tekerrür süreleri bir diğerinden farklı olduğu için, tekerrüre esas olacak sürenin hesabında hangi suçun esas alınacağı sorunu ortaya çıkmaktadır.

Aynı türden olmasına rağmen, iki suçun farklı  türde eylemlerin sonucu oluşması halinde, örneğin, usulsüzlük suçu, hangi  türden eylemlerden oluşursa oluşsun maddede yazılı  süreler içinde yeniden işlenmesi durumunda, tekerrürden söz edilmesi mümkündür.[5]

Vergi suçları ve cezalarında  tekerrür konusu, öğretide genel kabul gören tanımına göre, bir ceza mahkumiyetine uğradıktan sonra yeniden suç işleyen kişinin durumudur.[6] Ceza Hukukunda  sonraki suçun cezası tekerrür dolayısıyla ilkininkine nazaran arttırılmaktadır. Bunun sebebini ilk cezanın  kifayetsizliği ile açıklayanlar bulunduğu gibi, isnadiyetin ağırlığıyla açıklayanlar da vardır.

Vergi Usul Kanununda, cezanın tekerrür dolayısıyla artırılması  iki ayrı düzenlemede kabul edilmiştir.

1- Bir takvim yılı içinde aynı neviden birden fazla usulsüzlük eylemi yapılması,

2- Vergi ziyaına sebebiyet verilmesi hali veya usulsüzlük fiillerinde tekerrür bulunması.

gerekmektedir.

Diğer taraftan,  uygulamada tekerrür konusunda bazı duraksamalara düşülmektedir.  Ceza, bireyin fiiline ve  kişiliğe bağlı olduğundan dolayı tekerrür hükümlerinin uygulanması için önceki  cezanın  aynı vergiden  odaklanması veya  aynı vergi dairesinin yetki alanında  işlenmiş bulunması  veyahutta  aynı mükellefiyet nedeniyle kesilmiş olması şart değildir.    Tekerrür hükümlerinin uygulanabilmesi için, ikinci ve sonraki cezaların, ilk cezanın  kesinleşmesini takip eden   sene başından sonra  kesilmiş olması gerekecektir.   Kesinleşme ile kastedilen husus  ilk yılbaşı arasında   işlenen fiillere kesilecek  cezalarda   tekerrür sebebiyle artırım yapılamayacaktır.  

Özel usulsüzlük  cezaları için tekerrür hükümleri uygulanmaz.

Tekerrür konusunda bir başka husus ise; geçici vergi ile ilgili yapılan tarhiyatlardır:  GVK’nun mük. 120. maddesine göre yapılan incelemeler sonucunda geçmiş dönemle ilgili  cezalı tarhiyatlar yapılmaktadır.  Burada mahsup  dönemi  geçtiği için kesinleşen geçici verginin terkin edileceği  ancak gecikme faizi ve vergi ziyaı cezasının  tahsil edileceği  ifade olunmaktadır. Geçici vergi ve gelir vergisi veya kurumlar vergisi tarhiyatının söz konusu olduğu hallerde; tekerrür fiili de var ise, kaynağı aynı olan  ve %10’luk yanılma payı dikkate alındığında hesaplanan gelir vergisi ve kurumlar vergisi tutarına da yakın olan geçici vergiye %4,5 kat tutarında, gelir vergisine  4,5  kat olmak üzere toplam 9 kat tutarında vergi ziyaı cezası kesilmektedir. Bu durum uzlaşma hakkı olmayan  ve adlarına tarh edilen  vergi ve cezayı   ihtilaf yaratmadan 213 sayılı VUK’nun 376. maddesinde yazılı indirim hükmünden yararlanarak  ödemek isteyen mükellefler için caydırıcı etken olmaktadır.  VUK’nun  indirim hükmünden  yararlanmak isteyen  mükellef adına kesilen vergi ziyaı cezasına  mutlaka tekerrür hükmü uygulanmak isteniyorsa söz konusu mükelleflere cezada indirim   oranının %75 olarak uygulanması konusunda yasal düzenleme yapılması halinde, tahsilatın artması ve yaratılacak vergi ihtilaflarının  azalmasına katkı sağlamış olacaktır.

Danıştay 3. Dairesinin  06.05.2008 tarihli ve E:2007/2735-K:2008/1390 sayılı kararında; “yıllık vergiye mahsuben peşin alınan geçici vergi nedeniyle yol açılan vergi  kaybından dolayı 3 kat  vergi ziyaı cezası kesilemeyeceği hk.” karar verilmiştir.[7]

Diğer taraftan, Danıştay 3. Dairesi tarafından verilen bir kararın özeti aşağıda olduğu gibidir:

“Uzlaşma halinde ceza türü değişmeyeceğinden, koşullarının bulunması halinde, tekerrür zammı uygulanabilecektir.

