Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Salı, 31 Ekim 2017 09:14

Okul Servis Şoförü Olma Şartları

Çocuğu okula giden bütün aileleri okul servisleri ve şoförleri yakından ilgilendiriyor. Aileler canı gibi sevdikleri çocuklarını okul servislerine/şoförlerine emanet ediyorlar. Aileler için okul servis şoförleri  büyük bir  öneme sahip. Ailelerin çocuklarını güvenli bir şekilde servis araçlarıyla evden okula ve okuldan eve götürmeleri için  İçişleri Bakanlığınca okul öncesi eğitim ve zorunlu eğitim kapsamında bulunan öğrenciler ile kreş, gündüz bakımevleri ve çocuk kulüplerine devam eden çocukların taşıma faaliyetlerini düzenli ve güvenli hale getirmek amacıyla  25 Ekim 2017 tarihinde  Okul Servis Araçları Yönetmeliği  çıkarıldı. Bu yönetmelik okul servis araçlarında şoför olarak çalışacaklara ilişkin önemli düzenlemeler getirdi. Bunları açıklayalım. 

Şoförün nitelikleri 

Okul servis araçlarını kullanan şoförlerin bazı şartları yerine getirmeleri gerekiyor. Aksi halde okul servislerinde şoförlük yapmaları yasak. Bir kişinin okul servis araçlarında şoförlük yapabilmesi için  aşağıda sayılan şartlara sahip olması gerekiyor. Bu şartları açıklayalım. 

- 26 yaşından gün almış ve 66 yaşından gün almamış olmak 

- Affa uğramış veya hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa bile Devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkum olmamış olmak veya bu suçlardan hakkında devam eden ya da uzlaşmayla neticelenmiş bir kovuşturma bulunmamak 

- Kasten adam öldürme,  cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, reşit olmayanla cinsel ilişki, cinsel taciz, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, alkol ve uyuşturucu madde kullanımıyla trafik güvenliğini tehlikeye sokma, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, müstehcenlik ve fuhuş suçlarından mahkum olmamış olmak veya bu suçlardan hakkında devam eden ya da uzlaşmayla neticelenmiş bir kovuşturma bulunmamak, 

- D sınıfı sürücü belgesi için en az beş yıllık, D1 sınıfı sürücü belgesi için en az yedi yıllık sürücü belgesine sahip olmak 

- Her yıl okul servis şoförlüğüne uygun olduğuna dair aile hekiminden rapor almış olmak 

- Şoförlük mesleği bakımından her beş yılda bir yetkili kuruluşlardan psikoteknik açıdan sağlıklı olduklarını gösteren rapor almak 

- Son beş yıl içerisinde; bilinçli taksirli olarak ölümlü trafik kazalarına karışmamış olmak, 

- alkollü olarak araç kullanma ve hız kurallarını ihlal nedeniyle, sürücü belgeleri birden fazla geri alınmamış olmak 

- Sarhoş olarak başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde davranışlarda bulunmayı alışkanlık haline getirmemek 

- Yurtiçi Yolcu Taşımacılığı Sürücü Mesleki Yeterlilik Belgesine sahip olmak 

- Meslekî Yeterlilik Kurumu Kanunu çerçevesinde alınan mesleki yeterlilik belgesine sahip olmak. 

Öğrenci velilerinin okul servis şoförlerinin yukarıda belirtilen şartları taşıyıp taşımadıklarını kontrol etmeleri ve şartları taşımayanlar varsa şikayetlerini  valilik/kaymakamlıklara  yapmaları gerekiyor. Arif Temir

http://www.gunes.com/yazarlar/arif--temir/kimlerokul-servis-aracisoforu-olabilir-827897

İşyerinde dedikodu haklı bir kovulma nedeni sayılıyor. Dedikodu yayarak huzursuzluk yaratan yöneticiler de bu kuraldan muaf değil. ‘Nasıl olsa ispatlanamaz’ denilerek yapılan dedikodu beklenmedik sonuçlar doğurabilir.

İş arkadaşlıkları sağlam kurulursa derin dostlukların kaynağı olabilirken, iş arkadaşları birbirleri hakkında dedikodu çıkartırlarsa bu, işten atılmaya varabilir. İşyerinde dedikodu genellikle aynı düzeydeki çalışanlar veya yöneticiler hakkında çıkartılır. Ancak bugünkü yazımıza konu olayda, ast-üst hakkında değil, üst-ast hakkında dedikodu çıkarttığı için işinden olmuş.

HUZURSUZLUK YARATMIŞ

Bahse konu olayda bölge müdürü olarak çalışan kişi, işyerindeki olayları çalışanların eşlerine aksettirmiş ve bu nedenle hem dedikodu ortamı oluşturmuş, hem de huzursuzluk yaratmış. Yönetici konumundaki diğer çalışanlara küfürlü sözler sarf ettiği ve dedikodu ortamı oluşturduğu için işten çıkarılmış. İşe iade davasında işveren çalışanı bu nedenlerle işten çıkarttığını savunmuş ancak yerel mahkeme bu iddiaların ispatlanmaması nedeniyle işvereni haksız buldu.

YARGITAY’DA BOZULDU

Yargıtay ise olayların yöneticinin davranışları nedeniyle yaşandığının açık olması bu davranışların da işyerinde huzursuzluğa neden olması sebebiyle yerel mahkemenin kararını bozmuştur. Yani çalışanın işveren tarafından geçerli nedenle işten atıldığına karar verilmiştir.

Uzak durmak gerekiyor

Yargıtay kararında çalışanlar için çok önemli işaretler var. İşyerinde dedikodu çıkartmak ve çıkartılan dedikoduların tahmin edilemeyen sonuçlara neden olması çalışanları işinden edebilir. İspatlanması güç olmakla birlikte, Yargıtay olayın tanıklarını dinleyerek, olayı ortaya koyan belgeleri inceleyerek ve savunmalar üzerinden karar verebilir.

