Mehmet Özdoğru
Memur Emeklisine 7500 Lira İkramiye
30 yılın üzerinde hizmeti olan emekli memurlar için ek ikramiye ödemeleri başladı. Başvuru süresinde son tarih 27 Ocak. Başvurana ilk 7.500 lira 3 ayda ödeniyor. Kim kaç lira alacak? İşte detaylar...
Emekli memurların ek ikramiye ödemeleri devam ederken henüz başvurmayanlar için de süre kısalmaya başladı. 30 yıldan fazla hizmeti olmasına rağmen 30 yıl üzerinden emekli olan yaklaşık 450 bin memura yapılan düzenleme ile ek ikramiye ödeniyor. Sabah'tan Faruk Erdem'in yazısına göre ödemeler 21 Mart 2017'de başlamıştı. Bir kısım memur emeklileri paralarını alırken henüz başvurmamış ya da parası ödenmemiş çok sayıda emekli memur da bulunuyor.
DUL VE YETİME HAK
İkramiye tutarının üst sınırı ilk yıl için 7.500 olarak belirlendi. Bu tutar başvuru sonrası 3 ay içinde hesaba geçecek. Kalan kısım var ise bir yıl sonra faiziyle birlikte ödenecek. Düzenlemeden vefat eden memurların dul ve yetimleri de yararlanabiliyor. 27.01.2017'de süreç başladı. Hak sahipleri 1 yıl içinde yani 27.01.2018'e kadar başvurarak paralarını alabilecek. Sonradan yapılacak başvurulara ikramiye ödenmeyecek.
BAŞLANGICA BAKILIYOR
Başvurular kapsamında ödenecek emekli ikramiyesi tutarı, emekli aylıklarının başlangıç tarihindeki katsayılar esas alınarak hesaplanıyor. Her tam hizmet yılı için ödenecek ikramiye tutarının bir yıllık tutarı 50 liranın, ödenecek toplam ikramiye tutarı ise 100 liranın altında olamayacak şekilde hesaplama yapılıyor.
KAT SAYIYA BAKILIYOR
Örneğin Mart 1994'te emekli olan ve 37 yıl 9 aylık hizmeti bulunan bir memura 7 tam hizmet yılı karşılığında ödenecek emekli ikramiyesi, emekli olduğu tarihteki katsayılara göre 70.77 TL (10.11 x 7) olarak çıkartılıyor. Her yılına ödenecek ikramiye 50 TL'den az olmayacağı için bu emekliye 70.77 TL yerine 350 TL ödeniyor. Diğer taraftan, Eylül 2006'da emekli aylığı bağlanan aynı durumdaki emekliye ödenecek emekli ikramiyesi ise 7.317,17 TL (1.045.31 x 7) olacak.
ESKİ BAŞVURULAR GEÇERLİ SAYILACAK
Düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten önce başvuru yapıp dava açmamış olanların eski başvuruları, ilgili maddenin yürürlüğe girdiği tarihte yapılmış sayılacak. Yürürlük tarihinden önce açılan davalar, konusuz kaldığı için düşecek. Yargılama giderleri ise SGK'nın üzerinde bırakılacak. Başvurular Sosyal Güvenlik Kurumu Emeklilik Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile Kamu Görevlileri Emeklilik Daire Başkanlığı'na yapılacak.
http://www.milliyet.com.tr/emekliye-7-bin-500-lira-ikramiye-ekonomi-2519132/
İşverenin İşçisine İmzalatacağı Boş Kağıtlar Geçersiz
İşverenler işçileri çıkarırken ya da işçi istifa ederken boş kâğıda “Bütün alacaklarımı aldım” ifadesini yazarak imza atmasını talep ediyor. İşçiler de boş kâğıda imza atmak istemiyor. İşçiler istemeseler de bu tip ifadelerin altına imza atmak durumunda kalıyor. Fakat bu ibranamelerin pek çoğu hukuken geçerli değil. İşverenler bunu işçilerin gözünü korkutmak için imzalatıyor. İbraname, işçi ve işveren arasında imzalanan bir sözleşmedir. Geçerli olabilmesi için bazı şartların varlığı söz konusudur.
Yazılı olmalı
Yazılı olmayan ibraname geçerli değildir. Yani işçinin sözel olarak “bütün alacaklarımı aldım” demesi işverenin işçisine hak ettiği bütün tazminatları ödediği anlamına gelmez. Kesinlikle yazılı olması gerekir ve işçi tarafından imzalanması şarttır. İşçinin imzalamadığı bir ibranamenin geçerli olması söz konusu değildir. Başkası tarafından imzalanmış ibranamelerle, işten çıkış tarihinde imzalanmış ibranameler, imzanın kime ait olduğu ve imza tarihi açısından inceleniyor ve gerçek ortaya çıkıyor.
İbranamenin geçerli olması için iş sözleşmesinin feshedildiği tarihten en az bir ay sonra imzalanması gerekir. Yani kanun iş sözleşmesinin sona erdirildiği tarihten itibaren bir ay içerisinde işverenin işçisine hak ettiği ödemeleri yapabileceğini ve bu bir ayın sonunda ibranamenin imzalanabileceğini öngörüyor. Bu nedenle işverenlerin istifa ederken işçilere imzalattırdıkları ibranameler ve boş kâğıtlar geçerli değil. İbranamenin imzalandığı tarihle istifa tarihi veya iş sözleşmesinin fesih tarihi arasında en az bir ay bulunması gerekmektedir.
Ayrıca ibranamede ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça ifade edilmesi gerekmektedir. İş sözleşmesi sonlanmış bir işçiye ibraname imzalatılırken kıdem tazminatı karşılığı olarak ne kadar ödendiği, kullandırılmamış yıllık izinlerin karşılığı olarak ne kadar ödendiği açıkça yazılmalıdır. Bu nedenle “Bütün alacaklarımı aldım” şeklindeki ibranameler geçerli değildir. İşçiye kıdem tazminatı olarak ne kadar, ihbar tazminatı olarak ne kadar ödendiği ibranameye açıkça yazılmalıdır.
Bir diğer şart ise ödemenin banka aracılığıyla yapılmasıdır. İşçiye elden para verilirse işveren bu durumu ispat edemez. İşveren ödemeyi yaptığını ispat etmek için banka kanalıyla ve ödemenin mahiyetini ifade ederek ödeme yapmalı.
Mahkemeden döner
İşçiler bahsettiğimiz özellikleri taşımayan ibranamelere imza attıklarında bu ibraname geçersiz olduğu için işverene yönelik dava açabilirler. Örneğin “Bütün alacaklarımı aldım” şeklinde hukuken geçersiz bir ibranameye imza atmış bir işçi işverene kıdem tazminatının ödenmediği yönünde dava açabilir. Bu durumda işveren ödemeyi yaptığını ispat etmek durumunda. Hukuki geçerlilik koşullarının hem işverenler, hem de işçiler tarafından iyi bilinmesi gerekmektedir.
