Mehmet Özdoğru
İŞÇİNİN SIK SIK İŞE GEÇ KALMASI DURUMUNDA İŞVEREN NE YAPMALIDIR
İş ilişkisinde işveren ücret, işçi de iş görme borcunu üstlenir. İş görme borcunu yasal çalışma sınırları içerisinde işveren ile anlaşarak, iş sözleşmeleri ile veya işyeri uygulamasına göre değişebilir.
Haftalık 45 saat çalışma günlük 11, gece 7,5 saati aşmayacak şekilde haftanın çeşitli günlerine dağıtılabilir. İşçi belirlenen saat ve sürelerde çalışmak durumundadır. Yıllık izin, raporlu olunan süre, mazeret izinleri ve diğer ücretli veya ücretsiz izin haricinde işyerinin belirlediği çalışma saatlerine uymakla yükümlüdür.
? İşçinin işe sık sık geç kalması durumun devamsızlık ile karıştırılmamalıdır. Devamsızlıktan bahsedebilmek için;
✅ İşverenin onayı ve bilgisi dışında işe gelmemesi
✅Devamsızlığın saatlik değil, günlük olarak yapılması
✅İşçinin ücretli veya ücretsiz izinli sayılabilecek durumunun olmaması gerekir.
⚠ İşçinin saatlik devamsızlığı olması durumunda tam gün kesinti yapılamaz. SGK prim gün bildiriminde eksiltme yapılmamalıdır.
⚠Bu nedenle yapılacak olan iş akdi feshi devamsızlık nedeniyle fesih olamaz. Bu nedenle 48 kodu ile çıkış hatalı olacaktır.
? İşçinin bunu alışkanlık haline getirmesi gerekir.
İşçi mazereti olması veya başka bir nedenle işe geç kalmış olabilir, işveren hem feshin son çare olması hem de olayın sık sık gerçekleşmemesi durumunu gözardı etmemelidir. İşçinin işin akışını engelleyecek derecede sık sık işe geç kalması, bunu alışkanlık haline getirmesi gerekir.
Aynı şekilde işten erken çıkma durumu da geç gelme durumu gibi sürekli oluyorsa işin akışını ve düzenini bozuyorsa, işçi fazla mesai çalışmasına onay verdiği halde katılmama durumları tespit edilmelidir.
?Durum Tespitinin Yapılması
İşçinin hangi günlerde, hangi saatlerde işe geç kaldığı, hangi fazla çalışmasına katılmadığı, hangi saat, dakika kadar geç kaldığı gibi durumlar tutanakla kayıt altına alınmalıdır. İşçinin çalışma arkadaşları tarafından imzalanması önemli, aynı şekilde diğer şahitler tarafından tutanak imzalanmalı ve özlük dosyasında saklanmalıdır.
?İşçinin Uyarılması ve Savunma İstenmesi
İşçiye ödevi hatırlatılmalı, işe geç gelme, erken çıkma nedenlerinden dolayı mesai saatleri hatırlatılmalıdır. Yapılan eylemin iş akışında bozulmalara neden olduğu, üretim/hizmet te aksalamalara neden olduğu belirtilmelidir. İşveren en az bir kez bu uyarıyı yapması yararına olacaktır.
İş Kanunu;
İşçinin davranışı ve verimliliği ilgili nedenlerle fesih yapılacaksa işçiden savunma alma zorunluluğu getirmiştir. Savunma alırken dikkat edilecekler listesine bu linkten ulaşabilirsiniz.: https://www.ozdogrular.com/v1/content/view/54674/176/
İşçinin savunması fesih bildirimi ile veya fesihten sonra alınmamalı, fesih öncesi alınmalıdır. Savunma vermemesi veya savunmanın yeterli görülmemesi durumunda fesih yolu tercih edilebilir.
Yukarıdaki süreçler tamamlandıktan sonra işçinin iş akdini feshetmeye karar verildi ise bu durumda işçiye durum yazılı olarak tebliğ edilmelidir. İşçinin kıdemine göre ihbar tazminatı ödenmeli veya bildirim süresi verilmelidir. İşçinin kıdemi bir yıl veya üzeri ise kıdem tazminatı varsa diğer hakları ödenmelidir.
İşçinin ne kadar sıklıkla geç kalması durumunda fesih yapılabileceğine karar verebilmek için her olayın kendi içinde değerlendirilmesi ve öyle karar verilmesi gerekir
Murat Delip
İş Hukuku | Bordrolama | İK Teknolojileri | Kişisel Gelişim | İçerik Üreticisi
EMEKLİLİK İÇİN SGK EKSİK PRİM GÜNLERİNİ TAMAMLAMA YOLLARI NELERDİR?
➡️İsteğe bağlı (Bağ-Kur) sigorta primi ödeme ile,
➡️Bağ-Kur (4/b) ihya ile,
➡️Doğum borçlanması,
➡️Askerlik borçlanması,
➡️Yurtdışı borçlanması,
➡️Kod:6 (Kısmi çalışma) Eksik gün borçlanması,
➡️ Memurların (4/c) aylıksız izinde geçen süreler için borçlanma,
➡️Halk Eğitiminde Usta Öğretici olarak geçen sürelerde ve 5510 sayılı yasanın 41. Maddesinde belirlenen borçlanma,
➡️Avukatlık stajında geçen süreler için borçlanma,
➡️Tıpta uzmanlık eğitiminde ve doktora öğreniminde geçen süreler için borçlanma,
➡️Seçim Kanunu nedeniyle istifa edenlerin açıkta geçirdikleri süreler için borçlanma,
➡️ Tutuklulukta veya gözaltında geçirilen (cezasız/berat edilen) süreler için borçlanma,
➡️ Grev ve lokavtta geçen süreler için borçlanma,
İle bu şartları taşıyanlar SGK’ya prim borçlanması için müracaatta bulunarak parasını ödeyerek eksik günlerini tamamlayabilirler.
Nihai Tüketiciler Dikkat, 7 Bin TL’yi Aşan Alımlarınızı Finansal Kurumlar Kanalıyla Ödemezseniz Ciddi Cezalara Maruz Kalabilirsiniz!
Mevcut düzenleme yürürlükte kaldığı sürece vatandaşlarımızı, bu cezaya muhatap olmamaları için 7 bin TL’yi aşan ödemelerini banka ve diğer finansal kurumlar aracılığıyla yapmaları konusunda uyarıyorum
7 bin TL’yi aşan tahsilat ve ödemeleri, aracı finansal kurumlar kanalıyla yapma ve bunlar tarafından düzenlenen belgelerle tevsik etme zorunluluğu kapsamına mükellef olmayanlar da dahil edildi.
Hazine ve Maliye Bakanlığının, mükelleflere, tahsilat ve ödemelerini banka, benzeri finans kurumları veya posta idareleri kanalıyla yaptırma ve bu kurumlarca düzenlenen belgelerle tevsik etme zorunluluğunu getirme yetkisi bulunuyor (Vergi Usul Kanunu -VUK- Mükerrer Md.257/1-2).
Bakanlık bu yetkisine istinaden 459 sıra no.lu Vergi Usul Kanunu (VUK) Genel Tebliği ile mükelleflere, 7 bin TL’yi aşan tutardaki her türlü tahsilat ve ödemelerini aracı finansal kurumlar[1] kanalıyla yapmaları ve bu tahsilat ve ödemeleri söz konusu kurumlarca düzenlenen belgeler ile tevsik etmeleri zorunluluğunu getirmişti.
