Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Soru: Çalıştığım işyerinde yılda bir aylık ücret tutarında  ikramiye ödenmektedir. Ben 7 ay çalışarak işyerinden ayrıldım. İşveren,  bir yıllık çalışma süresini doldurmadığım için bana ikramiye ödemek istemiyor. Sizce ikramiye alabilir miyim? Hasan Ö.

Cevap: Sayın Özmen, iş/toplu iş sözleşmesinde aksi yönde bir hüküm yok ise, işyerinizdeki hizmetiniz bir yılı doldurmasa bile çalıştığınız süreye orantılı olarak ikramiyenizi alırsınız. Örneğin  ikramiyenizin yıllık  120 TL olduğunu varsayalım. Bu durumda  size 7 ay çalıştığınız için 70 TL ikramiye ödenmesi gerekir. 

Malulen emeklilik 

Soru: İki çocuğum var. Malulen emekli olmak istiyorum. 1000 gün prim ödemem bulunuyor. Ne yapmam gerekiyor ? Gülistan T.

Cevap: Malulen emekli olabilmenin koşullarından biri 1800 gün  malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları priminin adınıza bildirilmiş olması gerekiyor. Sayın Tuna, çocuklarınız doğduktan sonra iki yıllık süre içerisinde çalışmadıysanız bu süreleri borçlanarak 1800 günü tamamlayıp malullük durumunuzun tespiti ve malullük nedeniyle emekli maaşı bağlanabilmesi için ikametinizin bulunduğu  yerin Sosyal Güvenlik Kurumu il müdürlüğüne/merkez müdürlüğüne  başvurmanız gerekiyor. 

İzinden erken dönen 

Soru: 5 gün yıllık izin 2 günde yol izni aldım. Beş günün sonunda işyerine gittim. İnsan kaynakları müdürü yol izni kullanmadığım için git 2 gün sonra gel işbaşı yap dedi. Patronun böyle bir yetkisi var mı? Nuray M.

Cevap: Yıllık izne çıkmadan önce yol izni alan işçiler bu süreyi kullanmadan işe dönerlerse, işveren bunları  sürenin bitiminden önce işe başlatmayabilir. İş mevzuatında bu konuda işverene takdir hakkını istediği şekilde kullanabileceğine dair yetki verilmiştir. Sayın M.,  işveren  yol iznini kullanmadan işbaşı yapmak isteyenleri süreden önce işe başlatmayacağı gibi yol izni kullanmadan yıllık izne ayrılanları da izin süresinden önce işe başlatmayabilir. 

Gurbetçinin tazminatı 

Soru: Kıdem tazminatının hesaplanmasında yurtdışındaki sürelerde dikkate alınır mı? Cemil U.

Cevap: Şirket, Türkiye İş Kurumundan izin alarak yurtdışına sizi çalışmaya götürdüğü için kıdem tazminatının hesaplanmasında yurtdışındaki çalışmanızda dikkate alınır. Arif Temir

http://www.gunes.com/yazarlar/arif--temir/kramiyeye-hakkazanma-suresi-826299

Okurum engelli mi yoksa normal şartlarda emeklilik mi yüksek maaş verir diye sordu.

1999 ÖNCESİ

491

2000-2008/09

2476

2008/10 SONRASI

3235

6202

Normal Şartlarda Emekli olması halinde;

YIL

ABO

1999 ÖNCESİ

70%

2000-2008/09

49%

2008/10 SONRASI

36,21%

YIL

KAZANÇ

1999 ÖNCESİ

9475

2000-2008/09

1010,10 OAK

2008/10 SONRASI

3.261 OAK

Bu durumda 1999 öncesi 9475 göstergenin karşılığında kısmileştirilmiş kazanç karşılığı:53,26 TL.

2000 İla 2008/09 arasında kısmileştirilmiş kazanç ve birleştirilmiş kazanç, alt sınır aylığı kontrol edilmiş karşılığı:553,50 TL.

2008/10 sonrası birleştirilmiş ve 2017 yılı %4,73 ve %5,89 zamları verilmiş emekli aylığı karşılığı..1.296,87 TL.

Oysa Engelli emekli aylığı bağlanırsa;

YIL

ABO

1999 ÖNCESİ

70%

2000-2008/09

60%

2008/10 SONRASI

36,22%

Bu durumda 1.405,42 TL. Emekli aylığı bağlanacaktır.

Bu durumda engelli sigortalı 108,54 TL. daha fazla emekli aylığı alacaktır. Vedat İlki

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8931

Bilindiği gibi, vergi inceleme elemanlarınca, vergi incelemesi sonuçlandırılmadan zamanaşımının bitmesine çok az zaman kala matrah takdiri için takdir komisyonuna dosyaların sevk edildiği sıklıkla yaşanmaktadır. Vergi hukukunda zamanaşımı genelde 5 yıldır.[1] Zamanaşımı tarh zamanaşımı ve tahsilat zamanaşımı olmak üzere 2’ye ayrılmaktadır. Bunlardan ilki tarh zamanaşımıdır. Tarh zamanaşımı ise vergi alacağının miktar olarak hesaplanması ile ilgili olup, bu konuda idare tarafından tarhiyat işlemlerinin mutlak surette 5 yıl içerisinde tamamlanması zorunludur. Vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden takvim yılından başlayarak 5 yıl içerisinde mükellefe veya ceza sorumlusuna tarh ve tebliğ edilmeyen vergi ve cezalar   zamanaşımına uğrar.[2]

Tarh ve tahakkuk etmiş vergilerin tahsil aşamasına geçilmesi ile beraber kesinleşen bir vergi alacağının vadelerinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içerisinde tahsil edilmemesi durumunda zamanaşımına uğrar. İşte biz bu zamanaşımına tahsil zamanaşımı diyoruz.

Daha vadesi gelmemiş vergilerin vade tarihinde, süresi geçmiş olanların tahakkuklarını takip eden bir ay içinde ödenmesi gerekir. İşte, bu süreler içinde ödeme yapılmadığında vadeyi takip eden yılın başından başlamak üzere 5 yıl içinde idarenin vergiyi tahsil etmesi veya tahsil etmek için harekete geçmesi gerekir. Aksi takdirde idarenin vergi alacağı zamanaşımına uğrar.      

