Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Pazartesi, 19 Kasım 2018 16:54

AGİ Hesaplama

AGİ, işçiye işveren tarafından devlet adına ödenir ve işverenin gelir vergisinden düşülür.

AGİ çalışanın o ayın ücretinden kesilen gelir vergisi tutarı üzerinden devlete ödenmekte olduğundan Ücretsiz izin, Raporlu, Mazeret izni olanların AGİ’si ya eksik ya da hiç ödenmeyebilir.

Örnek olarak kişinin AGİ’si 152,21 TL Gelir Vergisi 105 TL çıktı, AGİ 105 TL maaşına yansıyor. 
Gelir Vergisi kişinin alacağı Agi’den küçükse Gelir Vergisi kadar Agi ödenir.

Gelir Vergisi bordroda ödenmezse AGİ alamıyor. 

AGİ maaşa dâhil değil, Bekar çalışan bir işçinin 400 TL Gelir vergisi olduğunu varsayarsak, şirket 152,21 TL'yi vergi dairesine ödemeyip işçiye veriyor. Kalan tutarı vergi dairesine ödüyor. AGİ işverenden kesilmiyor.

İndirimin uygulamasında “çocuk” tabiri, mükellefle birlikte oturan veya mükellef tarafından bakılan (nafaka verilenler, evlat edinilenler ile ana veya babasını kaybetmiş torunlardan mükellefle birlikte oturanlar dâhil) 18 yaşını veya tahsilde olup 25 yaşını doldurmamış çocukları, “Eş” tabiri ise, aralarında yasal evlilik bağı bulunan kişileri ifade eder. Kız- erkek ayrımı yoktur. Okumuyorsa 18,okuyorsa 25 yaşına kadar olan evlenmemiş ve çalışmayan çocuklar dikkate alınacaktır. 

Net ücret üzerinden anlaşmak suretiyle çalışanlar da Asgari Geçim İndiriminden yararlanacak. Barış Malkoç

Otomatik alternatif metin yok.

Vergide uzlaşmaya varılması durumunda uzlaşma tutanağı üzerinde mutabık kalınan vergi ve cezalar hakkında uzlaşma sağlandığı için mükellef ile vergi dairesi uzlaşmış sayılır. Bu durumda, idare tarafından üzerinde uzlaşılan vergi ve cezalar hakkında hiçbir mercie şikayette bulunulamaz.[1] Tarhiyatın kökü sahte fatura kullanımı ile ilgili olsa bile kesilen ceza eğer 1 kat vergi ziyası olarak kesilmiş ise bu konuda zaten tarhiyattan önce uzlaşma konusuna girmektedir.[2]

Gerek tarhiyat öncesi uzlaşma ve gerekse tarhiyat sonrası uzlaşma 213 sayılı VUK’nun ilgili hükümlerine göre ve tarhiyat öncesi uzlaşma yönetmeliğine göre düzenlenmektedir. Tarhiyat sonrası uzlaşma, 213 sayılı VUK md.6 hükümlerine göre; mükellef veya adına ceza kesilen kimse üzerinde uzlaşılan veya tutanak ile tespit edilen bu husus hakkında vergi hatası hariç dava açamaz. Ve Gelir İdaresi bu hususta hiçbir mercie şikayette bulunamaz. Durum böyle olunca, üzerinde uzlaşılan vergi ve cezaların konusu vergi suçu fiilini gerektirse dahi bu hususta idare tarafından kamu davası açılması olanaksızdır.[3] Yargıtay 11. Ceza Dairesi tarafından verilen 27.10.1999 gün ve 6032/7162 sayılı kararda bu konuda şöyle denilmektedir: “taraflar arasında tarhiyat öncesi uzlaşma sağlanmış olduğundan sanığın beraatı yerine ceza tertibine yer olmadığına karar verilmesi. Yasaya aykırı ise de; bu cihetin duruşma yapılmaksızın CMUK’nun 322. maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan hükümden “sanık hakkında ceza tertibine yer olmadığına” ibaresinin çıkarılarak, “sanığın beraatına” denilmek suretiyle hükmün tebliğ namedeki düşünceye uygun olarak DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 27.10.1999 gününde oybirliğiyle karar verildi.”

Uzlaşma konusunda idare mükellef ile uzlaşıp uzlaşmama hakkında serbesttir. İdare, isterse mükellef ile uzlaşmamaya bilir. Başka bir ifade ile mükellef ne kadar istekli olursa olsun gelir idaresi istemediği takdirde uzlaşma mümkün olmayabilir. Uzlaşama komisyonlarında müzakereler sırasında mükelleflerin oy hakkı yoktur. İdare tarafından uzlaşma komisyonunda uzlaşma komisyonunu teşkil eden 3 uzman kişi idare adına komisyona katılır. Yine bu noktada mükellefin uzlaşmada “rey hakkı” bulunmamaktadır. Uzlaşmaya varıldıktan sonra olayın başka bir boyutu olan ceza davası konusunun ne olacağı düşünülebilir. Üzerinde uzlaşılan vergi ve cezalar hakkında artık bu aşamada uzlaşmaya varıldığı için ceza davası açılamaz. Varsa açılmış ceza davası düşer.[4] Yüksek mahkeme Yargıtay tarafından verilen ve yerleşik hale gelen birçok kararda üzerinde uzlaşılan vergi ve cezalar için artık “kaçakçılık suçu” iddiasıyla idarenin adli yargıya başvurması hakkının ortadan kalkması sistemin kendi doğası gereğidir.[5]

Kaçakçılığa teşebbüs suçlarında vergi ziyaı henüz doğmadığı için kaçakçılık suçu için vergi ziyaı koşulu istenilmektedir. Eğer, burada da vergi kaybının nedeni olan sanık tarhiyat öncesi uzlaşmaya varmakla hapis ve meslekten men cezası almaktan kurtulmakta ancak kanun karşısında daha hafif suç işleyen kimseler hapis ve meslekten men eczasına çarptırılabilmektedirler. Vergi hukuku uygulamasında kendisine naylon fatura kullanımı nedeniyle KDV ve vergi ziyaı cezası kesilen bir mükellef kasten bu naylon faturayı almadığı konusunda vergi inceleme elemanı rapor düzenlemesi halinde 1 kat vergi ziyaı cezası kesileceği için fiil kaçakçılık fiilini gerektirmeyecek ve tarhiyat öncesi uzlaşmaya konu olacağından dolayı ceza mahkemesinde kamu davası açılmayacaktır.

Sahte belge düzenleme fiilleri dolayısıyla yine kendi adlarına 3 kat vergi ziyaı cezası kesilmemiş olan mükellefler kendileri ile ilgili cezalı tarhiyatları uzlaşmaya taşıyabilirler. Burada da, düzenlenen inceleme raporunda 213 sayılı VUK’nun ilgili genel tebliği 306 Seri Nolu Genel Tebliği gereğince kastın olmadığı ve dolayısıyla 1 kat vergi ziyaı cezası kesilmesi dolayısıyla burada da uzlaşma sağlanması halinde konu ceza mahkemesine taşınamaz. Dolayısıyla da, herhangi bir vergi suçu olsa bile uzlaşmaya varılmış olması nedeniyle suç ortadan kalkar.[6]

Sahte fatura kullanma veya düzenleme fiilleri dolayısıyla KOD’a düşen mükellefler açısından ise durum farklılık arz etmektedir. Bu gibi şirketlerde KOD’a düşme nedeniyle mükellefin durumunu ispat etmesi halinde veya teminat göstermesi halinde KOD’dan çıkması her zaman mümkündür. Bu gibi mükelleflerin KOD’a giriş nedenleri vergi incelemesi sonucu düzenlenecek raporlara göre belirlenecektir. KOD 4 diye isimlendirilen listeye sahte fatura kullanımı dolayısıyla giren bir mükellef mal aldığı firmaya ödemelerini banka sistemi üzerinden yapmış olduğunu ispat etmesi durumunda KOD’dan çıkabilir. Aksi takdirde kendisine yapılan vergi ve vergi ziyaı cezalı tarhiyat 3 kat olarak yapılması halinde tarhiyat uzlaşmaya konu edilemez. 1 kat kesilen vergi ziyaı cezası dolayısıyla uzlaşma talebi mümkün olur. Bu durumda da yine, kamu davası açılamaz.

Vergi yasalarında yapılan düzenlemeler sonucunda sahte belge düzenleme veya kullanma fiilleri dolayısıyla getirilen cezai hükümler arttırılmıştır. Buna göre, 5904 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesinin (a) fıkrasında yer alan “bir yıldan” ibaresi, “on sekiz aydan” şeklinde değiştirildi.[7]

Yapılan düzenleme ile örneğin muhasebe hilesi yapanlara, çift defter kullananlara, defter ve belgelerini tahrif edenlere, verilen süreye rağmen defter ve belgelerini ibraz etmeyenlere, kapsamı itibariyle yanıltıcı belge düzenleyenlere ya da kullananlara “1 yıldan 3 yıla” kadar uygulanan hapis cezası, “18 aydan 3 yıla” olarak değiştirildi. Böylelikle, bir yıla kadar olan hapis cezalarının paraya çevrilmesi, asgari hapis cezası 18 aya yükseltilmek suretiyle önlendi.[8]

Buna göre örneğin, ücret bordrosunda ödediği ücreti düşük gösteren bir mükellef “muhtevası itibariyle yanıltıcı belge düzenlemiş” sayılacak ve bu fiil nedeniyle 18 aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunabilecek.

