Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Yolcu beraberinde yurt dışından getirilen telefonlardan alınan kullanım izin harcı tutarı 170 TL’den 500 TL’ye yükseltildi.

Danıştay 3. Dairesi

Tarih    : 04.05.2017

Esas No : 2015/5926

Karar No  : 2017/3590

VUK Md. 19, 114

BEYAN DIŞI BIRAKILAN KÂRIN ORTAKLAR TARAFINDAN FİİLEN ELDE EDİLDİĞİNİN KABULÜNDE GELİR (STOPAJ) VERGİSİ YÖNÜNDEN VERGİ DOĞURAN OLAYIN GERÇEKLEŞTİĞİ TARİH VE TARH ZAMANAŞIMI  

Şirketin yetkili organlarınca alınmış herhangi bir kâr dağıtımı kararı bulunmasa dahi, beyan dışı bırakılan kârın ortaklar tarafından fiilen elde edildiğinin kabulü gerekeceğinden ve gelir (stopaj) vergisi yönünden vergiyi doğuran olay beyan dışı bırakılan kurum kazancının elde edildiği takvim yılını izleyen yılın Nisan ayında kâr payı elde edilmekle doğacağından, kurumlar vergisinin tarh zamanaşımına uğramış olmasından dolayı gelir (stopaj) vergisinin de tarh zamanaşımına uğradığı sonucuna varılamayacağı hk.

İstemin Özeti: Davacı şirket adına, 2004 yılı hesaplarının incelenmesi sonucu bir kısım hasılatını kayıt ve beyan dışı bıraktığı yolunda düzenlenen basit raporun done alındığı takdir komisyonu kararına dayanılarak re’sen salınan kurumlar vergisi, 2004 Ekim-Aralık dönemine ilişkin geçici vergi ve 2004 Nisan ve 2005 Nisan dönemlerine ait gelir (stopaj) vergileri ile bu vergiler üzerinden tekerrür hükümleri uyarınca %50 oranında artırılarak kesilen bir kat vergi ziyaı cezalarına karşı açılan davada, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 114. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan takdir komisyonuna sevk tarihi ile takdir komisyonu kararının idareye tevdi tarihi arasında geçen süre için tarh zamanaşımının duracağı yönündeki hükmün 08.01.2010 gün ve 27456 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin 15.10.2009 gün ve E:2006/124, K:2009/146 sayılı kararıyla iptal edildiği, bu durumda, en geç 31.12.2009 tarihine kadar tebliğ edilmesi gereken 2004 yılına ait cezalı vergilerin, davacıya tebliğ edildiği 08.07.2010 tarihi itibariyle zamanaşımına uğradığı, diğer taraftan 2004 yılına ait cezalı kurumlar vergisinin zamanaşımı süresinin dolmasından sonra davacıya tebliğ edilmesi nedeniyle 2005 Nisan dönemine ilişkin cezalı gelir (stopaj) vergisinin de dayanağının kalmadığı gerekçesiyle tarhiyatları kaldıran Vergi Mahkemesi kararına yöneltilen temyiz istemini aynı hukuksal nedenler ve gerekçeyle reddeden Danıştay Üçüncü Dairesi’nin 09.02.2015 gün ve E:2011/4201, K:2015/539 sayılı Kararı’nın; davacıya 08.07.2010 tarihinde tebliğ edilen ihbarnamelerin, 01.08.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6009 sayılı Kanunla eklenen Geçici 28. maddesine göre tarh zamanaşımına uğramadığı ileri sürülerek düzeltilmesi istenmiştir.

Karar: Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesi’nce kararın düzeltilmesi istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen sebepler 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 54. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi hükmüne uygun bulunduğundan, kararın düzeltilmesi isteminin kısmen kabulüne ve Danıştay Üçüncü Dairesi’nin 09.02.2015 gün ve E:2011/4201, K:2015/539 sayılı kararının, 2005 Nisan dönemine ait gelir (stopaj) vergisi ve üzerinden tekerrür nedeniyle artırılarak kesilen bir kat vergi ziyaı cezasına ilişkin hüküm fıkrasının kaldırılmasına karar verildikten sonra temyiz istemi bu yönden yeniden incelenerek işin gereği görüşülüp düşünüldü:

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun vergiyi doğuran olay başlıklı 19. maddesinde vergi alacağının, vergi kanunlarının vergiyi bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülü ile doğacağı hükme bağlanmış, 114. maddesinde de vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlayarak beş yıl içinde tarh ve mükellefe tebliğ edilmeyen vergilerin zamanaşımına uğrayacağı kuralına yer verilmiştir.

193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun vergi tevkifatını düzenleyen 94. maddesinde ticaret şirketlerinin madde bentlerinde sayılan ödemeleri (avans olarak ödenenler dahil) nakden veya hesaben yaptıkları sırada, istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben tevkifat yapmaya mecbur oldukları belirtilmiş ve bu bentler arasındaki 6. bendin (b-i) alt bendinde tam mükellef kurumlar tarafından; tam mükellef gerçek kişilere, gelir ve kurumlar vergisi mükellefi olmayanlara ve bu vergilerden muaf olanlara dağıtılan, 75. maddenin ikinci fıkrasının (1), (2) ve (3) numaralı bentlerinde yazılı kâr paylarından tevkifat yapılacağı hüküm altına alınmıştır. Kanun’un 98. maddesinde de 94. madde gereğince vergi tevkifatı yapmaya mecbur olanların bir ay içinde yaptıkları ödemeler veya tahakkuk ettirdikleri kârlar ve iratlar ile bunlardan tevkif ettikleri vergileri ertesi ayın yirminci günü akşamına kadar ödeme veya tahakkukun yapıldığı yerin bağlı olduğu vergi dairesine bildirmeye mecbur oldukları hükmü getirilmiş, uyuşmazlık konusu dönemde yürürlükte olan aynı Kanun’un 99. maddesinin (e) bendinde ise tevkifata tabi menkul sermaye iratları ile bunlardan yapılan vergi tevkifatının, nevi itibarıyla icmalen ayrı bir muhtasar beyannameye alınacağı belirtilerek, Kanun’un 75. maddesinin 2. bendinde iştirak hisselerinden doğan kazançlar (limited şirket ortaklarının kâr payları) menkul sermaye iradı olarak sayılmıştır.

Dava konusu uyuşmazlıkta 2004 yılı hesaplarının incelenmesi sonucu davacı şirket tarafından kayıt ve beyan dışı bırakıldığı tespit edilen kurumlar vergisi matrah farkının bilançoda yer almadığı ve sermayeye de eklenmediği görülerek bu kâr farkının ortaklara dağıtıldığı halde vergi kesintisi yapılmadığı sonucuna varılmak suretiyle değinilen matrah farkı üzerinden hesaplanan gelir (stopaj) vergisinin Mahkemece, 2004 yılına ilişkin kurumlar vergisinin tarh zamanaşımına uğramak suretiyle kaldırıldığı ve bu nedenle gelir (stopaj) vergisinin dayanağı kalmadığı gerekçesiyle kaldırılmasından dolayı öncelikle dava konusu tarhiyata esas teşkil eden kâr dağıtımının ne zaman yapıldığının ve gelir (stopaj) vergisi bağlamında vergiyi doğuran olayın ne zaman gerçekleştiğinin açıklığa kavuşturulması gerekir.