Bilindiği üzere, matrah takdir yetkisine sahip inceleme elemanı, takdir yetkisinden imtina ederek, matrah takdiri için takdir komisyonuna başvuruda bulunması hukuki değildir. Zira, vergi uygulamasında bazı hallerde matrah takdiri ve tayini takdir ve tespit komisyonları tarafından yapılmaktadır. Bu komisyonların kuruluşu ve çalışma esaslarına ilişkin düzenlemeler 213 sayılı VUK md. 72-92 maddelerinde yer almaktadır. VUK’nun 73. maddesine göre takdir komisyonlarının seçimle gelen üyeleri, tüccarlar için ticaret odalarınca, diğer sanat ve meslek erbabı için mesleki teşekküllerce kendi üyeleri arasında veya haricen seçilir. Ticaret odası ve mesleki teşekkülü olmayan yerlerde seçim belediyece yapılır. Takdir komisyonları yetkili makamlardan istenen matrah takdirlerini yapmak ve vergi kanunlarında yazılı fiyat , kıymet vb. hususları takdir etmekle görevlidir.   Komisyonlar bu görevini yaparken   ortada takdir nedeni olup olmadığını araştırmak zorundadır. Takdir nedeni yoksa vergi dairesine dosyayı iade etme hakları vardır. Komisyonlar, bu görevlerini yaparken 213 sayılı VUK’nun vergi incelemesi yetkisine sahiptirler. VUK 76. madde hükmüne göre takdir olunan matrah mükellefin beyanından düşük olamaz. Takdir komisyonları matrah takdiri sırasında 213 sayılı VUK md.31,74 hükümlerine göre mükellefin defter, kayıt ve belgelerini incelemek zorundadır. Neticede, verilecek takdir komisyonu kararından kararın gerekçesi, dayanakları vs. hususlar mutlak surette kararda yer almak zorundadır.[3]

Vergi incelemesi sonucu saptanan resen takdir nedenine göre matrahın takdir komisyonuna gönderilmesinin zamanaşımını durdurup durdurmayacağı tartışmalıdır. Biz vergi incelemesi ve takdir komisyonuna sevk işlemlerinin birlikte yapılamayacağı görüşündeyiz. VUK’nun 30. maddesinde “inceleme raporunda bu maddeye göre belirlenen matrah veya matrah farkı resen takdir olunmuş sayılır” hükmü vardır. Bu hükme göre inceleme elemanının takdir komisyonu yerine matrah takdir etme yetkisi vardır. Dolayısıyla matrah takdiri için, bu takdir yetkisinin kullanılmaması ve takdir komisyonuna başvurulmasının yasal dayanağı yoktur.

Diğer yandan, beyannamenin verilmemesi gibi bazı takdir nedenleri dışındaki takdir nedenleri vergi incelemesi ile saptanabilir. Vergi incelemesini hemen   başında örneğin defterin tasdik edilmemesi gibi bir takdir nedeni saptanmamışsa, matrahın takdir komisyonuna gönderilmesi için vergi dairesine yazı yazılması ve zamanaşımı dolduktan sonra incelemenin tamamlanıp inceleme raporuna bağlanması ve bu inceleme raporuna göre takdir komisyonunun matrah takdir etmesi böylece zamanaşımının uzatılması mümkün değildir. Bu durumda incelemeye başlamanın zamanaşımını durduğu anlamında bir uygulama yaratılmış olur. Oysa VUK’nın 114. maddesinde ancak takdir komisyonuna başvurma işleminin zamanaşımını durduracağı hükme bağlanmıştır. Bunun dışındaki nedenlerle zamanaşımını durdurmanın, dolayısıyla uzatmanın yasal dayanağı olamaz. [4]

Vergi mevzuatımızda vergi inceleme elemanları zamanaşımının bitmesine birkaç ay kala dosyayı zamanaşımına uğratmamak adına takdir komisyonuna matrah takdiri için sevk etmektedirler. [5]

Ancak uygulamada, hukuka aykırı bir şekilde, inceleme elemanları tarafından incelenmesine başlanmış veya incelemesi devam eden mükelleflerin beyanları, sırf zamanaşımını durdurmak için, vergi matrahı takdiri için takdir komisyonuna sevk edilmektedir. Bu durum tamamıyla hukuka aykırı olup, bu usul dairesinde yapılan tarhiyat işlemleri yasal dayanaktan mahrum kalacaktır.

Tarh zamanaşımı süresi içerisinde tamamlanamayan vergi incelemeleri sebebiyle tarh zamanaşımının sınırlamasından kurtulmak için takdire sevkin bir çözüm olarak uygulanmasının ortaya çıkaracağı hukuki sorunlar-problemler gelecek dönemde sıkça karşımıza gelebilecektir. Takdir komisyonlarının çalışmaları ile ilgili sorunları gidermek yerine takdir süreci ile vergi inceleme süreçlerinin birlikte paralel çalışması biçiminde cereyan eden uygulama sorunları giderek ağırlaştırmaktadır. Takdir komisyonun matrah takdiri sürecindeki hukuki eksikliklerin tamamlanması ile zamanaşımı süresinin dolması durumunda inceleme elemanı tarafından vergi mükellefinin defter ve belgelerini geri iade edilmesi ve inceleme raporu tanzim edilmeden incelemenin sonuçlandığı hakkında mükellefe bilgi verilmesine yönelik bir düzenlemeye ihtiyaç olduğu artık zorunlu hale gelmiştir. Çünkü, Gelir İdaresinin yayınlamış olduğu yeni mükellef hakları bildirgesinde bu konularda önemli açıklamalar bulunmaktadır. Ayrıca yeni vergi inceleme yönetmeliğinde bu yönde yeni hükümler getirilmiştir.[6]

Vergi usul mevzuatımıza göre, takdir komisyonlarının görevi matrah takdiri yapmaktır. Takdir komisyonu resen tarh usulüne göre bir vergi tarh edebilmesi için ortada bir vergi inceleme raporu olsa bile VUK 30. md hükmüne göre, vergiye tabi matrahın mutlaka takdir komisyonu kanalıyla takdir ve tespit edilmesi gerekmektedir.

