Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Adi Ortaklıklarda Vergi Kaçakçılığı Suçlarından Doğan Sorumluluklar  , Günümüzde, her biri genellikle ayrı bir alanda tecrübe, uzmanlık ve teçhizata sahip iki veya daha fazla kişinin kendi başlarına yapma imkânına sahip olmadıkları belli bir yüklenim işini beraberce yapmak ve kazanç elde etmek amacıyla işbirliğine gitmeleri oldukça yaygın olan bir uygulamadır. Bu gereği duyan ve ortak hareket edecekleri firmaları/kişileri belirleyen firmalar/kişiler, nasıl bir hukuki yapıda hareket edeceklerine karar verme sorunu ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Ayrı bir şirket kurulması, belli işlemlerin yerine getirilmesi, genel kurul yapılması, yedek akçe ayrılması, sermayenin yitirilmemesi, işin sonunda tasfiyeye girilmesi gibi yükümlülüklere uyulmasını gerektireceği için, belirli süreli bir iş için bu gibi külfetlere katlanılması istenmemekte ve pratikte, geçici işler için adi ortaklık statüsünün tercih edildiği görülmektedir.

Türk Ticaret Kanunu kapsamında yer alan ortaklıklardan farklı olarak adi ortaklıkların tüzel kişiliği bulunmamaktadır. Tüzel kişiliği ve ayrı bir yönetim organı bulunmadığından dolayı temsil ve sorumluluk esasları adi ortaklılar için önem arz etmektedir.

Bu çalışmada adi ortaklıkların temel özellikleri, yönetim ve temsili ile vergi mükellefiyetleri konularına değinilecek ayrıca ortakları, yöneticileri ve temsilcilerinin vergi suçlarından doğan sorumlulukları ele alınacaktır.

1. Adi Ortaklık Sözleşmesi

Türk hukuk sisteminde adi ortaklıklar 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu[1]’nun 620 ve müteakip maddelerinde düzenlenmiştir.

Adi Ortaklık Sözleşmesi; iki veya daha fazla kişinin emek, mal veya paralarını ortak bir amaca (kazanç elde etme amacı) ulaşmak üzere birleştirmeyi üstlendiği sözleşmeler olarak tanımlanır.  Bir ortaklık 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu[2] ile düzenlenmiş olan ortaklıkların özelliklerini taşımıyorsa adi ortaklık olarak nitelendirilebilir. Ortakların katılım payının devri şekil şartına tabi olmadığı sürece adi ortaklığın kendisi şekil şartına tabi değildir. Ortaklar, herhangi bir noter tasdiki veya tescil yükümlülüğüne tabi olmaksızın yazılı veya sözlü olarak anlaşma yapabilirler.  Ancak ispat bakımından kolaylık sağlamak amacıyla uygulamada adi ortaklık sözleşmelerinin yazılı ve noter huzurunda imza edilmesinin daha doğru olacağı söylenebilir.

2. Adi Ortaklıkların Temel Özellikleri

6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu kapsamında yer alan ortaklıklardan farklı olarak Adi Ortaklıklar tüzel kişiliği haiz değildirler. Tüzel kişiliği bulunmayan adi ortaklıkların, üçüncü kişilerle olan hukuki ilişkilerinde bağımsız bir varlıklarının olduğu söylenemez. Adi ortaklıklar kendi adına herhangi bir hak veya borç iddia edemez, mahkemeler nezdinde davalı veya davacı olamazlar. Yani ortaklık lehine açılacak davalar ve yapılacak hukuki işlemler tüm ortakların katılımı ile ortaklık aleyhine açılacak davaların ise tüm ortaklar aleyhine açılması gerekmektedir. Adi ortaklık sözleşmesinde aksi kararlaştırılmamış ise, ortakların katılım payları ortaklık amacının gerektirdiği önem ve nitelikte ve birbirine eşittir. Her ortak para, alacak veya başka bir mal veya emek olarak ortaklığa bir katılım payı koymakla yükümlüdürler. Yine ortaklar aksini sözleşme ile kararlaştırmadıkları sürece, her ortağın kazanç ve zarardaki payı, katılım payının değerine ve niteliğine bakılmaksızın eşit olacaktır. Sözleşmede ortakların kazanç veya zarara katılım paylarından birisi belirlenmişse bu belirleme, diğerindeki payı da ifade edecektir. Belirleme durumunda Adi ortaklıkta kazanç ortakların payları nispetinde paylaşılacaktır. Bir ortağın zarara katılmaksızın yalnızca kazanca katılacağına ilişkin anlaşma ise, sadece katılama payı olarak yalnızca emeğini koymuş olan ortak için geçerli olacaktır.

3. Adi Ortaklıklarda Yönetim ve Temsil

Adi ortaklığın tüzel kişiliği ve ayrı bir yönetim organı bulunmadığından dolayı temsil konusunun bu oluşumlar için önem arz ettiği söylenebilir.

Türk Borçlar Kanunu’nun 624. Maddesine göre; adi ortaklığın kararları, ortakların oy çoğunluğu ile alınması yönünde bir anlaşma yapmadıkları sürece, oy birliği ile alınır. Ortaklar oy çoğunluğu ile karar alınması yönünde bir anlaşma yapmışlar ise, çoğunluk ortakların katılım paylarının ortaklıktaki oranına göre değil ortak sayısına göre belirlenecektir.

Aksine bir anlaşma olmadığı sürece, Türk Borçlar Kanununda Adi Ortaklıkta tüm ortakların genel kural olarak yönetim ve temsil haklarının olduğunu düzenlenmiştir. Ortaklar yönetim ve temsil yetkilerini bir veya daha fazla sayıda ortağa veya üçüncü bir kişiye devredebileceklerdir. Mezkûr kanunun 625. Maddesi uyarınca, yönetime yetkili olan ortaklardan her biri, diğerleri katılmaksızın işlem yapabilmekte ancak yönetime yetkili her ortak tamamlanmasından önce işleme itiraz ederek yapılmasına engel olabilecektir.

Adi ortaklığa genel yetkili bir temsilci atanması ve ortaklığın olağan dışı işlerinin yürütülmesi için, bütün ortakların oy birliği aranmıştır. Ancak gecikmesinde sakınca olan hallerde, bu konuda yönetici ortaklardan her birinin yetkili olduğu belirtilmiştir.

Türk Borçlar Kanunu’nun 637. Maddesine göre; kendi adına ve ortaklık hesabına bir üçüncü kişi ile işlemde bulunan ortak, bu kişiye karşı bizzat kendisi alacaklı ve borçlu olacaktır. Aynı maddenin ikinci fıkrasında; ortaklardan biri tarafından, adi ortaklık adına bir üçüncü kişi ile işlem yapılması halinde diğer ortakların ancak temsile ilişkin hükümler çerçevesinde alacaklı veya borçlu olabileceği düzenlemelerine yer verilmiştir. Bu düzenlemeler doğrultusunda, adi ortaklığı üçüncü kişilere karşı temsil yetkisinin kendisine yönetim görevi verilen ortaklarda olduğu söylenebilir. Mezkûr maddenin üçüncü fıkrasına göre ise; yönetici ortağın yapacağı önemli tasarruf işlemleri bakımından temsil yetkisinin bütün ortaklar tarafından oy birliği ile verilmiş olması ve yetki belgesinde bu hususun açık bir şekilde belirtilmiş olması gerekmektedir.

Adi ortaklıkta mal varlıkları bakımından elbirliği ile mülkiyet, borçlar bakımından ise müteselsil sorumluluk esasları geçerlidir. Ancak ortaklar yazılı sözleşme yapmak suretiyle bu konular ile ilgili özel düzenlemeler yapabilirler. Ortaklık işlerini ücret karşılığı yürüten ortak TBK’nın 628/2. Maddesi uyarınca, TBK’nın vekâlet hükümleri çerçevesinde vekil sıfatı ile sorumlu olacaktır.

Adi ortaklıkta ortakların şirket borçlarından dolayı sorumluluğu birinci derecede, sınırsız ve müteselsil olmasına karşın bir ortağın işlediği haksız fiilden dolayı sorumluluğun yalnızca o ortağa ait olduğu ancak diğer ortaklarında kışkırtmak veya fiilin işlenmesine yardımcı olmak suretiyle fiile katkı sağlamış ya da katılmış olmaları halinde Borçlar Kanununun 61. Maddesine göre sorumlu olacakları söylenebilir.

Ortaklık sözleşmesiyle ortaklardan birine verilen yönetim yetkisi, haklı bir sebep olmaksızın ( Yönetici ortağın görevini aşırı ölçüde ihmal etmesi veya iyi yönetim için gerekli olan yeteneği kaybetmesi gibi) diğer ortaklarca kaldırılamayacak ve sınırlandırılamayacaktır ancak haklı bir sebep mevcut ise sözleşmede aksine hüküm olsa dahi diğer ortaklardan her biri yönetim yetkisini kaldırabilir.

4. Adi Ortaklıklarda Vergi Mükellefiyeti ve Sorumluluğu

Adi ortaklılar ticari faaliyet gerçekleştirebilmek ve fatura tanzim edebilmek için ortakların vergi dairesine başvurarak vergi numarası almaları gerekmektedir. Adi ortaklıkların tüzel kişilikleri bulunmamakla birlikte vergi kanunları uygulaması bakımından ortaklık adına vergi kimlik numarası verilmektedir. Vergi kimlik numarası verilen ortaklık adına Gelir Stopaj, Katma Değer Vergisi ve diğer vergi türleri için mükellefiyet tesisi yapılır. Ortakların basit usulde ticari kazanca sahip olmaları halinde gelir stopaj ve katma değer vergisi yönünden mükellefiyet tesis edilmez.

Adi ortaklığın ticari faaliyette bulunması halinde, ortakların adi ortaklıktan elde ettiği kazançları 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununa[3] göre şahsi ticari kazanç olarak kabul edilir ve ortakların bu kazançlarını hisseleri oranında ayrı ayrı beyan etmeleri gerekmektedir.

Adi ortaklıklar bağımsız işletme birimleri olarak ayrı vergi mükellefiyetine sahip oldukları için adi ortaklıklarca defter tutma, belge düzenleme, muhafaza ve ibraz gibi vergi ödevleri ile beyanname verme, bildirim ve vergi ödeme gibi mükellefiyetler ortaklardan ayrı olarak yerine getirilmesi gerekmektedir.

Ortakların adi ortaklıklardan hisseleri oranında elde ettikleri kazançları, ortaklar tarafından Gelir ve Kurumlar Vergisi beyannamelerine aktarılmak suretiyle beyan edileceğinden, vergi borçlarından dolayı sorumlulukları da her bir ortağın hissesi oranında(beyanı kadar) olacaktır.

Ancak Gelir Stopaj Vergisi ve Katma Değer Vergisi mükellefiyeti adi ortaklık adına tesis edildiğinden dolayı, ortaklığın bu vergi türleri itibariyle ödenmemiş borçlarından dolayı ortaklar müşterek ve müteselsil olarak sorumlu olacaklardır.

5. Adi Ortaklıklarda Vergi Suçlarından Doğan Sorumluluk

Vergiler ekonomik ve sosyolojik açıdan önem arz etmektedir. Bu bakımdan vergi kaçakçılığı suçlarının hem devlete hem de topluma zarar vereceği aşikârdır.213 sayılı Vergi Usul Kanunu [4], 359. maddesinde “Kaçakçılık Suçları ve Cezaları” başlığı altında vergi kaçırma eylemlerine yönelik suçlar ayrıca düzenlemiştir. VUK’un 359. maddesinde belirtilen vergi kaçakçılığı fiillerini yapanlar bu suçun faili olup bu kanun hükümlerine göre cezalandırılmaktadır. VUK 359.maddesinde belirtilen fiilleri herkes işleyebileceğinden bu suç tipinde herkes cezanın muhatabı olabilmektedir.

Bu noktadan hareketle vergi kaçakçılığı suçunda fail, gerçek kişiler olabileceği gibi tüzel kişiler de olabilmektedir. Ceza hukukunda yer alan cezaların şahsiliği ilkesi gereği, suçu işleyen yahut suça herhangi bir şekilde katkısı olan kişi ya da kişiler, özellikle bu suçun işlenmesinde suçu işleyene yol gösteren, yardımcı olan bazı meslek mensupları vergi kaçakçılığı suçunda fail olabilmektedir. Tüzel kişiler açısından şirketin temsili ve sorumluluğu kanuni temsilcilere aittir. Tüzel kişilerin vergi kaçakçılığı suçu işlediği durumlarda kanuni temsilcilerin görev ve yetki dağılımları, bu suçtaki bağlantıları incelenmektedir. Dolayısıyla vergi kaçakçılığı suçunda failin belirlenmesi gerçek kişilerde daha kolayken tüzel kişilerde daha zor ve karmaşık olmaktadır.

Özellikle tüzel kişiliğe sahip olan büyük kuruluşlarda suçu işleyen gerçek kişiyi bulmak kimi zaman oldukça güçtür. Vergi kaçakçılığı suçunda fail, tüzel kişi olduğunda sorumluluk tüzel kişi adına hareket eden ve bizzat suçu işleyen kanuni temsilciler olmaktadır. Bunun dayanağı ise, Türk Ceza Kanunu’nun[5] 20/2. maddesidir. Buna göre, “Tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanmaz. Ancak suç dolayısıyla kanunda öngörülen güvenlik tedbirleri niteliğindeki yaptırımlar saklıdır.”. Bu nedenle vergi kaçakçılığı suçunda fail konusunu gerçek kişiler ve tüzel kişiler açısından ayrı ayrı incelemek gerekecektir.

