Mehmet Özdoğru
Geciken Tazminata En Yüksek Faiz Uygulanır
Çalışanlar dikkat! Kıdem tazminatına iş sözleşmesinin feshedildiği tarihte ödenmemesi halinde faiz işletilir. Bu durumda işçinin işvereni temerrüde düşürmesiyle, tazminata mevduata uygulanan en yüksek faiz uygulanır.
Kıdem tazminatı çalışma hayatının en hassas konularından biri. Kıdem tazminatının fona dönüştürülmesi çalışmaları ne zaman gündeme gelse hararetli tartışmalar söz konusu oluyor. Bugün için bu konunun rafa kalktığını söylemek mümkün. Kıdem tazminatının nasıl ödeneceği, ne zaman ödeneceği gibi hususlar işçi ve işverenleri mahkemelerde en çok karşı karşıya getiren konular. Kıdem tazminatının geç ödenmesi ve taksitle ödenmesinin kararlaştırılmış olması halinde ortaya çıkan anlaşmazlıklar işçi ve işverenleri mahkemede karşı karşıya getiriyor. Kıdem tazminatı için karşılık ayırmayan işverenler tazminatı ödemekte zorluk çekiyor.
FESİH TARİHİNDE ÖDENMELİ
Kıdem tazminatının iş sözleşmesinin fesih tarihinde ödenmesi gerekir. Ancak bazı durumlarda işveren ekonomik olarak güçlük çektiği için işçi çıkartmakta ve bu işçilere de kıdem tazminatı ödemekte zorlanmaktadır. Bu gibi durumlarda kıdem tazminatının fesih tarihinde ödenmesi de pek mümkün olmamaktadır. Kıdem tazminatına iş sözleşmesinin feshedildiği tarihte ödenmemesi halinde de faiz işletilir.
Temerrüde düşürmeli
Dolayısıyla tazminat alacağı geciken işçinin faiz isteme hakkı doğar. Geç ödenen kıdem tazminatına faiz işletilebilmesi için işçinin işvereni temerrüde düşürmesi gerekir. İşçinin işvereni temerrüde düşürebilmesi için kıdem tazminatının ödenmesini istediğini ancak ödemenin gerçekleşmediğini ispatlaması gerekir.
Anlaşırlarsa taksit de olur
İşçinin ve işverenin anlaşması halinde kıdem tazminatının taksitle ödenmesi de mümkündür. Bu durumda taksitle ödenecek kıdem tazminatına gecikme faizi ödeme tarihinde hesaplanır. İşçinin faiz talep edebilmesi için ödemelere ihtirazi kayıt koyması gerekir.
Kabul etmiyorsa dava açabilir
Dolayısıyla kıdem tazminatını taksitle ödeme konusunda işverenle anlaşan işçinin bu konudaki haklarını korumak ve faiz uygulanmasını istiyorsa faiz işletebilmek için ihtirazi kayıt koyması ve kıdem tazminatının ödeme günlerinin de açıkça ifade edilmesi gerekir. Kıdem tazminatının taksitle ödenmesi konusunda anlaşma sağlanmışsa ve ödemeler zamanında gerçekleştirilmiş ise işçi ayrıca faiz talep edemez. Ancak işçinin rızasını almadan kıdem tazminatını taksitle ödemek isteyen işveren için işçi iş mahkemesine dava açabilir. Kural olarak taksitle ödeme ancak anlaşmayla mümkündür.
Çek ve senet de mümkün
İşveren eğer işçiyle anlaşırsa kıdem tazminatını çek veya senetle de ödeyebilir. Ancak bu şekilde ödeme konusunda işçinin mağdur olmaması için çekin ve senedin güvenilirliğinin sorgulanması gerekir. Aksi taktirde çeki kıdem tazminatı olarak alan işçi mağdur olabilir.
Bankalardan bilgi talep edilir
Kıdem tazminatının işveren tarafından ödenmemesi ve işçinin de işvereni temerrüde düşürmesi halinde, tazminata mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanır. Mevduata uygulanan en yüksek faizin tespit edilmesi için Merkez Bankası ve diğer bankalardan bilgi talep edilir. Dolayısıyla kıdem tazminatını zamanında ödemeyen işveren o günün koşullarında mevduattaki en yüksek faizle işçiye kıdem tazminatı ödemek durumunda kalır. Okan Güray Bülbül
Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.
Bayramda Çalışanın Ücreti Nasıl Ödenir?
Bayramda 2 gün çalıştım. Bu dönemde tarafıma verilen ücret nasıl hesaplanmalı? Seyit
İş Kanunu'na göre, ulusalbayram ve genel tatil günlerindeçalışan işçilere normal yevmiyenindışında bir yevmiye dahaödenir. Bayramda 2gün çalıştıysanız,çalıştığınız bu günleriçin ilave birer yevmiyedaha almalısınız.
■ İşyerinin el değiştirmesi halinde işçilerin yıllık izin hakları etkilenir mi?
İşyerinin çeşitli nedenlerle el değiştirmesi veya başkasına geçmesi halinde, bu işyerinde çalışan işçilerin yıllık ücretli izin haklarında bir değişiklik olmaz. İşverenin değişmesi, işçilerin yıllık ücretli izin haklarını ortadan kaldırmayacağı gibi, devreden işveren yanında yapılan çalışmaları da bu anlamda geçersiz kılmaz. Devreden ile devralan arasında bu yükümlülüğün ortadan kaldırılacağına dair bir anlaşma yapılsa bile geçerli olmaz.
■ İşçi olarak çalışan birisinin aynı anda ikinci bir işte çalışması İş Kanunu bakımından bir engel doğurur mu? İkinci işte çalışmak yasak mı? Adıma iki yerden sigorta primi yatsa sakıncası var mı? 5...643835 Nolu SMS
İş sözleşmesinde başka bir işte çalışmayasağı yoksa veya işveren işçinin başkabir işte çalışmasına izin vermiş ise işçibaşka bir işte de çalışabilir. Adınıza ikiyerden prim yatmasında SGK açısındansakınca yok. Ancak işverenin ikinciişinizi yapmanıza izin vermesi gerekir.
Böyle bir izni yoksa, işveren bunu öğrendikten itibaren 6 iş günü içinde işçinin iş sözleşmesini tazminatsız olarak sona erdirebilir. Yasal olarak ikinci işte çalışmanın ya da iki yerden prim yatmasının sakıncası yok ama işverenin izni gerekir.
NE ZAMAN EMEKLİ OLURUM?
■ 1964 doğumluyum, 1981'den SSK girişim var. Sigorta primim 4200 gün, ne zaman emekli olurum? 5...359507 Nolu SMS
İşe girişinize göre 5075 prim günütamamlar tamamlamaz emekli olursunuz. Bunun için 875 prim güne ihtiyacınız var. Askerlik varsa borçlanıp prim gün sayınızı artırabilirsiniz. Ayrıca başka prim ödemeden 60 yaşınızın dolacağı 2024 yılında yaştan kısmi emekli olabilirsiniz.
■ SSK ilk başlangıcım 15.04.1989, 26.04.1971 doğumluyum. 4865 gün primim var. Ne zaman emekli olurum?
5...133912 Nolu SMS
SSK başlangıcınıza göre 25 yıl, 51 yaş,5450 prim gün şartlarına tabisiniz. 585gün daha ödemeniz durumunda prim günsayınız tamamlanır ancak 51 yaşınız 2022yılında dolacağından emekli olacağınıztarih 26 Nisan 2022 olacaktır. Ali Şerbetçi
http://www.takvim.com.tr/yazarlar/aliserbetci/2017/09/09/bayramda-calisanin-ucreti-nasil-odenir
Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.
Karını Sermayeye Ekleyen Şirketlerin Ortağı Şirketler İçin Danıştay Kararı
"İştiraki olanlar bu davayı izlemeli" başlıklı bir makale yazmıştım. İştiraki olanlar izleyebildi mi, bilmiyorum. Ben de izlemekte zorlandım, tesadüfen öğrendim. Dava esastan karara bağlanmış. İzleyemeyenler için kısaca bahsedeyim.
Konu neydi?
Vergi mevzuatını Gelir İdaresi Başkanlığı'nın resmi internet sitesinden izleyenler, 2013 yılı sonlarında, 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği'nin bir paragrafının başına kısa bir not konulduğunu fark ettiler. Notta paragrafın yürütmesinin durdurulduğu açıklanıyordu. Yürütmeyi durduran karar Danıştay Dördüncü Dairesi'nin 16.09.2013 tarih ve E:2013/2951 sayılı kararıydı nota göre.
