Mehmet Özdoğru
Vergiden Dolayı Üçüncü Şahıslara Haciz Bildirisi
I-İDARENİN HACİZ BİLDİRİSİ
6183 sayılı AATUHK’nun 79. maddesi 8/4/2006 tarih ve 26133 sayılı RG’de yayınlanan 5479 sayılı yasanın 5. maddesi ile değişikliğe uğramış ve yeni hükme göre Maliye Bakanlığı haciz konusunda önemli yetkilerle donatılmış bulunmaktadır. Buna göre AATUHK’nun 440 sayılı genel tebliği hükmü uyarınca idare vergi borcu bulunan mükelleflerin herhangi bir yerde, bankalarda veya üçüncü şahıslarda veya herhangi bir kurumda alacağının bulunduğunu tespit etmesi halinde “haciz bildirisi” tebliğ etmek ve buna göre de bu alacağı tahsil yoluna gidebilmektedir.
Uygulamada bu yasa hükmü idare tarafından yanlış uygulanabilmektedir. Örneğin; miktar itibariyle ne kadar alacağı olduğunu tespit etmeden idare haciz bildirisi tebliğ yaparak mükellefin bütün alacağına haciz koyabilmektedir. Bu durum mükelleflerin alacaklı olduğu şirketler ve ilişkide bulunduğu kurumlardaki hak ve alacaklarına zarar verebilmektedir. Burada 7 günlük süre içerisinde ilgili kurum yanıt vermemesi halinde de borç ilgili kurumun zimmetinde olduğu varsayılmaktadır(1).
6183 sayılı yasanın 79. maddesine göre borcun olmadığı veya malın kendisinde bulunmadığını veya uhtesinde böyle bir mükellefin alacağı bulunmadığını beyan etmeyen, yanıt vermeyen kişi veya kuruluşlar adeta borçlu mükellef gibi aynı kefeye konulabilmektedirler. Bu durum uygulamada çeşitli hatalı işlemlerin yapılmasına neden olabilmektedir. Hatta bu konuda bir yıl içerisinde menfi tespit davasının da açılması zorunlu bulunmaktadır. 7 gün içerisinde cevap vermeyen ve 1 yıl içerisinde de menfi tespit davası açmayan kişilerin durumu ne olacaktır? Bu durum kanımızca tartışılması gereken önemli bir konudur. Çünkü alacaklı idare koyduğu haciz bildirisinde sadece kendi alacağının dökümünü yapmaktadır. İdare, borçlu mükellefin karşı taraftan ne miktarda hesabı cari alacağının miktarı konusunda yeterli bir bilgiye sahip değildir.
II-VERGİ BORCU İLE İLGİLİ VERGİ DAİRESİNİN, MÜKELLEFİN ALACAKLI BULUNDUĞU 3. KİŞİLERDEN TAKİP ŞEKLİ
Amme borçlusunun, üçüncü şahıslar nezdindeki alacak, hak ve malların haczi üçüncü kişilere tahsil dairesi tarafından, tebliğ edilecek “haciz bildirisi ile” haciz edilmesi mümkün bulunmaktadır(2). Haciz bildirisinde, bundan böyle borcunu ancak tahsil dairesine ödeyebileceği ve kamu borçlusuna yapılacak ödemenin geçerli olmayacağı veya elinde bulundurduğu menkul malı ancak tahsil dairesine teslim edebileceği ve malın kamu borçlusuna verilmemesi gerektiği yazı ile bildirilir. Bildirimde aksi takdirde kamu borçlusuna yapılan ödemeler ile malın bedelini tahsil dairesine ödemek zorunda kalacağı ile 6183 sayılı yasa 79. maddenin 3, 4 ve 5. fıkra hükümleri, 3. kişiye tebliğ edilir.
III-VERGİ DAİRELERİNİN HACİZ BİLDİRİMİNDEKİ BANKALARA AİT ÖZEL UYGULAMA
Salt bankalara yönelik olarak özel bir düzenleme yapılmış bulunmaktadır. 6183 sayılı yasanın 79. madde de, tahsil dairelerince düzenlenen “haciz bildirileri” esas olarak kamu borçlusunun hak ve alacaklarının bulunabileceği bankaların şubelerine doğrudan veya mahallindeki tahsil dairesi aracılığı ile tebliğ edilmektedir. Diğer yandan, Maliye Bakanlığınca tespit edilen belirli limitleri geçen vergi borçları için, banka genel müdürlüğüne tebliğ işlemi elektronik ortamda haciz konulacaktır (3). Böyle bir tebligat veya haciz bildirisi, tüm şubeleri kapsayacak şekilde yapılmış sayılacaktır (4). Buna göre de, haciz bildirisini alan banka genel müdürlüğü, bütün şubelerinde yer alan borçlunun alacak ve hakkı bulunup/bulunmadığını tespit edecek ve buna göre tahsil dairesine bildirimde bulunacaktır. Bu yazıyı tebellüğ eden banka ise 7 gün içinde genel müdürlük, bütün şubelerinden kamu borçlusunun alacak ve hakkı olup/olmadığını öğrenmek ve yoksa olmadığını bildirmek zorundadır.
Diğer yandan;
a) Haczi için üçüncü kişide mal, alacak veya hakkın varlığı şart değildir.
b) Haciz için üçüncü kişilere, haciz bildirimi (HB1) tebliğ edilmelidir.
c) Haciz bildirimine karşı, 7 gün içinde mutlaka yanıt verilmelidir. Aksi halde, borcun zımni olarak, kabul edildiği varsayılabilir (5).
d) Üçüncü kişinin bildirim süresi ve mal elinde, borç zimmetinde sayılır.
e) Üçüncü kişinin itiraz hakları saklıdır.
IV- SONUÇ
a) Kendisine haciz bildirisi tebliğ edilen kişiler, 7 gün içerisinde, haczi tebliğ eden idareye karşı itiraz etmemiş olması durumunda gidebileceği iki itiraz ve müracaat yolları bulunmaktadır. Bunlardan birisi menfi tespit davası açmak, diğeri de tebliğ edilecek ödeme emrine karşı, 7 gün içinde vergi mahkemesinde dava açmaktır. Menfi tespit davası, 5479 sayılı yasa ile yapılan düzenlemeler sonucunda getirilmiş olup, herhangi bir nedenle 7 günlük itiraz müddetini geçiren 3. şahsın, haciz bildirinin tebliğinden itibaren, 1 yıl içinde genel mahkemelerde menfi tespit davası açmak ve haciz bildirisinde, yer alan borcu sahibi mükellefin, kendisinden alacağı olmadığını veya malın elinde olmadığını ispat etmek zorundadır. İspat yükü, davacıya aittir. Menfi tespit davası açılması, takibin durdurulması için kafi değildir. Ayrıca mahkemenin, takibin durdurulmasına, (teminat gösterilecek) karar vermiş olması gerekmektedir
b) Kamuya olan borcu 5.000.00 YTL’yi aşan kişilerin mal varlığı yurt çapında araştırılmakta ve araştırmalar bankalardaki hak ve alacaklar, tapu idaresi, trafik, vb. kayıtlı menkul ve gayrimenkul mallar üzerine haciz konulabilmektedir. Haczin kaldırılmasında ise, ayrı bir sorun mükellefi beklemektedir. Zira, ilgili borcun ödenmesi, gayrimenkul üzerindeki haczin kaldırılması için yeterli değildir. Çünkü, haciz çözümlerinde, diğer vergi dairelerinde, o mükellefin borcunun olup/olmadığı, ortaklıkları, ortağı olduğu şirketin vergi borcu da ayrıca VEDOP sorgulaması sonucuna göre, hacizlerin çözülüp/çözülmeyeceğine karar verilebilmektedir.