İş bu yazımızın önceki kısımlarında da belirtildiği üzere adi ortaklıkların tüzel kişiliği bulunmadığından dolayı yönetim ve temsil gibi sorumluluk gerektirecek konular bu oluşumlar için önem arz etmektedir.

Adi ortaklıkların, ortak, yönetici veya temsilcileri hakkında Vergi Usul Kanunu’nun 359. Maddesinde düzenlenen vergi suçlarından doğan sorumluluklarına ilişkin değerlendirmelere aşağıda yer verilecektir.

*Tüm ortakların birlikte vergi suçunu işlemiş olmaları halinde; hepsinin ayrı ayrı cezai sorumlulukları olacaktır.

*Ortaklar, konu veya işleri bakımından kendi aralarında görev dağılımı yaptıkları takdirde; vergi suçuna ilişkin fiiller kimin görev alanı içerisine giriyorsa, o ortak veya ortaklar sorumlu olacaklardır.

* Ortaklar kendi içlerinden ya da dışarıdan işlerinin idaresi için vekil tayin ettiği durumlarda; vergi suçu işlenmiş ise, vekil tayin edilen kişinin söz konusu suça sebebiyet veren işlemler bakımından yetkili olduğunun yetki belgesinden açıkça anlaşılıyor olması durumunda cezai sorumluluk vekil edilen kişide olacaktır.

Adi ortaklıkların vergi kanunları karşısındaki cezai sorumluluğunun gerçek kişilerdeki gibi olduğu söylenebilir. Yani tüm ortakların ayrı ayrı cezai sorumlulukları bulunmaktadır. Ancak ortaklığı idare ve temsil yetkisi ortaklık sözleşmesiyle ya da sonradan ortaklardan birine/birkaçına veya ortakların dışında başka birisine bırakılabilmektedir. Bu durumlarda ortaklardan birisi vergi kaçakçılığına sebebiyet veren fiili bizzat işlerse, herkes kendi fiilinden sorumlu olur.

Adi ortaklıklarda failin tam olarak belirlenemediği durumlarda ise; ortaklar arası görev dağılımına bakılması gerekmektedir. Bu doğrultuda verilmiş Yargıtay kararlarının da belirleyici nitelikte olduğu görülmektedir. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 02.11.1989 tarih ve 1989/22671, K1989/4391 sayılı kararında[6]“hüküm kurulması için öncelikle sanıkların oluşturduğu adi ortaklığın idari işlerinden kimin sorumlu olduğu tespit edilmelidir” hükümleri yer almakta, konuyu destekleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 09.12.2002 tarih E.10215, K9764 sayılı kararında[7] ise “adi ortaklığın idaresinin kime ait olduğu araştırılıp suçun ayrıntılarını bilen ve oluşumunda rolü olan ortak tespit edilmeden ve her iki sanığında müştereken sorumlu olduğu belirlenmeden, sanıkların mahkumiyetlerine karar verilmesinin kanuna aykırı bulunduğu” hükümlerine yer verilmiştir.

6. Sonuç

Yazımızın önceki bölümlerinde yer verilen yasal düzenlemeler ve değerlendirmeler ışığında;  tüzel kişiliği bulunmayan adi ortaklıklarda genel olarak ortakların ayrı ayrı cezai sorumluluklarının bulunduğu, ancak ortaklık sözleşmesi ya da sonradan düzenlenen bir belge ile ortaklardan birine veya ortaklar dışında başka birisine ortaklığı idare ve temsil yetkisinin belgede açık bir şekilde belirtilmek suretiyle bırakılması durumunda,  idare ve temsil yetkisini haiz olan ortak veya dışardan temsil yetkisi verilen kişinin fiillerinden dolayı cezai sorumluluklarının bulunduğu söylenebilir.

Kaynakça,

[1] 6098 Sayılı “Türk Borçlar Kanunu” (04.02.2011 Tarih 27836 Sayılı Resmi Gazetede Yayımlanmıştır)

[2] 6102 Sayılı “Türk Ticaret Kanunu”(14.02.2011 Tarih 27846 Sayılı Resmi Gazetede Yayımlanmıştır)

[3] 193 Sayılı “Gelir Vergisi Kanunu”(06.01.1961 Tarih 10700 Sayılı Resmi Gazetede Yayımlanmıştır)

[4] 213 Sayılı “Vergi Usul Kanunu”(10.01.1961 Tarih 10703 Sayılı Resmi Gazetede Yayımlanmıştır)

[5] 5237 Sayılı “Türk Ceza Kanunu” (12.10.2004 Tarih 25611 Sayılı Resmi Gazetede Yayımlanmıştır)

[6] BUDAK, Atilla, “Vergi Suçlarında Fail Meselesi”, Vergi Dünyası, XXVII/315, (Kasım 2007), s. 98-(02.11.1989 tarih 1989/22671, K1989/4391 sayılı Yargıtay 9. Ceza Dairesi Kararı)

[7] 09.12.2002 Tarih E.10215, K9764 sayılı Yargıtay 11. Ceza Dairesi Kararı

Kaynak:Vergi Müfettiş Yrd. Uğur Kızılgül- www.MuhasebeTR.com

Pazartesi, 18 Haziran 2018 11:03

Gümrükte Yapılandırma Şartları Belli Oldu

7143 sayılı Yasa'ya göre 18.05.2018 tarihi itibariyle gümrük idarelerince takip edilen gümrük alacaklarını kesinleşmiş alacak, kesinleşmemiş alacak, kendiliğinden bildirim, inceleme olarak dört ayrı başlık altında toplanabiliyor. Gürcan Akkoç’la beraber yaptığımız çalışma neticesinde son durum şöyledir;

1- Kesinleşmiş gümrük alacakları

Kanun kapsamında bir alacağın kesinleşmiş olarak kabul edilmesi için;31.03.2018 tarihinden (bu tarih dahil) önce gümrük yükümlülüğü doğan ve gümrük idarelerince takip edilen alacağın 18 Mayıs 2018 tarihi itibarıyla; İlk derece yargı mercileri nezdinde dava açma süresi geçmiş, İtiraz/istinaf veya temyiz süreleri geçmiş, İdari para cezalarına ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı dava açma süresi geçmiş, Uzlaşma hükümlerinden yararlanma süresi geçmiş veya uzlaşılmış olması gerekiyor.

- Gümrük vergileri ve bu vergilere bağlı cezalar

7143 sayılı Kanun'un yayımı tarihi olan 18.05.2018 itibarıyla (bu tarih dahil) gümrük vergilerinin ödenmiş olması veya ödenmemiş kısmının bu kanuna göre ödenecek olması halinde bu kısma uygulanacak Yİ-ÜFE oranında faizin ödenmesi şartıyla vegi ödeniyor ve cezanın tamamı siliniyor.

- Vergi aslına bağlı olmayan cezalar

Cezanın %50'si siliniyor.

- Gümrüklenmiş değere bağlı para cezaları

Cezanın %70'i silinecek. (Varsa gümrük vergisi aslı ödenmiş olmak şartıyla)

2- Kesinleşmemiş veya dava safhasında bulunan gümrük alacakları

31.03.2018 tarihinden önce (bu tarih dahil ) önce gümrük yükümlülüğü doğan ve kanunun yayımı tarihi olan 18.05.1018 tarihi itibarıyla henüz dava açma süresi geçmemiş, uzlaşmaya başvurulmuş, uzlaşma günü gelmemiş veya uzlaşma sağlanamamış olmakla birlikte dava açma süresi içinde bulunan yahut dava açılmış ve henüz ilk derece mahkemesinde görülmekte olanları kapsıyor.

İlk derece mahkemesinde (Vergi mahkemesinde) dava açılmış yada dava açma süresi henüz geçmemiş olan tahakkuklar;

- Vergi aslı ve vergi aslına bağlı olan para cezaları

Hem vergi aslı hem de ceza için dava açılmış yada dava açma süresi henüz geçmemişse; Vergi aslının %50'si ödenmesi şartıyla cezanın tamamı siliniyor.

- Sadece vergi aslına bağlı ceza için dava açılmış yada dava açma süresi geçmemiş asla bağlı para cezaları: Gümrük vergilerinin tamamı bu kanunun yayımı tarihinden önce ödenmiş veya bu kanunda belirtilen süre ve şekilde ödenmesi şartıyla asla bağlı cezanın tamamı siliniyor.
- Vergi aslına bağlı olmayan ceza ve iştirak cezası: Dava açılmış yada dava açma süresi henüz geçmemişse cezanın %75 i siliniyor.

- Gümrüklenmiş değere bağlı para cezası: Dava açılmış yada dava açma süresi henüz geçmemişse cezanın %85'i siliniyor.

Kanunun yayımı tarihi itibarıyla ilk derece mahkemesinde sonuçlanmış ve halen istinaf veya temyiz yahut karar düzeltme aşamasında veya bu yollara başvurusüresi içinde olan cezalı vergi tahakkukları:

- Vergi aslı ve vergi aslına bağlı olan para cezaları

Gümrük idaresitahakkukunaesas vergi tutarının %80'si ve cezanın tamamı siliniyor. Asla bağlı olmayan ceza : Gümrük idaresi para cezasıtutarının %90'ı siliniyor.

- Gümrüklenmiş değere bağlı para cezası: Gümrüklenmiş değere bağlı para cezası tutarının %95'i siliniyor.

- Vergi mahkemesi idare lehine karar vermişse (tasdik), veya tadilen tasdik verilenvergi aslı ve vergi aslına bağlı olan para cezaları:Tasdik edilen verginin tamamı ödenir. Terkin edilen verginin %20'si ödeniyor ve cezanın tamamı siliniyor.

- Asla bağlı olmayan cezalar: Tasdik edilen asla bağlı olmayan cezanın %50'si , terkin edilen asla bağlı olmayan cezanın %90'ı siliniyor.

Gümrüklenmiş değere bağlı para cezaları:Tasdik edilen kısmın%70'i, terkin edilen kısmın %95'i siliniyor.

Kanunun yayımı tarihi itibarıyla verilen en son karar Danıştay veya Bölge İdare Mahkemesi'nce verilen bozma kararı ise; %50, %75, %85 gibi oranlarda cezalar siliniyor. Kısmen onama , kısmen bozma kararı var ise; %20, %50, %70, %95 oranlarında cezalar silinebiliyor.

3- Kendiliğinden bildirim

Kanununun yayımlandığı tarihi izleyen ikinci ayın sonuna kadar (31.07.2018 ) müracaat edilmesi şartıyla; cezaların tamamı siliniyor.

4- İnceleme ve tarhiyat safhasında olanlar

Kanunun kapsadığı dönemlere ilişkin olarak kanunun yayımlandığı 18.05.2018 tarihten önce inceleme ve tarhiyat işlemine başlanılmış ve kanunun yayım tarihi itibarıyla tamamlanamamış gümrük alacakları için bu kanunun yayımı tarihinde yada bu tarihten sonra yapılacak tahakkuklar ile bu kanunun kapsadığı dönemlere ilişkin olarak bu kanunun yayımı tarihinden önce tamamlandığı halde, bu tarihte yada bu tarihten sonra gümrük idaresine intikal eden müfettiş raporları üzerine düzenlenecek ek tahakkuklar da yapılandırma kapsamına giriyor.

Burada dikkate edilecek en önemli husus gümrük yükümlülüğü 31.03.2018 öncesi olan bir beyannameye ait inceleme işlemi 18.05.2018 öncesi başlanılıp da bu tarihte tamamlanamamış olan incelemelere ait daha sonra verilecek kararların 31.07.2018 tarihine kadar yükümlüye tebliği edilmiş olması halinde yapılandırmadan yararlanabileceğidir. Bu durumda vergi aslına bağlı cezalar: Vergi aslının %50'si ödenmesi şartıyla ceza siliniyor. Vergi aslına bağlı olmayan cezaların %75'i siliniyor. Gümrüklenmiş değere bağlı para cezalarının da %85'i siliniyor. Varsa gümrük vergisi aslımın %50'si siliniyor. Hasan Akdoğan 

https://www.dunya.com/kose-yazisi/gumrukte-yapilandirma-kurallari-belli-oldu/419177

1.GİRİŞ

Katma Değer Vergisi (KDV) esas itibarıyla vergi indirimi mekanizmasına dayanan bir vergilendirme şeklidir. Mükellefler, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan KDV’den, faaliyetlerine ilişkin olarak, kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen KDV’yi indirim konusu yapabilmektedirler. İndirim mekanizması ile mal ve hizmetlerin üretim aşamalarından nihai tüketiciye ulaşana kadarki bütün aşamalarında vergi hesaplanmakta ve her bir aşamada hesaplanan vergiden bir önceki aşamada hesaplanan vergi indirilmek suretiyle bakiye kalan vergi hazineye intikal ettirilmektedir. Buradaki amaç yaratılan katma değerin vergilendirilmek istenmesidir. 

Ancak bazı durumlarda yukarıda bahsetmiş olduğumuz indirim mekanizmasının işleyişi gerçekleşememektedir. Bu tür durumlarda indirilemeyecek KDV’nin hangi durumlarda gider, maliyet veya kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınacağı ile ne tür yolların izlenmesi gerektiği yazımızın konusunu oluşturmaktadır.