Bir süre sonra, Gelir İdaresi internet sitesinden not kaldırıldı. Bu defa durumu tespit etmek daha kolay oldu. Çünkü belirli aralıklarla Gelir İdaresi'nin sitesine giriyor ve notun durup durmadığını kontrol ediyorduk. Bir gün baktığımızda notun olmadığını fark ettik. Demek ki yürütmeyi durdurma kararı kaldırılmıştı.
Geçtiğimiz günlerde aynı paragrafa tekrar yeni bir not girdi. Notta paragrafın Danıştay Dördüncü Dairesi'nin 14.06.2017 tarih ve E:2013/2951 K:2017/5260 sayılı kararıyla iptal edildiği yazıyor. Danıştayın esastan karar verdiği ve dava konusu paragrafın iptal edildiği anlaşılıyor.
Davaya konu düzenleme neydi?
İptal davasına konu olan 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Kanunu Genel Tebliği'nin, "5.6.2.4.3. Bedelsiz olarak elde edilen hisse senetlerinin satışından sağlanan kazançların durumu" başlıklı bölümünün ikinci paragrafının metni şu şekilde: "Dönem kârından ayrılan yedekler kullanılmak suretiyle sermaye artırımında bulunulması halinde ise bu işlem sonucu ortaklara bedelsiz hisse senedi verilmesi ile fiilen kâr payı dağıtılması arasında fark bulunmamaktadır.
Her iki halde de ortaklar, kurum bünyesinde oluşan kârlar üzerinde tasarrufta bulunma imkanına sahip olmaktadır. Dolayısıyla, kâr yedeklerinden karşılanan sermaye artırımları sonucunda ortaklarca bedelsiz iştirak hissesi iktisap edilmesi durumunda, alınan bu iştirak hisseleri nominal bedelle iştirak hesaplarında izlenecek ve iştirak kazançları istisnası nedeniyle kurumlar vergisine tabi tutulmayacaktır."
Düzenleme ne demek istiyordu?
Düzenleme özetle şunu söylüyordu: İştirakiniz olan şirket, kâr yedeklerini kullanarak sermaye artırımı yaptı ve bu nedenle şirketiniz bedelsiz hisse senedi aldıysa;
- Aldığınız hisse senetlerini nominal bedeliyle aktife kaydetmeniz gerekir.
- Aynı tutarı gelir yazmanız gerekir ancak iştirak kazançları istisnasından yararlanabilirsiniz.
Danıştay kararı ne diyor?
Danıştayın yeni kararını görmüş ve incelemiş değilim. Çünkü daha önceki iki kararda olduğu gibi, esastan verilen kararı da ne Danıştay ne de İdare yayınlamış değil. Yürütmeyi durdurma kararını daha önce görmüş ve gerekçelerini incelemiştim. Danıştayın esastan verilen yeni kararının gerekçesinin de aynı olduğunu tahmin ettiğim için onun üzerinden devam edeyim.
Düzenlemenin yürütmesini durduran Danıştay kararı da özele şunu söylüyordu:
- İç kaynaklarla sermaye artışı pay sayısında artışa neden olabilir ama şirketin mal varlığını artırıcı bir etkisi yoktur. Dolayısıyla, böyle bir sermaye artırımı nedeniyle oluşan payları temsil eden hisse senetlerinin ortaklara dağıtılması halinde ortakların mal varlığında bir artış meydana gelmemektedir.
- Kâr yedeklerinin sermayeye eklenmesi ile sermaye yedeklerinin sermayeye eklenmesi arasında, iştirak edenlerin mal varlığı yönünden bir farklılık bulunmamaktadır.
- Gelir Vergisi Kanunu'nun 94. maddesinde yer alan, kârın sermayeye eklenmesinin kâr dağıtımı sayılmayacağına ilişkin düzenleme, Kanun koyucunun sermayeye eklenen kârı ortaklar açısından elde edilmiş bir kazanç olarak kabul etmediğini göstermektedir.
- Dolayısıyla, kurum kazancı sermayeye eklenerek gerçekleştirilen sermaye artırımı sonucu elde edilen bedelsiz hisse senetleri nedeniyle, iştirak kazancı elde edildiğinden bahsedilemez.
Düzenleme neden dava konusu yapılmıştı?
Yukarıda özetlenen iptal davasına konu düzenleme aslında başka kurumlara iştirak edenlerin lehine bir düzenleme. Düzenleme şirketlere, bedelsiz aldığınız hisse senetlerinin nominal bedelini gelir yazın ama istisnadan yararlanarak vergi ödemeyin, ancak iştirak maliyetinizi artırın diyor. Maliyet arttığı için bedelsiz alınan hisse senetleri satıldığında satış kazancı artan maliyet kadar düşük çıkacağı için, bunda olumsuz bir durum yok.
O zaman düzenleme neden dava konusu oldu derseniz, sorun istisnadan yararlanamayan kurumlarda çıkıyor. Kanuna göre girişim sermayesi yatırım fonu katılma payları ile girişim sermayesi yatırım otaklıkları dışındaki fon ve ortaklıklardan elde edilen kâr payları için iştirak kazançları istisnasından yararlanılamıyor. Dolayısıyla tebliğdeki düzenleme yatırım ortaklıklarının ortaklarının bedelsiz aldıkları paylar nedeniyle vergi ödemeleri sonucunu doğuruyor. İptal davası açan kurum da bir yatırım ortaklığının ortağı.
Karar hangi şirketleri nasıl etkileyecek?
İptal kararı, aktifinde iştirak hissesi olup, iştirakinden kâr payı elde eden bütün kurumları etkileyecek. İştirakin yatırım ortaklığı olup olmamasına göre bu etki olumlu veya olumsuz olacak. Karar çerçevesinde bazı kurumlara geçmişe dönük tarhiyat yapılması olasılığı olduğu gibi bazı kurumlara vergi iadesi alma olanağı doğmuş da olabilir.
İptal edilen düzenleme ne diyordu?
İptal edilen düzenleme özetle şunu söylüyordu: İştirakiniz olan şirket, kâr yedeklerini kullanarak sermaye artırımı yaptı ve bu nedenle şirketiniz bedelsiz hisse senedi aldıysa;
- Aldığınız hisse senetlerini nominal bedeliyle aktife kaydetmeniz gerekir.
- Aynı tutarı gelir yazmanız gerekir ancak iştirakiniz girişim sermayesi yatırım fonu veya girişim sermayesi yatırım ortaklığı dışındaki fon ve ortaklıklardan birisi değilse, iştirak kazançları istisnasından yararlanabilirsiniz.
İptalin sonuçları
Karar, doğrudan veya dolaylı olarak bazı kurumları etkileyecek. Olumlu veya olumsuz. Karar kimi nasıl etkileyecek kısaca bakalım.
- Risk sermayesi hariç, yatırım fon ve ortaklıklarının ortakları açısından
a) İptal sonrası bedelsiz ortaklık payı alanlar
İptal sonrasında yatırım fon ve ortaklıklarına iştirak etmiş olan şirketler iptalden olumlu olarak etkilenecek. Kâr yedeklerini sermayeye ekleyen örneğin yatırım ortaklıklarından bedelsiz hisse alan kurumlar, aldıkları bu paylar nedeniyle artık gelir yazmayacaklar ve dolayısıyla ilgili dönemde vergi ödemeyecekler. İştirakin maliyet bedeli de değişmeyeceğinden, vergiyi hisseleri elden çıkarttıkları döneme ertelemiş olacaklar. Dolayısıyla iptal sonrasında yatırım ortaklığı hissesi alacak olanların karardan olumlu etkilenecekleri açık.
b) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp halen aktifte tutanlar
Tebliğin yürürlükte olduğu dönemde düzenlemeye uyarak bedelsiz hisseleri nominal bedeliyle aktife kaydeden ancak iştirak kazançları istisnasından yararlanamayan kurumlar, iştirakin maliyet bedelini düzeltip, ödedikleri verginin Vergi Usul Kanunu’nun düzeltme hükümleri çerçevesinde iadesini talep edebilirler. Dolayısıyla bu şirketlerin de iptalden olumlu etkilenecekleri açık.
c) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp satanlar
Bedelsiz alınan hisse senetleri iptalden önce elden çıkartılmışsa, maliyet bedeli de tebliğ çerçevesinde zaten artırılmış bedel olduğu için, şirketin durumuna bağlı olarak düzeltme ihtiyacı olmayabilir. Dolayısıyla, bu şirketlerin karardan olumlu veya olumsuz etkilenmeyecekleri söylenebilir. Bu durum kurumun durumuna göre değişebilir. İşlem yapan kurum bedelsiz hisseyi aldığında vergi ödemiş ancak elden çıkarttığında zarar etmişse sonuç farklı olabilir.
