Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Daha önce davanın kazanılması halinde avukatların karşı taraftan aldığı ücretin KDV’ye tabi olmayacağı yönünde Vergi Mahkemesi kararı olduğunu ele almıştım. Ancak Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu 2017/680 Esas ve  2018/2 Karar numaralı Kararı ile Vergi Mahkemesinin görüşüne katılmayarak işlemin KDV’ye tabi olacağı yönünde karar vermiştir.

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun 2017/680 Esas ve  2018/2 Karar numaralı Kararına göre,

“… Dava, 26.4.2014 tarih ve 28983 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinin "Avukatlık Ücretleri" başlıklı I-B-4. bölümünde yer alan "...Avukatlar aldıkları bu para için davayı kazanana serbest meslek makbuzu düzenler ve makbuzda alınan tutar üzerinden KDV hesaplayıp ayrıca gösterirler. Mahkeme kararında "KDV hariç" şeklinde bir ifadenin yer almaması halinde, vekalet ücretinin KDV dahil olduğu kabul edilir ve iç yüzde oranı uygulanmak suretiyle hesaplanan KDV, düzenlenen serbest meslek makbuzunda gösterilir." şeklindeki kısmının iptali istemiyle açılmıştır.

Danıştay Dördüncü Dairesi, 23.5.2017 gün ve E:2014/4695, K:2017/4767 sayılı kararıyla; davalı idarenin usule ilişkin itirazları yerinde görülmeyerek işin esasına geçildiği, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 65'inci maddesi, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 1'inci ve 164'üncü maddeleri, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 1'inci maddesinin 1'inci fıkrası ile 20'nci maddesinin 4'üncü fıkrası hükümleri uyarınca avukatlık mesleğinin, serbest meslek faaliyeti; bu meslekten elde edilen kazancın da serbest meslek kazancı olduğu, serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin ise katma değer vergisine tabi bulunduğu, mahkemelerce hükmolunan avukatlık ücretinin, katma değer vergisine tabi olup olmadığı hususuna gelince;

3065 sayılı Kanunun 1'inci maddesine göre serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin katma değer vergisine tabi olduğu konusunda tartışma bulunmadığı, mahkemelerce, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi esas alınarak hükmolunan ve 1136 sayılı Kanunun 164'üncü maddesi uyarınca avukata ait olan avukatlık ücretinin ise avukatın müvekkiline verdiği avukatlık hizmetinin bir parçası olup, doğrudan müvekkile verilen hizmet nedeniyle hak kazanılan bu ücreti, müvekkilin değil de davayı kaybeden tarafın ödüyor olmasının, ücretin, davayı kazanan tarafa verilen hizmetin karşılığı olması gerçeğini değiştirmeyeceği, söz konusu avukatlık ücretinin, davayı kaybeden, buna bağlı olarak da avukatlık ücretini ödeyen taraf bakımından yargılama gideri niteliğinde olmasının da bu ücrete hak kazanan avukat bakımından serbest meslek kazancı olması vasfını değiştirmeyeceği, bu durumda, mahkemelerce tarifeye göre hükmolunan avukatlık ücretinin katma değer vergisine tabi olduğu sonucuna ulaşıldığı, 3065 sayılı Kanunun 20'nci maddesinin 4'üncü fıkrası uyarınca, belirli tarifeye göre fiyatı tespit edilen işlerde, tarife bedelinin katma değer vergisi dahil edilerek tespit olunacağının açıkça hüküm altına alınmış olması karşısında, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre hükmolunan avukatlık ücretinin içerisinde katma değer vergisinin de bulunduğu, dolayısıyla bu verginin ayrıştırılarak serbest meslek makbuzunda gösterilmesi gerektiği; nitekim, 28.11.2002 tarih ve 24950 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin, "Bu tarifede yer alan ücretlere 3065 sayılı Kanun hükümleri gereği katma değer vergisi ayrıca ilave edilir" kuralını içeren 21'nci maddesinin iptali istemiyle açılan davada; Danıştay Sekizinci Dairesinin 5.11.2004 gün ve E:2003/4002, K:2004/4219 sayılı kararıyla; 3065 sayılı Kanunun 20'nci maddesinin 4'üncü fıkrası uyarınca tarifeye bağlı işlerde, katma değer vergisinin tarifede belirtilen ücrete dahil olduğu gerekçesiyle dava konusu düzenlemenin iptali yolunda verilen kararın kesinleştiği, yine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 6.10.2005 gün ve E:2005/1580, K:2005/2294 sayılı kararında da 3065 sayılı Kanun uyarınca, belli bir tarifeye göre alınan ücrete katma değer vergisinin dahil olduğu yönünde karar verildiği, yukarıda yer alan açıklamalar ile yargı kararları dikkate alındığında, mahkemelerce Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca hükmolunan avukatlık ücreti, serbest meslek faaliyeti kapsamında katma değer vergisine tabi olup, ücrete dahil olan katma değer vergisinin ayrıştırılarak beyan edilmesi gerektiği, davanın, söz konusu avukatlık ücreti için serbest meslek makbuzu düzenlenmesi gerekip gerekmediği ve düzenlenecekse kimin adına düzenleneceğine ilişkin kısmına gelince; 213 sayılı Kanunun 236 ve 237'nci maddelerinde serbest meslek makbuzlarına ilişkin ayrıntılı düzenlemelere yer verilerek; hangi şartlarda, kime ve nasıl düzenleneceğinin açıkça gösterildiği, ihtiva etmesi gereken bilgilerin sayıldığı, buna göre hükmedilen vekalet ücretinin tahsili sırasında serbest meslek makbuzu düzenlemesinin yasa gereği olduğu, nitekim Danıştay Dördüncü Dairesinin hükmolunan vekalet ücretinin tahsiline dair benzer bir davada verdiği 20.12.2006 gün ve E:2006/2237, K:2006/3102 sayılı kararında da hükmolunan avukatlık ücreti için serbest meslek makbuzu düzenlenmesi gerektiğine karar verildiği, yukarıda değinilen hükümler uyarınca, avukatın hukuki yardımından müvekkilinin yararlanması, diğer bir deyişle hizmetin davayı kazanana ifa edilmesi nedeniyle davayı kazanan adına serbest meslek makbuzu düzenlenmesi gerektiği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.

