Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Bilirkişilik, özel bilgi ve uzmanlık gerektiren durumlarda hakimin kendisine yardım için görevlendirdiği kişi veya kişilerdir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanuna göre getirilen bilirkişilik, bir davada davanın çözümü için hakim tarafından bilinmeyen özel ve teknik bilgiyi gerektiren durumlarda görüş ve oyuna müracaat edilen üçüncü kişi veya kişileri ifade etmektedir. Delil sistemleri ve deliller yer ve zamana göre değişebilmektedir. Bilirkişilik müessesesi de bu değişen yer ve zamana göre teknik bilgi ve uzmanlığa göre ortaya çıkan bir durumdur.

Bir hukuksal ihtilafın çözümünde   hukuk bilgisine dayanılarak çözümleme olaya uygulanacak hukuk kuralını bulma yetkisi ve görevi hakime aittir. Anayasaya yargı yetkisinin bağımsız mahkemelere ait olduğunu belirtmiştir.[1]Bu yetkinin başlarına devri de mümkün değildir. Ancak, hakimin bir hukuksal ihtilafın   hukuk bilgisine dayanılarak çözülebilmesi, yani olaya hangi hukuk kuralının uygulanabileceğini anlayabilmesi için, uyuşmazlık konusu olayın niteliğinin ortaya konulması hakkında uzmanlık gerektiren özel veya teknik bazı bilgilere gereksinim duyulabilir. Nitekim, günümüzde iktisadi, sosyal, sanayi ve teknik gibi alanlarda kaydedilen gelişmeler, bu sahalarda ortaya çıkabilecek ihtilaflarda ihtisas gerektiren bilgiye giderek ihtiyaç duyulmaktadır. Bu gibi ihtiyaçlar nedeniyle bunları dikkate alan yasa koyucular yargıca, teknik veya özel bilgiyi gerektiren hususlarda bilirkişiye müracaat yetkisi vermektedir.[2]

5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunun 67/6 md hükmüne göre Cumhuriyet Savcısı, katılan, vekili, şüpheli veya sanık, müdafii veya kanunî temsilci, yargılama konusu olayla ilgili olarak veya bilirkişi raporunun hazırlanmasında değerlendirilmek üzere ya da bilirkişi raporu hakkında, uzmanından bilimsel mütalaa alabilirler. Sadece bu nedenle ayrıca süre istenemez. 

Bir davada tahlili hakim tarafından bilinmeyen özel ve teknik bilgiyi icap ettiren durumlarda oy ve görüşüne başvurulan üçüncü kişiye veya kişilere bilirkişi denilmektedir.[3]Bilirkişi, görüşüne başvurulan husus hakkında, özel ve teknik bilgisine dayanılarak inceleme yapar ve vardığı sonuçları mahkemeye bildirir.[4]Başka bir ifade ile, bilirkişi sahip olduğu ihtisas bilgisi ile yargılama evresine yardımcı olur.[5]Bilirkişi incelemesinde dava ile ilgili olarak çözümü hakimler tarafından   bilinmeyen özel ve teknik bilgisinin gerekli olduğu durumlarda müracaat edilir.   Başka bir ifade ile, hakimin   teknik ve özel bilgisinin yeterli olmadığı hallerde, bilirkişi yargıca yardımcı olur.   Bu sebeple, bilirkişiye müracaat edilmesine gerek olup olmadığına yargıç karar verecektir. Bilirkişilik, özel ve teknik bilgiyi gerektirdiği için herkes bilirkişi olamayacağı gibi bilirkişi yapacak kişiler de belli öğrenim koşulu ve tecrübe aranılacaktır.[6]Vergi yargılamasında, ceza yargılamasında bilirkişiliğin yanı sıra 5271 sayılı CMK’nun 67/6 maddesine göre uzman mütalaası alınması yolunda sıklıkla kullanılmaktadır. [7]

Bilirkişi raporu takdiri deliller arasında sayılmış olup, mahkeme hakimi bilirkişi raporu ile bağlı değildir. Dava dosyasındaki diğer deliller gibi bilirkişi raporunun takdiri de mahkemenin takdirine bırakılmıştır. Ancak hakimler, çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişiye başvurdukları için genellikle kararlarını da bilirkişi raporlarına dayandırmaktadırlar.

Eğer bilirkişi raporu gerçeği yansıtmıyorsa ne olacak? İşte böyle bir durumda raporun gerçeği yansıtmadığını düşünen taraf 5271 sayılı kanunun 67/6.maddesi gereğince uzmanından bilimsel mütalaa alabilir. Hatta uzman mütalaasının bilirkişi raporundan önce bilirkişinin değerlendirmesine sunulmak üzere veya bilirkişi raporundan sonra, bilirkişi raporundaki hata ve çelişkileri ortaya koymak amacıyla alınması mümkündür.   Dileyen taraf, konusunda uzmanlığı bilinen herhangi bir kişi veya kurumdan dava konusu olayla ilgili olarak uzman mütalaası alarak, bu raporu dava dosyasına delil olarak sunabilir. Mahkemenin görevlendirmiş olduğu bilirkişi raporu ile tarafların kendi seçecekleri herhangi bir uzmandan alacakları uzman mütalaası arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Zira her ikisi de mahkeme nazarında takdiri deliller arasında yer almaktadır. Örnek olarak; Bir bina inşaatında kullanılan hazır betonun standartlara uygun olup olmadığı konusundaki bir davada, mahkemenin görevlendirdiği İnşaat Mühendisi bir bilirkişinin raporuna karşılık, davanın taraflarından birisi İnşaat Mühendisleri Odası veya İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ne müracaat ederek binada kullanılan hazır betonun kalitesi hakkında bilimsel mütalaa alabilir. Mahkemenin görevlendirdiği bilirkişinin ücreti hakimin takdir yetkisindedir. Uzman mütalaası için ödenecek ücret ise taraflar arasında serbestçe kararlaştırılabilir.

Uzman mütalaası konusu adeta bilirkişilik kurumunun otokontrol sistemi sayılabilir. Aynı zamanda da özel bilirkişilik kurumunun uygulamaya geçmesi anlamını taşımaktadır. Zaman zaman çevremizden duyarız; hatalı bilirkişi raporu yüzünden davayı kaybettim diye, bilimsel uzman mütalaası bu tür yakınmalara son verecektir. Mahkemelerin atamış olduğu bilirkişilerin de daha dikkatli rapor düzenlemeleri konusunda yönlendirici olacaktır.[8]

Uzman bilirkişilik müessesesi ile çeşitli uyuşmazlıklar daha kolay ve isabetli bir biçimde çözümleme olanağına kavuşmuş olacaktır. Vergi uyuşmazlıklarında uzman bilirkişiye müracaat edilmesi daha çok vergi tekniği gibi konularda düzenlenen ve vergi inceleme raporlarından kaynaklanan uyuşmazlıklarda uygulanabilmektedir.   Vergi uyuşmazlıklarının sonucu olarak düzenlenen gerek vergi tekniği raporları   ve gerekse vergi inceleme raporlarının yorumlanmasından doğan uyuşmazlıklarda uzman mütalaasına başvurulmaktadır.   Uzman mütalaaları daha çok asliye ceza mahkemelerinde veya konuyla ilgili olarak Yargıtay’ın çeşitli ceza dairelerinde değerlendirilmektedir. Vergi uyuşmazlıklarında da uzman mütalaası vergi mahkemelerinde veya Danıştay’ın ilgili dairelerinde 5271 sayılı CMK’nun 67/6. maddesine göre uzmandan bilimsel mütalaa alınabilmektedir.

Vergi uyuşmazlıklarında, bilirkişi ataması, seçimi gibi konular uyuşmazlığın durumuna göre tam isabetli olamamaktadır. Ancak, bilirkişi raporlarına karşı yapılan itirazlar nedeniyle bilirkişiler uygulamada daha çok düzenlenen iddianameler veya vergi inceleme raporlarının tıpa tıp aynısı yönünde bilirkişi raporu düzenledikleri görülmektedir.

Bilirkişi raporları, uzman mütalaası veren kişilere göre düzenledikleri raporlar bilimsel yorumlardan uzak olduğu söylenebilir. Hatta, uygulamada bilirkişilerin düzenledikleri raporların objektif, gerçekçi ve tutarlı olduğu konusunda çeşitli eleştiriler ileri sürülmektedir. Uygulamada bilirkişiler özellikle Asliye Ceza mahkemelerinde vergi inceleme raporlarının aynısını kendi raporları olarak kes/kopyala/yapıştır metodu ile tekrar etmektedirler. Bu tekrar, aynı zamanda idare tarafından düzenlenen “Vergi Tekniği Raporları”nın aynısını bilirkişi raporu olarak aynen baz aldıkları sıklıkla rastlanmaktadır. Oysa ki bilirkişilerin baktıkları dosyalarda inceleme yetkileri vardır. Mükelleflerin defterlerini incelemesi konu ile ilgili evrak, fatura, irsaliye ve diğer evraklar bazında derinlemesine araştırma yetkileri mevcuttur. Bilirkişiler, herhangi bir inceleme ya da derinlemesine bir tetkikak yapmaksızın masa başında idarenin düzenlemiş olduğu vergi inceleme raporlarını tekrar ederek, bunu da kendi bilirkişi raporuymuş gibi mahkeme dosyasına sunmaları adalete ilkesine uygun düşmez. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

 

http://www.hurses.com.tr/Haber-Salt_dava_dosyasi_baz_alinarak_bilirkisi_raporu_duzenlenemez-13971.htm

[1] Anayasa md.138.

