Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Çarşamba, 27 Eylül 2017 20:39

6111 Prim Desteği (4447/Geçici 10)-2

4447 sayılı Kanunun 38’inci maddesi ile, 1479 sayılı Kanuna “Sosyal Güvenlik Destek Primi” başlıklı Ek-20’nci maddesi eklenmiş, buna göre Kurumca aylık bağlandığı halde, 1479 sayılı Kanunun 24’üncü maddesinin ilgili bendinde belirtilenlerden de çalışmalarına devam edenlerin veya daha sonra çalışmaya başlayanların, çalıştıkları sürece sosyal yardım zammı dahil tahakkuk eden aylıklardan %10 oranında sosyal güvenlik destek primi kesileceği belirtilmiştir.

02.08.2013 tarihinde yürürlüğe giren 4956 sayılı Kanunun 44’üncü maddesi ile 1479 sayılı Kanunun Ek- 20’inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenerek: diğer sosyal güvenlik kanunlarına göre yaşlılık malullük aylığı bağlananlardan, ticari kazanç veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya basit usulde gelir vergisi mükellefi olanlar çalışmaya başladıkları tarihi takip eden ay başından itibaren, çalışmalarının sona erdiği ay dahil bu kanunun 50’inci maddesine göre belirlenen 12’inci gelir basamağının %10’u oranında sosyal güvenlik destek primi ödeyecekleri belirtilmiştir.

Daha sonra yapılan bir düzenleme ile %10 olan SGDP oranı %15’e çıkarılmıştır. 6663 sayılı torba Yasa ile yapılan düzenleme sonucunda %15 SGDP 01.03.2016 tarihinden itibaren yürürlükten kaldırılmıştır.

Sorun burada bitmiş gibi görünmekle beraber geçmiş dönemlerle ilgili veya geçmişe yönelik vergi kaydı açılması sonucunda yine geçmişe yönelik SGDP geriye doğru tahakkuk ettirilerek afaki borçlar tebliğ edilmektedir. Emekli statüsünde olup, geçmişe yönelik vergi daireleri tarafından mükellefiyet tesisi sonucunda Maliye Bakanlığının Bilişim ağıyla SGK Bilişim ağları çakıştırılarak, emekli maaşı alan kimseler adına hem vergi kaydı açılmakta ve hem de geçmişe yönelik %10 SGDP borcu tahakkuk ettirilmektedir.

Sonuç olarak, şu günlerde SGK tarafından geçmişe matuf vergi dairesi tarafından mükellefiyete dahil edilen emekli vatandaşlar adına önemli miktarlarda SGDP tahakkuk ettirilerek, SGK-MOSİP-ON-LİNE BAĞ- KUR SGDP tahsilatı olarak yatırılması tebliğ edilmektedir. Geçmişe matuf mükellefiyet tesisi işlemlerini yargıya taşıyan ve vergi mahkemesinde mükellefiyetini iptal ettirenlerin SGDP ödememesi gerekmektedir.

Şu günlerde vergi daireleri tarafından özellikle 4’ten fazla motorlu araç alım-satımı yapan gerçek kişiler, 2 den çok gayrimenkul alıp satan kimseler adına geçmişe yönelik vergi kaydı açıldığı görülebilmektedir.

Vergi daireleri tarafından geçmişe yönelik vergi kaydı açılan pek çok mükellefe Özel Usulsüzlük Cezaları da (E-beyan verilmediği gerekçesiyle) tebliğ edilmektedir. Ne var ki, Maliye Bakanlığı bu problemi çözmüş olup, geçmişe matuf mükellefiyet kaydı açılanlara Özel Usulsüzlük cezaları kesilemeyecektir. (Bkz: VUK GT 449) (1) Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Gecmise_matuf_resen_vergi_kaydi_olusturulmasi_ve_bunun_SGK_baglantilari-14272.htm

(1) Söz konusu Genel Tebliğ RG’ nin 10.04.2015 gün ve 29322 sayılı nüshasında yayınlanarak, yayım tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Danıştay 4. Daire,

Esas: 2014/1910

Karar: 2015/63

Davacı Vergi Borçlarının Zamanaşımına Uğradığını İddia Ederek Terkini Talep Etmesine Karşın, “Tüm Vergi Borçlarının” Terkin Edilmesine İlişkin Talebin Reddine Dava Açılamaz.