2 Ağustos 2024 tarihinde yürürlüğe giren yasal değişiklikle Hazine ve Maliye Bakanlığına, tevsik zorunluluğunun kapsamına mükellef olmayanları da dahil etme yetkisi verildi. (7254 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi ile değişik VUK’nun mükerrer 257/1-2 nci maddesi)
Bakanlık bu yetkisini 572 sıra no.lu VUK Tebliği ile 18.10.2024 tarihinde kullandı ve mükellef olmayanlara, tevsik zorunluluğu kapsamında olanlardan[2] yapacakları alımlarına ilişkin 7 bin TL’yi aşan ödemelerini aracı finansal kurumlar kanalıyla yapma zorunluluğunu getirdi.
Bu konuyu örneklerle açalım biraz.
Örnek 1: Kamu kurumunda memur olarak çalışan Bay (A) evinde kullanmak üzere, beyaz eşya perakende ticareti ile uğraşan (B) Ltd. Şti.’nden 20 bin TL tutarında bir buzdolabı satın almıştır. Söz konusu buzdolabının tutarı 7 bin TL’lik sınırı aştığından bu işleme ait tahsilat ve ödemenin aracı finansal kurumlar kanalıyla yapılması gerekir. Söz konusu tahsilat ve ödemede tevsik zorunluluğuna uyulmaması durumunda memur Bay (A) ve (B) Ltd. Şti.’ye ayrı ayrı ceza uygulanır.
Örnek 2: Herhangi bir banka hesabı veya kredi kartı bulunmayan nihai tüketici Bay (C), mobilya perakende ticareti ile uğraşan (D) AŞ’den 15 bin TL tutarında bir masa satın almıştır. Bay (C) söz konusu ödemeyi gerçekleştirmek için (D) AŞ’nin hesabının bulunduğu bankanın bir şubesine gitmiş, işleme ait açıklamalara yer vermek ve karşılığında banka dekontu almak suretiyle ödemeyi yapmıştır. Bu durumda tevsik zorunluluğuna uyulmuş sayılır ve Bay (C) ile (D) AŞ’ne ceza uygulanmaz.
Ceza nasıl uygulanıyor?
7524 sayılı Kanunla mükellef olmayanları tevsik zorunluluğu kapsamına alma konusunda Maliye Bakanlığına yetki verilirken, diğer taraftan tevsik etme zorunluluğuna uymayan mükelleflere uygulanan özel usulsüzlük cezasının mükellef olmayanlara da uygulanması hükme bağlandı.
Ayrıca, tevsik zorunluluğuna uyulmaması halinde 2024 yılında kesilecek özel usulsüzlük cezası;
Birinci sınıf tüccarlar ile serbest meslek erbabı hakkında 20 bin Türk Lirası'ndan,
İkinci sınıf tüccarlar, defter tutan çiftçiler ile kazancı basit usulde tespit edilenler hakkında 10 bin Türk Lirası'ndan,
Bunlar dışında kalanlar hakkında 5 bin Türk lirasından,
az olmamak üzere üzere, işleme konu tutarın yüzde 5’inden yüzde 10’una yükseltildi. Yani hem cezanın alt sınırları hem de oranı artırıldı.
Buna göre, 2 Ağustos 2024 tarihinden beri, tevsik zorunluluğuna uymayan, yani tahsilat ve ödemelerini banka, benzeri finans kurumları veya posta idarelerince düzenlenen belgelerle tevsik etme zorunluluğuna uymayanların her birine (yani alıcı ve satıcıya ayrı ayrı), her bir işlem için yukarıda belirtilen cezalardan az olmamak üzere işleme konu tutarın yüzde 10’u oranında özel usulsüzlük cezası kesiliyor.
Ancak, bu kapsamda bir takvim yılı içinde kesilecek özel usulsüzlük cezasının toplamı 20 milyon Türk lirasını geçemiyor.
Tevsik zorunluluğuna aykırı bir şekilde ödeme yapanların, bu durumu ödemeyi takip eden beş iş günü içerisinde kendiliğinden idareye bildirmeleri halinde, ödemede bulunan bu kişiler adına özel usulsüzlük cezası kesilmiyor.
Mal veya hizmet satışında bulunanların tahsilatlarının, banka ve benzeri finans kurumları, ödeme kuruluşları veya PTT aracılığıyla yapılmakla birlikte başkalarının adı ve/veya hesabı kullanılarak yapılması durumunda da mal teslimi veya hizmet ifasını yapanlar ile adına ve/veya hesabına ödeme yapılanlara ayrı ayrı yukarıda belirtildiği şekilde özel usulsüzlük cezası kesiliyor.
5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu uyarınca izin verilen durumlar hariç olmak üzere kredi kartı, banka kartı, ön ödemeli kart, karekod, elektronik cüzdan ve benzeri ödeme araçları kullanılmak suretiyle gerçekleştirilen tahsilatların, kendi mükellefiyeti adına kayıtlı olmayan ödeme sistemleri veya cihazları aracılığıyla yapılması durumunda, tahsilatı yapan mükelleflere ve kendi adına kayıtlı olan bu sistemleri veya cihazları kullandıranlara ayrı ayrı her bir işlem için kesilmesi gereken özel usulsüzlük cezasının üç katı uygulanıyor.
Nihai tüketicilere uyarılarım…
Mükellef olmayanlara 7 bin TL’yi geçen mal veya hizmet alışlarını banka ve benzeri finans kurumları, ödeme kuruluşları veya PTT aracılığıyla yapmamaları ve belgelememeleri halinde 5 bin TL’den az olmamak üzere, işleme konu tutarın yüzde 10’u oranında özel usulsüzlük cezası kesilmesini çok ağır/fahiş bir yaptırım olarak değerlendiriyorum. Cezanın alt sınırı her yıl yeniden değerleme oranında artacak.
Üstelik bu ceza her bir tespit için ayrı ayrı kesiliyor.
Bu kapsamda bir takvim yılı içinde kesilecek özel usulsüzlük cezası toplamının üst sınırı (2024 yılı için 20 milyon TL) de mükellef olmayan vatandaşlarımız için çok yüksek. Mükellef olmayanlar için daha düşük bir sınır belirlenebilirdi.
Bence nihai tüketiciler için bu cezalar çok yüksek. Adını veya hesabını başkalarına kullandıranlara yüksek ceza kesilmesini anlayabiliyorum. Ancak bu tür bir eylemi bulunmayan vatandaşlarımıza bu derece yüksek cezalar kesilmesini anlayamıyorum.
Umarım bu cezalar en kısa sürede makul düzeye indirilir!
Ancak mevcut düzenleme yürürlükte kaldığı sürece vatandaşlarımızı, bu cezaya muhatap olmamaları için 7 bin TL’yi aşan ödemelerini banka ve diğer finansal kurumlar aracılığıyla yapmaları konusunda uyarıyorum. Erdoğan Sağlam YMM
[1] Aracı finansal kurum, tevsik uygulaması bakımından tahsilat ve ödemelere aracılık eden ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununda tanımlanan banka, 6493 sayılı Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Kanun kapsamında yetkilendirilmiş ödeme kuruluşları ile Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketini ifade eder.
[2] Fatura almak zorunda olan birinci ve ikinci sınıf tüccarlar, serbest meslek erbabı, kazançları basit usulde tespit olunan tüccarlar, defter tutmak mecburiyetinde olan çiftçiler, vergiden muaf esnaf.
Yabancıya Çalışma İzninde Ne Değişti?