Hukuken geçerli bir ibranameyi imzalamış bir işçi de ibranamedeki miktar konusunda bir farklılık olduğu iddiasıyla mahkemeye başvurabilir. Örneğin, kendisine 5 yıllık çalışması karşılığı kıdem tazminatı olarak 10 bin 600 TL ödenmiş bir işçi, tazminatının 15 bin TL olması gerektiğini düşünüyorsa dava açabilir. Bu kez işveren ibranameyle kıdem tazminatı alacağı olarak 10 bin 600 TL ödendiğini ispatlamış olduğu için aradaki farka ilişkin bir dava söz konusu olacaktır. Cem Kılıç
http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/bos-kagida-atilan-imzalar-gecersiz-2518306/
Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz. |
Yarım Çalışmada Esaslar
Doğum sonrası analık hali izninin bitiminden itibaren çocuğunun bakımı ve yetiştirilmesi amacıyla ve çocuğun hayatta olması kaydıyla kadın işçi ile üç yaşını doldurmamış çocuğu evlat edinen kadın veya erkek işçilere istekleri hâlinde birinci doğumda 60 gün, ikinci doğumda 120 gün, sonraki doğumlarda ise 180 gün süreyle haftalık çalışma süresinin yarısı kadar ücretsiz izin verilir. Çoğul doğum hâlinde bu sürelere otuzar gün eklenir. Çocuğun engelli doğması hâlinde bu süre üç yüz altmış gün olarak uygulanır. Bu süre içerisinde süt iznine ilişkin hükümler uygulanmamaktadır.
İşçiye, haftalık çalışma süresinin yarısı kadar verilen ücretsiz izin süresince doğum ve evlat edinme sonrası yarım çalışma ödeneği ödenir.
Ödenek süresi, haftalık çalışma süresinin yarısı kadardır. Yarım çalışma ödeneği, çalışılan aya ait aylık prim ve hizmet belgesinin ilişkin olduğu aydan sonraki ikinci ay içinde fondan aylık olarak ödenir.
Doğum ve evlat edinme sonrası yarım çalışma ödeneğinin günlük miktarı, günlük asgari ücretin brüt tutarı kadardır. Bu madde hükümlerinden yararlanılabilmesi için işçinin adına doğum veya evlat edinme tarihinden önceki son üç yılda en az 600 gün işsizlik sigortası primi bildirilmiş olması, haftalık çalışma süresinin yarısı kadar fiilen çalışılması ve doğum ve evlat edinme sonrası analık hâli izninin bittiği tarihten itibaren 30 gün içinde İŞKUR’a doğum ve evlat edinme sonrası yarım çalışma belgesi ile başvuruda bulunulması gerekir.
Mücbir sebepler dışında, başvuruda gecikilen süre doğum ve evlat edinme sonrası yarım çalışma ödeneği almaya hak kazanılan toplam süreden düşülerek ödeme yapılır. Bu ödemeler damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaz. Geçici iş göremezlik ödeneği almaya hak kazananlara, bu durumlarının devamı süresince doğum ve evlat edinme sonrası yarım çalışma ödeneği ödenmez. İşverenin hatalı bilgi ve belge vermesi nedeniyle yapılan yersiz ödemeler kanuni faiziyle birlikte işverenden tahsil edilir.
Yarım çalışma kapsamındakiler için, yüzde 32,5 oranında sigorta primleri işçi ve işveren payları doğum ve evlat edinme sonrası yarım çalışma ödeneği ödenen gün sayısı kadar fondan Sosyal Güvenlik Kurumu'na ödenir.
Yarım çalışmanın belirlenen günlük ve haftalık çalışma süresi içerisinde yapılacağı zaman aralığı işveren tarafından belirlenir. Doğumdan sonraki on iki ay içinde çocuğun engellilik durumunun tespiti halinde işçinin yarım çalışma ödeneği süresi, doğum sonrası analık hali izni süresinin bitiminden itibaren on iki aylık sürenin kalan kısmı kadardır. (Çocuğun engeli bulunması halinde yarım çalışma süresi 360 gün olarak uygulanır.)
Yarım çalışma yapan işçinin/personelin çalışılmayan hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil günlerine ilişkin ücret ve yarım çalışma ödeneği, yarım çalışılan süreye orantılı olarak işveren ve İŞKUR tarafından ödenir. Ödeme döneminin hesabında, yarım çalışmanın başladığı ve sona erdiği aylar parmak hesabı yapılarak fiili gün sayısı, ara aylar 30 gün üzerinden değerlendirilir.
Yarım çalışma ödeneği süresi, aylık olarak on beş günü geçmemek üzere işveren tarafından bildirilen ilgili aya ilişkin aylık prim ve hizmet belgesinde yer alan bilgiler dikkate alınarak hesaplanır. Gün sayısının kesirli olarak bulunması halinde tama iblağ edilen kısmı işveren tarafından, diğer kısmı İŞKUR tarafından ödenir.
Haftalık çalışma süresinin yarısı kadar ücretsiz izin verilen işçinin/personelin, bu süre zarfında başka bir işte çalışması halinde, çalıştığı süre için yarım çalışma ödeneği ödenmez. Yine, bu süre içerisinde fiilen çalışma olmayıp, izin kullanması halinde de yarım çalışma ödenmez. Yarım çalışma ödeneği alırken, çalıştığı iş yerinden ayrılan işçinin/personelin yarım çalışma ödeneği işten ayrıldığı tarih itibariyle durdurulur. Yeni bir işe girmesi, bu iş yerinde yarım çalışma yapması ve İŞKUR'dan talep etmesi halinde, ödeme döneminin bittiği tarihi geçememek üzere kalan hak sahipliğinden yararlanabilir. İbrahim Işıklı
https://www.dunya.com/kose-yazisi/yarim-calismada-esaslar/381371
Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz. |
Kefillikten Doğan Alacak Karşılık Konusu Olabilir mi?
İnceleyeceğimiz konu, bir diğer şirkete kefil olup da, ödeme güçlüğü sebebiyle asıl borçlunun yerine borcu ödemek zorunda kalan bir şirketin, alacaklının yerine geçerek asıl borçlu şirkete karşı şüpheli alacak karşılığı ayırıp ayıramayacağı. Konunun genişliği, buna karşılık köşemin sınırları dolayısıyla, ancak vardığım sonuçları aktarabileceğimi de baştan belirteyim.
Ticari amaç güden işletmelerin kredi temini konusunda bankalara karşı müşterek sorumluluk yüklenmek suretiyle birbirlerine destek olmalarını ve ticari faaliyetlerini bu suretle sürdürebilmelerini ticari hayatın normal ve mutad işlemleri arasında kabul etmek gerekir. Kefalet akdinin, kefil olan şirket yönünden kendi işletme mevzuu çerçevesi içerisinde kalan bir muameleden ibaret olarak kabul etmek gerekir. Aksi düşüncenin kabulü, ticari hayatın normal seyrine ve süratli akışına engel teşkil eder (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E.1982/ 851, K.1982/ 1225 T.23.3.1982).
Ticaret ortaklıklarının, ticari işletmelerinin faaliyetini sürdürebilmesi için gerektiğinde kredi temini yoluna gitmesi ve bu nedenle başkasının kefaletini temin etmesi mümkün olduğu gibi, aynı şekilde başkasına kefil olması da mümkündür.
Zaten uygulamada, özellikle bankalardan alınan kredilerde grup şirketlerinin birbirlerine kefil olmaları, sıkça rastlanan bir durumdur.