213 sayılı VUK’nun 30. maddesinin 1. fıkrasında yapılan düzenleme ile; vergi inceleme elemanlarınca düzenlenen raporlar üzerine, resen vergi tarhı için   takdir komisyonlarından karar alma mecburiyeti kaldırılmış ve raporda belirlenen matrah üzerinden vergi dairesince vergi tarhına olanak sağlanmıştır.[7]

Bu sebeple, bundan böyle yetkililerce düzenlenecek olan vergi inceleme raporları üzerine yapılacak resen vergi tarhiyatı dolayısıyla artık takdir komisyonlarından karar alınması gereği yoktur. Sadece takdir komisyonları faaliyetlerine devam etmekte olduğundan, inceleme raporları dışındaki takdir işlemleri için her halükarda takdir komisyonlarına başvurulacağı hususu gözden uzak tutulmamalıdır. Bunların dışında inceleme elemanlarının tarhiyata dayanak teşkil edecek miktarı, tanzim edecekleri inceleme raporunda mutlaka belirtmeleri gerekmektedir.[8]

Bilindiği üzere, tarhiyat yetkisi tamamıyla vergi dairesine aittir.[9] Takdir komisyonu ve/veya inceleme elemanının tarhiyat yetkisi değil, vergi matrahı takdir yetkisi bulunmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere tarhiyat yapma yetkisi sadece ve sadece vergi dairesine aittir. Re'sen vergi matrahı takdir yetkisi bulunan inceleme elemanının bizzat kendisi gibi vergi matrahı takdir yetkisi bulunan takdir komisyonuna yetkisini devretmesi tamamen hukuka aykırıdır. Böyle bir işlem, takdirin takdiri anlamına gelir ki; bu hukuken mümkün değildir. Zira, hukukta takdirin, takdiri olmaz.[10]

Öte yandan, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 114 üncü maddesinde, zamanaşımını durdurmak için takdir komisyonuna başvurulması yetkisi münhasıran vergi dairesine verilmiştir. İnceleme elemanının nezdinde vergi incelemesine başlanmış bir mükellefin vergi matrahının takdiri için takdir komisyonuna başvurması hem hukuken hem de kanunen mümkün değildir.

Dolayısıyla, nezdinde vergi incelemesi devam eden mükellefin beyanının re'sen vergi matrahı takdiri için, sırf zamanaşımını kesmek amacıyla, mücerret takdire sevk işlemi 213 sayılı Kanunun 114 üncü maddesinde belirtilen zamanaşımı süresini durdurmaz; 5 yıllık süre geçirildikten sonra ... zamanaşımına uğramış bulunan hesap dönemleri için hukuken tarhiyat işlemi yapılamaz. Öte yandan, sadece zamanaşımını durdurmak için inceleme elemanınca önce dosyanın takdir komisyonuna sevk edilmesinin istenilmesi, zamanaşımı süresi dolduktan sonra inceleme raporunun düzenlenmesi ve bu rapordaki miktarın aynısının alınması suretiyle takdir komisyonunca matrah takdir edilmesi halinde, Vergi Usul Kanununun 113 ve 114 üncü maddelerinin hiçbir hükmü kalmayıp, bu maddelerin işlemesi söz konusu olmayacaktır.[11]

Diğer bir deyimle, vergi incelemesi ve takdir komisyonuna sevk işlemleri birlikte yapılamaz. Çünkü, inceleme elemanının 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 30 uncu maddesi uyarınca, tıpkı takdir komisyonu gibi, inceleme raporuyla vergi matrahı takdir yetkisi bulunmaktadır. Vergi matrahı takdiri için, söz konusu yetkinin kullanılması gerekir. Ayrıca, inceleme elemanı tarafından takdir komisyonuna başvurulmasının yasal dayanağı yoktur. Dolayısıyla, vergi incelemesine başlandıktan sonra, vergi matrahı takdiri için takdir komisyonuna başvurularak zamanaşımı süresi uzatılamaz.[12] Anayasa Mahkemesi tarafından verilen iptal kararının gerekçesi de bu konuyu işaret etmektedir.[13] 213 sayılı VUK md. 114 hükmüne göre vergi dairesince matrah takdiri için takdir komisyonuna müracaat edilmesinin zamanaşımını durduracağı vurgulanmıştır. Ancak, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen ve 8.1.2010 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 15.10.2009 gün ve E:2006/95 sayılı karar ile bu hükmü iptal etmiştir.

Mükellefler tarafından kullanılan defter kayıt ve belgeler 213 sayılı VUK md. 253 hükmü gereğince 5 yıl saklanması zorunludur. Madde hükmüne göre mükellefler tutmak zorunda oldukları, yevmiye, kebir, envanter ve diğer yasal defterleri ilgili bulundukları yılı izleyen takvim yılından başlayarak 5 yıl süreyle saklamak ve yetkili makamlar tarafından istenildiği takdirde incelemeye ibraz etmek zorundadırlar. [14]

Vergi Usul Kanununun 253 üncü maddesine göre; defter ve belgelerin ilgili bulundukları yılı takip eden takvim yılından başlayarak beş yıl süre ile muhafaza edilmesi; aynı Kanunun ibraz mecburiyetini düzenleyen 256. maddesine göre de; bu defter ve belgelerin muhafaza süresi içerisinde yetkili makam ve memurların talebi üzerine ibraz ve inceleme için arz edilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.

Uygulamada, zamanaşımı süresini, hukuka aykırı şekilde, uzatmak için vergi incelemesi devam ederken, vergi matrahı takdiri için takdir komisyonuna başvurulmakta ve müteakiben düzenlenen vergi inceleme raporlarında, takdir olunan vergi matrahı için çoğunlukla muhafaza ve ibraz süresi geçmiş bulunan defter ve belgeler dayanak gösterilmektedir.