Geçtiğimiz haftalarda, yabancı çalışma izni değerlendirme kriterlerinin güncellendiğini kaleme almıştım. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, üst politika belgelerinde çizilen çerçeve, sektörel ve mesleki analizler, sektör temsilcilerinin talepleri, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri, idari kayıt ve veriler dikkate alınarak ihtiyaçlar doğrultusunda yabancı çalışma izinleri kriterleri güncellenmişti. Bakanlığın, konuya ilişkin çalışmaları belli ki devam ediyor. Öyle ki, 15 Ekim 2024 tarihinde yayımlanan Resmi Gazete ile birlikte Uluslararası İşgücü Kanunu Uygulama Yönetmeliğinde önemli değişiklikler yapıldı. Bugünkü yazımda söz konusu yönetmelik değişikliklerini kaleme almaya çalışacağım.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yapılan yönetmelik değişikliğinin temel amacı, Türkiye’de yabancı işgücünün kayıtlılığını artırmak ve Türkiye’nin kalkınmasına katkı sağlayacak mesleklerde çalışacak nitelikli yabancıların çalışma izni süreçlerini kolaylaştırmak olarak açıklanmış.
Çalışma izni muafiyeti, yabancılar için Türkiye’de çalışma izni süreçlerini basitleştiren bir düzenleme. Bu muafiyet, yabancıların tamamen izinden muaf tutulmasını sağlamaz; ancak başvuru ve değerlendirme süreçlerinde farklılık gösterir. Yabancılar yine izin almak zorunda olacaklar ancak bu süreç daha hızlı ve esnek bir şekilde yönetilecektir. Özellikle nitelikli yabancıları Türkiye’ye çekmek amacıyla yapılan düzenlemeler, bilimsel, kültürel, sanatsal ve sportif alanlarda faaliyet gösteren birçok yabancı profesyonelin Türkiye’de çalışmasını daha kolay hale getiriyor.
Kim faydalanabilir?
Çalışma izni muafiyetinden faydalanabilecek yabancılar arasında akademisyenler, araştırmacılar, petrol ve doğalgaz profesyonelleri, gemi adamları, profesyonel sporcular, tur operatörü temsilcileri ve stajyerler gibi çeşitli gruplar yer alıyor. Yeni düzenlemeyle, geçici koruma altındaki kişiler ve insani ikamet iznine sahip olanlardan İçişleri Bakanlığı tarafından uygun görülenler de çalışma izni muafiyeti kapsamında değerlendirilebilecek. Bu adım, Türkiye’de yabancı işgücünün işgücü piyasasına katılmasını daha düzenli ve kapsayıcı hale getirebilecektir.
Yönetmelikte yapılan değişiklikle, geçici koruma sağlananlar ile insani ikamet izni sahibi yabancılar arasında İçişleri Bakanlığı’nca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bildirilenler de çalışma izni muafiyeti kapsamında çalışabilecekler. Diğer taraftan, bakanlıkça bu gruplardan çalışma izni alması gerekenler için çalışma izni süreçleri yürütülmeye devam edecek.
Ayrıca, İletişim Başkanlığı’nın uygun görüşü olması kaydıyla, daimi basın kartı kapsamında Türkiye’ye gelen yabancı basın mensuplarına da çalışma izni muafiyeti kapsamında çalışma imkanı verildiği görülüyor.
Yönetmelikteki bir diğer önemli değişiklik, ekonomik, sosyo-kültürel ve teknolojik alanlarda Türkiye’ye katkı sağlayacak yabancı profesyonellere tanınan muafiyet süresinin 6 aydan 3 yıla çıkarılmış olması. Bu düzenleme, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu alanlarda uzun vadeli planlar yapmayı düşünen yabancılar için avantaj sağlayabilecektir.
Yönetmelikteki ilgili düzenlemeler ile Gençlik ve Spor Bakanlığı veya Türkiye Futbol Federasyonu’nun uygun görüşü olması kaydıyla Türkiye’ye gelen profesyonel yabancı sporcu ve antrenörler ile spor hekimi, spor fizyoterapisti, spor mekanisyeni, spor masözü veya masörü ve benzeri spor elemanı yabancıların da çalışma izni muafiyetine ilişkin kolaylık sağlanmış.
Turizm sektöründe sıklıkla ifade edilen bir sorunu çözmek üzere, yönetmelikte tur operatörü temsilcisi olarak çalışacak yabancıların çalışma izni muafiyetlerinin süresinin hesabında takvim yılının esas alınması yönünde bir düzenleme de yer alıyor.
Başvuruda esneklik
Yabancıların Türkiye’de çalışma izni muafiyeti başvurusu yapabilecekleri sürenin de esnetildiği görülüyor. Daha önce, Türkiye’ye yasal giriş tarihinden itibaren 30 günlük bir başvuru süresi söz konusuydu. Bu süre sınırı esnetilerek yabancılara yasal olarak Türkiye’de bulundukları süre boyunca başvuru yapma imkanı getirilmiş. Yabancıların Türkiye ekonomisine katkı sağlama potansiyeli bu yeni düzenlemelerle daha fazla desteklenmiş olacak.
Cem Kılıç
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/yabanciya-calisma-izninde-ne-degisti-7218415
824 Bin Esnaf Neden Tek Kuruş Vergi Vermiyor, Bilen Var Mı Acaba?
Anayasa’nın “Vergi ödevi” başlıklı 73’üncü maddesinde;
“Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.
Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır.
Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.
Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Cumhurbaşkanına verilebilir.”
denilmektedir.
Dikkat edilirse, söz konusu Anayasa maddesinde hem herkesin mali gücüne göre vergi ödemesi hem de vergi yükünün adaletli ve dengeli dağıtılması gerektiği açıkça belirtilmektedir.
Ne var ki gelinen noktada, 2024 yılı merkezi yönetim bütçesinde toplam sayısı 735’i bulan ve devlete ve dolayısıyla topluma maliyeti 2.2 trilyon TL’yi aşan çeşitli vergi muafiyet ve istisnaları (vergi harcamaları) vergide adaletten ne kadar uzaklaşıldığının göstergelerinden biridir.
Bu muafiyet ve istisnalar arasında yaygınlık açısından en dikkat çekici olanı basit usule tabi olduğu için tek kuruş vergi (KDV ve Gelir Vergisi) ödemeyen ve sayıları 1 Milyona yaklaşan bakkal, büfe, kuruyemişçi, dolmuşçu, taksici, berber, tesisatçı, tamirci, pazarcı ve benzeri esnaf oluşturmaktadır.
Hafta içinde de Hazine ve Maliye Bakanı’nın; “Siz hiç fırıncının size fiş verdiğini gördünüz mü? Yüzde 1’e tenezzül ediliyor. En çok vergi kaçağının olduğu, hiç verginin gelmediği yerler fırıncılar.” şeklinde beyanda bulunmuş olması aslında ekonomi yönetiminin de basit usulde vergilendirilme dolayısıyla meydana gelen vergi kaybının farkında ve bundan rahatsız olduğunu açıkça göstermektedir.
Son olarak, 100 bin TL’yi aşan kredi kartı limitlerinden Savunma Sanayi Fonu’na katkı payı alınmasına ilişkin yasal düzenleme teklifi verilmesi üzerine milyonlarca kişi bu duruma hep tepki göstermiş hem de kredi kartı limitlerini söz konusu limitin altına düşürmek suretiyle düzenlemeyi etkisiz kılacak girişimlerde bulunmuştur. Bunun üzerine, söz konusu yasal düzenlemeden vazgeçilmiştir.
Bu durum vatandaşın vergi adaletine inanmadığı için savunma sanayi için bile olsa vergiye uyum sorunu yaşadığını göstermektedir.
Her ne kadar Hazine ve Maliye Bakanlığı’nca Cumhurbaşkanlığı’na yapılan ve kamuoyuna yansıyan (sızan) sunumda yer alan öneriler arasında basit usulün kaldırılması da yer almakta ise de daha sonra söz konusu öneri TBMM’de yasalaşan vergi paketinde yer almamıştır.
