Mehmet Özdoğru
Kötü Niyet Tazminatını Kimler Alabilir?
Zaman zaman işçi ve işverenin çeşitli nedenlerle anlaşmazlık yaşaması ve buna bağlı olarak işçinin kamu kurumları veya mahkemelerden hak arayışına girmesi söz konusu olabilmektedir.
İşte yasal olarak hakkını arayan bir işçinin bu nedenle iş sözleşmesinin feshedilmesi durumunda ciddi yaptırımlarla karşılaşılması söz konusu olabilmektedir.
Öncelikle geçerli bir neden olmadan yapılacak fesihte iş güvencesi hükümleri nedeniyle boşta geçen süre ücreti ve işe başlatmama tazminatı ödeneceği gibi kötü niyet tazminatı da ödenebilecektir.
Kötü niyet tazminatı, iş güvencesi uygulanma alanı dışında kalan işçilerin iş sözleşmesinin, işçinin yasal hakkını araması veya şikâyet yoluna başvurması gibi nedenlerle işverence feshedilmesi halinde işveren tarafından fesih hakkının kötüye kullanılarak sona erdirildiği durumlarda işçiye bildirim süresinin üç katı tutarında ödenmesi gereken tazminat olarak değerlendirilebilecektir.
Yargıtay’a göre işçinin şikâyet hakkını kullanması, hafta tatili günlerinde gelip çalışmaması, sendika temsilcisinin işçilerin örgütlenmesi için faaliyette bulunması, işçinin sendikaya üye olması gibi durumlarda iş sözleşmesinin işverence feshinde kötü niyetli fesih söz konusudur ve işçi kötü niyet tazminatı talep edebilir.
İş güvencesinden yararlanan işçiler için kötü niyet tazminatı söz konusu olmayacaktır.
Kötü niyetli tazminattan yararlanmada işçinin iş güvencesi kapsamında olmaması gereklidir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11.07.2007 Tarihli, Esas No:2007/9-549 ve Karar No:2007/543 Sayılı kararında,
“İş sözleşmesinin fesih tarihinde yürürlükte bulunan 4857 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde düzenlenen kötü niyet tazminatının hüküm altına alınabilmesi için, davacının aynı yasanın 18-21 maddelerinde düzenlenen iş güvencesi hükümlerinden yaralanacak durumda olmaması gerekir. Akdin feshi tarihinde işyerinde 30 işçi çalışıp çalışmadığı, dosya içeriğinden anlaşılamamaktadır. Bu husus belirlenmeden kötü niyet tazminatının yazılı şekilde hüküm altına alınması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir” demektedir.
Fesih hakkının kötüye kullanılması işveren için olduğu kadar, işçi içinde mümkün olabileceği düşünülebilir. Ancak, İş Kanunu fesih hakkının kötüye kullanılmasını sadece işveren için öngörmüştür. İşçi haklı nedenle dahi olsa kendisi iş sözleşmesini feshederse kötü niyet tazminatı isteğinde bulunamaz.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 18.12.2006 Tarihli, Esas No:2006/14716 ve Karar No:2006/33208 Sayılı Kararı kararında;
“İş Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca, otuz ve daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan, altı ay ve üzeri kıdemi bulunan işçiler iş güvencesi kapsamında olup 17/5. maddesine göre, ancak, iş güvencesi kapsamı dışındaki işçiler kötü niyet tazminatı isteyebilir. İhbar ve kıdem tazminatı, kötü niyet tazminatı, fazla çalışma ücreti ile izin ücretinin ödetilmesine karar verilmesini talep ettiği davada, feshin geçersizliğini ve işe iadesini istemeyen davacının, geçerli hale gelen fesih nedeniyle kötü niyet tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerekir.” demek suretiyle iş güvencesinden yararlanan işçilerin kötü niyet tazminatından yararlanmayacağını vurgulamıştır. İbrahim Işıklı
https://www.dunya.com/kose-yazisi/kotu-niyet-tazminatini-kimler-alabilir/429936
Konkordato İlan Edilen İşyerlerinde İşçi Hakları
Konkordato son aylarda ardı ardına kamuoyunda bilindik markalar hakkında ilan edilmesiyle çokça duymaya başladığımız bir yargı uygulaması.
Konkordato üç aylık geçici mühletten sonra bir yıl kesin mühlette başvuruya konu şirketi alacaklılarından koruyarak düze çıkmasına fırsat verilmesini amaçlayan bir ticaret önlemi olarak mevzuatımızda yerini çoktan almış bulunuyor.
Konkordato bu yılın Şubat ayında 7101 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonucu daha işlevselleştirilerek “İflas erteleme” müessesesinin yerini almıştı. İflas erteleme müessesesi ise 15 yıl gibi kısa bir zamanda yıpranma emareleri gösteriyor ve çokça şikâyete neden oluyordu. Hatta OHAL döneminde uygulanması yasaklanmıştı.
Daha önce de icra ve iflas mevzuatımızda yer alan ama gölgede kalan konkordato son kanunla güçlendirilerek yeniden düzenlenmişti.