Uyuşmazlık konusu dönemde yürürlükte bulunan 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu’nun 469. maddesine göre kanuni ve ihtiyari yedek akçelerle Kanun ve esas mukavele hükmünce ayrılması gerekli diğer paralar safi kârdan ayrılmadıkça kâr payı dağıtılamaz ve 470. maddesinde de kâr payı ancak safi kârdan ve bu gaye için ayrılan yedek akçelerden dağıtılabilir. Dolayısıyla kâr dağıtımının ilk şartı usulüne göre düzenlenen bilançoya göre ortaya çıkacak kârın elde edilmiş olmasıdır. Dağıtılabilir kâr da ilgili dönemin ticari bilanço kârı olup, gelir tablosundaki vergi ve yasal yükümlülüklerden önceki kârdır. Kârın, dağıtım tarihinde hukuki ve ekonomik tasarruf imkanı doğduğundan, tahakkuk esası uyarınca gelir bu esnada elde edilmiş sayılır ve kâr payının tahsil edilmemiş olması elde etme işleminin gerçekleşmemiş olduğu anlamına gelmez. Şirket yetkililerince kâr dağıtım kararı alınmamakla birlikte kârın fiilen dağıtılması durumunda da fiili ve ekonomik tasarruf meydana geldiğinden, elde etme fiili dağıtım tarihinde ortaya çıkmış olacaktır.

Buna göre olayda, 213 sayılı Kanun’un 3. maddesindeki vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya, ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu yönündeki genel hüküm de dikkate alındığında, 5422 sayılı mülga Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 21. maddesi uyarınca 2004 yılı hesap döneminin kapandığı ayı takip eden dördüncü ay olarak 2005 yılının Nisan ayının onbeşinci günü akşamına kadar verilmesi gereken kurumlar vergisi beyannamesiyle eş zamanlı olarak, davacı şirketin yetkili organlarınca alınmış herhangi bir kâr dağıtım kararı bulunmasa dahi, beyan dışı bırakılan ticari kârın ortaklar tarafından fiilen elde edildiğinin kabulü gerekecektir. Ayrıca gelir (stopaj) vergisi yönünden vergiyi doğuran olay kâr payının elde edildiği anda gerçekleşmiş olduğundan ve bu tarih dava konusu olay için kayıt dışı beyanın tespit edildiği 2005 yılının Nisan ayında meydana geldiğinden, olayın, kayıt dışı bırakılan kurum kazancının doğduğu dönemden bağımsız olarak değerlendirilmesi icap etmekte olup, ortaya çıkan gelir üzerinden yapılması gereken tevkifata ilişkin muhtasar beyannamenin verilmesi de bu durumda zorunluluk arz eder.

Bu durumda, davanın esasını inceleyerek davacının 2004 yılında kayıt dışı hasılatı olup olmadığını belirledikten sonra 2005 Nisan dönemine ait gelir (stopaj) vergisi ve üzerinden tekerrür nedeniyle artırılarak kesilen bir kat vergi ziyaı cezası hakkında karar vermesi gerekirken yazılı şekilde karar veren vergi mahkemesi kararının ilgili hüküm fıkrasının bozulması gerekmiştir.

Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile Vergi Mahkemesi kararının; 2005 Nisan dönemine ait gelir (stopaj) vergisi ve üzerinden tekerrür nedeniyle artırılarak kesilen bir kat vergi ziyaı cezasına ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına, kurumlar vergisi, 2004 Ekim-Aralık dönemine ilişkin geçici vergi ve 2004 Nisan dönemine ait gelir (stopaj) vergileri ile bu vergiler üzerinden tekerrür nedeniyle artırılarak kesilen bir kat vergi ziyaı cezalarının kaldırılmasına ilişkin hüküm fıkraları yönünden ileri sürülen nedenler 2577 sayılı Kanun’un 54. maddesinde yazılı sebeplerden hiç birine girmediğinden, karar düzeltme isteminin söz konusu hüküm fıkraları yönünden reddine, yargılama giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması gerektiğine, oyçokluğuyla karar

verildi.(*) (**)

(*)  KARŞI OY: Düzeltilmesi istenen kararın "Karşı Oy" bölümünde açıklanan hukuksal nedenler ve gerekçe uyarınca kararın düzeltilmesi isteminin kabulü ile Dairemiz kararı kaldırıldıktan sonra temyiz istemine konu kararın bozulması gerektiği görüşüyle karara katılmıyorum.

(**) KARŞI OY: Kararın düzeltilmesine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar, kararın düzeltilmesini gerektirir nitelikte görülmediğinden istemin reddi gerektiği oyuyla karara katılmıyorum.

T.C.

GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI

GAZİANTEP VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI

Vergi ve Anlaşmalar Uygulama Müdürlüğü

Sayı: 16700543-125[17-515-80]-57752
 
Tarih: 08.10.2018
 
Konu: Gerçek kişi ortağın parasının şirket tarafından borçlanmak suretiyle kullanılmasının şirket yönünden değerlendirilmesi

İlgi: 09.03.2017 tarihli özelge talep formunuz.

İlgide kayıtlı özelge talep formunda, Şirketinizin kısa veya uzun vadeli ortaya çıkan nakit ihtiyacı için gerçek kişi ortağınızın şahsi paralarından döviz veya TL cinsinden yıl içinde bir defa veya devamlı borç para adığını, Şirketinizin aldığı bu borçlar karşılığında gerçek kişi ortağınıza herhangi bir faiz, komisyon ve benzeri adlar altında hiçbir bedel ödemediğini, döviz olarak aldığı borçlar nedeniyle Şirketiniz bünyesinde gerek değerleme gerekse ödeme sırasında kur farkı oluştuğunu belirterek, borçlandığınız bu paralarla ilgili herhangi bir faiz ödenmemesinin transfer fiyatlandırması veya örtülü sermaye kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği, ortağınıza döviz olarak borçlanılması durumunda Şirketiniz lehine oluşan kur farkının gelir, aleyhe oluşan kur farkının ise gider olarak kaydedildiği bu durumun işletmeden çekilen değer olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususunda Başkanlığımız görüşü talep edilmektedir.

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında, kurumlar vergisinin, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı belirtilmiş; aynı maddenin ikinci fıkrasında da, safi kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır.

193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 38 inci maddesinde, bilanço esasına göre ticari kazancın, teşebbüsteki öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki müspet fark olduğu; bu dönem zarfında sahip veya sahiplerce, işletmeye ilave olunan değerlerin bu farktan indirileceği, işletmeden çekilen değerlerin ise farka ilave olunacağı; ticari kazancın bu suretle tespit edilmesi sırasında, Vergi Usul Kanununun değerlemeye ait hükümleri ile bu Kanunun 40 ve 41 inci maddeleri hükümlerine uyulacağı hüküm altına alınmıştır.

Aynı Kanunun 40 ıncı maddesinde ise safi kazancın tespit edilmesinde indirilecek giderler sayılmış olup maddenin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde, ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderlerin safi kazancın tespitinde gider olarak indirilebileceği hükmüne yer verilmiştir.

Kurumlar Vergisi Kanununun "Kabul edilmeyen indirimler" başlıklı 11 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde, örtülü sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan faiz, kur farkları ve benzeri giderlerin, (c) bendinde ise transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılan kazançların kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınamayacağı hükmüne yer verilmiştir.