671 SAYILI KHK İLE VERGİ CEZA DAVALARI AÇISINDAN ÖRTÜLÜ AF GETİRİLDİ

Bilindiği gibi 671 sayılı KHK ile 01.07.2016 tarihinden önce işlenmiş olan sahte fatura kullanma, düzenleme fiilleri nedeniyle işlenmiş olan suçlar açısından ayrı bir denetimli serbestlik uygulaması ve infaz sistemi getirilmiş bulunmaktadır.

Burada temel amaç; hükümlünün yeniden suç işlemesini önlemek, suç işlemeye yönelik engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyal hayata kazanılmasını sağlamak vs. amaçlar hedeflenmektedir.

671 sayılı KHK (Kanun Hükmünde Kararname) ile 01.07.2016 tarihinden önce işlenen suçlar açısından ayrı bir denetimli serbestlik uygulaması ve infaz sisteminin uygulanması kanunlaştırılmıştır.

Hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırma amacı taşıyan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.

Bu Kanunun 105/A maddesinin birinci fıkrasına göre, hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla; açık ceza infaz kurumunda cezasının son altı ayını kesintisiz olarak geçiren koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına, ceza infaz kurumu idaresince hükümlü hakkında hazırlanan değerlendirme raporu dikkate alınarak, infaz hâkimi tarafından karar verilebilir.

Yine Kanunun 107. maddesine göre, koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için mahkûmun kurumdaki infaz süresini iyi hâlli olarak geçirmesi gerekir. [Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar 30 yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar 24 yılını], diğer süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler.

671 SAYILI KHK NELER GETİRİYOR?

671 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile yukarıda altını çizdiğimiz bir yıllık süre “iki yıl”, üçte ikilik oran “yarısı” olarak uygulanacaktır.

Böylece, 671 sayılı KHK ile;

1. Denetimli serbestliğe ilişkin 1 yıllık süre, 1 Temmuz 2016 tarihinde önce işlenmiş suçlardan mahkum olanların veya olacakların lehine olacak şekilde 2 yıla çıkarıldı.

2. Koşullu salıverilmesine 2 yıl veya daha az süre kalan iyi halli hükümlülerin, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazı mümkündür. Koşullu salıvermeden yararlanabilmek için infaz kurumunda geçirilmesi gereken süre ise hapis cezasının 2/3’ünden 1/2’sine indirilmiş oldu.

213 SAYILI VUK AÇISINDAN 671 SAYILI KHK’ NIN DEĞERLENDİRMESİ

Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesinde hapis cezasıyla ilgili aşağıdaki hükümler yer almaktadır:

a. Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar hakkında18 aydan 3 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

b. Belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar, 3 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

c. Ancak Maliye Bakanlığı ile anlaşması bulunan kişilerin basabileceği belgeleri, Bakanlık ile anlaşması olmadığı halde basanlar veya bilerek kullananlar 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Mahkeme tarafından cezaya hükmedilmesi halinde, kesinleşen hapis cezasının yarısı alınıp bundan 2 yıl çıkarılacak ve kalan süre hapiste geçirilecektir.

Örneğin, 1 Temmuz 2016’dan önce sahte belge düzenleme nedeniyle en üst sınır olan 5 yıl olarak verilen hapis cezasının yarısı (2,5 yıl) infaz kurumunda geçirilmesi gerekiyor. Bu husus, koşullu salıvermedeki değişikliğin sonucudur. Denetimli serbestlikteki değişikliğin sonucu olarak kalan 2,5 yıllık sürenin 6 ayı cezaevinde, kalan 2 yılı ise denetimli serbestlikle tamamlanacak.

Böylece, 5 yıl hapis cezası alan kişi bunun yalnızca 6 ayını hapiste geçirecektir. Zaten 6 aylık sürede de hükümlünün, Kanundaki bu hükümlerden faydalanması için öngörülen “iyi halli olma” şartının kanun gereğince yerine getirilebilmesi için gerekecektir. Çünkü “iyi halli” olmanın tespiti, cezaevine girdikten sonra cezaevi idaresi tarafından hazırlanacak raporla mümkün olabilmektedir.

Tabi mahkemeler tarafından sahte belge kullanma veya düzenleme fiili karşısında üst sınır olan 5 yıl yerine 4 yıl ceza takdiri yapıldığında ise, muhtemelen hükümlü birkaç gün içinde “iyi halli olma” şartını sağlayarak, cezasını cezaevinde değil de, denetimli serbestlikle tamamlayacaktır.

Unutmamak gerekir ki, 671 sayılı KHK’nın etkisi 1 Temmuz 2016’dan önce sahte belge düzenleme veya kullanma fiilleri için geçerli olacaktır. Bu nedenle, bu tarihten sonra sahte fatura kullanma, düzenleme fiillerine dikkat edilmesi gerekecektir.[9]

Son olarak, yürürlüğe giren 6736 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanun 5. Maddesinde getirilen hükümler, matrah artırımı dikkate alındığında 2011 ila 2015 yılları arasında sahte fatura kullanma fiilleri bir şekilde işlenmiş ise; matrah ve vergi artırımı yapılarak söz konusu fiillerden kurtulunmuş olacaktır.[10] Nazlı Gaye Alpaslan

https://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/-vergide-uzlasmaya-varilmasi-halinde-ceza-davasinin-akibeti/haber-22934
---------------------

[1] 213 sayılı VUK ek madde:6

[2] (1) kat kesilen cezalar uzlaşmaya konu edilebilir. (3) kat kesilen cezalar uzlaşmaya konu edilemez. VUK ek md. 6. Ayrıntılı açıklamalar için bkz. BAYKARA Bekir, “Uzlaşma Talebinde Bulunmak veya Uzlaşmak Haksız Olunduğunu Kabul Anlamına Gelmez”, Vergi Dünyası Dergisi, Mart 2008, Sayı:319.

[3] 213 sayılı VUK ek md.11 ve Yargıtay 9. C.D., 7.4.1993 gün ve E.1993/818-K:1993/1736 sayılı kararları. Yine, Yargıtay 11. C.D.nin, 13.04.2000 gün ve 1337/1383 sayılı kararları.

[4] Aksi yönde ileri sürülen görüşler için bkz. YİĞİT Uğur, Vergi Kaçaklığı Suçları ve Diğer Hürriyeti Bağlayıcı Vergi Suç ve Cezaları, Beta Yayıncılık, Mart 2004, İstanbul, s.256-257.

[5] Yargıtay 9.C. D., 8.6.1989 gün ve E:1989/1074-K:1789/3045 sayılı kararı.

[6] Aksi yöndeki görüşler için bkz. TANRIKULU Lütfi, “Uzlaşma, Kamu Davası Açılmasını Gerektiren Kaçakçılık Suçlarını Ortadan Kaldırır Mı?”, Vergi Dünyası, Aralık 1993, Sayı: 148

[7] Bkz. 03.07.2009 tarih ve 27277 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

[8] KIZILOT Şükrü, “Vergi Kaçıran Herkes Hapse Girecek”, Hürriyet, 23.06.2009, s.11

[9] 671 sayılı KHK 17.08.2016 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanmıştır.

[10] 6736 sayılı Yasa 19.08.2016 gün ve 29806 sayılı R. G. Yayınlanarak, yürürlüğe girmiştir.

Sigortalılara Ödenen Geçici İş Göremezlik Ödeneği İşveren Prim Borçların Mahsup Edilebilecek

ÖZET:

İşveren tarafından sigortalıya geçici iş göremezlik ödeneğinin ödenmesi ve ödeme belgesinin SGK’ya ibraz edilmesi halinde, SGK tarafından hesaplanarak bulunacak geçici iş göremezlik ödeneği toplamı, işverenin SGK’ya olan borcuna, borcun olmaması hâlinde ise ilk prim borcuna mahsup edilir. İşyerinin kapanmış olması hâlinde ise iade edilir. Daha önce sadece toplu iş sözleşmesi ve kamu işyerleri için olan bu uygulama tüm işverenlere sağlanmıştır.

SİGORTALILARA ÖDENEN GEÇİÇİ İŞ GÖREMEZLİK ÖDENEĞİNİN İŞVEREN PRİM BORÇLARINA MAHSUP EDİLMESİNİN USUL VE ESASLARI

Bilindiği üzere 5510 sayılı yasanın 18 inci maddesinin 6. fıkrasında; “Geçici iş göremezlik ödenekleri toplu iş sözleşmesi yapılan işyerleri ile kamu idarelerinin işverenleri tarafından Kurumca belirlenen usul ve esaslara göre Kurum adına sigortalılara ödenerek, daha sonra Kurum ile mahsuplaşmak suretiyle tahsil edilebilir.” hükmü yer almaktadır.