Borçlar Kanunu’na göre
Mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 238/2 (Hukuk Mahkemeleri Kanunu md.187/2) maddesi gereğince “maruf ve meşhur olan hususlar” muvazaalı sayılamayacağından ve kefalet etmenin bir şirketin mutad iş ve muameleleri arasına girdiği ticaret çevrelerinde bilinen ve uygulanan bir husus olduğundan bunun ayrıca kanıtlanmasına da gerek yoktur. (Yargıtay 11.Hukuk Dairesi E.1978/ 7, K.1978/ 354 T.2.7.1978)
Alacaklının borcunu ödeyememesi halinde ödemede bulunmak durumunda kalan kefil, Borçlar Kanunu’nun 596 ve 127. maddeleri uyarınca “alacaklıya halef” olur, onun yerine geçer. Ödemede bulunan kefil, eğer borç ilişkisinde başkaca müşterek ve müteselsil borçlu ve kefil varsa, Borçlar Kanunu’nun 167. maddesi uyarınca diğer müşterek borçlulara da müracaat hakkını elde eder.
Grup şirketine önce kefil olan, sonra onun adına ödeme yapmak durumunda kalan bir şirketin, asıl borçlu şirkete karşı takip yaparak şüpheli alacak karşılığı ayırıp ayıramayacağı tartışma konusudur. Uygulamada Mali İdare muvazaaya yol açacağı endişesi ile karşılık ayrılmasına sıcak bakmamaktadır.
Oysa Yargıtay’ın yerleşik içtihadının yanı sıra Danıştay da grup şirketlerinin ve holdinglerin iştirakleri adına ödeme yapabileceğini ve bu ödemeler dolayısıyla alacaklının yerine geçtikleri (alacaklıya halef oldukları) durumlarda iştirakten olan alacak için şüpheli alacak karşılığı ayrılabileceğini, zira bu durumda alacağın ticari nitelikte olduğundan kuşku duyulamayacağını kabul etmektedir.
Danıştay 4. Dairesi’nin konumuzu yakından ilgilendiren E.1992/ 839, K.1992/ 5015 sayı ve 25.11.1992 günlü Kararı şu şekildedir: “(…) holding şirketlerin temel ticari gayelerinin iştirakleriyle olan münasebetlerinden oluştuğu, bu ilişkiler ticari olduğuna göre bu işlemler dolayısıyla hak kazanılan alacakların da ticari nitelikte alacaklar olduğundan kuşku duyulamayacağı, ihtilaf konusu olayda davacı holding şirketin üçü iştiraki olan müflis dört şirketten, bu şirketler adına yaptığı ödemeler dolayısıyla alacaklı olduğu ve bu alacaklarının mezkur şirketlerin iflasları nedeniyle tahsil edilemediği ve iflas masalarına kaydettirildiği hususlarının tartışmasız bulunduğu, buna göre holdingin iştiraki olan üç işletmeden olan alacaklarının, ticari nitelikli alacaklar olması ve Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesinde öngörülen koşulları taşıması nedeniyle şüpheli alacak olarak karşılık ayırmasında yasalara aykırılık bulunmadığı, ancak holdingin iştiraki olmayan ….. AŞ adına kefalet nedeniyle yaptığı ödemelerin ticari kazancın elde edilmesiyle ilgili nitelikte bulunmaması sebebiyle, alacak için şüpheli alacak karşılığı ayrılmasında isabet yoktur.”
Danıştay’ın aktardığımız kararında, grup şirketlerinin birbirlerine kefil olabilecekleri, bu kefalete istinaden birbirlerinin yerine ödeme yapabilecekleri, bu şekildeki ödemeleri sonucu alacaklıya halef olarak birbirleri aleyhine takip yapabilecekleri, takibin semeresizliği halinde şüpheli alacak karşılığı ayırabilecekleri kabul edilmiştir. Ancak karara göre bu karşılık, iştirak veya grup şirket ilişkisinin olmadığı, yani gruba karşı 3. şahıs mevkiinde olan şirketlere kefil olunması ve kefil sıfatıyla ödemede bulunulduktan sonra takip konusu yapılması halinde, ticari illiyet bağının olmaması sebebiyle ayrılamaz.
Kefil olunan şirket grup şirketiyse
Aslında bu kararda da muvazaa endişesinin izleri görülmektedir. Oysa konuya tamamen “şirketin kefalet ehliyeti” açısından yaklaşmak, kefil olan şirket için bu ehliyetin varlığı kanaatine varılırsa, bu ehliyet zaten illiyet bağının varlığını da göstereceğinden, idarece muvazaanın varlığı delillendirilmedikçe, kefil olunan şirketin grup şirketi / iştirak olup olmadığı ayırımını yapmamak gerekir.
Öte yandan, bir ticaret şirketinin grup şirketleri dışında kalan bir şirkete ana sözleşmesinin elvermesi kaydıyla kefil olması, izah edilebilir bir makul sebebin yokluğu halinde, bir bedeli gerektirebilir. Bu gibi hallerde de “transfer fiyatlandırması hükümlerine göre bir şirketin bedelsiz olarak bir başka şirkete kefil olmasının kabul edilemeyeceği” yönündeki idari anlayış geçerlilik kazanır.
Kredi kullanımında kefaletin vergi mevzuatı karşısındaki durumu ise ayrı bir yazıya konu olabilecek boyuttadır. Bumin Doğrusöz
https://www.dunya.com/kose-yazisi/kefillikten-dogan-alacak-karsilik-konusu-olabilir-mi/381214
Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.
Adi Ortaklıklarda Ortaklardan Avans Alınabilir mi?
Ülkemiz ekonomisi için lokomotif işlevini üstlenmiş olan inşaat sektörü, büyük projeleri gerçekleştirmek amacıyla işbirliği yapmak zorunda kalmaktadırlar. Bu işbirliğinde tercih edilen örgütlenme modeli uzun süreli birliktelikler yol açacak şirketleşme yerine iş bazında bir araya gelmek amacıyla oluşturulan ortaklıklardır bu ortaklıklar; İş Ortaklığı veya Adi Ortaklık şeklinde olabilmektedir. Dünyada ve ülkemizde büyük inşaat projelerinde genellikle sözleşme ile birlikte yüklenicilere avans ödemesi yapılmaktadır. Yapılan avans ödemesinde veya işin yapımı sırasında ortaklıkta nakit fazlası oluşabilmektedir. Ortaklar mevcut nakit fazlasını ortaklıkta bırakmak yerine ortaklara dağıtmayı tercih etmektedirler... Ancak nakit fazlasının iş bitiminden önce ortaklara dağıtılmasının vergi kanunları karşısındaki durumu tartışmalara konu olmaktadır. Tabi adi ortaklıklar genellikle inşaat projeleri için kullanılan bir örgütlenme modeli olarak karşımıza çıksa da, diğer sektörler içinde uygulanabilecek bir model olduğu unutulmamalıdır.