2. Diğer kurumların ortakları açısından
a) İptal sonrası bedelsiz ortaklık payı alanlar
Kazançları üzerinden kurumlar vergisi ödeyen şirketlerin ortağı olan kurumlar, iptal kararının sonrasında bedelsiz pay edinmeleri durumunda, alınan paylar için herhangi bir kayıt yapmayacaklar, iştirakin mevcut maliyet tutarını değiştirmeyecekler. Bedelsiz payları elden çıkartmadıkları sürece iptalin bir etkisi olmayacak, vergi anlamında. Elbette ticari kazanç ve dolayısıyla dağıtılabilir kazanç azalacağı için bu aşamada etki olumsuz olacak. Ancak, bedelsiz alınan paylar elden çıkartıldığında maliyet bedeli alınan hisselerin nominal bedeli kadar düşük olacağından, matrah bu kadar yüksek olacak. Daha önce iştirak kazancı olarak tanımlanan ve kurumlar vergisinden müstesna tutulan kazanç, iptalle birlikte değer artış kazancı olarak karşımıza çıkacak ve vergilendirilecek. Dolayısıyla bu aşamada iptalin etkisi mutlak olarak olumsuz.
b) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp halen aktifte tutanlar
Tebliğin yürürlükte olduğu dönemde düzenlemeye uyarak bedelsiz hisseleri nominal bedeliyle aktife kaydeden ve iştirak kazançları istisnasından yararlanan kurumların, iştirakin maliyet bedelini düzeltmeleri gerekecek. İptalin bu şirketlere bugün itibariyle bir vergi etkisi yok. Ancak iştirak elden çıkartıldığında, bedelsiz alınan hisselerin nominal bedeli kadar bir matrah üzerinden vergi ödemek durumunda kalacaklar. Vergi etkisinin dışında, bu kurumların bedelsiz hisse aldıkları ve iştirak kazancı yazdıkları yılın mali tablosu ve dağıtılabilir kazancı da değişmiş olacak.
c) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp satanlar
Bedelsiz alınan hisse senetleri iptalden önce elden çıkartılmışsa, hem bedelsiz pay alınan dönem hesaplarının hem de bu payların elden çıkartıldığı dönem hesaplarının ve beyannamelerinin düzeltilmesi gerekecek. Bedelsiz pay alınan dönem gelir kaydedilen tutarın düzeltilmesinde sorun yok. Hem iştirak kazancı sıfırlanacak, hem de istisna tutarı sıfırlanacak. Vergisel açıdan olumsuz bir durum yok. Bedelsiz edinilen payların elden çıkartıldığı dönemde ise önemli bir sorun ortaya çıkacak. Bedelsiz alınan payların maliyet bedeli, bu payların nominal tutarı kadar azaltılacağından, elden çıkartma kârı ve dolayısıyla kurumlar vergisi matrahı da aynı tutarda artacak. Bu ise geriye doğru yeni bir vergi yükü anlamına geliyor. İptalin en önemli olumsuz sonucu da işte bu grubun üzerinde olacak.
İptal edilen düzenleme ne diyordu?
İptal edilen düzenleme özetle şunu söylüyordu: İştirakiniz olan şirket, kâr yedeklerini kullanarak sermaye artırımı yaptı ve bu nedenle şirketiniz bedelsiz hisse senedi aldıysa;
- Aldığınız hisse senetlerini nominal bedeliyle aktife kaydetmeniz gerekir.
- Aynı tutarı gelir yazmanız gerekir ancak iştirak kazançları istisnasından yararlanabilirsiniz.
Kararın gerekçeleri
İptal kararının gerekçeleri özetle şöyle:
- Kârın sermayeye eklenmesi suretiyle yapılan sermaye artırımının şirketin mal varlığını artırıcı bir etkisi yoktur. Artırım nedeniyle oluşan payları temsil eden hisse senetlerinin ortaklara dağıtılması halinde ortakların mal varlığında da artış meydana gelmez.
- KVK'nın 15. maddesinin 2. fıkrası ile Gelir Vergisi Kanunu’nun (GVK) 94. maddesinde yer alan, kârın sermayeye eklenmesinin kâr dağıtımı sayılmayacağına ilişkin düzenleme, Kanun koyucunun sermayeye eklenen kârı ortaklar açısından elde edilmiş bir kazanç olarak kabul etmediğini göstermektedir.
- Sonuç olarak, kurum kazancı sermayeye eklenerek gerçekleştirilen sermaye artırımı sonucu elde edilen bedelsiz hisse senetleri nedeniyle iştirak kazancı elde edildiğinden bahsedilemez.
Kararın değerlendirilmesi
Başta, karara katılmadığımı, iptal edilen ve uzun yıllardır uygulanan düzenlemenin doğru olduğunu düşünüyorum. Konu bir makale boyutunda değerlendirilebilecek boytta değil ama düşüncemi kısaca özetleyeyim.
- Kârın sermayeye eklenmesinde mal varlığının değişmemesi argümanı: Kârın sermayeye eklenmesi durumunda ortağın mal varlığının değişmemesi, gelir elde etmediğinin argümanı olamaz. Nakit sermaye artışı halinde de ortağın mal varlığı değişmez. Mal varlığının kompozisyonu değişir. Hisse değeri alınan nakit kâr payı kadar azalır ama toplamda varlığın değeri kural olarak değişmez. Oysa gelir elde edilmiş olur. Nakit kâr dağıtımında kâr dağıtan şirketin malvarlığı doğal olarak azalır. Nakit sermaye artışında ise tersi olur. Kâr yedeklerinin sermayeye eklenmesi, kâr dağıtımı ve sermaye artırımı işlemlerinin ikisini birden içerdiğinden, sonuçta varlık değerinde değişiklik olmaz. Dolayısıyla kârın sermayeye eklenmesi durumunda şirketin varlığının değişmemiş olması da ortağın gelir elde etmediğinin argümanı olamaz.
- Kârın sermayeye eklenmesinin kâr dağıtımı sayılmaması argümanı: Kârın sermayeye eklenmesinin kâr dağıtımı sayılmayacağına ilişkin hüküm tartışılabilir. Düzenleme, stoapaj maddesinde ama madde “stopaj yapılmaz” demiyor, “kar dağıtımı sayılmaz” diyor. Dolayısıyla açık değil, gelir elde edilmediği şeklinde de yorumlanabilir. En azından gerçek kişiler açısından.
Tam mükellef kurumlara yapılan kâr payı ödemeleri stopaja tabi değil ve ilgili düzenlemenin bu kurumları ilgilendiren bir yönü bence yok. Düzenlemeyi, kârını sermayeye ekleyen gerçek kişilerin temettü geliri elde etmiş olmadığı şeklinde yorumlasak bile, kurumlar için de aynı yorumu yapmak bence doğru değil. Ancak yukarıda da söylediğim gibi, her iki görüş de kayda değer.
Bedelsiz alınan hisselerin maliyet bedelinin değişmemesi
Sermaye artırımı sonucu bedelsiz iktisap edilen hisseler nedeniyle bir gelir elde edilmediği kararı doğal olarak hisse sahibinin iştirak hissesi maliyetinin de değişmediğini söylemiş oluyor. Diğer tartışmalar bir tarafa, bu görüşe katılmak mümkün değil. Kârın sermayeye eklenmesi sonucu alınan ve yanlış bir ifadeyle bedelsiz olarak nitelendirilen hisselerin sahibine bir maliyeti var. Bedelsiz değil yani. Bedeli, vazgeçilen kâr payı tutarı. Dolayısıyla bu hisseler satıldığında da satış kazancını hesaplarken bu maliyeti dikkate almak gerek.
Karar ne yazık ki bu olanağı ortadan kaldırıyor.
Düzeltilmesi gerekecek kayıtlar ve beyannameler
Danıştayın tebliğ iptal kararının bu şekilde kesinleşmesi durumunda, kârın sermayeye eklenmesi nedeniyle bedelsiz hisse sahibi olan kurumlar, hiç de kolay olmayan muhasebe düzeltmeleriyle ve hiç de beklemedikleri bir vergi yüküyle karşılaşacaklar.