Yine Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin “Geçici İş Göremezlik Ödeneğinin Ödenmesi” başlıklı 40 ıncı maddesinin yedinci fıkrasında;” Kamu idarelerinde Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında çalışan sigortalılar ile toplu iş sözleşmesi yapılan işyerlerinde çalışan sigortalılara ödenecek geçici iş göremezlik ödeneği, yapılacak protokol ile sigortalılar için Kuruma ödenecek sigorta primine mahsup edilmek üzere, işverenleri tarafından Kurum adına sigortalılara ödenebilir. İşveren tarafından sigortalıya geçici iş göremezlik ödeneğinin ödenmesi hâlinde, işverenin; geçici iş göremezlik ödeneğinin sigortalıya ödendiğini gösterir ödeme belgesinin Kuruma ibrazından sonra, Kurum tarafından hesaplanarak bulunacak geçici iş göremezlik ödeneği toplamı, işverenin Kuruma olan borcuna, borcun olmaması halinde ise ilk prim borcuna mahsup edilir. İşyerinin kapanmış olması halinde ise iade edilir.” hükümleri düzenlenmiş bulunmaktadır.

2016-21 sayılı SGK genelgesinin 6.2. bölümünde 10/7/2018 tarih 2018-26 sayılı genelge ile yapılan değişiklikle bu uygulamadan tüm işverenlerin yararlanması sağlanmıştır.

Mahsuplaşma talebinde bulunan işveren ile SGK İl Müdürlüğü tarafından ekteki matbu protokol karşılıklı imza altına alındıktan sonra, SGK il müdürlüğü tarafından söz konusu protokol ile işyeri bilgileri (işyeri unvanı, işyeri sicil numarası, işyeri adresi ve imzalanan protokolün bir sureti) programa tanımlanır. İşyeri bazında tanımlama yapılması nedeniyle, her şube için ayrı ayrı protokol imzalanması gerekmektedir.
Bu uygulamadan faydalanabilmek için;

1) İstirahatli sürelerde çalışanlara hak ettiği ücret tam olarak ödenmeli,

2) Çalışanların istirahatli olduğu sürelerde sigorta prim matrahı ve gün sayısı eksiksiz bildirilmeli,

3) Aylık prim ve hizmet belgesinde “sigortalı istirahatli sürede fiilen çalışmamıştır”

kutucuğu işaretlenmelidir.

Bu sistemde maktu ücret uygulamasında olduğu gibi işçi ücretini tam alıp geçici iş göremezlik ödeneğini işverene iade etmeyecek; SGK ile yapılan anlaşma gereğince bu ödenekler sigortalıya yatmadan cari ay primlerinden mahsup edilecektir. Başka bir ifade ile raporlu olan bir personelin SGK’ ya bildiriminin tam ve eksiksiz yapılması halinde, SGK tarafından personele yatırılacak olan ödenek tutarı doğrudan işverene aktarılarak mahsup sağlanır.

Bu uygulamada, SGK tarafından çalışanlara iş göremezlik ödeneği doğrudan çalışan hesabına değil, işverenin borçlarına mahsup edilmekte dolayısıyla önemli bir iş yükünü de ortadan kaldırmaktadır.

Kaynak: TÜRMOB

Pazartesi, 19 Kasım 2018 16:37

4/C Sigortalılarına Önemli Uyarılar

15 Ekim 2008’den sonra ilk defa memur olarak 4/c sigortalısı olanların emeklilik tarihleri bakımından ötelenme riski ile karşı karşıya olduklarını, emekli aylıkları bakımından da 5434 sayılı Kanuna tabi eski iştirakçiler gibi ek gösterge bazında aylığa hak kazanamayacakları bakımından da dezavantajlı olduklarını geçmiş yazılarımızda belirtmiştik.

Bugün de bu kapsamdakilerin yurtdışı borçlanması bakımından taşıdıkları risklere değineceğiz.

Yurtdışı borçlanması yurtdışında çalışan erkek sigortalılar ile yine yurtdışında çalışan veya ikamet eden kadın sigortalılar için önemli bir hak. Bu hak, değerini yurtdışındaki vatandaşlarımız nasıl tam olarak bilmedikleri ve bu nedenle olması gerektiği gibi değerlendiremedikleri, yurt içinde olanların hep var olduğunu sandıkları, ihtiyaç duyduklarında da hayal kırıklığı yaşayarak öğrendikleri bir hak. 

Rasgele kendileri veya aylık hesabını bilmeyen şarlatanlara yaptırdıklarında zarar ettikleri, uzman nezaretinde yaptırdıklarında da layıkı veçhile değerlendirdikleri de bir vakıa.

4/c Sigortalılarının Yurtdışı Borçlanması

Konunun bugün değineceğimiz yönü yurtdışı borçlanmasının sayılacağı statü. Yurtdışı borçlanması yaparken tabi olunan son statüye sayılan bu hizmetlerde bu konuya dikkat etmek gerekiyor. Aksi halde işlemi geri almak veya yeni baştan yapmak gerekiyor.

İlk defa 15 Ekim2 2008 tarihinden itibaren 4/1-(c) kapsamında sigortalı olanlara ilişkin olarak 5510 sayılı Kanunun geçici 7 nci maddesinin yedinci fıkrasının; “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendine göre ilk defa sigortalı olanların sigortalılık başlangıç tarihinden önceki süreleri, bu Kanunun 41 ve 46 ncı maddeleri, 5434 sayılı Kanunun ek 31 inci maddesi ile 3201 sayılı Kanuna göre borçlandırılmaları halinde, sigortalılığın başlangıç tarihinin geriye götürülmesini ve haklarında bu Kanunun geçici maddelerinin uygulanmasını gerektirmez.”

hükmü uyarınca 2008 yılı Ekim ayı başından sonra ilk defa 4/c sigortalısı olan ve diğer sigortalılık statüleri dahil, 3201 sayılı Kanuna göre yurt dışı hizmet borçlanması yapan sigortalıların aylık talepleri Kanunun 53 üncü maddesine göre tespit edilecek sigortalılık statüsü ile bu statünün öngördüğü şartlara göre sonuçlandırılması gerekiyor.

3201 sayılı Kanunun geçici 7 nci maddesinin ikinci fıkrasının; “5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra ilk defa aynı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak çalışmaya başlayanların 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki yurt dışı borçlanma süreleri de, aynı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında değerlendirilir. Bunların aylıklarının hesabında 5510 sayılı Kanunun geçici 2 nci maddesi hükümleri uygulanır.”

hükmüne göre aylıkların hesabı Kanunun geçici 2 nci maddesine göre yapılması gerekiyor.

4/c Sigortalılarının 2008 öncesi Hizmeti Bağ-Kur Sayılır

Örneğin ilk defa 2009 yılında 4/c sigortalısı olan 01.07.1958 doğumlu erkek sigortalı Norveç’te 1987-2003 tarihleri arasında geçen 5760 gün (16 yıl) hizmet süresini borçlanmış olsun. Sigortalı, adına tahakkuk eden borç miktarını 12.11.2018 tarihinde ödemiş ve 13.11.2018 tarihinde yaşlılık aylığı talebinde bulunmuşsa, sigortalının yurt dışında geçen ve borçlanılan 1987-2003 tarihleri arasındaki 5760 günlük (16 yıl) hizmet süresi 4/1-(b) kapsamında değerlendirilecek, 2009-2018 tarihleri arasındaki 3240 gün (9 yıl) 4/1-(c) kapsamındaki hizmet süresi ile toplam 9000 prim ödeme gün sayısı olacaktır.

Sigortalı son defa tabi olduğu 4/1-(c) sigortalılık hali esas alınarak aylık talebi 60 yaşını doldurmuş olduğundan ve 9000 günden fazla prim ödeme gün sayısı olduğundan 2008 öncesi sürelerin tıpkı Bağ-Kur süresi gibi değerlendirilmesi, 2008 sonrası süreleri de 5510 sayılı Kanuna göre hesaplanarak aylık bağlanması gerekiyor.

Her zaman son 7 Yıl yıla bakılır mı?

Yine örneğin Türkiye’de 4/c sigortalısı memur olarak 2012 yılında çalışmaya başlayan 1963 doğumlu erkek sigortalı İngiltere’deki 1986 - 2006 yılları arasında geçen 20 yıl hizmet süresini 2018 yılında borçlanmış olsun. Sigortalı aylık talebi yaptığında yurt dışında geçen ve borçlandığı hizmet süresi 4/b sigortalılığı kapsamında, 2010-2015 yılları arasındaki 6 yılı da 4/c sigortalılığı olarak kabul edilmesi ve son 7 yıla bakılmaksızın toplam hizmet süresi göz önüne alınarak 4/b sigortalılığından emekli edilmesi gerekiyor.

Eğer bu sigortalının örneğin 2007 yılında 1 gün bile yurt içi hizmeti olsaydı son 7 yıla göre 4/c sigortalılığından emekli edilecekti.