1. Basit usule tabi olanlara tanınan vergi muafiyeti
Kısaca ifade etmek gerekirse basit usul; gelir vergisine tabi ticari kazançların tespit usullerinden biri olup, 26.10.2021 tarihinde 7338 sayılı Kanun’la Gelir Vergisi Kanunu’nda yapılan değişiklik sonucunda bu kanuna göre kazançları basit usulde tespit olunan mükelleflerin (bakkal, büfe, kuruyemişçi, dolmuşçu, taksici, berber, tesisatçı, tamirci, pazarcı ve benzeri esnaf) kazançları gelir vergisinden müstesna tutulmuştur. Pandemi sürecinde getirilen söz konusu istisna ne hikmetse pandeminin üzerinden uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen kaldırılmamıştır.
Basit usule tabi olanların kazançları gelir vergisine tabi olmadığı gibi mal ve hizmet satışları da KDV’den müstesnadır.
Gelir Vergisi Kanunu’nda yer alan düzenlemeler göre, basit usule tabi olmanın bir takım genel ve özel şartları bulunmaktadır.
Basit usule tabi olmanın genel şartları şunlardır:
1. Kendi işinde bilfiil çalışmak veya bulunmak
2. İşyeri mülkiyetinin iş sahibine ait olması halinde emsal kira bedelinin, kiralanmış olması halinde yıllık kira bedeli toplamı büyükşehir belediye sınırları içinde 55 bin TL’yi, diğer yerlerde 34 bin TL’yi (2024 yılı için) aşmaması,
3. Ticari, zirai veya mesleki faaliyetler dolayısıyla gerçek usulde Gelir Vergisi'ne tabi olmamak.
Basit usule tabi olmanın özel şartları ise şunlardır:
1- Satın aldıkları malları olduğu gibi veya işledikten sonra satanların yıllık alımları tutarının 690 bin TL’yi veya yıllık satışları tutarının 1 milyon 100 bin TL’yi aşmaması,
2- 1 numaralı bentte yazılı olanların dışındaki işlerle uğraşanların bir yıl içinde elde ettikleri gayri safi iş hasılatının 340 bin TL’yi aşmaması,
3- 1 ve 2 numaralı bentlerde yazılı işlerin birlikte yapılması halinde yıllık satış tutarı ile iş hasılatı toplamının 690 bin TL’yi aşmaması,
Ne var ki, söz konusu şartlar arasında yer alan aylık kira bedelinin özellikle büyükşehirde 55 bin TL’yi (aylık 4 bin 583 TL) aşmaması şartının gerçekleşmesi bir dükkanın aylık kira bedelinin en az 20 bin TL olduğu dikkate alındığında pek mümkün değildir.
Ayrıca, kira bedelleri işyeri sahibi ile esnaf arasında yapılan sözleşmelerde düşük olarak gösterilmekte, aradaki fark ise elden ödenmekte ve tahsil edilmektedir. Böylece aslında basit usule tabi olamayacak esnaf basit usulden yararlanmak suretiyle vergi kaçırdığı gibi gayrimenkul sermaye iradı elde eden işyeri sahibi de daha düşük matrah üzerinden vergi ödemektedir.
İşyeri kira bedeli şartı taksici, dolmuşçu vb. kişiler için söz konusu olmadığı gibi, diğerlerinde muvazaalı kira sözleşmeleri ve/veya limiti aşan kira bedelinin elden, kayıtdışı şekilde ödenmesi suretiyle sağlanabilmektedir.
Kaldı ki, gerçek kira bedeli vergi idaresince emsal kira bedeli üzerinden hesaplanmak istenirse emsal kira bedeli taşınmazın rayiç bedeli üzerinden değil, onun çok altında olan vergi değeri üzerinden hesaplandığı için emsal kira bedeli gerçek kira bedelinin altında kalacaktır.
Kazançları basit usulde tespit edilenler kazancın tespiti ve Vergi Usul Kanunu'nun defter tutma hükümleri hariç, bildirme, vesikalar, muhafaza, ibraz, diğer ödevler ve ceza hükümleri ile bu Kanun ve diğer kanunlarda yer alan ikinci sınıf tüccarlar hakkındaki hükümlere tabidirler.
Basit usule tabi olanlar hasılatları ile ilgili olarak, fatura, perakende satış vesikaları (fiş) ve ilgili mevzuatta sayılan diğer belgeleri düzenlemek ve kullanmak zorundadırlar. Aynı şekilde, kendilerine yapılan mal ve hizmet teslimleri için fatura, müstahsil makbuzu, gider pusulası ve Vergi Usul Kanunu gereğince uygun olan diğer belgeleri almak zorundadırlar.
Ne var ki; Gelir Vergisi Kanunu’nda sayılan söz konusu şartlara ilişkin parasal tutarların gerçek anlamda tespiti ancak mal ve hizmet bedellerinin banka veya ödeme kaydedici cihaz (yazar kasa, POS vb.) ile ödenmesi halinde mümkün olduğundan uygulamada büfe, tekel bayi, tamirci, berber, taksici, dolmuşçu vb. esnafa müşteriler tarafından ödeme genellikle nakit (elden) olarak yapılmakta ve karşılığında herhangi bir fiş, fatura vb. talep edilmemekte ve verilmemektedir. Her ne kadar son vergi düzenlemelerinde alışverişlerde fiş-fatura almamak belli bir yaptırıma bağlanmış ise de vergi bilincinin yeterince yaygın olmadığı ülkemizde söz konusu yaptırım fiş-fatura almayı sağlamada yetersiz kalmaktadır.
Dolayısıyla, ödeme/tahsilatların nakit olarak yapıldığı bir durumda esnafın gerçek kazancının tespiti mümkün olmamaktadır. Bunun sonucunda, sanki bunların aylık mal satışları 58 bin TL’yi (hafta tatili de dikkate alınınca günlük 2 bin 230 TL), hizmet satışları ise 28 bin TL’yi (günlük 1.076 TL) geçmiyormuş gibi basit usule tabi kalması ve dolayısıyla tek kuruş vergi ödememesi durumu ortaya çıkmaktadır.
Oysa 1 taksici günde ortalama 200 TL’den sadece 5 kişi taşısa bile söz konusu hasılat rakamına rahat ulaşır.
Bir fırıncı veya unlu mamuller büfesi 10 TL birim fiyat üzerinden günlük 223 tane ekmek satsa dahi asgari kazanç sınırına ulaşmaktadır. Bir kuruyemişçi veya kasabın ise söz konusu kazanç sınırına ulaşması için birkaç kilo ürün satması yeterlidir.
İşçilerin ücretlerinin bile asgari ücreti aşan kısmının vergilendirildiği bir ortamda ondan kat be kat fazla kazanan esnafın bu tutardaki kazancının vergilendirilmemesi haksız olduğu gibi devleti yüz milyarlarca lira vergiden mahrum bırakmaktadır. Bugün itibariyle basit usule tabi mükellef sayısı 824 bin 233 olup, bunların kişi başına düşen milli gelirin %15’i oranında gelir vergisi ödemesi halinde devletin yıllık vergi geliri 50 milyar TL tutarında artacaktır. Söz konusu rakam son kredi kartı limitleri üzerinden vergi almaya çalışan vergi paketinde hedeflenen vergi tutarına eşit bulunmaktadır.
Anayasamız herkesin mali gücüne göre vergi ödemesi gerektiğini emrettiğine göre basit usule tabi kişiler de mali güçleri yani kazançları ölçüsünde vergilendirilmelidir.