İşler çığırından çıktı

İşyerinde yönetici konumundaki çalışan, aynı işyerinde çalışan bir erkekle kadını çok samimi gördüğünü başka bir çalışanın eşine aktarmış ve bu çalışanın eşi de bunu erkek çalışanın eşine aktarmıştır. Bunu öğrenen erkek çalışanın eşinin, sonuçta hem eşinin, hem de dedikodusu çıkan kadın çalışanın işten çıkartılmasını istediği tespit edilmiştir. Çıkartılan bir dedikodu ailelere de yansıyınca süreç çığırından çıkmış ve tahmin edilemez noktalara ulaşmıştır.

Mahkeme sicile de bakıyor

Yargıtaya taşınan olayda çalışanın daha önce de aynı konularda çalışanları ile güven sorunu yaşaması ve kendi ekibini motive etmekte zorlanması söz konusudur. Böyle olunca Yargıtay aynı olayların tekrar gündeme gelmesi ve çalışanın geçmişte de aynı olayları yaşamış olması nedeniyle çalışan aleyhine karar vermiştir. Yerel mahkemenin yönetici konumundaki çalışanın şirket telefonu ile bahse konu mesajları attığının ispatlanamaması nedeniyle çalışanı haklı bulmasına rağmen Yargıtay, olayın yönetici konumundaki çalışanın davranışlarından kaynaklandığı, yaşanan olayların işyerinde huzursuzluğa yol açtığını ve bu durumun işyerindeki işleyişi bozduğuna karar vererek işvereni haklı bulmuştur. İş ilişkisinin daha fazla sürdürülemeyeceğine karar vererek işçinin işe iade edilmemesine karar vermiştir. Ancak işçinin geçerli nedenle işten çıkartıldığına karar verdiği için işçiye kıdem ve ihbar tazminatı ödenmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Okan Güray Bülbül

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/okan-guray-bulbul/dedikoduyu-yapan-c2yonetici-de-olsa-atilir/haber-674407

Kaynak, Ersin Umdu

Pazartesi, 30 Ekim 2017 15:50

Özdoğrular 30.10.17 E-Bülten

özdoğrular 30.10.17 e-Bülten için tıklayınız

Bilindiği gibi, pişmanlık müessesesi; ceza, faiz gibi feri alacakları asgari seviyeye indirmesi nedeniyle mükelleflerin en sık kullandığı yöntemlerin başında gelmekte.

Vergi Usul Kanununun 371’inci maddesinde yer alan bu düzenlemeden yararlanılması durumunda vergi ziyaı cezası kesilmiyor, gecikme faizi yerine de pişmanlık zammı uygulanıyor.

Sıkça kullanılan bir yöntem olmakla birlikte, -belki de isminden dolayı- mükelleflerde oluşan “acaba uygulamadan yararlanırsam incelemeye sevk edilir miyim?” gibi tereddütler yaratması dolayısıyla GİB tarafından geçtiğimiz Eylül ayında 95 Seri No.lu VUK Sirküleri yayımlandı.

Anılan Sirkülerde, “Pişmanlık müessesesi; mükelleflerin vergiye gönüllü uyumunda önemli bir işleve sahip olduğu gibi idare ile mükellefler arasındaki uyuşmazlıkları azaltmakta, idarenin kaynaklarını ve zamanını daha etkin olarak kullanmasına katkı sağlamaktadır.

Bu itibarla, başkaca bir sebep bulunmadığı müddetçe, sırf pişmanlıkla beyanname verdikleri gerekçesiyle mükellefler uygulamada vergi incelemesine ve takdire sevk edilmemekte, pişmanlıkla beyanname verilmesinin sevk nedeni olarak değerlendirilmesi ve mükelleflerin bu nedenle incelemeye ve takdire sevk edilmesi de mümkün bulunmamaktadır.”

Açıklamaları yapılarak idare tarafından bu tereddütlerin ortadan kaldırılması amaçlandı.

Pişmanlık zammı konusuna değinmeden önce düzenlemeden yararlanmak için gereken şartları hatırlamakta fayda var:

  1. Uygulamadan yararlanılmak istenen verginin beyana dayanması gerekir. Yani uygulama, ikmalen ya da resen tarhiyatlar için geçerli değil.
  1. Pişmanlıktan yararlanılan konuyla ilgili bir muhbir tarafından ihbarda bulunulmamış olması gerekli.
  1. Haber verme dilekçesinin vergi incelemesine başlanmasından ya da takdir komisyonuna intikal ettirilmesinden önce verilmiş olması şart. Yani vergi incelemesine başlandıktan sonra pişmanlık uygulamasından yararlanmak mümkün değil.
  1. Süresinde hiç verilmemiş beyannameler ile düzeltme beyannameleri haber verme tarihinden itibaren 15 gün içinde verilmeli.
  1. Makalenin konusunu da oluşturan diğer şart ise “ödeme süresi geçmiş olan vergilerin ödemenin geciktiği her ay ve kesri için 6183 Sayılı Kanunda yer alan gecikme zammı oranında (şu an bu oran %1,40) bir zamla ödenmesi”.

Yukarıdaki şartların bazılarında haber verme dilekçesinden bahsedilse de e-beyanname kapsamında olan mükellefler için bu dilekçe şart değil. Çünkü verilen pişmanlık beyannamesinde ilgili bölümün işaretlenmesi dilekçe yerine geçmekte.

5’inci şarttan anlaşılacağı üzere, pişmanlık zammının hesaplanacağı dönem, verginin son ödeme tarihinde başlıyor.

“Ödemenin geciktiği” hükmünden hareketle, zammın hesaplanacağı dönemin sonu da pişmanlık beyannamesinde tahakkuk eden verginin ödenme tarihi oluyor.

Bu noktada özellikle her ay ve kesri hükmüne dikkat edilmesi gerekli. Başlangıçta ay kelimesi, 63 No.lu VUK Genel Tebliği ile takvim ayı olarak belirlenmişti. Ancak daha sonra konuyla ilgili sıkça ihtilaf yaşanması nedeniyle, Maliye Bakanlığı 169 Seri No.lu Tebliğ ile “ay” kelimesinden 30 günlük dönemin anlaşılması gerektiğini duyurdu.