  • Davacı Kanuni Temsilci Olduğu Şirketten Kaynaklı Tüm Vergi Borçlarının 6183 Sayılı Kanun Kapsamında Terkin Olduğunu İddia Ederek Talepte Bulunmasına Karşın Talep Davalı İdare Tarafından Red Edilmiştir.
  • İstanbul 8. Vergi Mahkemesi, Ret İşleminin Hukuka Aykırılığına İlişkin İstemin;

– 2577 Sayılı Kanun Kapsamında Bir Dava Niteliğinde Olmadığından Esasın İncelenme İmkânının Olmadığı,

– Şirkette Hangi Dönemlerde Kanuni Temsilci Veya Ortak Olunduğunun Bilinmediği,

– Hangi Dönem Ve Tür Vergi İçin Talebin Yapıldığının Bilinmediği,

6183 Sayılı Kanun Kapsamında Hangi Aşamada Olunduğu Bilinmediği Gibi “Bütün Vergi Borçları” Gibi Muğlak Bir İfadeyle Yapılan Başvurunun Reddinin “Kesin Ve Yürütülmesi Zorunlu” Bir İşlem Olmadığı Gerekçesiyle Davayı Red Etmiştir.

Danıştay İse Kararı Onamıştır. http://taxauditingymm.com

Perşembe, 28 Eylül 2017 20:28

6111 Prim Desteği (4447/Geçici 10)-4

MEHMET TİRAŞ, SMMM, ADANA

Perşembe, 28 Eylül 2017 20:25

6111 Prim Desteği (4447/Geçici 10)-3

MEHMET TİRAŞ, SMMM, ADANA

Bilindiği gibi,  hesap ve  muhasebe hileleri ile ilgili bazı kavramlar son yıllarda  Amerika’da yaşanan  enron  olayları sonrasında  bir hayli önem kazanmış durumdadır.  Muhasebe denetimi ile ilgili literatürde ve uluslararası  muhasebe standartlarında muhasebe hileleri veya hatalarının çeşitli sebepleri bulunmaktadır.  Özellikle,  firma dahili  yolsuzlukları ört pas etmek, küçük hisse sahiplerine şirketi  kötü göstermek, şirketin borsadaki  hisseleri üzerinde manipülasyon yapmak,  daha az vergi ödemek,  vergi kaçırmak, devlet sübvansiyonlarından istifade etmek,  finans ve banka kuruluşlarından daha çok kredi bulabilmek,  işletmeden alacağı olanlara bu alacaklarını geç ödemek veya  kısmi ödemeler yapmak,  çalışanlara daha az prim  veya ikramiye vermek .... vb.  biçiminde   bu sebepleri uzatmak mümkündür.[1]

Muhasebe hilesi veya muhasebe hataları biri diğerinden farklı iki kavramdır.  Muhasebe hilesinde  bir şey olduğundan daha çok  farklı gösterme talebi  söz konusudur. Muhasebe hatasında ise,   arzu dışı  bir hatanın  ortaya çıkması söz konusudur.   Gerek hatada ve gerekse muhasebe hilesinde netice itibariyle aynı yere varılmaktadır.  Bir şeyi olduğundan veya olması gerekenden çok farklı gösterme isteği her iki durumda da  sonuç itibariyle  söz konusudur.