1981 - 1982 özel hesap dönemi için ortaklar adına hisseleri oranında ikmalen salınan gelir ve mali dengi vergilerinin toplamı üzerinden kesilen kaçakçılık cezasını kusura çevirerek tekerrür zammını kaldıran Vergi Mahkemesi'nin 27.12.1985 gün ve E: 1985/30, K: 1985/427 sayılı kararım; kaçakçılık cezası kesilmesinde Vergi Usul Kanunu'nun 344. maddesine aykırılık olmadığı gibi uzlaşılarak ödenmesi halinde cezanın türü değişmediğinden tekerrür zammı kesilmesinde de isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle bozarak davayı reddeden Danıştay Üçüncü Dairesi'nin 10.11.1986 gün ve E: 1986/343, K: 1986/2167 sayılı karanının; olayda vergi kaçırma kastı bulunmadığı ve esasen 1978 - 1979 takvim yılı için kesilen kaçakçılık cezasının uzlaşılarak ödendiği ileri sürülerek düzeltilmesi isteminin reddine oyçokluğuyla karar verildi”.[8]

Örneğin bir vergi dairesi,  mükellefin dava açarak  iptal ettirdiği ihbarname dolayısıyla, daha önceden kesinleşmiş cezası bulunması nedeniyle, mükellefe %50 fark yani   tekerrür artırımı  ceza ihbarnamesi tebliğ etmiştir.  Bir inceleme elemanı bir mükellefe 1 yıl için ceza tarhiyatı öneren  rapor hazırladıktan  sonra, izleyen yıl için hazırladığı  raporunda cezanın  tekerrür dolayısıyla %50 fazlasıyla  kesilmesini önermiştir. Buradaki diğer bir sorun da önceki uzlaşma komisyonunda sıfırlanmasına karşılık ikinci  cezanın  tekerrür dolayısıyla artırılmasıdır.  Uygulamada karşımıza çıkan sorun doğal olarak  uzlaşma komisyonlarının  0’a kadar indirme yetkisinin af niteliğinde mi olduğu, yoksa “sıfır”ın da bir değer olarak kesinleşmiş  cezayı mı  ifade ettiği tartışmasını ortaya çıkarmaktadır.  Tekerrür açısından  fiil değil, kesinleşmiş ceza önem taşıdığından, “sıfır TL” kesinleşmiş cezanın ne kadar  ceza olduğunun da bu tartışmada dikkate alınması  gerekmektedir.[9]

Kesilen vergi cezaları için uzlaşma istenmesi ve hatta uzlaşılması da tekerrür uygulamasını önlemiyor. Bu nedenle kesilen cezaların küçük tutarlar olduğuna bakmadan konuyu ciddiye almakta yarar var. Konuda kendinizi haklı görüyorsanız cezanın iptaline çalışmak en doğru uygulama olur.

Tekerrür uygulamasının dayanağı VUK un 339 uncu maddesi olduğundan değişiklik yapmakta ancak Kanun maddesini değiştirerek mümkün. Bu nedenle bu haksız uygulamanın değiştirilmesi sorumluluğu parlamentomuza düşüyor.[10]

Sonuç olarak, tekerrür konusu  VUK’nun 339. maddesine göre  vergi dairelerinin uygulamalarını  mükellefin uzlaşma taleplerini, dava açılması halindeki durumlarını dikkate alarak buna göre uygulamaya  yön vermeleri gerektiği kanısındayız. Nazlı Gaye Alpaslan

http://www.hurses.com.tr/Haber-Vergi_usul_hukukunda_tekerrur_fiili_ceza_uygulamasi-17200.htm

[1] KARAKOÇ Yusuf, Genel Vergi  Hukuku, 4. Baskı, Yetkin Basımevi, Ankara 2007, s.497.

[2] CANDAN Turgut, Vergi Suçları ve Cezaları, Güncelleştirilmiş 3. Baskı, Maliye ve Hukuk Yayınları, Ankara Yayın No:95, Mayıs 2010, s.95.

[3] KIZILOT Şükrü – ŞENYÜZ Doğan – TAŞ Metin – DÖNMEZ Recai, Vergi Hukuku, Ekim 2006, Yaklaşım Yayınları, s.251.

[4] Bkz. KARAKOÇ, age. s,497

[5] KARAKOÇ, age. s.497.

[6] CANDAN, age. s.95

[7] DÜLGER İsmail, “Geçici vergi tarhiyatlarında vergi ziyaı cezası ve tekerrür”, www.muhasebetr.com. 