Bilindiği gibi, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 253 ve 256. maddelerinde aynı Kanunun 114. maddesinin 2. fıkrasında yer alan hükme paralel herhangi bir hüküm bulunmadığı gibi, söz konusu hükme herhangi bir atıf da yapılmamıştır. Dolayısıyla, mükellef tarafından muhafaza ve ibraz süresi geçmiş olan defter ve belgeler rızaen ibraz edilmiş olsa dahi, bu defter ve belgelere müsteniden matrah veya matrah farkı tesis edilmesi hukuken mümkün değildir. Zira, 213 sayılı Vergi Usul Kanunun 113 üncü maddesinin ikinci fıkrasında zamanaşımı, mükellefin bu hususta bir müracaatı olup olmadığına bakılmaksızın hüküm ifade eder denilmiştir. Dolayısıyla, zamanaşımına paralel olarak düzenlenen tüm mükellef ödevleri re'sen dikkate alınmak zorundadır. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Tarhiyatta_celiski-14787.htm


[1] 213 sayılı VUK md. 113, 114.

[2] KIZILOT Şükrü – ŞENYÜZ Doğan – TAŞ Metin – DÖNMEZ Recai, Vergi Hukuku, Yaklaşım Yayıncılık, Ekim 2006, s.195-199.

[3] ÜREL Gürol, Güncel Vergi Usul Kanunu Uygulaması, 2. Baskı, Maliye ve Hukuku Yayınları, s.183-185.

[4] ÇAKMAK Şefik, “Matrahın Takdir Komisyonuna Gönderilmesi İle Duran Zamanaşımı Süresi, Anayasa Mahkemesinin 8.1.2010 Tarihli Kararı İle VUK’nun 11. Maddesinin 2. Fıkrasının İptal Edilmesi, 1.8.2010 Tarihinde Resmi Gazetede Yayımlanan 6009 Sayılı Yasa İle VUK’nun 114. Maddesine Eklenen Fıkra Ve VUK Geçici 28. Madde Hükmü”, Oluş Mali Hukuk Bürosu, 15.01.2011 tarih ve IV/128 sayılı sirküler.

[5] Ayrıntılı açıklamalar için bkz. ŞAHİN Tayfun, “Zamanaşımı Süresi Dolmak Üzereyken Takdire Sevk Edilen Mükellefler Hakkında Vergi İncelemesi Sürdürülebilir mi?”, Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Nisan 2012, Sayı:100, s. 22-26

[6] Bkz. 31.12.2010 tarih ve 27802 sayılı Resmi Gazete.

[7] Altındağ YMM Sirküleri 16.05.2011 gün ve 2011/5 sayılı.

[8] 213 sayılı VUK md.30, 31.

[9] 213 sayılı VUK md. 20

[10] Sami Selçuk, Kısıtlı Demokrasi Sancılı Hukuk, s.277

[11] Danıştay 9 uncu Dairesi'nin 13/03/2007 tarih ve E.2005/5109, K.2007/733 sayılı Kararı, karşıoy gerekçesi.

[12] ÇAKMAK Şefik, Zamanaşımı ve Anayasa Mahkemesi Kararlarının Vergi Uygulamasına Etkisi, Ankara SMMMO Bülten Dergisi, Yıl 21, Sayı:194-2011, s. 71

[13] ÇAKMAK Şefik, Oluş Mali Hukuk Bürosu, 15.01.2011 tarih ve IV/128 sayılı sirküler.

[14] VUK md. 253,256.

Salı, 24 Ekim 2017 09:14

Vergi Hukukunun Temel İlkeleri

Bu köşede genelde vergi sorunlarını irdelemeye çalışıyorum. Bu irdelemeleri, tabii ki belli hukuk ilkeleri ışığında yapmaya çalışıyorum. Bu ilkeler doğal olarak, belli. Bu ilkeleri herkes biliyor. Biliyor da, iş uygulamaya gelince kafalar karışıyor. İdare daha çok vergi almanın, mükellef ise daha az ödemenin peşine düşüyor.

İşte bu noktada çatışan menfaatleri belli ilkeler içerisinde dengelemek ve bu çatışmada adil çözümler üretmek, vergi hukukuna ve vergi yargıcına düşüyor.

Bu nedenle bizde işe baştan başlayalım, ilkleri bir kez daha toparlayalım istedik.

Anayasamızın pek çok hükmü vergi hukuku ile ilgilidir. Örneğin anayasanın temel hak ve özgürlüklere ilişkin hükümleri vergilendirme yetkisinin sınırları bakımından, Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin hükümleri vergi kanunlarının anayasallık denetimi bakımından, idarenin yargı denetimine ilişkin hükümleri vergilendirme işlemlerinde hukuka uygunluğun sağlanması bakımından, kanunların yapılışına ilişkin hükümleri vergi kanunlarının yapılışları bakımından, bütçe ile ilgili hükümleri yürütme organına verginin tahsil yetkisinin verilmesi bakımından vergi hukuku ile ilgilidir.

Bir vergi sistemini Anayasanın özgürlükler ve kişi hakları ile ilgili hükümlerine bakmadan, hakim güvencesi ve yargı denetimine ilişkin hükümleri bir kenara bırakarak değerlendirmek olanaksızdır.

Ancak anayasa maddelerinden ikisi, 73 ve 167/2 maddeleri, doğrudan vergi hukukunu hedef almakta ve vergi hukukunun temel ilkelerini belirlemektedir. Bu maddelerden 167/2. madde dış ticaret üzerine getirilecek mali yükümlülüklere ilişkin olup, vergilendirme ilkeleri bakımından asıl önem taşıyan 73. maddedir.

Anayasa’nın 73. maddesinin 1.fıkrasına göre, “Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür.”

Anayasa düzenlemeleri soyut kuralları, ilkeleri içerir. Bu soyut kuralların içerikleri, normlar hiyerarşisinde aşağı doğru indikçe somutlaşır ve ilkelerin içi doldurulmaya, kurallar yaşama aktarılmaya başlanır. Anayasa- Kanun-KHK-Tüzük-Yönetmelik şeklinde düzenlemeleri yukarıdan aşağıya sıralayan ve alttaki normun üstündekilere aykırı olamayacağını ifade eden normlar hiyerarşisinde, üstte bulunan normlar ilkelere, daha altta bulunan normlar ise uygulamaya yakındır. Bu nedenle üstte yer alan normun yaratıcılığının çok uygulanırlığının az, altta bulunan normların ise uygulanırlığı çok yaratıcılığının az olduğu söylenir.