Aynı Kanunun "Örtülü sermaye" başlıklı 12 nci maddesinin;

- Birinci fıkrasında, "Kurumların, ortaklarından veya ortaklarla ilişkili olan kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak temin ederek işletmede kullandıkları borçların, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmı, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye sayılır."

- Yedinci fıkrasında, "Örtülü sermaye üzerinden kur farkı hariç, faiz ve benzeri ödemeler veya hesaplanan tutarlar, Gelir ve Kurumlar Vergisi kanunlarının uygulanmasında, gerek borç alan gerekse borç veren nezdinde, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibarıyla dağıtılmış kâr payı veya dar mükellefler için ana merkeze aktarılan tutar sayılır…" hükmü yer almaktadır.

1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinin "12.4.Örtülü sermaye üzerinden yapılan ödemeler veya hesaplanan tutarların kâr payı sayılması ve yapılacak düzeltme işlemleri" başlıklı bölümünde "Örtülü sermaye üzerinden ödenen faiz ve benzeri ödemeler veya hesaplanan tutarlar, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarının uygulanmasında, gerek borç alan gerekse borç veren nezdinde, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibarıyla dağıtılmış kâr payı veya dar mükellefler için ana merkeze aktarılan tutar sayılacaktır. Kur farkları bu kapsamda değerlendirilmeyecektir." açıklamalarına yer verilmiştir.

Kanunun 13 üncü maddesinin;

- Birinci fıkrasında, kurumların, ilişkili kişilerle emsallere uygunluk ilkesine aykırı olarak tespit ettikleri bedel veya fiyat üzerinden mal veya hizmet alım ya da satımında bulunmaları durumunda, kazancın tamamen veya kısmen transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılmış sayılacağı; alım, satım, imalat ve inşaat işlemleri, kiralama ve kiraya verme işlemleri, ödünç para alınması ve verilmesi, ikramiye, ücret ve benzeri ödemeleri gerektiren işlemlerin her hal ve şartta mal veya hizmet alım ya da satımı olarak değerlendirileceği,

- İkinci fıkrasında, ilişkili kişinin kurumların kendi ortakları, kurumların veya ortaklarının ilgili bulunduğu gerçek kişi veya kurum ile idaresi, denetimi veya sermayesi bakımından doğrudan veya dolaylı olarak bağlı bulunduğu ya da nüfuzu altında bulundurduğu gerçek kişi veya kurumları ifade ettiği, ilişkinin doğrudan veya dolaylı olarak ortaklık kanalıyla oluştuğu durumların örtülü kazanç dağıtımı kapsamında sayılması için en az %10 oranında ortaklık, oy veya kâr payı hakkının olması şartı arandığı, ortaklık ilişkisi olmadan doğrudan veya dolaylı olarak en az %10 oranında oy veya kâr payı hakkının olduğu durumlarda da tarafların ilişkili kişi sayıldığı, ilişkili kişiler açısından bu oranların topluca dikkate alınacağı,

- Üçüncü fıkrasında, emsallere uygunluk ilkesinin, ilişkili kişilerle yapılan mal veya hizmet alım ya da satımında uygulanan fiyat veya bedelin, aralarında böyle bir ilişkinin bulunmaması durumunda oluşacak fiyat veya bedele uygun olmasını ifade ettiği,

- Dördüncü fıkrasında, kurumların, ilişkili kişilerle yaptığı işlemlerde uygulayacağı fiyat veya bedelleri, bu fıkrada belirtilen yöntemlerden işlemin mahiyetine en uygun olanını kullanarak tespit edeceği,

- Altıncı fıkrasında, tamamen veya kısmen transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılan kazancın, Gelir ve Kurumlar Vergisi kanunlarının uygulamasında, bu maddedeki şartların gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibarıyla dağıtılmış kâr payı veya dar mükellefler için ana merkeze aktarılan tutar sayılacağı

hükme bağlanmıştır.

Konuya ilişkin 1 seri numaralı Transfer Fiyatlandırması Yoluyla Örtülü Kazanç Dağıtımı Hakkında Genel Tebliğin "4- Emsallere Uygunluk İlkesi" başlıklı bölümünde, "… Emsallere uygun fiyat veya bedel, aralarında ilişkili kişi tanımına uygun herhangi bir ilişki olmayan kişilerin tamamen işlemin gerçekleştiği andaki koşullar altında oluşturduğu piyasa ya da Pazar fiyatı olarak da adlandırılan tutardır. Bu fiyat veya bedel, işlem anında hiçbir etki olmaksızın objektif olarak belirlenen en uygun tutar olup, ilişkili kişilerle yapılan işlemlerde uygulanan fiyat veya bedelin bu tutar olması gerekmektedir.

Aralarında ilişki bulunmayan gerçek kişi veya kurumlar arasındaki işlemlerde fiyat, piyasa koşullarına göre belirlendiğinden, ilişkili kişiler arasındaki işlemlerde de aynı koşullar geçerli olmalıdır. Dolayısıyla, taraflar arasındaki ilişkinin mal veya hizmet fiyatlandırmasına herhangi bir etkisi bulunmamalıdır.

İlişkili kişiler arasındaki mal veya hizmet alım ya da satım işlemlerinde uygulanan fiyat veya bedelin piyasa fiyatını yansıtmaması durumunda, ilişkili kişiler arasındaki işlemlerde uygulanan bu fiyat veya bedelin emsallere uygunluk ilkesine aykırı olarak tespit edildiği kabul edilecektir…" açıklamalarına yer verilmiştir.

Buna göre,

- Şirketiniz tarafından ortağınızdan alınmış borçların örtülü sermaye olarak değerlendirilmesi halinde bu borçlarla ilgili olarak örtülü sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan faiz, kur farkları ve benzeri giderlerin, Kurumlar Vergisi Kanununun 11 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre gider olarak yazılması mümkün bulunmamakla birlikte, örtülü sermaye kabul edilen borçlanmalarda oluşacak kur farkı gelirlerinin de söz konusu borcun örtülü sermaye olarak kabul edilmesinin bir sonucu olarak, vergiye tabi kurum kazancının tespitinde gelir olarak dikkate alınması söz konusu olmayacaktır.

- Şirketinize kullandırılan borçların örtülü sermaye olarak değerlendirilmesi durumunda örtülü sermaye üzerinden kur farkı hariç, faiz ve benzeri ödemeler veya hesaplanan tutarlar, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarının uygulanmasında, gerek borç alan gerekse borç veren nezdinde, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibarıyla dağıtılmış kar payı olarak değerlendirilecektir.

- Şirketinizin gerçek kişi ortağından borçlandığı paralarla ilgili olarak herhangi bir faiz ödemesi durumunda, gerçek kişi ortağa ödenecek faiz bedelinin emsallere uygun olması gerekmektedir. Emsallere uygun faiz bedelinin tespitinde Kanunun 13 üncü madde hükmü ve 1 seri numaralı Transfer Fiyatlandırması Yoluyla Örtülü Kazanç Dağıtımı Hakkında Genel Tebliğinde açıklanan yöntemlerden işlemin mahiyetine en uygun olanının kullanılacağı tabiidir.

Öte yandan, Şirketinizin nakit ihtiyacı olmadığı halde gerçek kişi ortağınızdan alınan paralara ilişkin ortaya çıkan kur farklarının, ticari kazancınızın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgisi olmadığından, kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınması mümkün değildir.