c) Sonuç olarak, 6183 sayılı yasanın 79. maddesinde yapılan yeni düzenlemeler pek çok mükellefi, ortaklıkları bulunduğu şirketleri yakından ilgilendirmektedir. Alacaklı, tahsil daireleri, (vergi daireleri) aciliyet arzeden durumlarda, bulundukları illerin dışına bile, haciz bildirileri tebliğ edip, tespit ettikleri mallar üzerine haciz koyabilmektedirler. Böylece, vergi borcunu ödemeyenler için, bankalarda para tutmak, gayrimenkulleri saklamak gibi bir durum söz konusu değildir. Nazlı Gaye Alpaslan
http://www.hukukihaber.net/vergiden-dolayi-ucuncu-sahislara-haciz-bildirisi-makale,5909.html
------------------------------
(1) Uygulamada vergi daireleri (SSK il müdürlükleri dahil) mükellefin ne kadar alacak miktarı olduğunu bilmeden, salt mükellefin vergi dairesine olan borç miktarı kadar karşı tarafa “haciz bildiri” tebliğ yapmaktadırlar. Oysaki önce mükellefin karşı tarafta ne kadar alacaklı olduğunu tespit etmek gerekecektir.
(2) 6183 sayılı yasa md.79(5479 sayılı yasanın 5 md. Değişen şekli
(3) ÖZBALCI Yılmaz, “Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkında Kanun Yorum Ve Açıklamaları”, Özbalcı Mali Hukuk Bürosu 2006, Nisan, 2006, Ankara, S.609-612
(4)YILMAZ Kazım, age. S. 867
(5) ALPASLAN Mustafa-SAKAL Mustafa, “Gelir İdaresince Yapılan Mal Varlığı Araştırmaları Ve Hacizlerin Çözümünde Hukuksal Hatalar”, Mali Pusula Dergisi, Yıl:2, Kasım 2006, Sayı:23, S.11
7143 Sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması Ve Önceden Konulan Vergi Ve SGK Hacizlerinin Kaldırılması
7143 sayılı yasa 15.08.2018 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yasa başta vergi, sigorta ve diğer amme borçları için önemli kolaylıklar getirmiştir. Yasa yürürlüğe girdikten sonra borçlarını yapılandıran mükellefler bu borçlarını taksitler halinde ödemektedirler. Yapılandırılan borçların ödeme çizelgesindeki belirtilen vade tarihlerinde ödenmesi esastır. Üst üste iki taksitin aksatılması durumunda ödeme planı bozulur. Burada önemli olan yapılandırma çizelgesindeki borçların ödenmesi halinde alacaklı kurumların evvelce haczettiği malların üzerindeki hacizlerin nasıl çözüleceği konusu değerlendirilecektir. Konuyla ilgili idare tarafından 2018/1 sayılı İç Genelge yayınlanarak, yürürlüğe girmiştir.
Bilindiği gibi 6183 sayılı AATUHK’nun 62. maddesine göre amme borçlusunun elinde bulunduğu menkul malları ile gayrimenkullerinden alacak ve haklarından amme alacağına yetecek miktarı kadar alacaklı tahsil daireleri tarafından haczedilmektedir.
Haczedilen menkul ve gayrimenkullerin bilahare serbest bırakılması, gayrimenkuller üzerindeki hacizlerin tapuda fek edilmesi borcun ödenmesine bağlıdır. Borç ödenmediği takdirde haczin kaldırılması mümkün değildir.
Alacaklı tahsil dairesi haciz sırasında amme idaresi ile borçlunun menfaatlerini telif etmek (dengelemek) zorundadır. Bu nedenle, haciz sırasında idare, icra memuru borçlunun ileride düşebileceği durumları tahmin etmek ve buna göre haciz yapmak zorundadır. Haczedilen mallara değer biçme yetkisi menkul mallarda icra memuruna aittir. Bu nedenle, icra memurlarının haciz sırasında haciz tutanakları üzerinde koyduğu değerleri takdir ederken bir eksper gibi davranmak zorundadır. Afaki değer takdirleri ileride bu malların satışa çıkarılması halinde satışını güçleştirebilir. Rasyonel bir davranış haczedilen menkul mallarda makul ve gerçeğe uygun değerin belirlenmesidir.
Bilindiği gibi, yürürlüğe giren 7143 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun hükümlerine göre taksite bağlanan borçlar taksit süreleri içerisinde düzenli ödenmesi zorunludur. Taksitlerin aksatılmaması esastır. Yıl içerisinde iki kez aksatabilme imkanı getirilmiştir. Netice itibariyle, ödemelerin düzenli yapılmış olması halinde, yapılan ödemelerin toplam barca nispeti dahilinde hacizlerin çözülmesi prensip olarak kabul edilmiştir.
Vergi yada sigorta prim affından yararlanmak için başvuranlar, borçlarını örneğin 36 ay vadede ödemek için dilekçe verdiklerinde, bu borçlardan kaynaklanan hacizler hemen kaldırılmayacaktır. Ödeme yapıldıkça, ödemeye isabet eden oranda hacizler kaldırılacak ve alınan teminatların iadesi söz konusu olacaktır.
Diğer yandan, motorlu taşıtlar vergisi ödemeleri hakkında satışlar ve vizelerde ise yeni af kanunu aşağıdaki hükümleri getirmektedir.
7143 sayılı Kanunun 2. maddesinin 4. fıkrası uyarınca Kanun kapsamında ödenecek olan motorlu taşıtlar vergisi ve bu vergiye bağlı gecikme faizi ve gecikme zammı yerine bu Kanunun yayımlandığı tarihe kadar TEFE/ÜFE aylık değişim oranları esas alınarak hesaplanacak tutarın ait olduğu taşıt için, bu Kanun hükümlerinin ihlal edilmemiş olması koşuluyla bu Kanunda belirtilen ödeme süresi sonuna kadar 18/2/1963 tarihli ve 197 sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanununun 13 üncü maddesinin (d) fıkrası hükmü uygulanmadan, taksit ödeme süresi sonuna kadar taşıtlarının fenni muayenelerini yaptırmalarına ve uçuşa elverişli belgelerini almalarına imkan verilecektir.
Ancak, taşıtın satış ve devri halinde taksitlendirilen borcun tamamının ödenmesi şartının aranılacağı tabiidir.
Diğer yandan, 7143 sayılı yasanın ilgili hükmü gereğince “… bu kanuna göre ödenecek alacaklarla ilgili olarak, tatbik edilen hacizler yapılan ödemeler nispetinde kaldırılır ve buna isabet eden teminatlar iade edilir” hükmü bulunmaktadır.
Bu aşamada borçlarını yapılandıranlar hakkında ihale makamlarına borcu yoktur kağıdı verilmektedir. Ayrıca, SGK borçlarını da yapılandıran işverenlere ilişiksiz belgesi verilebilmektedir. Kesin hacizlerin çözümünde ise, mutlak surette borcun tamamıyla itfa dilmesi gerekmektedir.