Belirtilen şekilde sahip olunan hisseler halen aktifte duruyorsa maliyet bedelini yeniden tespit edip düzeltmek, son beş yılda elden çıkarttılarsa da satış kazancını yeniden hesaplayıp zamanında ödemedikleri vergiyi ödemek durumunda kalacaklar. Uzun yıllardır yürürlükte olan bir tebliğe uyulmuş olması ne yazık ki bu durumu değiştirmeyecek.
Yapılması gereken düzenleme ve işler
Yukarıda da ifade ettim, iptal kararı sonuçları itibariyle çok sayıda şirketi zor durumda bırakacak. Maliye Bakanlığı davayı kaybetti ama vergi gelirlerini de artıracak.
Bakanlık kaybederken kazanmış oldu sonuçta. Bu kararın etkileri nedeniyle veya karar vesilesiyle, bazı düzenleme ve uygulamaların yapmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Kısaca özetleyeyim:
- Öncelikle karardan etkilenecek şirketler için Maliye Bakanlığının açıklama yapmasında ve bu şirketleri bilgilendirmesinde yarar var. Zannediyorum çok sayıda şirketin bu karardan haberi yoktur. Bakanlığın bir açıklama yapmaması durumunda haberi de olmayacaktır.
- Fon ve ortaklıklardan elde edilen kazançlar iştirak kazançları istisnası kapsamına alınmalıdır. Düzenleme bir istisna düzenlemesi ama istisnayı bazı durumlarda vergi ertelemesi haline dönüştürüyor. Bu durumun düzeltilmesinde yarar var.
- İptal kararı kesinleşirse, tebliğde yer alan düzenleme kanuna taşınmalı veya çok sayıda şirkete olmaması gereken bir yük getiren durum başka bir şekilde düzeltilmelidir.
- Tebliğ ve sirküler iptallerinde geriye doğru mükellefe yapılacak tarhiyatlarda, ceza ve faiz uygulaması yapılmamasını sağlayacak düzenleme yapılmalıdır.
- Son olarak, Resmi Gazete'de yayımlanan düzenlemelerle ilgili yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarının da Resmi Gazete'den izlenmesine olanak sağlanmalıdır. Danıştayın bu tür kararları Resmi Gazetede yayımlanmalı veya İdare Resmi Gazete'de yayımlanan bir tebliğ ile durumu duyurmalıdır. Mevzuatı bilmemek mazeret değil ama internet sitesinde yer alan bir mevzuat metninin içine konan bir notun herkes tarafından görülmesini beklemek de mümkün değil. Recep Bıyık
Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.
Parsellenerek Satılan Arsalarda Gayrimenkul İstisnası Var mı?
Mevcut ekonomik şartlar nedeniyle, işletmelerin mal ve hizmet satışlarının azalması buna mukabil bankalardan kullanılan kredi imkanlarının da daralması, işletmeleri faaliyetlerini sürdürmek için alternatif kaynak kullanımına yönlendirmektedir.
İşletmede kayıtlı gayrimenkullerin satılıp nakde dönülmesi de alternatif kaynaklardan bir tanesi olarak değerlendirilmektedir. Söz konusu gayrimenkullerin satışı işleminde vergi doğup doğmadığı konusu ise bu bağlamda önem arzetmektedir. Çünkü işletmeler haklı olarak bu işlemler için vergi ödemek istememektedirler. Vergi kanunlarımızda işletmelerin bu beklentilerine uygun düzenlemeler bulunsa da, bize göre ihtiyacı tam olarak karşıladığından söz edilemez. Bu konudaki genel düzenleme Kurumlar Vergisi Kanunu ile yapılmış olup, Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 5 -1/e maddesi hükmünde, kurumların, en az iki tam yıl süreyle aktiflerinde yer alan taşınmazlar ve iştirak hisselerinin satışından doğan kazançların yüzde 75’lik kısmının kurumlar vergisinden müstesna olduğu; ancak menkul kıymet veya taşınmaz ticareti ve kiralanmasıyla uğraşan kurumların bu amaçla ellerinde bulundurdukları değerlerin satışından elde ettikleri kazançların istisna kapsamı dışında olduğu belirtilmiştir.
Yine aynı konuda benzer düzenleme Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 17-4/r maddesi ile yapılmış olup, kurumların aktifinde, en az iki tam yıl süreyle bulunan iştirak hisseleri ile taşınmazların satışı suretiyle gerçekleşen devir ve teslimler katma değer vergisinden istisna edilmiş, aynı hükmün alt bendinde ise, söz konusu kıymetlerin ticaretini yapan kurumların, bu amaçla aktiflerinde bulundurdukları taşınmaz ve iştirak hissesi teslimlerinin istisna kapsamı dışında olduğu hükme bağlanmıştır. Yani Katma Değer Vergisi Kanunu'nda da, Kurumlar Vergisi Kanunu'na paralel bir düzenleme yapılarak, şartların sağlanması halinde kurumlar vergisi ile beraber katma değer vergisinin de ödenmeyeceği belirtilmiştir.
İlgili kanun hükümlerinden anlaşılacağı üzere, istisna uygulaması esas itibarıyla bütün kurumlar için geçerlidir. Ancak, faaliyet konusu taşınmaz ticareti ve kiralanması olan kurumların bu amaçla iktisap ettikleri ve ellerinde tuttukları kıymetlerin satışından elde ettikleri kazançlar için istisnadan yararlanmaları mümkün değildir. Taşınmaz ticareti ile uğraşan mükelleflerin faaliyetlerinin yürütülmesi amacıyla tahsis ettikleri taşınmazların satışından elde ettikleri kazançlara istisna uygulanabilecek olup, taşınmaz ticaretine konu edilen veya kiralama ya da başka surette değerlendirilen taşınmazların satış kazancı ise istisnaya konu edilmeyecektir.
Bu genel açıklamalardan sonra gelelim asıl sorunumuza; bir işletme düşünelim ekonomik anlamda sıkıntısı var, işletmenin aktifinde kayıtlı bulunan büyük bir arsası mevcut bu arsayı satarak sıkıntıdan kurtulmak ve güçlü özkaynak yapısı ile ticari faaliyetlerine devam etmek istiyor. Bu işletme genel şartları da tam anlamı ile karşılıyor.Yani arsa aktifte 2 yıllık süresini doldurmuş, işletmenin faaliyet konusu gayrimenkul alıp satımı veya kiralanması değil ve işletme bu gayrimenkule ilişkin bir kira geliri de elde etmiyor. Tüm şartlar tamam!
Ancak işletmenin bir sorunu var, mevcut arsa çok büyük olduğu için satış kabiliyeti sınırlı. İşletme satış kabiliyetini artırmak ve / veya borçlarına karşılık verebilmek amacıyla arsasını küçük parçalara bölmek amacıyla parselasyon işlemi yapıp arsasını bu şekilde satmak istiyor.
Maliye Bakanlığı vermiş olduğu özelgeler ile konuya karşı çıkıyor, arsayı büyük olarak yani parselasyon yapmaksızın satarsan istisnadan faydalanabilirsin, ancak parselasyon yaparak küçük parçalar halinde satar veya borcuna karşılık verirsen istisnadan faydalanmazsın. Çünkü amacın her ne olursa olsun parselasyon yaparsan gayrimenkul ticareti ile uğraşıyor kabul edilirsin.
Bize göre bu bakış açısı başta, "vergilendirmede olayların gerçek mahiyeti esastır" ana prensibine aykırı bir durum oluşturmaktadır. Ayrıca söz konusu istisnanın gerekçesiyle de uyumlu olduğu söylenemez. Çünkü bize göre gayrimenkul satış kazancı istisnasının gerekçesi; işletmelerin aktiflerinde yer alan gayrimenkulün nakde dönüştürülerek ekonomik faaliyetlerde daha etkin bir şekilde kullanılmasının sağlanılması, finansman sıkıntılarının özkaynak ile çözülmesi, işletmelerin bu gayrimenkulleri elden çıkarmaları halinde enflasyon nedeniyle ortaya çıkabilecek fiktif karların vergilendirilmeden işletme sermayesine ilave edilmesi ve güçlü bir sermaye yapısının sağlanarak ticari faaliyetlerin bu şekilde devam ettirilmesi olarak sayılabilir. Kurumlar Vergisi Kanunu'nda söz konusu maddenin gerekçesinde istisnanın amacı, kurumların bağlı değerlerini ekonomik faaliyetlerinde daha etkin bir şekilde kullanmalarına olanak sağlamak ve mali bünyelerini güçlendirmek olarak belirtilmiştir. Yani yasa koyucunun da asıl amacı söz konusu faaliyetleri ticari faaliyet olarak göstermeyen ve gayrimenkulü iki yıl süreyle aktiflerinde bulunduran işletmelerin vergi yüküne maruz kalmadan ekonomik yapılarının güçlendirilmesidir. Böyle düşünülüp değerlendirilmesinin ve buna göre işlem tesis edilmesinin yerinde olduğu tarafımızdan düşünülmektedir. Bize göre Kanun koyucunun iradesini, kanun uygulayıcılarında gösterebilmesi ve bu amaçla işlem tesis etmeleri gerekmektedir.
Yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda bize göre işletmenin aktifinde kayıtlı arsanın parsellenerek satış işleminin (kanunda belirtilmiş tüm şartların var olması halinde ) gayrimenkul satış istisnası kapsamında değerlendirilmesi yerinde bir uygulama olacaktır. Yılmaz Sezer
Apartmanda Yönetici Olmanın Avantajı
Soru: 20 daireli bir apartmanda oturuyorum. Apartmanda yaşanan sorunlardan dolayı ev sahiplerinden hiç kimse yönetici olmak istemiyor. Apartman yöneticisiz durumda. Ne yapmamız gerekiyor? İsmet D
Cevap: Apartman sakinlerinin birçoğu oturdukları apartmana yönetici bulamıyorlar. Apartmanlarda yönetici olmanın birçok sıkıntılı tarafları var. Ancak bu sıkıntılı taraflarının yanında yöneticiye tanınan bazı haklar da var. Bu haklardan biri de apartman aidatlarını yöneticinin hiç ödememesi ya da az ödemesidir.
634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununa göre kat malikleri kurulu, kat malikleri arasından atanmış yöneticinin normal yönetim giderlerine katılıp katılmayacağı, katılacaksa, ne oranda katılacağını kararlaştırır. Bu yolda bir karar alınmamış ise, yönetici yönetim süresince kendisine düşen normal yönetim giderlerinin yarısına katılmaz. Örneğin bir apartmanda aylık aidat miktarı 300 lira ise yöneticinin ne kadar aidat ödeyeceği kat malikleri kurulu kararı tarafından veya yönetim planında belirlenmemişse kat maliki yönetici 150 lira aidat öder (Bkz. Arif Temir, Apartman Yönetimi ve Kapıcılar, Yaklaşım Yayınları, Ankara, 2009). Kat malikleri kurulu, kat maliki yöneticiden genel giderler için hiç aidat alınmayacağına da karar verebilir.
Sayın D, apartman sakinlerine apartman aidatlarında indirim ve muaf olma konusunu hatırlatın buna rağmen yöneticiliğe talip olan ev sahibi bulamazsanız, apartmanınıza yönetici atanması için sulh hukuk mahkemesine başvurun.
Gazetecinin bayram ücreti
Soru: Gazeteci olarak çalışıyorum. Bayram tatillerinde çalıştığım zaman ücretlerime matbaada çalışan işçilere göre daha düşük oranda zam yapıp ödüyorlar. Bu durumda ücretimin eksik ödendiğini sanıyorum. Ne yapmalıyım? M.A
Cevap: Mevzuata göre gazetecilerin ulusal bayram ve genel tatil günlerindeki çalışmalarının karşılığı olan ücretleri %50 zamlı olarak, işçilerinki ise %100 zamlı olarak ödenmektedir. Bayram ücretinin zam oranının farklı olması mevzuattan kaynaklanıyor.
İşçi, patrona ihbar tazminatı öder mi?
Soru: 17 yıldan beri sigortalıyım ve 3 bin 600 gün prim ödeme gün sayımı geçen ay tamamladım. Çalıştığım yerde 6 senedir çalışıyorum. Kendi isteğimle ayrılmak istiyorum. SGK dan 'kıdem tazminatı alabilir' yazısını alırsam, 8 hafta ihbar süresi boyunca çalışmak zorunda mıyım? Ya da ihbar süresinin (8 hafta) parasını işverene ödemek zorunda mıyım? Nedim A.
Cevap: İşçilerin prim ödeme gün sayısı ve sigortalılık sayısını tamamladıktan sonra emeklilik için sadece yaşı beklemeleri durumu yasada özel olarak düzenlenmiştir. Bu düzenleme kapsamında işyerinden ayrılan işçilerin işverene ihbar süresi vermeleri veya ihbar tazminatı ödemeleri gerekmez. Arif Temir
http://www.gunes.com/yazarlar/arif--temir/apartmana-yonetici-olmanin-avantaji-var-815767
Sendikalaşmada İş Kolu Önemli mi?
İş hukuku, sosyal güvenlik ve iş sağlığı ve güvenliği açısından "iş kolu" temel bir kavramdır. İşin bulunduğu ve faaliyet gösterilen alana göre gerek tehlike sınıfı gerekse de kurulabilecek ya da örgütlenebilecek sendikalar değişmektedir.
Kural olarak, sendikalar kuruldukları iş kolunda faaliyette bulunur. Her bir iş koluna giren işlerin neler olduğu, ekonomik faaliyetlerin sınıflandırılmasına ilişkin uluslararası norm ve standartlar göz önünde bulundurularak düzenlenen işkolları listesi hazırlanmaktadır. Bir iş yerinde yürütülen asıl işe yardımcı işler de, asıl işin girdiği iş kolundan sayılır.
Bir iş yerinin girdiği iş kolunun tespiti Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nca yapılır. Tespit ile ilgili karar Resmî Gazete ’de yayımlanır. Bu tespite karşı ilgililer, kararın yayımından itibaren on beş gün içinde dava açabilir.
Yeni bir toplu iş sözleşmesi için yetki süreci başlamış ise iş kolu değişikliği tespiti bir sonraki dönem için geçerli olur. İşkolu tespit talebi ve buna ilişkin açılan davalar, yetki işlemlerinde ve yetki tespit davalarında bekletici neden sayılmaz. İşkolu değişikliği yürürlükteki toplu iş sözleşmesini etkilemez.
İşyerinin girdiği iş kolu, iş yerinde yürütülen asıl işe göre belirlenir. Dolayısıyla öncelikle iş yeri denilen birimin sınırları belirlenmeli, sonrasında bu birim içinde yürütülen asıl iş ve nihayetinde bu işten hareketle iş kolu tespit edilmelidir.
Asıl iş, iş yerinin teknik amacı, mal veya hizmet üretimi amacıyla yürütülen faaliyet olup asıl işin tespitinde, iş yerinde çalışan işçilerin üretimdeki ağırlıklı sayısı ile mal ve hizmet üretimindeki yatırımın niteliği ve büyüklüğü göz önünde bulundurulmalıdır.
O iş yerinde yürütülen ve asıl iş dışında kalan bütün işler yardımcı iş olarak nitelendirilir. Asıl iş ve yardımcı iş kavramının her bağımsız iş yeri için bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir. Asıl iş-yardımcı iş ayırımı bir iş yerindeki işler için geçerli olup, işletme seviyesinde incelenemez, bir işletmeyi oluşturan farklı işyerleri arasında asıl iş yardımcı iş ilişkisi kurulamaz.
Yardımcı işlerin, asıl işin iş kolunda sayılarak ayrı bir iş kolu tespitine konu yapılamaması, bu işlerin de asıl işveren tarafından yürütülmesi halinde geçerli olan bir kuraldır. Yardımcı işler bir alt işverene verilmişse, artık söz konusu yardımcı işler, alt işverenin iş yerini oluşturacağından ayrı bir iş kolu tespitine konu olacaktır. Bu durumda artık alt işverene ait iş yerinde yapılan işin girdiği iş kolu asıl işverenin yaptığı işe göre belirlenemez. Alt işverenin iş kolu tespiti asıl işverenden ayrı olarak yapılmalıdır.
Özellikle iş kolu tespitlerinde, iş yeri ve işletme kavramlarını karıştırılmaktadır. Özellikle yapılacak incelemelerde, bağlı iş yeri kavramının üzerinde durulmalıdır. Bir işe ve ortak karara bağlı olarak yürütülen, ayrı bir faaliyet içermeyen, organizasyon şeması olarak merkeze bağlı olan işyerleri de, bir iş yeri olarak sayılmaktadır. Resul Kurt
https://www.dunya.com/kose-yazisi/sendikal-orgutlenmede-iskolu-onemli-mi/380711
Dokuz Yıl Beklemek mi Hemen Emekli Olmak mı?