[2] HUMK md.275-286

[3] HUMK Md. .275

[4] Bilirkişi raporlarına itiraz edilebilir. Bilirkişiler tarafından düzenlenen rapor örnekleri duruşma esnasında Cumhuriyet Savcısına, katılana, vekiline, şüpheliye veya sanığa, müdafiine veya kanunî temsilciye doğrudan verilebileceği gibi; kendilerine iadeli taahhütlü mektupla da gönderilebilir. (5271 s.k.  md. 67/4)    Bilirkişi incelemesi tamamlandığında, yeni bilirkişi incelemesi yapılması veya itirazların bildirilmesi için istemde bulunabilmelerini sağlamak üzere Cumhuriyet savcısına, katılana, vekiline, şüpheliye veya sanığa, müdafiine veya kanunî temsilciye süre verilir. Bu maddede belirtilen taraflar, dayandıkları gerekçeleri de göstermek şartıyla verilen süre içinde bilirkişi raporuna itiraz edebilirler. Süresi içinde itiraz edilmeyen bilirkişi raporu kabul edilmiş sayılır. Bu kişilerin istemleri reddedildiğinde, üç gün içinde bu hususta gerekçeli bir karar verilir. (5271 s.k.  md. 67/5)    Cumhuriyet savcısı, katılan, vekili, şüpheli veya sanık, müdafii veya kanunî temsilci, yargılama konusu olayla ilgili olarak veya bilirkişi raporunun hazırlanmasında değerlendirilmek üzere ya da bilirkişi raporu hakkında, uzmanından bilimsel mütalaa alabilirler. Sadece bu nedenle ayrıca süre istenemez. (5271 s.k.  md. 67/6).

[5] KIZILOT Şükrü – KIZILOT Zuhal, Vergi İhtilafları ve Çözüm Yolları, 19 Baskı, Yaklaşım Yayınları, Ankara 2011, s.737.

[6] GÜNEŞ Recep, “Vergi Davalarında Bilirkişilik ve Bilirkişinin Sorumlulukları”, Muhasebe ve Denetime Bakış, Sayı:9, Mayıs 2003, s.13

[7] 5271 sayılı CMK md. 63, 67 ve ilgili olarak 1086 sayılı HUMK md.275.

[8] ASLAN Yaşar, “Bilirkişi Raporuna İtiraz ve Uzman Mütalaası”,İstanbul Bilirkişiler Derneği Başkanlığı Yayınları.

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

Antalya' dan yazan okurum sitem dolu mailinde Sosyal Medya da yalan haber yaymakla ünlü birisinden etkilenmiş, bana kandırıldığını yazmıştır.

Okurum aslında akıllık yapmış 2016 yılında emekli olmuş. Yalan  haberin dolduruşuna gelmiş, ben eksik emekli aylığı alıyorum, SGK emekli aylığımı iptal ettireceğim, toplu para alacağım yada primi fazla ödeyerek emekli olacağım ekranlara çıkan ‘’sözüm ona’’ uzman bunları söylüyor, kaybımı telafi edin, karşılığında ücret öderim diyor.

Öncelikle okurumun hizm' et dökümlerini, aylık bağlama oranlarını ve bu sene ne kadar aylık aldığına dair belgeleri alarak inceledim.

Şimdi siz siz olun kesinlikle bu işi bilmeyen uzmanım diye TV çıkan yalan haber yayanlara inanmayın.

Bunlar hayal satar, cebinizden paranızı hortumlar.

Bana da yazmayın, SGK gidin işin aslını görevli memurlara da sorun.

15/03/1968 doğumlu bayan okurum 05/04/1994 yılında ilk defa SSK olmuştur.

Emeklilik tablosu;

23.05.1994 yılına kadar tescil olanlar;

20 yıl

50

5675

İlk işimiz Sigortalının 20 yıl süresi ve 50 yaşına baktığımızda yaşı 15/03/2018 yılında dolacaktır. Günlerini incelediğimizde 5740 günü var.

Normal şartlarda emekliliği zaten 15/03/2018 tarihi.

Kendisinde var olan bir rahatsızlığı sonucu %40 oranında engelli raporu aldığından, vergi indirim belgesiyle 15 ay önce emekliliği hak etmiştir.

Engelli olarak 16 yıl 3760 günle de emekli olunur.

Okurumla yaptığım yazışmada bilgi kirliliğinden etkilenmiş işin uzmanlarından bilgi almamıştır.

Kafasında engelli ve malullüğü karıştırmış.

Sanki engelli ve malul olanlar az emekli aylığı alır kurgusuyla, çalışmış, çalıştıkça da asgari ücretli olarak düşük SGK matrah bildirilmiş.

05/04/1994+16 yıl eklediğimizde=05/04/2010 yılında dolmuştur.

Bu durumda aslında sigortalımız 6 yıldan fazla bilinçli sigortalı olmadığından emekli aylığını kaybetmiş, çalışma hayatına SGDP ödeyerek çalışacağını da göz ardı etmiştir.

Bunları da kendisine aktardığımda neredeyse yazılarından ağlar vaziyette olduğu anladım.

Sosyal Güvenliği ehlinden değil, kulaktan dolma bilmenin zararı 72 ay olarak ortaya çıkıyor.

Engelli statüsünden 2016 yılının sonunda emekli olmuş, seyyanen +100 lira zammı alarak ek ödeme dahil 1.115 TL. Bağlanmıştır.

Bu işlemi 1 yıl geciktirmiş olsa idi.

Bağlanacak emekli aylığı 1.016 TL. olur idi.

Kısaca engelli emekli aylığının avantajlı yönünü bilmek gerekiyor. Vedat İlki

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8898

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

 

Emekli aylığının bağlanması amacıyla tahsis talebi bulunması şart bulunuyor.

Tahsis talebinde sonra SGK’ca SSK (4/1-(a)) ve Bağ-Kur (4/1-(b)) sigortalılarının tahsis talep tarihi itibariyle yasalarda öngörülen aylık bağlama koşullarını yerine getirip getirmediklerine bakılarak aylık bağlama işlemleri gerçekleştiriliyor.

Buraya kadar normal, ancak aksi durumlarla da sıkça karşılaşılabiliyor. Zira aylık bağlandıktan sonra bu koşulların oluşmadığının daha sonra saptanması durumunda, sigortalıya ödenen aylıklar başlangıç tarihi itibariyle iptal edilerek yersiz ödenen aylıkların tahsili yoluna gidiliyor.

Sigortalılara yeniden tahsis talebinde bulunmaları halinde ise tahsis talep tarihlerini takip eden aybaşından itibaren tekrar aylık bağlanıyor.

Ancak, aylığa hak kazanma koşulları yerine gelmediği halde sigortalıların hatasından kaynaklanmayan nedenlerden (hizmetlerin karışması, hizmet çakışmalarının daha sonra fark edilerek hizmet iptallerinin yapılması, yaş, prim gün sayısı veya sigortalılık süresinin yanlış tespit edilmesi vb.) SGK’nın kendi hatasından kaynaklana nedenlerle yanlış aylık bağlandığının sonradan tespit edilmesi halinde, sigortalılara yersiz ödenen aylıkların tahsili yoluna gidilirken, aylığa hak kazanma koşullarının yerine geldiği tarihi takip eden aybaşından itibaren tahsis talep şartı aranmadan aylıklarının bağlanması gerekiyor.

Hata Kimde?

Örneğin tahsis talep tarihinden önce Bağ-Kur sigortalılığı sona erenlerden bu hizmetlerine ilişkin prim borcunun tamamen ödenmeden hizmet bildirildiğinin sonradan anlaşılmış olabilir. Bu durumda SGK sigortalılardan kaynaklanan bir hatanın bulunmaması tahsis talep tarihinde söz konusu hizmetlerin geçerli olmaması gerekçesiyle aylıkların başlangıç tarihi itibariyle iptal etmez. Böylesi durumlarda, SGK’nın öncelikle sigortalının eksik prim tutarları kendisine tebliğ ederek 1 ay içerisinde ödemesini istemesi gerekiyor. Ancak sigortalının 1 aylık süre içinde prim borcunu ödememesi halinde aylığı yine durduruluyor.

Elbette bütün bunlar “Çam sakızı çoban armağanı” bir teselliden öte bir şey sayılmaz.

Turbun Büyüğü

Sorunun büyüğü turp başka heybede. Zira bir de bağlanan aylıkların çok sonradan kesilmesi var ki aylık alınan süre uzadıkça durumun ve borcun vahameti de büyüyor.