Sonuç olarak, bu yeniden yapılandırma veya af yasası evvelce vergi borcu nedeniyle haczedilmiş gayrimenkullerin satılmak istenmesi durumunda borç bitmediği sürece hacziler çözülmez. Yapılan ödemelerin toplam borca oranlaması yapılarak bu ödemelere uygun olarak kısım kısım konulan hacizler çözülecektir. Teminat takası ise bazı hallerde mümkün bulunmaktadır. Üzerindeki haczi kaldırılacak olan gayrimenkulle eşdeğerde bir başka gayrimenkul vergi dairesine verilmediği sürece hacizler yine çözülmez. Teminat takası yapılmaz. Borca yetecek miktarda banka teminat mektubu verildiği takdirde gayrimenkul hacizleri çözülür.
Bir gayrimenkul üzerine daha önceden rehinli bir alacak nedeniyle rehin varsa, amme borcu nedeniyle konulacak hacizler rehinli alacağın önüne geçemez. Rehinli alacakların, amme alacağına göre öncelik sırası bulunmaktadır.
Öte yandan, SGK kurumu tarafından yayımlanan 28.05.2018 gün ve 2018/1 sayılı genelge hükümlerine göre de kuruma olan borçlarından dolayı üçüncü kişilerdeki hak ve alacaklarına (maaş, aylık veya gelir, kira, mevduat, istihkak, hak ediş vb) sayılı kanunun 79. maddesine göre haciz konulmuş olan borçluların, söz konusu borçları için yeniden yapılandırma başvurusunda bulunmaları halinde, üçüncü kişiler nezdindeki hak ve alacaklar üzerine konulan hacizler;
a) Peşin ödeme yolunun tercih edilmesi halinde, borcun tamamının ödenmesinin,
b) Taksitle ödeme yolunun tercih edilmesi halinde ise, ilk taksitin ödenmesinin ardından kaldırılacaktır.
Hal böyle olmakla birlikte, hak ve alacaklar üzerine konulmuş olan hacizlerin
kaldırılmasından önce üçüncü kişiler tarafından kurum hesaplarına yatırılan paralar,
c) 18.05.2018 ve öncesinde yatırılmış ise, yeniden yapılandırma işlemlerinden önce cari usul ve esaslara göre,
d) 18.05.2018 tarihinden sonra yatırılmış ise, yeniden yapılandırma işlemlerinin tamamlanmasının ardından peşin veya taksitler halinde ödenecek tutarlara,
mahsup edilecektir.
Kanunun yürürlük tarihinden önce haczedilip, bu tarihten sonra kurum hesaplarına aktarılan tutarın, yapılandırılan alacak tutarından fazla olması halinde ise, söz konusu paralar varsa kapsama girmeyen diğer alacaklara mahsup edilecek, yoksa 5510 sayılı kanunun 89. maddesine istinaden ilgililere iade edilecektir.
Diğer taraftan, taşınır ve taşınmaz mallar üzerindeki hacizlerin kaldırılması konusuna gelince; 7143 sayılı kanun kapsamına giren alacaklardan dolayı daha önce taşınır ve taşınmaz mallar üzerine haciz tatbik edilmiş ise, hacze konu malın birden fazla olması ve her birinin değerinin ayrı ayrı belirlenebilir nitelikte ya da ayrı ayrı tescile konu olması şartıyla, haczin devam edeceği malın değerinin en az yeniden yapılandırma öncesindeki toplam borç tutarını karşılaması ve borçlu tarafından yazılı talep edilmesi kaydıyla, daha önce konuşmuş hacizler yapılan ödemeler nispetinde kaldırılacak, alınmış teminatlar ise yine yapılan ödemeler nispetinde iade edilecektir. Menkul mallar üzerindeki haczin çözümünde ise, üzerinden haciz kaldırılacak menkule (örneğin bir otomobil) tekabül eden borç ödenmişse bu araca veya menkule ait haciz çözülür. Mustafa Alpaslan
Yapılandırmadan Yararlan Ama Vergilerini Zamanında Öde!
Başlık bana ait ama kamu alacaklarının yeniden yapılandırılmasına ilişkin kanun tam da bunu söylüyor. Kanun özetle; borçlarını yapılandır, bazı borçların silinsin, kalan borcun 36 aya kadar taksitlendirilsin ancak taksitleri ve cari dönem vergilerini zamanında öde diyor.
Dolayısıyla hem taksitlendirilen borçların taksitlerinin zamanında ödenmesi, hem de cari dönem vergilerinin zamanında ödenmesi önemli. Matrah artırımından doğan vergilerin zamanında ödenmesi daha da önemli. Aksi halde hem vergi ödendiğiyle kalınması hem de matrah artırımının sonuçlarından yararlanmama olasılığı var.
Hesaplanan vergilerin ödeme zamanı
Kamu alacaklarını yeniden yapılandıran 7143 sayılı Kanun kapsamında hesaplanan, başta vergiler olmak üzere, kamuya olan borçların bir defada veya taksitle ödenmesi konusunda tercih olanağı bulunuyor.
Borcun tamamının bir defada ödenmesinin tercih edilmesi durumunda, ödemenin 1 Ekim 2018 tarihine kadar yapılması gerekiyor.
Tercihini taksitler halinde ödemek yönünde kullananlara 36 aya kadar vade tanınıyor. Borcunu taksitle ödemek isteyenler için dört farklı taksit seçeneği var. 6, 9, 12 veya 18 eşit taksitte ödeme seçeneklerinden biri tercih edilebiliyor.
Taksitle ödemede ilk taksitin 1 Ekim 2018 tarihi mesai saati sonuna kadar ödenmesi gerekiyor. Diğer taksitler ise birer ay atlamalı olarak ödenmeye devam edilecek. Buna göre ödemeyi 6 taksitte yapmak isteyenler taksitlerini; Eylül/2018 (son gün tatil olduğu için 1 Ekim 2018), Kasım/2018, Ocak/2019, Mart/2019, Mayıs/2019 ve Temmuz/2019 aylarında ödeyecekler.
Bazı özel durumlarda ödeme zamanı
7143 sayılı Kanun’da, yukarıda açıklanan genel ödeme zamanı dışında, bazı durumlar için farklı ödeme zamanı belirlenmiş.
Yapılan düzenlemelere göre;
- 18 Mayıs 2018 tarihinden önce başlanan vergi incelemeleri sonucu yapılacak tarhiyatlar için Kanun hükümlerinden yararlanılması durumunda, hesaplanan vergi, ilk taksit ihbarnamenin tebliğini izleyen aydan başlamak üzere ikişer aylık dönemler halinde altı eşit taksitte ödenebilir.
- Matrah artırımı nedeniyle hesaplanan vergi ancak 6 taksitte ödenebiliyor, bu vergide 18 taksit seçeneği yok.
- İşletmede var olduğu halde kayıtlarda yer almayan mal ve sabit kıymetler nedeniyle hesaplanan verginin tamamının 31 Ağustos 2018 tarihine kadar ödenmesi gerekiyor.
- Kayıtlarda yer aldığı halde işletmede bulunmayan mallar nedeniyle hesaplanan katma değer vergisi, ilk taksiti 31 Ağustos 2018 tarihine kadar olmak üzere 3 eşit taksitte ödenebilir.
- Kayıtlarda olduğu halde işletmede olmayan, kasa mevcudu ve ortaklardan alacaklar nedeniyle hesaplanan vergi, 31 Ağustos 2018 tarihine kadar ödenecek.