Maddede yer alan “ve kesri” ifadesine göre, pişmanlık zammı, vade 1 gün de 29 gün de aşılırsa bir aylık, 31 gün de 59 gün de aşılırsa iki aylık olarak uygulanmakta.

Örneğin vadesi 26 Eylül 2017 olan Ağustos/2017 dönemi KDV beyannamesinin hatalı şekilde 22 Eylül 2017 tarihinde verilip eksik tahakkuk eden verginin 26 Eylül 2017 tarihinde ödendiğini varsayalım.

Mükellefin, 24 Ekim 2017 tarihinde tahakkuk eden KDV’nin sehven 10.000 TL eksik beyan edildiğini fark etmesi ve aynı tarihte pişmanlık yolu ile beyanını düzeltmesi durumunda;

Pişmanlık beyanından doğan bu fark KDV,

  1. 25 Ekim 2017 tarihinde ödenirse, 26 Eylülden itibaren 30 günlük süre aşılmadığı için bir aylık pişmanlık zammı,
  1. 15 günlük sürenin sonu olan 8 Ekim 2017 tarihinde ödenirse 30 günlük süre ve ilaveten ay kesri dikkate alınması gerektiği için iki aylık pişmanlık zammı,

Ödenmesi gerekmekte.

Peki, pişmanlık beyannamesinin verilmesi esnasında tahakkuk eden verginin ne zaman ödeneceği belli değilken sistem pişmanlık zammını nasıl hesaplıyor?

Makale başlığında belirtilen konu da tam olarak buna ilişkin. Ödeme tarihi belli olmadığından e-beyanname sistemi, vade 15 gün sonrası olduğu için dönem aralığının sonunu da bu 15 günün sonrası olarak dikkate alıyor.

Yukarıda yer alan örnekteki gibi bir durumun yaşanması da, (30 gün geçmeden beyannamenin pişmanlıkla 24 Ekimde düzeltilip aynı tarihte ödenmesi) bir aylık pişmanlık zammı ödemesi gereken mükellef için gereksiz yere fazladan bir aylık daha zam ödenmesi anlamına geliyor.

Bu işlemi düzeltmenin yolu ise dilekçe ile vergi dairesine başvurarak fazla ödenen pişmanlık zammının iadesini talep etmekten geçiyor. Yani eğer bu durum mükellef tarafından fark edilmeyerek vergi dairesine bildirilmediği takdirde, idare kendiliğinden düzeltme işlemi yapmıyor.

Dolayısıyla, mükelleflerin pişmanlık beyannamesi verirken böyle bir durumun varlığı halinde kendilerinin de zam tutarını yaklaşık olarak hesaplamasını, sistemdeki tutarla kıyaslama yapmasını ve bir fark bulunması durumunda vergi daireleriyle irtibata geçmesini öneririz.  Aytaç AYGÜN 

http://www.yontemymm.com.tr/document?id=1132

Geçmişten günümüze vergi uygulamasında tereddüt yaratarak yargıya intikal ettirilen ve genellikle vergi idaresinin yaptığı amaçsal yorumdan kaynaklanan çok sayıda ihtilaflı konu ve olay bulunmaktadır. Son yıllarda Siyasal İktidar ve Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı’nın yeni çağdaş yaklaşımı ile bu tür konuların sayısı azalsa da, bir kısmında halen aynı sorun devam etmektedir.

Bu konulardan birisi de, kurumlar vergisi muafiyetinden yararlanan kooperatiflerin ortak dışı işlemleri nedeniyle muafiyetlerini kaybedip kaybetmeyecekleri ve ne şekilde vergilendirilecekleridir.

Bilindiği üzere, kooperatiflerin kurumlar vergisi muafiyetleri Kurumlar Vergisi Kanununun 4. Maddesinin 1. Fıkrasının (k) bendinde aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:

“k) Tüketim ve taşımacılık kooperatifleri hariç olmak üzere, ana sözleşmelerinde sermaye üzerinden kazanç dağıtılmaması, yönetim kurulu başkan ve üyelerine kazanç üzerinden pay verilmemesi, yedek akçelerin ortaklara dağıtılmaması ve sadece ortaklarla iş görülmesine (Yapı kooperatiflerinin kendilerine ait arsalarını kat karşılığı vererek her bir hisse için bir iş yeri veya konut elde etmeleri ortak dışı işlem sayılmaz.) ilişkin hükümler bulunup, bu hükümlere fiilen uyan kooperatifler ile bu kayıt ve şartlara ek olarak kuruluşundan inşaatın bitim tarihine kadar yönetim ve denetim kurullarında, söz konusu inşaat işlerini kısmen veya tamamen üstlenen gerçek kişilerle tüzel kişi temsilcilerine veya Kanunun 13 üncü maddesine göre bunlarla ilişkili olduğu kabul edilen kişilere veya yukarıda sayılanlarla işçi ve işveren ilişkisi içinde bulunanlara yer vermeyen ve yapı ruhsatı ile arsa tapusu kooperatif tüzel kişiliği adına tescil edilmiş olan yapı kooperatifleri”

Mevcut düzenlemede, kooperatiflerin ortak dışı işlemleri nedeniyle muafiyetlerini tamamen mi yoksa kısmen mi yani yaptıkları ortak dışı işlemle sınırlı olarak mı kaybedecekleri konusunda bir düzenleme yer almadığından, bu konuda vergi idaresi ile kooperatifler arasında ciddi ihtilaflar yaşanıyordu. Bu ihtilaflar özellikle arsalarını kat karşılığı veren ve her bir hisse için birden fazla konut yada iş yeri alan kooperatiflerde yoğunlaşıyordu. Burada, vergi idaresi kooperatiflerin kurumlar vergisi muafiyetlerinin tümden ortadan kalktığını ve üyelerine teslim etikleri dahil olmak üzere tüm satışlarından elde ettikleri kazançlarının vergilendirilmesini isterken, kooperatifler buna itiraz etmekteydiler.