2. Basit usule tabi olanlar neden vergilendirilmiyor olabilir?
Yukarıda da ifade edildiği üzere, basit usule tabi olanlara vergi muafiyeti pandemi sürecinde getirilmiş olup, muafiyetin getiriliş amacı hem temel ihtiyaçları karşılayan esnafın faaliyetin sürekliliğinin sağlanması hem de esnafa bu süreçte destek sağlanmasıdır.
Ne var ki, pandemi sürecinin üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen halen söz konusu muafiyetin sürdürülmesi amacın temel ihtiyaçlarının karşılanmasında sürekliliğin sağlanması olmadığı anlaşılmaktadır.
Basit usule tabi olanlara vergi muafiyetinin sürdürülmesinin ekonomik amacının söz konusu muafiyetin kaldırılması halinde geri getirilen vergi oranları kadar enflasyonda artışa sebebiyet vereceği iddia edilebilirse de, basit usule tabi olanlarca icra edilen faaliyetler halkın temel ve rutin ihtiyaçlarına yönelik faaliyetler olduğu için KDV, ÖTV ve benzeri vergi oranlarında yapılan indirimler fiyatlarda herhangi bir düşüş sağlamadığı, satıcının cebinde kaldığı için esnafa KDV ve gelir vergisi ödeme yükümlülüğü getirilmesi de fiyatlarda önemli bir artış meydana getirmeyecektir. Bu anlamda bir artış meydana gelecekse de bu artış bir kereliğine ve geçici olacaktır.
Basit usulün sürdürülmesinde mali amacı olarak fayda maliyet analizi perspektifinden bakıldığında yani bu kişilerin ödeyeceği vergi tutarının vergi toplama maliyetine değmeyeceği iddia ileri sürülebilirse de basit usulün bu şekilde yaygın olması vergi denetimini zorlaştırdığı ve kayıtdışı arttırdığı için kapsam içinde vergilerin tahakkuk ve tahsilatına da zarar verdiği gibi toplumda vergi adaletini zedelediği için vatandaşın vergiye uyumunu da zayıflatır.
Yüzbinlerce esnafa vergi muafiyeti konjönktürel, ekonomik ve mali sebeplerle izah edilemediğine göre geriye tek bir sebep kalmaktadır: Politik amaç ve/veya kaygılar.
Sonuç;
Yüzbinlerce esnafa sağlanmış bulunan vergi muafiyeti konjönktürel, ekonomik ve mali sebeplerle izah edilemediği ve ekonomi yönetimi dahi söz konusu muafiyetten rahatsız olduğuna göre halen söz konusu muafiyetin sürdürülmesinin sebebinin politik amaç ve kaygılar olduğu düşünülmektedir.
Hangi amaca veya kaygıya dayanırsa dayansın bu tür muafiyet ve istisnalar varken getirilen yeni vergi, harç, katılım payı ve benzeri mali yükümlülükler toplumda rahatsızlık yaratmakta olup, haksız ve yersiz vergi muafiyeti ve istisnaları kaldırılarak vergi adaleti sağlanmadan yapılacak yeni vergi düzenlemeleri toplumun vergiye uyum düzeyini arttırmaz.
Bu nedenle, esnaf muafiyetinin sürdürülmesi konusundaki inattan vazgeçilerek bu kişilerin de ödeme gücü ölçüsünde vergiye tabi olması sağlanmalıdır.
Ahmet Arslan
CPA, MBA / DENETÇİ
Konkordatonun Gözle Görülmeyen Sonuçları
Konkordato, borçlarını vadesi geldiği halde ödeyemeyen veya vadesinde ödeyememe tehlikesi altında bulunan borçlunun vade verilmek veya tenzilat yapılmak suretiyle alacaklılarıyla anlaşarak borçlarının yeniden yapılandırılması ve ödeme koşullarının iyileştirilmesi amacıyla başvurduğu bir hukuki süreçtir. Amaç, borçlunun iflas etmeden ticari faaliyetlerine devam edebilmesini sağlamaktır.
Birden fazla konkordato tipi olmakla birlikte uygulamada en sık rastlanan konkordato tipi adi konkordatodur. Adi konkordatoda mahkeme geçici mühlet talebini İcra ve İflas Kanunu (İİK) istenen belgelerin tam olarak mevcut olup olmadığı noktasında inceler ve duruma göre geçici mühlet kararı verir.
İİK’nın 288’inci maddesi gereği geçici mühlet, kesin mühletin sonuçlarını doğurur. Kesin mühletin sonuçları İİK’nın 295 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Şüphesiz geçici mühlet kararının en önemli sonuçlarından biri, alacaklıların borçluya karşı daha önce başlattıkları takiplerin durması ve yeni takip başlatılamamasıdır. Böylece geçici mühlet (ve devamında şartları oluşursa kesin mühlet) süresinde borçlu cebri icra işlemlerine muhatap olmaz ve böylece işlerini düzeltme imkanı elde eder.
Şimdiye kadar yer verilen hususlar konkordato sürecinin İİK temelinde bilinen veya bilinebilecek süreci ve sonuçlardır. Ancak konkordato sürecine girilmesinin gözle görülmeyen bazı sonuçları mevcuttur.
Konkordatonun gözle görülmeyen sonuçları temel olarak Yetkilendirilmiş Yükümlü Statüsü (YYS) ve Onaylanmış Kişi Statüsü (OKS) ekseninde toplanmaktadır.
YYS, gümrük yükümlülüklerini yerine getiren, kayıt sistemi düzenli ve izlenebilir olan, mali yeterlilik, emniyet ve güvenlik standartlarına sahip bulunan, kendi oto kontrolünü yapabilen güvenilir firmalara gümrük işlemlerinde birtakım kolaylık ve imtiyazlar tanıyan uluslararası bir statüdür.
OKS de, gümrük yükümlülüklerini yerine getiren, ticari kayıtlarını genel kabul görmüş muhasebe ilkelerine uygun olarak tutan, mali yeterliliği bulunan, belli sayıda kişi istihdam eden ve belli bir dış ticaret performansına sahip firmalara, adlarına düzenlenen onaylanmış kişi statü belgesi aracılığıyla, gümrük işlemlerinde birtakım kolaylıklar tanıyan bir gümrük statüsüdür.
YYK süreci Gümrük İşlemlerinin Kolaylaştırılması Yönetmeliği (GİKY) kapsamında düzenlenmiştir. OKS ise Gümrük Yönetmeliği (GY) ile Onaylanmış Kişi Statüsüne İlişkin Gümrük Genel Tebliği (Tebliğ) kapsamında düzenlenmiştir.
GİKY’nin 7’nci maddesi yetkilendirilmiş yükümlü sertifikası başvurusu için aranacak mali yeterlilik koşullarını tanımlamaktadır. Maddenin 3’üncü fıkrasında 21.2.2020 tarihinde yapılan değişiklik başvuru sahibinin iştigal ettiği iş alanının özellikleri de göz önüne alındığında, taahhütlerini karşılamaya yeterli bir mali durumda bulunmasını ve hakkında “iflas veya konkordato işlemleri” başlatılmamış olmasını ifade edeceği belirtilmiştir.
GİKY’nin 153 ve devamı maddelerinde YSS’nin geri alınması, iptali ve izinlerin askıya alınması düzenlenmiştir. Bahsi geçen maddelerde konkordato veya iflas sürecine dair bir düzenleme söz konusu değildir. Yani YYS için başvuru şartları arasında mevcut mali yeterlilik kriterlerinden olan iflas veya konkordato işlemlerinin başlatılmamış olmasının daha sonradan meydana gelmesi halinin mevcut YYS belgesine etkisi tanımlanmamıştır. Ancak 153’üncü maddenin 4’üncü fıkrası ve 154’üncü maddenin 2’nci fıkrasında YYS için aranan şartların kaybedilmesine bağlı durum düzenlenmiştir.