Davacı tarafından; Avukatlık Kanununa göre haklı çıkan tarafın avukatına ait olan vekalet ücretinin gelir vergisi açısından serbest meslek kazancı olmasına rağmen hem verilen bir hizmetin karşılığı olmaması hem de hizmet verilen kişiden tahsil edilmemesi sebebiyle katma değer vergisinin konusuna girmediği, mesleki faaliyetin yürütülmesi ve karşı vekalet ücretinin hesaplanması bakımından serbest avukatlar ile ücretli veya kamuda çalışan avukatlar arasında bir ayrım bulunmadığı, gerçekte ödemeyi yapmayan davayı kazanan taraf adına serbest meslek makbuzu düzenlenmesinin bir takım hukuki sorunlara yol açacağı, katma değer vergisini kimin ödeyeceğinin belli olmadığı, avukatların tahsil etmedikleri vergiyi ödemek zorunda kalacakları, müdahil tarafından; Anayasaya aykırılık iddiasını dahi tartışmayan kararın eksik inceleme ve hatalı değerlendirmeye dayandığı, dava konusu düzenlemenin, serbest meslek makbuzunun borçlu adına düzenlenmesini öngören 375 sayılı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile çeliştiği ileri sürülerek Daire kararının bozulması istenmiştir…

Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, tebligat işlemleri tamamlandığından yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca karar verilmesine ve duruşma yapılmasına gerek görülmeyerek, dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

Dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçesi yukarıda açıklanan Danıştay Dördüncü Dairesinin, 23.5.2017 gün ve E:2014/4695, K:2017/4767 sayılı kararı, aynı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş olup temyiz dilekçelerinde ileri sürülen iddialar, kararın bozulmasını gerektirecek durumda görülmemiştir. Bu nedenle, temyiz istemlerinin reddine, 17.1.2018 gününde oyçokluğuyla karar verildi.”

Bu karara muhalefet eden karşı oyda ise, ''karşı vekâlet ücretinin'' ödeyen için bir hizmet karşılığı ödenmediği, davayı kaybedenin, kazanan tarafın avukatına ödenen vekâlet ücretinin tamamen HUMK ile Avukatlık Kanunu’na göre ve mahkeme kararına istinaden ödendiği, üstelik gerek Yasal düzenlemeler ve gerek Yargıtay içtihatlarında belirtildiği gibi, bu ödenen tutarın özel hukuk açısından, mahkeme kararı ile belirlenen bir alacak niteliğinde olmadığı ve davaya konu alacağın fer’i niteliğinde yargılama gideri sayılması, aynı zamanda, Anayasa'nın 73.maddesinde ''vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir ve kaldırılır'' düzenlemesiyle ortaya konulan ''verginin yasallığı ilkesi''ne aykırı olarak, vergi yükümlülüğünün konusu, yükümlüsü, matrahı ve oranı gibi unsurların yanında vergiden doğan ödev ve usul ilişkilerinin yasayla değil de Genel Tebliğ ile uygulamaya sokulmasının, Anayasa'nın sözü edilen hükmüne ve KDV Kanununun yukarıda zikredilen ilgili maddelerinin lafzına ve ruhuna aykırılık teşkil edeceğinden, dava konusu Genel Tebliğin ''...vekalet ücretinin KDV dahil olduğu kabul edilir ve iç yüzde oranı uygulanmak suretiyle hesaplanan KDV, düzenlenen serbest meslek makbuzunda gösterilir'' kısmının "davayı kazanana" ifadesi açısından iptali gerekirken aksi yönde verilen Daire kararının bozulması gerektiği oyuyla Karara katılmamıştır.

Kanaatimizce de, ortada karşı tarafa verilen bir hizmet ifası olmadığı için işlemde KDV doğmamalıdır. Ancak, Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu, davayı kaybeden karşı taraftan alınan ücreti müvekkile verilen hizmet karşılığı gibi görerek işlemde KDV olduğunu karara bağlamıştır. Dolayısı ile bundan sonra davayı kaybeden karşı taraftan alınacak ücretler için de ayrıştırma işlemi yapılarak KDV hesaplanacaktır. Ekrem Öncü 

http://m.borsagundem.com/yazarlar/avukatlar-davayi-kaybeden-taraftan-aldiklari-paralar-icin-de-kdv-odeyecek-yazisi/1364605

Pazartesi, 26 Kasım 2018 13:05

Vergide E-Tebligat Problemler

6009 sayılı yasa gelir vergisi yasası ile bir kısım vergi kanunları ve  kanun hükmünde kararnamelerde değişiklikler yapmıştır. Toplam 63 maddeden oluşan  bu torba yasa geçmiş dönemde birçok yasada aksayan  ve düzeltilmesi gereken  hükümleri düzeltmiş niteliktedir.

Torba kanun diye adlandırılan 6009 sayılı yasa 01.08.2010 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.[1] Bu yasada  Gelir İdaresi Başkanlığı bir kısım tebligatları elektronik olarak mükelleflere tebliğ etme yetkisini almış bulunmaktadır.[2]

6009 sayılı yasaya  göre, vergi idaresi tarafından mükelleflere yapılacak birçok tebligat bundan böyle elektronik olarak yapılmaya  başlanacaktır.[3]  Vergi daireleri bu sayede birçok kırtasiyecilikten kurtulmuş olacaktır.  Mükellefler de artık kağıt ortamdaki tebligat yerine kendilerine, idare tarafından kendi e-posta adreslerine tebligat atılmış ve yapılmış olacaktır. Daha doğrusu e-tebligat gerçekleşmiş sayılacaktır.  

SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu) tarafından birçok işverene ve hatta birçok sigortalıya (e-posta adresleri kurumda bulunan) elektronik ortamda kendi durumları ile ilgili olarak bazı tebligatların  yapıldığı son 1 yıldır görülmektedir.  Gerçekten de elektronik tebligat son derece hızlı ve  çağdaş bir tebligat yöntemi olarak ortaya çıkmaktadır. 

E-tebligatın kendine has kolaylıkları olmasına rağmen  pratik bir tebligat sistemidir.  Klasik ortamda yapılan tebligatların uygulamada birçok sakıncaları bulunduğu ve bu  tebligatların bir bölümünün yargıya taşındığı zaman, zaman zaman da  iptal edilmiş olduğu görülmektedir.[4] 

6009 sayılı torba kanun ile  VUK’nunda yapılan düzenleme gereği e-tebligat ilkeleri konusunda usulleri düzenleme yetkisi Maliye Bakanlığına verilmiş bulunmaktadır. Maliye Bakanlığı da 6009 sayılı yasadan almış olduğu bu  yetkiye istinaden  e-tebligatın ilke ve yöntemlerini önümüzdeki günlerde belirleyip bir genel tebliğ ile kamuoyuna duyuracaktır.[5]

Maliye Bakanlığı’nın yayımlayacağı genel tebliğde e-tebligatla ilgili kanunda verilen yetkiyi aşan  yeni kurallar getirmeyeceği düşüncesindeyiz. Eğer, Maliye Bakanlığı kendisine verilen yetki sınırlarını aşan  ölçüde  bir takım kurallar ihdas etmesi halinde 6009 sayılı yasa ile  çelişecektir.  Ne var ki, uygulamada birçok vergi mükellefinin bırakınız e-posta adresini, internet sitesi dahi bulunmamaktadır.  Birçok şirket  hariç, gelir vergisine tabi şahıs işletmelerini e-posta adresinin bulunmadığı gerçeği dikkate alındığında bu uygulamanın ne derece başarılı olacağı tartışmalıdır.