Kanun genel tebliğle, genel tebliğ sirkülerle, sirkülerler de muktezalarla değiştirilemez.

Sanal hukuk metinleri sirkülerler ile mükellef hukuku düzenlenemez.

Vergi hukukunun anayasal ilkelerini yaşama geçiren asli küme vergi kanunlarıdır.

İstisna veya muafiyetlerin, anayasa ile bağdaşabilmesi, ancak bir anayasal dayanağa sahip olmasına bağlıdır. Aksi halde anayasaya aykırı düşerler. Örneğin, engellilik indiriminin devlete engellileri koruma görevi yükleyen anayasa hükmüne dayanması gibi. Anayasal dayanağı olmayan istisna ve muafiyetler, herkesin vergi ödemesi buyruğu ile çelişir ve adaletsizlik yaratır.

Herkesin mali gücüne göre vergi ödemesi ilkesi, sadece vergi kanunlardaki düzenlemelerle ihlal edilmez. Bazen fiili olgularda, bu ihlali yaratabilir. Örneğin, etkin bir denetimin olmayışı da verginin genelliğini ve eşitliğini zedeler. Denetimsizlik, vergi kanunlarına uymayanlar lehine, uyanlar aleyhine adaletsizlik yaratır, piyasalardaki rekabet düzenini bozar. Öte yandan anayasadaki “herkes (...) vergi öder” düzenlemesi, herkese ödeme, devlete de ödetme ve tahsil etme yükümlülüğü getirmektedir. Devletin denetimde zaaf göstermesi, vergiyi almaması veya alamaması da, özünde anayasayı ihlal sonucunu doğurur. Tahsilâtın tahakkuka oranı, aynı zamanda vergi idaresinin bu anayasal buyruğu yerine getirme oranını da gösterir.

Anayasa verginin, herkesin mali gücüne göre alınmasını, vergi salınırken “mali güç ilkesinin” gözetilmesini emretmiştir. Ancak uygulamada, özellikle kazanç üzerinden alınan vergilerde mali güç ilkesinin yaşama aktarılmış olduğunu hiç kimse söyleyemez. Özellikle kazanç vergilemesinde, kazanç veya iratları üniter yapının dışına çıkartan beyan dışı bırakma, nihai vergiyi stopaj yolu ile alma gibi düzenleme ve uygulamalar mali güç ilkesini zedelemektedir.

Öte yandan dolaylı vergiler, içlerinde doğal olarak mali güç ilkesini barındırmazlar ve bu vergilere hakim olacak ilkeler, dolaysız vergilerde olduğu gibi anayasal ilke düzeyinde pek fazla düzenlenmemiştir. Türk Vergi Sistemi’nin ağırlığının dolaylı vergilere verilmesinin, anayasa ile oluşturulmak istenen sistemle bağdaştığını söylemek bu açıdan pek mümkün değildir.

Sirküler ile genel tebliğler değiştirilemeyeceği gibi, Bakanlar Kurulu Kararları da değiştirilemez. (Uygulamada maalesef zaman zaman bu kuralların ihlal edildiği de görülebiliyor. Örneğin geçmişte 7 sayılı ÖTV Sirküleri ile 2009/14802 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı değiştirilmiştir. Söz konusu kararname, bazı ürünlerde ÖTV ve KDV oranlarını, “15.6.2009 tarihine kadar uygulanmak üzere” aşağı çekmiş, Gelir İdaresi Başkanlığı “15.6.2009 tarihine kadar uygulanmak üzere” yayınlanmış kararnamenin uygulama süresini, 7 no’lu Sirküler ile, “15.6.2009’da da kararname ile belirlenmiş oranların uygulanacağını açıklayarak” 16.6.2009 tarihine kadar uzatmıştır.)

Vergileme ilkelerinin oluşumunda, anayasanın sadece doğrudan vergi ile ilgili hükümlerinin değil, tümünün nazara alınması gerekir. Anayasanın ceza hukukuna ilişkin suç ve cezaların yasallığı, cezanın kişiselliği ve ölümle cezanın düşmesi, suç ve cezaların önceden belli olması vb. ilkeler, vergi ceza hukukunun da temel ilkeleri olmak durumundadır. Yine bu ilkeler kapsamında, geçmişe ceza getirilemez, ceza hükümleri geriye yürütülemez.

Hukuk devleti ilkesinin hukuki güvenlik ve hukuki istikrar ilkeleri aynı zamanda vergi hukukunun da ilkeleri olmak durumundadır. Bu ilkeler, kişilerin tabi olacakları kuralları önceden bilmelerine ve bu kurallara göre ve onlara güvenerek ekonomik ilişkilerini oluşturmalarına ve sürpriz hukuk kuralları ile karşılaşmayacakları güvencesini sağlamaya hizmet ederler. Zaten hukuk devletinin vergi hukukunun mükellefine gol atmaması asıldır.

Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuki güvenlik, kural olarak yasaların geriye yürümemesini de gerekli kılar. Yasalar, ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar (Anayasa Mahkemesi E.2008/92 K. 2009/45 T.5.3.2009). Vergiyi doğuran olay tamamlandıktan sonra, vergi yükünün arttırılması geriye yürüme olarak nitelendirilebileceğinden kazanılmış hakların zedelenmesine yol açar (Anayasa Mahkemesi E. 2001/34 K. 2003/2 T. 14.1.2003).

Özel girişim özgürlüğü ve sözleşme özgürlüğünün asıl olması, vergi düzenlemelerinin ise bu özgürlükleri kullanılamaz hale getirmemesi gerekir. Zaten asıl olan, vergi veya diğer mali mükellefiyetlerin, kamu özgürlüklerini kısıtlamaya yol açmamasıdır. Bütün hak ve özgürlüklerin çekirdek noktası, vergilendirme için birer sınır oluşturur.