Baştan sonra mağduriyet kokan bu durumlara sigortalıların vurdumduymazlığı da başat etken oluyor aslında. Zamanında bir uzman yönlendirmesi ışığında emeklilik şartlarını gerçekten yerine getirip getirmediğinin saptanmasını sağlamadan kulaktan dolma ve hesaba dayanmayan uyduruk bakış açılarıyla başvuru yaptıktan sonra kesilen aylığı ceremesini gene sigortalı çekiyor.

Neden Çok Mağduriyet Tek

“Aslında Bağ-Kur prim borcun varmış”, “aslında günün eksikmiş”, “aslında Bağ-Kur emekliliğine geçmişsin”, “ortağı olduğun şirketten SSK’lı olmuşsun” gibi çeşitli yasal gerekçelerle bozulan emekliliğin düzelmesi bazen birkaç yıl, bazen aylarca sürebiliyor.

Bazen de aslında iki ay prim eksiği olduğundan dolayı aylığın bağlanmaması veya kesilmesi gerektiğini öğrendiği de oluyor sigortalının. Bu olumsuz cevabı örneğin sekiz ay sonra aldığında sigortalı iki ay eksiği nedeniyle bağlanmayan aylık için en az on ay kaybetmiş oluyor.

Sahte sigorta nedeniyle bozulan emeklilik veya geciken aylık da olabiliyor. Gerçekten bilfiil çalışılmadan ödenen SSK primleri için yapılacak bir şey olmasa bile bu sorunu halletmek amacıyla kişinin çalışma geçmişine göre alternatif çözüm bulmak da mümkün olabiliyor.

Böylesi durumlarla karşılaşanların öncelikle gerçek bir sosyal güvenlik müşavirine başvurmasında yarar bulunuyor. Geç kalanların da en az zararla kurtulmak bakımından yine uzman desteği almalarında yarar var.

Zira sonradan iptal edilen her aylığın temelinde eksik bilgi yatar.

Bir Soru Bir Cevap

Okurum Fekrullah Bey soruyor; “03.01.1968 doğumluyum. 31.03.1992 - 31.03.1993 yılları arasında yedek subay olarak askerlik görevimi yaptım. Öğrencilik sürem de kesenek ödediğim aylar da bunun içindedir. 01.07.1997 tarihinde de sigortalı olarak çalışmaya başladım. Hiç kesintisiz bugüne kadar çalıştım ve çalışmaya devam ediyorum. Bu durumda;

  1. Ne zaman emekli olabilirim?
  2. Askerlik süremle ilgili ödeme yapmam gereken süre ne kadardır? Yapacağım bu süre emeklilik yaşımı öne alacak mı?“

Okurumuzun sorusu askerliğini yedeksubay olarak yapan ve SSK sigortalılığından emekli olan binlerce vatandaşımızı ilgilendiriyor.

Sigortalılık başlangıcınıza göre SSK sigortalılığından emeklilik için tabi olduğunuz koşullar 53 yaş ve 5 bin 600 gündür. 1997’den beri aralıksız çalıştığınızı belirtiğinize göre gün sayısı sorununuz olmamalı. Askeri öğrencilik sürenizi belirtmemişsiniz ama eğer bu bir yıllık sürenin üç ayı öğrenci olarak geçip 9 ayı rütbeli olarak geçtiyse 23.01.2017’de 25 yılı doldurmuşsunuz. Bu üç ayı askerlik borçlanması ile ödeyebilirsiniz. Ancak sizin durumunuzda emeklilik yaşınız değiştirmiyor. 

Gün ve 25 yıllık sigortalılık süresi koşullarınız tamam ancak yaş henüz tamam değil. Dolayısıyla bundan sonra artık çalışıp prim ödeseniz de ödemeseniz de 03.01.2021’de emekli olabilirsiniz. Şevket Tezel

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8896

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

213 sayılı VUK’nun mükelleflerin ödevleri başlığını taşıyan ikinci kitabının “defter tutma” ile ilgili düzenlemeler içeren 2. kısmının 9. bölümünde “kayıt nizamı” ile ilgili hükümlere yer verilmiştir.   Madde hükmüne göre, yanlış kayıtların düzeltilmesi ile ilgili 217. madde hükmünde defterlere yapılan kayıtların değiştirilemez olma ilkesi benimsenmiştir. Ancak, yevmiye defterine yapılan bir kaydın düzeltilmesi ancak “muhasebe ilkelerine” göre   yapılabilmektedir. Örneğin, alacak kaydedilmesi gereken bir hesapta yanlışlıkla borçlu kaydın düşülmesi halinde, bu hata ancak eski kaydın iptali ve yeni kaydın yapılması suretiyle düzeltilebilecektir. Aynı şekilde, bir hesaba kaydedilmesi gereken tutar eksik kaydedilmiş ise hata hesaba eksik tutar kadar ilave yapılarak düzeltilecektir.

Diğer taraftan defterlerde yanlış, kaydın üzeri, okunacak şekilde çizilerek ve yeni kayıt yapılarak düzeltilir. Mesela yevmiye kaydı doğru olmakla birlikte defteri kebire eksik işlenen bir satış tutarının üzeri okunacak şekilde çizilir ve daha sonra doğrusu yazılarak düzeltme kaydı yapılır.

Defterlerde çizme, kazıma, silme suretiyle düzeltme yapılmaz veya kayıtlar değiştirilemez.

Kayıtlar arasında boş satır bırakılamayacağı gibi boş sayfa da bırakılamaz. Yanlışlıkla boş bırakılan sayfalar ve satırlar üstü çizilerek atlanır.

Ciltli defterlerde yaprak koparılmaz, müteharrik yapraklı olanlarda ise yaprakların sırası bozulamaz ve yırtılamaz.

165 Sıra Nolu VUK Genel Tebliği uyarınca müteharrik yapraklı defterlerde tasdik numarasının mühürle birlikte (kayıt yapılan) her sayfada bulunması gerekir. bununla birlikte aşağıda belirttiğimiz olayda olduğu gibi bilgisayarla tutulan defterlerde onay tek sayfada yapılmakta ve kayıtlar da onayın bulunduğu sayfaya dökülmektedir.

Vergi idaresi, Sosyal Sigortalar Kurumu Teftiş Kurulunun;

“bilgisayar aracılığıyla yazılımı yapılan defterlerin bilgisayardan dökümünün alınması sırasında, yazılımın noter onayı içeren sayfa yüzüne değil onaysız sayfa yüzüne gerçekleştirilmesi ve onaylı olan sayfaların döküm yapılan sayfaların arka yüzünde boş olarak yer alması halinde; işyeri kayıtlarının geçersiz sayılıp sayılmayacağı hususunda tereddüde düşüldüğü” şeklindeki sorusu üzerine

“….. müteharrik yaprakların her sayfasının teker teker tasdik makamının resmi mührü ile mühürlü olması, sayfaların sıra numarası ile teselsül etmesi ve bu yaprakların sırasının bozulmaması suretiyle defterlerin kullanılması gerekmektedir.

 

Söz konusu olayınızda bahsi geçen mükelleflerin müteharrik yaprakları sıra numarası izliyor ve kayıtları usulüne uygun yapılmış ise noter tasdiklerinin kayıtların yapıldığı sayfanın arka yüzünde bulunmasında herhangi bir sakınca bulunmamaktadır.” [1]

şeklinde görüş bildirmiştir. Buna karşın Danıştay, müteharrik yapraklı yevmiye defterlerinin tasdiksiz arka kısımlarına yapılan kayıtların kanuni defterlere yapılmış kayıt olarak kabulüne imkan bulunmadığı gerekçesiyle tasdiksiz sayfalarda gösterilen indirilecek KDV’lerini, diğer yasal defterlerle mukayese etmeden   reddetmek suretiyle yapılan tarhiyatı kaldıran vergi mahkemesi kararını bozmuştur.[2]

Yevmiye defteri hesap dönemi içerisinde bitmesi durumunda yeni defter tasdik ettirilerek mükellefler işlemlerini bu defterlere devam ettirebilirler.   Ancak bazı hallerde mükellefler vaktinde yevmiye defteri tasdik ettirmedikleri için günlük kayıtlarını onaylı defteri kebire yapmaktadırlar. Bu gibi durumlarda resen takdir nedeni varlığı ortaya çıkmaktadır. Ancak, yüklenilen KDV’lerin tasdikli defteri kebire aktarılması halinde mükellefin indirim imkanı devam etmektedir.[3]

Diğer yandan usulsüzlük “vergi kanunlarının şekle ve usule müteallik hükümlerine riayet edilmemesi” halinde söz konusu olabilmektedir ki bu hükümler içerisinde muhasebe kayıtlarına yönelik herhangi bir düzenleme mevcut değildir. Muhasebe kayıtlarının yapılışı, işlenişi sırasında yapılan hatalı kayıtların VUK 217. madde hükmüne göre ve usulüne uygun olarak düzeltme kayıtlarının yapılması gerekecektir. Ancak, bu düzeltme kayıtlarının vergi kaybına neden olamaması gerekir. yapılan düzeltme kayıtlarının vergi kaybına neden olması halinde   bunlarla ilgili olarak vergi ziyaı cezası uygulanır. Kasten yapılan muhasebe hata ve hileleri hakkında, ziyaa uğratılan verginin 3 katı tutarında   vergi ziyaı cezası uygulanır. Bunlar hakkında tarhiyat öncesi veya tarhiyat sonrası uzlaşma hükümleri geçerli olamaz. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

 

http://www.hurses.com.tr/Haber-Muhasebe_hatalari_ile_bunlarin_duzeltilmesi_ve_ceza_uygulamasi-13935.htm

[1] TC Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğünün Sosyal Sigortalar Kurumuna gönderdiği 12.05.1998 tarih ve 17573 sayılı yazı.