Muhasebe hileleri genellikle önceden bilinçli olarak yapılma isteğini içermektedir.  Muhasebe hilelerinin nedenlerinden biri de  ödenecek verginin  daha az ödenmesi veya  vergi kaçırılması  amaçlanmaktadır.  Bunun sonucu olarak da, işletmelerden mal, hizmet, para vb. kıymetli varlıkların çalınması hedeflenmektedir.[2]

Muhasebe hileleri ciddi bir suçtur.  Bu suç neticesinde zarar görenler fiili işleyenler hakkında dava açma hakları bulunmaktadır. Özellikle vergi suçunun oluşumunda muhasebe hileleri  yapılabilmektedir.  Vergi suçunun oluşumunda kasıt unsurunun mutlak  gerekliliği  tartışılmaktadır.  Özellikle 1998 yılında 4369 sayılı yasayla yapılan düzenleme neticesinde vergi suçlarının vergi kaybı ile  irtibatı koparılmıştır. Başka bir ifade ile, kural olarak suçun meydana gelmesi için  neticede vergi ziyaının  olup olmadığını  önemi bulunmamaktadır.[3]

Muhasebe hilelerine ilişkin yasa hükümlerinin karşılaştırılması sonucunda muhasebe hilesi meydana gelmesi sonucunda  vergiye tabi kazancın yani matrahın  eksiltilip, eksiltmediğinin bir önemi bulunmamaktadır.  Bu gibi durumlarda işlemin yapılışında bir hile tespit edilmiş veya bu sonuca varılmış ise bu hileli işlemler neticesinde  vergi ziyaı doğmasa bile  213 sayılı VUK’nun 359. maddesine göre bir suçun işlendiği varsayılmaktadır.[4]

Öte yandan, salt muhasebe kayıtları dışında muhasebe  kayıtlarına ek zorunlu mali tabloların hazırlanması sırasında muhasebe standartlarının ve vergi yasalarının hükümlerine göre hile olup olmadığı ayrıca değerlendirilebilir.  Bu konuda vergi inceleme elemanlarının  önemli  görev ve yetkileri bulunmaktadır.[5] Defter tutmak, kullanmak ve tasdik ettirme zorunluluğu bulunmayan  kişi veya kuruluşların muhasebe hilesi ile ilgili  bir  durumları söz konusu olmayabilir.

Muhasebe hileleri veya hesap hileleri 213 sayılı VUK’nunda çeşitli maddelerde bölüm bölüm yer verilmiştir.  Bu konuda mevzuatımızda   kesin bir tanım  veya  kavrama  tesadüf etmek mümkün değildir.   Muhasebe hile ve hataları ile ilgili  çeşitli ayrımlar bulunmaktadır.   Genellikle, hesap ve muhasebe hileleri,  vergi matrahının  aşındırılması amacıyla gerçek muamele  veya ilişkilerin defter kayıtları  ve belgeler üzerinde yapılan  bilinçli hareketlerle  peçelenmesi  olarak tanımlanabilir.  Uygulamada hesap ve muhasebe hilelerini birbirinden ayırt etmek güç değildir.[6]

Sonuç olarak,  bir işlemin  muhasebe hilesi mi ya da muhasebe hatası mı olduğunun tespiti çoğu zaman zorlaşabilir.  Bu konuda  vergi kaybının olup olmadığı, işlemlerin yapılış şekli, bu işlemler sonucunda kimlerin ve ne şekilde çıkar elde edebileceği gibi kriterlere bakmak gerekecektir.  Bu konudaki  suçun tespiti vergi ve ceza hukukunun  çok iyi kavranmasına bağlıdır.   Kesin bir sonuca varılmadığı zaman  yargı kararlarına da  müracaat edilebilir.  Zira,  sonuçları vergi mükellefleri, bunlara yardım edenler, iştirakçiler, muhasebe elemanları, meslek mensupları açısından da çok ağır ve önemli sonuçlar doğurabilmektedir.  Altı aydan başlayıp  üç yıla varan hapis cezaları ve bunun yanı sıra üç kat vergi ziyaı  cezası, tarhiyat öncesi ve sonrası uzlaşmaya alınmama,  idarece  yasaklılar yani kod listesine alınma,  yurtdışı çıkış yasağı uygulaması,  6183 sayılı  amme alacakları kanununa göre  teminat istenmesi,  ihtiyati haciz, ihtiyati tahakkuk gibi işlemler sonuçta uygulanacaktır.  Özellikle, ihtiyati haciz ve ihtiyati tahakkuk  sonuçları itibariyle  vergi mükellefleri üzerinde önemli bir risk faktörüdür.  Bu işlemlerin  hemen  bertaraf  edilmesi mümkün olmadığı gibi yargıya giden mükellefler ise bu durumdan ancak   Danıştay’dan kesin karar getirmeleri halinde  bu durumdan kurtulabilirler.[7] Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Muhasebe_hatasi_muhasebe__hilesi__ve__vergi_ziyai_irtibati-14290.htm