Son tahlilde; özellikle ilk defa 15 Ekim 2008 ve sonrasında memuriyete atananları emeklilik hakları konusunda doğru biçimde bilgilenme gereklilikleri konusunda bir kere daha uyarmak istiyorum. Zira bu kesimden hemen tamamı Ekim 2008 öncesinde Emekli Sandığı iştirakçisi olanlar gibi “Ek gösterge” endeksli olarak aylık almayacaklarını, emeklilik tarihlerinin 5510 sayılı Kanuna göre belirleneceğinden dolayı daha geç emekli olacakları konusundan bihaber bulunuyorlar. 2018/38 sayılı son SGK Genelgesinde de vurgulandığı üzere bunların yurtdışı borçlanması hakları da bu yazıda vurguladığımız üzere önemli dezavantajlar içeriyor. Şevket TEZEL This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.    https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=9245

 

Pazartesi, 19 Kasım 2018 16:34

Çalışanın E-Postası Okunabilir Mi?

İşveren güvenlik açısından çalışanların e-postalarını takip ederken, çalışanlar şahsi yazışmaları gerekçe göstererek karşı çıkıyor...

Günlük hayatımızda olduğu gibi çalışma hayatında da yazışmalar elektronik ortama taşındı.

Bir şirketin hem dışarıyla hem de kendi çalışanları arasında yaptığı yazışmalar çoğu zaman e-posta üzerinden gerçekleşiyor. Yazılı dokümanların gönderilmesinden büyük ölçüde kaçılıyor, bu şekilde hızlı ve ekonomik bir iletişim ağı kurulmuş oluyor.

Ne var ki işyerinde e-posta kullanımı da birtakım riskleri beraberinde getiriyor. Şirketin ciddi anlamda zarar görmesine sebep olabilecek bu riskler, güvenlik önlemleri ile bertaraf edilmeye çalışılsa da çoğu zaman yetersiz kalıyor.

Şahsi yazışma varsa...

İşverenlerin e-postalar üzerinden oluşabilecek riskleri önlemek adına aldıkları güvenlik önlemlerinin çalışanlar üzerinde de birtakım etkileri oluşabiliyor. Sorun özellikle çalışanların e-postalarının takip edilmesi noktasında doğuyor.

İşveren güvenlik nedeniyle e-postaları takip etmek isterken, çalışan o e-postalar üzerinden şahsi yazışmalarının da var olabileceği endişesiyle bu takibe karşı durabiliyor. Daha önce çalışanların internet üzerinde yaptıkları işlemlerin takibinden bahsetmiştik.

Ama e-posta kullanımı, genel internet kullanımına kıyasla daha kişisel bir alanı ifade ettiğinden, ayrıca değerlendirilmesi gereken bir konu.

Kapı niteliğinde, kayba yol açabilir

E-postalar işyerinin elektronik ağına giriş için bir kapı niteliğinde olabilmekte, kapının tehlikeli kişilere açılması yabancıların içeriye izinsiz girmelerine sebep olabilmektedir. Sisteme izinsiz giren bir yabancı işverene ait bilgileri izinsiz elde edebilmekte, bu bilgileri kendi çıkarına ve işverenin aleyhine kullanabilmektedir.

Hakkı olmayan bu erişimin sağlanması ise küçük bir e-posta ile başlamaktadır. Çalınan bilginin değerine göre de işverenin zararı değişmektedir. Çalınan bilgi doğrudan maddi bir zarar doğurabileceği gibi, manevi bir zarar vererek uzun vadede maddi kayıplara yol açabilecektir. Bununla birlikte e-postalar, işle ilgili olsun veya olmasın bir suçun işlenmesine ya da işverenin gizli bilgilerinin dışarıya aktarılmasına sebep olabilmektedir.

İşyeri e-postası takip edilebilir

İşverenin işçiye işyeri ile bağlantılı e-posta adresi temin etmesi halinde, kural olarak işverenin bu e-posta adresini takip etme hakkı bulunduğu kabul edilmektedir. Fakat işverenin bu takip hakkı da sınırsız değildir. Takip hakkının sınırı temin edilen e-posta adresinin özel amaçlı kullanımına izin verilip verilmediğine göre değişmektedir.

İşyeri e-postasının özel amaçlı kullanımına izin verilmediği durumlarda, bu adres üzerinden yapılan tüm yazışmaların işle ilgili olduğu kabul edilmekte, işverenin özel amaçlı e-posta gönderilip gönderilmediğini denetleme hakkı olduğu kabul edilmektedir. İşveren bu doğrultuda işyeri e-postasından özel amaçlı gönderim yapılıp yapılmadığını kontrol edebilecektir. Fakat bu kontrolde de sınırsız bir alana sahip değildir. Gönderilen e-postanın özel amaçlı e-posta olup olmadığını denetleyecek kadar inceleme yapmalıdır.

Özel amaçlı yazışmaların içeriğini işçinin kişilik haklarını zedeleyecek şekilde kullanamayacaktır. Böyle bir kullanım olmadığı durumlarda, e-postanın kişisel amaçlı kullanıldığının tespiti başlı başına kişilik haklarının ihlali oluşturmayacaktır.

Kişisel kullanıma izin verilebilir

İşyeri e-posta adresinin işçinin kişisel kullanımına izin verilmesi de mümkündür. İşverenin kişisel kullanıma izin vermesi durumunda e-postaların içeriği kural olarak denetlenemez.

Fakat özel amaçlı kullanım hakkı belli sınırlar içerisinde verilebilir. Örneğin belli boyutu aşmayan dosya gönderimi, yazışmaların belirli saatlerde yapılması zorunluluğu veya yazışmanın kanuna aykırı bir unsur barındırmaması gibi.

Böyle bir sınırlama olması halinde işveren sınırlamaya uygun hareket edilip edilmediğini kontrol etmek amacıyla, bu amaçla sınırlı kalarak e-posta takibi gerçekleştirebilir.

Şahsi e-posta kullanılabilir mi?

İşyerinde kullanılan e-postaları ikiye ayırmak gerekmektedir. Çalışanın kendine ait e-posta adresi ile işverenin sağladığı e-posta adresinin kontrolü birbirinden farklıdır. Çalışanın kendi e-posta adresini kullanımı daha önce bahsettiğimiz internet kullanımına ilişkin sınırlamalara tabidir. Çalışanın normal internet kullanımının takip edildiği şekilde takip edilebilir.  Öncelikle yapılması gereken, işverenlerin işyerindeki internetin özel amaçlı kullanımına izin verip vermediğini tespit etmek, devamında verilen bir izin varsa buna ilişkin bir sınırlamanın olup olmadığını değerlendirmektir.

İşverenler sağladıkları bilgisayarların ve internet hizmetinin ne şekilde kullanılacağını belirleme yetkisine sahiptir. Sağlanan internetin özel amaçlı olarak kullanımını tamamen yasaklayabileceği gibi, sınırlı olarak işçinin özel amaçları doğrultusunda kullanımına izin verebilir. Hatta özel amaçlı kullanımı tamamen serbest de bırakabilir.

Fakat burada dikkat edilmesi gereken husus işverenlerin işçilerin kişisel e-posta adreslerini kullanmalarında yapacakları denetimin sadece verilen izne uygun hareket edilip edilmediğinin denetlenmesidir. İşverenin kişisel e-postaların içeriğini denetleme yetkisi bulunmamaktadır. İçeriğin denetlenmemesinin kendisine zarar verebileceğini düşünen işverenler işyeri ağı üzerinden kişisel e-posta kullanımını yasaklamalı ya da kişisel e-postaların takibine çalışandan özel onay almalıdır. Özel onay alınması durumunda dahi takip yasadışı bir eylem olup olmadığına yönelik yapılmalı, çalışanın kişilik hakkını ihlal eden, e-postanın tüm içeriğine erişimi mümkün kılan bir takipten kaçınılmalıdır. İşçinin onay vermemesi halinde ise takip işçinin işyeri ağı üzerinden kişisel e-posta adresini kullanıp kullanmadığı noktasına indirgemelidir. Cem Kılıç

http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/calisanin-e-postasi-okunabilir-mi--2780241/

Bir süredir tartışılmakta olan sağlık çalışanlarına fiili hizmet süresi zammı, 7146 sayılı Askerlik Kanunu ile Diğer Bazı Kanunlarda ve 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 40ıncı maddesine yapılan ekleme ile getirilmiş oldu.

Ardından Sosyal Güvenlik Kurumu yayımlamış olduğu genel yazı ile bu konuyla ilgili usul ve esasları belirledi. 

Fiili Hizmet Süresi Zammı Nedir 

Fiili hizmet süresi zammı yeni bir uygulama olmayıp, yeraltı ve sualtı işlerinde, döküm, alüminyum, demir-çelik fabrikaları gibi ağır işlerin yapıldığı yerlerde çalışanlar için yıllardır yürürlükte olan bir uygulamadır.