Taksitlerin zamanında ödenmemesi
Matrah artırımı nedeniyle hesaplanan vergiler hariç, diğer düzenlemeler nedeniyle hesaplanan vergilerden;
- İlk iki taksit zamanında ödenmesi koşuluyla, bir takvim yılında iki veya daha az taksitin süresinde ödenmemesi veya eksik ödenmesi halinde, kanun hükümlerinden yararlanılmaya devam edilebiliyor. Ancak bu durumda, ödenmeyen veya eksik ödenen taksit tutarlarının son taksiti izleyen ayın sonuna kadar, gecikilen her ay ve kesri için gecikme zammı oranı olan aylık %1.40 oranında hesaplanacak geç ödeme zammı ile birlikte ödenmesi gerekiyor.
- İlk iki taksitin zamanında ödenmemesi veya bir takvim yılında ikiden fazla taksitin süresinde ödenmemesi veya eksik ödenmesi halinde kanun hükümlerinden yararlanma hakkı kaybediliyor.
- Kanun hükümlerinden yararlanma hakkının kaybedilmesi durumunda, ödenmiş tutar kadar kanun hükümlerinden yararlanılabiliyor.
Matrah artırımı nedeniyle hesaplanan vergilerin ödemesinde aksama
Matrah/Vergi artırımı nedeniyle tarh edilen vergilerin kanunda belirlenen süre ve şekilde ödenmemesi durumunda, madde hükmünden yararlanma olanağı ortadan kalkıyor. Yani matrah veya vergi artırımı yapılan yılla ilgili olarak inceleme ve tarhiyat yapılabilir hale geliyor. Bu durumda tahakkuk eden vergi de ortadan kalkmıyor. Gecikme zammıyla birlikte takip ve tahsil işlemleri devam ediyor.
Cari dönem vergilerinin zamanında ödenmemesi
Kesinleşmiş veya ihtilaflı vergi borçlarını yeniden yapılandırarak taksitle ödemek isteyenlerin, taksit ödeme süresi içinde, aşağıda sayılan vergi türleri itibariyle, cari dönem vergilerini de zamanında ödemeleri gerekiyor.
- Yıllık gelir vergisi
- Yıllık kurumlar vergileri
- Gelir (stopaj) vergisi
- Kurumlar (stopaj) vergisi
- Katma değer vergisi
- Özel tüketim vergisi
Bu vergilerin çok zor durum olmaksızın her bir vergi türü itibariyle bir takvim yılında ikiden fazla vadesinde ödememesi ya da eksik ödenmesi halinde, yapılandırılan borçlara ilişkin kalan taksitlerin ödeme hakları kaybediliyor.
Kanunda çok zor durum hali tanımlanmış değil. Uygulama 6183 sayılı Kanun’un 48. maddesinde yer alan tecille ilgili düzenlemede olduğu şekilde yapılıyor. Recep Bıyık
https://www.dunya.com/kose-yazisi/yapilandirmadan-yararlan-ama-vergilerini-zamaninda-ode/418339
İş Sağlığı Ve Güvenliği Mevzuatındaki Yenilikler
Alt işverende sorumluk değişti
Yönetmeliğe göre, asıl işveren-alt işveren ilişkisi kurulan işyerlerinde her işveren kendi çalışanlarının iş sağlığı ve güvenliği eğitimlerinin verilmesinden sorumlu tutuluyor. Bununla birlikte, söz konusu işyerlerinde alt işverenin çalışanlarının eğitimleriyle ilgili asıl işverenin alt işverence bilgilendirilmesi gerekiyor. Ayrıca, asıl işveren de alt işverenin çalışanlarının iş sağlığı ve güvenliği eğitimlerine dair belgeleri kontrol etmek zorunda.
Çırak ve stajyer eğitimi şart
Yönetmelikteki düzenlemelere göre, uygulamalı eğitim alınan işyerinin işvereni çırak ve stajyerlerin eğitim ve bilgilendirilmelerinden de sorumlu. Ancak işverenin kabul etmesi halinde, çırak ve stajyerlerin eğitimini devam ettirdiği eğitim ve öğretim kurumunda tamamladığı iş sağlığı ve güvenliği dersleri veya kursları da geçerli sayılacak.
Eğitim verebilecek kuruluşlar
Çalışanların iş sağlığı ve güvenliği eğitimleri işyerinde sağlık ve güvenlik hizmetini yürüten iş güvenliği uzmanları ile işyeri hekimleri tarafından yürütülüyordu.
Eğitimleri verebilecek kurumlar arasına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi, Üniversiteler ile kamu kurum ve kuruluşlarının eğitim birimleri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, işçi, işveren ve kamu görevlileri kuruluşları veya bu kuruluşlarca kurulan eğitim vakıfları ve ortaklaşa oluşturdukları eğitim merkezleri, Bakanlıkça yetkilendirilmiş eğitim kurumları, çalışanlara ücretsiz eğitim hizmeti veren ve kamu yararına kuruluş statüsüne haiz, eğitim amaçlı kurulmuş vakıflar de eklendi.
İş sağlığı hizmetinde değişenler
İş sağlığı ve güvenliği mevzuatı açısından değişiklik getiren diğer yönetmelik İşyerlerinde İşveren veya İşveren Vekili Tarafından Yürütülecek İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetlerine İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik.
Yönetmelik, elliden az çalışanı bulunan ve az tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri ile işveren veya işveren vekillerini kapsıyor.
Dolayısıyla, çalışan sayısı açısından mevcut yönetmelikte yer alan “ondan” ifadesi “elliden” olarak değiştirilmiş.
En az 10 dakika ayırmalı
Bununla birlikte, yönetmelik değişikliği gereğince, işveren veya işveren vekillerinin, iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerini yerine getirmek için çalışan başına aylık en az 10 dakika ayırmaları gerekiyor.
30 gün içinde görevlendirme
Yönetmelikte yapılan bir diğer değişiklikle, işyerinin tehlike sınıfının değişmesi ve/veya çalışan sayısının 50 ve üzerine çıkması durumlarında, 30 gün içinde İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri Yönetmeliği hükümleri doğrultusunda görevlendirme yapılması gerekiyor.
Mevcut yönetmelikte söz konusu yükümlülük çerçevesinde, çalışan sayısının 10 ve üzerine çıkması durumunda, 60 gün içinde görevlendirme yapılması gerekiyordu. Cem Kılıç
http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/is-sagligi-ve-guvenligi-2683264/
Engelli Emekli Aylığı Mı Normal Emekli Aylığı
Okurumuzun emeklilikte kafasına takılan sorusu %40 Engelli olması halinde bağlanması erken emekli aylığı,normal koşullarda emekli olması halinde bağlanması gereken emekli aylığını mukayese edilmesini istiyor.
Sigortalının 2008/10 ayından önce işe girişi mevcut olup,08/09/1999 öncesi de işe girişi var.
Üçlü sistemden emekli aylığı hesap edilecektir.
Gönderdiği elektronik postadan şunu anlıyoruz.%40 ve üstünde engeli var,fakat çalışmayı da istiyor.
Burada yüksek ücretle çalışan olduğu için ileride emekli aylığını nasıl yüksek olmasını sağlarım arayışı içinde.
YILLAR |
GÜN |
1999 önce |
276 |
2000-2008/09 |
2543 |
2008/10 |
3420 |
6239 |
AYLIK BAĞLAMA ORANI(NORMAL EMEKLİLİĞE GÖRE/ENGELLİ)
YILLAR |
ABO/NORMAL |
YILLAR |
ABO/ENGELLİ |
|
1999 önce |
70% |
1999 önce |
70% |
|
2000-2008/09 |
49% |
2000-2008/09 |
60% |
|
2008/10 |
36,83% |
2008/10 |
36,83% |
Aylık Bağlama Oranlarına dikkat ettiğimizde engelli emeklisi avantajı yakalamaktadır.