[1] ALPASLAN Mustafa – ŞENTÜRK A.Gencer, “Muhasebe Meslek Mensuplarının Sorumluluklarının 213 sayılı Yasa ve 3568 Sayılı Yasa Açısından İrdelenmesi ve Mükelleflerin Kullandıkları Sahte Belgeler Açısından Meslek Mensubunun Durumu”, Vergi Sorunları Dergisi, Ağustos 2008, s.149-154

[2] ŞEKER Sakıp, Muhasebe Hilesi Üzerine, Yaklaşım Dergisi,  Nisan 2009, s.105-110

[3] 213 sayılı  VUK md. 359

[4] Kasıt unsuru kaldırıldığı için otomatik olarak vergi ziyaı VUK 359 madde hükmüne göre suçun işlendiği varsayılmaktadır. Bkz. 29.07.1998 gün ve 23417 sayılı mük. RG.

[5] Bu  konuda 213 sayılı yasa ve  muhasebe sistemi uygulama genel tebliğleri ve  tek düzen hesap planı ile ilgili mevzuat hükümlerine dikkat edilmelidir.

[6] Burada VUK md. 135 incelenmelidir. 

[7] 6183 sayılı yasa md. 16 ihtiyati haczin kaldırılması konusunda mutlak surette  gayrimenkul teminatı istenilmektedir.  Menkul mallar bu bölümde teminat olarak  alınmamaktadır.

Danıştay 9. Daire,

Esas:  2016/2470

Karar: 2016/2889

YMM’nin Vergi İncelemesinden Kaynaklı Yetkileri Kanun Kapsamında Bulunmadığından Müteselsil Sorumlu Olamayacaklarına Dair Karar.

  • YMM’lerin Karşıt İncelemelerle İlgili Olarak VUK Kapsamında Defter Ve Belge İbrazı İsteme Yetkileri Bulunmamaktadır.
  • Yönetmeliklerle Verilen Bu Yetki Vergi İnceleme Amacı Görmemektedir.
  • Bu Yetki Kanuna Aykırı Şekilde Yönetmelik İle Genişletilemez.
  • Kanunda YMM’lere Karşıt İnceleme İle Araştırma Görev Ve Yetkisi Veren Veya Buna Benzer Hüküm Bulunmamaktadır.
  • Kanun 3. Kişiler Nezdinde Vergi İncelemesi Yetkisi Vermediği Gibi, Yönetmelik Hükümleri İle Bu Tarzda Bir Yetki Verilemez.
  • Ortaktan Alacaklara Faiz Tahakkuk Ettirmeyen Şirket İçin YMM’nin Vergi Zıyaı Nedeniyle Sorumlu Tutulabileceği, Sorumluluğun Tebliğle Genişletilemeyeceği Ve İnceleme Yetkisi Verilemeyeceği Açıktır.

YMM’nin Faiz Tahakkuk Ettirmeyerek Örtülü Kazanç Dağıtımından Fiilen Sorumlu Tutulmaları Mümkün Olmadığından Ödeme Emrinin İptali Gerekmektedir.  http://taxauditingymm.com

Maliye Bakanlığı’nın vergi kanunlarında muhtelif değişiklikler yapmak üzere bir süredir çalıştığı zaten biliniyordu. Nihayet bu çalışmaların bir kısmı önceki gün Meclis’e sunuldu. Bu gün yazı günüm olmamakla birlikte, ben de bu değişikliklerin ekonomik yaşamı yakından etkileyecek olanlarını hemen aktarayım istedim.