Vergi hukuku, mükelleflere işletme politikası dikte edemez. Mükellefin gittiği yol, normal hukuki, iktisadi ve teknik gereklerin dışına taşmadıkça, eleştirilemez. Mükellef Şirketlere, döviz tutup kur farkı zararı yazacağınıza, bankada TL mevduat yapsaydınız denemez ve buna göre vergi istenemez. Bunun gibi, şirketlere niçin birleştiniz veya bölündünüz sorusu sorulamaz, birleşme veya bölünme yolu ile hazineyi zarara uğrattınız denemez. Çünkü şirketler daha fazla vergi ödemek için değil, vergi yükünü azaltmak için birleşirler. Hiç kimse gidebileceği normal yollar içerisinde, daha fazla vergi ödeyeceği yoldan yürümeye zorlanamaz.

Aynı şekilde “ticari muhakeme kuralı” veya “iş adamı (patron) kararı” şeklinde Türkçeleştirilebilen “business judgment rule” sınırları verilmiş kararlar, tartışılamaz.

Vergi kuralları, özellikle işletme tipleri arasında yönlendirme yapmamalı, tarafsız olmalıdır.

İdari işlemlerin yargı denetimine açık ve bu denetime ışık tutar şekilde oluşturulması gerekir. Bunun için de idarenin şeffaf olması, her türlü işlemini gerekçeli olarak oluşturması, tüm idari görüşlerin (özelgelerin) ve yargı kararlarının aleni olması gerekir. Mükellefler hakkında başka raporlara atıflarla rapor yazılması halinde, atıf yapılan raporun mükelleften gizlenmesi hukuk devletine yakışmaz.

Bir takım kod listeleri oluşturulacaksa, ilkelerinin açıkça ortaya konması, yargı denetimine açık olması ve listelerin ulaşılabilir olması gerekir. Devlet mükellefleri hakkında “kara liste” tutamaz, hele, bu listelerden mahkeme kararı ile çıkanları ayrı bir kod listesinde izleyemez. Vergi hukukunun da ceza hukuku gibi, kanuna aykırı yollardan edinilmiş delillere itibar etmemesi gerekir. Görüldüğü gibi vergi hukukunun temel ilkeleri, sadece vergi hukukunun özelliklerine ve Anayasanın sadece bir maddesine bakılarak belirlenemez. Bu belirlemeler yapılırken diğer hukuk dalları arasında da gezinmek gerekir. Galiba gelecek yazım da bu konuda olacak. Bumin Doğrusöz

https://www.dunya.com/kose-yazisi/vergi-hukukunun-temel-ilkeleri/387660

Pazartesi, 23 Ekim 2017 17:17

Ertelenen SGK Primleri Ne Zaman Ödenecek?

6770 sayılı Kanun ile gelen erteleme teşviki ile primlerin bir kısmı ertelenmişti. Halihazırda bu teşvikten vazgeçilmediği veya erken ödeme gerçekleştirilmediği takdirde Ekim ayında ilk tutarın ödenmesi gerekiyor​.

Ödenecek Tutar Nasıl Görülebilir?

Ertelenen tutarlar prim tutarları borç sorgulama ekranından görüntülenebilir. Bu ekrana aylık bildirimler verilen e-bildirge sayfasından ulaşılabilir. Teşvik uygulamaya girdiğinde ödeme gerçekleştirilmediği veya sonradan eklenen seçenek ile takip eden ertelemelerden vazgeçilmediği takdirde borç sorgulama ekranından kontrol edildiğinde 2017/9 - 2017/10 ve 2017/11 dönemlerine ait primleri görülebilir.

Ayrıca Eylül 2017 aylık bildirgeler de onaylandığında, yine bu tutarlar da 2017/9 dönemine ait prim olarak görüntülenecektir.

Ödeme için Hazırlıklı Olun

6770 sayılı Kanun ile ertelenen teşvikler o dönemde işverenlere az da olsa nefes aldırırken,  geri ödeme zamanı geldi. Ödeme günü gelmeden borçların kontrol edilmesi finans bölümleri için ön hazırlık yapma imkanı sağlayacaktır. Aksi halde son gün sürpriz ile karşılaşılabilir, daha da kötüsü bu tutarlar ödenmeyebilir. Ödemenin unutulması durumunda hem gecikme cezası riski hem de sistemde borç görüneceğinden borç ödenene kadar faydalanılacak teşvik kanun numaraları ile sisteme yeni aylık bildirge yüklenememe riski ortaya çıkacaktır. Yapılan her ödemenin anında SGK sisteminde görünmeyebileceğini hatırlatmak isteriz. ​

Sonuç Olarak…

İşverenler e-bildirge ekranından borçlarını sorgulatarak ertelemeye konu tutarları görebilirler. Ertelenen tutarlar dönemine göre Ekim, Kasım ve Aralık ayları sonuna kadar ödenmelidir. Yaşanabilecek herhangi bir aksaklığa karşı, ödemelerin son dakikaya bırakılmaması faydalı olacaktır. Mevcut ödemelerin zamanında yapılmaması halinde e destek amaçlı yapılan ertelemeler cezaya dönüşebilir. Bahadır Dinçkök https://www.kpmgvergi.com

İşçi ile işveren arasında gereksiz ve haksız yere işçilikten doğan alacak ihtilafının doğmaması ve işçiden alınacak olan İbranamenin, hukuken geçerli sayılması için Borçlar Kanununda öngörüldüğü şekilde düzenlenmesi gerekli ve zorunludur.

Buna göre;

1- İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibranamenin mutlaka yazılı ve imzalı olması,

2-  İbra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması,

3- İbra konusu alacağın türünün ve miktarının açık bir şekilde belirtilmiş olması,

4- İbranamede belirtilen toplam tutarın noksansız olarak ve banka aracılığıyla ödenmiş olması,

gereklidir ve şarttır.

Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibranameler, kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması gerekir. Ahmet AĞAR* E-Yaklaşım / Ekim 2017 / Sayı: 298

Genel sağlık sigortalılığı veya bakmakla yükümlü olunan kimse statüsünde bulunanların değişmesi, birleşmesi veya çakışması da sigortalılar için sık karşılaşılan durumlar olabiliyor.