Adi ortaklıklar Borçlar Kanunu’nun 520-541’inci maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan Kanunun 520'nci maddesinde adi ortaklık, iki veya daha fazla kişinin, bir sözleşmeye dayanarak, ortak bir amaca ulaşmak için emek ve mallarını birleştirmesi olarak tanımlanmıştır. Adi ortaklığa sermaye konulması, kazancın dağıtımı, kâr ve zarara katılma, ortaklığın idaresi, üçüncü kişilere karşı sorumluluk, tasfiye vb. hükümlere de bu kanunda ayrıca yer verilmiştir. Adi ortaklıkların tüzel kişiliği olmadığı gibi gelir veya kurumlar vergisi mükellefi olmaları da söz konusu değildir. Adi ortaklık olarak faaliyette bulunulması halinde, ortaklığa stopaj ve katma değer vergisi mükellefiyeti tesis ettirilmektedir. Adi ortaklıkların ortaya çıkan kâr veya zararı, adi ortaklığı oluşturan ortaklar tarafından hisseleri oranında kendi kazançlarına dahil edilerek vergilendirilmektedir. Burada en çok tartışılan konu ise söz konusu işlemin transfer fiyatlandırılması işlemine konu olup olmadığıdır. 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 13- 1 maddesi hükmünde; kurumların, ilişkili kişilerle emsallere uygunluk ilkesine aykırı olarak tespit ettikleri bedel veya fiyat üzerinden mal veya hizmet alım ya da satımında bulunmaları durumunda, kazancın tamamen veya kısmen transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılmış sayılacağı hüküm altına alınmış olup; alım, satım, imalat ve inşaat işlemleri, kiralama ve kiraya verme işlemleri, ödünç para alınması ve verilmesi, ikramiye, ücret ve benzeri ödemeleri gerektiren işlemlerin her hal ve şartta mal veya hizmet alım ya da satımı olarak değerlendirileceği belirtilmiştir. Söz konusu maddenin 2. fıkrasında ise, ilişkili kişinin; kurumların kendi ortakları, kurumların veya ortaklarının ilgili bulunduğu gerçek kişi veya kurum ile idaresi, denetimi veya sermayesi bakımından doğrudan veya dolaylı olarak bağlı bulunduğu ya da nüfuzu altında bulundurduğu gerçek kişi veya kurumları ifade edeceği hükme bağlanmıştır.
Yukarıda açıklanan mevzuat hükümlerinden de anlaşılacağı üzere , söz konusu adi ortaklıkta ortaya çıkan kâr veya zarar, ortaklığı oluşturan ortaklar tarafından hisseleri oranında, ortakların kurum kazançlarına dahil edilerek vergilendirilmesi gerekmektedir. Maliye Bakanlığı vermiş olduğu özelgeler de, adi ortaklığın faaliyetlerini sürdürmesi sırasında oluşan nakit fazlalarının ortaklarca hisseleri oranında kullanılması halinde, bu tutarların transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı kapsamına girmesi ve bu işlem nedeniyle faiz hesaplanması söz konusu olmayacağı yönünde görüş beyan etmektedir.
Diğer taraftan nakit fazlalarının ortakların hisseleri oranından farklı olarak kullanılması halinde ise söz konusu işlemin transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı kapsamına gireceğini yolunda görüş beyan etmiştir. Dolayısıyla ödeme konusu yapılan tutarlar için emsaline uygun bir faiz oranının hesaplanması gerekecektir.
Yani adi ortaklıklarda ortakların mevcut nakitleri hisseleri oranında paylaşılması faiz ve beraberinde KDV uygulamasını gerektirmezken, hisseleri oranında paylaşılmaması faiz ve beraberinde KDV uygulamasını gerektirecektir.
Burada esas olarak ortaklık hisse oranları dikkate alınmış, verilen avansın tutarı ihmal edilmiştir. Dağıtılan nakit fazlasının tutarı konusunda bir sınırlama yapılmazken sadece ortaklık hisse dağılımına uygun dağıtımdan söz edilmiştir. Ortaklara verilen nakit fazlasının beklenen veya mevcut kar kadar olması önemli değil, sadece ortaklık hisseleri oranında yapılması yeterli görülmüştür. Bize göre yapılan bu işlemde hisse oranları ile beraber dağıtılacak toplam tutara da bir sınırlandırma getirilmiş olması gerekirdi. Çünkü nakit fazlası kavramının tanımının net olmaması nedeniyle adi ortaklığın elde ettiği tüm hakediş gelirleri hisseleri oranında ortak firmalara aktarılıp, ihtiyaç anında yine hisseleri oranında ortaklardan alınabilir. Bu işlemde hiçbir şekilde faiz ve KDV doğurmamaktadır. Yılmaz SEZER
https://www.dunya.com/kose-yazisi/adi-ortakliklarda-ortaklar-avans-alabilir-mi/381218
Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.
İşyerinde Gönül İlişkisi Kovma Nedeni Olamaz
Çalışanların işyerlerinde duygusal ilişkilere girmeleri çalışma hayatın da karşılaşılabilen bir durum. Çalışanlar arasındaki duygusal/gönül ilişkilerine hayatın olağan akışı içerisinde kimse karışmıyor. Ancak duygusal ilişki işyerinde çalışanlar arasında olduğu zaman işverenler/patronlar karışabiliyor. Bunun nedeni ise gönül ilişkisine giren çalışanların işyeri düzenini etkilemiş olmasıdır. Gönül ilişkisine girenlerin işyerini olumsuz etkilediği konular arasında; işyerinde dedikoduya neden olunması, taraflar arasında gerginlikler oluşması, performans düşüşlerinin olması ve gönül ilişkisi sonucunda olumsuzluk olup taraflar ayrılırsa gönül ilişkisine giren çalışanların işyerinden ayrılmak istemeleri başta gelmektedir. İşyerinde gönül ilişkisini yasaklayan açık bir İş Kanunu düzenlemesi bulunmuyor.
Yargıtay kararları
Gönül ilişkisi Yargıtay kararlarına göre değerlendirilmektedir. Yargıtay vermiş olduğu bir kararda; uzun yıllar görev yapan genel müdür yardımcısı ile özel ilişkisi olduğu işverence de bilinen davacı kadın işçinin işine genel müdür yardımcısının ayrılmasından sonra bu nedenle son verildiği olayda, davacı kadın işçinin açmış olduğu işe iade davasında davacının ilişkisinin yıllardır sürmüş olduğunu ve bilindiğini, genel müdür yardımcısının ayrılmasından sonra kadın işçinin iş sözleşmesinin bu nedenle feshedilmesinin doğru bir davranış olmadığını,davacının davranışlarının işyerinde olumsuzluklara yol açtığının kanıtlanmadığını, feshin geçerli nedene dayanmadığını belirterek, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar vermiştir. (Yargıtay 9. HD. 21.11.2005 Tarih ve Esas 2005/33676, Karar 2005/36676 Sayılı Kararı).
Yargıtay bir hekimle ilgili vermiş olduğu kararda; hekimin işyerinde tercüman olarak görevli kadın işçi ile duygusal ilişkiye girmesi soncunda işyerinde ve çevrede dedikodulara sebebiyet verildiğinden feshin haklı olduğu sonucuna varmıştır. (Yargıtay 9. HD. 23.01.1996 Tarihli ve Esas 1995/31514, Karar 1996/474 Sayılı Kararı).
Yargıtay işyeri düzenini bozmayan bir gönül ilişkisi ile ilgili olarak vermiş olduğu kararda; ilişkinin tam olarak kanıtlanamadığını, davacı işçinin aynı işyerindeki bir kadın ile gönül ilişkisine girmesinin işyeri çalışmalarını aksatmaması ve çalışma düzenini bozmaması halinde feshin haklı olmayacağını, ihbar ve kıdem tazminatlarının ödenmesi gerektiğini belirtmiştir.(Yargıtay 9. HD. 25.02.1998 Tarihli ve Esas 1998/365, Karar 1998/2700 Sayılı Kararı).