Pek çok madde ile Bakanlar Kurulu’na ve Maliye Bakanlığı’na verilen yetkiler artırılıyor. Bu yetki artırımları ile nasıl düzenlemeler geleceğini ise zaman gösterecek.

  • En önemli düzenleme emlâk vergisinde. Bilindiği gibi 2018’de uygulanmak üzere pek çok mahalde arsa ve arazi değerleri fahiş derecede arttırılmıştı. Bu artırımların 2017’de uygulanan değerlerin yüzde 50’yi aştığı yerlerde, arsa ve arazi birim değerleri yüzde 50 arttırılmış olarak kabul edilecek. 2018’i izleyen yıllarda da artışlar, bu yüzde 50 sınırı ile oluşan değer esas alınarak -yeniden değerleme oranının yarısı oranında- yapılacak. Bu düzenlemenin emlâk vergisi mükelleflerine bir rahatlama getireceği açıktır. Bu artış sınırı, emlak vergisi değerini esas alan diğer vergi ve harçlar açısından da geçerli olacak. Bu düzenlemenin açılmış davalara etkisini ise bir başka yazıda ele alacağım
  • Vergi Usul Kanunu’nda da önemli değişiklikler var. Özellikle tebligat konusunda önemli değişiklikler geliyor. Artık MERNİS’de kayıtlı adresler de mükellefin bilinen adresi olacak ve oraya da tebligat zorunluluğu getiriliyor. Mahkeme dilekçelerinde ve vergi dairelerine verilecek işi bırakma bildirimlerinde yazılı adresler de geçerli adres olmaktan çıkıyor.
  • Asgari ücretlilerin 2016 yılı için geçici olarak çözülen ve bizim de yazılarımızda kalıcı hale getirilmesi gerekir dediğimiz öneri, bir anlamda yaşama geçmektedir. Asgari ücretliler açısından olumlu bir düzenleme. Yüksek ücretlilerde ise brüt gelirin 30 bin ilâ 110 bin lira arası olduğu hallerde uygulanan yüzde 27 oranı yüzde 30’a çıkmaktadır.
  • Bu arada kurumlara, cari yıl kârlarını kurumlar vergisi beyan süresini izleyen ikinci ayın sonuna kadar sermayelerine eklememeleri veya dağıtmamaları halinde dağıtılabilir kâr üzerinden yüzde 1 oranında stopaj yapma yükümlülüğü getirilmektedir. Söz konusu kârın daha sonra sermayeye eklenmesi halinde bu stopaj iade edilecek, dağıtılması halinde ise dağıtım üzerinden yapılacak stopaja mahsup edilecektir.
  • Gayrimenkul sermaye iradı sahiplerinin yararlandığı yüzde 25 götürü gider oranı yüzde 15’e çekilmektedir. Bu da kira geliri sahiplerini olumsuz etkileyecektir.
  • Kurumların Maliye Bakanlığı ile yapacakları peşin fiyat anlaşmalarına ilişkin harçlar kaldırılıyor.
  • Şans oyunları ile yarışma ve çekilişlerde uygulanan yüzde 10’luk verginin oranı ise yüzde 20’ye çıkartılmaktadır.
  • Ödeme emri tebliğ edilen kişilerin 7 gün içinde mal beyanında bulunma veya dava açmalarına ilişkin süre 15 güne çıkartılmaktadır. Ayrıca üçüncü şahıslara gönderilen ihbarnamelerde üçüncü şahısların 7 günlük borçlunun kendilerinde bir alacakları bulunmadığına ilişkin bildirim süresi de 15 güne çıkmaktadır. İhtiyati hacizlere karşı 7 günlük dava açma süresi de 15’güne çıkartılmaktadır. Bunlar da olumlu düzenlemelerdir.
  • Her türlü elektronik haberleşme işletmeciliği kapsamındaki –ön ödemeli kartlara yapılan satışlarda dahil olmak üzere tesis, devir, nakil ve haberleşme hizmetleri üzerinden yüzde 5 ile yüzde 25 oranında alınan gider vergisi oranı, yüzde 7.5 olarak sabitlenmektedir. Özel TV abonelikleri ve cep telefonlarına ilişkin olarak vergide önemli oranda düşme sağlanırken mobil internet sağlayıcılığında vergi yüzde 2.5 oranında artmaktadır. Bu düzenleme de oran karışıklığını gidermesi açısından olumludur.
  • Cep telefonu sahiplerinin yurt dışında aldıkları roaming hizmetlerinin iletişim şirketlerince kendilerine yansıtılması KDV’den istisna edilmektedir.
  • Bankalara borçlu olanların veya kefillerinin borca karşılık gayrimenkul teslimlerine ilişkin KDV istisnası (KDVK md.17/4-r) genişletilmekte bu maksatla finansal kiralama şirketlerine yahut finansman şirketlerine taşınmaz teslimleri de istisna kapsamına alınmaktadır.
  • Kısaca motorlu taşıtlar vergileri önemli oranda artmaktadır. Kurumlar vergisinde ise taşınmaz ve iştirak hissesi satış kazancındaki istisna (KVK md. 5/1-e) oranı yüzde 75’den yüzde 50’ye indirilmekte, bankalara borçlu olanların veya kefillerinin borca karşılık gayrimenkul teslimlerine istisnanın (KVK md. 5/1-f) kapsamı genişletilmekte bu maksatla finansal kiralama şirketlerine yahut finansman şirketlerine taşınmaz teslimleri de istisna kapsamına alınmaktadır.
  • Bankalar, finansal kiralama şirketleri, faktoring müesseseleri, ödeme ve elektronik para kuruluşları, yetkili döviz müesseseleri, varlık yönetimi şirketleri, sigorta ve bireysel emeklilik şirketleri, sermaye piyasası kurumlarının kurumlar vergisi oranı yüzde 22’ye çıkartılmaktadır.