OKS bakımından ise gerek GY’nin “Başvuru” başlıklı 8’inci maddesinin “b” bendinde başvuran sırasında hakkında iflas işlemleri başlatılmış ise başvurunun kabul edilmeyeceği tanımlanmıştır. Yine GY’nin 23’üncü maddesinin “h” bendinde de mali yeterliliğe dair durum düzenlenmiştir.
Nihayetinde gerek YYS gerekse OKS bakımından sahip olunan yeterlilik sonrası konkordato sürecine girilmesinin doğrudan bir iptal sebebi olduğu tanımlı olmasa bile uygulamada belgenin iptal sebebi olduğu şeklinde tatbikat mevcuttur.
Kanaatimizce iptale dair uygulama yerinde değildir. Gerçekten YYS ve OKS’ye dair yasal düzenlemelerdeki iptal sebeplerinde konkordato süreci açıkça tanımlı değildir. Yine İİK kapsamında konkordato mühletinin sonuçları nazara alındığında konkordatoya başvuranın cebri icra işlemlerinden korunması, sözleşmelerinin ayakta tutulması gibi korunma imkanlarına sahip olduğu görülmektedir. Bu bakımdan İİK bakımından Kanun koyucu, konkordatoya başvuranın iflas etmeden yaşayabilmesi için gerekli enstrümanları kendisine tanırken, başvuranın aynı zamanda YYS ve/veya OKS sahibi olması haline açık yasal düzenleme olmamasına rağmen idari pratikte belgelerinin iptali yoluna gidilmesinin yerinde bir uygulama olmadığını düşünmekteyiz. Nihayetinde konkordato bir süreç olup esas hedeflenen sonuç başvuranın başarı ile süreçten çıkmasıdır. Bu bakımdan başvuranın en azından yenileme sürelerine kadar var olan imkândan faydalanabilmesi önemlidir. Sürecin yürütümünde sürpriz sonuçlara sebep olmaması için durumun gözetilmesi oldukça önemlidir. Av. Mehmet Durmaz
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/konkordatonun-gozle-gorulmeyen-sonuclari/775896
A.Ş. Ortaklarının Şirket Borçlarından Sorumluluğu Ve Limited Şirket Ortaklarına Göre Avantajları
Türk Ticaret Kanunu’na göre anonim şirket (AŞ) ortakları sınırlı sorumluluk ilkesine tabidirler ve sınırlı sorumluluk sayesinde riski azaltmak mümkün olduğundan yatırımcılar teşvik edilmekte ve bu yolla girişim kolay hale gelmektedir. Şirketin girişimleri başarısız olduğunda ortakların evlerini ya da otomobillerini kaybetmeyecek olmaları, onlarda girişim ruhunu canlandırmaktadır ve bu sayede ticaret de canlanmaktadır.
AŞ, limited şirket ve diğer ticari şirketlere göre daha avantajlıdır. Avantajlı kılan hususların başında ise ortakların koymayı taahhüt ettikleri sermaye borcu için sadece şirkete karşı sorumlu olmalarıdır. Anonim şirketin özel ve kamu borçlarından dolayı pay sahiplerinin herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Ancak sermaye borcunu ödemeyen pay sahipleri, sermaye borcu kadar şirkete karşı şirketin borçlarından şahsi mal varlıkları ile sorumludurlar. Alacaklı 3. kişiler sermaye borcunu ortaktan talep edemezler. Yine alacaklılar, şirketin sermayesi borcu ödemeye yetmediği takdirde şirketin ortaklarına başvurma hakkına sahip değillerdir. Yani; AŞ ortağı sermaye borcunu ödemiş olduğu takdirde şirketin özel ve kamu borçlarından dolayı hiçbir sorumluluğu bulunmamaktadır.
Pay sahibinin sermaye borcu, payın gerçek değeri üzerinden değil, nominal (itibari değeri) üzerindendir. Örneğin pay çıkarılırken 1 TL değer biçilmiş ve pay sahibi toplam sermaye borcunun karşılığı olarak payın %50'sini, yani 50 kuruşunu ödemişse, iki yıl sonra bir payın rayiç değeri 4 TL'ye yükselmiş olsa da, pay sahibinin ödeyeceği miktar itibari değer üzerinden halen 50 kuruşluk miktardır. Bu pay bir başkasına rayiç bedelle devredilmiş olsa bile devralan kişinin her paydan doğan borcu yine 50 kuruştur. Yani sorumluluk taahhüt edilen miktar ile sınırlıdır.
Ancak kamu borçlarından dolayı sorumlulukta anonim şirket ve limitet şirket ortakları arasında fark bulunmaktadır. Anonim şirket pay sahiplerinin, şirketin vergi ve sigorta primi gibi kamu borçlarından dolayı herhangi bir sorumluluğu yoktur.5 Bir başka anlatımla, sermaye koyma borcunu yerine getirip getirmediğine bakılmaksızın, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri kapsamında pay sahiplerinin sorumluluğuna gidilemez
Limited şirket ortaklarının sadece ortaklığa karşı sorumluluğun bir istisnası bulunmaktadır. Bu istisna; 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da düzenlenmiştir. İlgili kanun maddesinde ortaklıktan tahsil edilemeyen ya da tahsil edilemeyeceği anlaşılan kamu borçlarından ötürü ortakların sermaye payları oranında doğrudan doğruya sorumlu oldukları öngörülmektedir.
Kamu borçlarından sorumluluk kusursuz sorumluluktur. Yani ortağın kusuruna dayanmayan şirketin borcundan ötürü doğrudan ve müteselsil bir sorumluluktur. Şirketin borcunun doğduğu yıl mevcut ortakların değişmesi, ortaklığın el değiştirmesi durumunda devirden önceki dönem borcundan devir alan ortak sıfatı ile sermaye payı oranında, devirden sonraki tarihli dönem borcundan ise ortak sıfatı ile müteselsilen sorumlu tutulur.
Av. Ege Demiralp
İhtirazi Kayıtla Verilen Beyanname İle İlgili Anayasa Mahkemesi Kararı
Anayasa Mahkemesinin, 25 Ekim 2024 tarih 32703 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 15 Mayıs 2024 tarih 2020/2750 Başvuru Numaralı Kararı ile;
* İhtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine tahakkuk ettirilen kurumlar vergisinin kaldırılması ve ödenen vergilerin iadesi talebiyle açılan davalarda "Önceki İçtihat" ile çelişen karar verilmesi nedeniyle, "MÜLKİYET HAKKININ İHLAL EDİLDİĞİ" yönünde karar verilmiştir.
İhtirazi Kayıtla Verilen Beyanname İle İlgili Anayasa Mahkemesi Kararı PDF olarak görmek için Tıklayınız
Dijital Dönüşüm Sosyal Güvenlik Sistemini Nasıl Etkileyecek?
Dijital dönüşüm, işletmelerin, kamu kurumlarının ve bireylerin teknolojiyi daha verimli kullanarak iş süreçlerini, hizmet modellerini ve etkileşim biçimlerini yeniden yapılandırması anlamına gelmektedir. Bu çerçevede, dijital dönüşüm, yalnızca teknolojik bir yenilik değil, aynı zamanda kültürel bir değişimi de ifade etmektedir.
Verilerin analiz edilmesi, süreçlerin otomatikleştirilmesi, yapay zekâ, büyük veri, bulut bilişim ve nesnelerin interneti (IoT) gibi araçlar, dijital dönüşümün başlıca bileşenlerini oluşturmaktadır.