İşin bir başka boyutu da  mükelleflerin vergi ile ilgili işlemlerini bugün itibariyle mali müşavir ve muhasebeciler,  yeminli mali müşavirler elektronik ortamda yerine getirmektedir.  Anlaşılan o ki, Maliye Bakanlığı bundan böyle bütün işlemleri elektronik ortama taşıma niyeti içerisindedir.  Özellikle 1/1/2010 tarihinden  itibaren KDV iade/yüklenim listelerinin  VEDOP ortamında Maliye Bakanlığı’na yollandığı uygulaması dikkate alındığında  bütün vergileme ve muhasebe işlemleri elektronik ortama dahil edilmiş durumdadır.

E-tebligatla ilgili çeşitli tereddütlerimiz bulunmaktadır. Buna göre, Türkiye çapında bütün vergi beyannameleri ile ilgili iş ve işlemlerin 3568 sayılı yasaya göre unvan almış meslek mensupları tarafından  icra edildiği bilinmektedir.  Bazı meslek mensuplarının  defterini tuttukları mükelleflerin  mutlak surette “sözleşme” yapmaları ve aynı zamanda  defterini tuttukları ve müşavirliğini yaptıkları bu gerçek ve tüzel kişilerin  genel vekaletnamelere sahip olmaları zorunludur.  Öte yandan, e-tebligat konusunda idarenin  mutlak surette her meslek mensubu ile “tebligat sözleşmesi” yapması  gerekliği kanısındayız.  Geçmiş dönemlerde 213 sayılı VUK’na eklenen hüküm ile “iletilerin” tebligat yerine geçeceği yasaya  eklenmiştir.  Bu iletiler elektronik ortamda mükellefe  ve aynı zamanda meslek mensubuna yapılmış addedilmiştir.  Burada meslek mensubunun bu müşteri ile sözleşmesinin olmaması halinde veya vekaletnamesine sahip olmaması halinde durum ne olacaktır? Bu durum düşündürücüdür. Hatta, zaman zaman meslek mensubu ile mükellefi arasındaki hizmet sözleşmesi  yenilenmediği takdirde veya  bu sözleşme iptal edildiği takdirde yapılan  iletiler ve tebligatlar ne olacaktır? Bunlar uygulamada her zaman ortaya sorun olarak gelmektedir.[6]

E-tebligattaki amaç daha ziyade mükellefin veya meslek mensubunun konudan, mükellef ve mükellefiyetle ilgili durumlardan haberdar edilmesidir.  Vergilendirme ile ilgili olup, hüküm ifade eden bütün vesikaların  mükellefin veya muhasebecisinin e-posta adresine iletilmesi tebliğ yerine geçmektedir. Bu ileti mükellefe  iletilmeyip muhasebecisine iletilirse durum tebliğ yerine geçecek midir? Ya da bu iletiler, mükellefin e-posta adresine bırakılması halinde  ne sürede ve hangi koşullarda tebliğ edilmiş sayılacağı muğlaktır.

Maliye Bakanlığı’nın e-tebligat uygulamalarını çok yönlü düşünüp buna göre uygun bir e-tebligat yönetmeliği  veya genel tebliği hazırlamasında yarar vardır.  Tebligat birçok işlem için başlangıcı ve baz hareket tarzını belirleyen önemli bir eşiktir. Maliye Bakanlığı’nın bu  konuda  kendi taşra örgütünden  ve mesleki kurumlardan, TÜRMOB’dan  ve üniversitelerden  bilgi alarak  e-tebligat işlemlerini  düzenlemesinde  yarar vardır. Nazlı Gaye Alpaslan

https://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/-vergide-etebligat-problemler/haber-23084

-------------

[1]6009 sayılı kanun  23/7/2010 tarihinde  kabul edilmiş olup 1/8/2010 tarihli resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Kanunun  tam adı: Gelir Vergisi Kanunu İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanundur.

[2]6009  sayılı yasa md. MADDE 7- 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununa 107. maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki 107/A maddesi eklenmiştir.

“Elektronik ortamda tebliğ: MADDE 107/A- Bu Kanun hükümlerine göre tebliğ yapılacak kimselere, 93 üncü maddede sayılan usullerle bağlı kalınmaksızın, tebliğe elverişli elektronik bir adres vasıtasıyla elektronik ortamda tebliğ yapılabilir. Maliye Bakanlığı, elektronik ortamda yapılacak tebliğle ilgili her türlü teknik altyapıyı kurmaya veya kurulmuş olanları kullanmaya, tebliğe elverişli elektronik adres kullanma zorunluluğu getirmeye ve kendisine elektronik ortamda tebliğ yapılacakları ve elektronik tebliğe ilişkin diğer usul ve esasları belirlemeye yetkilidir.”

[3]SARISU Ekrem, “Vergide Elektronik Tebliğ Dönemi Başlayacak”, Posta Gazetesi, 30.07.2010.

[4]Bir yargı kararında elektronik olarak yapılan tebligatların muhatabına bizzat tebliğ edilmesi gerektiği karar altına alınmıştır. Özellikle elektronik ortamda  meslek mensupları tarafından şifre ve parola ile alınan tahakkuk fişlerinin  tebligat yerine geçmeyeceği sadece  bilgi amaçlı bir bilgisayar çıktısı olduğu bilinmektedir.  Bilgisayar üzerinden  mükellef adına çıkarılan  vergi ve ceza ihbarnamelerinin  mükelleflere  posta veya memur eli ile tebliğ edilmesi ayrıca gerekmektedir.

[5]Bkz. 213 sayılı VUK mük. md.355

[6]Bkz 213 sayılı VUK md.28 (5228 sayılı yasanın 3. maddesi ile eklenen bent hükmü). Ve ilgili  olarak bkz. VUK GT Seri No:340.

Pazartesi, 26 Kasım 2018 13:00

Son 1261 Gün Emekliliği Belirler

Emeklilik çalışanların statülerine göre, yani SSK’lı (4-a), Bağ  Kur’lu (4-b) veya devlet memuru (4-c) olmalarına göre farklılık gösterir. Her bir statü içerisinde bulunanların belirli koşulları yerine getirmesi beklenir. Ayrıca, kadın çalışanla erkek çalışan arasında da emeklilik koşullarının tamamlanması bakımından farklılıklar vardır. Bugünkü yazımızda sigortalı, yani 4-a’lı çalışanlar bakımından emeklilik koşullarını inceleyeceğiz.

Genel olarak bir veya birden fazla işverene bağlı olarak hizmet sözleşmesiyle çalışanlar için 4-a, yani eski adıyla SSK koşulları geçerlidir. Bu sigortalılar için emeklilikte üç koşulun bir arada yerine getirilmesi şarttır. Hem emeklilik için gerekli yaşı tamamlayacak-sınız, hem prim ödemeniz dolmuş olacak hem de başlangıçta erkek ve kadın için farklı olan sigortalılık süreniz tamamlanacak. İşte bu üç koşul tamamlanınca emekli aylığına hak kazanırsınız.