Dünya vergi rekabeti içerisinde kurumlar vergisi oranını düşürme eğilimindeyken, bizde vergi oranı artışının ayrıca tartışılması gerekmektedir. Bu değişikliklerin detaylarına, getirecekleri ve götüreceklerine ilerideki yazılarımızda daha detaylı değineceğiz. Ancak bu değişikliklerin vergi mevzuatının yarattığı sorunlara veya oluşan adaletsizliklere pek fazla merhem olma özelliği yok.

Bu nedenle Türk Vergi Sistemi’nin tümüyle bir reforma tabi tutulması ihtiyacı hâla devam ediyor. Bumin Doğrusöz

https://www.dunya.com/kose-yazisi/vergide-neler-degisiyor/383693

Sürekli Borç Para Vermek Tefecilik mi? Mevzuata göre, izinsiz faiz mukabilinde para kullandırılması eylemi tefecilik suçunu oluşturabilmektedir.

Uygulamada yasa dışı tefecilik faaliyetlerinin saptanması halinde bu fiiller iki açıdan cezalandırılabilmektedir. Bunlardan ilki bu fiilin vergisel boyutudur, diğer bir boyutu ise ceza hukuku ile yargılama boyutudur.

İzinsiz olarak yukarıda yer verdiğimiz faiz mukabilinde para kullandırma olayı yasal olarak mümkün olmamakla beraber piyasada bu tür eğilimler giderek artabilmektedir.

Bu tür eğilimlerin kimi zaman vadeli çeklerin kırdırılmak suretiyle nakde dönüştürülmüş olduğunu sıklıkla görebilmekteyiz.