Olumsuzluk varsa işten atılabilir
Yargıtay kararlarında gönül ilişkisi konusunda çalışan lehine veya aleyhine düzenlemeler bulunmaktadır. Kararlarda belirleyici olan husus gönül ilişkisinin işyerinde olumsuzluğa neden olup olmadığıdır. Olumsuzluğa neden oluyorsa Yargıtay haklı nedenle veya geçerli nedenle feshe karar verebiliyor. Arif Temir
http://www.gunes.com/yazarlar/arif--temir/syerinde-gonuliliskisi-kovmanedeni-olamaz-816585
Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.
Salt Dava Dosyası Baz Alınarak Bilirkişi Raporu Düzenlenemez
Bilirkişilik, özel bilgi ve uzmanlık gerektiren durumlarda hakimin kendisine yardım için görevlendirdiği kişi veya kişilerdir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanuna göre getirilen bilirkişilik, bir davada davanın çözümü için hakim tarafından bilinmeyen özel ve teknik bilgiyi gerektiren durumlarda görüş ve oyuna müracaat edilen üçüncü kişi veya kişileri ifade etmektedir. Delil sistemleri ve deliller yer ve zamana göre değişebilmektedir. Bilirkişilik müessesesi de bu değişen yer ve zamana göre teknik bilgi ve uzmanlığa göre ortaya çıkan bir durumdur.
Bir hukuksal ihtilafın çözümünde hukuk bilgisine dayanılarak çözümleme olaya uygulanacak hukuk kuralını bulma yetkisi ve görevi hakime aittir. Anayasaya yargı yetkisinin bağımsız mahkemelere ait olduğunu belirtmiştir.[1]Bu yetkinin başlarına devri de mümkün değildir. Ancak, hakimin bir hukuksal ihtilafın hukuk bilgisine dayanılarak çözülebilmesi, yani olaya hangi hukuk kuralının uygulanabileceğini anlayabilmesi için, uyuşmazlık konusu olayın niteliğinin ortaya konulması hakkında uzmanlık gerektiren özel veya teknik bazı bilgilere gereksinim duyulabilir. Nitekim, günümüzde iktisadi, sosyal, sanayi ve teknik gibi alanlarda kaydedilen gelişmeler, bu sahalarda ortaya çıkabilecek ihtilaflarda ihtisas gerektiren bilgiye giderek ihtiyaç duyulmaktadır. Bu gibi ihtiyaçlar nedeniyle bunları dikkate alan yasa koyucular yargıca, teknik veya özel bilgiyi gerektiren hususlarda bilirkişiye müracaat yetkisi vermektedir.[2]
5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunun 67/6 md hükmüne göre Cumhuriyet Savcısı, katılan, vekili, şüpheli veya sanık, müdafii veya kanunî temsilci, yargılama konusu olayla ilgili olarak veya bilirkişi raporunun hazırlanmasında değerlendirilmek üzere ya da bilirkişi raporu hakkında, uzmanından bilimsel mütalaa alabilirler. Sadece bu nedenle ayrıca süre istenemez.
Bir davada tahlili hakim tarafından bilinmeyen özel ve teknik bilgiyi icap ettiren durumlarda oy ve görüşüne başvurulan üçüncü kişiye veya kişilere bilirkişi denilmektedir.[3]Bilirkişi, görüşüne başvurulan husus hakkında, özel ve teknik bilgisine dayanılarak inceleme yapar ve vardığı sonuçları mahkemeye bildirir.[4]Başka bir ifade ile, bilirkişi sahip olduğu ihtisas bilgisi ile yargılama evresine yardımcı olur.[5]Bilirkişi incelemesinde dava ile ilgili olarak çözümü hakimler tarafından bilinmeyen özel ve teknik bilgisinin gerekli olduğu durumlarda müracaat edilir. Başka bir ifade ile, hakimin teknik ve özel bilgisinin yeterli olmadığı hallerde, bilirkişi yargıca yardımcı olur. Bu sebeple, bilirkişiye müracaat edilmesine gerek olup olmadığına yargıç karar verecektir. Bilirkişilik, özel ve teknik bilgiyi gerektirdiği için herkes bilirkişi olamayacağı gibi bilirkişi yapacak kişiler de belli öğrenim koşulu ve tecrübe aranılacaktır.[6]Vergi yargılamasında, ceza yargılamasında bilirkişiliğin yanı sıra 5271 sayılı CMK’nun 67/6 maddesine göre uzman mütalaası alınması yolunda sıklıkla kullanılmaktadır. [7]
Bilirkişi raporu takdiri deliller arasında sayılmış olup, mahkeme hakimi bilirkişi raporu ile bağlı değildir. Dava dosyasındaki diğer deliller gibi bilirkişi raporunun takdiri de mahkemenin takdirine bırakılmıştır. Ancak hakimler, çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişiye başvurdukları için genellikle kararlarını da bilirkişi raporlarına dayandırmaktadırlar.
Eğer bilirkişi raporu gerçeği yansıtmıyorsa ne olacak? İşte böyle bir durumda raporun gerçeği yansıtmadığını düşünen taraf 5271 sayılı kanunun 67/6.maddesi gereğince uzmanından bilimsel mütalaa alabilir. Hatta uzman mütalaasının bilirkişi raporundan önce bilirkişinin değerlendirmesine sunulmak üzere veya bilirkişi raporundan sonra, bilirkişi raporundaki hata ve çelişkileri ortaya koymak amacıyla alınması mümkündür. Dileyen taraf, konusunda uzmanlığı bilinen herhangi bir kişi veya kurumdan dava konusu olayla ilgili olarak uzman mütalaası alarak, bu raporu dava dosyasına delil olarak sunabilir. Mahkemenin görevlendirmiş olduğu bilirkişi raporu ile tarafların kendi seçecekleri herhangi bir uzmandan alacakları uzman mütalaası arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Zira her ikisi de mahkeme nazarında takdiri deliller arasında yer almaktadır. Örnek olarak; Bir bina inşaatında kullanılan hazır betonun standartlara uygun olup olmadığı konusundaki bir davada, mahkemenin görevlendirdiği İnşaat Mühendisi bir bilirkişinin raporuna karşılık, davanın taraflarından birisi İnşaat Mühendisleri Odası veya İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ne müracaat ederek binada kullanılan hazır betonun kalitesi hakkında bilimsel mütalaa alabilir. Mahkemenin görevlendirdiği bilirkişinin ücreti hakimin takdir yetkisindedir. Uzman mütalaası için ödenecek ücret ise taraflar arasında serbestçe kararlaştırılabilir.