[2] Dnş. 7. D. nin, 21/01/2002 gün ve E:2001/4619-K:2002/167 sayılı kararları.(Bkz. Mükellefin Dergisi, Ekim 2002, Sayı: 118, s.172-175). Yine, DVDDK tarafından verilen 17/06/2005 gün ve E:2005/110-K:2005/177 sayılı kararda da, “sadece yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına kayıt yapıldığı gerekçesi ile, mal alışları sırasında ödendiği ihtilafsız olan KDV indirimlerinin reddedilemeyeceği” hakkında karar verilmiştir.

[3] Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğünün Denizli Valiliğine gönderdiği 09/07/1999 tarihli ve 29350 sayılı yazısı.

 

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

Çalışanlar dikkat! Kıdem tazminatına iş sözleşmesinin feshedildiği tarihte ödenmemesi halinde faiz işletilir. Bu durumda işçinin işvereni temerrüde düşürmesiyle, tazminata mevduata uygulanan en yüksek faiz uygulanır.

Kıdem tazminatı çalışma hayatının en hassas konularından biri. Kıdem tazminatının fona dönüştürülmesi çalışmaları ne zaman gündeme gelse hararetli tartışmalar söz konusu oluyor. Bugün için bu konunun rafa kalktığını söylemek mümkün. Kıdem tazminatının nasıl ödeneceği, ne zaman ödeneceği gibi hususlar işçi ve işverenleri mahkemelerde en çok karşı karşıya getiren konular. Kıdem tazminatının geç ödenmesi ve taksitle ödenmesinin kararlaştırılmış olması halinde ortaya çıkan anlaşmazlıklar işçi ve işverenleri mahkemede karşı karşıya getiriyor. Kıdem tazminatı için karşılık ayırmayan işverenler tazminatı ödemekte zorluk çekiyor.

FESİH TARİHİNDE ÖDENMELİ

Kıdem tazminatının iş sözleşmesinin fesih tarihinde ödenmesi gerekir. Ancak bazı durumlarda işveren ekonomik olarak güçlük çektiği için işçi çıkartmakta ve bu işçilere de kıdem tazminatı ödemekte zorlanmaktadır. Bu gibi durumlarda kıdem tazminatının fesih tarihinde ödenmesi de pek mümkün olmamaktadır. Kıdem tazminatına iş sözleşmesinin feshedildiği tarihte ödenmemesi halinde de faiz işletilir.

Temerrüde düşürmeli

Dolayısıyla tazminat alacağı geciken işçinin faiz isteme hakkı doğar. Geç ödenen kıdem tazminatına faiz işletilebilmesi için işçinin işvereni temerrüde düşürmesi gerekir. İşçinin işvereni temerrüde düşürebilmesi için kıdem tazminatının ödenmesini istediğini ancak ödemenin gerçekleşmediğini ispatlaması gerekir.

Anlaşırlarsa taksit de olur

İşçinin ve işverenin anlaşması halinde kıdem tazminatının taksitle ödenmesi de mümkündür. Bu durumda taksitle ödenecek kıdem tazminatına gecikme faizi ödeme tarihinde hesaplanır. İşçinin faiz talep edebilmesi için ödemelere ihtirazi kayıt koyması gerekir.

Kabul etmiyorsa dava açabilir

Dolayısıyla kıdem tazminatını taksitle ödeme konusunda işverenle anlaşan işçinin bu konudaki haklarını korumak ve faiz uygulanmasını istiyorsa faiz işletebilmek için ihtirazi kayıt koyması ve kıdem tazminatının ödeme günlerinin de açıkça ifade edilmesi gerekir. Kıdem tazminatının taksitle ödenmesi konusunda anlaşma sağlanmışsa ve ödemeler zamanında gerçekleştirilmiş ise işçi ayrıca faiz talep edemez. Ancak işçinin rızasını almadan kıdem tazminatını taksitle ödemek isteyen işveren için işçi iş mahkemesine dava açabilir. Kural olarak taksitle ödeme ancak anlaşmayla mümkündür.

Çek ve senet de mümkün

İşveren eğer işçiyle anlaşırsa kıdem tazminatını çek veya senetle de ödeyebilir. Ancak bu şekilde ödeme konusunda işçinin mağdur olmaması için çekin ve senedin güvenilirliğinin sorgulanması gerekir. Aksi taktirde çeki kıdem tazminatı olarak alan işçi mağdur olabilir.

Bankalardan bilgi talep edilir

Kıdem tazminatının işveren tarafından ödenmemesi ve işçinin de işvereni temerrüde düşürmesi halinde, tazminata mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanır. Mevduata uygulanan en yüksek faizin tespit edilmesi için Merkez Bankası ve diğer bankalardan bilgi talep edilir. Dolayısıyla kıdem tazminatını zamanında ödemeyen işveren o günün koşullarında mevduattaki en yüksek faizle işçiye kıdem tazminatı ödemek durumunda kalır. Okan Güray Bülbül

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/okan-guray-bulbul/geciken-tazminata-en-yuksek-faiz-uygulanir/haber-658893

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

Bayramda 2 gün çalıştım. Bu dönemde tarafıma verilen ücret nasıl hesaplanmalı? Seyit
İş Kanunu'na göre, ulusalbayram ve genel tatil günlerindeçalışan işçilere normal yevmiyenindışında bir yevmiye dahaödenir. Bayramda 2gün çalıştıysanız,çalıştığınız bu günleriçin ilave birer yevmiyedaha almalısınız.

■ İşyerinin el değiştirmesi halinde işçilerin yıllık izin hakları etkilenir mi?
İşyerinin çeşitli nedenlerle el değiştirmesi veya başkasına geçmesi halinde, bu işyerinde çalışan işçilerin yıllık ücretli izin haklarında bir değişiklik olmaz. İşverenin değişmesi, işçilerin yıllık ücretli izin haklarını ortadan kaldırmayacağı gibi, devreden işveren yanında yapılan çalışmaları da bu anlamda geçersiz kılmaz. Devreden ile devralan arasında bu yükümlülüğün ortadan kaldırılacağına dair bir anlaşma yapılsa bile geçerli olmaz.

■ İşçi olarak çalışan birisinin aynı anda ikinci bir işte çalışması İş Kanunu bakımından bir engel doğurur mu? İkinci işte çalışmak yasak mı? Adıma iki yerden sigorta primi yatsa sakıncası var mı? 5...643835 Nolu SMS
İş sözleşmesinde başka bir işte çalışmayasağı yoksa veya işveren işçinin başkabir işte çalışmasına izin vermiş ise işçibaşka bir işte de çalışabilir. Adınıza ikiyerden prim yatmasında SGK açısındansakınca yok. Ancak işverenin ikinciişinizi yapmanıza izin vermesi gerekir.
Böyle bir izni yoksa, işveren bunu öğrendikten itibaren 6 iş günü içinde işçinin iş sözleşmesini tazminatsız olarak sona erdirebilir. Yasal olarak ikinci işte çalışmanın ya da iki yerden prim yatmasının sakıncası yok ama işverenin izni gerekir.

NE ZAMAN EMEKLİ OLURUM?
■ 1964 doğumluyum, 1981'den SSK girişim var. Sigorta primim 4200 gün, ne zaman emekli olurum? 5...359507 Nolu SMS
İşe girişinize göre 5075 prim günütamamlar tamamlamaz emekli olursunuz. Bunun için 875 prim güne ihtiyacınız var. Askerlik varsa borçlanıp prim gün sayınızı artırabilirsiniz. Ayrıca başka prim ödemeden 60 yaşınızın dolacağı 2024 yılında yaştan kısmi emekli olabilirsiniz.

■ SSK ilk başlangıcım 15.04.1989, 26.04.1971 doğumluyum. 4865 gün primim var. Ne zaman emekli olurum?
5...133912 Nolu SMS
SSK başlangıcınıza göre 25 yıl, 51 yaş,5450 prim gün şartlarına tabisiniz. 585gün daha ödemeniz durumunda prim günsayınız tamamlanır ancak 51 yaşınız 2022yılında dolacağından emekli olacağınıztarih 26 Nisan 2022 olacaktır. Ali Şerbetçi

http://www.takvim.com.tr/yazarlar/aliserbetci/2017/09/09/bayramda-calisanin-ucreti-nasil-odenir

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

"İştiraki olanlar bu davayı izlemeli" başlıklı bir makale yazmıştım. İştiraki olanlar izleyebildi mi, bilmiyorum. Ben de izlemekte zorlandım, tesadüfen öğrendim. Dava esastan karara bağlanmış. İzleyemeyenler için kısaca bahsedeyim.