Genelde bu tür konular çek kırdıran veya faiz karşılığı ödünç para alan kişilerin ödeme güçlüğü içerisine düşmesi durumunda şikayetler üzerine ortaya çıkmaktadır.

Bu tür şikayetlerde vergi incelemesi yapılmakta ve sonuçta düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak ödünç para veren kişiler adına gelir vergisi, geçici vergi, banka muameleleri vergisi ve bu vergiler üzerinden de ayrıca vergi zıyaı cezası ilgililere tebliğ edilebilmektedir(1)

Diğer taraftan olayda vergi inceleme elemanları, konuyu izinsiz olarak tefecilik yapması nedeniyle haklarında kamu davası açılması için cumhuriyet savcılıklarına suç duyurusunda bulunmaktadırlar(2).

Uygulamada tefecilik faaliyetlerinin bütün unsurları ile birlikte ele alınarak meselenin kavranması gerekmektedir. Özellikle bu süreçte alıcı ve izinsiz para kullandırılması faaliyetlerinin somut delillere dayandırılarak tutanak altına alınması gereklidir.

Bu süreçte bu tür faaliyetlerin doğru bir şekilde kavranamaması halinde olay yargıya intikal ettirildiği taktirde gerek vergi tarhiyatının düşmesi ve gerekse kamu davasının da aynı paralelde olumsuz sonuçlanması gibi bir sonuca bizi götürebilecektir.

Diğer yandan uygulamada bu tür eğilimler genellikle bir ihbar veya şikayet sonucunda ortaya çıkabilmekte ve kendisini gösterebilmektedir.

Genel kanı ve yerleşik uygulamalarda yakın akrabalar arasında kısa veya orta vadedeki ödünç para kullandırılması da  faiz iddiasında bulunulamaz. Veya ileride alınacak belirli bir ürün karşılığında verilen ön avanslar hakkında da faiz iddiasında da bulunulamaz. Keza aynı durum tarımsal ürünlerin mubayaasında da söz konusu değildir.

Zira arada bir tarımsal ürün alım satımı söz konusu olacağından bahisle faiz mukabilinde bir para kullandırılmasından söz edilemeyecektir dolayısıyla da bu ilişkide tefecilik fiili ve suçu gündeme gelemeyecektir.    

Danıştay tarafından genellikle belirli bir miktar paranın borç olarak veya başka bir sebeple verilmiş olması halinde tek başına faiz alındığının kanıtı olamamaktadır. Bu yönde hukuken geçerli ve somut tespitler olmaksızın salt ifadeye dayalı olarak faiz geliri elde edildiği kabul olunamaz şeklinde kararları bulunmaktadır. Bunun yanı sıra bir başka yargı kararında da  ikraz atçılık yaptığı iddiasıyla ödünç para verme sözleşmesi düzenlemediği için kesilen özel usulsüzlük ve usulsüzlük cezaları ortadan kaldırılmıştır(3).

Görülüyor ki, günümüzde özellikle kırsal kesimlerde örtülü olarak tefecilik faaliyetleri giderek yaygınlaşabilmektedir. Pek çok müstahsil tarımsal ürünlerini daha idame etmeden faiz mukabilinde para alma eğilimi içerisindedir. Ortada alivre satış sözleşmesi bulunmasa bile pek çok müstahsil ürün karşılığı olsun yada olmasın ödünç para alma yollarına tevessül edebilmektedir.

Yargıtay 7.Ceza Dairesinin vermiş olduğu bir kararında: Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03/07/1995 gün ve 7/207-236 sayılı karında da belirtildiği üzere tefecilik sucunun oluşması için birden fazla kişiye sürekli ve sistemli bir biçimde faiz karşılığı ödünç para verilmesi gerekmekte olup, sanıkların bir çok kişiye faiz karşılığı ödünç para vermek suretiyle kendilerine çıkar sağlayıp sağlamadıkları, bu işi meslek haline getirip getirmedikleri  araştırılıp tespit olunmadan müşteki adına birden fazla faizle borç verildiğinden bahisle yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir şeklinde karara varmıştır(4).