Uzman mütalaası konusu adeta bilirkişilik kurumunun otokontrol sistemi sayılabilir. Aynı zamanda da özel bilirkişilik kurumunun uygulamaya geçmesi anlamını taşımaktadır. Zaman zaman çevremizden duyarız; hatalı bilirkişi raporu yüzünden davayı kaybettim diye, bilimsel uzman mütalaası bu tür yakınmalara son verecektir. Mahkemelerin atamış olduğu bilirkişilerin de daha dikkatli rapor düzenlemeleri konusunda yönlendirici olacaktır.[8]
Uzman bilirkişilik müessesesi ile çeşitli uyuşmazlıklar daha kolay ve isabetli bir biçimde çözümleme olanağına kavuşmuş olacaktır. Vergi uyuşmazlıklarında uzman bilirkişiye müracaat edilmesi daha çok vergi tekniği gibi konularda düzenlenen ve vergi inceleme raporlarından kaynaklanan uyuşmazlıklarda uygulanabilmektedir. Vergi uyuşmazlıklarının sonucu olarak düzenlenen gerek vergi tekniği raporları ve gerekse vergi inceleme raporlarının yorumlanmasından doğan uyuşmazlıklarda uzman mütalaasına başvurulmaktadır. Uzman mütalaaları daha çok asliye ceza mahkemelerinde veya konuyla ilgili olarak Yargıtay’ın çeşitli ceza dairelerinde değerlendirilmektedir. Vergi uyuşmazlıklarında da uzman mütalaası vergi mahkemelerinde veya Danıştay’ın ilgili dairelerinde 5271 sayılı CMK’nun 67/6. maddesine göre uzmandan bilimsel mütalaa alınabilmektedir.
Vergi uyuşmazlıklarında, bilirkişi ataması, seçimi gibi konular uyuşmazlığın durumuna göre tam isabetli olamamaktadır. Ancak, bilirkişi raporlarına karşı yapılan itirazlar nedeniyle bilirkişiler uygulamada daha çok düzenlenen iddianameler veya vergi inceleme raporlarının tıpa tıp aynısı yönünde bilirkişi raporu düzenledikleri görülmektedir.
Bilirkişi raporları, uzman mütalaası veren kişilere göre düzenledikleri raporlar bilimsel yorumlardan uzak olduğu söylenebilir. Hatta, uygulamada bilirkişilerin düzenledikleri raporların objektif, gerçekçi ve tutarlı olduğu konusunda çeşitli eleştiriler ileri sürülmektedir. Uygulamada bilirkişiler özellikle Asliye Ceza mahkemelerinde vergi inceleme raporlarının aynısını kendi raporları olarak kes/kopyala/yapıştır metodu ile tekrar etmektedirler. Bu tekrar, aynı zamanda idare tarafından düzenlenen “Vergi Tekniği Raporları”nın aynısını bilirkişi raporu olarak aynen baz aldıkları sıklıkla rastlanmaktadır. Oysa ki bilirkişilerin baktıkları dosyalarda inceleme yetkileri vardır. Mükelleflerin defterlerini incelemesi konu ile ilgili evrak, fatura, irsaliye ve diğer evraklar bazında derinlemesine araştırma yetkileri mevcuttur. Bilirkişiler, herhangi bir inceleme ya da derinlemesine bir tetkikak yapmaksızın masa başında idarenin düzenlemiş olduğu vergi inceleme raporlarını tekrar ederek, bunu da kendi bilirkişi raporuymuş gibi mahkeme dosyasına sunmaları adalete ilkesine uygun düşmez. Nazlı Gaye Alpaslan Güven
[4] Bilirkişi raporlarına itiraz edilebilir. Bilirkişiler tarafından düzenlenen rapor örnekleri duruşma esnasında Cumhuriyet Savcısına, katılana, vekiline, şüpheliye veya sanığa, müdafiine veya kanunî temsilciye doğrudan verilebileceği gibi; kendilerine iadeli taahhütlü mektupla da gönderilebilir. (5271 s.k. md. 67/4) Bilirkişi incelemesi tamamlandığında, yeni bilirkişi incelemesi yapılması veya itirazların bildirilmesi için istemde bulunabilmelerini sağlamak üzere Cumhuriyet savcısına, katılana, vekiline, şüpheliye veya sanığa, müdafiine veya kanunî temsilciye süre verilir. Bu maddede belirtilen taraflar, dayandıkları gerekçeleri de göstermek şartıyla verilen süre içinde bilirkişi raporuna itiraz edebilirler. Süresi içinde itiraz edilmeyen bilirkişi raporu kabul edilmiş sayılır. Bu kişilerin istemleri reddedildiğinde, üç gün içinde bu hususta gerekçeli bir karar verilir. (5271 s.k. md. 67/5) Cumhuriyet savcısı, katılan, vekili, şüpheli veya sanık, müdafii veya kanunî temsilci, yargılama konusu olayla ilgili olarak veya bilirkişi raporunun hazırlanmasında değerlendirilmek üzere ya da bilirkişi raporu hakkında, uzmanından bilimsel mütalaa alabilirler. Sadece bu nedenle ayrıca süre istenemez. (5271 s.k. md. 67/6).
[5] KIZILOT Şükrü – KIZILOT Zuhal, Vergi İhtilafları ve Çözüm Yolları, 19 Baskı, Yaklaşım Yayınları, Ankara 2011, s.737.
[6] GÜNEŞ Recep, “Vergi Davalarında Bilirkişilik ve Bilirkişinin Sorumlulukları”, Muhasebe ve Denetime Bakış, Sayı:9, Mayıs 2003, s.13
[7] 5271 sayılı CMK md. 63, 67 ve ilgili olarak 1086 sayılı HUMK md.275.
[8] ASLAN Yaşar, “Bilirkişi Raporuna İtiraz ve Uzman Mütalaası”,İstanbul Bilirkişiler Derneği Başkanlığı Yayınları.
Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.
Engelli ve Normal Statüden Emeklilikte Kafa Karışıklığı
Antalya' dan yazan okurum sitem dolu mailinde Sosyal Medya da yalan haber yaymakla ünlü birisinden etkilenmiş, bana kandırıldığını yazmıştır. Okurum aslında akıllık yapmış 2016 yılında emekli olmuş. Yalan haberin dolduruşuna gelmiş, ben eksik emekli aylığı alıyorum, SGK emekli aylığımı iptal ettireceğim, toplu para alacağım yada primi fazla ödeyerek emekli olacağım ekranlara çıkan ‘’sözüm ona’’ uzman bunları söylüyor, kaybımı telafi edin, karşılığında ücret öderim diyor. Öncelikle okurumun hizm' et dökümlerini, aylık bağlama oranlarını ve bu sene ne kadar aylık aldığına dair belgeleri alarak inceledim. Şimdi siz siz olun kesinlikle bu işi bilmeyen uzmanım diye TV çıkan yalan haber yayanlara inanmayın. Bunlar hayal satar, cebinizden paranızı hortumlar. Bana da yazmayın, SGK gidin işin aslını görevli memurlara da sorun. 15/03/1968 doğumlu bayan okurum 05/04/1994 yılında ilk defa SSK olmuştur. Emeklilik tablosu; 23.05.1994 yılına kadar tescil olanlar;
İlk işimiz Sigortalının 20 yıl süresi ve 50 yaşına baktığımızda yaşı 15/03/2018 yılında dolacaktır. Günlerini incelediğimizde 5740 günü var. Normal şartlarda emekliliği zaten 15/03/2018 tarihi. Kendisinde var olan bir rahatsızlığı sonucu %40 oranında engelli raporu aldığından, vergi indirim belgesiyle 15 ay önce emekliliği hak etmiştir. Engelli olarak 16 yıl 3760 günle de emekli olunur. Okurumla yaptığım yazışmada bilgi kirliliğinden etkilenmiş işin uzmanlarından bilgi almamıştır. Kafasında engelli ve malullüğü karıştırmış. Sanki engelli ve malul olanlar az emekli aylığı alır kurgusuyla, çalışmış, çalıştıkça da asgari ücretli olarak düşük SGK matrah bildirilmiş. 05/04/1994+16 yıl eklediğimizde=05/04/2010 yılında dolmuştur. Bu durumda aslında sigortalımız 6 yıldan fazla bilinçli sigortalı olmadığından emekli aylığını kaybetmiş, çalışma hayatına SGDP ödeyerek çalışacağını da göz ardı etmiştir. Bunları da kendisine aktardığımda neredeyse yazılarından ağlar vaziyette olduğu anladım. Sosyal Güvenliği ehlinden değil, kulaktan dolma bilmenin zararı 72 ay olarak ortaya çıkıyor. Engelli statüsünden 2016 yılının sonunda emekli olmuş, seyyanen +100 lira zammı alarak ek ödeme dahil 1.115 TL. Bağlanmıştır. Bu işlemi 1 yıl geciktirmiş olsa idi. Bağlanacak emekli aylığı 1.016 TL. olur idi. Kısaca engelli emekli aylığının avantajlı yönünü bilmek gerekiyor. Vedat İlki https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8898 Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz. |
Sonradan İptal Edilen Her Aylığın Temelinde Eksik Bilgi Yatar
Emekli aylığının bağlanması amacıyla tahsis talebi bulunması şart bulunuyor.