SSK’lılar için emekli olma şartlarını sigorta başlangıç tarihi belirliyor. Sigortaya giriş tarihinize göre emeklilik yaşınız ve ne kadar prim ödeyeceğiniz ortaya çıkıyor. Sigortalıların emeklilik koşullarında zaman içerisinde yapılan yasal değişiklikler ise farklı emeklilik tarihlerinin ortaya çıkmasına neden oluyor.

Kritik tarihler neler...

1999 yılında emeklilik şartları yeniden düzenlendi ve ilk kez 8 Eylül 1999’dan sonra sigortalı olanlar için emeklilik yaşı kadınlarda 58, erkeklerde 60 olarak belirlendi. Daha sonra sosyal güvenlik reformu kapsamında yeniden bir düzenleme yapıldı ve bu sefer 30 Nisan 2008’den sonra ilk kez sigortalı olanlar için, kademeli bir geçiş ile emeklilik yaşı 2036 yılından sonra her yıl bir yaş artırılarak erkeklerde 2044 ve sonrasında kadınlarda ise 2048 ve sonrasında 65’e çıkarıldı.

Bunun yanında, emeklilik için gerekli prim ödeme gün sayısı da artırıldı. Yani, emekli olabilmek için yaş ve prim ödeme gün sayısı şartı zaman içerisinde yükselmiş oldu.

Bu tarihlerden önce ve sonra sigortalılık girişi olanlar için emeklilik koşulları ciddi bir şekilde değiştiriyor. Örneğin 9 Eylül 1999’da ilk kez sigortalı olan bir kişi emekli olabilmek için kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmak ve 7000 gün prim ödemek zorunda. Buna karşılık, 7 Eylül 1999’da ilk kez sigortalı olan kişi, kadın ise 56, erkek ise 58 yaşını doldurduğunda ve 5975 gün prim ödediğinde emekli olabiliyor.

Bu nedenle de sosyal güvenlikte bir günün bile çok önemi vardır. Bazı durumlarda bir gün erken sigortalılık 2 yıl erken emeklilik anlamına gelebilir.

18 yaş öncesi durum

Sigortaya başlangıç yaşı tüm sigortalılar bakımından önemlidir. 18 yaş öncesi çalışmaların emekliliği nasıl etkilediği hep tartışılmıştır. Konu çalışanlar bakımından iyi bilinmediği için emeklilik tarihi hesaplamalarında yanlışlıklar yapılmaktadır. Bu bakımdan, 1 Nisan 1981 tarihi önemlidir. Bu tarihten itibaren, 18 yaşından önce malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul ediliyor. Ancak bu tarihten önceki süreler için malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dâhil ediliyor. Daha açık bir anlatımla, sadece 18 yaşından önce ödenen primler işinize yarıyor ve bunlar toplam prim gününüze ekleniyor. Sigortalılık süreniz ise her halükarda 18 yaşında başlıyor. Ancak emeklilikte kademeli geçiş sonrası yaş şartı yükseldiği için sigortalılık süresinin 18 yaşından sonra başlaması problem olmaktan çıktı. Yalnızca malullük ve ölüm aylığında bu sorun yaşanabiliyor.

Son 7 yıla dikkat

Emeklilikte, aylığı bağlayıp ödeyecek kurumun belirlenmesinde, sigortalıların emeklilik tarihinden geriye doğru prim veya kesenek ödenerek geçen son 7 yıllık fiili hizmet (360 x 7 = 2520 gün) süresi esas alınıyor. Bu kural sadece SSK’lı çalışanları değil, tüm çalışanları ilgilendiriyor.

Sigortalının son 7 yıllık fiili hizmet süresi içerisinde en fazla hangi statüde hizmeti varsa, yani sigortalının son 7 yıllık fiili hizmet süresinin yarısından bir gün fazlası olan 1261 prim ödeme günü hangi statüde geçmişse, o statü şartlarıyla emekli olunuyor. Son 7 yıl hizmet süresi eşitse en son tabi olunan statüye göre emeklilik aylığı bağlanıyor.

Örneğin, sigortalının hem SSK, hem Bağ-Kur prim ödemesi varsa, son 7 yıllık fiili prim ödeme süresi içinde en fazla SSK statüsünden prim ödemişse SSK’dan, en fazla Bağ-Kur statüsünden prim ödemesi varsa Bağ-Kur’dan emekli aylığı bağlanıyor. Primler eşitse son sigortalılığı hangi statüde ise o statüden emekli aylığı bağlanıyor. Son 7 yıl, sigortalılık süresi veya yaş şartının yerine getirildiği tarihten geriye doğru 7 yıl değil, son prim ödeme tarihinden geriye doğru prim ödenen 7 yıllık süreyi ifade ediyor. Diğer deyişle, toplam prim gün sayısının son 2520 günü. Bu konu çalışanlarca bilinmediği için, emeklilik döneminde kötü sürprizlerle karşılaşanlar olabiliyor.

Hemen ifade etmekte fayda var, 1 Ekim 2008 tarihinden sonra, yani yeni sosyal güvenlik uygulamalarının başladığı tarihten sonra bu kuralda değişiklik oldu. Buna göre, 1 Ekim 2008 sonrasında ilk kez sigortalı olanlar için son yedi yıl sigorta primleri değil, çalışma hayatının tümünde ödenen sigorta primlerine bakılarak en fazla hangi statüye göre prim ödenmiş ise o statüye göre emeklilik şartları belirleniyor.

Cem Kılıç 

http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/son-1261-gun-emekliligi-belirler-2784382/

SGK’nın tahsis alt mevzuatını tek bir genelgede birleştirme amaçlı 2018/38 sayılı Genelgesi hem boyutu hem de geçtiğimiz yedi yılda meydana gelen tüm değişikliklerle donatılmış olarak tahsis konusundaki tüm konuları içeren bir kaynak durumunda ortaya konmuş bulunuyor.

Bu konuda uzmanların yeni bir ödevi olarak da gündemdeki yerini almış durumda.

Genelgede yeni ve önemli çok sayıda değişiklik var ve bunları en kısa zamnda bu köşede dillendireceğim. Ama bir konu var ki aslında bir değişiklik getirmese de Genelgenin ilk çıkışından itibaren bir konuda muğlaklık ve kafa karışıklığına yol açıcı yönüyle özellikle dikkat çekiyor: Ev kadınlarının yurtdışı borçlanması. Ele alalım.

Bu konuda bahse konu 2018/38 sayılı Genelgede iki alt başlık düzenlenmiş, ilki;

Ev kadınlığı süreleri akit ülke mevzuatına göre sigortalılık süresi olarak kabul edilmediğinden bu süreleri borçlananların sözleşmeli ülkelerdeki ikamet başlangıç tarihleri Türkiye’de ilk işe giriş tarihi olarak kabul edilmeyecektir. Ev kadınlığı sürelerini borçlananların sigortalılık başlangıcı 3201 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları gereğince tespit edilecektir.” Diyor.