Ayrıca Katma Değer Vergisi ile çeşitli vergi kanunlarında değişiklik yapan 7104 Sayılı “Katma Değer Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlar ile 178 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 6 Nisan 2018 Tarihli ve 30383 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu Kanun kapsamında yapılan ve indirilemeyen KDV’nin durumunu etkileyen düzenlemelere de çalışmamızda yer verilmiştir. 

2. YASAL DÜZENLEMELER

KDV Kanunu’nun 29 uncu maddesi; mükelleflerin, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, faaliyetlerine ilişkin olarak yüklendikleri katma değer vergisini indirebilecekleri hükmünü amirdir.


KDV Kanunu’nun 58 inci maddesinde ise; “Mükellefin vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanan Katma Değer Vergisi ile mükellefçe indirilebilecek Katma Değer Vergisi, Gelir ve Kurumlar Vergisi matrahlarının tespitinde gider olarak kabul edilmez.” hükmü yer almaktadır. Bu madde hükmünün düzenlenme amacı, mükelleflerin yük olarak üstlenmeyecekleri vergilerin, gelir ve kurumlar vergisi matrahlarının tespitinde gider olarak kabulünün önlenmesidir.

Yukarıdaki hükümler dikkate alındığında, mükelleflerce hesaplanan ve indirilebilecek nitelikte olan KDV’nin, gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınması mümkün değildir. Ancak bu kapsamda olmayan ve indirilemeyen katma değer vergisi ise gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınabilir. 7104 sayılı Kanun öncesindeki KDV Kanunu’nun 30 uncu maddesinde düzenlenen indirimi mümkün bulunmayan katma değer vergilerine ilişkin eski hüküm aşağıdaki gibidir;

“Aşağıdaki vergiler mükellefin vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden indirilemez:

a) Vergiye tabi olmayan veya vergiden istisna edilmiş bulunan malların teslimi ve hizmet ifası ile ilgili alış vesikalarında gösterilen veya bu mal ve hizmetlerin maliyetleri içinde yer alan katma değer vergisi,

b) Faaliyetleri kısmen veya tamamen binek otomobillerinin kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi olanların bu amaçla kullandıkları hariç olmak üzere işletmelere ait binek otomobillerinin alış vesikalarında gösterilen katma değer vergisi,

c) Deprem, sel felaketi ve Maliye Bakanlığının yangın sebebiyle mücbir sebep ilân ettiği yerlerdeki yangın sonucu zayi olanlar hariç olmak üzere, zayi olan mallara ait katma değer vergisi,

d) Gelir ve Kurumlar Vergisi kanunlarına göre kazancın tespitinde indirimi kabul edilmeyen giderler dolayısıyla ödenen katma değer vergisi. (6728 sayılı kanunun 44 üncü maddesiyle eklenen parantez içi hüküm; Yürürlük 09.08.2016)(5520 sayılı Kanunun 13 üncü maddesine göre transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılan kazançlar ile Gelir Vergisi Kanununun 41 inci maddesinin birinci fıkrasının (5) numaralı bendine göre işletme aleyhine oluşan farklara ilişkin ithalde veya sorumlu sıfatıyla ödenen katma değer vergisi hariç)"

7104 sayılı Kanun’la birlikte 3065 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesinin birinci fıkrasının; 

a) (a) bendine “teslimi ve hizmet ifası” ibaresinden sonra gelmek üzere aşağıdaki parantez içi hüküm eklenmiştir.

“(Bu Kanunun 17 nci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b), (c) ve (d) bentleri ile (4) numaralı fıkrasının (ı) ve (ö) bentleri uyarınca katma değer vergisinden istisna edilen işlemler hariç)”

b) (c) bendine aşağıdaki parantez içi hüküm eklenmiştir. 

“(Şu kadar ki Vergi Usul Kanununun 315 inci maddesine göre Maliye Bakanlığınca belirlenen faydalı ömürlerini tamamladıktan sonra zayi olan veya istisna kapsamında teslim edilen amortismana tabi iktisadi kıymetlere ilişkin yüklenilen katma değer vergisi ile faydalı ömrünü tamamlamadan zayi olan veya istisna kapsamında teslim edilen amortismana tabi iktisadi kıymetlere ilişkin yüklenilen katma değer vergisinin kullanılan süreye isabet eden kısmı indirilebilir.)”

c) (d) bendinin parantez içi hükmünde yer alan “ilişkin ithalde veya sorumlu sıfatıyla ödenen” ibaresi “ilişkin ithalde veya sorumlu sıfatıyla ödenen katma değer vergisi ile yurt içindeki işlemlerde mal teslimi veya hizmet ifasında bulunan mükellefler tarafından ilgili vergilendirme döneminde beyan edilerek ödenen” şeklinde değiştirilmiştir.

ç) (d) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki (e) bendi eklenmiştir. 

“e) Vergi Usul Kanununun 322 nci maddesine göre değersiz hale gelen alacaklara ilişkin alıcı tarafından ödenmeyen katma değer vergisi.”

KDV Kanunu’nun 30 uncu maddesinde yer alan ve yukarıda belirtilmiş ilk üç bentteki durumlar sonucunda indirilemeyen katma değer vergisinin gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınmasında bir sakınca bulunmamaktadır. Ancak Gelir ve Kurumlar Vergisi kanunlarına göre kazancın tespitinde indirimi kabul edilmeyen giderler dolayısıyla ödenen katma değer vergisi, kanuna ekli parantez içi hükmü saklı kalmak üzere, kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınmalıdır.

3. GİDER KAYDEDİLEBİLEN KATMA DEĞER VERGİSİ

3.1. Vergiye Tabi Olmayan veya Vergiden İstisna Edilmiş Bulunan İşlemlerle İlgili KDV

3.1.1. Vergiye Tabi Olmayan İşlemlere İlişkin Yüklenilen KDV

KDV Kanunu’nun 30 uncu maddesinde, mükellefin vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, vergiye tabi olmayan veya vergiden istisna edilmiş bulunan malların teslimi ve hizmet ifası ile ilgili alış vesikalarında gösterilen veya bu mal ve hizmetlerin maliyetleri içinde yer alan katma değer vergisinin indirilemeyeceği hükmü yer almaktadır.

KDV Kanununun 1/1 maddesinde, Türkiye'de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin KDV’ye tabi olduğu; 6 ncı maddesinde de işlemlerin Türkiye'de yapılmasının, malların teslim anında Türkiye'de bulunmasını, hizmetin Türkiye'de yapılmasını veya hizmetten Türkiye'de faydalanılmasını ifade ettiği belirtilmiştir. Bu madde kapsamına girmeyen, yani vergiye tabi olmayan teslim ve hizmetler sebebiyle yüklenilen vergiler indirim konusu yapılamamaktadır.

Bu konuda örnek vermek gerekirse;

- Yurtdışında gerçekleşen transit (doğrudan) ticaret işlemleri,

- Türkiye’de mukim bir firmanın yurtdışında bir ülkede yer alan fabrikasında üretilen malların yine yurtdışına satışı,

- Türkiye’de mukim bir firmanın yurtdışında inşaat işi yapması,

- Türkiye’de mukim bir firmanın, yine Türkiye’de mukim bir müşterisinin yurtdışı şubesinde muhasebe sistemi kurması

gibi işlemler KDV’ye tabi olmayacağından, yine bu işler için Türkiye’de ödenen bir KDV’nin olması durumunda, katma değer vergisinin konusuna girmeyen bu işlemlere ait yüklenilen KDV indirim konusu yapılamayacaktır. Bu tür işlemler sonucu indirim konusu yapılmış bir KDV var ise, vergiye tabi olmayan işlemin gerçekleştiği dönem beyannamesinde " Daha önce indirim konusu yapılan KDV’nin İlavesi " satırına yazılmak suretiyle düzeltilmesi gerekecektir.

3.1.1.1. Sigorta Şirketlerinden Alınan Hasar Tazminatlarının KDV Karşısındaki Durumu

Sigorta şirketlerinden alınan tazminatlar sunulan bir hizmetin yahut gerçekleştirilen bir teslimin bedeli olmadığından KDV’nin konusuna girmemektedir. Bu nedenle sigortalı şirketlerin hasar gören eşya için sigorta şirketlerinden aldığı tazminatlar için KDV hesaplanması söz konusu olmayacaktır.

Ancak sigortalı mükellefin hasar gören kıymetini kendisi tamir ettirerek, adına düzenlenmiş tamir/onarım faturalarının bedelini tahsil etmesi durumunda KDV hesaplanması gerekecektir.

Örneğin, ABC firmasının üretimde kullandığı iş makinesi arızalanmış, firma yetkili servisi çağırarak makineyi tamir ettirmiştir. Tamir bedeli için yetkili servise KDV hariç 100.000 TL ile 18.000 TL KDV ödenmiştir. ABC firması aynı zamanda hasar tespiti yaptırmış ve sigorta şirketine de haber vermiştir. Kurum kendi adına düzenlenen faturaya dayanarak, tamir bedelini gider olarak dikkate almış, 18.000 TL tutarındaki KDV tutarını ise indirim konusu yapmıştır. Bu işlemlerden sonra sigorta şirketi tarafından mükellef kuruma hasar bedelinin toplam tutarı olan 118.000 TL tazminat ödemesi yapılmıştır. ABC firması kendisine ödenen tutarın tamamını gelir yazarak kayıtlara intikal ettirmiştir.

A firmasının bu aşamadan sonra yapması gereken, daha önce indirim konusu yapmış olduğu 18.000 TL tutarındaki tamir bedeline ait KDV’yi indirimlerden çıkararak gider yahut maliyet unsuru olarak dikkate alması olacaktır. Çünkü tamir ettirilen ve gider olarak dikkate alınan harcamanın esas muhatabı sigorta şirketidir. Sigorta şirketi 118.000 TL ödeme yaparak masrafın KDV dahil tüm tutarını ödemiştir. Asıl muhatap tarafından karşılanmış olan KDV’nin indirim konusu yapılması indirim mekanizmasının amacına uygun olmayacaktır.

Yukarıdaki örneğimizde, sigorta firmasının KDV hariç tutarı mükellef kuruma ödemesi durumunda, indirimden çıkarılacak olan KDV tutarı (100.000/1,18*0,18) 15.254,24 TL olacaktır.

Uygulamada çok sık rastlanan buna benzer durumlarda, hasar gören kıymetin tamir ettirilmesi işleminin esasından sigorta şirketine sunulan bir hizmet olduğu unutulmamalıdır.

3.1.2. Vergiden İstisna Edilmiş İşlemlere İlişkin Yüklenilen KDV

KDV Kanunu’nun 30/a maddesi hükmüne göre, katma değer vergisine tabi işlem KDV’den istisna tutulmuş ise, bu işlem sonucundaki KDV yüklenimleri temel olarak indirim kapsamı dışında bırakılmıştır.

Ancak bazı istisnalar için bu durum geçerli değildir. İndirim kapsamı dışında bırakılmamış istisna türleri KDV Kanununun 11, 13, 14, 15, 17/4-c, 17/4-r, 17/4-s, 17/4-t, 17/4-u ve 17/4-y maddelerinde yer almaktadır. Ayrıca mezkûr Kanun’un Geçici 12, 23, 32, 33 ve 34 üncü maddeleri için de indirim yasağı geçerli değildir.

Yukarda sayılan ve indirim kapsamı dışında bırakılmamış istisnalara 7104 sayılı Kanun’la yeni maddeler eklenmiş olup; KDV Kanunu’nun 17/2-b, 17/2-c, 17/2-d, 17/4-ı ve 17/4-ö maddeleri de bu kapsama dâhil edilmiştir.

06.04.2018 tarihinde yayınlanan 7104 sayılı Kanun’la birlikte aşağıda yer verilen ve niteliği itibariyle kısmi istisna kapsamında olan teslim ve hizmetler nedeniyle yüklenilen katma değer vergilerinin indirimine imkân sağlanmıştır.

  • Özel okul, üniversite ve yüksekokullar tarafından verilen bedelsiz eğitim ve öğretim hizmetleri, 
  • Öğrenci yurtları tarafından verilen bedelsiz yurt hizmetleri, 
  • Kanunların gösterdiği gerek üzerine bedelsiz olarak yapılan mal teslimi ve hizmet ifaları,
  • 3065 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasında sayılan kurum ve kuruluşlara bedelsiz olarak yapılan her türlü mal teslimi ve hizmet ifaları,
  • Fakirlere yardım amacıyla gıda bankacılığı faaliyetinde bulunan dernek ve vakıflara bağışlanan gıda, temizlik, giyecek ve yakacak maddelerinin teslimi,
  • Yabancı devletlerin Türkiye’deki diplomatik temsilcilik ve konsoloslukları ile yabancı hayır ve yardım kurumlarına, 3065 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasında sayılan kurum ve kuruluşlara bedelsiz olarak yapacakları teslim ve hizmetlere ilişkin olarak yapılan teslim ve hizmetler,
  • Tescilli taşınmaz kültür varlıklarının rölöve, restorasyon ve restitüsyon projelerine münhasır olmak üzere, bu projelendirmelerden yararlananlara verilen mimarlık hizmetleri ile projelerin uygulanması kapsamında yapılacak teslimler,
  • Serbest bölgelerde verilen hizmetler ile serbest bölgelere veya bu bölgelerden yapılan ihraç amaçlı yük taşıma işleri.
  • Gümrük antrepoları ve geçici depolama yerleri ile gümrük hizmetlerinin verildiği gümrüklü sahalarda ithalat ve ihracat işlemlerine konu mallar ile transit rejim kapsamında işlem gören mallar için verilen ardiye, depolama ve terminal hizmetleri.