Bu defa Kanuna yapılan ekleme ile İnsan Sağlığına İlişkin İşlerde ve 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Kanun, 25/2/1954 tarihli ve 6283 sayılı Hemşirelik Kanunu ve 18/12/1953 tarihli ve 6197 sayılı Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun kapsamında sağlık meslek mensubu sayılan ve insan sağlığı için koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde çalışanlar da bu kapsama alınmış oldu.

Fiili hizmet süresi zammı, sigortalıların Kanunun 40 ıncı maddesinde belirtilen işyerlerinde ve işlerde ya da unvanlarda geçen çalışma sürelerinin her 360 günü için yine aynı maddede gösterilen gün sayılarını (60,90 ve 180 gün) ifade etmektedir. Böylelikle bu kapsamdaki sigortalılar emeklilik için gereken prim günlerini normal bir sigortalıya göre daha erken bir sürede doldurabilmektedir.

Sağlık çalışanları açısından fiili hizmet süresi 60 gün olarak belirlenmiştir. Böylece her 360 gün çalışmaları karşılığında 60 gün fiili hizmet kapsamında süre kazanacaklardır. Ancak uygulama bundan sonrası için geçerli olup, önceki hizmetlerle ilgili olarak fiili hizmet süresi kazanılması mümkün değildir. 

İşverenleri Nasıl Etkileyecek 

Bu uygulama öncelikle hastaneler başta olmak üzere kadrosunda işyeri hekimi ve işyeri hemşiresi istihdam eden tüm işverenleri ilgilendirmektedir.

Hangi sektörde olursa olsun işyeri hekimi veya işyeri hemşiresi istihdam eden işverenlerin bu çalışanlarını fiili hizmet kapsamında bildirmesi gerekmektedir. Ancak bu kapsamda yapılacak olan bildirimlerde bazı usul ve esaslara dikkat edilmesi gerekmektedir. Buna göre;

  1. Fiili hizmet kapsamında bildirim yapılabilmesi için sigortalının mutlaka fiilen bu işin riskine katlanıyor olması, diğer bir deyişle bu işi fiilen yapıyor olması gerekir. İşin yönetiminde, koordinasyonunda bulunup, fiilen işin zorluğuna maruz kalmayan kimselerin fiili hizmet kapsamında bildirilmemesi gerekir.
  2. Bir ay içinde tam çalışan bir sigortalı en fazla 26 gün fiili hizmet kapsamında bildirilebilir.
  3. Bu çalışanların, özel sektör işverenleri tarafından 29 nolu belge türüyle bildirilmesi gerekmektedir.
  4. Sigortalının, bayram, resmi tatil, ücretli-ücretsiz izin, hafta tatili, raporlu olunan nedenlerle fiilen çalışma yapmadığı günler için bu kapsamda bildirim yapılmamalıdır.
  5. Sosyal güvenlik destek primine tabi çalışanlar bu kapsamda bildirilmezler.

İşverenler, 29 nolu belge türüyle birlikte teşviklerden de faydalanabilirler. Uzun vadeli sigorta kollarında normal sigortalılar için 11 puan olan işveren payı, 29 nolu belge türüyle yapılan bildirimlerde 12 puan olarak uygulanmakta olduğundan toplamda 38.5 puanlık prim tahakkuku gerçekleşecektir.

Uygulama 3 Ağustos tarihinden bu yana geçerli olmak üzere yürürlüktedir. Dolayısıyla Ağustos ve Eylül aylarına ait bildirimlerin 29 nolu belge türüyle yapılmış olması gerekmektedir. Herhangi bir sebeple sigortalılar geçmiş aylarda uygulamadan faydalandırılmamışsa, geçmiş döneme ilişkin belge türü değişikliği için bağlı olunan sosyal güvenlik merkezine başvurularak belge türü değişikliği yapılması mümkündür. 

E-bildirge sisteminde her işverenin doğrudan fiili hizmet süresi kapsamında belirlenmiş olan belge türlerini seçerek bildirim yapması mümkün değildir. Kurum, bu kapsamda bildirim yapılması mümkün olan belge türleriyle işkolu kodları arasında bağlantı kuracak şekilde düzenleme yaptığından, belirlenmiş olan işkolu kodunda olmayan bir işverenin fiili hizmet kapsamındaki bir belge türüyle bildirim yapmak istemesi halinde sistem uyarı vermekte ve bildirimi kabul etmemektedir. Bu nedenle işverenlerin fiili hizmet kapsamında bildirim yapmadan önce bağlı oldukları sosyal güvenlik merkezine başvurarak fiili hizmet kapsamında bildirim yapabilmek için gerekli aktivasyonu yapmaları gerekmektedir.

Bu bildirim sigortalıya avantaj sağlayan bir hak olup, işverenin bu hakkı uygulamama yönünde karar alması mümkün değildir. Bu nedenle işverenlerin daha sonradan şikayet ve incelemelere maruz kalmamak için bu bildirimleri baştan doğru bir şekilde yapması gerekmektedir. Erkan Çetin https://www.pwc.com.tr/

Malum olduğu üzere, sahte fatura kullanımı nedeniyle  birçok mükellef  son yıllarda cezalı tarhiyatlara maruz kalabilmektedir. Hem cezalı tarhiyata maruz kalıp ve hem de KOD 4 diye isimlendirilen  özel esaslar kapsamına alınan mükellefler  mağdur olabilmektedir.[1]

Sahte fatura kullanımı nedeniyle mağdur olan birçok firma ne gibi önlem alırsa bundan en az zararla kurtulabilir?[2]

Sahte fatura kullanımı iddiası ile ilgili Maliye Bakanlığı’nın tavrı çok net bir şekilde belirginleşmiştir.[3] Örneğin, hakkında vergi tekniği raporu düzenlenen bir mükelleften malzeme alan mükellefler cezalı tarhiyata maruz kalmaktadır. Benzeri şekilde özel esaslara alınan mükelleflerden  mal ve hizmet alan  mükellefler de  aynı  risk  söz konusudur.   Sahte fatura kullanımı  nedeniyle haklarında  tarhiyat yapılan  mükellefler için 3 kat[4] vergi ziyaı cezası kesilmişse bunlar hakkında da ayrıca asliye ceza mahkemesinde kamu davası  açılmaktadır.  Bu  davalarda  yargılanan  mükelleflere  18 aydan  3 yıla kadar   hapis cezası  verilmektedir.  (Yargıtay 11. Ceza Dairesi tarafından  verilen 30.5.2013 gün ve E:2012/27552-K:2013/9075 sayılı kararda: ….. aynı  takvim yılına ait  sahte fatura kullanma  eyleminin  tek bir suç oluşturacağına karar  verilmiştir.)

Sahte fatura kullanımı nedeniyle sınırlı olarak vergi incelemesine alınan mükellefler yönünden  açıklama nedenleri olarak bu konuda mal ve hizmet bedelinin banka sistemi üzerinden ödenmesi yeterli bulunmaktadır. Aynı şekilde  alınan  malzeme bedellerinin  taşıma irsaliyeleri, sevk irsaliyeleri, kantar fişleri vb. kanıtlar malzeme alındığını kanıtlayacak belgelerdir.  Ancak,  sahte  fatura düzenleme iddiası  bulunan  mükellef hakkında düzenlenen vergi tekniği raporunda mükellefin hiçbir şekilde faaliyetinin olmadığı yönünde vergi tekniği raporu bulunması halinde durum ne olacaktır? Bize göre, hakkında sahte fatura düzenleme ile ilgili  vergi tekniği raporu bulunan  mükellefler açısından   Maliye Bakanlığının görüşü  oldukça nettir.  Bu gibi durumlarda Maliye Bakanlığı  (vergi müfettişleri)  kullanıcı durumunda olan  kişilerin yapmış olduğu çekle ödemeleri kabul edip etmemekte serbesttir. Konuyla ilgili, VUK GT seri no 306  hükümlerine göre sahte olduğu iddia edilen  faturaların toplam alışa oranlaması yapılmaktadır.[5] Bu oranlama sonucunda çıkan miktarın tutarı %10’un üzerinde olması halinde bilerek sahte fatura alındığı yargısına ulaşılmaktadır.[6]

Netice olarak, düzenlenen  vergi tekniği raporlarının  yıllar sonra tanzim edilmesi sonucunda geçmişe yönelik o şirketin faaliyetini yok sayan tespitler yapılması raporun sıhhati konusunda tereddütler oluşturmaktadır.[7] Örneğin,  2012 yılında düzenlenen  bir vergi tekniği raporu  2007 ve 2008 yılları için   ilgili  şirketin  faaliyetinin bulunmadığını  geçmişe yönelik olarak nasıl  tespit edebilir ki?