Bilgi edinilmesini rica ederim.

(*)     Bu Özelge 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 413.maddesine dayanılarak verilmiştir.

(**)   İnceleme, yargı ya da uzlaşmada olduğu halde bu konuya ilişkin olarak yanlış bilgi verilmiş ise bu özelge geçersizdir.

(***) Talebiniz üzerine tayin edilmiş olan bu özelgeye uygun işlem yapmanız hâlinde, bu fiilleriniz dolayısıyla vergi tarh edilmesi icap ederse, tarafınıza vergi cezası kesilmeyecek ve tarh edilen vergi için gecikme faizi hesaplanmayacaktır.

Perşembe, 08 Kasım 2018 10:05

İşe İade Davası Açabilmenin Şartları

İşveren beni haksız olarak işten çıkarttı ve paramı ödemediler. İşe iade davası açsam kazanır mıyım? 5...543296 Nolu SMS
İşe iade davasının açılabilmesi için bazı koşullar vardır. Önce bu koşulları belirtelim. İşe iade davası açmak isteyen işçinin iş sözleşmesinin belirsiz süreli iş sözleşmesi olması gerekmektedir. İşe iade davası açmak isteyen işçinin çalıştığı işyerinde en az altı ay çalışmış olması, kıdeminin bulunması gerekmektedir. İşe iade davası açmak isteyen işçinin çalıştığı işyerinde en az otuz işçinin çalışıyor olması gerekir. İşverenin birden fazla işletmesi var ise işletmelerinde çalışan toplam işçi sayısı baz alınmalıdır. İşe iade davası açmak isteyen işçinin işten çıkarıldığı an ile kendisine tebliğ edildiği tarih farklı olduğu takdirde feshin tebliğ edildiği tarihten itibaren bir ay içerisinde dava açmış olması gerekmektedir. Bir aylık sürenin kaçırılmış olması durumunda fesih kabul edilmiş/icazet gösterilmiş sayılır ve dava açma hakkınız sona erer. Sizde eğer saydığımız bu şartlara sahipseniz işe iade davası açabilirsiniz.

Ne zaman emekli olurum?
Eşim 1961 doğumlu, Nisan 2001 sigorta başlangıçlı, 4500 gün primi var, yüzde 45 engelli raporu var. 5...831255 Nolu SMS 
Eşiniz, 19 yıl ve 4240 prim gün şartlarına tabidir. Prim gün şartı tamamlanmış ancak 19 yıl şartı Nisan 2020 yılında dolacak. Bu durumda emekli olabileceği tarih Nisan 2020 olacaktır.

1979 doğumluyum. 07.07.1995 girişliyim. 2500 günüm var. Ne zaman emekli olurum? 5...780126 Nolu SMS 
İşe başlangıcınıza göre 25 yıl, 55 yaş ve 5750 prim gün şartlarına tabisiniz. 55 yaşınızın dolacağı 07.07.2034 tarihine kadar 5750 günü tamamlayıp emekli olursunuz. Ali Şerbetçi

https://www.verginet.net/dtt/11/ozelge-2018-7.aspx

Perşembe, 08 Kasım 2018 10:01

En Düşük Memur Maaşı 3500 Lirayı Aşacak

Memur ve emeklilerinin zammı toplu sözleşmeyle belirlenirken, orana enflasyon farkı da ekleniyor. Bu hesapla memur ve emekliler ocakta yüzde 12.32 zam alacak ve en düşük memur maaşı 3518 TL olacak.

Memur ve emeklilerinin zam oranları toplu görüşmeler sonucu belirleniyor. Yani maaşları direkt enflasyona bağlı olarak artmıyor. Ancak bir önceki altı aylık enflasyon toplu görüşmelerde belirlenen oranı aşarsa, enflasyon farkı kadar ilave zam alıyorlar. Ocakta memur ve emeklilerine toplu görüşmelerde belirlendiği gibi yüzde 4 zam yapılacak. Buna ilave memur ve emeklileri temmuz-aralık dönemindeki enflasyon oranının yüzde 3.5’i geçip geçmeyeceğine göre enflasyon farkı alacak.

ENFLASYON FARKI ALINACAK

Bugün için memur zammının yüzde 4 toplu sözleşme zammı, yüzde 8.32 de enflasyon farkı olmak üzere yüzde 12.32 olması söz konusu. Görevdeki memurlar ve emeklileri ocak-haziran dönemindeki enflasyon oranında zammı temmuzda aldılar. Memur ve emeklilerinin maaşlarına temmuzda yüzde 8.65 zam yapıldı. Zam sonrası en düşük memur emeklisinin maaşı 2.149 TL’ye, en düşük memur maaşı ise aile yardımı dâhil 3.133 TL’ye yükselmişti. Kasım ve aralık aylarındaki enflasyon düşerse oran düşecek, yükselirse zam yapılacak.

3 OCAK’TA NETLEŞECEK

Emekli maaşlarına yapılacak zam oranı 3 Ocak 2019’da TÜİK tarafından açıklanacak orana göre kesinleşecek. Dolayısıyla bugünden yapılacak emekli maaş zammı hesapları, ekimde gerçekleşen 4 aylık enflasyon oranlarına göre yapılıyor. Net oran 3 Ocak’ta açıklanacak. Aralık ayı enflasyon oranı sonrası kesinleşen temmuz-aralık altı aylık enflasyonuna göre belli olacak.

Ocak ayının zam miktarı 1743 TL’ye kadar çıkabilir

Aralık ayında kesinleşecek altı aylık enflasyon oranına göre memur ve emeklilerinin zam oranı belli olacak. Ekim ayı enflasyon verisi sonrası bugün ortaya çıkan orana göre ise memur ve emeklilerine yüzde 12.32 oranında zam yapılması söz konusu. Bugün itibarıyla en düşük memur emeklisi 2.150 TL maaş alıyor. Ekim ayı enflasyonuyla beraber 4 aylık enflasyon oranına göre ocakta bu tutar 2.414 TL’ye yükselecek. Dolayısıyla en düşük memur emeklisi 264 TL zam alacak. Maaşı yüksek olan memur emeklisinin zammı da yüksek olacak. Aktif memurlar için ise en düşük maaş 3.133 TL’den 3.518 TL’ye yükselecek. Yani en düşük memur maaşı 385 TL zamlanmış olacak. Halen görevde olan memurların zam miktarı 1.743 TL’ye kadar çıkacak.

Diğer aylıklarda da artış gerçekleşecek

3 Ocak tarihinde enflasyon oranı açıklanınca 3 milyon aktif memur ve 1.4 milyon memur emeklisinin zam oranı netleşecek. Diğer yandan 36 bin malul ve vazife malulü ve 678 bin memur anne-babası veya eşinden aylık alan kişinin de aylıkları zamlanacak. Dolayısıyla toplamda 2.2 milyon kişinin aylıklarına yüzde 12.32 oranında zam yapılacak. Okan Güray Bülbül

https://www.aksam.com.tr/yazarlar/okan-guray-bulbul/en-dusuk-memur-maasi-3500-lirayi-asacak/haber-790817

Özellikle işletmelerde karşılaşılan en önemli sorunlardan biri de işyeri devri ile birlikte,işverenlerin el değiştirmesi bunun sonucunda işçi alacaklarında devir eden ve devir alan arasında süre konusunda şikayetler yada münakaşalara çalışma hayatında sıklıkla rastlıyoruz.