[8] Dnş. 3. D., 27.05.1987 gün ve E: 1987/169 – K: 1987/1389   sayılı kararları.

[9] DOĞRUSÖZ Bumin, “Vergi cezalarında tekerrür karmaşası”, 20.11.2008 günlü Referans Gazetesi.

[10] YAŞAR M.Bilgütay, “Dikkat! 20 liralık vergi cezası milyonlarca lira fazla vergi cezası ödemenize neden olabilir”, 25.08.2010, Dünya Gazetesi.

Genel Sağlık Sigortası prim borcu olması nedeniyle Medula tarafından provizyon verilmeyen vatandaşlar, bu yılın sonuna kadar sağlık hizmetlerinden faydalanmayı sürdürecek.

8 Ocak 2002 tarihli ve 4736 Sayılı Kanun'un 1'inci Maddesinin Birinci Fıkrası Hükmünden Muaf Tutulacakların Tespitine Dair 28 Ocak 2002 Tarihli ve 2002/3654 Sayılı Kararnamenin Eki Kararda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Bakanlar Kurulu Kararı, Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlandı.

Buna göre, Genel Sağlık Sigortası (GSS) prim borcu olup, borç süresi 60 günü geçen vatandaşlar yıl sonuna kadar Sağlık Bakanlığı ve bağlı kurumları ile üniversite hastanelerinden ücret ödemeden faydalanmaya devam edecek. Kaynak: AA

İmar planı bulunmayan veya imar planında tarımsal amaca ayrılan Hazineye ait tarım arazilerinin kullanıcılarına kiralanması ve satışına ilişkin usul ve esaslar belirlendi.

Maliye Bakanlığının Milli Emlak Genel Tebliği, Resmi Gazete'de yayımlanarak, yürürlüğe girdi.

Buna göre, imar planı bulunmayan veya imar planında tarımsal amaca ayrılan Hazineye ait tarım arazilerinin kullanıcılarına kiralanması ve satışına ilişkin usul ve esasları belirlendi.

Tebliğ kapsamında Hazineye ait tarım arazileri hak sahiplerinin talepleri dikkate alınmak suretiyle 10 yıla kadar doğrudan kiralanabilecek. Hazineye ait tarım arazilerinin kiraya verilmesinde geçici teminat alınmayacak.

Başvurularda hak sahibi sayılmak için hazineye ait tarım arazilerini 31 Aralık 2017'den önce en az üç yıl süreyle tarımsal amaçla kullandığı İdarece belirlenmiş olma, başvuru tarihi itibarıyla kullanımın halen devam etme ve 19 Kasım'a kadar başvuruda bulunmuş olma şartları aranacak.

Özel kanunlar kapsamında kalıp kiralanması mümkün olmayan yerler ile Bakanlıkça belirlenen taşınmazlar üzerinde tarımsal amaçlı kiralama yapılamayacak.

Kira bedelinin belirlenmesi

Tebliğ kapsamında yapılacak kiralamalarda ilk yıl kira bedeli cari yılda bedel tespit komisyonunca tespit ve takdir edilen ecrimisil bedeli varsa bu bedelin yarısı, cari yıl ecrimisil bedeli yoksa taşınmazın yakınında emsal olabilecek nitelikteki taşınmaza ait cari yıl ecrimisil bedelinin yarısı olarak belirlenecek.

Kira sözleşmeleri devredilemeyecek ve bu sözleşmelere ortak alınamayacak. Kiracının şirket olması halinde hisse devirleri hariç kiraya verilen yeri genişletemeyecek, değiştiremeyecek ve amacı dışında kullanamayacak.

Kiraya verilen Hazineye ait tarım arazilerinin tarımsal amaçla kullanılması zorunlu olacak. Amaç dışı kullanımın tespit edilmesi halinde tebligat yapmaya gerek kalmaksızın sözleşme feshedilecek.

Hazineye ait tarım arazilerinin kiraya verme işlemlerinde İdare yetkili olacak.

Tebliğ kapsamında on yıl süreyle sözleşme hükümlerine uygun olarak kullanılan Hazineye ait tarım arazileri talep edilmesi halinde kiracılarına doğrudan satılabilecek. Kaynak: AA

1- ŞİRKETLERDE PAY DEVRİ VE ORTAKLIKTAN AYRILIŞ

Limited şirketlerde, ortağın şirketten çıkabilmesinde ön koşul, ortaklıktan pay devri yapılarak ayrılmadır. Pay devri noterde yapılarak, eski ortak payını devredip, yerine yeni ortak girmektedir. Pay devrinden önce de, “şirketin ortaklar kurulu”toplanarak, ortakların giriş ve çıkışlarını karar altına almaktadırlar. Böylece, yeni ortak şirkete girmiş ve eski ortak şirketten ayrılmış olmaktadır (1).