Danıştay 9. Dairenin bundan 19 yıl önceki 31.10.1994 tarihli 1993/3003 E., 1994/4226 k. sayılı kararı, sadece belge düzenleyenlere ulaşılamaması (adreslerinde bulunamamaları) nedeniyle bir belgenin sahte olduğuna hükmedilemeyeceği yaklaşımını açıkça ortaya koymaktadır:[8]

“Dosyanın incelenmesinden, inceleme raporunda, yükümlüye emtia satan söz konusu firmalar karşıt inceleme yapıldığı, ... Tic. Turizm Ltd. Şti.'nin düzenlediği faturada yer alan hasılatı katma değer vergisi beyannamesinde beyan ettiği belirtildiğine göre bu faturanın sahteliğinden bahsedilemeyeceği gibi yükümlü şirket gerek dava dilekçesi ekinde gerekse temyiz dilekçesi ekinde anılan şirketin paravan bir şirket olmadığını kanıtlamak amacıyla şirketin adresini, 1990 yılı ile ilgili döviz alım belgesi, ithalat belgesi Sermaye Artırımı ile ilgili Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi vb. belgeler ibraz etmiş olduğundan ... Tic. Turizm Ltd. Şti.'nin paravan bir şirket olduğundan bahsedilemeyeceğinden inceleme elemanının bu yöndeki iddiası varsayımdan ibaret kalmaktadır.

…..'nin 14 adet fatura karşılığı yükümlüye sattığı emtianın ise, ….. Ticaret Borsasına kayıtlı olduğu, bu şahsın anılan yılda bazı aylarda eksik matrahla veya boş da olsa katma değer vergisi beyannamesini verdiği, kaldı ki yükümlü şirketin emtia aldığı Ekim ve Temmuz aylarında anılan şahsın beyannamesini verdiği de inceleme raporundaki bilgilerden anlaşıldığından bu şahıstan alınan faturaların da sahteliğinden bahsedilemeyeceğinden gerek ….. Ticaret Tur. Ltd. Şti. gerekse …… tarafından düzenlenen faturaların gerçek emtia alımı neticesinde düzenlendiğinin kabulü ile bu faturalarda yer alan katma değer vergilerinin 3065 sayılı Yasanın 29. maddesi uyarınca indirim konusu yapılacağı muhakkaktır. Mahkeme tarafından bu hususlara hiç değinilmeksizin anılan şirketlerin salt adreslerinde bulunmadıkları gerekçesiyle varsayıma dayalı olarak tarh edilen cezalı verginin onanmasında yasal isabet görülmemiştir.”

Aynı Dairenin çok daha yeni 16.02.2011 gün, 2010/331 E., 2011/395 k. sayılı kararı da yine bu yöndedir. Daire; Vergi Mahkemesi’nin davacıya fatura düzenleyen (...) Vergi Dairesi mükellefi olan (...) hakkında sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenlendiğine ilişkin olarak herhangi bir vergi tekniği raporu bulunmadığı gibi davacının hesaplarını inceleyen inceleme elemanının; bu mükellef hakkında düzenlenen yoklama fişine göre belirtilen adreste bulunmadığı yönündeki tespitten hareketle davacıya düzenlendiği faturaların gerçek bir mal ve hizmet teslimine dayanmadığına karine teşkil etmeyeceği, bu durumda, (...)’ye ait fatura içeriği emtiaların gerçekten alınmadığı veya bu faturaların komisyon karşılığı düzenlendiği hukuken geçerli somut verilerle ortaya konulmadan yapılan cezalı tarhiyatta isabet görülmediği gerekçesiyle verdiği kabul kararını aynen onamıştır.

Danıştay 9. Daire’nin istikrarlı içtihadının yanı sıra Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun da bu yöndeki 23.10.1998 gün, 1997/79 E., 1998/296 k. sayılı kararında; İstanbul 1. Vergi Mahkemesince davanın reddi yönünde verilen bir kararın temyizi sonrasında Danıştay 11. Daire’nin 7.10.1996 günlü ve E:1996/2268, K:1996/3419 sayılı kararıyla; tarhiyatın, ... Dahili Ticaret ( ... ) ile ... İnşaat Limited Şirketinden alınan faturalara ilişkin kısmı yönünden davanın reddine ilişkin hüküm fıkrasına yönelik istemi reddetmiş, tarhiyatın indirim konusu yapılan vergilere ait faturaları düzenleyenlerden ... ile ...'un vergi dairesince bilinen iş ve ikametgah adreslerinde bulunamaması nedeniyle bu kişilerin gerçek mükellef olmadıkları ve düzenlenen faturaların da gerçek mal hareketini yansıtmadığı görüşüyle uygulanan kısmı yönünden ise bu kişilerin gerçek usulde vergi mükellefi oldukları, ... tarafından düzenlenen faturaların bir kısmının. ... tarafından düzenlenenlerin ise tamamının beyan edildiği, fatura tutarlarının yükümlü şirketçe nakden veya çekle ödendiğinin anlaşıldığı, soyut ifadelerle davanın bu kısmının reddine ilişkin hüküm fıkrasında isabet bulunmadığı gerekçesiyle bozmasının ardından ısrar kararı vermesi akabinde; “... adlı firmanın ...'un şahsi firması olduğu, ... Vergi Dairesi Müdürlüğünde kayıtlı bulunduğu ve davacıya 31.8.1992 tarihli ve 806.400.000 Lira tutarlı bir adet fatura düzenlediği, fatura bedelinin nakden dendiği, bu kişinin 1992 yılının Ağustos ayına ilişkin katma değer vergisi beyannamesini verdiği ve vergisini ödediği, yükümlü şirkete fatura düzenleyen ... Hafriyat adlı firmanın ...'nın şahsi  firması olduğu, ... Vergi Dairesi Müdürlüğünde kayıtlı bulunduğu, davacıya 1992 yılında dokuz adet fatura düzenlediği, bu kişinin de 1992 yılında verdiği katma değer vergisi beyannamelerinde 212.373.900 Lira matrah beyan ettiği vergi inceleme raporu ile tespit edilmiştir. Bu durumda ... ve ...'nın bilinen adreslerinde bulunamamaları nedeniyle düzenlediği faturaların gerçeği yansıtmadığı sonucuna ulaşmak mümkün değildir.” gerekçesiyle Vergi Mahkemesinin ısrar kararını bozmuştur. Bir diğer uyuşmazlıkta Danıştay 3. Daire de 06.06.1995 gün, 1994/3927 E., 1995/1755 k. sayılı kararı ile;  “Bu durumda, ...`nin bilinen adreste bulunamaması, İstanbul`dan almış olduğu fason işçilik faturalarını düzenleyen şahısların adreslerinde bulunamaması ve muhasebecisinin sadece kanaate dayalı olarak ...`nin fason işçilik yapmadığına dair ifade vermesi bu faturaların sahte ve içeriği itibariyle yanıltıcı belge olduğunu göstermeye yeterli olmadığı gibi ilgili dönemde 672.792.316 liralık fason işçilik yaptıran yükümlü şirketin iş kapasitesi ve üretim gücü incelenmeden 238.069.250 liralık faturanın şişirilmiş ve gerçeği yansıtmayan fatura olduğunu kabul etmek, bulunan matrah farkının varsayıma dayandığını göstermektedir. Belge düzenleyenlere ulaşılamaması durumunun sadece “mükellefler lehine” yorumlanmadığı, VUK Md. 3/B’de yer alan olayın gerçek mahiyetine ulaşılmaya çalışıldığı bir vakıadır. Nitekim, buna örnek bir ihtilafta Danıştay 3. Daire bir mükellefin kullandığı belgeleri düzenleyenlere ulaşılamamasına rağmen ihtilafa konu belgelere ilişkin sair delil ve karinelerden hareketle aşağıdaki gerekçelerle tarhiyatın bir kısmını onarken bir kısmını kaldırmıştır: “... Ltd. Şti'nin "..." adresinde bulunan büro işyerinde şirket müdürü ... nezdinde düzenlenen 9.12.1997 tarihli akaryakıt sayım tutanağı ile ... Rafinerisinden ve piyasadan alınan petrol ürünlerinin şirket tarafından kiralanan araçlarla üçüncü kişilere pazarlandığı bu faaliyetin toptan olduğu, sipariş üzerine çalışıldığından 9.12.1997 tarihi itibarıyla herhangi bir emtia stokunun bulunmadığının saptanmasından sonra aynı adrese ve şirket ortağı ...'in adresine gönderilen defter-belge ibrazına ilişkin 25.12.1997 tarih ve 1997.-32.141 sayılı yazının; şirket ve ortaklarının bu adresten ayrılmış olması ve yeni adreslerinin bilinmemesi nedeniyle tebliğ edilememesi üzerine şirketin, anlaşmalı matbaaya bastırılmış olduğu faturaların gerçek bir mal teslimine dayanmadığı kabul edilerek, fatura tutarının giderlerden çıkarıldığı anlaşılmakta olup, faturayı düzenleyen şirketin adresinden ayrıldığına ilişkin tespitler düzenlenen faturaların sahte olduğunu ispata yeterli bulunmadığından cezalı tarhiyatın ... Ltd. Şti'ne ait 1.173.869.400.- TL tutarlı faturadan kaynaklanan matrah farkına ilişkin olarak temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar temyize konu vergi mahkemesi kararının söz konusu hüküm fıkrasının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.  ... Limited Şirketi hakkında düzenlenen vergi tekniği raporunda, şirketin mal aldığı firmaların faturalarını basmış görünen matbaa nezdinde yapılan karşıt incelemede bu faturaların bir kısmının sözü edilen matbaada basılmadığı, orjinal basılan faturaların seri ve sıra numarası ile aynı ancak tip olarak farklı sahte faturaların da basılmış olduğunun saptanması üzerine tüm alışlarının sahte olduğu sonucuna varılan şirketin işyerinin kiralık olması, depo, ardiye, şube işyeri, nakliye aracı ve işçisinin bulunmaması, anlaşmalı matbaaya bastırdığı … sıra numaralı faturaları da ibraz etmemesi hasılat faturalarının da gerçek bir mal teslimine dayanmadığını göstermekte olup adı geçen şirket tarafından düzenlenen 7.9.1997 tarih ve 49048 no'lu … TL tutarlı akaryakıt faturasını gider kaydederek dönem kazancını azaltan davacı şirket adına bu faturadan kaynaklanan matrah farkına dayalı olarak yapılan cezalı tarhiyatı kaldıran vergi mahkemesi kararının bu kısmında yasaya uygunluk görülmemiştir.”