4857/6'ıncı maddesinde konu açıkça ele alınmıştır.

''İşyerinin veya bir bölümünün devri ''

''İşyeri veya işyerinin bir bölümü hukukî bir işleme dayalı olarak başka birine devredildiğinde, devir tarihinde işyerinde veya bir bölümünde mevcut olan iş sözleşmeleri bütün hak ve borçları ile birlikte devralana geçer.

 Devralan işveren, işçinin hizmet süresinin esas alındığı haklarda, işçinin devreden işveren yanında işe başladığı tarihe göre işlem yapmakla yükümlüdür.

Yukarıdaki hükümlere göre devir halinde, devirden önce doğmuş olan ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlardan devreden ve devralan işveren birlikte sorumludurlar.

Ancak bu yükümlülüklerden devreden işverenin sorumluluğu devir tarihinden itibaren iki yıl ile sınırlıdır.''

İki yıl sınırlı olmak hangi bağlamda;

Fazla Mesai,Prim,Ücret,Yıllık izin vs dediğimiz işçilik alacakları olarak mı anlamalıyız.

Evet diyebiliriz.

Oysa ki kıdem tazminatı açısından konuya yaklaştığımızda olay başka bir boyuta bürünecektir.

KIDEM TAZMİNATI AÇISINDAN SORUMLULUĞA DEVİRDE YARGI KARARI İLE BAKALIM

T.C YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ

Esas No. 2018/4089 Karar No. 2018/9860 Tarihi: 26.04.2018

İŞYERİ DEVRİNDE DEVİR EDEN İŞVERENİN KIDEM TAZMİNATINDAN SORUMLULUĞUNUN İŞ YASASININ 6. MADDESİNDEKİ  İKİ YILLIK SÜREYLE SINIRLANDIRILAMAYACAĞI DEVİR EDEN İŞVERENİN DEVİR TARİHİNDEKİ İŞÇİNİN KIDEMİ VE ÜCRETİ ÜZERİNDEN HESAPLANACAK KIDEM TAZMİNATINDAN  SORUMLU OLACAĞI.

İş hukukunda işyeri devrinin kıdem tazminatına etkisi de uyuşmazlık konusudur. İşyeri devri halinde kıdem tazminatı bakımından devreden işveren kendi dönemi ve devir tarihindeki son ücreti ile sınırlı olmak üzere sorumludur. 1475 sayılı Yasanın 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, devreden işverenin sorumluluğu bakımından bir süre öngörülmediğinden, 4857 sayılı Yasanın 6 ncı maddesinde sözü edilen devreden işveren için öngörülen iki yıllık süre sınırlaması, kıdem tazminatı bakımından söz konusu olmaz. O halde kıdem tazminatı işyeri devri öncesi ve sonrasında geçen sürenin tamamı için hesaplanmalı, ancak devreden işveren veya işverenler bakımından kendi dönemleri ve devir tarihindeki ücret ile sınırlı sorumluluk belirlenmelidir.

SONUÇ:

Kıdem tazminatı işyeri devri öncesi ve sonrasında geçen sürenin tamamı için hesaplanmalı, devreden işveren veya işverenler bakımından kendi dönemleri ve devir tarihindeki ücret ile sınırlı sorumluluk belirlenmelidir. VEDAT İLKİ This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=9234

Perşembe, 08 Kasım 2018 09:51

İnteraktif Vergi Dairesi

213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 257 nci maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendine dayanılarak, 492 Sıra No’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği kapsamında oluşturulan İnteraktif Vergi Dairesi 28.02.2018 tarihi itibariyle açılmış bulunmaktadır.

İnteraktif Vergi Dairesi hizmetlerinden; https://ivd.gib.gov.tr adresi üzerinden hâlihazırda İnternet Vergi Dairesi şifresi olan, e–Devlet şifresi bulunan, 492 Sıra No’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği kapsamında şifre edinen gerçek ve tüzel kişiler faydalanabilecektir. Buna göre aşağıdaki işlemler interaktif vergi dairesinden gerçekleştirilebilecektir:

İnteraktif Vergi Dairesi üzerinden kişiler;

  1. Sicil bilgilerine,
  2. Borç bilgilerine,
  3. Elektronik ortamda verdikleri bildirim, beyanname ile bu beyannamelere ilişkin tahakkuklara,
  4. Emanet defterine kaydedilen tutarlara,
  5. Haklarında yapılan elektronik yoklamalara ilişkin tutanaklara,
  6. Elektronik hacizleri bilgilerine,
  7. e-Tebligatlarına,
  8. Vergi ceza ihbarnamelerine,

ulaşabileceklerdir.

Ayrıca;

  1. Borç ödeme,
  2. e-Tebligat sistemine dahil olmak için talepte bulunma,
  3. Vergi cezalarında indirim talebinde bulunma,
  4. Uzlaşma talebinde bulunma,
  5. Mükellefiyet durum yazısı alma,
  6. Borç durum yazısı talebinde bulunma,
  7. Özelge talebinde bulunma,
  8. Gerçek kişilerde işe başlama, adres değişikliği bildiriminde bulunma,
  9. Gerçek kişilerde şube açılış bildiriminde bulunma,
  10. Gerçek kişilerde işi bırakma bildiriminde bulunma,
  11. İzaha davet müessesi kapsamında izahta bulunma,
  12. 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48 inci maddesi kapsamında tecil talebinde bulunma,
  13. Genel dilekçe verme işlemlerini gerçekleştirebileceklerdir. Nazlı Gaye Alpaslan

https://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/interaktif-vergi-dairesi/haber-22689

Konkordato uygulaması nedir?

Son günlerde basında yer alan haberlere baktığımızda faaliyet gösterdiği sektörde önemli ağırlığı olan şirketlerin kondordato ilan ettiği göze çarpıyor. 

Nedir bu konkordato? Konkordato, İcra ve İflâs Kanunu ("İİK") içinde bir düzenleme olarak hukuk sistemimizde yer alıyor. Zaman zaman İİK'da değişiklikler yapılıyor. En son 28 Şubat 2018 tarihinde 7101 sayılı Kanun ile 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanununda ("İİK") değişiklikler yapıldı. 7101 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikler ile "iflas erteleme" yürürlükten kaldırılarak, "konkordato" yeniden düzenlendi. Bu yazımızda hukuki detaylarına çok girmeden konkordato uygulamasının vergilemede etkilerini ele alacağız. 

Konkordato, özü itibariyle zor durumda olan kurumların ekonomiye kazandırılması amacıyla oluşturulmuş bir uygulama. Konkordato ile borçluya; borcun vadesini uzatmak veya borç tutarında indirim yapılmak suretiyle borçlarını ödeyebilme veya olası bir iflâstan kurtulmak üzere talep edebilme hakkı veriliyor. Esasen "konkordato", borçlu ile alacaklıların uzlaşarak alacakları yeniden yapılandırılması. 

Konkordatonun "adi konkordato (rehinli alacaklılarla müzakere ve borçların yapılandırılması dahil), iflastan sonra konkordato ve malvarlığının terki suretiyle konkordato" gibi çeşitleri var.

Konkordato kararı alındığında nasıl bir etki yaratıyor?