İndirim kapsamı dışında bırakılan istisnaların önemli bir kısmı KDV Kanununun 17 nci maddesinde düzenlenmiştir. Bu istisnalara literatürde kısmi istisna adı verilmekte olup bu kapsamda yapılan teslim ve hizmetlerle ilgili olarak daha önceki dönemlerde yüklenilip indirilen KDV’nin, ilgili olduğu teslim ve hizmetin yapıldığı dönem KDV beyannamesinde "Daha önce indirim konusu yapılan KDV’nin İlavesi" satırına yazılmak suretiyle indirim iptali gerçekleştirilir. İndirimi iptal edilen bu KDV gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak dikkate alınabilir.

3.1.2.1. Kurumların İki Yıldan Fazla Aktifinde Tuttuğu İştirak Hisseleri ile Taşınmazların Satışında KDV’nin Durumu

Kanun’un 17/4-r maddesinde kurumlarca iki yıldan fazla aktifte kalmış, iştirak hisseleri ile gayrimenkullerin satışı KDV’den istisna edilmiştir. Bu kapsamında KDV’den istisna edilerek gerçekleştirilen teslimlerde, teslime konu taşınmazların iktisabında yüklenilmiş olan katma değer vergilerinin indirim iptalleri ile ilgili farklı bir uygulama yer almaktadır. Bu maddelerle ilgili olarak indirimle giderilemeyen katma değer vergisinin  gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak dikkate alınacağı hükmüne yer verilmiştir. Buna göre indirim iptaline ve gider kaydına konu edilecek KDV yüklenilen KDV’nin indirimle giderilememiş olan kısmı ile sınırlandırılmıştır.

Örnek: A Kurumu 12.05.2015 tarihinde aldığı 200.000 TL bedelli ( yüklenilen KDV 36.000 TL ) taşınmazını 01.07.2017 tarihinde ( iki yıl elinde bulundurduktan sonra ) satmıştır. İstisna hükmünün uygulanmasında diğer şartların da sağlanmış olduğu varsayıldığında, satış işlemi KDV’siz şekilde gerçekleştirilecektir. İstisna “tam istisna” kapsamında olmadığından,(KDVK 30 uncu maddesi kapsamında) taşınmazın alımında yüklenilen KDV’nin satışın yapıldığı ay KDV beyannamesinde ilave KDV olarak beyan edilmesi gerekir. Ancak KDV Kanunu’nun 17/4-r bendindeki özel hüküm gereği Mayıs 2015 ile Temmuz 2017 dönemi arasındaki aylardan herhangi birine ait KDV beyannamesinde devreden KDV çıkmamışsa, yukarda bahsettiğimiz ilave KDV işleminin yapılmaması gerekmektedir. Taşınmazın elde bulundurulduğu 26 ay süresince devamlı olarak ve 36.000 TL’nin üzerinde devreden KDV çıkmışsa, satışın yapıldığı ayda ( Temmuz 2017 KDV Beyannamesinde ) KDV indirim iptali gerçekleştirilerek, devreden KDV’nin azaltılması, azaltılan KDV tutarı kadar gider kaydının yapılması gerekir.

3.1.2.2. İndirim Hakkı Tanınan İşlemlerle İndirim Hakkı Tanınmayan İşlemlerin Bir Arada Yapılması

İndirim hakkı tanınan işlemlerle indirim hakkı tanınmayan işlemlerin bir arada yapılması halinde, KDV Kanunu’nun 33/1 inci maddesi hükmüne istinaden, fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisinin ancak indirim hakkı tanınan işlemlere isabet eden kısmının indirim konusu yapılması gerekmektedir. Konu ile ilgili İstanbul VD Başkanlığı tarafından verilmiş bir mukteza aşağıdaki gibidir. “…17/4-e maddesi kapsamındaki işlemler nedeniyle yüklenilen KDV tutarlarının indirim konusu yapılmasına imkân bulunmadığından KDV'den istisna işlemlerin gerçekleştiği dönemde toplam teslim ve hizmetler içindeki indirim hakkı tanınmayan işlemlerin oranının bulunması, bulunacak oranın toplam işlemler nedeniyle yüklenilen vergilere uygulanması ve bu şekilde hesaplanacak olan KDV'nin indirim hesaplarından çıkarılması, indirim konusu yapılamayan kısmın Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunları çerçevesinde işin mahiyetine göre gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınabileceği tabiidir.” 


3.2. Binek Otomobillerinin Alımında Ödenen KDV

KDV Kanununun 30/b maddesi hükmüne göre, faaliyetleri kısmen veya tamamen binek otomobillerin kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi olanların bu amaçla kullandıkları binek otomobillerinin alış belgelerinde gösterilen KDV hariç olmak üzere, KDV mükelleflerinin binek otomobili alımında yüklendikleri KDV’nin indirimi mümkün bulunmamaktadır.

KDV uygulaması bakımından binek otomobili kapsamına giren araçlar, 60 No.lu KDV Sirkülerinin 5.10 no.lu bölümünde yapılan açıklamalara göre belirlenecektir.

Binek otomobillerin kiralanmak veya çeşitli şekillerde işletilmesi suretiyle faaliyette bulunan mükelleflerin bu faaliyetlerinde kullanılmak üzere aldıkları binek otomobillerin KDV’si indirilebilir. Bu işlem genel oranda KDV’ye tabidir.

Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nde, mükelleflerin işletme amacı dışında iktisap ettikleri binek otomobillerinin alış vesikalarında gösterilen KDV’nin indiriminin mümkün olmadığı, indirim konusu yapılamayan bu verginin, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunları çerçevesinde işin mahiyetine göre gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınabileceği belirtilmiştir. Bu uygulama binek otomobili işletmeciliği ile uğraşan mükelleflerin işletme amacı dışında satın aldıkları binek otomobilleri için de geçerlidir.

Uygulamada, ticari kullanım amaçlı olarak üretilmiş motorlu araçların sonradan çeşitli işlemlere tabi tutulmak suretiyle binek otoya dönüştürülmesine de sık sık rastlanılmaktadır. Başlangıçta binek oto olarak değerlendirilmediği için motorlu araç iktisap edilirken ödenen KDV indirim konusu yapılmaktadır. Bu tarz araçların sonradan binek otomobile çevrilmesi durumunda, daha önceden indirim konusu yapılmış olan KDV’nin söz konusu dönüştürme işleminin gerçekleştiği tarihte ilave edilecek KDV olarak beyan edilip bu tutarın gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınması gerekmektedir. Konuyla ilgili 57 Seri No.lu KDV Sirkülerinde de açıklamalara yer verilmiştir.

Örneğin Mükellef A Kurumu tarafından 12.05.2016 tarihinde, fabrika çıkışında kapalı kasa kamyonet olarak üretilen motorlu araç 60.000 TL + 10.800 TL KDV bedel ödenerek satın alınmıştır. Aracın alımında ödenen katma değer vergisi de indirim konusu yapılmıştır. 01.07.2016 tarihinde araca koltuk ilavesi yapılmış, ruhsatında da değişiklik yapılarak binek otomobile dönüştürülmüştür. Dönüştürme işlemi sırasında 5.000 TL tutarında masraf yapılmış ve bu tutara isabet eden 900 TL katma değer vergisi tutarı indirim konusu yapılmıştır. Bu işlemler sonucunda KDV Kanunu’nun 30/b maddesi uyarınca yapılması gereken, mükellefin kapalı kasa kamyonetini binek otomobile dönüştürdüğü dönem (Temmuz 2016) KDV beyannamesinde indirim konusu yapmış olduğu 900 TL ile aracın ilk iktisap edildiği dönem (Mayıs 2016) beyannamesinde indirim konusu yapmış olduğu 10.800 TL tutarındaki katma değer vergilerinin, kurum kazancının tespitinde gider yahut maliyet unsuru olarak dikkate alınması yönünde olacaktır. Bu işlem KDV beyannamesinde “Daha önce indirim konusu yapılan KDV’nin İlavesi” satırına eklenerek gerçekleştirilecektir.

3.2.1 Devamlı Olarak İkinci El Otomobil Alım Satımı İle Uğraşanların Durumu:


Kanun’un 30/b maddesindeki “işletilmesi” kelimesinin farklı şekilde yorumlanmasından kaynaklanan konu, devamlı olarak ikinci el otomobil alım satımı ile uğraşan işletmelerin ticari amaçlı olarak satın aldıkları binek otomobillerinin alış vesikalarında gösterilen KDV’nin indirim konusu yapılıp yapılamayacağıdır. Konu hakkında Gelir İdaresi Başkanlığı’nın vermiş olduğu bir özelge  aşağıdaki gibidir;
         
“…Kullanılmış binek otomobillerin satın alınıp işletme adına kayıt ve tescil ettirildikten sonra satışa sunulmasında alış sırasında satıcının durumuna bağlı olarak % 1 veya % 18 olarak ödenen KDV'nin indirim konusu yapılması mümkün olmayıp gider veya maliyet olarak dikkate alınması gerekmektedir.”

Yukarıdaki özelge incelendiğinde, Gelir İdaresinin binek otomobillerin satın alınıp işletme adına kayıt ve tescil ettirildikten sonra satılması işini, kısmen veya tamamen binek otomobillerinin kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi faaliyeti kapsamında görmediği ve araçların satışının % 1 oranında KDV’ye tabi olacağı yönünde olduğu anlaşılmaktadır.

KDV Kanunu’nun 30/b maddesinin gerekçesinde “özel otomobillerin muvazaalı olarak işletmeye sokulması suretiyle özel tüketimin teşvik edilmemesi ve vergi kaybına sebebiyet verilmemesi”nin amaçlandığı belirtilmiş olup, bir çeşit vergi güvenlik fonksiyonu geliştirilmeye çalışılmıştır.

Yazımızın giriş bölümünde yer verdiğimiz KDV İndirim mekanizmasına ilişkin hükümler ile Kanunun 30/b maddesindeki hükmün gerekçesi birlikte ele alındığında, ikinci el araç alım satımı yapan mükelleflerin, alımlarına ilişkin KDV indirim haklarının olması gerektiği sonucu çıkarılabilmektedir. Kanunda geçen “işletmeye ait binek otomobili” ibaresinden kast edilen, işletmenin günlük işlerinde kullanılmak için alınmış olan binek otomobillerdir. Bu nedenle otomobil alım satımı yapan işletmelerin, “Ticari Mal” olarak iktisap ettikleri otomobillerinin alış vesikalarında gösterilen KDV’leri indirim konusu yapamamaları katma değer vergisinin genel işleyişine tam olarak uymamaktadır.

7104 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi ile 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 23’üncü maddesinin birinci fıkrasına (e) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki düzenleme getirilmiştir.

“f) İkinci el motorlu kara taşıtı veya taşınmaz ticaretiyle iştigal eden mükelleflerce, katma değer vergisi mükellefi olmayanlardan (mükellef olanlardan istisna kapsamında yapılan alımlar dâhil) alınarak vasfında esaslı değişiklik yapılmaksızın satılan ikinci el motorlu kara taşıtı veya taşınmazların tesliminde matrah, alış bedeli düşüldükten sonra kalan tutardır.”

Yapılan düzenleme ile araç alım satım işlemlerinde matrah, ikinci el motorlu kara taşıtı veya taşınmazların alış bedeli düşüldükten sonra kalan tutar olarak belirlenmiştir. Araç alım satım işiyle uğraşanlar, çoğu zaman bu araçları ticari defterlerine kaydetmeksizin, satıcıdan aldıkları vekâlet ile satışa konu etmektedirler. Bu düzenleme ile bu durumun önüne geçilmek istenmiştir.

3.3 Zayi Olan Mallarla İlgili Olarak Yüklenilen Katma Değer Vergisi

KDV Kanunu’nun 30 uncu maddesinin (c) bendinde, deprem, sel felaketi ve Maliye Bakanlığının yangın sebebiyle mücbir sebep ilân ettiği yerlerdeki yangın sonucu zayi olanlar hariç olmak üzere, zayi olan mallara ait katma değer vergisinin, mükelleflerin vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden indirilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Ayrıca Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği ve 60 Seri No.lu KDV Sirkülerinde konuya ilişkin olarak açıklamalara yer verilmiştir.

Zayi olan malların imha edilme işlemlerinde  ilgili bakanlık yetkililerinin katılımının sağlanması ve imhaya ilişkin tespitin bu komisyon nezdinde tutanağa bağlanması gerekmektedir. Bu şekilde yapılmayan işlemlerin takdir komisyonuna intikalinin sağlanması gerekmekte olup, imha edilen ürünlerin takdir komisyonunca belirlenecek emsal bedel üzerinden kayıtlara alınarak işlem yapılması gerekecektir.