Şu an TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilen ve Genel Kurul’da görüşülmeyi bekleyen Torba Yasa Tasarısı ile, bu konuya kesin çözüm getirilmekte, kooperatiflerin vergilendirme rejiminde değişiklik yapılarak ortak dışı işlemlerin kooperatiflerin kurumlar vergisi muafiyetine etkisi, sadece ortak dışı işlemlerden vergi alınması suretiyle azaltılmaktadır. Ayrıca, söz konusu düzenleme ile, uygulamada büyük sıkıntılara neden olan “kooperatiflerin faaliyetin icrasına tahsis ettikleri ve ekonomik ömrünü tamamlamış olan demirbaş, makine, teçhizat, taşıt ve benzeri amortismana tabi iktisadi kıymetleri elden çıkarmaları” işleminin ortak dışı işlem sayılıp sayılmayacağı konusuna açıklık getirilerek, “kooperatiflerin faaliyetin icrasına tahsis ettikleri ve ekonomik ömrünü tamamlamış olan demirbaş, makine, teçhizat, taşıt ve benzeri amortismana tabi iktisadi kıymetleri elden çıkarmaları işleminin ortak dışı işlem sayılmayacağı” özellikle belirtilmektedir.

Söz konusu Torba Yasa Tasarısı’nın 90. Maddesi ile 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (k) bendinde yer alan parantez içi hüküm yürürlükten kaldırılarak, aynı bendin sonuna aşağıdaki parantez içi hükmün eklenmesi öngörülmektedir:

“(Kooperatiflerin ortakları dışındaki kişilerle yaptıkları işlemler ile kooperatif ana sözleşmesinde yer almayan konularda ortakları ile yaptıkları işlemler “ortak dışı” işlemlerdir. Kooperatiflerin faaliyetin icrasına tahsis ettikleri ve ekonomik ömrünü tamamlamış olan demirbaş, makine, teçhizat, taşıt ve benzeri amortismana tabi iktisadi kıymetleri elden çıkarmaları ile yapı kooperatiflerinin kendilerine ait arsalarını kat karşılığı vererek her bir hisse için bir işyeri veya konut elde etmeleri ortak dışı işlem sayılmaz. Kooperatiflerin ortak dışı işlemleri nedeniyle kooperatif tüzel kişiliğine bağlı ayrı bir iktisadi işletme oluşmuş kabul edilir. Kooperatiflerin, iktisadi işletmelerinden ve tam mükellefiyete tabi başka bir kurumun sermayesine katılımlarından kazanç elde etmelerinin ve bu kazançların daha sonra ortaklara dağıtılmasının muafiyete etkisi yoktur. Ortak dışı işlemlerden elde edilen kazançların vergilendirilmesine ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığınca belirlenir.)”

Yapılacak bu düzenleme ile, kooperatiflerin büyük bir sorunu daha çözümlenmiş olmaktadır.

Bize göre, burada eksik olan tek bir şey kalmaktadır ki, o da yeni düzenlemenin yürürlük tarihi ve geçmişe dönük uygulanıp uygulanmayacağıdır. Kişisel görüşümüze göre, şu an bu düzenlemeye aykırı olarak yapılan ve gerek idari gerekse yargı aşamasında bulunan tüm ihtilaflar, yeni düzenleme çerçevesinde değerlendirilmeli ve çözümlenmeli, bu amaçla yasa tasarısına bu yönde bir hüküm eklenmelidir. Abdullah Tolu

https://www.toluenymm.com/sirkuler/detay/kurumlar-vergisi-muafiyetini-kaybeden-kooperatiflere-torba-yasa-mujdesi-artik-tum-islemlerinden-degil-sadece-ortak-disi-islemlerinden-vergi-alinacak

Son yıllarda vergi ve cezalı tarhiyatlara ilişkin ihbarnamelerde veya inceleme raporu ekinde yer almayan alt firmaların inceleme raporlarının, cezalı tarhiyata muhatap olan mükelleflerin   ısrarlı taleplerine karşın kendilerin tebliğ edilmediği görülmektedir. Buna göre, pek çok vergi incelemelerinde alt firma raporları vergi idaresi tarafından mükelleflere tebliğ edilmediği gibi, çoğu olayda dava dosyalarında dahi inceleme imkanı da tanınmamaktadır. Mükelleflerin bu raporları doğrudan idareden talep etmeleri ya da vergi mahkemesinden bu yönde ara karar talep etmeleri durumunda dahi bir çok kez “inceleme raporunda tarhiyatın nasıl yapılmadığının belirtildiği, alt firma raporunun mükellefe tebliğ edilmemesinin mükellefin davası konusunda herhangi bir hak kaybına neden olmadığı, vergi mahremiyeti nedeniyle alt firma raporunun tebliğ edilemeyeceği” gerekçesiyle bu talep yerine getirilmelidir(1).

Oysaki vergi bir kamu alacağı olup, devletin hükümranlık gücüne dayalı olarak cebren alınmaktadır. Egemenlik gücünün ise keyfi olarak kullanılmasına imkan verilmemelidir. Verginin de kanuni olması, vergilendirme ile ilgili bütün işlemleri kanuna uygun olması gerekmektedir. Vergi ile “salma” arasında ciddi farklılıklar vardır. Hukuk devletinde idareler fertleri yargılamaları sırasında “seni şu suçla suçluyorum. Ancak suçladığım bu belgeleri sana veremiyorum” mantığı ile hareket etmeleri görülmüş bir uygulama değildir. Böyle bir uygulama her işlemini hukuka uyarlı yapma zorunluluğu olan idarenin bunu ispatlama zorunluluğu ile de çelişik bir durum arz etmektedir.