Konkordato talebi borçlunun yerleşim yerindeki asliye ticaret mahkemesi tarafından karara bağlanıyor. Mahkemenin konkordato başvurusunu kabul etmesi durumunda kararın etkiler aşağıdaki gibidir:

  • Geçici veya kesin kabul edilen borçlu hakkında kamu alacakları (6183 sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkında Kanuna tabi olan) dahil olmak üzere her türlü tedbir, ihtiyati haciz, ve muhafaza işlemleri de dahil olmak üzere ihtiyati tedbir yolu ile durdurulur, mal ve varlıkları için icra takibi ve haciz yapılamaz.

  • Üretim faaliyetleri olan şirketlerde üretimin devamı zorunlu olan bankacılık işlemleri ve alacaklı olduğu üçüncü kişiler üzerindeki hak ve alacakları üzerine haciz ihbarnamesi gönderilemez veya gönderilmiş ise kaldırılır.

  • Üretim tesisi olan şirketlerde bu tesiste ihtiyaç bulunan enerji kaynaklarının kesintiye uğramaması için enerji kaynaklarının devamlılığının sağlanır ve kesinti uygulanmaz.

Konkordato ile alacaklılar şirketin ekonomik faaliyetlerinin sürmesi için borçlu ile devam kararı almış olur. 

Konkordato uygulamasında vergi istisnaları 

Konkordato kararı ile yapılacak işlemler alacaklı ve borçlulara ilave yük çıkmaması için özellikle işleme dayalı ve gelir üzerinden alınmayan vergilerde istisnalar tanınmıştır. İcra ve İflas Kanunu'nun 308/g maddesi ile konkordato işlemlerinde konkordato projesinin tasdik edilmesi şartıyla yapılacak işlemler aşağıdaki vergilerden ve benzeri mali yüklerden istisna edilmiştir: 

  • Harçlar Kanunu kapsamında harç istisnası,
  • Damga Vergisi Kanunu kapsamındaki kâğıtlar için damga vergisi istisnası,
  • Alacaklılar tarafından her ne nam altında olursa olsun tahsil edilecek tutarlar için banka ve sigorta muameleleri vergisi istisnası,
  • Borçluya kullandırılacak krediler için Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu istisnası.
  • Ayrıca, konkordato projesi kapsamında borçların yeni bir itfa plânına bağlanan borçlulara ait olan teşvik belgelerindeki sürelerin ile ihracat taahhüt sürelerinin, geçici mühlet kararının verildiği tarihten konkordatonun bağlayıcı hâle geldiği tarihe kadar durdurulur.

Yukarıda belirtilen istisnalar sadece konkordato projesinde belirtilen işlemler bakımından borçlu ile proje kapsamındaki alacaklılar için uygulanabilir.

Vergi uygulamasında alacak değerlemesi ve karşılık ayrılma uygulaması nasıl?

Vergi Kanunlarında değerleme hükümleri muhasebe standartlarından farklı olarak özel maddelerle düzenlenmiştir. Bu çerçevede, "şüpheli alacak karşılığı" ve "değersiz alacak" uygulamasında uyulacak esaslar Vergi Usul Kanunu'nda yer almaktadır. Şüpheli alacaklar için, "ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla şüpheli alacak ayrılabileceği düzenlenmiştir". Şüpheli karşılık ayrılması için, "alacak dava veya icra safhasında bulunmalı, ayrılacak karşılık, alacağın şüpheli hale geldiği dönem sonu itibariyle ayrılması" şartlarının varlığına bağlıdır. 

"Değersiz alacak uygulaması" için ise kazai bir hükme veya kanaat verici bir belgeye göre tahsiline artık imkan kalmayan alacakların "değersiz" hale geldiği düzenlenmiştir. Değersiz alacaklar, bu niteliğe girdikleri tarih itibariyle tasarruf değerlerini kaybettiklerinden kayıtlı değerleri ile gider hesaplarına aktarılmalıdır.

Konkordato uygulaması ile ilgili değerlendirmelere geçmeden Gelir İdaresinin bu konulara nasıl yaklaştığına bakalım.

Öncelikle "değersiz alacak" uygulaması ile ilgili olarak Gelir İdaresi tarafından verilen görüşler bulunmaktadır. Bunlarda biri olan 11395140-010-112158 sayılı ve 8.8.2016 tarihli Özelge'de yer alan görüş, Almanya'da faaliyet gösteren bir firmadan ….. Euro alacağı bulunan, ancak borçlu firma için Düsseldorf Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen ….. tarihli kararıyla sermayesi bulunmaması nedeniyle re'sen kapatılıp, sicil kaydının silindiği, bu firmadan tahsil edilemeyen alacağın değersiz alacak olup olmayacağına ilişkin olup, şu şekildedir: 

"… Bu hüküm ve açıklamalar çerçevesinde, yurt dışında faaliyet gösteren alacaklı olduğunuz firmanın sermayesi bulunmaması nedeniyle re'sen kapatılıp, sicil kaydının silinmesine dair Düsseldorf Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen ….. tarihli karara istinaden, tahsil edilemeyen alacağınızın değersiz alacak olarak kabulü için Türkiye'de asliye mahkemelerinde tenfiz davası açılması ve bu mahkemelerde yabancı mahkeme kararının tanınması gerekmektedir.

Yabancı mahkeme kararında alacağınızın tahsilinin mümkün olmadığının anlaşılması durumunda, Asliye Mahkemesince tanıma kararının verildiği yılda alacağınız değersiz hale gelecek olup, tanıma kararının verildiği yılda alacağınızın gider yazılmamış olması halinde sonraki yıllarda gider olarak dikkate alınamayacağı tabiidir."

Bu görüşten de anlaşılacağı üzere yabancı bir ülkede sermaye yetersizliği bulunan bir şirketin re'sen kapatılmasından dolayı tahsil edilemeyen karar Türkiye'de yargı mercilerinde kararın tanınmasını takiben gider yazılması söz konusudur.

Konkordato uygulamasında İdare görüşü nasıl? 

İdare "konkordato" uygulaması ile ilgili olarak Gelir İdaresi'nin verdiği görüş bulunmaktadır. İdare kendisine yapılan bir başvuruya ilişkin 11395140-105[VUK-1-20178]-129208 sayılı ve 11.5.2017 tarihli Özelge'de, Türkiye'deki şirketin ihracat teslimleri sonucu İngiltere mukimi bir firmadan 1.424.085,52 GBP alacaklı olduğu, firmanın konkordato yoluna gittiği, İngiltere mevzuatına göre takibata geçilemeyip, alacak davası açılamadığı ve konkordatonun sonuçlanmasını beklemek zorunda kalındığı belirtilerek tahsil edilemeyen alacak için şüpheli alacak karşılığı ayrılıp ayrılamayacağı ve değersiz alacak olup olmayacağına ilişkin görüş şu şekildedir:

"…Öte yandan, konkordato, herhangi bir dürüst borçlunun ödeme teklifinin konkordatoya tabi alacaklılarının belirli bir çoğunluğu tarafından kabulü ve mahkemenin onayı ile gerçekleşen ve borçlunun, borçlarının bir kısmından kurtulmasını veya ödeme şeklinin borçlu yararına değişmesini sağlayan, iflasa nazaran yumuşatılmış, alacaklıların eşit olarak tatminine yarayan hukuki bir araç/müessesedir. Bu sayede işletmeler konkordatoya tabi borçlarını, elde edebilecekleri zaman süreci içinde icra ve iflas takiplerinden korunmak suretiyle ödeyebilme imkânına kavuşmaktadır. Bu bakımdan konkordato, ödeme şekil ve şartlarında borçlu yararına değişiklik meydana getirir. Ayrıca, konkordato bir dava veya icra takibi olmayıp, bazen alacağın bir kısmından vazgeçme yerine alacağın vadesinin uzatılarak tamamının ödenmesi şeklinde de olabilir. Dolayısıyla, konkordato alacağı şüpheli hale getirmediği gibi aksine, alacağın (tenzilat konkordatosunda vazgeçilmeyen kısmın) tahsil imkanını kuvvetlendirir.