 Zayi olan mallara ait yüklenilen ve daha önce indirim konusu yapılan KDV'nin, imha tarihini kapsayan vergilendirme dönemine ait 1 No.lu KDV Beyannamesinin "Daha önce indirim konusu yapılan KDV’nin İlavesi" satırına ilave edilmek suretiyle indirim hesaplarından çıkarılması gerekmektedir.

3.3.1 Deprem, Sel Felaketi ve Maliye Bakanlığının Yangın Sebebiyle Mücbir Sebep İlan Ettiği Yerlerdeki Yangın Sonucu Zayi Olan Mallar

KDV Kanunu’nun 30/c maddesinde yer alan düzenleme deprem, sel felaketi ve Maliye Bakanlığı’nın yangın sebebiyle mücbir sebep ilan ettiği yerlerdeki yangın sonucu zayi olan mallar dolayısıyla yüklenilen KDV’nin indirimini mümkün kılmıştır. Kanunda sayılan haller dışında kalan zayi olan mallara ait katma değer vergisinin indirimi mümkün değildir. Konuyla ilgili verilen bir özelge  aşağıdaki gibidir; 
“  … Buna göre, deprem ve sel felaketi olarak kabul edilmesi mümkün olmayan, boru patlaması sonucu oluşan su baskını sırasında zayi olan malların iktisabı nedeniyle yüklenilen KDV'nin KDV Kanununun 30/c maddesi uyarınca indirim konusu yapılması mümkün değildir.
 Ancak, zayi mallara ilişkin indirim konusu yapılamayan KDV'nin kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınması mümkün bulunmaktadır.”


KDV sisteminde alış vesikalarında gösterilen verginin indirilmesi, bu malların satışı anında mala yüklenen değerin vergiye tabi tutulacağı mantığına dayanır. Zayi olan mallar için satış ve dolayısıyla yaratılan bir değerden söz edilemeyeceğinden, bu mallara ait katma değer vergisinin indirilmesi, zayi olan mallar üzerindeki vergi yükünü tamamen ortadan kaldırır. Zayi olan mallar için yüklenilen vergilerin indirim yasağı bu nedene dayanmaktadır.

3.3.2 Amortismana Tabi Kıymetlerin Zayi Olması Hali Ve İdari Görüş:

7104 Sayılı Kanun Öncesindeki Durum

Bu başlık altında yer alan uyuşmazlık konusu mal kavramının ATİK’leri kapsayıp kapsamadığı şeklindeydi. 7104 sayılı Kanun öncesinde idarenin bu konudaki yaklaşımı mal kavramının ATİK’leri de kapsadığı yönündeydi. Ancak konu ile ilgili literatürde ve yargıda farklı yaklaşımlar da ortaya konulmuştur. Bu yaklaşımlar aşağıdaki gibidir.

3.3.2.1 İdarenin Görüşü

İdare zayi olan mal kavramına amortismana tabi sabit kıymetleri de dâhil etmekte, buna bağlı olarak sabit kıymetler ile ilgili yüklenilen katma değer vergisinin indirimini kabul etmemektedir. Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından verilmiş bir özelge  aşağıdaki gibidir;

“…işletmenizde çıkan yangın sonucu zayi olan sabit kıymetlere ilişkin olarak daha önce indirilen katma değer vergisinin, zayi olma tarihini kapsayan vergilendirme dönemine ait KDV beyannamesinin "İlave Edilecek KDV" satırına dâhil edilmek suretiyle indirim hesaplarından çıkarılması gerekmektedir.”

İdare yayınlamış olduğu diğer özelgelerde de ATİK’leri zayi olan mal kapsamında değerlendirmiş, yüklenilen KDV’lerin tamamının indirilmesinin mümkün olmadığı ve daha önce indirim konusu yapılan KDV’lerin de düzeltilmesi gerektiği görüşünü benimsemiştir.

3.3.2.2. Yargının Görüşü

Konu hakkında Danıştay tarafından verilen bir kararda  aşağıdaki ifadelere yer verilmiştir.


“..olayda yükümlü şirketin indirim konusu yaptığı katma değer vergisinin, zayi olan ticari emtiaya ait olmayıp amortismana tabi iktisadi kıymetlere ait olduğunda tartışma bulunmadığı, çünkü yanan araçların 213 sayılı Kanunun 313.maddesinde yer alan, işletmede bir yıldan fazla kullanılan ve yıpranmaya, aşınmaya veya kıymetten düşmeye maruz bulunan gayrimenkullerle, aynı Kanunun 269.maddesindeki, gayrimenkul gibi değerlenen iktisadi kıymetlerin amortismanın konusunu teşkil edeceği hükmü uyarınca amortismanın konusuna  giren iktisadi kıymetler olduğunda tartışma bulunmadığı, bu niteliğe sahip araçların ise 3065 sayılı Kanunun 30.maddesinin (c) bendinde sözü edilen ticari mal kapsamında kabul  edilemeyeceği, dolayısıyla ticari mallar için ödenen katma değer vergisinin tümünün aynı yıl içinde indirim konusu yapılması mümkün olmasına karşın ticari mallar için amortisman ayrılmasının söz konusu olmadığı, bu durumda, yükümlü şirketin yanan araçlarını şirketin ticari malıymış gibi kabul edip şirket adına, 3065 sayılı Kanunun 30.maddesinin (c) bendi dayanak gösterilmek suretiyle yapılan tarhiyatta isabet bulunmadığı gerekçesiyle kaçakçılık cezalı katma değer vergisini terkin etmiştir.

Vergi dairesi başkanlığı, inceleme raporuna dayanılarak ve zayi olan mallar konusunda Danıştay Yedinci Dairesinin 1991/1334 sayılı kararına göre yapılan tarhiyatta isabetsizlik olmadığını ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedir. Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, bozulması istenilen kararın dayandığı gerekçeler karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak durumda görülmemiştir. Bu nedenle temyiz isteminin reddine, ... Vergi Mahkemesinin ... gün ve 1996/1104 sayılı kararının onanmasına karar verildi.”

Danıştay bu kararıyla amortismana tabi iktisadi kıymetlerin ticari bir mal gibi değerlendirilip KDV Kanunu’nun 30/c maddesi kapsamında değerlendirilmesini vergi hukukuna uygun bulmamıştır.

Bu karara göre KDV Kanunu’nun 30/c maddesinde belirtilen zayi mallar kapsamına yalnızca alınıp satılan ticari malların girdiği, amortismana tabi iktisadi kıymetlerin bu kapsama girmediği sonucuna ulaşılmaktadır.

7104 Sayılı Kanun’la Getirilen Düzenleme

7104 sayılı Kanun’la, 3065 sayılı Kanunun 30 uncu maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine aşağıdaki parantez içi hüküm eklenmiştir.

“(Şu kadar ki Vergi Usul Kanununun 315 inci maddesine göre Maliye Bakanlığınca belirlenen faydalı ömürlerini tamamladıktan sonra zayi olan veya istisna kapsamında teslim edilen amortismana tabi iktisadi kıymetlere ilişkin yüklenilen katma değer vergisi ile faydalı ömrünü tamamlamadan zayi olan veya istisna kapsamında teslim edilen amortismana tabi iktisadi kıymetlere ilişkin yüklenilen katma değer vergisinin kullanılan süreye isabet eden kısmı indirilebilir.)”

Bu Kanun’la birlikte faydalı ömürlerini tamamladıktan sonra zayi olan veya istisna kapsamında teslim edilen ATİK’lere ilişkin yüklenilen KDV’nin tamamı ile faydalı ömrünü tamamlamadan zayi olan veya istisna kapsamında teslim edilen ATİK’lere ilişkin yüklenilen katma değer vergisinin kullanılan süreye isabet eden kısmının indirilebileceği ortaya çıkmaktadır.

3.4 Takvim Yılının Aşılması Nedeniyle İndirilemeyen Katma Değer Vergisi

7104 sayılı Kanun öncesinde, 3065 sayılı KDV Kanunu’nun (29/3) üncü maddesi hükmüne göre indirim hakkı, vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu takvim yılı aşılmamak şartıyla ilgili vesikaların kanuni defterlere kayıt edildiği vergilendirme döneminde kullanılabilmekteydi.

Ancak 7104 sayılı Kanun’un 8’inci maddesi ile 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29 uncu maddesinin (2) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “teslim ve hizmetin gerçekleştiği vergilendirme döneminde” ibaresi madde metninden çıkarılmış, (3) numaralı fıkrasına “vuku bulduğu” ibaresinden sonra gelmek üzere “takvim yılını takip eden” ibaresi eklenmiş ve (3) numaralı fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş ve mevcut (4) numaralı fıkra buna göre teselsül ettirilmiştir.

“4. Vergi Usul Kanununun 322 nci maddesine göre değersiz hale gelen alacaklara ilişkin hesaplanan ve beyan edilen katma değer vergisi, alacağın zarar yazıldığı vergilendirme döneminde indirim konusu yapılabilir (Şu kadar ki Vergi Usul Kanununun 323 üncü maddesine göre karşılık ayrılmak suretiyle gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak dikkate alınan katma değer vergisinin bu fıkra kapsamında indirim konusu yapılabilmesi için gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde gelir olarak dikkate alınması şarttır.).”

Bu düzenleme ile birlikte 3065 sayılı Kanun’un 29’uncu maddesinin (3) numaralı fıkrasında yapılan değişiklikle KDV’de “takvim yılı aşılması” uygulamasında değişikliğe gidilmiş, indirim hakkının, vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu takvim yılını takip eden takvim yılı sonuna kadar kullanılabilmesine imkân sağlanmıştır.

Ayrıca mezkûr Kanun’un (4) numaralı fıkrasında yapılan değişiklikle, Vergi Usul Kanunu’nun 322’nci maddesine göre değersiz hale gelen alacaklara ilişkin hesaplanan ve beyan edilen katma değer vergisinin, alacağın zarar yazıldığı vergilendirme döneminde indirim konusu yapılmasına imkân tanınmıştır.

KDV Kanunun 58. maddesinde, vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan KDV ile mükellefçe indirilebilecek KDV’nin, gelir veya kurumlar vergisi matrahlarının tespitinde gider olarak kabul edilmeyeceği hüküm altına alınmıştır. Bu durumda, takvim yılını takip eden takvim yılının aşılması nedeniyle indirim konusu yapılamayan KDV’nin, ticari kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınması gerekecektir.

3.5. Esas Malın Yanında Verilen Promosyon Ürünün KDV’sinin Daha Yüksek Olması Durumunda İndirilemeyecek Katma Değer Vergisi

KDV Genel Uygulama Tebliği’nde konu ile ilgili açıklamalarda bulunulmuş, düşük oranda vergiye tabi bir malın yanında yüksek oranda vergiye tabi bir malın promosyon ürünü olarak verildiği hallerde, promosyon olarak verilen malların ticaretini yapan firmalar açısından haksız rekabet sorununun ortaya çıkacağı belirtilmiştir.

Buna göre, promosyon ürünü olarak verilen malın tabi olduğu KDV oranının;

- Satışı yapılan mala ait KDV oranına eşit veya daha düşük oranda olması halinde promosyon ürünü için yüklenilen KDV’nin tamamının indirim konusu yapılması,

- Satışı yapılan malın tabi olduğu KDV oranından yüksek olması halinde ise promosyon ürünü için yüklenilen KDV’den, satışı yapılan malın tabi olduğu orana isabet eden kısmın indirim konusu yapılması, kalan kısmın gelir veya kurumlar vergisi açısından gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınması, uygun görülmüştür.

3.6 Mükellefiyetin Sona Ermesi Halinde İndirilemeyen Katma Değer Vergisi

Tasfiye olan şirketler ile işi bırakan mükelleflerin son ay KDV beyannamelerinde bulunan devrolan KDV’nin iadesi kabul edilmemektedir. Konu ile ilgili Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu’nun vermiş olduğu bir kararda  da, faaliyetin sona erdirilmesi nedeniyle izleyen aya devri ya da indirimine olanak kalmayan katma değer vergisinin yasa yapıcı tarafından iade yönteminin kabulü için yeterli bir neden olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir.

Konu ile ilgili olarak Maliye Bakanlık’ı vermiş olduğu bir görüşte  ise, işin bırakılması sonucu yüklenilip de indirimle giderilemeyen KDV’nin, gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde işin mahiyetine göre gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınması gerektiği yönünde açıklama yapılmıştır.

İdarenin ve Yargının, indirilemeyen KDV’nin iade edilemeyeceği yönündeki görüşlerinin dayanağı, işin bırakılması sonucu yüklenip indirilemeyen KDV’nin, KDV Kanunu’nda düzenlenen iade hakkı doğuran bir işlem olmaması yönündeki durumdan kaynaklanmaktadır.

İşin bırakılması sonucu mükelleflerce yüklenilip indirilemeyen KDV’nin, Kanun’un 58 inci maddesinin mefhumu muhalifinden hareketle gelir veya kurumlar vergisi açısından gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınması uygun olacaktır.

4. GİDER KAYDEDİLEMEYEN KATMA DEĞER VERGİSİ

4.1. Kanunen Kabul Edilmeyen Giderler Nedeniyle Ödenen Katma Değer Vergisi

KDV Kanunu’nun 30/d maddesinde, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarına göre kanunen kabul edilmeyen giderler dolayısıyla ödenen KDV’nin, kanuna ekli parantez içi hükmü saklı kalmak üzere, indirim konusu yapılması söz konusu değildir. Buna göre, kanunen kabul edilmeyen giderlere ilişkin belgelerde gösterilen KDV, mükellefin vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanan KDV’den indirilemeyecektir. Bu nedenle yüklenilen katma değer vergisi de kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınacaktır.