İncelenen dönemde 2003, 2004 ve 2005 yılları sınırlı olarak sahte fatura kullanımı iddiası ile incelenen bir mükellef hakkında cezalı tarhiyatlar yapılmış ve mükellefe kullandığı 4 ayrı firmadan alışları eleştirilmiştir. Sonuçta mükellefin kullandığı bu faturalarla ilgili olarak tarhiyat yapılmış, yapılan tarhiyatın dayanağı olarak ise fatura düzenleyicisi olan firmalar hakkında tanzim edilmiş bulunan “vergi tekniği raporları nedeniyle” sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge olduğu kabul edilen faturalar içeriği emtiaların gerçekte kimden, ne zaman ve hangi tutarlarda alındığı hususunda geçerli somut hukuki tespit mevcut olmadan tarhiyatlar önerilmektedir.

Oysaki, son yıllarda yapılan birçok tarhiyatlarda, özellikle sahte fatura kullanımı ile ilgili tarhiyatlarda atıf raporlarına dayalı vergi ve cezalar salınmaktadır. Bu hatalı uygulama mükellefleri sıkıntıya soktuğu gibi yapılan tarhiyatların hukuksal dayanaklarının sağlıklı bir zemine oturmadığı gerçeğini de tartışmaya açmıştır. Özellikle atıf yoluyla veya yollama yapılması suretiyle yapılan pek çok tarhiyatlarda dayanak olarak vergi hukukumuzda yer almayan “vergi tekniği raporları” mesnet olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Oysaki vergi tekniği raporları bilindiği gibi vergi usul hukuku uygulamasında, yatırım indirimi istisnalarında, yeniden değerleme uygulamalarında, maliyet artış fonu hesaplamalarında, amortisman hukuku uygulamalarında karşımıza çıkan bir tür açıklama belgeleridir. Vergi tekniği raporları hiçbir şekilde cezalı tarhiyatlarda vergi inceleme raporları yerine dayanak olarak baz alınacak bir mesnet olamaz. Kaldı ki, vergi tekniği raporları tarhiyatlarda dayanak olarak sunulacak bir belge niteliğinde de değildir.

Son yıllarda vergi incelemelerinde teknik raporlar, dolaylı olarak atıf raporları ile birden çok mükellefe ve hatta incelenmeyen bir mükellefe bile bir başka yollama raporuna göre tarhiyat önerilmektedir. Ceza kesilmektedir. Hakkında suç duyurusunda bulunularak kamu davası açılmaktadır. Bu uygulama hukuka aykırı olup, yollama raporlarına göre dolaylı ilişki kurulması hukuki görülmemektedir. Bu gibi durumlarda atıf raporları veya atıf teknik raporlar (esasen böyle bir rapor vergi usul hukukunda bulunmamaktadır.) vergicilik son yıllarda giderek tamamıyla erozyona uğramakta, adeta kendi kendimize kurallar ihdas ederek daha sonra bu kuralları tabulaştırmaktayız. Oysaki vergi tekniği raporları adı altında bir rapor yoktur. Bu raporlara göre de kamu davası açılamaz. Savcılıklara suç duyurusunda bulunulamaz. (Konuyla ilgili açılan emsal davalarda verilen emsal kararlar mükellefler lehine sonuçlanmış ve tarhiyatlar terkin olunmuştur. Örneğin, İzmir 4. vergi mahkemesinin vermiş olduğu 13.2.2008 gün ve E:2007/212-K:2008/186 sayılı kararları ve yine aynı mahkeme tarafından verilen E:2007/211-K:2008/185 sayılı kararlar bu tür davalara örnek kararlardır.)

Vergi tekniği raporları sadece hesap uzmanları tarafından belli lokal konularda (örneğin; yatırım indirimi istisnası, yeniden değerleme uygulaması, amortisman hukuku vb.) düzenlenen verginin tekniği ile ilgili raporlardır.

Vergi hukuku uygulamasında “delil vasfı bulunmayan” vergi tekniği raporları uyarınca önerilen tarhiyatlar vergi mahkemelerinde delil olarak hukuken dikkate alınamaz. 213 sayılı VUK’nun 3. maddesinin (B) bendi hükmüne göre vergi tekniği raporları denetim elemanı tarafından öne sürülen kişisel görüşler niteliğindedir. Gerek vergi mahkemelerinde ve gerekse   ceza mahkemelerinde vergi tekniği raporları fiil işlenmesi ile ilgili hukuki delil özelliği taşıyamaz. Vergi ceza davalarında hakimlerin vergi konusunda uzman bilirkişilere gitmesi dolayısıyla mükellefin dosyasında yer alan vergi tekniği raporları esas alınarak mükelleflerin yargılanması adil bir yargılama özelliği taşımamaktadır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi tarafından verilen bir çok kararlarda vergi yükümlüsü ile idarenin “eşit silah ilkesine” uygun olarak yargılanmalarının gerekli olduğu prensibini kabul etmiştir. Vergi yükümlüsünün korunması kavramı, idare hukukundaki bireyin korunması kavramını içermekle birlikte kapsam itibariyle daha geniş bir kavramdır(2). Bu açıdan, vergi yükümlüsünün korunması, yasama, yürütme ve yargı süreçlerinde yükümlünün hukuki güvenlerle donatılması anlamını taşır(3). Ama koruma kavramı devlet içeriklidir, yükümlü hakkı ise birey içerikli bir kavramdır(4). Çünkü hak kavramının özündeki yetki unsuru vardır ve bir şeyi yapmak veya başkalarından belirli bir şekilde davranmayı veya bir şeyi yapmayı isteme yetkisini ifade eder(5). Bu yetki objektif veya pozitif hukukça kişilere tanınır(6).

Sonuç olarak, gerek vergi yargılamasında ve gerekse vergi ceza yargılamasında idare ile mükellef hakları dengelenerek eşit silahlar prensibine uygun olarak tarafların yargılanmasına devam edilmelidir.