Anonim Şirketler yönünden ise, hamiline yazılı hisse senetleri, hamiline yazılı kıymetli evrak niteliğinde olduğundan, devir, senedin teslimiyle olabilmektedir. Senedin teslimiyle taraflar arasında, üçüncü kişilere ve şirkete karşı hüküm ifade edebilmektedir (2).

Nama yazılı hisse senetlerinin devri, diğer nama yazılı kıymetli evrakın devrinden farklılık arz etmektedir. Nama yazılı hisse senetleri, alacağın temliki beyanı ve teslim yoluyla devredilebileceği gibi, devir ciro ve teslim yolu ile de, yapılabilir (3).

Nama yazılı hisse senetlerinin devrinin şirkete karşı hüküm ifade edebilmesi, devrin pay sahipleri defterine kaydedilmesine bağlı olmaktadır.

Nama yazılı pay senetlerinin devri kanun veya sözleşme hükümleriyle yasaklanabileceği gibi, bazı kayıt ve şartlara tabi tutulabilmektedir (4).

2- LİMİTED ŞİRKETLERDE PAY DEVRİNDE İLAN ZORUNLULUĞU YOKTUR

Bilindiği gibi, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 503 ve müteakip maddelerinde, limited şirketlerin kuruluşu düzenlenmiş, Kanunun 511.maddesinde tescil ve ilan edilecek hususlar arasında, ortakların kimliği ve koymayı taahhüt ettikleri sermaye miktarları yer almış, 515.maddesinde de, şirket esas mukavelesinde yapılan her değişikliğin ilk mukavele de olduğu gibi tescil ve ilan edileceği, 519.maddesinde de pay defterinin tutulacağı, bu deftere; ortakların ad ve soyadlarının, pay miktarlarının, vukuu bulan ödemelerin, payların devir ve intikal ve bu hususlarla ilgili değişikliklerin kaydedileceği hükme bağlanmıştır.

Aynı kanunun 520.maddesi hükmüne göre de ortaklık payının devri; tescil ve ilan edilmese de noter tasdikli devir sözleşmesi, ortakların devir işlemine muvafakati ve devrin pay defterine işlenmesi ile hüküm ifade etmektedir.

Diğer taraftan 405 seri numaralı Tahsilat Genel Tebliğinin “1.2.1 Limited Şirket Ortağı” bölümünde “……. limited şirket ortaklarının kimliği ve şirketteki sermaye hisselerine ilişkin bilgiler, şirketin Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edilen ana sözleşmesinde, bu sözleşmede yapılan değişikliklerde, pay devrinin tescil ve ilan edilmemiş olduğu hallerde pay defterinde yer almaktadır.” hükmü bulunmaktadır.

Anılan tebliğ hükmüyle limited şirket ortaklarının ortaklık payının devrinin tescil ve ilan edilmese de noter tasdikli devir sözleşmesi, ortakların devir işlemine muvafakati ve devrin pay defterine işlenmesi ile hüküm ifade edeceği, bu nedenle pay devrinin tescil ve ilan edilmemiş olduğu hallerde kimlerin ilgili dönemlerde ortak olduğunun pay defterinden tesbit edilmesi gerektiği belirtilmiştir.

Ayrıca Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü’nün 29.01.2001 tarih ve B.07.0.GEL.0.71/7103-140 sayılı yazısında “1.1.2001 tarihinden itibaren noterliklerde yapılacak olan limited şirket pay devir veya devir vaadi işlemleriyle ilgili bildirimlerin vergi dairelerince alınması halinde, mükellefin tarh dosyasında muhafaza edilmesi ve limited şirketlerden tahsil edilmeyen amme alacaklarının tahsilinde 405 Seri No.lu Tahsilat Genel Tebliği hükümlerinin uygulanması sırasında bu sözleşmelerin de dikkate alınmasıgerekmektedir” denilmektedir.