Tahsis talebinde sonra SGK’ca SSK (4/1-(a)) ve Bağ-Kur (4/1-(b)) sigortalılarının tahsis talep tarihi itibariyle yasalarda öngörülen aylık bağlama koşullarını yerine getirip getirmediklerine bakılarak aylık bağlama işlemleri gerçekleştiriliyor.
Buraya kadar normal, ancak aksi durumlarla da sıkça karşılaşılabiliyor. Zira aylık bağlandıktan sonra bu koşulların oluşmadığının daha sonra saptanması durumunda, sigortalıya ödenen aylıklar başlangıç tarihi itibariyle iptal edilerek yersiz ödenen aylıkların tahsili yoluna gidiliyor.
Sigortalılara yeniden tahsis talebinde bulunmaları halinde ise tahsis talep tarihlerini takip eden aybaşından itibaren tekrar aylık bağlanıyor.
Ancak, aylığa hak kazanma koşulları yerine gelmediği halde sigortalıların hatasından kaynaklanmayan nedenlerden (hizmetlerin karışması, hizmet çakışmalarının daha sonra fark edilerek hizmet iptallerinin yapılması, yaş, prim gün sayısı veya sigortalılık süresinin yanlış tespit edilmesi vb.) SGK’nın kendi hatasından kaynaklana nedenlerle yanlış aylık bağlandığının sonradan tespit edilmesi halinde, sigortalılara yersiz ödenen aylıkların tahsili yoluna gidilirken, aylığa hak kazanma koşullarının yerine geldiği tarihi takip eden aybaşından itibaren tahsis talep şartı aranmadan aylıklarının bağlanması gerekiyor.
Hata Kimde?
Örneğin tahsis talep tarihinden önce Bağ-Kur sigortalılığı sona erenlerden bu hizmetlerine ilişkin prim borcunun tamamen ödenmeden hizmet bildirildiğinin sonradan anlaşılmış olabilir. Bu durumda SGK sigortalılardan kaynaklanan bir hatanın bulunmaması tahsis talep tarihinde söz konusu hizmetlerin geçerli olmaması gerekçesiyle aylıkların başlangıç tarihi itibariyle iptal etmez. Böylesi durumlarda, SGK’nın öncelikle sigortalının eksik prim tutarları kendisine tebliğ ederek 1 ay içerisinde ödemesini istemesi gerekiyor. Ancak sigortalının 1 aylık süre içinde prim borcunu ödememesi halinde aylığı yine durduruluyor.
Elbette bütün bunlar “Çam sakızı çoban armağanı” bir teselliden öte bir şey sayılmaz.
Turbun Büyüğü
Sorunun büyüğü turp başka heybede. Zira bir de bağlanan aylıkların çok sonradan kesilmesi var ki aylık alınan süre uzadıkça durumun ve borcun vahameti de büyüyor.
Baştan sonra mağduriyet kokan bu durumlara sigortalıların vurdumduymazlığı da başat etken oluyor aslında. Zamanında bir uzman yönlendirmesi ışığında emeklilik şartlarını gerçekten yerine getirip getirmediğinin saptanmasını sağlamadan kulaktan dolma ve hesaba dayanmayan uyduruk bakış açılarıyla başvuru yaptıktan sonra kesilen aylığı ceremesini gene sigortalı çekiyor.
Neden Çok Mağduriyet Tek
“Aslında Bağ-Kur prim borcun varmış”, “aslında günün eksikmiş”, “aslında Bağ-Kur emekliliğine geçmişsin”, “ortağı olduğun şirketten SSK’lı olmuşsun” gibi çeşitli yasal gerekçelerle bozulan emekliliğin düzelmesi bazen birkaç yıl, bazen aylarca sürebiliyor.
Bazen de aslında iki ay prim eksiği olduğundan dolayı aylığın bağlanmaması veya kesilmesi gerektiğini öğrendiği de oluyor sigortalının. Bu olumsuz cevabı örneğin sekiz ay sonra aldığında sigortalı iki ay eksiği nedeniyle bağlanmayan aylık için en az on ay kaybetmiş oluyor.
Sahte sigorta nedeniyle bozulan emeklilik veya geciken aylık da olabiliyor. Gerçekten bilfiil çalışılmadan ödenen SSK primleri için yapılacak bir şey olmasa bile bu sorunu halletmek amacıyla kişinin çalışma geçmişine göre alternatif çözüm bulmak da mümkün olabiliyor.
Böylesi durumlarla karşılaşanların öncelikle gerçek bir sosyal güvenlik müşavirine başvurmasında yarar bulunuyor. Geç kalanların da en az zararla kurtulmak bakımından yine uzman desteği almalarında yarar var.
Zira sonradan iptal edilen her aylığın temelinde eksik bilgi yatar.
Bir Soru Bir Cevap
Okurum Fekrullah Bey soruyor; “03.01.1968 doğumluyum. 31.03.1992 - 31.03.1993 yılları arasında yedek subay olarak askerlik görevimi yaptım. Öğrencilik sürem de kesenek ödediğim aylar da bunun içindedir. 01.07.1997 tarihinde de sigortalı olarak çalışmaya başladım. Hiç kesintisiz bugüne kadar çalıştım ve çalışmaya devam ediyorum. Bu durumda;
- Ne zaman emekli olabilirim?
- Askerlik süremle ilgili ödeme yapmam gereken süre ne kadardır? Yapacağım bu süre emeklilik yaşımı öne alacak mı?“
Okurumuzun sorusu askerliğini yedeksubay olarak yapan ve SSK sigortalılığından emekli olan binlerce vatandaşımızı ilgilendiriyor.
Sigortalılık başlangıcınıza göre SSK sigortalılığından emeklilik için tabi olduğunuz koşullar 53 yaş ve 5 bin 600 gündür. 1997’den beri aralıksız çalıştığınızı belirtiğinize göre gün sayısı sorununuz olmamalı. Askeri öğrencilik sürenizi belirtmemişsiniz ama eğer bu bir yıllık sürenin üç ayı öğrenci olarak geçip 9 ayı rütbeli olarak geçtiyse 23.01.2017’de 25 yılı doldurmuşsunuz. Bu üç ayı askerlik borçlanması ile ödeyebilirsiniz. Ancak sizin durumunuzda emeklilik yaşınız değiştirmiyor.