Konu neydi?

Vergi mevzuatını Gelir İdaresi Başkanlığı'nın resmi internet sitesinden izleyenler, 2013 yılı sonlarında, 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği'nin bir paragrafının başına kısa bir not konulduğunu fark ettiler. Notta paragrafın yürütmesinin durdurulduğu açıklanıyordu. Yürütmeyi durduran karar Danıştay Dördüncü Dairesi'nin 16.09.2013 tarih ve E:2013/2951 sayılı kararıydı nota göre.

Bir süre sonra, Gelir İdaresi internet sitesinden not kaldırıldı. Bu defa durumu tespit etmek daha kolay oldu. Çünkü belirli aralıklarla Gelir İdaresi'nin sitesine giriyor ve notun durup durmadığını kontrol ediyorduk. Bir gün baktığımızda notun olmadığını fark ettik. Demek ki yürütmeyi durdurma kararı kaldırılmıştı.

Geçtiğimiz günlerde aynı paragrafa tekrar yeni bir not girdi. Notta paragrafın Danıştay Dördüncü Dairesi'nin 14.06.2017 tarih ve E:2013/2951 K:2017/5260 sayılı kararıyla iptal edildiği yazıyor. Danıştayın esastan karar verdiği ve dava konusu paragrafın iptal edildiği anlaşılıyor.

Davaya konu düzenleme neydi?

İptal davasına konu olan 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Kanunu Genel Tebliği'nin, "5.6.2.4.3. Bedelsiz olarak elde edilen hisse senetlerinin satışından sağlanan kazançların durumu" başlıklı bölümünün ikinci paragrafının metni şu şekilde: "Dönem kârından ayrılan yedekler kullanılmak suretiyle sermaye artırımında bulunulması halinde ise bu işlem sonucu ortaklara bedelsiz hisse senedi verilmesi ile fiilen kâr payı dağıtılması arasında fark bulunmamaktadır.

Her iki halde de ortaklar, kurum bünyesinde oluşan kârlar üzerinde tasarrufta bulunma imkanına sahip olmaktadır. Dolayısıyla, kâr yedeklerinden karşılanan sermaye artırımları sonucunda ortaklarca bedelsiz iştirak hissesi iktisap edilmesi durumunda, alınan bu iştirak hisseleri nominal bedelle iştirak hesaplarında izlenecek ve iştirak kazançları istisnası nedeniyle kurumlar vergisine tabi tutulmayacaktır."

Düzenleme ne demek istiyordu?

Düzenleme özetle şunu söylüyordu: İştirakiniz olan şirket, kâr yedeklerini kullanarak sermaye artırımı yaptı ve bu nedenle şirketiniz bedelsiz hisse senedi aldıysa;

- Aldığınız hisse senetlerini nominal bedeliyle aktife kaydetmeniz gerekir.

- Aynı tutarı gelir yazmanız gerekir ancak iştirak kazançları istisnasından yararlanabilirsiniz.

Danıştay kararı ne diyor?

Danıştayın yeni kararını görmüş ve incelemiş değilim. Çünkü daha önceki iki kararda olduğu gibi, esastan verilen kararı da ne Danıştay ne de İdare yayınlamış değil. Yürütmeyi durdurma kararını daha önce görmüş ve gerekçelerini incelemiştim. Danıştayın esastan verilen yeni kararının gerekçesinin de aynı olduğunu tahmin ettiğim için onun üzerinden devam edeyim.

Düzenlemenin yürütmesini durduran Danıştay kararı da özele şunu söylüyordu:

- İç kaynaklarla sermaye artışı pay sayısında artışa neden olabilir ama şirketin mal varlığını artırıcı bir etkisi yoktur. Dolayısıyla, böyle bir sermaye artırımı nedeniyle oluşan payları temsil eden hisse senetlerinin ortaklara dağıtılması halinde ortakların mal varlığında bir artış meydana gelmemektedir.

- Kâr yedeklerinin sermayeye eklenmesi ile sermaye yedeklerinin sermayeye eklenmesi arasında, iştirak edenlerin mal varlığı yönünden bir farklılık bulunmamaktadır.

- Gelir Vergisi Kanunu'nun 94. maddesinde yer alan, kârın sermayeye eklenmesinin kâr dağıtımı sayılmayacağına ilişkin düzenleme, Kanun koyucunun sermayeye eklenen kârı ortaklar açısından elde edilmiş bir kazanç olarak kabul etmediğini göstermektedir.

- Dolayısıyla, kurum kazancı sermayeye eklenerek gerçekleştirilen sermaye artırımı sonucu elde edilen bedelsiz hisse senetleri nedeniyle, iştirak kazancı elde edildiğinden bahsedilemez.

Düzenleme neden dava konusu yapılmıştı?

Yukarıda özetlenen iptal davasına konu düzenleme aslında başka kurumlara iştirak edenlerin lehine bir düzenleme. Düzenleme şirketlere, bedelsiz aldığınız hisse senetlerinin nominal bedelini gelir yazın ama istisnadan yararlanarak vergi ödemeyin, ancak iştirak maliyetinizi artırın diyor. Maliyet arttığı için bedelsiz alınan hisse senetleri satıldığında satış kazancı artan maliyet kadar düşük çıkacağı için, bunda olumsuz bir durum yok.

O zaman düzenleme neden dava konusu oldu derseniz, sorun istisnadan yararlanamayan kurumlarda çıkıyor. Kanuna göre girişim sermayesi yatırım fonu katılma payları ile girişim sermayesi yatırım otaklıkları dışındaki fon ve ortaklıklardan elde edilen kâr payları için iştirak kazançları istisnasından yararlanılamıyor. Dolayısıyla tebliğdeki düzenleme yatırım ortaklıklarının ortaklarının bedelsiz aldıkları paylar nedeniyle vergi ödemeleri sonucunu doğuruyor. İptal davası açan kurum da bir yatırım ortaklığının ortağı.

Karar hangi şirketleri nasıl etkileyecek?

İptal kararı, aktifinde iştirak hissesi olup, iştirakinden kâr payı elde eden bütün kurumları etkileyecek. İştirakin yatırım ortaklığı olup olmamasına göre bu etki olumlu veya olumsuz olacak. Karar çerçevesinde bazı kurumlara geçmişe dönük tarhiyat yapılması olasılığı olduğu gibi bazı kurumlara vergi iadesi alma olanağı doğmuş da olabilir.

İptal edilen düzenleme ne diyordu?

İptal edilen düzenleme özetle şunu söylüyordu: İştirakiniz olan şirket, kâr yedeklerini kullanarak sermaye artırımı yaptı ve bu nedenle şirketiniz bedelsiz hisse senedi aldıysa;

- Aldığınız hisse senetlerini nominal bedeliyle aktife kaydetmeniz gerekir.

- Aynı tutarı gelir yazmanız gerekir ancak iştirakiniz girişim sermayesi yatırım fonu veya girişim sermayesi yatırım ortaklığı dışındaki fon ve ortaklıklardan birisi değilse, iştirak kazançları istisnasından yararlanabilirsiniz.

İptalin sonuçları

Karar, doğrudan veya dolaylı olarak bazı kurumları etkileyecek. Olumlu veya olumsuz. Karar kimi nasıl etkileyecek kısaca bakalım.

  1. Risk sermayesi hariç, yatırım fon ve ortaklıklarının ortakları açısından

a) İptal sonrası bedelsiz ortaklık payı alanlar

İptal sonrasında yatırım fon ve ortaklıklarına iştirak etmiş olan şirketler iptalden olumlu olarak etkilenecek. Kâr yedeklerini sermayeye ekleyen örneğin yatırım ortaklıklarından bedelsiz hisse alan kurumlar, aldıkları bu paylar nedeniyle artık gelir yazmayacaklar ve dolayısıyla ilgili dönemde vergi ödemeyecekler. İştirakin maliyet bedeli de değişmeyeceğinden, vergiyi hisseleri elden çıkarttıkları döneme ertelemiş olacaklar. Dolayısıyla iptal sonrasında yatırım ortaklığı hissesi alacak olanların karardan olumlu etkilenecekleri açık.

b) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp halen aktifte tutanlar

Tebliğin yürürlükte olduğu dönemde düzenlemeye uyarak bedelsiz hisseleri nominal bedeliyle aktife kaydeden ancak iştirak kazançları istisnasından yararlanamayan kurumlar, iştirakin maliyet bedelini düzeltip, ödedikleri verginin Vergi Usul Kanunu’nun düzeltme hükümleri çerçevesinde iadesini talep edebilirler. Dolayısıyla bu şirketlerin de iptalden olumlu etkilenecekleri açık.

c) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp satanlar

Bedelsiz alınan hisse senetleri iptalden önce elden çıkartılmışsa, maliyet bedeli de tebliğ çerçevesinde zaten artırılmış bedel olduğu için, şirketin durumuna bağlı olarak düzeltme ihtiyacı olmayabilir. Dolayısıyla, bu şirketlerin karardan olumlu veya olumsuz etkilenmeyecekleri söylenebilir. Bu durum kurumun durumuna göre değişebilir. İşlem yapan kurum bedelsiz hisseyi aldığında vergi ödemiş ancak elden çıkarttığında zarar etmişse sonuç farklı olabilir.