Genelgede bu konuda dört örnek verilmiş. İki örnek bir alt başlığa diğer ikisi ikinci alt başlığa ait olarak verilmiş.

Örnek 1: Türkiye’de 1/8/2007 tarihinde çalışmaya başlayan kadın sigortalı Azerbaycan’da 1/2/1987-31/1/2006 tarihleri arasında geçen ev kadınlığı süresini borçlanmış ve borcunu ödedikten sonra 18/9/2014 tarihinde aylık talebinde bulunmuştur. Bu durumda, ilgilinin Türkiye’de ilk işe giriş tarihi Türkiye’de çalışmaya başladığı tarihten borçlandığı ev kadınlığında geçen 6840 gün geriye gidilerek 1/8/1988 olarak alınacaktır.”

Diyor. Örnekteki kişinin Türkiye’de herhangi bir sigorta başlangıcı 01.08.2007. 3201 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin ikinci fıkrası gereği “Sosyal güvenlik kanunlarına tabi hizmetleri olanların, borçlandıkları gün sayısı, prim ödeme gün sayıları ile ilgili hizmetlerine katılır. Sigortalılığın başlangıç tarihinden önceki süreler borçlanılmış ise, sigortalılığın başlangıç tarihi, borçlanılan gün sayısı kadar geriye götürülür” ve öyle de yapılmış. Yurtdışı hizmeti çalışma değil ikamet borçlanması olduğu için akit ülke olsa bile ödediği süre Türkiye’deki sigortalılık başlangıcından ödeme günü kadar geriye götürülen tarih oluyor.

İkinci örnek ise;

Örnek 2: Türkiye’de sigortalılığı bulunmayan vatandaşımız İzlanda’da 1/1/1994-31/12/2008 süresinde geçen 5400 gün ev kadınlığı süresini borçlanmıştır. Adı geçen, tahakkuk ettirilen borç miktarını 15/9/2014 tarihinde ödemiştir. Bu durumda ilk işe giriş tarihi, borcun ödendiği tarihten 5400 gün geriye gidilerek 15/9/1999 olarak belirlenecektir.”

Diyor. Yani Türkiye’de sigortası olmayan birinin akit ülke olmayan bir ülkedeki ev kadınlığı süre borçlanması ile ilgili ve elbette ev kadınlığı süresinin başlangıcı sigortalılık başlangıcı sayılmayacak. Türkiye’de de başlangıcı olmadığından 5400 günü ödediği tarihten 5400 gün öncesi başlangıç sayılacak.

Konuya ilişkin ikinci alt başlık;

3201 sayılı Kanunun 5 inci maddesine göre uluslararası sosyal güvenlik sözleşmelerinde Türk sigortasına girişinden önce akit ülke sigortasına girdiği tarihin Türk sigortasına girdiği tarih olarak kabul edileceğine ilişkin özel hüküm bulunan ülkelerdeki sigortalılık sürelerini borçlananların, tespit edilen işe giriş tarihinden önceki yurt dışında geçen ev kadınlığı sürelerini de borçlanmaları halinde ilk işe giriş tarihi aşağıdaki şekilde tespit edilecektir:

a) Borç ödeme tarihi ile ilk işe giriş tarihi arasındaki sigortalılık sürelerinden bir kısmı borçlanılmışsa işe giriş tarihi, borç ödeme tarihinden toplam borçlanılan süre kadar geriye götürüldüğünde sözleşmeye göre belirlenen ilk işe giriş tarihinden önceki süreye gelmesi halinde bu tarih olarak alınacaktır.

Örnek: Avusturya’daki 1/1/1996-31/12/2016 tarihleri arasındaki sigortalılık süresinden 6910 gün ile 1/2/1991-30/6/1995 tarihleri arasındaki 1590 gün ev kadınlığı süresini borçlanma talebinde bulunan ve borcunu 1/1/2017 tarihinde ödeyen sigortalının ilk işe giriş tarihi borcu ödediği tarihten toplam borçlanılan gün kadar geriye gidilerek 21/5/1993 olarak belirlenecektir.

b) Borç ödeme tarihi ile ilk işe giriş tarihi arasındaki sigortalılık sürelerinden bir kısmı borçlanılmışsa işe giriş tarihi, borç ödeme tarihinden toplam borçlanılan süre kadar geriye götürüldüğünde sözleşmeye göre belirlenen ilk işe giriş tarihinden sonraki bir sürenin bulunması halinde sözleşmeye göre belirlenen tarih esas alınacaktır.

Örnek: Azerbaycan’daki 1/11/1996-30/11/2016 tarihleri arasındaki sigortalılık süresinden 3600 gün ile 1/1/1991-31/12/1994 tarihleri arasındaki 1440 gün ev kadınlığı süresini borçlanma talebinde bulunan ve borcunu 1/5/2017 tarihinde ödeyen sigortalının ilk işe giriş tarihi, borcu ödediği tarihten toplam borçlanılan gün kadar geriye gidilerek 1/5/2003 olarak belirlenecektir. Bu tarih, sözleşmeye göre belirlenen ilk işe giriş tarihinden önceki bir tarih olmadığından Azerbaycan’da çalışmaya başladığı 1/11/1996 tarihi ilk işe giriş olarak alınacaktır.”

Diyor.

Bu alt başlıktaki ilk örnek Türkiye ile sözleşmeli ülke olan Avusturya’da hem çalışma hem de ev kadınlığı süresini borçlanan bir vatandaşımızla ilgili. Ama dikkat edilirse bu kişinin Türkiye’de sigortalılık başlangıcı yok. O halde 3201 sayılı Yasa gereği bu kişi de borçlanma yapabilir ama Bağ-Kur kapsamında yapabilir. Zira 3201 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre “Sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi hizmeti bulunmayan istek sahiplerinin sigortalılıklarının başlangıç tarihi, borçlarını tamamen ödedikleri tarihten borçlanılan gün sayısı kadar geriye götürülen tarihtir.”

Bu kişide akit ülke sigorta başlangıcının emeklilik hakları bakımından başlangıç sayılmamasının nedeni borçlanma statüsünün Bağ-Kur olmasıdır.

Son örnek de yine akit ülke olan Azerbaycan’daki süresini, borçlanma örneğinde de keza kişinin Türkiye sigorta girişi bulunmuyor. Öyle olunca da 3201 sayılı Yasa gereği borçlandığı hem çalışma ve hem de ev kadınlığı sürelerini Bağ-Kur süresi olup sigorta başlangıcı borcun ödendiği tarihten borçlanılan gün sayısı kadar geriye götürülen tarih oluyor.