26/12/1969 doğumlu okurum ilk defa 01/09/1997 tarihinde SSK olmuş. Askerliğini 450 gün olarak yapmıştır.%60 engelli raporu almam halinde vergi indirimiyle emekli olmam halinde ne kadar emekli aylığı alırım ya da bu raporu almadan emekli olmam mı avantajlıdır? İsmi Saklı
Okurum normal şartlarda emekli olması için;
24.05.1997-23.11.1998 arası |
25 yıl |
57 |
5900 |
26/12/2026 yılında emekli olacak biz bugün emekli maaşı bağlanmasını hesap ettiğimiz de sonuç ne olacak?
Yıllar |
Gün |
1999 Öncesi |
810 |
2000-2008/09 |
3098 |
2008/10 |
3181 |
7089 |
Yıllar |
Kazanç |
ABO |
1999 Öncesi |
9475 |
70% |
2000-2008/09 |
1326,3 |
53% |
2008/10 |
9016,5 |
39,38% |
Yukarıdaki verilere bugüne göre ek ödeme olarak 2.815 TL. Emekli aylığı ödenecektir.
Okurumuz emeklilik şartlarını engelli şartlarından olması halinde;17 yıl 3840 günle emekli olacaktır.
Yıllar |
Gün |
1999 Öncesi |
810 |
2000-2008/09 |
3098 |
2008/10 |
3181 |
7089 |
Yıllar |
Kazanç |
ABO |
1999 Öncesi |
9475 |
70% |
2000-2008/09 |
1326,3 |
60% |
2008/10 |
9016,5 |
39,38% |
Ek ödeme dâhil 2919 TL. Emekli aylığı ödenecektir.
Sonuç:
9 yıl beklemek mi? Bugün emekli olup emekli aylığı almak mı?
Kısaca okurumuzun çalıştıkça emekli aylığı elbette artacak tek şart var 2008/10 aydan sonra GH dâhil SPEK matrahını düşürmemesi gerekir.
Engelli statüsünden emekli olup, SGDP ödeyerek de çalışarak hem emekli aylığı alacak, hem de çalışmasından dolayı maaş alacaktır.
Artık karar okurumuza bırakılmıştır.
Ya Borçlan, Ya Yaştan Emekli Ol
Yaş şartı dolmuş ancak prim günü eksik kalanlar için iki yol var: Ya borçlanmayla prim günü tamamlanacak ya da yaştan emeklilik şartları değerlendirilecek. Yaştan emeklilik için kadın ve erkeklerin şartları farklıdır.
- Soru: 1957 doğumluyum. Sigorta giriş tarihim 1980. 2.600 günüm var. Emekli olmak için ne yapmam lazım?
Cevap: Emeklilik için kadın ve erkek sigortalılar için yaş şartı değişiyor. 1980 girişli erkek sigortalı eğer girişi 1980 yılının 24 Kasımından önce ise 45 yaşında 5.000 günle, sonra ise 46 yaşında 5.075 günle emekli olur. 1980 girişli kadın sigortalı ise 5.000 günle emekli olur yaş şartı yoktur. Sizin durumunuzda yaş şartı dolmuş ancak prim günü eksik kalmış. Ya borçlanmayla prim günü tamamlanacak, ya da yaştan emeklilik şartları değerlendirilecek. Yaştan emeklilik için 1980 girişli kadın sigortalılar 50 yaş ve 3.600 gün şartlarına tabidir. 1980 girişli erkek sigortalılar için ise 3.600 prim gününün dolduğu tarihe göre 59 veya 60 yaşında 3.600 günle emeklilik mümkündür.
- ŞARTLARI DEĞERLENDİRİN
Soru: Bir oğlum var, Tuberoz Skleroz hastası. Beslenmesi organik olmak zorunda. 36 yıla yakın grafik tasarımcılık ve öğretmenlik yaptım. Devlet 'emekli olmazsın gençsin' diyor, özel sektör 'iş veremem yaşlısın' diyor. Yaptığım 2 meslek de bitmiş vaziyette. Ayrıca 250 TL de nafaka ödemem var. Nafakamı ödeyemiyorum. 09.01.1962 doğumluyum. 3.770 prim günüm var. Askerliği yedek subay olarak yaptığım için 450 gün olarak saydırdım. 55 yaş, 3.770 prim ödeme günü emekli olabilmem için yeterli midir? (Mehmet Baki Y.)
Cevap: 47 yaş ve 5.150 gün primle normal emekli olabilirsiniz. Yaş şartınız dolmuş ancak prim gününüz eksik. Askerliğinizi 1982’den önce yapmışsanız borçlanarak emeklilik yaşınızı 46’ya prim gün sayısını da 5.075’e çekmişsiniz demektir. Ancak yine yaş dolmuş ve prim günü eksik kalmış durumda. Bu durumda yaştan emeklilik için şartları değerlendirmek gerekecek. 60 yaş şartına tabisiniz. 09.01.2022'de 60 yaşınızda bu prim günüyle emekli olabilirsiniz. Prim eksiğiniz tamamlandığında yaşı beklemeden emekli olabilirsiniz.
- BAĞ-KUR’la 56 yaşında olabilir
Soru: Annem 53 yaşında ev hanımı. SSK'dan 343 gün, iki çocuk borçlanmasıyla 1440 gün, BAĞ-KUR’dan 1.106 gün, toplam 2.889 günü var. İşe girişi: 1986. (Tuğba)
Cevap: Anneniz çalışmıyor. Bu durumda yaştan emeklilik koşullarının değerlendirilmesi gerekir. 3.600 prim gününü doldurduğunda 58 yaşında emekli olabilir. Ancak prim gününün doldurulması için çalışması gerekiyor. Bu nedenle isteğe bağlı sigortalılık düşünülmeli ve Bağ – Kur’a tabi yaştan emeklilik şartları değerlendirilmeli. Bu şekilde 56 yaşında 5.400 günle emekli olabilir.
- Her doğum 720 prim günü
Soru: Eşim 20.09.1970 doğumlu, 01 Ekim 1988'de SSK girişi ve 2.100 gün primi var. Doğum borçlanması yapıp 50 yaş ve 3.600 günle emekli olabilir mi?
Cevap: Eşiniz 45 yaş ve 5.300 prim günü şartlarına tabi emeklilik için. Prim günü eksiği olduğu için yaşı dolmuş olduğu halde şu an için emekli olamaz. Yaştan emeklilik için ise 58 yaş ve 3.600 prim günü şartlarına tabi. Doğum borçlanması her bir doğum için 720 prim günü kazandırır. Eşinizin eksik prim günü 1.500. İki doğumla birlikte 1.440 prim günü kazanabilir. Kalan iki ay için isteğe bağlı sigortalı olarak prim günlerini tamamlayabilir. 58 yaşına geldiğinde yaştan emekli olması mümkün. Normal emeklilik için prim gününün 5.300’e tamamlanması gerekiyor.
- Yıpranma hakkının maaşlara etkisi yok
Soru: Cezaevi çalışanlarına fiili hizmet zammı hakkı verildi. Yasanın emeklilikle alakalı getirilerini biliyorum ancak şu anki maaşlarımıza nasıl bir etki edecek bunu bilmiyorum. Her arkadaşın farklı bir fikri var. Yeni yasa çalışan maaşlarına nasıl etki edecek bilmiyoruz. Bu konuda bizi aydınlatabilirseniz çok mutlu oluruz.
Cevap: Ceza infaz koruma memurlarına getirilen yıpranma hakkı tamamen emeklilik hakkıyla ilgili. Yıpranmadan yararlanan personel daha erken ve daha az çalışarak emekli olma hakkına kavuştu. Ancak yıpranma hakkının maaşlara bir etkisi bulunmuyor. Yani yıpranma hakkı çalışanların maaşlarına olumlu bir etki yapmıyor, yalnızca emeklilik hakkıyla ilgili kolaylık sağlıyor. Okan Güray Bülbül
Kreş Sorunu ve Vergi Mevzuatı
İstihdamla ilgili sorunlardan birisi de kadın istihdamının arttırılmasıdır. Kadınların iş ve aile yaşamlarının uyumlaştırılması/ uzlaştırılması, bu noktada büyük önem taşımaktadır. Bu konuda çeşitli siyasal metin veya programlarda umut verici ifadeler yer almakla, özellikle iş hukukuna ilişkin mevzuatta önemli değişiklik ve gelişmeler sağlanmakla (doğum sonrası esnek çalışma olanağının sağlanması, doğum ve emzirmeye bağlı izinlerin gözden geçirilmesi vb.) birlikte istenilen düzeye ulaşılabildiğini şu an için söylemek zordur.