Buna göre, konkordato yoluna gittiğini belirttiğiniz İngiltere mukimi firmadan olan alacaklarınız için şüpheli alacak karşılığı ayrılması mümkün bulunmamaktadır.

Bu itibarla, İngiltere mukimi firmanın konkordato talebinin anlaşmayla sonuçlanmasına bağlı olarak, varsa söz konusu anlaşma kapsamında vazgeçilen alacak kısmı, değersiz alacak olarak kabul edileceğinden, İngiltere mevzuatına göre yetkili resmi makamca konkordato anlaşmasının onaylanarak kesinleşmesini müteakiben, alacağın değersiz hale geldiği (anlaşmanın kesinleştiği) yıl hesaplarına zarar olarak yazılması mümkündür. Ayrıca, ilgili ülke mevzuatına göre kesinleşen konkordato anlaşmasının 213 sayılı Kanunda öngörülen süreler boyunca muhafaza ve gerektiğinde yetkililere ibraz edilmesi gerektiği tabiidir. 

Bunun yanında, Vergi Usul Kanununun 322 nci maddesi uygulamasında, alacağın değersiz hale geldiği yıl hesaplarına zarar olarak yazılması gerekmekte olup, ilgili olduğu yılda zarar yazılmayan alacağın sonraki yıllarda dikkate alınması mümkün bulunmamaktadır."

Yukarıda yer alan özelge görüşüne göre konkordato uygulaması halinde her türlü tedbir, ihtiyati haciz, ve muhafaza işlemleri de dahil olmak üzere ihtiyati tedbir yolu ile durduğundan (6183 sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkında Kanuna tabi olanlar dahil) "şüpheli alacak karşılığı ayrılabilmesi" için gerekli şart olan "alacak dava veya icra safhasında olma" şartının yerine getirilmemesi nedeniyle "şüpheli alacak karşılık" ayrılması uygun görülmemektedir. Sadece kondordato kapsamında vazgeçilen alacak kısmı için değersiz alacak yazılmasına izin vermektedir. 

Bu görüş oldukça katı bir uygulamadır. Konkordatonun şüpheli alacak ayrılmasına engel olmaması gerekir. Konkordatoya başvuran bir şirketteki alacağın şüpheli hale gelmediğini iddiası "İcra ve İflâs Kanunu" ile düzenlenen bir müessesenin özüne aykırılıktır. 

Neden böyle düşünüyoruz? Çünkü "konkordato", özü itibariyle borçlarını ödemede zor durumda olan kurumlara tanınabilir. Mahkemeye başvurulduğunda alacaklıların kısmen vazgeçecekleri bir alacak söz konusudur ve karar alınsa bile tahsili hala şüpheli olabilir. 

Dolayısıyla, "alacağın şüpheli hale getirmediği gibi aksine, alacağın (tenzilat konkordatosunda vazgeçilmeyen kısmın) tahsil imkanının" kuvvetlendirme konkordato kararı sonrası için söylenebilir. Ancak garantisi yoktur. Bu nedenle, konkordatoya başvuran şirketlerin bir süre sonra iflas ettiğini görüyoruz. 

Bu gerekçeler ile konkordato sürecinde olan şirketlerin "bu sürecin bir nevi dava icra safhası olduğu kabulü ile şüpheli alacak karşılığı ayrılmasına" izin verilmelidir. Aksi takdirde şüpheli hale gelmiş bir alacak için karşılık ayrılmaması alacaklı şirketin daha fazla vergi ödemesi ile sonuçlanacaktır.  

Sorumlu vergicilik bakışıyla…

Gelir İdaresi tarafından yazımızda yer verdiğimiz görüşe bakıldığında konkordato uygulamasında şüpheli alacak karşılığı ayrılmasının uygun görülmemesi alacaklı şirketleri zor duruma bırakacaktır. Basında yer alan haberlere bakıldığında konkordato ilan eden şirketlerin sayısı artma eğiliminde. Bu nedenle alacaklı şirketlerin şüpheli alacak karşılığı ayırabilmesine imkan sağlanması nakit sıkıntısı çeken şirketlerin vergi yüklerini olması gereken noktaya çekme konusunda destek olacaktır. Abdulkadir  Kahraman  https://kpmgvergi.com

Çarşamba, 07 Kasım 2018 20:49

Kısmi Süreli Çalışmaya Nasıl Geçilir?

HEM ANNE HEM BABANIN ÇALIŞMASI ŞART

İş Kanunu’nun 13. maddesine göre kısmi süreli çalışmaya geçiş hakkından yararlanabilmek için her iki ebeveynin de çalışıyor olması gerekir. Yani baba çalışmıyorsa, anne bu haktan yararlanamaz.

ANNE YA DA BABA BU HAKKI KULLANABİLİR

Eğer her iki ebeveyn de çalışıyorsa, ikisinden biri bu haktan yararlanabilir. Yani anne ya da baba kısmi süreli çalışmaya geçiş yapabilir. Ancak ikisi birden yapamaz.

ANALIK İZİNLERİ BİTTİKTEN SONRA KULLANILABİLİR

Kısmi süreli çalışmaya geçiş yapabilmek için tüm analık izinlerinin bitmiş olması gerekir. Yani bu hak toplam 16 haftalık olağan analık izninin sonunda kullanılabilir. Kadın işçi bu iznin sonunda 6 aya kadar ücretsiz izin almış ya da yarım çalışma hakkını kullanmışsa, kısmi süreli çalışmaya geçiş hakkını bu izinler bittikten sonra da kullanabilir. 
Eğer kadın işçi doğum sonrası 6 aya kadar ücretsiz izin almışsa, bu izin devam ederken, bu izni keserek de kısmi süreli çalışmaya geçiş hakkını kullanabilir.

ZORUNLU İLKÖĞRETİM ÇAĞINA KADAR KULLANILABİLİR

İşçi, bu hakkını analık izinlerinin bitiminden sonra çocuk zorunlu ilköğretim çağına girene (5,5 yaşını doldurana kadar) kadar herhangi bir zamanda kullanabilir. Yani işçi, analık izinlerinin bitiminden hemen sonra bu hakkını kullanabileceği gibi, çocuk 2 hatta 4 yaşındayken de bu haktan yararlanabilir.

BİR AY ÖNCEDEN YAZILI BAŞVURU ŞART

Bu haktan yararlanmak isteyen işçinin, bu haktan yararlanmasının başlayacağı tarihten en az 1 ay önce işverene yazılı olarak başvurması gerekir. İşçinin, eşinin çalıştığına dair belgeyi kısmi süreli çalışma talebine eklemesi zorunludur.