Gün ve 25 yıllık sigortalılık süresi koşullarınız tamam ancak yaş henüz tamam değil. Dolayısıyla bundan sonra artık çalışıp prim ödeseniz de ödemeseniz de 03.01.2021’de emekli olabilirsiniz. Şevket Tezel
https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8896
Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.
Muhasebe Hataları ile Bunların Düzeltilmesi ve Ceza Uygulaması
213 sayılı VUK’nun mükelleflerin ödevleri başlığını taşıyan ikinci kitabının “defter tutma” ile ilgili düzenlemeler içeren 2. kısmının 9. bölümünde “kayıt nizamı” ile ilgili hükümlere yer verilmiştir. Madde hükmüne göre, yanlış kayıtların düzeltilmesi ile ilgili 217. madde hükmünde defterlere yapılan kayıtların değiştirilemez olma ilkesi benimsenmiştir. Ancak, yevmiye defterine yapılan bir kaydın düzeltilmesi ancak “muhasebe ilkelerine” göre yapılabilmektedir. Örneğin, alacak kaydedilmesi gereken bir hesapta yanlışlıkla borçlu kaydın düşülmesi halinde, bu hata ancak eski kaydın iptali ve yeni kaydın yapılması suretiyle düzeltilebilecektir. Aynı şekilde, bir hesaba kaydedilmesi gereken tutar eksik kaydedilmiş ise hata hesaba eksik tutar kadar ilave yapılarak düzeltilecektir.
Diğer taraftan defterlerde yanlış, kaydın üzeri, okunacak şekilde çizilerek ve yeni kayıt yapılarak düzeltilir. Mesela yevmiye kaydı doğru olmakla birlikte defteri kebire eksik işlenen bir satış tutarının üzeri okunacak şekilde çizilir ve daha sonra doğrusu yazılarak düzeltme kaydı yapılır.
Defterlerde çizme, kazıma, silme suretiyle düzeltme yapılmaz veya kayıtlar değiştirilemez.
Kayıtlar arasında boş satır bırakılamayacağı gibi boş sayfa da bırakılamaz. Yanlışlıkla boş bırakılan sayfalar ve satırlar üstü çizilerek atlanır.
Ciltli defterlerde yaprak koparılmaz, müteharrik yapraklı olanlarda ise yaprakların sırası bozulamaz ve yırtılamaz.
165 Sıra Nolu VUK Genel Tebliği uyarınca müteharrik yapraklı defterlerde tasdik numarasının mühürle birlikte (kayıt yapılan) her sayfada bulunması gerekir. bununla birlikte aşağıda belirttiğimiz olayda olduğu gibi bilgisayarla tutulan defterlerde onay tek sayfada yapılmakta ve kayıtlar da onayın bulunduğu sayfaya dökülmektedir.
Vergi idaresi, Sosyal Sigortalar Kurumu Teftiş Kurulunun;
“bilgisayar aracılığıyla yazılımı yapılan defterlerin bilgisayardan dökümünün alınması sırasında, yazılımın noter onayı içeren sayfa yüzüne değil onaysız sayfa yüzüne gerçekleştirilmesi ve onaylı olan sayfaların döküm yapılan sayfaların arka yüzünde boş olarak yer alması halinde; işyeri kayıtlarının geçersiz sayılıp sayılmayacağı hususunda tereddüde düşüldüğü” şeklindeki sorusu üzerine
“….. müteharrik yaprakların her sayfasının teker teker tasdik makamının resmi mührü ile mühürlü olması, sayfaların sıra numarası ile teselsül etmesi ve bu yaprakların sırasının bozulmaması suretiyle defterlerin kullanılması gerekmektedir.
Söz konusu olayınızda bahsi geçen mükelleflerin müteharrik yaprakları sıra numarası izliyor ve kayıtları usulüne uygun yapılmış ise noter tasdiklerinin kayıtların yapıldığı sayfanın arka yüzünde bulunmasında herhangi bir sakınca bulunmamaktadır.” [1]
şeklinde görüş bildirmiştir. Buna karşın Danıştay, müteharrik yapraklı yevmiye defterlerinin tasdiksiz arka kısımlarına yapılan kayıtların kanuni defterlere yapılmış kayıt olarak kabulüne imkan bulunmadığı gerekçesiyle tasdiksiz sayfalarda gösterilen indirilecek KDV’lerini, diğer yasal defterlerle mukayese etmeden reddetmek suretiyle yapılan tarhiyatı kaldıran vergi mahkemesi kararını bozmuştur.[2]
Yevmiye defteri hesap dönemi içerisinde bitmesi durumunda yeni defter tasdik ettirilerek mükellefler işlemlerini bu defterlere devam ettirebilirler. Ancak bazı hallerde mükellefler vaktinde yevmiye defteri tasdik ettirmedikleri için günlük kayıtlarını onaylı defteri kebire yapmaktadırlar. Bu gibi durumlarda resen takdir nedeni varlığı ortaya çıkmaktadır. Ancak, yüklenilen KDV’lerin tasdikli defteri kebire aktarılması halinde mükellefin indirim imkanı devam etmektedir.[3]
Diğer yandan usulsüzlük “vergi kanunlarının şekle ve usule müteallik hükümlerine riayet edilmemesi” halinde söz konusu olabilmektedir ki bu hükümler içerisinde muhasebe kayıtlarına yönelik herhangi bir düzenleme mevcut değildir. Muhasebe kayıtlarının yapılışı, işlenişi sırasında yapılan hatalı kayıtların VUK 217. madde hükmüne göre ve usulüne uygun olarak düzeltme kayıtlarının yapılması gerekecektir. Ancak, bu düzeltme kayıtlarının vergi kaybına neden olamaması gerekir. yapılan düzeltme kayıtlarının vergi kaybına neden olması halinde bunlarla ilgili olarak vergi ziyaı cezası uygulanır. Kasten yapılan muhasebe hata ve hileleri hakkında, ziyaa uğratılan verginin 3 katı tutarında vergi ziyaı cezası uygulanır. Bunlar hakkında tarhiyat öncesi veya tarhiyat sonrası uzlaşma hükümleri geçerli olamaz. Nazlı Gaye Alpaslan Güven
[1] TC Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğünün Sosyal Sigortalar Kurumuna gönderdiği 12.05.1998 tarih ve 17573 sayılı yazı.
[2] Dnş. 7. D. nin, 21/01/2002 gün ve E:2001/4619-K:2002/167 sayılı kararları.(Bkz. Mükellefin Dergisi, Ekim 2002, Sayı: 118, s.172-175). Yine, DVDDK tarafından verilen 17/06/2005 gün ve E:2005/110-K:2005/177 sayılı kararda da, “sadece yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına kayıt yapıldığı gerekçesi ile, mal alışları sırasında ödendiği ihtilafsız olan KDV indirimlerinin reddedilemeyeceği” hakkında karar verilmiştir.
[3] Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğünün Denizli Valiliğine gönderdiği 09/07/1999 tarihli ve 29350 sayılı yazısı.
Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.