Dijital dönüşümde temel amaç, iş gücü ve işletme kaynaklarını daha iyi kullanarak verimliliği artırmak, maliyetleri düşürmek ve kullanıcı deneyimini iyileştirmektir. Ancak bu dönüşüm, sosyal güvenlik ve istihdam gibi toplumsal sistemler üzerinde de köklü değişiklikler yaratacaktır. Bu bağlamda, dijital dönüşümün sosyal güvenlik sistemi üzerindeki etkileri önem taşımaktadır.
Dijital dönüşümün istihdam ve işgücüne etkisi
Dijital dönüşüm, istihdam ve işgücü piyasaları üzerinde önemli değişikliklere yol açacaktır. Öncelikle otomasyon, yapay zeka ve robotik sistemlerin yaygınlaşması, bazı işlerin makineler tarafından yapılmasını sağlamaktadır. Bu durum, özellikle tekrarlayan ve düşük beceri gerektiren işler için insan gücüne olan talebin azalmasına neden olacaktır. Örneğin, fabrikalardaki üretim hatlarında çalışan işçiler, makineler ve robotlar tarafından ikame edilebilir hale gelmiştir. Bu ise işsizlik oranlarının artmasına ve düşük vasıflı işgücünün iş piyasasında zorlanmasına yol açacaktır.
Ancak, dijitalleşme düşük vasıflı işgücü yönünden bu şekilde bir olumsuzluk yaratırken, diğer taraftan yeni iş alanları yaratma potansiyeline de sahiptir. Zira, dijitalleşmeyle birlikte yapay zeka mühendisliği, veri analistliği, siber güvenlik uzmanlığı gibi yeni meslek ortaya çıkmaktadır.
Bu durum, dijital ekonominin gerektirdiği yeni meslekler yönünden, iş gücünün yeniden beceri kazanması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Dijital yetkinliklerin artması, iş gücünün daha esnek ve küresel bir yapıya bürünmesine katkı sağlamaktadır. Dolayısıyla, bu yeni mesleklerin, iş gücünün eğitim ve yeniden beceri kazanma süreçleri ile uyumlu hale getirilmesi durumunda, dijital dönüşüm işsizlikten ziyade yeni fırsatlar yaratma potansiyeline sahip olabilecektir.
Dijital dönüşümün istihdam üzerindeki bir diğer etkisi ise esnek çalışma modellerinin yaygınlaşmasıdır. Ancak, uzaktan çalışma, serbest çalışma, platform çalışması ve esnek çalışma saatleri gibi yeni iş modelleri, işverenler ve çalışanlar için avantajlar sunsa da, bu çalışma biçimlerinin sosyal güvenlik sistemine entegrasyonunu gündeme getirecektir. Dolayısıyla, geleneksel tam zamanlı ve yerinde çalışma modellerine dayalı sosyal güvenlik sistemlerinin, dijital dönüşüm ile değişen iş modellerine uyumunun sağlanması gerekmektedir.
Dijital dönüşümün sosyal güvenlik sisteminin aktüeryal yapısına etkisi
Dijital dönüşüm, sosyal güvenlik sisteminin aktüeryal yapısını derinden etkileyecektir. Klasik sosyal güvenlik sistemleri, çalışanların ve işverenlerin ödedikleri primlerle finanse edilmekte ve emeklilik, sağlık hizmetleri, işsizlik sigortası gibi temel hakları güvence altına almaktadır. Ancak dijitalleşme ile birlikte istihdam yapısındaki değişiklikler, sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilirliği açısından risk oluşturacaktır.
Otomasyon ve yapay zekânın devreye girmesiyle işgücü piyasasında istihdam, özellikle de düşük vasıflı işgücüne olan talep azalacaktır. Bu ise sosyal güvenlik sistemine prim ödeyen aktif çalışan sayısının azalmasına yol açacak ve daha az sayıda kişinin prim ödemesi, sistemin finansal sürdürülebilirliğini zorlaştıracak, aktüeryal dengeyi korumak için prim oranlarının artırılması, genel bütçe gelirlerinden sosyal güvenlik sistemine daha fazla transfer yapılması gündeme gelecektir.
Ayrıca, dijitalleşme ile birlikte serbest çalışma ve kısa süreli, proje bazlı işler gibi yeni istihdam biçimlerinin yaygınlaşması, geleneksel sosyal güvenlik sistemlerine prim ödemelerinin azalmasına neden olacaktır. Bu durum ise, uzun vadede bir yandan sosyal güvenlik sistemlerinin finansal dengelerinin bozulmasına ve kişiler yönünden ise sosyal haklara (emeklilik, sağlık vd) erişimini zorlaştıracaktır.
Diğer taraftan, dijital dönüşümün getirdiği teknolojik gelişmeler, özellikle sağlık alanında hastalıkların erken teşhisi ve tedavi maliyetlerinin düşürülmesi gibi olumlu etki yaratarak sağlık harcamalarının azalması şeklinde olumlu etki yaratacaktır.
Dolayısıyla, dijital dönüşümün istihdam, işgücü ve sağlık alanında yaratacağı olumlu-olumsuz etkilerin ve yeni yeni çalışma modellerinin dikkate alınarak sistemin aktüeryal yapısını dengeleyecek politikaların geliştirilmesi, sosyal güvenlik sisteminde gerekli düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
Bu anlamda, 2025-2027 Orta Vadeli Program’da (OVP) öncelikli reform alanları arasında dijital dönüşümün işgücü piyasalarına yansımalarının analiz edilerek, uyum ve adil geçiş sürecine yönelik programların hayata geçirilmesinin planlanması ve yeni nesil çalışma biçimlerine yönelik sosyal güvenlik mevzuatında düzenleme yapılmasının öngörülmesi olumlu değerlendirilmektedir.
Dijital dönüşümün sosyal güvenlik üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmaya yönelik öneriler
Dijital dönüşümün sosyal güvenlik sistemleri üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak ve bu yeni teknolojik döneme adaptasyonu sağlamak için bazı çözüm önerini söyleyebiliriz.
İlk olarak, işgücünün yeniden beceri kazanması ve dijital yetkinliklerinin artırması hususu desteklenmelidir. Bu, hem devlet hem de özel sektör işbirliği ile sağlanacak eğitim programları ile mümkün olabilir. Teknolojik gelişmelere uyum sağlamak için çalışanların dijital beceriler kazanmasının sağlanması hem istihdam edilebilirliklerini artıracak, hem de sosyal güvenlik sistemine prim ödemeye devam etmelerini sağlayacaktır.
İkinci olarak, esnek çalışma modellerine uygun sosyal güvenlik sistemlerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Bu anlamda, uzaktan çalışma, serbest çalışma, kısa süreli, proje bazlı işler gibi yeni istihdam biçimlerine uygun olarak kişilerin sosyal güvenlik sistemine daha kolay erişiminin sağlanması ve bunlar için özel prim ödeme ve emeklilik planlarının oluşturulması gerekmektedir.
Üçüncü olarak, dijitalleşmenin sosyal güvenlik sistemlerine entegrasyonunun artırılması gerekmektedir. Büyük veri ve yapay zeka, sosyal güvenlik sistemlerinin daha verimli çalışmasını sağlayacaktır. Özellikle prim toplama, sigorta işlemleri ve emeklilik ödemeleri gibi süreçlerin dijital olarak yönetilmesi, maliyetleri düşürecek ve sistemin verimliliğini artıracaktır. Ayrıca, sağlık hizmetleri ve emeklilik sistemlerinde dijital yeniliklerin kullanılması, maliyetlerin daha etkin bir şekilde kontrol edilmesini, usulsüz bazı işlemlerin daha erken tespit edilerek gerekli önlemlerin almasını sağlayacaktır.