Bu konuda önem taşıyan ve üzerinde durulması gereken konulardan birisi de toplumumuzda daha ziyade kadınların üzerine yığılmış bulunan çocuk bakım konusudur. Bu konu ise hemen akla kreş sorununu getirmektedir.
14.07.2004 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan "Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik' in 15. maddesi ile, "işverenin belediye ve mücavir alan sınırları içinde bulunan tüm iş yerlerinde, yaşları ve medeni halleri ne olursa olsun, toplam 150'den çok kadın çalışanı olması halinde, 0-6 yaşındaki çocukların bırakılması, bakımı ve emziren çalışanların çocuklarını emzirmeleri için işveren tarafından, çalışma yerlerinden ayrı ve iş yerine yakın belirli şartları taşıyan bir yurdun kurulması zorunlu kılınmıştır.
Daha sonra bu yönetmeliğin yerine geçmek üzere 16.8.2013 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan yönetmelikle de 100-150 kadın çalışanı olan iş yerleri için, çocukların bırakılması, bakımı ve emziren çalışanların çocuklarını emzirmeleri için işveren tarafından, çalışma yerlerinden ayrı ve iş yerine yakın bir çocuk bakım yurdunun / kreşin kurulması zorunluluğu sürdürülmüştür. Kreş, işyerine en fazla 250 metre uzaklıkta olmak zorundadır, aksi halde işveren ayrıca kreş ile iş yeri arasında taşıt sağlamakla da yükümlü olmak durumundadır. İşverenlerin, ortaklaşa oda ve kreş kurabilecekleri gibi, oda ve kreş açma yükümlülüğünü kamu kurumlarınca yetkilendirilmiş yurtlarla yapacakları anlaşmalarla da yerine getirmesi mümkündür.
Kreş konusu çalışanlar için işverenden talep edilebilecek nitelikte bir haktır. Nitekim Yargıtay 9. Hukuk Dairesi E. 2015/5175 K. 2016/19971 sayı ve 14/11/2016 tarihli kararı ile işverenin bu yükümlülüğünü yerine getirmemesinin çalışana haklı sebeple, kıdem ve ihbar tazminatına hak sağlayacak şekilde iş akdini fesih hakkını verdiği sonucunu ifade eden bir hükme varmıştır.
Ancak kreş sorunu vergi mevzuatı ile de desteklenmesi ve teşviki gereken bir konudur.
İşverenler kreş oluşturma maliyetlerini ve kreş giderlerini matrahın tespitinde dikkate alabilmektedirler. Çalışanlara bu şekilde sağlanan menfaatlerde ücret olarak dikkate alınmamaktadır. İşverenlerin, kreş açma yükümlülüğünü kamu kurumlarınca yetkilendirilmiş yurtlarla yapacakları anlaşmalarla yerine getirilmesi halinde de uygulama aynı şekilde yapılmaktadır. Ancak bu uygulamanın Gelir Vergisi Kanunu'nun 23. maddesinde netliğe kavuşturma ihtiyacı sürmektedir.
Ancak kreş açma yükümlülüğü olmamasına rağmen sosyal sorumluluk bilinci ile çalışanlarına kreş olanağı sağlayan iş yerlerinde çalışanlara sağlanan bu hizmet ayni ücret olarak değerlendirilmekte ve ücretin matrahına eklenmektedir. Buradaki mekanizma, teşvik yerine, işletmeyi maliyetlerini arttırarak cezalandırma sonucunu doğurmaktadır.
Öte yandan burada yemek çeki benzeri bir uygulama, "kreş çeki" uygulaması ihdas edilerek hem çalışanların hem de işverenlerin bu konudaki maliyetleri düşürülebilir.
Masraflarını kendileri üstlenerek çocuklarını kreşe bırakan ve beyanname veren ücretlilere ve diğer kazanç sahiplerine, bu harcamalarını beyannamelerinde eğitim ve sağlık harcamaları kapsamında indirebilme olanağının da sağlanması gerekmektedir. Bu konuda Gelir Vergisi Kanunu'nun 89. maddesi, ihtiyaca cevap verebilecek netlikte değildir.
Kadın istihdamının arttırılması için vergi mevzuatının kreş konusuna daha fazla eğilmesi gerekmektedir. Maliye Bakanlığı'nda Gelir Vergisi Kanunu'nda yapılacak değişiklikler üzerinde çalışılırken, hatırlatalım istedim. Bumin Doğrusöz
https://www.dunya.com/kose-yazisi/kres-sorunu-ve-vergi-mevzuati/380522
Dört Yıl Elde Tutulan Gayrimenkulun Satışı
Kişilerin kendi kişisel servetleri kapsamında yer alan, bir başka deyişle bir ticari, zirai işletmeye dahil olmayan taşınmazlarını satmaları halinde, satış kazancının vergiye tabi olması için iktisap tarihi ile satış tarihi arasında geçen sürenin beş yıldan az olması gerekmektedir. Eğer beş yılık süre geçmemişse satış kazancı “değer artış kazancı” olarak gelir vergisine tabi tutulur.[1]Şayet iki tarih arasındaki süre beş yıldan fazla ise satış kazancı gelir vergisinin konusuna girmemekte, dolayısıyla vergi dışı olmaktadır. Ancak bu beş yıllık süre, 1.1.2007 tarihinden önce elde edilmiş gayrimenkuller için dört yıl olarak uygulanmaktadır.[2]
Diğer taraftan, şahısların kişisel servetleri kapsamındaki taşınmazlarını, en az iki isteklinin iştiraki şeklindeki müzayede yolu dışındaki satışları KDV nin konusuna girmediğinden bu vergiye tabi bulunmamaktadır. Örneğin, bir kişinin özel mülkiyetine konu bir taşınmazı, başka bir kişi veya kuruma satması, ticari faaliyet kapsamında bir işlem olmadığından KDV ye tabi tutulmayacaktır.
İcra daireleri, mahkeme satış memurlukları, belediyeler ve diğer kamu veya özel hukuk tüzel kişileri tarafından müzayede yoluyla yapılan taşınmaz (konut veya daire, işyeri, arsa, arazi) satışları ile taşınmaz niteliğini haiz diğer mal ve hakların satışı ise KDV Kanununun 1/3-d maddesine göre KDV ye tabidir. Müzayede yolu ile yapılan 150 m² yi aşmayan konut teslimlerinde KDV oranı %1, diğer hallerde ve diğer taşınmazlarda KDV oranı % 18’dir.
Bina ve arazi şeklindeki gayrimenkullerin ve gayrimenkul hükmündeki bazı mal ve hakların elde edilmesi tarihinden itibaren belirli bir süre içerisinde elden çıkarılmasından sağlanan kazançlar, GVK’nun yürürlüğe girdiği 1950 yılından, 1983 yılına kadar belirli koşullarla sair kazanç ve irat bölümüne giren bir gelir unsuru olarak vergilendirilmiştir.
1998 yılında kabul edilen 4369 sayılı kanunla sair kazanç ve iratlardaki düzenleme bütünüyle değiştirilmiş, gayrimenkul ve benzeri kıymetlerin elden çıkarılmasından doğan kazançlar, herhangi bir süreye bağlı olmaksızın vergileme konusuna alınmıştır. Ancak, önce 4444 sayılı kanunla yürürlüğü ertelenerek iktisaptan itibaren dört yıl içinde gerçekleşmesi şartına bağlı bir düzenleme yapılmıştır. Daha sonra 4783 sayılı kanun değişikliğinde ise esas itibariyle 4369 sayılı kanun öncesindekine paralel düzenleme getirilmiştir.
4783 sayılı kanun düzenlemesinde de vergileme için; elden çıkarmanın, iktisaptan itibaren dört yıl içinde gerçekleşmesi şartı konulmuştur.
5615 sayılı kanun değişikliğinde ise dört yıllık süre beş yıla çıkarılmıştır. Süre durumu dışında, 4783 sayılı kanun düzenlemesi geçerliliğini korumaktadır.