Zira örneğin işsiz ve bekâr bir kadın babasının sigortalı bakmakla yükümlü olunan kişi konumunda iken sigortalı olarak çalışmaya başlayıp ayrı bir statüde genel sağlık sigortalısı olabiliyor. Ya da bunun tersi olarak sigortalı iken işsiz kalıp bir süre sonra yeniden sigortalı veya emekli anne babasının bakmakla yükümlü olduğu kişi konumuna gelebiliyor.

Bugünkü yazımızda da bu tür geçişlerde genel sağlık sigortası haklarındaki değişikliği ele almak istedik.

Sürekli İş Göremezlik Geliri veya Ölüm Geliri Alanlar

İş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle ölüm geliri bağlanan kişi aylık veya gelir sahibi kişi olarak 5510/60/f bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılmakta iken aynı zamanda başka bir kapsamda genel sağlık sigortalısı olması halinde, 5510/60/f bendi dışındaki o kapsam üzerinden sağlık hizmetlerinden faydalanması gerekiyor.

Örneğin iş kazası geçirmesi nedeniyle tarafına sürekli iş göremezlik geliri bağlanan kişinin aynı zamanda 4/a sigortalılığı kapsamında sigortalı olarak çalışmaya başlaması halinde 4/a sigortalılığına göre sağlık hizmetlerinden faydalanması gerekiyor.

Ölüm Aylığı Alanlar ile Bakmakla Yükümlü Olunanlar

Hak sahibi olarak ölüm aylığı (Dul veya yetim aylığı olarak) alması nedeniyle 5510/60/f bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı olan kişinin aynı zamanda aktif SSK, Bağ-Kur veya 4/c sigortalısı veyahut isteğe bağlı sigortalı olması halinde genel sağlık sigortasından faydalanması SGK’ca 5510/60/a (Zorunlu sigortalılık) veya 5510/60/b (isteğe bağlı sigortalılık) bentleri kapsamında değil 5510/60/f bendi (Emekli, dul, yetim aylığı alanlar) kapsamında olduğu kabul edilerek uygulanıyor.

Örneğin eşinin ölümü nedeni ile hak sahibi olarak dul aylığı alan kişi aynı zamanda, 4/a sigortalısı olarak çalışmaya başlaması halinde 5510/60/f bendi kapsamında aldığı dul aylığı kapsamında sağlık hizmetlerinden faydalandığı kabul ediliyor.

Geçiş Mümkün

Bununla birlikte aldığı dul veya yetim aylığı kapsamında genel sağlık sigortalısı olan kişinin aktif sigortalılığa başlaması ve aktif sigortalılık kapsamında sağlık yardımından faydalanmayı istemesi halinde talep ettiği statüye göre işlem yapılması da mümkün bulunuyor.

Aylık - Gelir Çakışması

Kendi çalışmalarından dolayı gelir/aylık alması nedeniyle 5510/60/f bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı olan bir kişinin aynı zamanda hak sahibi olarak gelir/aylık alması halinde, kendi çalışmalarından dolayı gelir/aylık aldığı kapsam üzerinden sağlık yardımlarından faydalanması gerekiyor.

Bakmakla yükümlü olunan kişide, birden fazla bakmakla yükümlülük halinin birleşmesi durumunda, yazılı olarak istemde bulunulması koşuluyla yapacağı tercihe göre işlem yapılması da mümkün bulunuyor. 

Örneğin vefat eden annesi üzerinden hak sahibi olarak yetim aylığı alan kişi, aynı zamanda 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi (5434 sayılı Kanuna tabi) kapsamında devlet memuru olarak çalışan babası üzerinden sağlık hizmetlerinden faydalanmayı talep etmesi halinde, durum değişikliği olmaması şartıyla 25 yaşını dolduracağı tarihe kadar tercih ettiği kapsam üzerinden bakmakla yükümlü olunan kişi olarak sağlık hizmetlerinden faydalanması mümkün bulunuyor.

İstiklal Savaşı, Kore ve Kıbrıs Gazileri ile Bunların Eşleri

1005 sayılı Kanuna göre aylık alan Milli mücadeleye iştirak eden ve bu sebeple kendilerine İstiklal Madalyası verilmiş bulunan İstiklal Savaşı gazileri, Kore gazileri, 1974 yılında Temmuz 1 inci ve Ağustos 2 nci Barış Harekatına Kıbrıs'ta fiilen görev alarak katılmış olan gaziler ile bunların eşleri, aynı zamanda 4/a (SSK), 4/b (Bağ-Kur) veya 4/c sigortalılıkları kapsamında zorunlu sigortalı olması veya isteğe bağlı sigortalı olması veyahut bu kapsamlardan gelir veya aylık alan kişi durumunda bulunması halinde katılım payından muaf tutulmaları nedeniyle 1005 sayılı Kanun kapsamında sağlık hizmetlerinden faydalandırılmaları gerekiyor. Şevket TEZEL

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8930

Motorin alışlarının sahte faturalarla 4760 sayılı  ÖTV yasanın  13/2 md hükmüne göre müteselsil  sorumluluk kapsamında olup olmadığı

Bilindiği gibi, 4760 sayılı ÖTVK 13/2 hükmü uyarınca müteselsil sorumluluk müessesesi getirilmiştir.  Somut bir olayda,  sahte faturalarla motorin alışlarının  belgelendirildiği iddiasıyla  4760 sayılı yasanın  13/2 hükmü uyarınca  mükellef adına 2006 yılı için  cezalı  ÖTV tarhiyatı yapılmıştır. 

Yargıya müracaat eden mükellef  4760 sayılı yasanın  1.maddesinin (1-a)  bendinde 1 sayılı listedeki malların   ithalatçılara veya rafineriler dahil imal edenler tarafından  tesliminin bir defaya mahsus olmak üzere  ÖTV’ye tabi olduğu belirtilmiştir.  Öte yandan,  aynı yasanın 3. Maddesinin (e) bendinde ihtalatta vergiyi doğuran olayın, 4458 sayılı Gümrük Yasasına göre   gümrük yükümlülüğünün doğması olarak  tanımlandığı, 13.maddesinin 2.fıkrasında ise;  1 sayılı  listedeki malları  teslim alanların,  bu  malları  daha yüksek  tutarda  vergiye tabi bir mal olarak   kullanmak  veya  3.şahıslara satmak suretiyle  vergi ziyaına neden olmaları durumunda; ziyaa  uğratılan verginin bunlar adına  tarh olunacağı ve  213 sayılı VUK 344. Maddesine göre VZC ile  cezalandırılacağı kurala bağlanmıştır. 