2. Diğer kurumların ortakları açısından

a) İptal sonrası bedelsiz ortaklık payı alanlar

Kazançları üzerinden kurumlar vergisi ödeyen şirketlerin ortağı olan kurumlar, iptal kararının sonrasında bedelsiz pay edinmeleri durumunda, alınan paylar için herhangi bir kayıt yapmayacaklar, iştirakin mevcut maliyet tutarını değiştirmeyecekler. Bedelsiz payları elden çıkartmadıkları sürece iptalin bir etkisi olmayacak, vergi anlamında. Elbette ticari kazanç ve dolayısıyla dağıtılabilir kazanç azalacağı için bu aşamada etki olumsuz olacak. Ancak, bedelsiz alınan paylar elden çıkartıldığında maliyet bedeli alınan hisselerin nominal bedeli kadar düşük olacağından, matrah bu kadar yüksek olacak. Daha önce iştirak kazancı olarak tanımlanan ve kurumlar vergisinden müstesna tutulan kazanç, iptalle birlikte değer artış kazancı olarak karşımıza çıkacak ve vergilendirilecek. Dolayısıyla bu aşamada iptalin etkisi mutlak olarak olumsuz.

b) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp halen aktifte tutanlar

Tebliğin yürürlükte olduğu dönemde düzenlemeye uyarak bedelsiz hisseleri nominal bedeliyle aktife kaydeden ve iştirak kazançları istisnasından yararlanan kurumların, iştirakin maliyet bedelini düzeltmeleri gerekecek. İptalin bu şirketlere bugün itibariyle bir vergi etkisi yok. Ancak iştirak elden çıkartıldığında, bedelsiz alınan hisselerin nominal bedeli kadar bir matrah üzerinden vergi ödemek durumunda kalacaklar. Vergi etkisinin dışında, bu kurumların bedelsiz hisse aldıkları ve iştirak kazancı yazdıkları yılın mali tablosu ve dağıtılabilir kazancı da değişmiş olacak.

c) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp satanlar

Bedelsiz alınan hisse senetleri iptalden önce elden çıkartılmışsa, hem bedelsiz pay alınan dönem hesaplarının hem de bu payların elden çıkartıldığı dönem hesaplarının ve beyannamelerinin düzeltilmesi gerekecek. Bedelsiz pay alınan dönem gelir kaydedilen tutarın düzeltilmesinde sorun yok. Hem iştirak kazancı sıfırlanacak, hem de istisna tutarı sıfırlanacak. Vergisel açıdan olumsuz bir durum yok. Bedelsiz edinilen payların elden çıkartıldığı dönemde ise önemli bir sorun ortaya çıkacak. Bedelsiz alınan payların maliyet bedeli, bu payların nominal tutarı kadar azaltılacağından, elden çıkartma kârı ve dolayısıyla kurumlar vergisi matrahı da aynı tutarda artacak. Bu ise geriye doğru yeni bir vergi yükü anlamına geliyor. İptalin en önemli olumsuz sonucu da işte bu grubun üzerinde olacak. 

İptal edilen düzenleme ne diyordu?

İptal edilen düzenleme özetle şunu söylüyordu: İştirakiniz olan şirket, kâr yedeklerini kullanarak sermaye artırımı yaptı ve bu nedenle şirketiniz bedelsiz hisse senedi aldıysa;

- Aldığınız hisse senetlerini nominal bedeliyle aktife kaydetmeniz gerekir.

- Aynı tutarı gelir yazmanız gerekir ancak iştirak kazançları istisnasından yararlanabilirsiniz.

Kararın gerekçeleri

İptal kararının gerekçeleri özetle şöyle:

- Kârın sermayeye eklenmesi suretiyle yapılan sermaye artırımının şirketin mal varlığını artırıcı bir etkisi yoktur. Artırım nedeniyle oluşan payları temsil eden hisse senetlerinin ortaklara dağıtılması halinde ortakların mal varlığında da artış meydana gelmez.

- KVK'nın 15. maddesinin 2. fıkrası ile Gelir Vergisi Kanunu’nun (GVK) 94. maddesinde yer alan, kârın sermayeye eklenmesinin kâr dağıtımı sayılmayacağına ilişkin düzenleme, Kanun koyucunun sermayeye eklenen kârı ortaklar açısından elde edilmiş bir kazanç olarak kabul etmediğini göstermektedir.

- Sonuç olarak, kurum kazancı sermayeye eklenerek gerçekleştirilen sermaye artırımı sonucu elde edilen bedelsiz hisse senetleri nedeniyle iştirak kazancı elde edildiğinden bahsedilemez.

Kararın değerlendirilmesi

Başta, karara katılmadığımı, iptal edilen ve uzun yıllardır uygulanan düzenlemenin doğru olduğunu düşünüyorum. Konu bir makale boyutunda değerlendirilebilecek boytta değil ama düşüncemi kısaca özetleyeyim.

- Kârın sermayeye eklenmesinde mal varlığının değişmemesi argümanı: Kârın sermayeye eklenmesi durumunda ortağın mal varlığının değişmemesi, gelir elde etmediğinin argümanı olamaz. Nakit sermaye artışı halinde de ortağın mal varlığı değişmez. Mal varlığının kompozisyonu değişir. Hisse değeri alınan nakit kâr payı kadar azalır ama toplamda varlığın değeri kural olarak değişmez. Oysa gelir elde edilmiş olur. Nakit kâr dağıtımında kâr dağıtan şirketin malvarlığı doğal olarak azalır. Nakit sermaye artışında ise tersi olur. Kâr yedeklerinin sermayeye eklenmesi, kâr dağıtımı ve sermaye artırımı işlemlerinin ikisini birden içerdiğinden, sonuçta varlık değerinde değişiklik olmaz. Dolayısıyla kârın sermayeye eklenmesi durumunda şirketin varlığının değişmemiş olması da ortağın gelir elde etmediğinin argümanı olamaz.

- Kârın sermayeye eklenmesinin kâr dağıtımı sayılmaması argümanı: Kârın sermayeye eklenmesinin kâr dağıtımı sayılmayacağına ilişkin hüküm tartışılabilir. Düzenleme, stoapaj maddesinde ama madde “stopaj yapılmaz” demiyor, “kar dağıtımı sayılmaz” diyor. Dolayısıyla açık değil, gelir elde edilmediği şeklinde de yorumlanabilir. En azından gerçek kişiler açısından.

Tam mükellef kurumlara yapılan kâr payı ödemeleri stopaja tabi değil ve ilgili düzenlemenin bu kurumları ilgilendiren bir yönü bence yok. Düzenlemeyi, kârını sermayeye ekleyen gerçek kişilerin temettü geliri elde etmiş olmadığı şeklinde yorumlasak bile, kurumlar için de aynı yorumu yapmak bence doğru değil. Ancak yukarıda da söylediğim gibi, her iki görüş de kayda değer.

Bedelsiz alınan hisselerin maliyet bedelinin değişmemesi

Sermaye artırımı sonucu bedelsiz iktisap edilen hisseler nedeniyle bir gelir elde edilmediği kararı doğal olarak hisse sahibinin iştirak hissesi maliyetinin de değişmediğini söylemiş oluyor. Diğer tartışmalar bir tarafa, bu görüşe katılmak mümkün değil. Kârın sermayeye eklenmesi sonucu alınan ve yanlış bir ifadeyle bedelsiz olarak nitelendirilen hisselerin sahibine bir maliyeti var. Bedelsiz değil yani. Bedeli, vazgeçilen kâr payı tutarı. Dolayısıyla bu hisseler satıldığında da satış kazancını hesaplarken bu maliyeti dikkate almak gerek. 
Karar ne yazık ki bu olanağı ortadan kaldırıyor.

Düzeltilmesi gerekecek kayıtlar ve beyannameler

Danıştayın tebliğ iptal kararının bu şekilde kesinleşmesi durumunda, kârın sermayeye eklenmesi nedeniyle bedelsiz hisse sahibi olan kurumlar, hiç de kolay olmayan muhasebe düzeltmeleriyle ve hiç de beklemedikleri bir vergi yüküyle karşılaşacaklar.

Belirtilen şekilde sahip olunan hisseler halen aktifte duruyorsa maliyet bedelini yeniden tespit edip düzeltmek, son beş yılda elden çıkarttılarsa da satış kazancını yeniden hesaplayıp zamanında ödemedikleri vergiyi ödemek durumunda kalacaklar. Uzun yıllardır yürürlükte olan bir tebliğe uyulmuş olması ne yazık ki bu durumu değiştirmeyecek.