YILLAR |
KAZANÇ |
1999 önce |
9475 Gösterge |
2000-2008/09 |
29,05 OGK |
2008/10 |
6030 OAK |
Yukarıdaki kazanç tablosu ile hesap yaptığımızda normal emekli aylığı 2018/1.Dönem zammı ve ek ödeme dahil:1.990,81 TL.
Oysa Engelli emeklisi olması halinde 2010,52 TL. aylık bağlanacaktır.
Yasal düzenlemelerde engelliler için pozitif yaklaşım olduğu için engelli emekli aylığı fazla olacaktır. Vedat İlki
İşçiye Bağırıp İstifa Ettiren Kıdem Tazminatını Öder!
İşverenin işçiyi istifaya zorlayıp zorlamadığı tanık beyanları ve delillerle ortaya çıkıyor. Bu nedenle çalışanı istifaya zorlayarak, işten çıkarmak işverene tazminatın ve alacakların faiziyle ödenmesi şeklinde geri dönüyor.
İstifa ederek işinden ayrılan işçiye kanunda belirtilen birkaç nedenle istifa edilmesi dışında kıdem tazminatı ödenmez. Ancak işveren tarafından ahlak ve iyi niyet kurallarına uymama nedeni dışında işten çıkartılan işçi kıdem tazminatı alabilir. Bu nedenle işverenler işçiyi istifa etmeye zorlar. Ancak bu durum işverenin başını ağrıtacak sonuçlar doğurabilir. İşçinin istifasının gerçek iradesini yansıttığının ispatlanması gerekir.
İŞTE GERÇEKLEŞMİŞ BİR OLAY
Yargıtay kararına konu olan olayda işçi, fazla mesaiye çocuğunun rahatsızlığı nedeniyle kalmak istememiş ve işyerinden ayrılmış. Ertesi gün işveren vekili, durumu öğrenerek işçiye bağırıp çağırmış. Olayın uzaması sonucu işyerinde tatsızlık yaşanmış ve işveren vekili tarafından işçiye işyerindeki bilgisayarda matbu olarak hazırlanmış istifa dilekçesinin boş bölümleri doldurularak imzalatılmış.
GERÇEK İRADESİYLE DEĞİL
İşçi bu olayın üzerine yerel mahkemede dava açarak kıdem, ihbar tazminatlarıyla fazla mesai ve yıllık izin ücreti alacaklarını talep etmiş. İşveren savunmasında işçinin ustabaşıyla kavga ettiğini ve bunun üzerine istifa ettiğini belirtmiş. Yerel mahkeme işçinin gerçek iradesinin istifa olmadığına karar vererek işçinin talebini kısmen kabul etmiştir. İşveren davayı temyiz ederek Yargıtay’a taşımış.
YARGITAY: HAKLI NEDEN
Yargıtay işverenin temyizi sonrası dosyayı incelemiş ve işçinin işveren vekili konumundaki ustabaşının bağırıp çağırması sonrası iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiğine karar vermiştir. Yani yaşanan olayın tanık beyanlarına göre işçinin ifade ettiği şekilde gerçekleştiğini ve işveren vekili konumundaki kişinin işçiye bağırıp çağırması sonrası işçinin istifa ettiğini kabul ederek işçi tarafından iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiği sonucuna varmıştır.
ÜSTÜNE FAİZ DE EKLENİR
Yargıtay kararının detayları incelendiğinde işçinin istifa mı ettiği, yoksa işveren tarafından mı işten çıkartıldığı noktasında küçük detayların çok önemli olduğu ortaya çıkıyor. İşverenlerin işçiyi istifaya zorlayıp zorlamadığı er ya da geç tanık beyanları ve delillerle ortaya çıkıyor. Bu nedenle işçinin istifaya zorlanarak kıdem tazminatı ödemeden işten çıkarmak işverene tazminatın ve alacakların faiziyle ödenmesi şeklinde geri dönüyor. İşverenlerin işçileri bu konuda zorlamamaları kendi lehlerine de olacaktır. Okan Güray Bülbül
Vergi İncelemelerinde: Tarhiyat İçermeyen VİY Uyarınca Mükellef Hakları
Vergi incelemesinin tarhiyat önerisi içermeyen bir şekilde sonuçlanması durumunda (müfettiş tarafından yazılan raporda mükellefe cezalı vergi çıkmaması hali) mükellefler genellikle Rapor Değerlendirme Komisyonları (RDK)’nda dinlenme ve tarhiyat öncesi uzlaşma talebinde bulunmamaktadırlar. Tarhiyat önermeyen raporlarla ilgili olarak RDK ile inceleme elemanı arasında görüş ayrılığı oluşması durumunda raporun RDK görüşü doğrultusunda tarhiyat önerisi içerecek şekilde değiştirilmesi söz konusu olacaktır. Bu durumda mükelleflerin RDK’da dinlenme ve tarhiyat öncesi uzlaşma haklarının nasıl kullanılacağı konusunda Vergi İncelemelerinde Uyulacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik (VİY) ile Tarhiyat Öncesi Uzlaşma Yönetmeliği (TÖUY)’nde yol gösterici bir açıklama yoktur.
Öte yandan, tarhiyat veya cezalı işlem teklifi içermeyen vergi inceleme raporları RDK görüşü doğrultusunda tarhiyat önerisi içerecek biçimde yeniden düzenlenirken, raporda yapılan düzeltme konusunda bilgi verilerek, gerçek ve tüzel kişi mükellefe dinlenme hakkı ile tarhiyattan önce uzlaşma hakkı konusundaki görüşü yeniden mükellefe tebliğ edilerek sorulmalıdır.
Bilindiği üzere, VİY md.17’de dinlenme hakkı konusunda ve TÖUY’un 8.maddesi tarhiyat öncesi uzlaşma hakkı konusunda vergi incelemesi sonucunda düzenlenecek tutanağı işaret ettiğine göre inceleme elemanı tarafından raporun yeniden düzenlenmesi aşamasında yeni bir tutanak düzenlenerek mükellefin dinlenme ve tarhiyat öncesi uzlaşma hakkı konusundaki kararının bu tutanağa yazılması en uygun yöntem olacaktır.
Sonuç olarak, VDK Başkanlığı’nın 18.01.2017 tarihli “Vergi İncelemesinde Mükellef Hakları Genelgesi” ile mükellefin RDK’da dinlenme hakkı konusunda yapılan düzenlemenin doğru yönde atılmış bir adım olduğu ancak eksik kaldığı düşünülmektedir. Bu nedenle, mükellefin RDK’da dinlenme ve TÖU haklarını kolayca kullanabilmesini sağlamak amacıyla TÖUY md.8 ve VİY md.17’de değişiklik yapılması uygun olacaktır (bkz. ŞAHİN Tayfun, “Tarhiyat Önermeyen Vergi İnceleme Raporuna RDK Müdahalesinin Mükellefin RDK Dinlenme Talebi ve Tarhiyat Öncesi Uzlaşma Talebine Etkileri”, Yaklaşım Yayıncılık, Ekim 2017, Sayı 298.) Nazlı Gaye Alpaslan
Pay Alım Teklifi Tebliği’nde Değişiklik Yapıldı
Pay Alım Teklifi Tebliği’nde (II-26.1) Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (II-26.1.b) (“Tebliğ”) 5 Haziran 2018 tarih ve 30442 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı. Tebliğ ile Pay Alım Teklifi Tebliği’nde yer alan pay alım teklifinde bulunma zorunluluğuna getirilen muafiyet hallerini düzenleyen 18’inci madde (Pay Alım Teklifinde Bulunma Zorunluluğundan Muafiyet) değişikliğe uğradı.