Öte yandan,  benzeri bir olayda verilen borç paranın vadesinin uzatılması suretiyle borcun ötelenmesini devamlı borç para verilmesi olarak  nitelendirme iddiası yerinde görülmemiştir.  Böylelikle  iddiada ikrazatçılık konusu ile ilgili inceleme raporu ve buna dayalı olarak yapılan tarhiyat – mükellefiyet tesisi işlemi iptal edilmiştir.  İkrazatçılığın olayda mutad meslek haline getirildiğinin kabul edilerek  mükellefiyet tesisi işlemi yapılmış,  bir kez ödünç verilen  paranın  vadesinin uzatılması  olayda birden fazla borç para verildiği anlamına gelmemekte, dolayısıyla bu faaliyetin devamlılığını göstermemektedir(5).

Sonuç olarak: ikrazatçılık faaliyetlerinde temel özellik bir paranın bir yıl içerisinde birden çok kişiye sürekli olarak ve de faiz gözetilerek para kullandırılması faaliyetleri tefecilik olarak nitelendirilebilir.   

Şöyle ki: ödünç para verme işini sürekli olarak icra edenlerin bu faaliyeti neticesinde elde ettikleri gelir menkul sermaye iradı değil, ticari kazanç olarak kabul edilebilmektedir. Ancak uygulamada süreklilik halinin tespitinde bazı tereddütler yaşanabilmektedir. Bu konu ile ilgili en önemli kriter yıl içinde ödünç para verme işinin kaç kez yapılmış olduğunun tespit edilmesidir. Buna göre süreklilik halinin varlığından bahsedilmesi için ödünç para verme işinin bir yıl içerisinde birden fazla yapılması yeterli olacak ve elde edilen gelir ticari kazanç olarak değerlendirilecektir. Ancak faaliyet yıl içerisinde bir defa  yapılmış ise, elde edilen gelir menkul sermaye iradı olarak kabul edilerek buna göre vergilendirilecektir. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Borc_verilen_paranin_vade_uzatimi_halinde__tefecilikten_soz_edilebilir_mi-14309.htm

(1) 90 sayılı KHK nın 17/3 Md.

(2)  2279 sayılı yasanın.17/1 Md.

(3) İzmir 4.Vergi Mah.26/11/2007 gün ve E:2007/645-K:2007/1261 sayılı kararları

(4) Yargıtay 7.Ceza Dairesi 12/02/2004 gün ve E:2003/3925-K:2004/1723 sayılı karar.

(5) İzmir 1. Vergi Mahkemesi kararı, 27.01.2009 gün ve E:2008/347-K:2009/67 sayılı kararları.

Cuma, 29 Eylül 2017 19:46

İzaha Çağırlacak Mükellefler

 

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • MÜKELLEF LEHİNE KESİNLEŞMİŞ VERGİ MAHKEME ( VERGİ MAHKEMESİ KARARI- BÖLGE İDARE MAHKEMESİ İSTİNAF KARARI - DANIŞTAY TEMYİZ KARARI) KARARLARI CEZA MAHKEMESİ KARARLARINI ETKİLER Mİ? (ANAYASA MAHKEMESİ KARARI 2019/4 Esas No, Karar: 04.11.2021- Resmi Gazete…
  • TİCARİ REKLAM HİZMETLERİ KDV - GELİR / KURUMLAR VERGİSİ TEVKİFATI A) KDV i. YURTİÇİ TİCARİ REKLAM HİZMETİ ALIMLARINDA 3/10 KDV…
  • İSTEĞE BAĞLI KDV TAM TEVKİFAT UYGULAMASI - MÜTESELSİL SORUMLULUKTAN KORUNMAK İÇİN KULLANILABİLİR BİR YÖNTEM - 1) Alıcı İle Satıcı Arasında YAZILI Bir SÖZLEŞME Yapılması Gerekir.…
Top