Bu haliyle bile yeterince kafa karıştıran bu konuda SGK’nın yer vermesi gereken bir örnek de Türkiye’de borçlanma öncesi son statüsü SSK olan bir vatandaşın daha öncesinde akit bir ülkedeki hem çalışma ve hem de bunun da öncesinde ev kadınlığı süresini borçlanmasına dair bir örnek olmalıydı. Üstelik pratikte yurtdışındaki ev kadınlığı sürelerini borçlananların çoğu Bağ-Kur kapsamında değil SSK kapsamında borçlanma yaparken dört örneğin üçünü Bağ-Kur kapsamındaki yurtdışı borçlanmasına münhasır kılma  kılma hangi aklın ürünüdür anlamak kabil değil. Diğer örnekte de kişinin son statüsü SSK olsa da akit ülkede yurtdışı çalışması bulunmadığından en çok rastlanan durumlara örnek teşkil etmiyor. 

Örneğin Türkiye'de 2016'da SSK sigortalılığı başlangıcı olup akit ülke Almanya'da Nisan 1992'de çalışma başlangıcı olup 1988-1992 yılları arası yine Almanya'da ikamet eden ve bu sürede hiç Türkiye'ye tatile gelmeyen 1970 doğumlu bir kadın sigortalının 1992-2003 arasındaki çalışma süresi ile 1988-1992 arası ikametgah süresinden 1440 günü ödeyerek sigortalılık başlangıcının 1988 Nisan olmasını sağlaması mümkündür ve bu Genelgede buna aykırı hiçbir hüküm bulunmuyor. Ancak örneklere bakıldığında bu en çok görülen duruma dair bir örnek verilmeyip tüm örnekleirn arızi durumlara münhasır kılınması yanlış anlaşılmaya zemin hazırlamış oluyor.  

Yani verdiğim örneğe benzer yeni bir örnekle açıklığa katkı sağlanmazsa bu durum hem Kurumun hem de vatandaşın işini zorlaştıracağa benziyor. Şevket TEZEL  This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.  This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=9250

Soru 1-Hamile olan bir personelin iş akdi doğum iznindeyken feshedilebilir mi? Doğum İzin süresinin bitiminin beklenmesine gerek var mı?
Cevap 1-Bir çalışanın, hamilelik yada başka bir nedenle raporlu yada izinli olduğu süreçte iş akdinin feshedilmesi için izin veya rapor süresinin bitimine gerek bulunmamaktadır. Geçerli veya haklı neden bulunması halinde feshe engel bir sınırlama yoktur.
Raporlu Dönemde İş Akdinin Feshedilmesi
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.10.1990 ve Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 27.06.2018 tarihli kararlarında işçinin raporlu olduğu dönemde iş akdinin feshedilmesi halinde feshin rapor bitim tarihi itibariyle gerçekleşeceği kabul edilmektedir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1990/9-322 E., 1990/467 K. 10.10.1990 T. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2017/8469 E. , 2018/14042 K. 27.06.2018)
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin güncel 27.06.2018 tarihli kararına göre fesih tarihi (31.12.2012) itibariyle davacının doğum izninde olduğu ve iznin bitim tarihinin 20.02.2013 olduğunun sabit olduğu, doğum izninde olan davacının iş akdine son vermesinin hüküm ve sonuçlarını izin bitim tarihi olan 20.02.2013 tarihi itibariyle doğuracı, kıdeme esas hizmet süresinin buna göre belirlenmesi ve son ücretinin de yine rapor bitim tarihi itibariyle belirlenmesi gerektiğini belirtmektedir.
Raporlu dönemde işçinin iş akdinin feshedilmesi gereken durumlarda öncelikle rapor süresinin hizmet süresine eklenmesi, fesih tarihinin rapor bitim tarihi itibariyle hüküm doğuracı ve kıdem tazminatına esas ücret bakımından rapor bitim tarihindeki ücretin esas alınması gerektiği hususlarına dikkat edilmelidir.
 
Soru 2- Hamile bir çalışanın iş akdi feshedilirken nelere dikkat etmeliyiz?
Cevap 2- Hamile bir işçinin iş akdi feshedilirken haklı ve geçerli bir nedenimizin bulunması şarttır. Sırf hamile olması, rapor alması ve sonra ki süreçte işlerin aksayacak olması geçerli bir neden değildir. Personelin hamilelik raporunu alıp işverene bildirmesinden sonra iş akdi işveren tarafından feshedilirse feshin geçerli nedene dayandığını ispat yükü işverendedir. İşçi, hamileliği nedeniyle iş akdinin sona erdiğini iddia ederse işveren taraf artık iş akdinin hamilelik nedeniyle sona erdirilmediğini ispat yükümlülüğü altındadır.
 
Soru 3- Hamilelik dışında başkaca bir geçerli veya haklı nedeni bulunduğunu ispatlayamayan işveren ne gibi sonuçlarla karşılaşabilir?
Cevap 3- a)İşçinin işyerinde ki kıdem süresi 6 ayı aşmıyorsa ihbar tazminatı ve kötü niyet tazminatı öder.
b) İşçinin işyerinde ki kıdemi 6 ayı aşıyorsa işçi işe iade davası açar. Davayı kazanırsa ve sonradan işe başlatılmazsa 4 ay boşta geçen süre ücreti ve 6 ay işe başlatmama tazminatı öder. İşe başlatmama tazminatı dışında ayrıca eşit davranma borcunun ihlaline yönelik tazminat istenemez. İki tazminat bir arada olmaz. Koşulları varsa işveren kıdem ve ihbarı da öder.
c) İşyerinde ki kıdemi 6 ayı aşmakla beraber işe iade davası açmayıp sadece koşulları varsa kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve eşit işlem borcunun ihlali nedeni ile tazminat talebinde bulunursa davayı kazanabilir. İbrahim Halil Şua

İşveren, işyeri sahipleri; işyeri defter, kayıt ve belgelerini ilgili olduğu yılı takip eden yıl başından başlamak üzereon yıl süreyle, kamu idareleri otuz yıl süreyle, tasfiye ve iflâs idaresi memurları ise görevleri süresince, saklamak ve SGK’nın denetim ve kontrol ile görevlendirilen memurlarınca istenilmesi halinde onbeş gün içinde ibraz etmek zorunda.
Kayıt ve belgelerin ibrazına ilişkin 15 günlük süre; işyeri kayıtları düzenlenen bir tutanakla talep edilmişse tutanak tarihinden sonraki ilk günden başlayarak, yazı ile istenmişse yazının tebliğinden sonraki ilk günden itibaren (başlayarak) işlemeye başlar ve 15. gün mesai saati bitiminde 15 günlük süre dolmuş olur.
Sigortalıyı devir alan işverenler, devredilen sigortalılarla ilgili yükümlülüklerini yerine getirmişler ise, yükümlülüklerini yerine getirdikleri sigortalılarla ilgili kendilerine ait işyeri kayıt ve belgelerini yukarıda belirtilen sürelerle saklamak zorunda.