Vergi mahkemesi tarafından verilen bir kararda; “cezai yaptırıma bağlanmış olan bir fiilin tüm unsurları ile oluşmuş bulunduğu saptanmadıkça, faile ceza uygulanmayacağı yolundaki genel ceza hukuku ilkesi idari cezalar için de geçerli olduğundan, olayımızda da sahte faturayla belgelendirildiği öne sürülen bir kısım emtianın kimden ve ne zaman alındığı hususunda somut ve yükümlüyü bağlayıcı nitelikte bir tespit olmadığı sürece cezai yaptırıma bağlanmış olan fiilin tüm unsurları ile oluşmuş bulunduğu söylenemeyeceğinden kesilen özel usulsüzlük cezasında yasal isabet görülmemiştir.” Şeklinde karar verilmiştir(7). Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Alt_firma_inceleme_raporlarinin_mukelleflere_teblig_edilmeyisi_ve_adil_yargilama_hakki-14903.htm


(1) Danıştay 12. Daire, 13.01.2005 tarih ve E:2002/1760-K:2005/20 sayılı karar. Bu karar için bkz. ŞENTÜRK A. Gencer, Hukukçu Gözüyle Vergi Uygulamaları, Etki Yayınları, İzmir, Şubat 2009, s. 45

(2) “Bireyin korunması” özellikle “yönetsel yöntem”de (idari usul/procedure administrative) kullanılan bir kavramdır. Yönetsel işlemler yapılırken ilgililerin haklarının korunmasını ifade etmektedir, Akıllıoğlu, Tekin, “İnsan Hakları ve Yönetsel Yargı”, II. Ulusal İdare Hukuku Kongresi, İdari Yargının Dünyada Bugünkü Yeri, Ankara, 1993, s.223 (Bkz. Yaltı Billur, “Vergi Yükümlüsünün Hakları” Beta Yayınları, yıl:2006, Eylül, s.2-3)

(3) Yaltı Soydan, Billur, “Mükellefiyet Hakkı Versus Vergilendirme Yetkisi:İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine Göre Mülkiyet Hakkına Müdahalenin Sınırı”, Vergi Dünyası, Sayı:227, Temmuz 2000, S.114

(4) Koruma teriminin bir anlamı da güçlü bir kimse ya da kuruluş, güçsüz birini ya da bir şeyi her türlü tehlikeden esirgemek, onu desteklemek, himaye etmektir, Türkçe Sözlük, Dil Derneği, C.2, Ankara, 1999.

(5) Güriz, Adnan, Hukuk Başlangıcı, 4. Baskı, Ankara, 1994, s.40

(6) Güriz, s.40

(7) İzmir 3. Vergi Mahkemesi, 14/2/2008 gün ve E:2007/1291-K:2008/155 ve yine E:2007/1293-K:2008/156 sayılı kararları.

2000 öncesi emekliler için intibak uygulaması hayata geçirilmişti. Şimdi gözler 2000 sonrasında. Emekliler dört gözle bu müjdeyi beklerken, Anayasa Mahkemesi’nden olumlu karar çıkmasıdurumunda 50 ila 355 TL arasında zam alınabilecek. Ardından maaşlar yeniden hesaplanacak.

Emeklilerin maaşını yükseltebilecek ve onların yüzünü bir nebze güldürebilecek bir düzenleme 2000 sonrası emekli olmuş kişiler için de intibak hakkının tanınması olacak. Emekli maaşlarında adaleti sağlayacak intibak düzenlemesi çok önemli. İntibak emekli maaşlarına zam veya bir lütuf gibi görülmemeli. İntibak geçmiş yıllarda ülkenin refah payı artışı maaşlarına yansıtılmamış emeklilere bu artışın zam olarak yansımasıdır.

MAĞDURİYET BİTECEK

İntibak sayesinde emekli oldukları tarihteki emekli aylığı hesaplama yöntemlerinin farklı olması nedeniyle emeklilere farklı emekli maaşı bağlanmasına son verilmiş oluyor. Yalnızca emekli oldukları tarihteki hesaplamanın farklı olması nedeniyle daha düşük emekli aylığı alan kişilerin mağduriyeti de bu sayede giderilmiş oluyor. Geçtiğimiz yıllarda 2000 öncesi emekliler için intibak uygulaması hayata geçirildi.

2000 ÖNCESİNE YAPILDI

Yapılan çalışmalar neticesinde, yaklaşık 438 bin emeklinin maaşında 50 TL, 324 bin emeklinin maaşında 50-100 TL, 715 bin emeklinin maaşında 100-200 TL, 284 bin emeklinin maaşında da 200-350 TL iyileştirme yapıldı. Yalnız intibak uygulamasından yalnızca SSK emeklileri yararlandı. Diğer yandan 1 Ocak 2000 tarihi ve sonrasında emekli olanlar için de intibak gerçekleştirilmedi. İşte sorun da tam bu noktada başladı. 2000 sonrası emeklilerin intibaka çok daha fazla ihtiyacı var. 2008 sonrası emekli olanlar için ise emekli aylıklarının hesaplanma yöntemi tamamen değiştiği için intibak hayati önemde.

50 İLA 355 LİRA ZAM

2000 sonrası emekli olan kişilerin intibak uygulamasına tabi tutulması benzer şekilde emekli aylıklarında iyileştirmeler doğuracaktır. Emekli aylıklarına 50 TL ila 355 TL arasında iyileştirmenin gelmesi söz konusu olacaktır. 2000 sonrası emekli olan kişilere yönelik intibak yasası çıkartılması konusunda açılan pek çok dava var. Davalarda 2000 sonrası emeklilere yönelik intibak uygulamasının hayata geçmesi gerektiği iddiaları var. Bu konuda açılan davalar olumsuz neticelendi. Davalardan sonuç alınamayınca konu Anayasa Mahkemesi’ne taşındı.