Yapılan değişiklikle, madde hükmüne aşağıdaki iki durum daha eklenerek, bu haller için pay alım teklifinde bulunma zorunluluğundan muafiyet getirildi. Böylece Sermaye Piyasası Kurulu, diğerlerinin yanı sıra yeni eklenen bu hallerin varlığı halinde, başvuru üzerine, pay alım teklifinde bulunma zorunluluğuna muafiyet verebilecektir. Yeni eklenen bu iki durum:
- Banka kredilerinin geri ödenmemesi durumunda bankaya kredinin teminatı olarak verilmiş payların 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 47’nci maddesinin (Sermaye Piyasası Araçlarını Konu Alan Teminat Sözleşmeleri) dördüncü fıkrası uyarınca bankanın mülkiyetine geçmesi, bu payların bankanın da kurucu olduğu özel amaçlı işletmeye devredilmesi ile bu payların mülkiyetinin bankaya veya özel amaçlı işletmeye geçmesinden sonra üçüncü kişilerce bankadan veya özel amaçlı işletmeden satın alınması ve
- Pay sahipliğinin niteliğini belirleyen bir mevzuat hükmünün yerine getirilmesi amacıyla payların devredilmesidir.
Ayrıca, yapılan değişiklikle tanımlar maddesine ekleme yapıldı ve tebliğde sözü geçen bankaların 19.10.2005 tarih ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nda tanımlanan bankaları ve özel amaçlı işletmelerin de Türkiye Muhasebe Standartlarında tanımlanan özel amaçlı işletmeleri ifade ettiği ortaya konuldu.
5 Haziran 2018 SALI |
Resmî Gazete |
Sayı : 30442 |
||||||||||||
TEBLİĞ |
||||||||||||||
Sermaye Piyasası Kurulundan: PAY ALIM TEKLİFİ TEBLİĞİ (II-26.1)’NDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ ( II-26.1.b) MADDE 1 – 23/1/2014 tarihli ve 28891 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Pay Alım Teklifi Tebliği (II-26.1)’nin 4 üncü maddesinin birinci fıkrasına (o) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki (ö) ve (p) bentleri eklenmiştir. “ö) Banka: 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununda tanımlanan bankaları, p) Özel amaçlı işletmeler: Türkiye Muhasebe Standartlarında tanımlanan özel amaçlı işletmeleri,” MADDE 2 – Aynı Tebliğin 18 inci maddesinin birinci fıkrasına (d) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki (e) ve (f) bentleri eklenmiştir. “e) Banka kredilerinin geri ödenmemesi durumunda bankaya kredinin teminatı olarak verilmiş payların Kanunun 47 nci maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca bankanın mülkiyetine geçmesi, bu payların bankanın da kurucu olduğu özel amaçlı işletmeye devredilmesi ile bu payların mülkiyetinin bankaya veya özel amaçlı işletmeye geçmesinden sonra üçüncü kişilerce bankadan veya özel amaçlı işletmeden satın alınması. f) Pay sahipliğinin niteliğini belirleyen bir mevzuat hükmünün yerine getirilmesi amacıyla payların devredilmesi.” MADDE 3 – Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 4 – Bu Tebliğ hükümlerini Sermaye Piyasası Kurulu yürütür.
|
Anayasa Mahkemesi Kararı E. 2017/109 – Ticareti Terk – Mal Beyanı
06 Haziran 2018 Tarihli Resmi Gazete
Sayı: 30443
Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı : 2017/109
Karar Sayısı: 2018/39
Karar Tarihi: 2/5/2018
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Antalya 5. İcra Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun, 31/5/2005 tarihli ve 5358 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle değiştirilen 337/a maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’nın 38. maddesine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Ticareti terk eden borçlu sanığın yasal süresi içinde mal beyanında bulunmadığından bahisle cezalandırılması talebiyle müşteki alacaklı tarafından yapılan başvuruda itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN VE İLGİLİ GÖRÜLEN KANUN HÜKÜMLERİ
A. İptali İstenen Kanun Hükmü
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 337/a maddesi şöyledir:
“ Ticareti terk edenlerin cezası:
Madde 337/a- (Ek: 18/2/1965 – 538/133 md.; Değişik: 31/5/2005 – 5358/8
md.)
44 üncü maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez*
Borçlunun iflası halinde, birinci fıkradaki durum ayrıca taksirattı iflas hali sayılır. ”
B. İlgili Görülen Kanun Hükmü
Kanun’un ilgili görülen 44. maddesi şöyledir:
“ Ticareti terk edenler:
Madde 44- (Değişik: 18/2/1965-538/22 md.)
Ticareti terk eden bir tacir 15 gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayınlandığı gazetede ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mütat ve münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan masraflarını ödemiyen tacir beyanda bulunmamış sayılır.
Bu ilan tarihinden itibaren bir sene içinde, ticareti terk eden tacir hakkında iflas yolu ile takip yapılabilir.
Ticareti terk eden tacir, mal beyanının tevdii tarihinden itibaren iki ay müddetle haczi kabil malları üzerinde tasarruf edemez.
Üçüncü şahısların zilyedlik ve tapu sicili hükümlerine dayanarak iyi niyetle elde ettiği haklar saklıdır. Ancak karı ve koca ile usul ve füru, neseben veya sıhren ikinci dereceye kadar (Bu derece dahil) hısımlar, evlat edinenle evlatlık arasındaki iktisaplarda iyi niyet iddiasında bulunulamaz.
(Değişik beşinci fıkra: 17/7/2003-4949/11 md.) Mal beyanını alan icra mahkemesi, keyfiyeti tapu veya gemi sicil daireleri ile Türk Patent Enstitüsüne bildirir. Bu bildiri üzerine sicile, temlik hakkının iki ay süre ile tahdit edilmiş bulunduğu şerhi verilir. Keyfiyet ayrıca Türkiye Bankalar Birliğine de bildirilir.
Bozulmaya maruz veya muhafazası külfetli olan veya tayin edilen kanuni müddet içinde değerinin düşmesi kuvvetle muhtemel bulunan mallar hakkında, tacirin talebi üzerine, mahkemece icra memuru marifetiyle ve bu kanun hükümleri dairesinde bu malların satılmasına ve bedelinin 9 uncu maddede yazılı bir bankaya depo edilmesine karar verilebilir. ”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Haşan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in katılımlarıyla 12/4/2017 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Hülya ÇOŞTAN ÇETİN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ve ilgili görülen kanun hükümleri, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. İtirazın Gerekçesi
3. Başvuru kararında özetle itiraz konusu kural uyarınca alacaklının zarar görmediğinin ispat yükünün borçluya yüklendiği, buna karşılık suçsuzluk karinesi uyarınca ispat külfetinin iddiacıya düştüğü, yine bu karine uyarınca sanığın susma hakkının bulunduğu ve şüphenin sanık lehine yorumlandığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 38. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
B. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
4. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesi yönünden de incelenmiştir.