Kayıt ve Belgeler İşyerinde İncelenebilir
Yapılacak tebligat üzerine defter ve belgeler, incelemeyi yapacak denetim ve kontrolle görevlendirilmiş ilgili memurun tebligatta belirttiği adrese getirilir. 
Ancak, işveren tarafından defter ve belgelerin işyerinde ya da belge ile kanıtlanması kaydıyla işletme merkezinde incelenmesinin yazılı olarak istenilmesi veya bu isteğin bir tutanakla tespit edilmesi hâlinde, denetim ve kontrolle görevlendirilmiş ilgili memurca da teftişe elverişli bulunursa inceleme işyerinde yapılabilir.

Mehil İstenebilir
İşveren kayıt ve belgelerin ibrazına ilişkin olarak mehil talebinde de bulunabilir. Yapılacak tebligata rağmen, 15 gün ya da haklı bir sebep ileri sürülerek yazılı istekte bulunulması veya bu durumun ilgililerin şahsen başvurusu ile bir tutanakla tespiti üzerine verilen mehil süresi içinde ibraz edilmeyen defter ve belgelerin daha sonra ibraz edilmesi hâlinde de gerekli inceleme yapılır.

İşveren tarafından haklı bir sebep ileri sürülerek istenilen mehil süresi, ilgili denetim ve kontrolle görevlendirilmiş memurca belirlenir ve ilgiliye yazılı bildirilir. Zamanaşımının söz konusu olduğu hâllerde mehil süresine ilişkin istekler kabul edilmez.

Kayıt ve Belgeler Tam İbraz Edilmeli
İşverenler, işyeri sahipleri ve alt işveren ilgili mevzuat gereğince tutmak zorunda olduğu tüm defter, kayıt, bilgi ve belgeleri istenilmesi halinde ibraza yükümlüdür. İstenildiği halde ibraz edilmeyen defter, kayıt, bilgi ve belgelerden herhangi birinin veya birkaçının eksik ibrazı, yükümlülüğün tam olarak yerine getirilmediği hükmünde sayılır.
İşverenler, işyeri sahipleri ve alt işveren ilgili mevzuat gereğince tutmak zorunda olduğu tüm defter, kayıt, bilgi ve belgelerden istenilen herhangi birinin veya bir kaçının mücbir sebep olmaksızın ibraz edilemeyeceğinin bildirilmesi, idari para cezasının uygulanmasına engel teşkil etmez.

İdari Para Cezası Ne Kadar?
Denetim elemanınca yapılan yazılı ihtara rağmen onbeş gün içinde mücbir sebep olmaksızın kayıt ve belgeleri tam olarak ibraz etmeyerek yükümlülüğünü yerine getirmeyenlere;
a)    Bilânço esasına göre defter tutmakla yükümlü olanlar için, aylık asgari ücretin oniki katı tutarında,
b)    Diğer defterleri tutmakla yükümlü olanlar için, aylık asgari ücretin altı katı tutarında,
c)    Defter tutmakla yükümlü değil iseler, aylık asgari ücretin üç katı tutarında,
idari para cezası uygulanıyor.

Özellikli Durumlar
Kayıt ve belgelerin ibraz edilmemesi durumuna ilişkin uygulanacak idari para cezaları ile ilgili olarak SGK uygulamalarında bazı özel durumlarla da bulunuyor. Bu özel durumlardan bazılarını aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz;
-    Kanunen tutulma zorunluluğu olan herhangi bir belgenin (gelir belgesi, gider belgesi, büyük defter vs.) herhangi birinin bile talep edildiği halde incelemeye sunulmaması ibraz etmeme nedeniyle idari para cezası uygulanmasını gerektirir.
-    Defterde yer alan bir gelir veya giderin belgesinin incelemeye sunulmaması idari para cezası tatbikini gerektirir.
-    Kurumca bilgi sahibi olunan belgelerin (işyeri işe giriş bildirgeleri, prim belgeleri…) incelemeye sunulmaması halinde idari para cezası uygulanamaz.
-    Kurumca yasal defter sayfalarının bazılarının kopma yırtılma v.b nedenlerle incelemeye sunulmaması idari para cezası uygulanmasını gerektirir.
-    Birden fazla işyeri ile ilgili olarak müşterek tutulan yevmiye defterinin, birden fazla işyeri ile ilgili tahkikat sırasında tetkike ibraz edilmemesi her işyeri için ayrı ayrı idari para cezası uygulanmasını gerektirir.
-    İşyerinin faaliyet döneminin bir ayına ilişkin ücret tediye bordrosunun incelemeye sunulmaması bile ibraz etmeme nedeniyle idari para cezası uygulanmasını gerektirir.
-    Asgari işçilik tahakkuku yapılan ay işyeri kayıtlarında işçilik ödemesi bulunmaması (Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılmış bildirimin bulunmaması) dolayısıyla ücret tediye bordrosu düzenlenmeyerek incelemeye sunulmaması işyeri kayıtlarının incelemeye sunulması yükümlülüğünün ihlali nedeniyle idari para cezası uygulanmasını gerektirmektedir.
-    Kayıt ve belgelerin incelemeye sunulması yükümlülüğünün ihlali nedeniyle idari para cezası uygulanabilmesi için yazılı tebligat şart olmayıp, Kurumca talep edilen yasal kayıt ve belgelerin işverence yazılı olarak incelemeye sunulmayacağının beyan edilmesi veya bu hususun Kurum yetkililerince bir tutanağa bağlanması halinde de idari para cezası tatbik edilecektir.
-    İşyerinin tescilli olmaması veya 4/a kapsamında sigortalı çalıştırmıyor olması halinde de kayıt ve belgelerin ibraz edilmemesi hali için idari para cezası uygulanacaktır.
Sosyal güvenlikte kayıt ve ibraz yükümlülüğü ile yaptırımlarıyla ilgili daha geniş bilgi ile diğer tüm yükümlülükler, örnekler ve yargı kararları için bkz: https://www.seckin.com.tr/kitap/343527427 26.11.2018 Dr. Mehmet BULUT İş ve Sosyal Güvenlik Uzmanı This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

http://www.sadettinorhan.net/26_11_2018_makale.html

Geçtiğimiz günlerde Orta Karadeniz Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüğü tarafından bağlantı gümrük idarelerine yönelik 09/11/2018 tarihli 36653135 sayılı bir talimat yazısı gönderildiğinden haberdar olduk.

Söz konusu yazıda özetle; Bölge Müdürlüklerinin Kontrol Şubesinde yapılan bir araştırma neticesinde INCOTERMS 2010 kurallarına göre CIF ve CIP gibi teslim şekillerinin sigorta ödemesini satıcının sorumluluğuna bıraktığı, DAP, DAT ve DDP gibi teslim şekillerinin ise direkt olarak sigorta ödemesini satıcıya yüklemediği, bu teslim şekillerinde alıcı veya satıcı arasında yapılacak sözleşmeye göre sigorta ödemesinin hangi tarafça yapılacağının belirlendiği ifade edilmişti.