KDV Kanunu'nun 30/d maddesine eklenen parantez içi hüküm ile birlikte, ilişkili kişiler arasında yapılan emsallerine göre yüksek fiyatlı mal ve hizmet ithallerinde Gümrük Müdürlüğüne veya sorumlu sıfatıyla vergi dairesine yapılan KDV ödemelerinin tamamı indirilebilecektir. Bu hüküm ile birlikte mal veya hizmet ithalinde örtülü kazanç nedeniyle KDV indirim yasağı geçerli olmayacaktır.

Ayrıca 7104 sayılı Kanun’la 3065 sayılı Kanunun 30 uncu maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde yer alan parantez içi hükümde değişiklik yapılmak suretiyle, transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılan kazançlara ilişkin ithalde veya sorumlu sıfatıyla ödenen katma değer vergisinin yanı sıra Türkiye’deki işlemler nedeniyle satıcıya ödenen ve satıcı tarafından da ilgili vergilendirme döneminde beyan edilerek ödenen katma değer vergisinin alıcı tarafından indirilebileceği, yönünde düzenleme yapılmıştır.

4.2. Çalınan Mallara Ait Yüklenilen Katma Değer Vergisi

Çalınan mallara ait yüklenilen katma değer vergisi, Kanun’un 30. maddesinin (c) ve (d) bentleri gereğince hesaplanan katma değer vergisinden indirilemeyeceği gibi,  bu mallara ait önceki dönemlerde indirim hesaplarına alınan katma değer vergisi bulunması durumunda ise söz konusu vergilerin indirim hesaplarından çıkartılarak son dönem beyannamesinde ilave edilecek katma değer vergisi olarak beyan edilmesi gerekecektir.

Çalınmak suretiyle zayi olan malların safi ticari kazancın tespitinde gider olarak indirimi mümkün olmadığından dolayı, indirimi iptal edilen KDV’lerin gelir veya kurumlar vergisi matrahlarının tespitinde gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınmaları mümkün değildir. 

5. SONUÇ

Bu makalemizde Katma Değer Vergisi yönünden indirimine olanak bulunmayan KDV’nin, hangi durumlarda gider, maliyet veya kanunen kabul edilmeyen gider olacağı hususlarında açıklamalara yer verilmiştir. İndirimi mümkün olmayan KDV’nin, Kanun’un 29, 30 ve 58 inci maddeleri kapsamında değerlendirilerek, gelir ve kurumlar vergisinin tespitinde gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınması gerekmektedir. Bu nedenle mükelleflerin indirim olanağı bulunmayan katma değer vergilerini, mezkûr madde hükümlerini dikkate alarak değerlendirmeleri önem arz etmektedir. Utku Gelbal https://www.verginet.net

Sosyal Güvenlik Kurumu 2011 yılından itibaren, KADİM projesi kapsamında, kayıt dışı istihdam ile mücadele politikası kapsamında sigortasız işçiliği önlemek amacı ile Gelir İdaresi ile müşterek hareket etmektedirler. Kayıt Dışı İstihdamla Mücadele Projesi çerçevesinde 2011 yılından beri birçok ilde bu proje kapsamında ilgili kurumlarla bir dizi toplantılar gerçekleştirilmektedir.

Projenin amacı kayıt dışı istihdamı önlemeye çalışmak. Bu kapsamda Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından desteklenen insan kaynaklarının Geliştirilmesi Operasyon El Programı, I PA IV bileşen kapsamında Sosyal Güvenlik Kurumu yönetiminden, yürütümünden ve izlemesinden sorumlu olduğu ‘ Yenilikçi Yöntemlerle Kayıtlı İstihdamın Teşviki Hibe Programı’ çerçevesinde, muhtelif illerde sendikalar ile beraber çeşitli toplantılar gerçekleştirilmektedir.

Kayıt dışı istihdam ile mücadele projesi kapsamında, SGK tarafından, 5510 sayılı yasa ile bir dizi düzenlemeler yapılmıştır. Buna göre, ‘Alo 170’ hattı ile Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından ‘ihbar hattı’ oluşturulmuştur. SGK Kurumunun taşra teşkilatlarında KADİM servisi oluşturularak, bu servisler sayesinde kayıt dışı istihdam ile mücadele stratejileri geliştirilmektedir. Ülkemizde halen 5-6 milyon civarında kayıt dışı çalışan olduğu ve bu kişilerin bankalar ve belediyelerden aldıkları muhtelif hizmetlerin etkin izlenmesi sayesinde SGK kayıtlarının bulunup, bulunmadıkları araştırılmaktadır.

Buna göre, SGK, Gelir İdaresine bağlı Vergi Daireleri ile koordineli hareket ederek aşağıdaki işlemleri birlikte yerine getirmektedirler.

  1. Vergi mükelleflerinin (şirketler dahil) ilk işe başlama dilekçeleri ile yapılan yoklama fişleri, ‘3 nüsha’ düzenlenmektedir.
  1. Zaman zaman, işyeri değişikliği, iş nevinde değişiklik, iş yeri nakli, vb. durumlarda düzenlenen yoklama fişleri de yine 3 nüsha düzenlenip, bir nüshası SGK ‘ya yollanmaktadır.
  1. SGK denetmen veya denetmen yardımcıları tarafından düzenlenen yoklama fişleri veya denetim tutanaklarından bir nüshası vergi dairelerine yollanarak buradaki personelin kayıtlı olup, olmadığı, muhtasar beyannamesinin verilip, verilmediği, vb. konularda karşılıklı denetimler gerçekleştirilmektedir.
  1. Vergi daireleri tarafından düzenlenen tip “yaygın denetim tutanakları” ve ayrıca yoklama fişlerinde çalışan personelin ünvanı, statüsü, aldığı ücret, imzası, vb. konular detaylı olarak yoklama fişine aktarılmaktadır. Bu fişlerin okunaklı birer nüshaları ilgili SGK kurumuna ve buradan da ilgili Merkez SGK şube müdürlüklerine yollanmaktadır. Buradan yola çıkılarak, SGK bildirimleri, muhtasar beyannameler, vb. konular denetlenmektedir.

  2. KADİM Projesi kapsamında SGK, vergi daireleri dışında yerel karakollar, sağlık bakanlığının denetim yapan ilgili birimleri (özellikle aşçı, garson, vb. kişilerin yıllık-periyodik portör muayeneleri dahil) ile koordineli çalışılarak işçi giriş ve çıkışlarının bildirimleri ile ilgili kayıt dışılık takip edilmektedir. Buradan gelen bilgiler ışığında kimi zaman yüksek tutarlı idarî para cezaları düzenlenip, işverenlere tebliğ edilmektedir.

  3. Özellikle Türkiye’de çalışan yabancı personeller, gece kulüpleri, dansing, bar gibi işletmelerde çalışan yabancı uyruklu sanatçılar ile ilgili olarak da Emniyet Müdürlüğü ile SGK, Vergi Daireleri, eş güdümlü çalışma yapmaktadırlar. Hatta otellerden Emniyet Müdürlüğüne gelen bilgiler ve dökümler ışığında ilgili kişilerin hangi gece kulübünde çalıştığı, ülkeye izin alarak mı girdiği, ne kadar ücret aldığı, SGK kaydının olup olmadığı, titizlikle izlenmektedir.

Sonuç olarak, görüldüğü üzere SGK, artık kayıt dışı istihdam ile ciddi bir biçimde mücadele etme konusunda kararlı gözükmektedir. Bu konuda işverenlerin, işveren vekillerinin, malî müşavirlerin, avukatların ‘KADİM Projesi’ ile ilgili titizlikle hareket etmeleri gerektiği düşüncesindeyiz. Nazlı Gaye Alpaslan

http://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/sgk-ve-kadim-kayit-disi-istihdam-uygulamasi-ve-cezalari/haber-19595

Pazartesi, 18 Haziran 2018 10:43

Yurtdışı Borçlanmasında İlk Adım

Yurtdışı borçlanması yeryüzünde sadece Türk vatandaşlarına özgü bir hak. Dövize yoğun ihtiyaç duyulan dönemde ülkeye döviz girişi ve gurbetçi vatandaşların ülkeye bağlılığını kuvvetlendirmek amacıyla zamanında 1978 yılında getirilen bir hak ve hâlâ da sürdürülüyor.

Türkiye’de hiç çalışması olmayan ya da çok az çalışması olanlar da bu haktan faydalanarak emekli olabiliyorlar. Ancak ülkemizde yurtdışı borçlanması ve emeklilik koşulları bir incelik keşmekeşi haline gelmiş olduğundan herkes her durumda aynı sonucu elde edemeyebiliyor. Zarar etmemek için mutlak bir uzmana ihtiyaç duyuluyor.

Aynı dönemlerde aynı yaşta ve aynı ülkede çalışan iki kişiden çok para ödeyen az, az para ödeyen çok maaş alabiliyor ve bu sonuç yasal olarak mümkün bulunuyor.

Bu bilgi açlığını ve çapraşık durumları fırsat bilen çok sayıda simsar da çantalarını kaptıkları gibi Avrupa’ya giderek gurbetçi vatandaşlarımızın bu amaçlarını istismar edebiliyorlar.

O nedenle özellikle Avrupa’daki gurbetçi vatandaşlarımıza önerimiz ayaklarına gelen değil işlerine gelecek uzmanla çalışmalarıdır.

Bunun için de ilk adım olarak emekliliklerini emanet edecekleri uzmanları sağlıklı biçimde saptayıp bulmalılar. Peki, bunu nasıl yapabilirler?

Ayırt Edici Sorular

Türkiye’de sigortalılığı olan ile olmayan arasındaki farkı hemen herkes bilebilir ise de önemli aylık ve ödeme tutarı farklılıklarına yol açabilecek bazı diğer nüanslara da kulak kabartmalılar.

Örneğin;

Türkiye’de çok az çalıştıktan sonra Türkiye’de emekli olmadan Türkiye ile sözleşmeli bir ülkede çalışıp o ülkeden malûlen emekli olan bir sigortalı için emeklilik şartlarının ne kadar ve neden dolayı farklı olduğunu, buna karşı önceden yapılması gereken iş ve işlemleri bilip bilmediğini,

Yurtdışı kısmi aylığının hangi durumda bilerek ve isteyerek hangi durumlarda farkında olmadan yasal olarak bağlanabileceği, hani yurtdışı kısmi aylıklarının tam aylığa yükselebileceği hangi kısmi aylıkların tam aylığa hiçbir zaman yükselemeyeceği,

Türkiye’de ödenen isteğe bağlı prim ödeme sürelerinin yurtdışı borçlanması yapılacak yurtdışı çalışma süreleri ile çakışması halinde hangi hallerde isteğe bağlı sürelerin silineceği hangi hallerde o sürelerin silinmeyip yurtdışı borçlanma süresi sayılmayacağı,

Türkiye’de en son Emekli Sandığı iştirakçisi, Bağ-Kur sigortalısı veyahut SSK sigortalısı olmanın emeklilik koşullarını, emekli aylığı tutarını ve ödenecek tutarları nasıl, ne yönde ve kaç TL değiştireceğini, SSK’lı günde 21,648 TL ila 162,36 TL arasında günlük bedel ödeyebilecek iken Emekli Sandığı iştirakçisinin günlük rakamının ne olacağı ve neye göre belirleneceğini net olarak biliyor mu?

Kendi yurtdışı çalışması süresinin hangi yıllara tekabül ettiği ve hangi ülkelerde geçtiğine göre alabileceği alternatifli aylık tutarlarını “ödeme tutarı/aylık tutarı” biçiminde (Yaklaşık değil) net olarak verip veremediğini,

Günde 21,648 TL ila 162,36 TL arasında ve asgariden yüksek bir günlük bedel ödemenin SSK borçlanmasında hangi yıllar için anlamlı olacağı, hangi yıllarda günlük 21,648 TL’den fazlasının boşa gideceği, hangi yıllar için 76 TL’den fazlasının, hangi yıllar için 108 TL’den fazlasının, hangi yıllar için 141 TL’den fazlasının boşa giden para olacağını biliyor mu? Bu durum Bağ-Kur için farklı olan hangi yıl dilimlerinde geçerli olacağını biliyor mu?

Eğer öncesinde kamu çalışması varsa yurtdışı borçlanması sonucu aylık bağlandığında emekli ikramiyesi alıp alamayacağı bilgisini,

İsviçre’deki çalışması nedeniyle Türkiye’den yurtdışı borçlanması ile emekli olmada İsviçre’de çalışma olmaksızın adına ödenen primlerin bağlanacak işten ayrılma koşulunu bertaraf edilmesi bakımından aylığa engel olup olmayacağı,

Hususlarından kendileri ile ilgili olan bir ya da birkaçını öncelikle sorgulamalılar.

Okuma Yazma Yeterli mi?