Ayrı ayrı davaya gerek yok

Anayasa Mahkemesi intibak konusunda düzenleme yapılması gerekliliği konusunda karar verirse emeklilerin tek tek dava açmasına gerek kalmayacak. Hükümet bu konuyla ilgili bir düzenleme yapacak. İntibak sayesinde emekli oldukları tarihteki emekli aylığı hesaplama yöntemlerinin farklı olması nedeniyle emeklilere farklı emekli maaşı bağlanmasına son verilmiş oluyor.

Anayasa Mahkemesi devrede

İNTİBAK konusunda Kamu Denetçiliği Kurumu’nun olumlu görüşü var. Ancak İdare Mahkemelerinde davalar reddedildi. Kararların olumsuz olması sonrası konu Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Sosyal güvenlik hakkının ihlal edilmesi kapsamında bireysel başvuruya konu olan bu davanın Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendiriliyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararının olumlu olması halinde hükümetin konuyla ilgili düzenleme yapması gerekliliği ortaya çıkacak. Mahkeme hükümete süre tanıyacak ve emekli aylıklarına intibak uygulanması için süreç başlatabilecek.

Maaşlar yeniden hesaplanacak

DAVANIN sonuçlanmasının ardından hükümetin intibak konusunda yeni bir yasa çıkarması ve intibaka konu olacak kişilerin dosyalarının incelenerek bu kişilerin emekli maaşlarının yeniden hesaplanması gerekecek. Dolayısıyla intibak sonrası zamlı emekli aylıklarının ele geçmesi uzunca bir süre alacaktır. 2000 öncesinde emekli aylıklarının yeniden hesaplanması için SGK harıl harıl çalışmıştı. Bu çalışmalarda ne yazık ki bazı emeklilerin emekli aylıklarının da düşmüştü. İntibak kapsamında aylıklar artarken bazı kişilerin emekli aylıklarının düşmesi de gerçekleşebilir. Okan Güray Bülbül

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/okan-guray-bulbul/2000-sonrasi-emekliler-intibak-mujdesi-bekliyor/haber-674043

Pazartesi, 30 Ekim 2017 09:43

İhbar Tazminatının Ödenme Durumları

Özel bir işyerinde çalışırken işveren tarafından iş sözleşmem bildirimsiz olarak fesh edildi. İşveren kıdem tazminatımı ödedi. Ancak ihbar tazminatımı ödemedi. İhbar tazminatı alma hakkım var mı? 5...010249 Nolu SMS
İhbar tazminatının, İş Kanunu'nun 17'nci maddesine uyarak yapılan geçerli nedenle fesihlerde fesih ihbar süresi tanımaksızın sözleşmenin işverence feshedilmesi durumunda ödenmesi gerekir. İş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın işçi tarafından işverene ihbar süresi tanımaksızın derhal feshedilmesi durumunda da bu defa işçi tarafından işverene ödenmesi gerekir. Bu nedenle eski işvereneniz size önceden bildirim yapmadan çıkış verdiyse ihbar tazminatını ödemesi gerekir.

İşe giriş tarihim 15.09.2002, tam zamanlı olarak haftada beş iş günü çalışıyorum. Emeklilik tarihim nedir? 3600 günü tamamlasam bile başlangıçtan dolayı 15 yılda emekli olmam mümkün mü? 5...877309 Nolu SMS
15 yıl, 3600 prim günden emekli olabilmek için işe giriş tarihinizin 08.09.1999 tarihinden önce olması gerekmektedir. Çünkü bu tarihten sonra işe başlayanlar yaştan emekli olabilmeleri için 25 yıl sigortalılık süresi, kadın ise 58, erkek ise 60 yaş ve en az 4500 prim gün sigorta ödemiş olmaları şartıyla emekli olabilmektedirler. Yine 08.09.1999 tarihinden sonra işe başlayıp tam emekli olabilmek için kadın ise 58, erkek ise 60 yaş ve 7000 prim günü ödemiş olmak gerekmektedir.
Dolayısı ile sizin de girişiniz 2002 yılı olduğundan yukarıda saydığım şartlara tabisiniz.

​NE ZAMAN EMEKLİ OLURUM?
04.03.1959 doğumluyum. 20 ay askerlik yaptım. Gelince bir sene sonra 1981 yılının 10'uncu ayında sigortalı işe girdim. Askerlik borcunu henüz ödemedim. Ne zaman emekli olurum? 5...195140 Nolu SMS
İşe girişinize göre 25 yıl, 46 yaş ve 5075 prim günle tam emeklilik şartlarına tabisiniz. Prim gün sayınız tamamsa hemen emekli olursunuz. Ayrıca 23 Mayıs 2014 tarihi itibariyle 3600 günü tamamlamışsanız, 59 yaşınızın dolacağı 04.03.2018 tarihinde yaştan emekli olabilirsiniz. 3600 günü 23 Mayıs'tan sonra tamamlarsanız 60 yaşa tabi olursunuz. Ali Şerbetçi

Askerlik hizmetlerini er ve erbaş olarak yapmakta olanlar askere sevk tarihi ile terhis tarihi arasında, yedek subay öğrencileri ve adayları askere sevk tarihi ile yedek subay nasıp tarihi arasında, askeri öğrenci adayları ile Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi öğrenci adayları ise intibak eğitimine başladıkları tarih ile yemin ettikleri tarih arasında primleri ilgili kamu idaresi tarafından karşılanmak suretiyle genel sağlık sigortalısı sayılıyor.

Hatta, askerlik hizmetlerini er ve erbaş olarak yapmakta olanlar terhis tarihinden itibaren 30 gün süreyle de genel sağlık sigortasından faydalanma hakkına sahip bulunuyorlar.

Askere alınanların genel sağlık sigortası hizmette bulundukları kamu idaresi tarafından karşılanmak kaydıyla GSS’li yapılıyor. Başka kapsamda genel sağlık sigortalısı iken askerliğini er ve erbaş olarak yapmaya başlayanların bu kapsamdaki genel sağlık sigortalılıklarının, askerliklerinin başladığı tarihten itibaren sona ermiş sayılıyor.