Son olarak, dijital dönüşümün getirdiği değişimlerin olumsuz etkilerini hafifletmek için sosyal güvenlik sisteminde gerekli reformların yapılarak; özellikle dijitalleşmenin istihdam üzerindeki etkileri göz önüne alındığında, işsiz kalan bireyler için geçici gelir destekleri ve yeniden beceri kazanma programları sağlanmalı, ayrıca, sosyal güvenlik sisteminin finansal sürdürülebilirliği için farklı vergi politikaları, prim ve emeklilik modellerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Celal ÖZCAN
Geriye Yönelik Verilen Bildirgeler Teşvik Ve Desteklerde Sorun Yaratır Mı?
Gerek asgari ücret desteğinden gerekse prim teşviklerinden yararlanılması noktasında, ödeme vadesi geçmiş prim ve idari para cezası borcunun bulunmaması ortak şart olarak aranılmaktadır.
Bu şarttan dolayı herhangi bir denetim veya mahkeme kararı ya da resmî kurumlardan alınmış bir yazı olmaksızın hatalı veya eksik bildirimlerini düzeltmek adına işverenlerce yasal süresi dışında kendiliğinden verilecek bildirgelerden dolayı geriye yönelik ortaya çıkacak prim borcu nedeniyle asgari ücret desteklerinin ve prim teşviklerinin geri alınıp alınmayacağı tereddüt konusu olabilmektedir.
PRİM TEŞVİKLERİNDEN YARARLANILMASI NOKTASINDA
İşverenlerce yasal süresi dışında kendiliğinden verilecek asıl/ek veya ek/iptal bildirgeler ister sadece prime esas kazanç ihtiva etsin, isterse hem gün hem de kazanç ihtiva etsin fark prim borcu ortaya çıksa bile bu durum ilgili ay/aylarda yararlanılmış sigorta prim teşviklerini etkilemeyecektir.
Ayrıca sonradan ortaya çıkan prim borcu, cari aya ilişkin bildirgelerin yasal verilme süresi sona ermeden ödendiği taktirde cari aydaki prim teşviklerinden yararlanılmasına da engel olmayacaktır.
ASGARİ ÜCRET DESTEĞİNDE DURUM BİRAZ FARKLI
2024/Ocak ila 2024/Aralık aylarına ilişkin olarak, 28/2/2025 tarihinden önce gerek bir veya birkaç sigortalının belge türü veya kanun numarasının hatalı düzenlenmiş olması nedeniyle gerekse prime esas kazancının eksik bildirilmiş olması nedeniyle yasal süresi dışında işverenlerce kendiliğinden verilecek ek/iptal veya asıl/ek bildirgelerden dolayı geriye yönelik sigorta prim borcu tahakkuk ettiği taktirde, ilgili işyerinde geriye yönelik bildirge düzenlenen ayda yararlanılmış asgari ücret desteklerinin tamamı 2024/3 sayılı Genelge doğrultusunda gecikme zammıyla birlikte geri alınmaktadır.
Örneğin 2024/Şubat ve 2024/Mart ayında 01 nolu belge türüyle bildirilmesi gerekirken 02 nolu belge türüyle bildirilen bir sigortalı için yapılan hatalı bildirimin sonradan fark edilerek geriye yönelik olarak SGK’ya 25/10/2024 tarihinde iptal/ek bildirge verildiği düşünüldüğünde, iptal/ek bildirgeler sonrasında ortaya çıkan prim borcu nedeniyle 2024/Şubat ve Mart aylarına ilişkin yararlanılmış asgari ücret destekleri geri alınmaktadır.
Ayrıca geriye yönelik tahakkuk eden prim borcu, tahakkuk ettiği tarihi izleyen ayda ödenmediği taktirde, prim borcunun ödendiği aya kadar yararlanılmış asgari ücret destekleri de yine aynı şekilde geri alınmaktadır.
BİLDİRGELER 1/3/2025 SONRASINDA VERİLİR İSE SORUN YAŞANMAZ
2024/3 sayılı Genelgeye göre 2024 yılına ilişkin işverenlerce geriye yönelik düzenlenecek ek bildirgeler Kuruma 1/3/2025 veya sonraki bir tarihte verildiği taktirde asgari ücret desteğinden usulüne uygun yararlanılmış sayılmakta ve asgari ücret destekleri geri alınmamaktadır.
Ancak yasal verilme süresini izleyen üç aylık süre geçirildikten sonra işverenlerce SGK’ya kendiliğinden verilen ek bildirgeler, doğruluğu denetim ve kontrolle görevli memurlarca işyeri kayıtlarında yapılan incelemeler sonrasında işleme alınmaktadır. Yapılacak incelemeler sonrasında işverenin kendiliğinden Kuruma verdiği bildirgelerde kayıtlı prime esas kazancın işyeri kayıtlarından tespit edilen kazanç tutarından eksik olduğu tespit edildiği taktirde, eksik bildirilen kazanç tutarı da asgari ücretin 1/10’undan fazla ise bu durumda prime esas kazancın eksik bildirildiğinin denetim elemanlarınca tespit edildiği kabul edildiğinden, 2024 yılında yararlanılmış asgari ücret desteklerinin tamamının geri alınması riski bulunmaktadır.
2023 YILI VE ÖNCESİNE GELDİĞİMİZDE
2023 yılı ve öncesinde işverenlerce yasal süresi dışında kendiliğinden verilecek ek bildirgeler sonrasında asgari ücret desteklerinin geri alınmasına ilişkin uygulama, yalnızca ilgili yılda tescil edilmiş işyerlerine yönelik yürütülmekte idi. Ayrıca 2019 yılında getirilen bu uygulamada, bildirgelerin ilişkin olduğu yılı takip eden yılın Şubat ayından sonra verilmesi halinde asgari ücret destekleri de geri alınmamakta idi.
Bu bağlamda, 2023 yılı ve öncesine ilişkin işverenlerce yasal süresi dışında kendiliğinden verilecek bildirgeler sonrasında, bildirgede kayıtlı sigortalıların prime esas kazançları işyeri kayıtlarıyla mutabık ise bildirgelerin ilişkin olduğu yılı takip eden yılın Şubat ayından sonra verilmesi nedeniyle asgari ücret desteklerinin geri alınması söz konusu olmayacaktır.
DEĞİŞİKLİĞE İHTİYAÇ VAR!
2024 yılında bir sigortalının brüt 100 TL tutarındaki prime esas kazancını eksik bildirdiğini fark ederek hatalı işlemi düzeltmek adına ek bildirge veren bir işverenden 37,5 TL’lik prim borcu karşında, ilgili ayda 10 sigortalıdan dolayı asgari ücret desteğinden yararlanmış ise10 X 700 = 7.000 TL’nin, 100 sigortalıdan dolayı destekten yararlanmış ise 100 X 700 = 70.000 TL’lik asgari ücret desteğinin geri alınmasının,
Ya da tahsis talebi sonrasında SGK bildirimleri 02-SGDP belge türünden yapılan bir sigortalının emeklilik koşullarını yerine getirmediğinin tespitinin ardından 02 nolu belge türünden yapılan bildirimlerin 01 nolu belge türüne çevrilmesi sonrasında ortaya çıkan fark prim borcu nedeniyle ilgili aylarda yararlanılmış asgari ücret desteklerinin geri alınmasının
Yasanın lafzına, ruhuna ve amacına uygun olmadığı değerlendirilmektedir.
Sonuçta, ufak bir hatalı işlemin düzeltilmesinin faturası bu kadar ağır olmamalı bence.