Petrol ürünlerinin alım ve satım faaliyetlerinde bulunan davacı  mükellefin 2006 yılı  kayıtlarına intikal  ettirdiği motorin içerikli sahte faturalar dolayısıyla salınan cezalı KDV  tarhiyatı karşısında  açılan iptal davası 14/10/2009 gün ve 2009/237 sayılı kararla reddedildiği ancak; fatura içeriği petrol ürünlerinin  imalatçısı veya ithalatçısının  kim olduğu,  Türkiye’de ikametgahının  işyerinin,  yasal ve iş merkezlerinin olup olmadığı yönünde bir araştırma   ve tespit yapılmadan  vergiyi  doğuran olayın   gerçekleştiği açıkça  ortaya konulmaksızın  varsayıma dayalı olarak  önerilen tarhiyatın  iptaline hükmedilmiştir.

Davalı vergi dairesi  vergi inceleme raporu kapsamında yapılan  tarhiyatın  yasaya uygun  olduğu ileri sürülerek   yerel vergi mahkemesi kararının  bozulmasını danıştay  nezdinde temyiz etmiştir. 

Sonuç itibariyle yüksek mahkeme danıştay  vergi mahkemesi  kararını  onaylamış motorin alışlarının  4760 sayılı  ÖTVK’nun 13/2 fıkrasında öngörülen müteselsil  sorumluluk kapsamına girmediğini tasdik  etmiştir. (Danıştay 3.Dairesi kararı, 28/5/2013 gün ve E:2013/802-K:2013/2373 sayılı kararı).  Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Sahte_faturalarla_motorin_alislarinin_4760_sayili_OTV_yasasinda_durumu-14769.htm

Pazar, 22 Ekim 2017 22:22

E-Faturada Özel Usulsüzlük Cezası

e-fatura kullanan vergi mükelleflerinin sayısı giderek artmakta olup, kağıt ortamda düzenlenen fatura sayısı azalabilmektedir. Gelir İdaresi zaman içerisinde bir çok mükellefi e-fatura kapsamına alma yönünde çalışmalar yapmaktadır. İdare, bu konuda genellikle genel tebliğ ve sirküler bazında düzenlemeler ve açıklamalar yapmaktadır. Buna göre, e-fatura yerine düzenlenmiş olan klasik kağıt faturalar için mükelleflere %10 nispetinde özel usulsüzlük cezaları kesildiği sıklıkla görülmektedir. İdare, tespitler yaparak veya çoğunlukla KDV İadesi Kontrol Raporu’na dayalı olarak işlem tesis etmektedir.

E-fatura yerine, kağıt ortamda düzenlenen faturalar ile ilgili yargı organları çeşitli gerekçelerle mükellefin açtığı davaları kabul etmektedir. Çünkü, 213 sayılı Yasa’da fatura tanımı yapılmıştır. Bazı hallerde e-fatura düzenleyen mükellefler, e-fatura kapsamında bulunmayan mükelleflere dilerlerse fatura veya dilerlerse normal klasik kağıt fatura düzenleyebilmektedirler.

E-fatura konusunda Maliye Bakanlığı’na belgenin şekli, mecburi bilgiler ve muhteviyatı itibariyle yetki tanınmıştır. Bu yetkiye istinaden, aykırı davranan mükellefler için ceza kesilmesi konusu Genel Tebliğ bazında düzenlenmesi hukuka uyarlı değildir. Bu durum açıkça Anayasa’ya aykırılık teşkil etmektedir.

213 sayılı VUK GT 448 hükmüne göre, 421 seri no’lu Genel Tebliğ’in e-fatura yerine düzenlenmiş kağıt faturaların hiç düzenlenmemiş sayılması hukuka uyarlı olamaz. Çünkü, Kanun’da yer almayan bir hüküm Genel Tebliğ ile konulamaz. Yani Maliye Bakanlığı, 421 seri no’lu tebliğin yayım tarihi olan 14.12.2012 tarihi ile 04.04.2015 tarihleri arasında mükelleflere bu kapsamda haksız olarak KDV indirimine izin vermemiş, gider olarak kayda almalarına müsaade etmemiştir.

447 seri no’lu VUK Genel Tebliği’nde ise e-fatura düzenleme yetkisi bulunan mükelleflerin gerek kendi sistemlerinde gerekse e-fatura uygulamasında meydana gelebilecek arıza ve kesinti durumunda fatura düzenleyebilmek için yeteri kadar basılı kağıt fatura bulundurmaları zorunlu olduğu açık olarak belirtilmektedir. Öte yandan, kağıt faturanın e-fatura ile aynı işlemi gördüğü, İdare’nin buna izin verdiği, ayrıca yasal unsurlara karşın hangi nedenle kağıt fatura düzenlendiğinin, yani bir arıza, teknik sorun olup olmadığını bile tespiti yapılmadan özel usulsüzlük cezası uygulandığı anlaşılmaktadır. Yani, kesilen cezanın hiçbir hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-E_Fatura_ve_ozel_usulsuzluk_cezasi-14752.htm

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • 2025 HESAP DÖNEMİ ÖDENECEK KURUMLAR VERGİSİ A) Asgari Kurumlar Vergisi Hesabı* Asgari Kurumlar Vergisi Matrahı= Ticari…
  • Elektronik Belge Sistemlerinde Yapılacak Planlı Bakım Çalışması Hakkında GİB Duyurusu ELEKTRONİK BELGE SİSTEMLERİNDE YAPILACAK PLANLI BAKIM ÇALIŞMASI HAKKINDA DUYURU 19.09.2024…
  • GİB, Vergi Cezalarında İndirim Uygulaması Broşürü Yayımlandı Vergi cezalarında indirim; mükellefler veya vergi sorumluları adına kesilen cezalar…
Top