Yapılması gereken düzenleme ve işler

Yukarıda da ifade ettim, iptal kararı sonuçları itibariyle çok sayıda şirketi zor durumda bırakacak. Maliye Bakanlığı davayı kaybetti ama vergi gelirlerini de artıracak. 
Bakanlık kaybederken kazanmış oldu sonuçta. Bu kararın etkileri nedeniyle veya karar vesilesiyle, bazı düzenleme ve uygulamaların yapmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Kısaca özetleyeyim:

- Öncelikle karardan etkilenecek şirketler için Maliye Bakanlığının açıklama yapmasında ve bu şirketleri bilgilendirmesinde yarar var. Zannediyorum çok sayıda şirketin bu karardan haberi yoktur. Bakanlığın bir açıklama yapmaması durumunda haberi de olmayacaktır.

- Fon ve ortaklıklardan elde edilen kazançlar iştirak kazançları istisnası kapsamına alınmalıdır. Düzenleme bir istisna düzenlemesi ama istisnayı bazı durumlarda vergi ertelemesi haline dönüştürüyor. Bu durumun düzeltilmesinde yarar var.

- İptal kararı kesinleşirse, tebliğde yer alan düzenleme kanuna taşınmalı veya çok sayıda şirkete olmaması gereken bir yük getiren durum başka bir şekilde düzeltilmelidir.

- Tebliğ ve sirküler iptallerinde geriye doğru mükellefe yapılacak tarhiyatlarda, ceza ve faiz uygulaması yapılmamasını sağlayacak düzenleme yapılmalıdır.

- Son olarak, Resmi Gazete'de yayımlanan düzenlemelerle ilgili yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarının da Resmi Gazete'den izlenmesine olanak sağlanmalıdır. Danıştayın bu tür kararları Resmi Gazetede yayımlanmalı veya İdare Resmi Gazete'de yayımlanan bir tebliğ ile durumu duyurmalıdır. Mevzuatı bilmemek mazeret değil ama internet sitesinde yer alan bir mevzuat metninin içine konan bir notun herkes tarafından görülmesini beklemek de mümkün değil. Recep Bıyık

https://www.dunya.com/kose-yazisi/karini-sermayeye-ekleyen-sirketlerin-ortagi-sirketler-icin-onemli-bir-karar-1/380725

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

Mevcut ekonomik şartlar nedeniyle, işletmelerin mal ve hizmet satışlarının azalması buna mukabil bankalardan kullanılan kredi imkanlarının da daralması, işletmeleri faaliyetlerini sürdürmek için alternatif kaynak kullanımına yönlendirmektedir.

İşletmede kayıtlı gayrimenkullerin satılıp nakde dönülmesi de alternatif kaynaklardan bir tanesi olarak değerlendirilmektedir. Söz konusu gayrimenkullerin satışı işleminde vergi doğup doğmadığı konusu ise bu bağlamda önem arzetmektedir. Çünkü işletmeler haklı olarak bu işlemler için vergi ödemek istememektedirler. Vergi kanunlarımızda işletmelerin bu beklentilerine uygun düzenlemeler bulunsa da, bize göre ihtiyacı tam olarak karşıladığından söz edilemez. Bu konudaki genel düzenleme Kurumlar Vergisi Kanunu ile yapılmış olup, Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 5 -1/e maddesi hükmünde, kurumların, en az iki tam yıl süreyle aktiflerinde yer alan taşınmazlar ve iştirak hisselerinin satışından doğan kazançların yüzde 75’lik kısmının kurumlar vergisinden müstesna olduğu; ancak menkul kıymet veya taşınmaz ticareti ve kiralanmasıyla uğraşan kurumların bu amaçla ellerinde bulundurdukları değerlerin satışından elde ettikleri kazançların istisna kapsamı dışında olduğu belirtilmiştir.

Yine aynı konuda benzer düzenleme Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 17-4/r maddesi ile yapılmış olup, kurumların aktifinde, en az iki tam yıl süreyle bulunan iştirak hisseleri ile taşınmazların satışı suretiyle gerçekleşen devir ve teslimler katma değer vergisinden istisna edilmiş, aynı hükmün alt bendinde ise, söz konusu kıymetlerin ticaretini yapan kurumların, bu amaçla aktiflerinde bulundurdukları taşınmaz ve iştirak hissesi teslimlerinin istisna kapsamı dışında olduğu hükme bağlanmıştır. Yani Katma Değer Vergisi Kanunu'nda da, Kurumlar Vergisi Kanunu'na paralel bir düzenleme yapılarak, şartların sağlanması halinde kurumlar vergisi ile beraber katma değer vergisinin de ödenmeyeceği belirtilmiştir.

İlgili kanun hükümlerinden anlaşılacağı üzere, istisna uygulaması esas itibarıyla bütün kurumlar için geçerlidir. Ancak, faaliyet konusu taşınmaz ticareti ve kiralanması olan kurumların bu amaçla iktisap ettikleri ve ellerinde tuttukları kıymetlerin satışından elde ettikleri kazançlar için istisnadan yararlanmaları mümkün değildir. Taşınmaz ticareti ile uğraşan mükelleflerin faaliyetlerinin yürütülmesi amacıyla tahsis ettikleri taşınmazların satışından elde ettikleri kazançlara istisna uygulanabilecek olup, taşınmaz ticaretine konu edilen veya kiralama ya da başka surette değerlendirilen taşınmazların satış kazancı ise istisnaya konu edilmeyecektir.

Bu genel açıklamalardan sonra gelelim asıl sorunumuza; bir işletme düşünelim ekonomik anlamda sıkıntısı var, işletmenin aktifinde kayıtlı bulunan büyük bir arsası mevcut bu arsayı satarak sıkıntıdan kurtulmak ve güçlü özkaynak yapısı ile ticari faaliyetlerine devam etmek istiyor. Bu işletme genel şartları da tam anlamı ile karşılıyor.Yani arsa aktifte 2 yıllık süresini doldurmuş, işletmenin faaliyet konusu gayrimenkul alıp satımı veya kiralanması değil ve işletme bu gayrimenkule ilişkin bir kira geliri de elde etmiyor. Tüm şartlar tamam!

Ancak işletmenin bir sorunu var, mevcut arsa çok büyük olduğu için satış kabiliyeti sınırlı. İşletme satış kabiliyetini artırmak ve / veya borçlarına karşılık verebilmek amacıyla arsasını küçük parçalara bölmek amacıyla parselasyon işlemi yapıp arsasını bu şekilde satmak istiyor.

Maliye Bakanlığı vermiş olduğu özelgeler ile konuya karşı çıkıyor, arsayı büyük olarak yani parselasyon yapmaksızın satarsan istisnadan faydalanabilirsin, ancak parselasyon yaparak küçük parçalar halinde satar veya borcuna karşılık verirsen istisnadan faydalanmazsın. Çünkü amacın her ne olursa olsun parselasyon yaparsan gayrimenkul ticareti ile uğraşıyor kabul edilirsin.

Bize göre bu bakış açısı başta, "vergilendirmede olayların gerçek mahiyeti esastır" ana prensibine aykırı bir durum oluşturmaktadır. Ayrıca söz konusu istisnanın gerekçesiyle de uyumlu olduğu söylenemez. Çünkü bize göre gayrimenkul satış kazancı istisnasının gerekçesi; işletmelerin aktiflerinde yer alan gayrimenkulün nakde dönüştürülerek ekonomik faaliyetlerde daha etkin bir şekilde kullanılmasının sağlanılması, finansman sıkıntılarının özkaynak ile çözülmesi, işletmelerin bu gayrimenkulleri elden çıkarmaları halinde enflasyon nedeniyle ortaya çıkabilecek fiktif karların vergilendirilmeden işletme sermayesine ilave edilmesi ve güçlü bir sermaye yapısının sağlanarak ticari faaliyetlerin bu şekilde devam ettirilmesi olarak sayılabilir. Kurumlar Vergisi Kanunu'nda söz konusu maddenin gerekçesinde istisnanın amacı, kurumların bağlı değerlerini ekonomik faaliyetlerinde daha etkin bir şekilde kullanmalarına olanak sağlamak ve mali bünyelerini güçlendirmek olarak belirtilmiştir. Yani yasa koyucunun da asıl amacı söz konusu faaliyetleri ticari faaliyet olarak göstermeyen ve gayrimenkulü iki yıl süreyle aktiflerinde bulunduran işletmelerin vergi yüküne maruz kalmadan ekonomik yapılarının güçlendirilmesidir. Böyle düşünülüp değerlendirilmesinin ve buna göre işlem tesis edilmesinin yerinde olduğu tarafımızdan düşünülmektedir. Bize göre Kanun koyucunun iradesini, kanun uygulayıcılarında gösterebilmesi ve bu amaçla işlem tesis etmeleri gerekmektedir.

Yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda bize göre işletmenin aktifinde kayıtlı arsanın parsellenerek satış işleminin (kanunda belirtilmiş tüm şartların var olması halinde ) gayrimenkul satış istisnası kapsamında değerlendirilmesi yerinde bir uygulama olacaktır. Yılmaz Sezer

https://www.dunya.com/kose-yazisi/arsanin-parsellenerek-satilmasi-gayrimenkul-satis-istisnasina-engel-mi/380706

Soru: 20 daireli bir apartmanda oturuyorum. Apartmanda yaşanan sorunlardan dolayı ev sahiplerinden hiç kimse yönetici olmak istemiyor. Apartman yöneticisiz durumda. Ne yapmamız gerekiyor?  İsmet D     

Cevap: Apartman sakinlerinin birçoğu oturdukları apartmana yönetici bulamıyorlar.  Apartmanlarda yönetici olmanın birçok sıkıntılı tarafları var. Ancak bu sıkıntılı taraflarının yanında yöneticiye tanınan  bazı haklar da var. Bu haklardan biri de  apartman aidatlarını yöneticinin hiç ödememesi ya da az ödemesidir. 
634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununa  göre kat malikleri kurulu, kat malikleri arasından atanmış yöneticinin normal yönetim giderlerine katılıp katılmayacağı, katılacaksa, ne oranda katılacağını kararlaştırır. Bu yolda bir karar alınmamış ise, yönetici yönetim süresince kendisine düşen normal yönetim giderlerinin yarısına katılmaz. Örneğin bir apartmanda aylık aidat miktarı 300 lira ise yöneticinin ne kadar aidat ödeyeceği kat malikleri kurulu kararı tarafından veya yönetim planında belirlenmemişse kat maliki yönetici 150  lira aidat öder (Bkz. Arif Temir, Apartman Yönetimi ve Kapıcılar, Yaklaşım Yayınları, Ankara, 2009). Kat malikleri kurulu, kat maliki yöneticiden genel giderler için hiç  aidat alınmayacağına da  karar verebilir. 

Sayın D, apartman sakinlerine apartman aidatlarında indirim ve muaf olma konusunu  hatırlatın buna rağmen yöneticiliğe talip olan ev sahibi bulamazsanız, apartmanınıza yönetici atanması için sulh hukuk mahkemesine başvurun. 

Gazetecinin bayram ücreti  
Soru: Gazeteci olarak çalışıyorum. Bayram tatillerinde çalıştığım zaman ücretlerime matbaada çalışan işçilere göre daha düşük oranda zam yapıp ödüyorlar. Bu durumda ücretimin eksik ödendiğini sanıyorum. Ne yapmalıyım? M.A 

Cevap: Mevzuata göre gazetecilerin ulusal bayram ve genel tatil günlerindeki çalışmalarının karşılığı olan ücretleri %50 zamlı olarak, işçilerinki  ise %100 zamlı olarak ödenmektedir. Bayram ücretinin zam oranının farklı olması mevzuattan kaynaklanıyor. 

İşçi, patrona ihbar  tazminatı öder mi? 
Soru: 17 yıldan beri sigortalıyım ve 3 bin 600 gün prim ödeme gün sayımı geçen ay tamamladım. Çalıştığım yerde 6 senedir çalışıyorum. Kendi isteğimle ayrılmak istiyorum. SGK dan 'kıdem tazminatı alabilir' yazısını alırsam, 8 hafta ihbar süresi boyunca çalışmak zorunda mıyım? Ya da ihbar süresinin (8 hafta) parasını işverene ödemek zorunda mıyım? Nedim A.

Cevap: İşçilerin prim ödeme gün sayısı ve sigortalılık sayısını tamamladıktan sonra emeklilik için sadece yaşı beklemeleri durumu yasada özel olarak düzenlenmiştir. Bu düzenleme kapsamında işyerinden ayrılan işçilerin işverene ihbar süresi vermeleri veya ihbar tazminatı ödemeleri gerekmez. Arif Temir

http://www.gunes.com/yazarlar/arif--temir/apartmana-yonetici-olmanin-avantaji-var-815767

Salı, 03 Ekim 2017 16:43

Sendikalaşmada İş Kolu Önemli mi?

İş hukuku, sosyal güvenlik ve iş sağlığı ve güvenliği açısından "iş kolu" temel bir kavramdır. İşin bulunduğu ve faaliyet gösterilen alana göre gerek tehlike sınıfı gerekse de kurulabilecek ya da örgütlenebilecek sendikalar değişmektedir.

Kural olarak, sendikalar kuruldukları iş kolunda faaliyette bulunur. Her bir iş koluna giren işlerin neler olduğu, ekonomik faaliyetlerin sınıflandırılmasına ilişkin uluslararası norm ve standartlar göz önünde bulundurularak düzenlenen işkolları listesi hazırlanmaktadır. Bir iş yerinde yürütülen asıl işe yardımcı işler de, asıl işin girdiği iş kolundan sayılır.

Bir iş yerinin girdiği iş kolunun tespiti Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nca yapılır. Tespit ile ilgili karar Resmî Gazete ’de yayımlanır. Bu tespite karşı ilgililer, kararın yayımından itibaren on beş gün içinde dava açabilir.

Yeni bir toplu iş sözleşmesi için yetki süreci başlamış ise iş kolu değişikliği tespiti bir sonraki dönem için geçerli olur. İşkolu tespit talebi ve buna ilişkin açılan davalar, yetki işlemlerinde ve yetki tespit davalarında bekletici neden sayılmaz. İşkolu değişikliği yürürlükteki toplu iş sözleşmesini etkilemez.

İşyerinin girdiği iş kolu, iş yerinde yürütülen asıl işe göre belirlenir. Dolayısıyla öncelikle iş yeri denilen birimin sınırları belirlenmeli, sonrasında bu birim içinde yürütülen asıl iş ve nihayetinde bu işten hareketle iş kolu tespit edilmelidir.

Asıl iş, iş yerinin teknik amacı, mal veya hizmet üretimi amacıyla yürütülen faaliyet olup asıl işin tespitinde, iş yerinde çalışan işçilerin üretimdeki ağırlıklı sayısı ile mal ve hizmet üretimindeki yatırımın niteliği ve büyüklüğü göz önünde bulundurulmalıdır.

O iş yerinde yürütülen ve asıl iş dışında kalan bütün işler yardımcı iş olarak nitelendirilir. Asıl iş ve yardımcı iş kavramının her bağımsız iş yeri için bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir. Asıl iş-yardımcı iş ayırımı bir iş yerindeki işler için geçerli olup, işletme seviyesinde incelenemez, bir işletmeyi oluşturan farklı işyerleri arasında asıl iş yardımcı iş ilişkisi kurulamaz.

Yardımcı işlerin, asıl işin iş kolunda sayılarak ayrı bir iş kolu tespitine konu yapılamaması, bu işlerin de asıl işveren tarafından yürütülmesi halinde geçerli olan bir kuraldır. Yardımcı işler bir alt işverene verilmişse, artık söz konusu yardımcı işler, alt işverenin iş yerini oluşturacağından ayrı bir iş kolu tespitine konu olacaktır. Bu durumda artık alt işverene ait iş yerinde yapılan işin girdiği iş kolu asıl işverenin yaptığı işe göre belirlenemez. Alt işverenin iş kolu tespiti asıl işverenden ayrı olarak yapılmalıdır.

Özellikle iş kolu tespitlerinde, iş yeri ve işletme kavramlarını karıştırılmaktadır. Özellikle yapılacak incelemelerde, bağlı iş yeri kavramının üzerinde durulmalıdır. Bir işe ve ortak karara bağlı olarak yürütülen, ayrı bir faaliyet içermeyen, organizasyon şeması olarak merkeze bağlı olan işyerleri de, bir iş yeri olarak sayılmaktadır. Resul Kurt

https://www.dunya.com/kose-yazisi/sendikal-orgutlenmede-iskolu-onemli-mi/380711

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • MÜKELLEF LEHİNE KESİNLEŞMİŞ VERGİ MAHKEME ( VERGİ MAHKEMESİ KARARI- BÖLGE İDARE MAHKEMESİ İSTİNAF KARARI - DANIŞTAY TEMYİZ KARARI) KARARLARI CEZA MAHKEMESİ KARARLARINI ETKİLER Mİ? (ANAYASA MAHKEMESİ KARARI 2019/4 Esas No, Karar: 04.11.2021- Resmi Gazete…
  • TİCARİ REKLAM HİZMETLERİ KDV - GELİR / KURUMLAR VERGİSİ TEVKİFATI A) KDV i. YURTİÇİ TİCARİ REKLAM HİZMETİ ALIMLARINDA 3/10 KDV…
  • İSTEĞE BAĞLI KDV TAM TEVKİFAT UYGULAMASI - MÜTESELSİL SORUMLULUKTAN KORUNMAK İÇİN KULLANILABİLİR BİR YÖNTEM - 1) Alıcı İle Satıcı Arasında YAZILI Bir SÖZLEŞME Yapılması Gerekir.…
Top