İŞÇİ NASIL ÇALIŞMAK İSTEDİĞİNİ BELİRTMELİ

İşçinin kısmi süreli çalışma talebinde, kısmi süreli çalışmaya başlayacağı tarih ile tüm iş günlerinde çalışılacak olması hâlinde çalışmanın başlama ve bitiş saatleri, haftanın belirli günlerinde çalışılacak olması hâlinde ise tercih edilen iş günleri yer alır.

NASIL ÇALIŞILACAĞINI İŞVEREN BELİRLER

Kısmi süreli çalışmanın belirlenen günlük ve haftalık çalışma süresi içerisinde yapılacağı zaman aralığı, o yerin gelenekleri, işçinin yapmakta olduğu işin niteliği ve işçinin talebi dikkate alınarak işveren tarafından belirlenir. Yani işveren işçinin tercihlerine uymak zorunda değildir.

HAFTADA EN FAZLA 30 SAAT

Başvuru yapan işçi, çocuk zorunlu ilköğretim çağına girene kadar (mevzuata göre 5,5 yaşına girene kadar) tam zamanlı çalışmadan kısmi süreli çalışmaya geçirilir. Kısmi süreli çalışma haftada en fazla 30 saattir. İşçi ve işveren tarafının anlaşması halinde daha kısa bir süre de belirlenebilir. Ancak işçinin bir talebi yoksa işveren 30 saatten daha az bir süre belirleyemez.

İŞVEREN TALEBİ KARŞILAMAK ZORUNDA

İşçinin talebi işveren tarafından karşılanmak zorundadır ve işçinin bu talebi işçiyi işten çıkarma nedeni sayılamaz. Aşağıda belirtilen sektörler hariç tüm sektörlerde, işveren işçinin bu talebini karşılamakla ve işçiyi kısmi süreli çalışmaya geçirmekle yükümlüdür. 
İşçinin talebi başvuru tarihinden itibaren en geç bir ay içinde işveren tarafından karşılanır.İşveren; işçiye, talebin karşılandığını yazılı olarak bildirir.İşveren tarafından süresi (en geç 1 ay) içinde işçinin talep dilekçesine cevap verilmemesi hâlinde, talep işçinin dilekçesinde belirtilen tarihte veya bu tarihi takip eden ilk iş gününde geçerlilik kazanır.

BAZI SEKTÖRLERDE İŞVERENİN ONAYI ŞARTI VAR

Kısmi süreli çalışma; 
a) Özel sağlık kuruluşlarında ilgili mevzuat uyarınca mesul müdür, sorumlu hekim, laboratuvar sorumlusu ve sağlık hizmetinden sayılan işlerde tam zamanlı çalışması öngörülenler tarafından yerine getirilen işlerde, 
b) Nitelikleri dolayısıyla sürekli çalıştıkları için durmaksızın birbiri ardına postalar hâlinde işçi çalıştırılarak yürütülen sanayiden sayılan işlerde, 
c) Nitelikleri dolayısıyla bir yıldan az süren mevsimlik, kampanya veya taahhüt işlerinde, 
ç) İş süresinin haftanın çalışma günlerine bölünmesi suretiyle yürütülmesine nitelikleri bakımından uygun olmayan işlerde, 
işverenin uygun bulması hâlinde yapılabilir.

İŞÇİ İSTEDİĞİNDE TAM ZAMANLI ÇALIŞMAYA DÖNEBİLİR

Kısmi süreli çalışmaya geçiş yapan işçi istediği zaman tam zamanlı çalışmaya geri dönebilir. Yani kadın işçi çocuk zorunlu ilköğretim çağına girmeden önce de tam zamanlı çalışmaya dönüş yapabilir. Ancak bu dönüşün ardından bu çocuk için bir daha kısmi süreli çalışmaya geçiş hakkını kullanamaz. 
Eğer işçi daha önce tam zamanlı çalışmaya dönmek istemezse, çocuğun zorunlu ilköğretim çağına girdiği aybaşından itibaren tam zamanlı çalışmaya dönmüş olur.

İŞÇİ KISMİ ZAMANLI ÇALIŞMA ÜCRETİNİ ALIR

Bu haktan yararlanan işçi, bu haktan yararlandığı süre boyunca, çalıştığı süre kadar ücret ve diğer hakları alır. İşçinin sigorta primi çalıştığı süre ile orantılı yatırılır. Yani işçiye tam zamanlı çalışmış gibi ücret ödenmez, SGK primi tam yatmaz. SGK ya da İŞ-KUR tarafından işçiye ayrı bir ücret ödemesi yapılmaz. Bu hak analık izni sonrasında kullanılabilecek yarım çalışma hakkından farklıdır. Yarım çalışma hakkında işçiye ücretinin yarısı işveren yarısını İŞ-KUR öder. Ancak kısmi süreli çalışmaya geçiş hakkında böyle bir uygulama söz konusu değildir.

BAŞVURU DİLEKÇESİ ÖRNEĞİ 

……………….’ne, 
İş Kanunu’nun 13. maddesi uyarınca ………………………. tarihinden itibaren kısmi süreli çalışmaya geçiş hakkımı kullanarak, çocuğumun zorunlu ilköğretim çağına girdiği tarihe kadar kısmi süreli çalışmak istemekteyim. 

Analık İzni veya Ücretsiz İzin Sonrası Yapılacak Kısmi Süreli Çalışmalar Hakkında Yönetmeliğin 9. maddesi uyarınca eşimin de çalıştığına dair belge ekte ilginize sunulmuş olup; söz konusu maddeye göre talebim şu şekildedir: 

(Haftanın her günü çalışmak isteyenler için: haftada 6 gün çalışma olan işyerlerinde günde 5 saat, haftada 5 gün çalışma olan işyerlerinde günde 6 saat): 
30 saatlik çalışma süresinin haftanın çalışılan günlerine eşit olarak dağıtılmasını ve ………-……… saatleri arasında çalışmayı talep ediyorum. 

(Haftanın belli günleri çalışmak isteyenler için: örneğin günlük çalışma süresinin 7,5 saat olduğu işyerlerinde haftanın 4 günü): 
30 saatlik çalışma süresinin haftanın ………………………………………………… günlerine dağıtılmasını talep ediyorum. 

İşbu talebimin işverenliğinizce karşılanarak tarafıma yazılı olarak bilgi verilmesi için gereğini saygılarımla arz ederim. 


İsim-Soyisim: 
Tarih: 
İmza: 
TC Kimlik No: 


Adres: 
Telefon Numarası: 
Ek: Eşimin çalıştığına dair belge. 

https://ekmekvegul.net/haklarimiz-var/kismi-sureli-calismaya-nasil-gecilir

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • KDV İadelerinde Yeni Düzenlemeler KDV (Katma Değer Vergisi), Türkiye'de işletmelerin alışveriş yaptıkları mal ve…
  • E-Defterlerin Yüklenmeme - Yanlış Kayıt Riskleri (Mücbir Sebepler Hariç) 2025 Hesap Döneminden İtibaren Bilanço Esasına Tabi Mükellefler E Defter…
  • E-Fatura Yerine E-Arşiv/ Kağıt Fatura Düzenlenmiş Olması Hali * Fatura İçeriği Mal Teslimi/ Hizmet İfasının Yapılmadığı Anlamına Gelmez…
Top