5. Kanun’un 337/a maddesinin birinci fıkrasında, Kanun’un 44. maddesine göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlunun bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı hükme bağlanmıştır. Maddenin itiraz konusu ikinci fıkrasında ise birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmeyeceği öngörülmüştür. Kanun’un 337/a maddesinin atıfta bulunduğu 44. maddesi, ticareti terk eden tacirin tabi olduğu yükümlülükleri düzenlemektedir. İtiraz konusu kuralda yer alan borçlu kelimesi, ticareti terk eden borçlu taciri ifade etmektedir. moc.eyilamola nednisetis rıtşımnılaç
6. Anayasa’nın 36. maddesinde herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
7. Hukuk devletinde kanun koyucu -Anayasa’nın temel ilkelerine ve Anayasa’da öngörülen güvencelere bağlı kalmak kaydıyla- ispat usullerinin belirlenmesi konusunda takdir yetkisine sahiptir. Ancak belirlenen usul kurallarının Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının öngördüğü güvencelere aykırılık taşımaması gerekir.
8. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” denilmektedir. Ceza hukukunun temel ilkelerinden olan suçsuzluk karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır. Suçsuzluk karinesine göre bir kişinin suçlu olarak nitelendirilebilmesi ve hakkında cezai müeyyidelerin uygulanabilmesi, adil bir yargılanma sonucunda kesin hükümle mahkûm olmasına bağlıdır. Suçsuzluk karinesi uyarınca kişi hakkında her türlü şüphe bertaraf edilmediği sürece mahkûmiyet kararı verilemez.
9. Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararlarında da belirtildiği gibi genel anlamda suçun kanıtlanması yükümlülüğü iddia edende kaldığı sürece savunmasını oluşturmak için ispat yükünü sanığa devreden kurallar ile hukuki veya fiilî varsayımların olduğu durumlarda ispat yükünün yer değiştirmesi, suçsuzluk karinesine aykırılık taşımaz (AYM, E.2013/38, K.2014/58, 27/3/2014; AYM, E.2004/116, K.2008/74, 6/3/2008). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de birçok kararında ispat külfetini tersine çeviren hukuki veya fiilî karinelerin varlığının suçsuzluk karinesinin bertaraf edilmesi anlamına gelmediğini, sanığın savunma hakkının kısıtlanmaması ve sanığa karineleri çürütme olanağının tanınması durumunda suçsuzluk karinesinin ihlal edilmiş olmayacağını kabul etmekte ve kanun koyucuların bu tür hükümler ihdas etmesini suçsuzluk karinesine aykırı bulmamaktadır (Pham Hoang/Fransa, B. No: 13191/87, 25/9/1992, §§ 33-36; Salabiaku/Fransa, B.No: 10519/83, 7/10/1988, § 28).
10. Kanun’un 337/a maddesinde ticareti terk suçu düzenlenmiştir. Bu suçun maddi unsurları, borçlunun mal beyanında bulunmaması veya beyanda mevcudu eksik göstermesi veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermemesi veya beyandan sonra bu mallar üzerinde tasarrufta bulunması ve alacaklının, bu eylemlerden dolayı zarar gördüğünü iddia etmesidir. Kanun’da, borçlunun ticareti terk bildirimi ve mal beyanına ilişkin açıklanan kurallara aykırı eylemlerinin alacaklıya zarar verdiği adi karine olarak düzenlenmiş olup ticareti terk eden borçlunun mal beyanında bulunmaması veya beyanında mevcudunu eksik göstermesi veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermemesi veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarrufta bulunmasının alacaklıya zarar verdiği kabul edilmiştir.
11. İtiraz konusu kuralda ise Kanun’un 44. maddesine göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlunun bu fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat etmesi hâlinde borçluya ceza verilmeyeceği hükme bağlanmıştır. Kuralla ticareti terk suçunda borçlunun alacaklının zarar görmediğini ispat etmesi kanun koyucu tarafından cezasızlık nedeni olarak öngörülmüştür. Bu nedenle savunma hakkını sınırlamayan itiraz konusu kuralın adil yargılanma hakkına ve Anayasa’nın 38. maddesinde yer alan suçsuzluk karinesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
12. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Hasan Tahsin GÖKCAN ile Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.
IV. HÜKÜM
9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun, 31/5/2005 tarihli ve 5358 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle değiştirilen 337/a maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Haşan Tahsin GÖKCAN ile Kadir ÖZKAYA’nın karşıoyları ve OYÇOKLUGUYLA, 2/5/2018 tarihinde karar verildi.
Başkan Zühtü ARSLAN – Başkanvekili Burhan ÜSTÜN
Başkanvekili Engin YILDIRIM – Üye Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye Serruh KALELİ – Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Üye Recep KÖMÜRCÜ – Üye Nuri NECİPOĞLU
Üye Hicabi DURSUN – Üye Recai AKYEL
Üye Yusuf Şevki HAKYEMEZ – Üye Celal Mümtaz AKINCI
Üye Muammer TOPAL – Üye M. Emin KUZ
Esas Sayısı : 2017/109
Karar Sayısı: 2018/39
KARŞI OY GEREKÇESİ
1. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (Kanun), 31/5/2005 tarihli ve 5358 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle değiştirilen 337/a maddesinin ikinci fıkrasının iptaline yönelik itiraz başvurusu reddedilmiştir.
2. Kanun’un iptali istenen kuralın da yer aldığı “Ticareti terk edenlerin cezası” kenar başlıklı 337/a maddesi şu şekildedir: “44 üncü maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez.
Borçlunun iflası halinde, birinci fıkradaki durum ayrıca taksiratlı iflas hali
sayılır. ”
3. Maddeye göre “ticareti terk” suçunun oluşabilmesi için (a) borçlunun belirtilen fiilleri işlemesi, (b) bundan alacaklının zarar görmesi ve (c) zarar gören alacaklının şikayetçi olması gerekir. İptali istenen ikinci fıkra, birinci fıkrayla birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu fiillerin işlenmesiyle birlikte zararın oluştuğunun adi karine olarak kabul edildiğini, borçlunun ceza almaması için alacaklının zarar görmediğini ispat etmekle yükümlü olduğunu ifade etmektedir. Nitekim Mahkememiz çoğunluğu da kuralın anlamını bu şekilde belirlemiştir (§ 35). Bu durumda borçlu, mal beyanında bulunmama veya eksik bulunma gibi fiillerinden dolayı alacaklının zarar görmediğini ispat edemedikçe üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacaktır.
4. Bu haliyle kural, bir suç isnadına maruz kalan kişinin suçlu olmadığını ortaya koymak için savunma hakkından yararlandırılmasının ötesine geçen bir düzenleme niteliğindedir. Alacaklının her durumda zarar gördüğünü, dolayısıyla aksini (suçsuzluğunu) ispatlama yükümlülüğünün borçluya düştüğünü öngören kuralın masumiyet ya da suçsuzluk karinesiyle bağdaştırılması mümkün değildir.
5. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası masumiyet (suçsuzluk) karinesini düzenlemektedir. Buna göre “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”. Madde gerekçesinde “suçsuzluk karinesi”nin gerekleri şu şekilde açıklanmıştır: ‘‘Sanığın, kesin mahkûmiyet hükmüne kadar suçsuz sayılması demek, kendisinin, suçsuzluğunu ispat mükellefiyetinde olmadığı; “beyyine külfeti”nin iddiacıya ait bulunduğu demektir. Bu karine, iddiacının, suç iddiasını “makûl şüpheye yer bırakmayacak şekilde” ispat etmesiyle “çürütülmüş” olacak ve bu halde de mahkeme mahkûmiyet hükmünü verecek; aksi takdirde beraat kararı alacaktır.’’