Tabii bu uyarım ve sözüm “Ben okuma yazma biliyorum, internetten biraz araştırır, kendim form doldurur ve emekli olurum” diyenlere değil. Onlar birkaç şanslı dışında iflah olmaz bir zararzede olmaktan kurtulamayacaktırlar. Bunların yaptığı hatalı yurtdışı borçlanması kaynaklı düşük aylıklarını aylık çekilmemişs düzletmek mümkün ancak bu düzeltme durumunda bile maddi kayıpları 25-30 bin TL'yi bulabiliyor. İntrenetteki bilgi içeriklerinin özellikle sık değişen mevzuat nedeniyle çöp niteliğinde olabileceği de asla göz ardı edilmemeli, yazanın bilgisine güvenilse bile yazının tarihine de dikkat edilmelidir. 

Sözüm “Okuma yazma biliyorum, hatta tahsilim oldukça iyi, ama bu işin incelikleri vara benziyor, bu işi bir profesyonel uzmanla yapayım da parasal yararım korunsun” diyenler için, onlara da uzmanlarla simsarları ayırmaları bakımından bu uyarıyı önemle yapmak istiyorum.

Yazı Hırsızları

Yukarıda sorduğum önemli örnek soruların cevaplarını bu yazıda vermiyorum. Çünkü yazdığım önemli bilgi içeren yazılarımdan özellikle yurtdışı borçlanması için olanları “Noktasına virgülüne dokunmadan sadece adımı çıkartarak kendi yazısı imiş gibi Avrupa’daki Türklere özgü web sitelerinde altına utanmadan kendi adını koyarak yayımlayan” ahlaksız madrabaz simsarlar var.

Gurbetçi vatandaşlarımıza diyeceğim o ki önemli tutarda bir para ödeyerek size ömür boyu yoldaşlık edecek ve öldüğünüzde de kalanlarınızı sevindirecek iyi bir aylığım olsun diyorsanız girişiminizi muhakkak bir profesyonel ile yapın. Ama ilk adım olarak tespit edeceğiniz bu uzmanın cazip özelliği de ayağınıza gelmesi olmasın, uzmanınızı siz arayın bulun, bulurken de bu sorular size ışık tutsun. Şevket Tezel

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=9138

Mesleki yeterlilik belgesi, Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK) tarafından yetkilendirilmiş belgelendirme kuruluşlarınca, yetki kapsamlarında yer alan ulusal yeterliliklerde tanımlanmış esaslara göre yürütülen ölçme değerlendirme faaliyetleri sonucunda başarılı olan bireyler için düzenlenen ve bireyin söz konusu ulusal yeterlilikte belirtilen öğrenme kazanımlarına (bilgi, beceri ve yetkinlik) sahip olduğunu gösteren belgelerdir.

Kalite güvencesi sağlanmış ve uluslararası personel belgelendirme standardına göre akredite edilmiş bir sistem aracılığıyla tarafsız, tutarlı, âdil ve güvenilir şekilde yapılan ölçme değerlendirmeler sonucunda başarılı olan bireylere MYK Mesleki Yeterlilik Belgesi düzenlenir.
Geçtiğimiz günlerde yürürlüğe giren Taşınmaz Ticareti Yönetmeliği'yle birçok değişiklik yapıldı. Bu değişikliklerden en önemlisi emlak işleriyle uğraşanları ilgilendiren kişiler için mesleki yeterlilik belgesi zorunluluğu oldu.

***

İşletmede ve şubede farklı olacak!

Düzenlemeye göre gerçek kişi tacirler ile esnaf ve sanatkârların kendilerinin, ticaret şirketleri ile diğer tüzel kişi tacirlerin temsile yetkili kişilerinden en az birinin; şubelerde ise şube müdürünün sorumlu emlak danışmanı (Seviye 5) mesleki yeterlilik belgesine sahip olması gerekecek. 
Ayrıca işletmede pazarlama ve satış personeli olarak çalıştırılan kişilerin sorumlu emlak danışmanı (Seviye 5) veya emlak danışmanı (Seviye 4) mesleki yeterlilik belgelerinden birine sahip olmaları zorunludur.

***

Kimler muaf sayılacak?

Mesleki yeterlilik belgesi zorunluluğu bulunanların ortaöğretim ve yükseköğretim kurumlarının taşınmaz ticareti ile ilgili alanlarından veya bunlara denkliği kabul edilen yurt dışındaki öğretim kurumlarından mezun olmaları durumunda mesleki yeterlilik belgesi şartı aranmayacak.
Ayrıca 5 Haziran 2018 tarihi itibariyle taşınmaz ticaretiyle iştigal eden, gelir veya kurumlar vergisi kaydı ile meslek odası kaydı bulunan ve halk eğitim merkezleri ya da Millî Eğitim Bakanlığı'nca yetkilendirilen meslek odalarınca verilen eğitim sonucunda taşınmaz ticareti ile ilgili sertifika almış olan tacirler ile esnaf ve sanatkârlarda mesleki yeterlilik belgesi şartı aranmayacak.

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, yetki belgesine sahip işletmelerce çalıştırılması gereken mesleki yeterlilik belgesine sahip asgari personel sayısını belirlemeye yetkili olacak.

***

Belgeler takip edilecek!

Taşınmaz ticaretinin takip ve kontrolü amacıyla Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından Bilgi Sistemi oluşturulacaktır. Mesleki yeterlilik belgesi onaylanan ve iptal edilen kişiler Mesleki Yeterlilik Kurumu'nca eş zamanlı olarak bu sisteme girilecektir. Dolayısıyla mesleki yeterlilik sahibi olmadan faaliyet göstermek mümkün olmayacaktır.

***

Yetkili Kurumlardan Belge Alınmalı!

Emlak danışmanlarının gerekli muafiyeti sağlayamadıkları durumda mesleki yeterlilik belgesi alması zorunlu olacak. Böyle bir durumda mesleki yeterlilik belgesi için Mesleki Yeterlilik Kurumu tarafından yetkilendiren kurum ve kuruluşlara başvuru yapmak gerekecek. Yetkisi olmayan kurumlardan alınan belgeler geçersiz sayılacak. İbrahim Işıklı

https://www.dunya.com/kose-yazisi/emlak-danismanlarina-da-mesleki-yeterlilik-sart/419506

Pazartesi, 18 Haziran 2018 09:25

Yıllık İzinde Şartlar

Yıllık ücretli izin çalışanlar için vazgeçilemez önemli bir hak. Ayrıca bu hak Anayasal bir hak. Çalışanlar bu haktan kendi istekleriyle bile vazgeçemezler. Yıllık izin alan işçi izin süresince başka bir işte de çalışamaz. Eğer çalışmaya ihtiyacı olsa bile bu dönemde sigortalı veya sigortasız (kayıtdışı) başka bir işverende başka bir işyerinde çalışan işçi asıl işvereni bu durumu fark ettiğinde, hem işinden olabilir hem de işvereni ona ödediği izin ücretini geri isteyebilir.

İşyerlerinin büyük bir bölümünde yıllık izinlerin biriktiği görülüyor. Çalışanlar biriken izinlerini kullanıp kullanamayacaklarını, kullanacaklarsa ne kadarını kullanabileceklerini merak ediyorlar. Hemen ifade edelim; izinlerin yanması gibi bir durum söz konusu değil. İşçi hak ettiği yıllık izinleri kullanmamışsa, bunları ilerleyen dönemde kullanabilir. Diğer yandan, uygun olan aslında yıllık izinlerin hak edildiği dönemden sonraki yıl içerisinde tamamen kullandırılmasıdır.

Bazen çalışanlar, “İzin kullanmayayım işveren bana iznin parasını versin” diyebiliyorlar. Ne var ki bu mümkün değil, yıllık iznin muhakkak boş zaman olarak kullanılması gerekiyor. Ancak iş sözleşmesi sona ermişse, işte o zaman işçiler kullanılmadıkları izinlerinin paraya çevrilmesini isteyebilirler. İşten ayrıldıkları tarihteki brüt ücret üzerinden kullanılmamış yıllık izinlerini para olarak alabilirler.

Yıllık ücretli izin konusunda işçilerin işyerleriyle anlaşmazlık yaşadığı bir konu da izinlerin ne zaman kullanılacağı konusudur. Söylemekte yarar var, bu konudaki karar yetkisi işverenlere aittir. Yönetim hakkı kapsamında son söz işverenindir. Yıllık izinlerin planlanmasını işveren yapar, çalışanın itiraz etmesi sonucu değiştirmez. Konuyu bu şekilde bilmeyen çalışanlar işverenleriyle anlaşmazlık yaşayabiliyor, ileri durumlarda işlerinden bile olabiliyorlar. Hem de tazminatlarını almadan.

İş Kanunu ne diyor?

Yıllık ücretli izin süreleri İş Kanununda belirlenmiştir. Bu konudaki kanun maddesi normatif hukuk kuralı şeklindedir. Yani bir alt sınır vardır, fakat bir üst sınır yoktur. Kanunda belirlenen izin sürelerini kullanabilmenin temel koşulu o işyerinde en az bir yıldır çalışıyor olmaktır. Bazen işverenler bir yılını doldurmayan çalışanlarına da avans izin kullandırabilmektedir. Bu tamamen işverenin inisiyatifinde olan bir konudur.

İş Kanunumuza göre; bir yıldan beş yıla kadar çalışmış işçiye 14 günden, beş yıldan fazla on beş yıldan az çalışmış işçiye 20 günden, on beş yıl ve daha fazla çalışmış işçiye 26 günden az izin verilemez.

Belirttiğimiz gibi bu süreler asgari sürelerdir. İşveren isterse hedefleri tutturan işçilere ilave izin verebileceği gibi, toplu iş sözleşmesiyle daha uzun izinler belirlenebilir.

18 yaşından küçük ve 50 yaşından büyük işçilere ise 20 günden az izin verilemez. İş Kanunu böyle emretmektedir.

10 GÜNDEN AZ OLMAZ

Geçtiğimiz yıllarda kanunda yapılan değişiklikle yıllık izin kullanımında önemli bir yeni düzenlemeye geçildi. Buna göre izin süresi bir parçası on günden az olmamak kaydıyla istenildiği kadar bölünebilir. 20 gün izni olan bir çalışan 10 gün iznini bir bütün olarak kullandıktan sonra geri kalanını 10 parçada kullanabilir. Bu yeni düzenleme hem işçiler hem de işyerleri için çok iyi oldu. Çalışanlar daha önce bir gün izin kullanmak istediklerinde yasa elvermediğinden mazeret izni kullanmak zorunda kalıyorlardı. İşyerleri de yasaya aykırı izin kulandırdıkları için bir işyeri denetiminde idari para cezasıyla karşılaşabiliyorlardı. Neyse ki bu sorun ortadan kalkmış oldu.

Yol izni de var

Son olarak bilgilendirmekte fayda var, yıllık iznini işyerinin bulunduğu il dışında geçirecek olan işçilere, bunu belgelemeleri halinde işverenin 4 güne kadar ücretsiz izin vermesi gerekiyor. Ankara’da çalışan işçi iznini Marmaris’te geçirecekse işverenden gidiş ve dönüş için toplam 2 günlük ücretsiz yol izni talep edebilir. İşveren bu durumda işçisinden otel rezervasyon bilgisini isteyebilir. Cem Kılıç

http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/izin-hakkinda-bilmek-istediginiz-2690174/

3 Temmuz’da haziran ayı enflasyonunun açıklanmasıyla SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin maaş zammı oranı belli olacak. Memur emeklisi de büyük ihtimalle enflasyon farkı alacak. Temmuz ayında maaşlar zamlı yatacak.

Emeklilerin zam oranları emekli oldukları statüye göre değişiyor. SSK ve Bağ – Kur emeklileri enflasyona dayalı zam alırken, memur emeklilerinin zammı toplu sözleşme görüşmelerinde belirleniyor. Temmuz ayında emekli maaşları zamlanacak. Peki hangi emekli ne kadar zam alacak? Sadece kendi çalışması nedeniyle emekli maaşı alanlar mı zam alacak, dul, yetim aylıkları da artacak mı?

ENFLASYON BELİRLİYOR

SSK ve Bağ – Kur emeklileri bir önceki altı aydaki enflasyon oranında zam alıyorlar. Bu zam yılda iki kez uygulanıyor. SSK ve Bağ – Kur emeklisinin maaşı Ocak – Haziran arasındaki enflasyon oranında Temmuz ayında, Temmuz – Aralık ayında gerçekleşen enflasyon oranında Ocak ayında zamlanıyor.

ARTIŞ 250 TL’Yİ BULABİLİR

Dolayısıyla emeklinin maaşı enflasyona kurban edilmemiş oluyor. Ancak tabii ki önce 6 aylık enflasyon oranı gerçekleşip emekli maaşları daha sonra zamlandığı için enflasyonun gerçekleştiği ay emeklinin maaşının artması söz konusu olmuyor. TÜİK verilerine göre Ocak – Mayıs döneminde enflasyon oranı yüzde 6,39 olarak gerçekleşti. Bu orana haziran ayı enflasyonu da eklenecek ve 6 aylık enflasyon oranı belli olacak. İşte bu oran kadar SSK ve Bağ – Kur emeklilerine zam yapılacak. Bu oranın toplamda yüzde 7 olarak gerçekleşmesi halinde 1.200 TL emekli aylığı alan SSK veya Bağ – Kur emeklisinin maaşına 84 TL zam gelecek. Maaş zammının 250 TL’yi bulması söz konusu. Emekli maaşı yükseldikçe zam miktarı da artacak. Bu sayede 5 Milyon 354 Bin SSK emeklisi ile 458 Bin 597 Bağ – Kur emeklisine enflasyon oranında zam yapılmış olacak.