Bir kısım vergi mahkemesi kararlarında ise,  sahte fatura düzenleyicisi olduğu iddia edilen …… Elektrik Elektronik İnş. Ltd. Şti.den  alınan   faturaların   Ba Bs  Formlarında gösterilmeyişi  nedeniyle   sahte fatura  olduğu kabul edilmek  suretiyle  anılan  firmalardan  alınan  faturalarda yer alan KDV’lerin indirimlerinin reddedilmesi suretiyle yapılan KDV tarhiyatında yasal isabet  bulunmayıp kaldırılması  gerekmektedir.  Şeklinde karar verilmiştir.[9] Nazlı Gaye Alpaslan

https://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/sahte-fatura-kullanimi-ve-bankadan-yapilan-odemeler/haber-22848

---------------

[1] Ayrıntılı açıklamalar için bkz. YENİSEY Feridun-GÜNEŞ Gülsen-ŞİRİN Ertunç,  Anayasadan Mali ve Vergisel Beklentiler, XII Levha Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Haziran 2012, s.262-263

[2] Bkz. İzmir 3. Vergi Mahkemesi kararı,  10.4.2013 gün ve E:2012/1553-K:2013/474 sayılı karar.   Bu  karara göre, sahte fatura kullanıldığı iddiasıyla yapılan cezalı  tarhiyat  mükellef  lehine iptal edilmiştir.

[3] Bkz.  BAYKARA Bekir, Teori ve Pratik Yönleriyle Vergi ve Vergi Ceza Hukuku, Maliye ve Hesap Uzmanları Derneği Yayını, s.366

[4] Bazı  vergi mahkemeleri  ve Danıştay daireleri kararlarında  kesilen 3 kat  cezalı tarhiyatı  1 kata dönüştürmektedir.

[5] KIZILOT Şükrü-KIZILOT Zuhal, Vergi İhtilafları ve Çözüm Yolları, Yaklaşım Yayıncılık, Ankara, s.780-805

[6] Konuyla ilgili  213 sayılı VUK’nun  306 seri nolu genel tebliği incelenmelidir.

[7] Ayrıntılı açıklamalar için bkz. ÖZYER M.Ali, Vergi Usul Kanunu Uygulaması, 4. Baskı Mart 2008, s.910

[8] Çetinkaya Hukuk Ofisi Sirküleri- Vergi Uyuşmazlıkları, 2012/10-02-01

[9] Bkz. İzmir 4. Vergi Mahkemesi kararı,  19.7.2013 gün ve E:2012/45-K:2013/941 sayılı karar.

Emeklilik dilekçesine dikkat! Yılbaşından önce dilekçe verenler 2018 Ocak ve temmuz zamlarıyla birlikte Ocak 2019 zammından da faydalanabilecek. Böylece yüksek zam oranları nedeniyle emekli maaşında kârlı olacaklar.

Emekli aylığının hesaplanmasında temel alınan kriterlere göre emeklilik dilekçesinin verildiği tarih önem kazanır. Yılsonunda veya yılbaşında emeklilik dilekçesi verilmesi, bağlanacak aylık miktarını değiştirir. Bu kapsamda emekli aylığı ocak-haziran döneminde emeklilik başvurusu yapılmışsa ocak ayında emekli aylıklarına yapılan zam oranı kadar zamlanarak bağlanır.

NASIL HESAPLANIYOR?

31 Aralık 2018’e kadar emeklilik dilekçesi veren kişilerin emekli aylıkları 2017 yılı güncelleme katsayısıyla hesaplanacak, daha sonra Ocak ve Temmuz 2017’de yapılan zamlarla net tutara ulaşılacak ve bir de ocaktaki zam aylığa yansıtılacak. Dolayısıyla 31 Aralık 2018’e kadar emekli dilekçesi veren kişiler 2017’nin güncelleme katsayısına göre hesaplanan aylıklarını alacaklar. 1 Ocak 2019 ve sonrasında emekli dilekçesi veren kişilerin aylıkları ise 2018 güncelleme katsayısıyla hesaplanacak. Diğer yandan 2019’da dilekçe verenlerin aylıklarına ocak zammı da yansıtılacak ve bu maaşlarına olumlu olarak etki yapacak.

Kıdem tazminatı tavanı ocak ayında ciddi artacak

Emekli aylığı açısından aralık ayı daha avantajlı gözükse de, işçiler için emeklilik nedeniyle işten ayrılanların kıdem tazminatı alabildiği ve kıdem tazminatı tavanının da ocak ayında artacağı dikkate alındığında maaşları 2018 yılı için kıdem tazminatı tavanı olan 5.434 TL’nin üzerinde olan kişilerin ince bir hesap yapması gerekiyor. Zira bu tutar ocak ayında önemli ölçüde yükselecek.

Yılbaşından önce yapan kârlı çıkacak

Büyümenin yüksek, enflasyonun düşük olduğu yıllarda emekli dilekçesinin yılbaşından sonra verilmesi daha doğru olacaktır. Bu sayede büyüme oranının yüksek olması güncelleme katsayısını artıracağı için yılbaşında dilekçe vermek avantajlı oluyor. Büyümenin düşük olduğu yıllarda ise aralıkta dilekçe verilmesi daha avantajlı oluyor. Yılbaşından önce dilekçe veren kişiler 2018 yılı ocak ve temmuz zamlarıyla birlikte Ocak 2019 zammından da faydalanabilecek ve bu yılki yüksek zam oranları nedeniyle daha kârlı olacaklar. Ocak ayında dilekçe verenler ise 2018 güncelleme katsayısıyla primlerini güncelletecekler ancak yalnızca ocak ayında yapılan zam oranlarından faydalanabilecekler. Diğer yandan büyüme rakamlarının netleşmesiyle bu hesap daha da kesinleşiyor. Okan Güray Bülbül

https://www.aksam.com.tr/yazarlar/okan-guray-bulbul/yuksek-maas-icin-emeklilik-dilekcesinin-tarihine-dikkat/haber-793643

En çok soruların başında bugünlerde 2019 yılında emekli olalım geniş yer tutuyor.

Özellikle Kasım Tüketici Fiyatlarına göre emekli maaşlarındaki artışları, Aralık ayının ilk haftasında belirlenecektir.

Ekim ayına ait veriler Kasım ayının ilk haftasında açıklanmış,%12,26 oranında zam ufukta görülmüş en iyi ve kötü senaryo ile %10 altına düşmeyecek gibi görünüyor.

Merkez Bankası yıl sonu tahmini enflasyon değerleri ve gelişme hızının %3-%4 olarak seyretmesiyle birlikte, sigorta matrahları asgari ücret, üstüne göre 2019 yılı alacakları fazla emekli aylığı kişilere göre değişiklik göstermektedir.

Bunun için danışmanlık almak isteyenler özellikle 4/a-SSK dediğimiz kişilerin matrahları, Ocak ayına kadar çalışma planları dikkate alınarak 2019 yılı GH dahil enflasyonlu tablo ile bulunan değerle birlikte tahmini emekli aylıklarını hesaplaması gerekir.

Örnek:

Asgari ücretle çalışan sigortalı alt sınır aylıklarına takılması halinde 2019 yılı tahmini zammını kullanarak bulduğumuz rakamla,2019 yılı Güncellenen kazançlar taşınmasıyla 50 lira ile 100 lira arasında emekli aylığı değişecektir. Bu arada Aralık ayında emekliliği hak ediyorsa Ocak maaşı alamayacaktır. Aynı zamanda 2018 yılı zamları ve 2019 yılı zammı ilave edilerek maaşı hesaplanmayacak, sadece 2019 yılı zammı hesaplanacaktır. Mukayese etmesi için 2018 yılı zamları ve Ocak 2019 yılı muhtemel zam kullanarak emekli maaşını hesaplamalı,2019 yılında emekli aylığı alacak ise 2019/Şubat eline geçen emekli maaşı ile aradaki farkı mukayese ederek, kayıp edilen maaşın en az kaç ayda geri kazanımı olacağını belirlemesi gerekir.