GVK’nun 70. maddesinde aşağıda yazılı mal ve hakların kiralanmalarından elde edilen iratların gayri menkul sermaye iradı olduğu tespiti yapılmış; kiralama konusu mal ve hak olarak birinci fıkranın 1. bendinde arazi ve bina, maden ve menba suları, madenler, taş ocakları, kum ve çakıl istihsal yerleri, tuğla ve kiremit harmanları, tuzlalar ve bunların mütemmim cüzileri ve teferruatı; 2. bendinde voli mahalleleri ve dalyanlar; 4. bendinde gayrimenkul olarak tescil edilen haklar; 7. bendinde gemi ve gemi payları sayılmıştır. Bu mal ve hakların iktisap tarihinden başlayarak beş yıl içinde elden çıkarılmasından sağlanan kazançlar değer artış kazancı sayılmaktadır.[3]Ticari işletme varlığı dışındaki mal ve hakların elden çıkarılmasından sağlanan kazançlar, diğer kazançlar ve irattır. Bu mal ve hakların ticari işletme kapsamında elden çıkarılmasından elde edilen ticari kazanç olacaktır. Gerçek usulde vergiye tabi çiftçilerin zirai istihsalde kullandıkları gayri menkuller de, parantez içi hükümle değer artış kazancı sayılmış ve kazancın elde edilmiş sayılması dört yıllık veya beş yıllık süre ile sınırlandırılmıştır. Başka bir deyimle, gerçek usulde vergiye tabi çiftçilerin, zirai istihsalde kullandıkları arazilerini yasada belirtilen sürede elde bulundurduktan sonra satmalarından doğan kazanç, vergilendirilmeyecektir.
Yukarıda belirttiğimiz mal ve hakların elden çıkarılmasından doğan kazancın diğer kazanç ve irat olarak vergiye tabi tutulması mük. 80/6 maddede 2 şarta bağlanmıştır. Bunlardan biri bu mal ve hakların ivaz karşılığı edinilmiş olmasıdır. GVK’na göre, ivazsız olarak edinilen bu mal ve hakların elden çıkarılması durumunda doğan kazanç değer artış kazancı sayılmamaktadır. İvazsız kavramı üzerinde fazla açıklama yapma gereği duymuyoruz. İkinci şart bu mal ve hakların edinildiği tarihten itibaren dört veya beş yıllık süre içinde elden çıkarılmış olmasıdır. Bu sürede elde bulundurduktan sonra satılmasından elde edilen de gelir sayılmamaktadır.[4]
- a) Yasadaki Sürenin Değerlendirilmesi
Yasadaki süre takvim günü itibariyle hesaplanır. Örneğin, 13.6.2001 günü edinilen bu kapsamdaki mal ve hak içi dört yıllık süre 13.6.2005 gününde tamamlanmış olacaktır. 13.06.2005 bu tarihten sonra satılırsa, yasadaki süreden sonra satıldığı için diğer kazanç ve irat olarak değerlendirilmez.
Bu malların iktisap ve elden çıkarma tarihleri;
1) Satın alınan gayrimenkul veya gemilerde, tapu veya gemi siciline tescil tarihi,
2) Kooperatif ortaklarına tahsis edilen gayrimenkullerde tahsis tarihi,
3) İnşa yoluyla edinilen gayrimenkullerde, yapı kullanma izin belgesinin alındığı tarihte, (ancak fiili olarak kullanılmaya başlanmışsa, yapı kullanma izni almanın koşul ve zorlukları göz önünde tutularak edinme tarihi özelliğine göre belli edilmelidir.)
4) Arsa karşılığı apartman dairesi alımlarında da yapı kullanma izni tarihi esas alınmalıdır.
5) Cebri icra yolu ile veya şuyuun izalesi davası ile satın almada tapuya tescil beklenmeden resmi işlemin tamamlanması ile gayrimenkul edinilmiş olur.
6) Elden çıkarmada da, yukarıda belirttiğimiz durumlar da aynen göz önünde tutularak tescil tarihi esas alınacaktır.
7) Tescile tabi olmayan mal ve hakların iktisabı ve elden çıkarılması, alım ve satım sözleşme
- b) Arsanın Kat Karşılığı Devri
Arsa karşılığı bağımsız bölüm edinildiği durumda sürenin hesaplanması özellik gösterir. Bu durum tek iktisap veya iki farklı iktisap olarak değerlendirilebilir. Arsa edinimi ayrı, bağımsız bölüm edinimi ayrı iktisap olarak değerlendirilebileceği gibi; arsa iktisabından sonra bağımsız bölüm edinilmesi iktisap sayılmayarak, arsa edinilmesi tek iktisap olarak değerlendirilebilir.
Görüşümüzce, arsa karşılığı bağımsız bölüm edinilmesinin iki ayrı iktisap sayılması söz konusu olmamak gerekir. GVK’nun mük. 80. maddesi değer artış kazancını belirlemektedir. Aynı maddenin 6. bendinde ise, bazı mal ve hakların elden çıkarılmasından kaynaklanan değer artışı gelir sayılmamıştır. Beş yıl önce satın alınan arsanın doğrudan satışı ile, apartman dairesi karşılığı satışı arasında fark yoktur.[5]Doğrudan satış halinde alım satım farkı kazanç sayılmayacaksa, apartman dairesi karşılığı satışta da alım satım farkı kazanç sayılamamalıdır. Kat karşılığı arsa satışında da, arsa bedelinin ayın ile ödenmesi söz konusudur. Arsa verilmiş, karşılığında apartman dairesi alınmıştır. Apartman dairesinin emsal bedeli ile arsanın alış bedeli arasındaki fark, arsa beş yıldan sonra elden çıkarıldığı için diğer kazanç ve irat sayılmamalıdır. Arsa karşılığı edinilen katın satışı ayrı bir işlemdir. Arsa karşılığı kat, edinildiği tarihten itibaren beş yıl dolmadan elden çıkarılırsa, bu emsal bedel ile satış bedeli arasındaki fark diğer kazanç ve irat sayılmalıdır. Arsa başka bir gayrimenkulle trampa edilmiş olsaydı, bundan başka işlem yapmak söz konusu olmayacaktır.
Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu 25.06.2004 gün ve E:2004/51-K:2004/80 sayılı kararında 1988 yılında satın alma yolu ile iktisap edilen arsa üzerinde, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca 15.12.1994 tarihinde edinilen bağımsız bölümlerin 24.9.1998 tarihinde satılmasından elde edilen kazancı değer artış saymamıştır. Gerekçede, arsa karşılığı daire alımına konu arsanın 1988 yılında iktisap edildiği; dört yılın hesabında dairelerin edinildiği tarihin değil, arsanın edinildiği 1988 yılının esas alınması gerektiği; bu durumda daireler dört yıldan sonra satılmış olacağından değer artış kazancının söz konusu olmadığı, servetin değerlendirilmesi kapsamında olduğu kararda belirtilmiştir.
Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığının bir özelgesinde, “kat karşılığı başkalarının arsasına yapılan inşaatlarda arsa sahibine daire dışında nakit para ve kira ödemesinde bulunulması durumunda söz konusu ödemelerin, müteahhidin kendisine ait dairelerin arsa maliyetinin (toplam arsa maliyeti) bir unsuru olarak dikkate alınması gerektiği” vurgulanmıştır.[6]
Danıştay tarafından verilen bir başka kararda ise, “bir kişinin kat edinme karşılığında arsasını müteahhide vermesi ve inşa edilen binada kat sahibi olması servetin değerlendirilmesi, servetin biçim değiştirmesi olduğundan, dairelerin, arsanın iktisap tarihinden dört yıl geçtikten sonra satışından elde edilen kazanç değer artış kazancı değildir” şeklinde karara bağlanmıştır.[7]Nazlı Gaye Alpaslan Güven
http://www.hurses.com.tr/Haber-4_yil_elde_tutulan_gayrimenkul_satisi-13879.htm
[3] Süre 01.01.2007 tarihinden geçerli olmak üzere yürürlüğe giren 5615 sayılı yasa ile dört yıldan beş yıla çıkarılmıştır. Ancak geçici madde 71 ile beş yıllık süre 1.1.2007 tarihinden sonra iktisap edilenler için geçerlidir. Bu tarihten önce iktisap edilmiş olanlar için süre gelen dört yıldır.
[4] Çakmak Şefik, “Gelir ve Kurumlar Vergisi Beyanname Düzenleme Rehberi”, ASMMO, Ankara, Şubat 2008, s.153-155
[5] Geçerliliği 01.01.2007 tarihi olarak belirlenen ve 04.04.2007 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 5615 sayılı kanun değişikliği ile süre beş yıl olarak belirlenmiştir.
[6] Gelir İdaresi Başkanlığı, 6.6.2007 gün ve B.07.1.GİB.0.40/4006-51523 sayılı özelgesi.
[7] DVDDGK, 25.6.2004 gün ve E:2004/51-K:2004/80 sayılı karar.