Oran ne zaman netleşecek?

Altı aylık enflasyon oranı TÜİK’in 3 Temmuz 2018’de Haziran ayı enflasyon rakamlarını açıklaması ile netleşecek. Bu veriler açıklandığında Ocak – Haziran ayları içerisindeki 6 aylık enflasyon netleşmiş olacak. Netleşen bu rakama göre emekli aylıkları zamlanacak. 3 Temmuz tarihinde oran netleşince SSK ve Bağ – Kur emeklilerinin emekli maaşı ödeme gününde zamlı maaşları ödenecek. Dolayısıyla Temmuz ayında emekliler zamlı maaşlarını alabilecekler.

En düşük maaş ne kadar olacak?

Şu anda 2000 öncesi SSK emeklileri en düşük 1569 TL alıyor. Enflasyon % 7 olursa rakam 1678 TL’ye çıkacak. 2000 – 2008 arasında emekli olan SSK’lılar ise en düşük 1.231 TL maaş alırken 1.317 TL alacak. 2008 sonrası emekli olanların ise en düşük aylığı 935 TL’den 1.000 TL’ye yükselecek. Okan Güray Bülbül

https://www.aksam.com.tr/yazarlar/okan-guray-bulbul/emekli-maaslari-temmuzda-zamli-olarak-yatacak/haber-745953

Mükellefin Bankalardaki “0” (Sıfır) Bakiyeli Hesaplara Elektronik Haciz ,Vergi daireleri tarafından, mükellefin borçlu olduğu gerekçesi ile Türkiye çapında bütün kamu ve özel bankalar nezdinde mevcut hesaplarına e-haciz uygulanmaktadır. Uygulanan e-haciz sürekli ve kalıcı bir e-haciz şeklini almaktadır. Hiçbir vergi haczi sonsuza kadar devam etmez. Haciz edilen menkul veya gayrimenkuller bir şekilde tasfiye olunur. Tasfiye ve satış işlemlerinin yasada kayıtlı belirlenmiş süreleri dahilinde bu işlemler sonuçlandırılır. Sürekli e-haciz mükellefler üzerinde olumsuz etki ve sonuçlar doğurmaktadır. Kalıcı vergi hacizleri işkenceye dönüşerek, mükelleflerin üretim, yatırım ve gelecek ile ilgili ticari kararları üzerinde olumsuz psikolojik etkiler de yaratabilmektedir.

Bilindiği gibi, amme borçlusu mükelleflerin vergi borçlarını vadesinde ödememeleri halinde banka mevduatlarına e-haciz uygulanmaktadır. Uygulamada birçok vergi dairesi e-haciz işlemlerini hatalı uygulayarak mükellefleri maddi ve manevi yönden mağdur etmektedirler. E-haczin kaldırılması sırasında mükellefler pek çok müşgül durum yaşamaktadırlar. Aşağıda yanlış uygulanan e-haciz uygulamaları özetlenmektedir.

1) Amme borçlusu mükellefin haczi kabil olmayan bir kısım menkul, mevduat vs hesaplarına e-haciz uygulanmaktadır. E-haciz yapılabilmesi için usulüne uygun ödeme emri tebliği ve ödeme emrinin kesinleşmesi şarttır.

2) Sıfır bakiyeli hesaplara e-haciz uygulanamaz. Uygulansa dahi hemen aynı gün içinde bu e-haczin iptal edilmesi zorunludur.

3) Sonsuza kadar e-haciz sürdürülemez. E-haciz sadece ve sadece bir gün geçerlidir. Ertesi gün hesapların aktif hale gelmesi veya getirilmesi zorunludur.

4) Emekli maaşlarına veya emekli maaş hesaplarına veya emekli maaş gölge hesaplarına e-haciz uygulanamaz. Uygulansa dahi hemen kaldırılmalıdır.

5) Çiftçilerin veya diğer amme borçlusu kimselerin devlet destekleri hesaplarına e-haciz uygulanamaz.

6) Şirket borcu nedeniyle, şirket ortağının bireysel mevduat hesabına şirket borcu kaynaklı e-haciz uygulanamaz.

7) Sonsuza kadar devam eden ve kalıcı bir şekilde mevduat hesaplarına e-haciz yürütülemez. E-haciz konduğu an mevduat müsaitse o kadarlık miktar tahsil edilir. Ve akabinde hemen hesap aktifleştirilir. E-haciz, mevduattaki para kadar kısmı bloke edilir. Ertesi gün haciz kaldırılır. Bloke edilen tutar vergi dairesine havale edilir. Yine aynı gün hesap mükellefçe serbestçe kullanılır. E-haciz kalktıktan sonra hesaba gelen havalelere artık e-haciz uygulanamaz. E-haciz uygulanabilmesi için ikinci bir e-haczin tatbikine gereksinim olacaktır. İkinci bir e-haciz emri gelmeden gelen bütün havaleler mükelleflerce serbestçe kullanılabilir.

8) Nafakalar hiçbir şekil ve surette haczedilemez.

9) Emekli maaşları haczedilemez.[1]

10) Ücret veya maaş hacizlerinde ¼ kuralı uygulanmalıdır. Aksi takdirde e-haciz geçersizdir.

11) E-haciz tatbikinde 6183 sayılı yasanın 70. Maddesine dikkat edilmelidir. Bu madde hükmünde haczedilmeyecek mallar, menkuller, vs kalemler 13 bent halinde tek tek sayılmıştır.

12) Mükellefin vergi dairesinden alacağı var ise ve bu alacak hukuken ortaya çıkmış ise bu mükellefler hakkında hiçbir şekilde e-haciz uygulanamaz. Vergi dairesi tarafından bu mükellefler ayrı bir listede takip edilerek e-haciz yollanmayacak mükellefler kategorisine konulmalıdır.

13) 6183 sayılı 71. Maddesinde kısmen haczedilecek gelirler belirtilmiştir. Buna göre asgari ücreti aşmayan aylık gelirlerin 1/10’undan fazlası haczedilemez.

14) Bireysel emeklilik birikimleri, katkı payları vs hesaplara hiçbir şekilde haczedilemez. Aynı şekilde agi yardımları, bu konuda asgari ücret ile ilgili devlet tarafından yapılan katkılar, çiftçilere yapılan muhtelif destek ödemeleri, sübvansiyonlar haczedilemez.

15) Dul, emekli, şehit, engelli maaşları, vs ödentiler haczedilemez.

16) Henüz yetişmemiş mahsullerin haczi mümkün değildir.

17) Ortak hesaplara ancak borçlu kişinin payı kadar e-haciz yapılabilir. Kalan kısım için haciz söz konusu değildir.

18) Avukatların müvekkilleri ile ilgili emanet paraları için açtıkları hesaplar üzerine e-haciz uygulanamaz.

19) Vekaletname ile yürütülen bir çok hizmetlerde vekil tarafından asıl mükellef adına açılan hesaplara vekilin borcu nedeni ile e-haciz yürütülemez.

Sonuç:

Son günlerde bankalara kredi talebi için başvuran pek çok mükellefe vergi borcu olduğu gerekçesi ile kredi talepleri olumsuz olarak geri çevrilmektedir. Oysa ki, vergi veya SGK borcunun bulunması mükellefin kredi talebine engel teşkil etmez. Borçlar yapılandırılır, borçlar teminatlandırılır daha sonra ilgili bankaya gidilip kredi talebi yeniden güncellenir.

—————-

Bkz. AY Hakan – ALPASLAN Mustafa – KAYA Eda, Vergi Uygulamasında E-Tebligat ve E-Haciz, Seçkin Yayınları, Güncellenmiş 2.Baskı, Ocak 2016.

[2]Bkz: Gelir İdaresi Başkanlığı Yazısı, 02.11.2007 gün ve 097674 sayılı yazı

Kaynak:Av. Nazlı Gaye Alpaslan

SORU: Şirket aktifinde yer alan makine-teçhizat veya demirbaşlar zaman zaman bakım-onarım için şehir dışına gönderilmektedir. Söz konusu makine-teçhizat, aktifine kayıtlı olduğu şirketin araçlarıyla taşınmaktadır. Bu durumda sevk irsaliyesi hakkında bilgi veriniz.

CEVAP:213 sayılı VUK md.230’un 1.fıkrasının 5 numaralı bendinde yer alan parantez içi hükme göre, malın alıcıya teslim edilmek üzere satıcı tarafından taşındığı veya taşıttırıldığı hallerde satıcının, teslim edilen malın alıcı tarafından taşınması veya taşıttırılması halinde alıcının, sevk irsaliyesi düzenlemesi ve taşıtta bulundurması şarttır. Buradan anlaşılacağı üzere sevk irsaliyesi, ticari mal hareketinin izlenmesi için düzenlenen bir belgedir. Dolayısıyla, işletmede kullanılan makine-teçhizat veya demirbaşların bakım-onarım için gönderilmesi sırasında sevk irsaliyesi düzenlenmesine gerek bulunmamaktadır.

SORU:Hizmet sektöründe faaliyet gösteren bir firma üyelik satışlarını 3 aylık, 6 aylık, 1 yıllık ve 2 yıllık şeklinde yapmaktadır. Fatura, üyelik sözleşmesi yapıldığında mı, yoksa dönemsellik gereğince hesaplarda takip edip aylık dönemler itibariyle mi kesilmelidir?

CEVAP:Üyelik sözleşmesi imzalandığında üyelik süresinin tamamına ilişkin bedel peşin olarak tahsil edilmiş ve fatura düzenlenmiş ise faturada gösterilen hasılatın gelecek hesap dönemlerine ilişkin kısmının “381 Gelir Tahakkuku” hesabı kullanılarak pasifleştirilmesi, KDV’nin ise faturada gösterilen bedelin tamamı üzerinden hesaplanarak beyan edilmesi gerekmektedir. Öte yandan, aylık abonelik dönemleri itibariyle fatura düzenlenmesi tercih edilmişse, hasılatın aynı ayda kayıtlara alınacağı tabii olup KDV de aynı dönemde beyan edilecektir.

SORU:İnsanların toplu olarak bulunduğu yerlerde bulunan sıcak ve soğuk içecek otomasyon makinelerinin çalışma sistemine göre, para makineye atıldıktan sonra istenilen ürün butonuna basılarak hizmet elde edilmekte, o gün hangi fiyattan ne kadar ürün satıldığı konusunda gün sonunda makinenin hafızasında kayıtlı olan bilgiden döküm alınabilmektedir. Ancak makinelerde nihai tüketiciye belge verecek bir donanım bulunmamaktadır. Bu durumda satışı yapılanürünlere ilişkin nasıl belge düzenlenmelidir?

CEVAP:385 sıra no’lu VUK Genel Tebliği’nin, “2-Otomatik Satış Makineleri ile Yapılan Satışlarda Belge Düzeni” başlıklı bölümünde;

“Günlük yaşamda otomatik makinelerin, tüketicilere doğrudan ulaşmanın bir yolu olarak yiyecek, içecek vb. mal veya hizmetlerin satışında yaygın bir şekilde kullanılmakta olduğu görülmektedir. Özellikle satılan mal veya hizmet bedelinin çok düşük, müşteri sirkülasyonunun ise yoğun olduğu alanlarda söz konusu satışlar, müşteri ile muhatap olacak bir personel bulundurmaksızın, müşteriler tarafından satış bedelleri ödenerek doğrudan otomatik makineler ile yapılmaktadır.

a) Otomatik satış makineleri kullanılmak suretiyle yapılan mal veya hizmet satışlarının, alınan makinelerin aşağıda belirtilen şekilde kullanılması kaydıyla, tebliğin bu bölümünde yer alan açıklamalar çerçevesinde belgelendirilmesi uygun görülmüştür.

- Söz konusu makinelerle yapılan mal ve hizmet satışlarına ilişkin bilgiler, makinenin hafızasından silinemeyecek ve değiştirilemeyecek bir şekilde kaydedilecektir.

- Kaydedilen bilgilere dışarıdan herhangi bir müdahale yapılamayacaktır.

- Gün sonunda makineden günlük satış raporu alınabilecektir.”

Sonuç olarak, yukarıdaki şartların sağlanması durumunda, malın satışı veya hizmetin verilmesi anında VUK’ta yer alan belgelerden herhangi biri düzenlenmeyecek, ancak gün sonlarında makineden alınacak raporlara istinaden “muhtelif müşteriler” ibareli bir fatura düzenlenecektir. Nazlı Gaye Alpaslan

http://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/213-sayili-vuka-gore-mukelleflerin-odevleri-ile-ilgili-veskalar-hk3-soru--3-cevap/haber-19569

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • Forward İşlemleriyle İlgili KDV Tarhiyatları Forward sözleş­melerinde, ta­raflar belirli mik­tardaki dövizi ge­lecekte, şimdiden belirlenen bir…
  • Vergi İncelemesindeki Mükelleflerin Vergi Asıllarında Uzlaşması Halen Mümkün! Bilindiği üzere; 02.08.2024 tarih ve 32620 sayılı Resmi Gazete’ de…
  • SGK CEZALARINDA İNDİRİM YÖNTEMLERİ Sigortalı İşe Giriş Bildirgesi Verme Yükümlülüğü 5510 sayılı Sosyal Sigortalar…
Top