3- ŞİRKETTEN AYRILAN ORTAĞA YAPILAN TEBLİGATLARIN HUKUKSAL DURUMU

Vergi Usul Yasası açısından, vergi ve ceza ihbarnamelerinin kimlere yapılacağı belirlenmiştir.Tebligatın mükelleflere, bunların kanuni temsilcilerine, umumi vekillerine veya vergi cezası kesilenlere yapılacağı, tüzel kişilere yapılarak tebligatın bunların başkan, müdür veya kanuni temsilcilerine vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerde bunları idare edenlere veya temsilcilerine yapılacağı, tüzel kişilerin müteaddit müdür veya temsilcisi varsa tebliğin bunlardan birine yapılmasının yeterli olduğu belirtilmiştir. Aynı yasanın 377.maddesinde ise, mükelleflerle kendilerine vergi cezası kesilenlerin tarh edilen vergiler ve kesilen cezalara karşı vergi mahkemesinde dava açabileceği öngörülmüştür.

Limited şirketi adına salınan vergi ve kesilen cezalara ilişkin ihbarnamelere, şirket adresinin yazıldığı, fakat bu ihbarnamelerin kanunen yetkili şirket temsilcilerine veya yöneticisine tebliğ edilmeyip, eski şirket temsilcisi olan davacıya tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. Şirket adına düzenlenen ihbarnamelerin davacıya tebliğ edilmiş olması bu ihbarnamelerin şirkete tebliğ edilmiş sayılmasını gerektirmeyeceği gibi bu ihbarnamelerde yer alan şirket adına salınmış vergi ve kesilen cezadan davacının şahsen sorumlu tutulması sonucunu da doğurmaz. Sözü edilen ihbarnamelere dayanarak davacının vergi ve cezadan sorumlu tutulması ve takip edilmesi mümkün bulunmadığından, tebligatın şahsına yapılmış olmasının davacının menfaatini haleldar ettiği kabul edilemez (5).

4- ŞİRKETTEN AYRILAN ORTAKLARA UYGULANAN YURT DIŞI YASAKLARI

Ortağı olduğu şirketten ayrılan ortak/ortaklar hakkında zaman zaman, yurt dışı yasağı, özel mülklerine haciz, mal varlıklarına, banka hesaplarına blokaj, özel otomobillerine haciz vs. konulduğunu zaman zaman görmekteyiz. Oysa ki, şirket tüzel kişiliğinin borcu için ortakların özel malları hakkında haciz uygulanması hukuken geçerli değildir. Keza, ortaklar hakkında yurt dışı yasağı konulması da hukuka aykırıdır. Kanuni temsilci durumunda olan ortaklar için ise, 25,000 TL’yi aşan vergi borçları için yurt dışı yasağı konulmaktadır (6).Fon payı için yurt dışı yasağı konulamaz. Yurt dışı yasağının kaldırılması için, davalı idare vergi daireleri değil, Valilik makamları olup, görevli mahkemeler, İdare Mahkemeleridir (7).

5- ÖZET VE SONUÇ

Vergi dairelerinin, anonim ve limited şirketler açısından “Ticaret sicil” bilgilerini sürekli güncellemesi gerekir. Yine, şirket borcu nedeni ile, şirketin kanuni temsilcisi olmayan ortakları hakkında işlem tesisinde çok dikkatli davranılması icap eder. Zira, öncelikle şirket “tüzel kişiliği” ile ilgili “mal varlığı”araştırmalarının yapılması gerekmektedir. Şirketin mal varlığı, aktif ve pasifinden tahsil olanağı bulunmayan vergiler için daha sonra, kanuni temsilciler bakımından takip yapılmalıdır (8). Nazlı Gaye Alpaslan

http://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/limited-sirketten-ayrilan-eski-ortaklara-yapilan-tebligatlarin-akibeti/haber-19716

------------

KAYNAKLAR

(1)TTK md.26, 66, 519, 540;TSN.71,99

(2)TTK md. 409/2,3-418

(3)TTK md. 410,BK.162

(4)TTK md. 416,559/2,3-Tic.

(5)Dnş.4.Daire E:05/361-K:05/1694

(6)27.4.2006 tarihinden itibaren, bu sınır 25.000 YTL olmuştur. AATUHK.GT.Seri No:439

(7)İzmir 2.İdare Mahkemesi E:2006/1025

(8) Dnş. 4. Dairesi, 16.2.2006 gün ve E:2005/1472-K:2006/187

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • Araç Alım Satımlarında Yeni Dönem Başlıyor, Trafik Sigortasında 15 Gün Kuralı Kalkıyor Böylece araç alım satımlarında trafik sigortası kaynaklı sorunlar ortadan kalkacak…
  • Sahte Sigortalıların Emeklilikleri İptal Mi Ediliyor? SGK, yapay zekâdan yararlanarak tespitleri yapıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik…
  • Forward İşlemleriyle İlgili KDV Tarhiyatları Forward sözleş­melerinde, ta­raflar belirli mik­tardaki dövizi ge­lecekte, şimdiden belirlenen bir…
Top