Örnek:

Yüksek ücretle çalışanlarda ise 10 Bin gün yakın çalışma süresi olan göstergesi tavan dediğimiz sigorta primine esas ücret ödeyenlerde ise;

2018 yılı sonu emekli olduklarında kayıp oranları TÜFE/GH bakılarak değerlendirilecektir.

2019 yılı emekli olmaları halinde elde edecekleri maaş farkları ise 225 lira-470 lira arasında olacaktır.

Bu durumda sonuçlar bize kişilerin ellerine geçecek farklı emekli aylıklarının her sigortalı için farklı olacağını bununda hesaplama yöntemi ile belirlenecektir.

Özellikle asgari ücretle emekli olanlar ile emekli aylıkları 2 Bin ila 3Bin arasında bağlanacak olanlar Eylül'den geçerli emekli aylıklarında tercihlerini 2019 için kullanmamışlar,2019 yılının Kasım ayında hak eden asgari ücretliler Kasım-Aralık ve Ocak kayıplarını geri alma sürelerinin uzun olması ve farkın düşük olmasından dolayı 2018 yılını tercih edenler de olmuştur.

Bir çok okurumuz için Kasım sonu emekliliği düşünenler Aralık ve Ocak emekli aylığı kaybı, aradaki kazancın geriye alınması süresinin tahmini uzunluğu, emekli aylığının ömür boyu verilmesi gibi nedenleri de göz önüne alarak tercihlerini 2019 yılına çevirenlerde var.

Konu hassas olduğu için planlamada matematiksel verilere dayanmaktadır.

Tabi ki önümüzde iki aylık sürede bu düşünülmesi gerekir. VEDAT İLKİ This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.  

05415161962 tel/whatsapp https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=9242

Pazartesi, 19 Kasım 2018 13:10

Kazasız İşverene Teşvik

İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu hayata geçtiğinde hukuki olarak iş sağlığı ve güvenliği açısından büyük bir adım atılmıştı. Ancak iş sağlığı ve güvenliğinde önemli olan hukuki düzenlemeler değil, iş sağlığı ve güvenliği bilinci ve kültürünün gelişimidir. İş sağlığı ve güvenliği bilinci ve kültürünün gelişimi sağlanmadan hukuki çerçevenin yeterliliğinin sonuç doğurması mümkün değildir.

Bu bilinç ve kültürün oluşması adına 2012 yılından bu yana pek çok uygulama, proje hayata geçti. İş yerlerinin daha güvenli olması adına pek çok adım atıldı. Bu uygulamalardan bir tanesi de, iş kazası yaşamayan işverenlerin ödüllendirilmesi. Bu çerçevede üç yıl boyunca 10’dan fazla çalışanı bulunan ve çok tehlikeli sınıfta yer alan iş yerlerinde ölümlü veya sürekli iş göremezlik gelirinin bağlanmasına neden olan kaza yaşanmamışsa işverene prim teşviki sağlanacak.

Hangi işyerleri kapsamda?

Uygulama çerçevesinde prim teşvikinden çok tehlikeli sınıfta yer alan ve 10’dan fazla çalışanı bulunan iş yerleri faydalanacak. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu iş yerlerini tehlike sınıfına göre üçe ayırıyor. Çok tehlikeli, tehlikeli ve az tehlikeli olarak iş yerleri sınıflandırılıyor. Çok tehlikeli iş yerleri madenler, inşaat şantiyeleri gibi pek çok risk unsurunu bulunduran iş yerleri. Çok tehlikeli sınıfta yer alan ve 10’dan fazla çalışanı bulunan iş yerleri teşvikten faydalanabilecek. Tehlikeli ve az tehlikeli sınıfta yer alan iş yerleri için teşvik uygulaması söz konusu değil. Türkiye genelinde birden fazla çok tehlikeli sınıfta faaliyet gösteren iş yeri bulunan işverenlerin çalışan sayısının 10’dan fazla olup olmadığının tespitinde, bu iş yerlerinin çalışan toplam sigortalı sayısı esas alınacak. Dolayısıyla, birden fazla çok tehlikeli sınıfta iş yeri bulunan işverenler bu iş yerlerinin toplam çalışan sayısı üzerinden değerlendirilecekler.

Kaza olmaması gerekiyor

Kapsamdaki iş yerlerinin üç yıl süreyle ölümlü veya sigortalıya sürekli iş göremezlik geliri bağlanmasına neden olacak iş kazası yaşanmaması halinde teşvikten yararlanılması mümkün. Yani çok tehlikeli sınıfta yer alan ve 10’dan fazla çalışanı bulunan iş yerlerinden 15 Ocak 2016 ve öncesinde faaliyete başlamış ve 2018 yılının Aralık ayına kadar ölümlü veya sigortalıya sürekli iş göremezlik geliri bağlanmasına neden olacak nitelikte iş kazası yaşanmamış olanlar 2019 yılının ocak ayından itibaren teşvikten yararlanmaya başlayabilecekler. Bu iş yerleri için teşvik 2019 yılının ocak ayından itibaren başlayacak ve 3 yıl süreyle uygulanacak. İşveren gerekli koşulların devamı halinde 3 yıllık süre boyunca teşvikten yararlanabilecek.

‘3 yıl’ hesabı 2017 başından

15 Ocak 2016 sonrasında faaliyete başlamış iş yerleri ise teşvikten gerekli koşulları sağlamaları halinde 2020 yılının ocak ayından itibaren yararlanmaya başlayabilecek. Yani bu durumdaki iş yerleri için 3 yıllık süre 2017 ocak ayından itibaren işlemeye başlayacak ve 2020 yılının ocak ayından itibaren de teşvikten yararlanmak mümkün olacak. İşyerleri 2016 Ocak’a kadar geçen süre için herhangi bir talepte bulunamayacaklar.

Teşvik miktarı ne kadar?

Teşvikten yararlanabilecek iş yerlerinde çalışan işçilerin teşvik süresi boyunca işsizlik sigortası primlerinin işveren hissesinin yarısı devlet tarafından karşılanacak. 2018 yılı için asgari ücretli bir işçinin işsizlik sigortası prim miktarının yarısı aylık 20.29 TL. Teşvikten yararlanacak iş yerlerinde bu tutar devlet tarafından karşılanacak. İşçinin brüt ücreti arttıkça teşvik miktarı da artacak. Teşvik kapsamında işverenin bir işçi için yararlanacağı tutar 152.2 TL’yi bulacak.

Teşvik süresi ne kadar?

Çok tehlikeli sınıfta yer alıp üç yıl boyunca ölümlü veya sürekli iş göremezlikle sonuçlanan iş kazası meydana gelmeyen iş yeri işverenleri, teşvikten takip eden takvim yılından itibaren üç yıl boyunca yararlanabilecekler. Bu süre içerisinde teşvikten yararlanmayı engelleyen bir kaza yaşanırsa bir sonraki 3 yıl için destekten yararlanılması mümkün olmayacak.

Başvuruya gerek bulunmuyor

Teşvik kapsamındaki iş yerlerinin teşvikten faydalanmak için başvuru yapmaları gerekmiyor. SGK kendisine yapılan iş kazası bildirimlerinden iş kazalarını inceleyecek ve 3 yıl süreyle ölüm veya sigortalıya sürekli iş göremezlik ödeneği bağlanmasını gerektiren bir iş kazası yaşanmamış iş yerlerinde teşviki otomatik olarak uygulayacak. Bu süreç içerisinde işveren çalıştırdığı işçiler için işsizlik sigortası primi ödemeyecek. Teşvik alırken şartlardan bir veya birkaçının ortadan kalkması nedeniyle yararlanamaz hale gelen iş yerlerinin ise yeniden teşvikten yararlanabilmek için başvuru yapması gerekecek.

Saklayana 5 yıl teşvik yok

Teşvikten yararlanmak adına iş yerinde yaşanan iş kazalarını bildirmediği tespit edilen iş yerleri 5 yıl boyunca bu teşvikten men edilecekler. Ayrıca teşvikten yararlanırken yaşanan iş kazasını bildirmediği veya geç bildirdiği tespit edilen iş yerlerinden yararlandırılan teşvik tutarları gecikme faiziyle birlikte geri istenecek. Cem Kılıç

http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/kazasiz-isverene-tesvik-2777546/

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • KDV İadelerinde Yeni Düzenlemeler KDV (Katma Değer Vergisi), Türkiye'de işletmelerin alışveriş yaptıkları mal ve…
  • E-Defterlerin Yüklenmeme - Yanlış Kayıt Riskleri (Mücbir Sebepler Hariç) 2025 Hesap Döneminden İtibaren Bilanço Esasına Tabi Mükellefler E Defter…
  • E-Fatura Yerine E-Arşiv/ Kağıt Fatura Düzenlenmiş Olması Hali * Fatura İçeriği Mal Teslimi/ Hizmet İfasının Yapılmadığı Anlamına Gelmez…
Top