Başka Kapsamda GSS’si Olan Askerler

Bununla beraber askerliğini er veya erbaş olarak yapanlardan,

  • 4/b sigortalılıkları devam edenlerin,
  • 4/c sigortalılığı kapsamında ücretsiz izinli olanların,
  • İsteğe bağlı sigorta kapsamında sigortalılığı devam edenlerin,
  • Gelir/aylık almaya devam edenlerin,

bakmakla yükümlü olduğu kişileri sağlık hizmetlerinden yararlanmaya devam edebiliyor.

Diğer genel sağlık sigortalılarının askerlik nedeniyle genel sağlık sigortalılığının sona ermesi halinde bakmakla yükümlü olduğu kişiler için sigortalılığın sona ermesine ilişkin hükümlerin uygulanması gerekiyor.

Askerlik Görevi Nedeniyle Memurun Aylıksız İzninde GSS Hakkı

Memur yahut 399 sayılı KHK’ye tabi sözleşmeli personel olduğu için 4/c sigortalılığı kapsamındaki sigortalı olanlardan (15.10.2008 öncesi Emekli Sandığı iştirakçiliği zamanında başlayanlar dahil) muvazzaf askerlik süresince ilgili kanunları gereği aylıksız izinli sayılanların bu sürede kendileri er/erbaş kapsamında, bakmakla yükümlü olduğu kişilerin ise anılan kapsamda sigortalı üzerinden sağlık hizmetlerinden faydalandırılması gerekiyor.

Sendika Görevi Nedeniyle Ücretsiz İzin ve GSS

4/a veya 4/c sigortalılığı kapsamında sigortalı olanlardan sendikalardaki görevi nedeniyle aylıksız/ücretsiz izinli sayılanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu kişiler bu süre içerisinde sağlık hizmetlerinden faydalandırılmaları gerekiyor.

Diğer Ücretsiz İzinler ve GSS

Eski Emekli sandığı iştirakçisi olup Ekim 2008’den itibaren 4/c sigortalısı aylıksız izinli olanlar aylıksız izin sürelerinde, 15.10.2008 tarihinden sonra 4/c sigortalılığına ilk defa başlayanlar ise bir yılı geçmemek üzere aylıksız izinli olduğu sürelerde sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkına sahip bulunuyor.

4857 sayılı İş Kanununun 56 ncı maddesinde, yıllık ücretli izinlerini işyerinin kurulu bulunduğu yerden başka bir yerde geçirecek olanlara istemde bulunmaları ve bu hususu belgelemeleri koşulu ile gidiş ve dönüşlerinde yolda geçecek süreleri karşılamak üzere işveren tarafından toplam dört güne kadar ücretsiz izin verileceği, 74 üncü maddesinde ise doğum yapan kadın sigortalıya isteği halinde onaltı veya onsekiz haftalık sürenin tamamlanmasından sonra altı aya kadar ücretsiz izin verileceği öngörülmüş ve bu sürelerin haricinde ücretsiz izin düzenlenmesine yer verilmemiş bulunuyor.

4857 sayılı İş Kanunu gibi iş kanunları kapsamında ücretsiz izinli olan 4/a sigortalılarının da ücretsiz izinli sayıldıkları süreler ile bir takvim yılı içerisinde toplam bir ayı aşmayan ve işverenlerince belgelendirilen ücretsiz izin sürelerinde sağlık hizmetlerinden faydalandırılmaları gerekiyor.

4/a (SSK) sigortalıları için aylık prim ve hizmet belgesi verilmemesi veya tutukluluk ve gözaltı hali, yol izni ve diğer ücretsiz izinler, devamsızlık, puantaj, kısmi istihdam, yarım çalışma, fesih tarihinde çalışmama ve diğer nedenlerle aylık prim ve hizmet belgesinde gün ve kazanç bildiriminde bulunulmaması halinde en son primin ilişkin olduğu tarih itibariyle bu kapsamdaki genel sağlık sigortalılığı sona ermiş sayılıyor.

Bununla birlikte, ilgili kanununda veya toplu iş sözleşmelerinde belirtilen ücretsiz izin halinde ise iznin sona erdiği tarih itibariyle bu kapsamdaki genel sağlık sigortalılığının sona erdiğinin kabul edilmesi ve sigortalılığın sona ermesine ilişkin hükümlerin uygulanması icap ediyor. 

Akdi Askıdaki Sigortalıların Sağlık Yardımları

Kamu idarelerine ait işyerlerinde geçici veya mevsimlik işlerde çalıştırılan işçilerin iş akitleri aktif dönem dışında askıya alınıyor. Şayet bu işçiler bu askı döneminde başka bir işyerinde SSK'lı olarak yahut Bağ-Kurlu olarak çalışmamış veyahut isteğe bağlı sigortalılık kapsamında prim ödememişlerse bunların GSS primlerinin prime esas günlük kazancın alt sınırının 30 günlük tutarı üzerinden ilgili kamu işverenlerince ödenmesi gerekiyor.

İşte bu kapsamda çalıştırılan ve iş sözleşmelerinin askıda kaldığı sürelere ilişkin genel sağlık sigortası primleri ilgili kamu idaresince ödenen sigortalılar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkının devam ettirilmesi gerekiyor.  Şevket Tezel

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8936

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • 2025 HESAP DÖNEMİ ÖDENECEK KURUMLAR VERGİSİ A) Asgari Kurumlar Vergisi Hesabı* Asgari Kurumlar Vergisi Matrahı= Ticari…
  • Elektronik Belge Sistemlerinde Yapılacak Planlı Bakım Çalışması Hakkında GİB Duyurusu ELEKTRONİK BELGE SİSTEMLERİNDE YAPILACAK PLANLI BAKIM ÇALIŞMASI HAKKINDA DUYURU 19.09.2024…
  • GİB, Vergi Cezalarında İndirim Uygulaması Broşürü Yayımlandı Vergi cezalarında indirim; mükellefler veya vergi sorumluları adına kesilen cezalar…
Top