6. Buradan hareketle, bir suç isnadıyla yargılanan kişinin suçsuzluğunu ispat etme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Karine, aksi ispat edilene kadar kişilerin suçsuz olduğudur. Hiç kuşkusuz kendisine suç isnat edilen kişiler, kendilerini savunabilecekleri gibi susma hakkını da kullanabilirler. Her iki durumda da suçun işlendiğinin ispatı iddia edene aittir. Anayasa Mahkemesi kararlarında da ifade edildiği üzere ‘‘Sanık masumiyet karinesi gereği suçsuz kabul edildiği için yargılama yapılmakta ve maddi gerçeğe ulaşılmaya çalışılmaktadır. Ceza muhakemesinde amaç, maddi gerçeğin adil yargılanma hakkı ihlal edilmeden ortaya çıkarılmasıdır. Dolayısıyla maddi gerçeğe ulaşmak için sanıktan masum olduğunu ispat etmesi istenemez. Çünkü suç isnadı altında da olsa kişi, hükmen sabit oluncaya kadar suçsuz kabul edilmektedir.” (Adem Hüseyinoğlu, B. No: 2014/3954, 15/2/2017, §35).
7. Masumiyet karinesi, ceza hukuku sisteminin temellerinden birini teşkil eden evrensel bir ilkedir. Bu karine, aynı zamanda, kişinin aksi ispat edilene kadar suçsuz olduğunu varsayan bir temel hak niteliğindedir. Nitekim adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak suçsuzluk karinesi Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde (m. 11/1) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (Sözleşme) (m. 6/2) açıkça korunmaktadır.
8. Masumiyet karinesi, hiç bir şart altında sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak hak niteliğindedir. Nitekim olağanüstü durumlarda temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması rejimini düzenleyen Anayasa’nın 15. maddesi masumiyet karinesini savaş, seferberlik ve olağanüstü hallerde dahi, madde gerekçesinde ifade edildiği üzere, “hiçbir sebep ve surette durdurulamayacak, ihlal edilemeyecek hak yahut hürriyetler” arasında saymıştır. Buna göre olağanüstü durumlarda dahi “suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”
9. Öte yandan, Anayasa Mahkemesi belli şartlar altında ispat külfetinin yer değiştirmesini masumiyet karinesinin ihlali olarak değerlendirmemektedir. Mahkeme 2013/38 esas sayılı kararında şu tespitlerde bulunmuştur: “Masumiyet karinesi kapsamında yer alan ve iddia edenin iddiasını ispatla yükümlü olması kuralı da Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasının bireylere sağladığı anayasal bir güvencedir… Bununla birlikte kanunlar, bazı fiili durumların varlığını suçun maddi unsurunun gerçekleşmiş olması bakımından karine olarak kabul edebilmektedir. Genel anlamda suçun kanıtlanması yükümlülüğü iddia edende kaldığı sürece, savunmasını oluşturmak için ispat yükünü sanığa devreden kurallar ile hukuki veya fiili varsayımların olduğu durumlarda ispat yükünün yer değiştirmesi, masumiyet karinesine aykırılık taşımaz.” (AYM, E.2013/38, K.2014/58, 27/3/2014).
10. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre de Sözleşme’nin 6. maddesinin 2. fıkrasında korunan masumiyet karinesi, (a) mahkemelerin kişinin suç işlediği varsayımından başlamamalarını, (b) ispat yükünün iddia edene ait olmasını ve (c) her türlü şüpheden sanığın yararlandırılmasını gerektirmektedir (Telfner/Avusturya, B. No: 3350/96, 20/3/2001, § 15). Bu kapsamda ispat yükümlülüğünün iddia makamından savunmaya devredilmesi kural olarak masumiyet karinesini ihlal edecektir. Bununla birlikte, AİHM hukuki karinelerin belli şartlar altında Sözleşme’nin 6/2. maddesine aykırı olmadığını belirtmiştir. AİHM’e göre sanığa suçsuzluğunu kanıtlaması için her türlü fırsatın tanınması, şüpheden sanığın yararlandırılması ve suçun sübuta erip ermediği hususunda mahkemelerin mutlak takdir yetkisine sahip olması durumunda hukuki karinelere yer verilmesi masumiyet hakkını ihlal etmez (Salabiaku/Fransa, B. No: 10519/83, 7/10/1988, §§ 29-30).
11. Anayasa Mahkemesi ve AİHM’in kararlarından hareketle denebilir ki ispat külfetini olaya özgü olarak sanığa yükleyen kuralların masumiyet karinesini işlevsiz hale getirmemesi için bir takım güvencelerin sağlanması zorunludur. Başka bir ifadeyle, ispat külfetini tersine çeviren “karinelerin kişiyi otomatik olarak ‘suçlu’ haline getirmemesi gerekir. Karineler, masumiyet karinesini ihlal eder boyuta ulaşmamalı”dır (Adem Hüseyinoğlu, § 36).
12. İtiraz konusu kural, ispat yükünü her durumda tamamen sanığa yükleyen, alacaklının zarara uğramadığını ispat edemediği takdirde cezalandırılmasını öngören ve bu haliyle kişiyi otomatik olarak suçlu haline getiren bir düzenleme niteliğindedir. Bu nedenle de Anayasa’nın 38. maddesinde güvenceye alman masumiyet karinesine aykırılık teşkil etmektedir.
Açıklanan gerekçelerle çoğunluğun red yönündeki kararına katılmıyoruz.
Başkan Zühtü ARSLAN – Başkanvekili Engin YILDIRIM
Üye Hasan Tahsin GÖKCAN – Üye Kadir ÖZKAYA
7143 Sayılı Kanunla İlgili KDV Beyannamesinde Yapılan Değişiklikler
7143 sayılı Kanunun 6/2-a maddesi gereği 1 no.lu KDV beyannamesinin Matrah kulakçığına “7143 Sayılı Kanunun (6/2-a) Maddesi Kapsamındaki İşlemler” tablosu eklenmiştir. Kayıtlarda yer aldığı hâlde işletmede mevcut olmayan emtiaya ilişkin düzenlenecek faturalar için hesaplanacak KDV, ilgili dönem 1 No.lu KDV beyannamesinin “Matrah” kulakçığının, “7143 Sayılı Kanunun (6/2-a) Maddesi Kapsamındaki İşlemler” tablosuna kayıt yapılarak beyan edilecektir.
Söz konusu beyannamede ödenecek KDV çıkması hâlinde kayıtlarda yer aldığı hâlde işletmede mevcut olmayan emtiaya ilişkin hesaplanan KDV tutarı, “Ödenmesi Gereken Katma Değer Vergisi” tutarından düşülecektir. Bu hesaplama sonucu “Bu Dönemde Ödenmesi Gereken KDV” satırında yer alan tutar, 1 No.lu KDV beyannamesinin ödeme süresi içinde ödenecektir. Kayıtlarda yer aldığı hâlde işletmede mevcut olmayan emtiaya ilişkin beyanda bulunanların 1 No.lu KDV beyannamesinde “Ödenmesi Gereken Katma Değer Vergisi” satırında bir tutar bulunması hâlinde Tebliğ ekinde yer alan ek (Ek:21) beyannamenin verilmesi zorunludur. Taksitlendirme imkanından yararlanmayı tercih etmeyenlerin, ilgili dönem beyannamesinin “Ödenmesi Gereken Katma Değer Vergisi” satırında yer alan tutarın tamamını defaten ödemeleri hâlinde, ek beyanname vermelerine gerek yoktur.