Bununla birlikte teslim DAT, DAP ve DDP teslim şekillerine göre yapılan ithalatların sorgulanması sonucunda bazı firmaların ithal eşyasının gümrük kıymetine sigorta bedeli beyanı yaparken bazılarının ise sigorta bedeli beyan etmeksizin ithalat işlemlerinin tamamladıklarının tespit edilmesi üzerine anılan Bölge Müdürlüğünce Gümrükler Genel Müdürlüğü’ne konu ile ilgili görüşleri sorulduğu yazıda belirtilen bir diğer husustu.

Gümrükler Genel Müdürlüğü konuya ilişkin Bölge Müdürlüğü’ne ilettiği görüşünde ise; “alıcı tarafından herhangi bir sigorta ödemesi beyanı yapılmayan DAP, DAT ve DDP gibi teslim şekillerine konu ithalat beyannameleri için ilgili firmasından alıcı-satıcı arasında düzenlenmiş olan bir sigorta sözleşmesinin olup olmadığının sorulması ve ibrasının istenilmesi, böyle bir sözleşmenin bulunması halinde ise sözleşmede sigorta yükümlülüğünün satıcıya ait olduğuna dair herhangi bir madde bulunmaması durumunda sigorta yükümlülüğünün alıcıda olduğu kabul edilerek söz konusu sigorta masrafının 4458 sayılı Kanun’un 27/e maddesine göre gümrük kıymetine ilave edilmesi gerektiğini” ifade etti.

Teslim şekilleri nedir?

Teslim şekillerinin en temel tanımı uluslararası ticarette ihracatçı ve ithalatçıların hak ve yükümlülüklerini açıkça belirten uluslararası standart kurallar bütünü olup, açılımı “International Commercial Terms” yani Uluslararası Ticari Terimler’dir. Incoterms kuralları merkezi Paris’te bulunan International Chamber of Commerce (ICC) tarafından yayınlanmaktadır. Teslim şekilleri ile ilgili daha fazla bilgi edinmek isteyenler Vergi Dünyası dergisinin Eylül/2012 sayısında yayımladığım makaleyi okuyabilirler. Ancak kısaca  Incoterms kurallarına göre DAT, DAP ve DDP teslim şekillerine göre yapılan ithalat işlemlerinde satıcının belirlenen varış noktasına kadar eşya ile ilgili tüm riskleri üstlenmekte olduğunu hatırlatmakta fayda var. Bu yüzden DAT, DAP ve DDP teslim şekli ile ithal edilen eşyalar için ithalatçılar tarafından eşya için ayrıca katlanılan/yapılan bir sigorta gideri olmadığı durumlarda  gümrük beyanlarında uygulamada sigorta bedeli beyan edilmemekte.

İlgili Gümrük Mevzuatı

4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 27 inci maddesi bilindiği üzere ithal eşyasının gümrük kıymetine eklenecek unsurları düzenlemekte. Bu maddenin (e) bendine göre ise; ithal eşyası için Türkiye’deki giriş liman veya yerine kadar yapılan nakliye ve sigorta giderlerinin gümrük kıymetine eklenmesi gerekiyor. Ancak bu madde de dikkat edilmesi gereken bir nokta var ki o da, nakliye ve sigorta giderlerinin gümrük kıymetine eklenmesi için ortada katlanılan ve/veya yapılan bir nakliye veya sigorta giderinin olması gerektiği.

Gümrükler Genel Müdürlüğü yukarıda bahsettiğimiz görüşünde, teslim şekli olarak DAP, DAT veya DDP olarak beyan edilen ithalat beyannameleri için alıcı ve satıcı arasında imzalanmış bir sözleşme arayacağını ve sözleşmede açıkça sigorta yükümlülüğünün satıcıya ait olduğu yönünde herhangi bir ibareye rastlamaması durumunda bu yükümlülüğünün alıcıya ait olduğunun kabul edilerek 4458 sayılı Kanunun 27/e maddesine göre sigorta masrafının gümrük kıymetine dahil olacağını ifade ediyor. Kanaatimce bu görüşte muğlak veya yanlış anlaşılmaya yol açabilecek bazı hususlar var.

Öncelikle 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 27/e maddesi, eşyanın gümrük kıymetine eklenmesi gereken nakliye ve sigorta giderleri için maktu bir tutar veya oran belirtmiyor. Nakliye ve sigorta giderlerine  ilişkin bu tarzda bir oran veya tutar Gümrük Yönetmeliği’nin sadece 51/9 uncu maddesinde var ki onun da hukuki niteliğini belki başka bir yazı da tartışabiliriz. Ayrıca Gümrük Yönetmeliği’nin 51/9 uncu maddesinin de uygulanması, ithalatta navlun makbuzu ve/veya sigorta poliçesinin ibrazının imkansız olduğu veya kabul edilebilir nitelikte bulunmadığı haller ile sınırlı olmakla birlikte yükümlü tarafından nedenleri de belirtilerek verilecek bir dilekçe ile bu durumun gümrük idaresine bildirilmesi şartını da içeriyor.

Sonuç

Gümrük mevzuatımızın gümrük kıymetine ilişkin hükümleri GATT VII inci maddesinin uygulanmasına ilişkin uluslararası sözleşme hükümlerine paralel olarak düzenlenmiş durumda. 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 27/e maddesine göre nakliye ve sigorta giderlerinin ithal eşyasının gümrük kıymetine eklenmesinin koşulu ise bu tarzda katlanılan veya yapılan bir masraf olması şartına bağlı. Peki ortada alıcı ve satıcı arasında imzalanan bir sözleşme yok ise ne olacak? Veya sözleşme olmakla birlikte sözleşmede sigorta yükümlülüğünün alıcı veya satıcıya ait olduğuna ilişkin bir ibare yok ise ve alıcı tarafından da bu eşya için ayrıca herhangi bir sigorta masrafı da yapılmadığı durumda gümrük idaresinin uygulaması veya yorumu ne olacak? Bu konu ile ilgili kafamdaki deli sorular bunlar... Fatih UZUN https://www.dunya.com/kose-yazisi/dap-dat-ve-ddp-teslim-sekillerindeki-yeni-gumruk-riski/433115

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • KDV İadelerinde Yeni Düzenlemeler KDV (Katma Değer Vergisi), Türkiye'de işletmelerin alışveriş yaptıkları mal ve…
  • E-Defterlerin Yüklenmeme - Yanlış Kayıt Riskleri (Mücbir Sebepler Hariç) 2025 Hesap Döneminden İtibaren Bilanço Esasına Tabi Mükellefler E Defter…
  • E-Fatura Yerine E-Arşiv/ Kağıt Fatura Düzenlenmiş Olması Hali * Fatura İçeriği Mal Teslimi/ Hizmet İfasının Yapılmadığı Anlamına Gelmez…
Top