Konkordatoda bu yıl yapılan değişiklik de aynı 7101 sayılı kanunla kaldırılan “İflas erteleme” gibi Dünya Bankasının zorlamasıyla yapılan bir değişikliğin ürünü ve borca batık şirketin alacakılarıyla gerek vadenin uzatılması ve gerekse borcu bir bölümünün tasfiyesi gibi talepler konusunda mahkeme gözetiminde anlaşma arayışı oluyor.
Konkordato 3 aylık geçici mühletin 2 ay daha uzatılabilmesi ve 1 yıllık kesin mühletin de 6 ay daha uzatılabilmesinin mümkün oluşuna bakılırsa toplam 23 aya kadar uzayabiliyor.
Konkordato kararını süreç başında atadığı konkordato komiser yahut komiserlerinin vereceği rapora göre Asliye Ticaret Mahkemeleri veriyor.
Konkordato projesi;
• Kaydedilmiş olan alacaklıların ve alacakların yüzde 50’sini veya
• Kaydedilmiş olan alacaklıların dörtte birini ve alacaklıların üçte ikisini,
Aşan bir çoğunluk tarafından imza edilmişse kabul edilmiş sayılıyor.
Tedbir kararları da konkordatonun sonuçları oluyor.
Konkordato ve İşçi Alacakları
Bahse konu tedbir kararları;
• İşçilerin, iş ilişkisine dayanan ve iflâsın açılmasından önceki bir yıl içinde tahakkuk etmiş ihbar ve kıdem tazminatları dâhil alacakları ile iflâs nedeniyle iş ilişkisinin sona ermesi üzerine hak etmiş oldukları ihbar ve kıdem tazminatları,
• İşverenlerin, işçiler için yardım sandıkları veya sair yardım teşkilatı kurulması veya bunların yaşatılması maksadıyla meydana gelmiş ve tüzel kişilik kazanmış bulunan tesislere veya derneklere olan borçları,
• İflâsın açılmasından önceki son bir yıl içinde tahakkuk etmiş olan ve nakden ifası gereken aile hukukundan doğan her türlü nafaka alacakları.
Gibi imtiyazlı borçlar dışındaki borçlar hakkında açılmış icra takiplerinin durdurulmasına bundan sonrası için yeni icra takibi yapılmamasına karar vermektedir. Hatta bu kapsamdaki alacakların tam olarak ödenmesinin ve mühlet içinde komiserin izniyle akdedilmiş borçların ifasının, alacaklı bundan açıkça vazgeçmedikçe yeterli teminata bağlanmış olması konkordatonun onaylanmasının koşullarından sayılıyor. Bu kapsamdaki imtiyazlı alacaklar için haciz yoluyla takibi, mühlet içinde bile olsa yeni takip başlatılması, başlatılmış takiplerin sürdürülmesi mümkün bulunuyor.
Bankaların rehinli alacakları için bile takip yapılsa da işletmenin faaliyetinin devamına engel olacak haciz işlemlerine izin verilmiyor.
Konkordato firmayı koruyor korumasına ama bu defa firmadan alacağı olan firmaları zor duruma düşüreceği açık bulunduğundan bu defa domino etkisi gibi diğer firmaları maddi açıdan zor düşürecek nitelikte bulunacağı da açık bulunuyor.
İşyeri işçileri eğer işverenleri hakkında konkordato kararı alınmışsa alacakları hakkında takip yaptırabilecekleri gibi Ücret Garanti Fonuna başvurmaları da mümkün bulunuyor.
İşçilerin ÜGF Hakkı Nedir?
İşsizlik sigortasına tabi sigortalılar işverenlerinin ödeme güçlüğüne düşmesinden önceki son bir yıl içinde aynı işyerinde çalışmış iseler sadece brütleri SPEK tavanını aşmamak koşuluyla gerçek ücret alacakları bakımından ve de yalnızca üç aylık ücret alacaklarıyla sınırlı olarak ÜGF’den yararlanmaları mümkün bulunuyor.
İş-Kur tarafından ücret alacağının ödenebilmesi amacıyla yapılacak başvurunun iş sözleşmesinin devam edip edilmediğine bakılmaksızın konkordato ilan edilen işyeri işçisinin
- Yetkili Mahkemece verilen Konkordato Mühletine ait kararın tasdikli sureti
- veya yurt düzeyinde tirajı 50.000 üzerinde en yüksek beş gazeteden birinde yapılan mühlet ilanı
- veya Ticaret Sicil Memurluğundan alınacak konkordatoya ilişkin belgelerden,
biri ile şahsen veya vekili (noter tasdikli vekâletnameyi haiz vekil) aracılığıyla İş-Kur’a gerçekleştirmesi gerekiyor.
Alacaklı işçi yukarıda sayılan evraklarla birlikte İş-Kur ünitesine başvurduktan sonra, İş-Kur gerekli araştırmayı yaparak belgelerde herhangi bir eksiklik bulmaması halinde ücret alacağının, işçinin İş-Kur’a başvuru tarihini izleyen ayın sonuna kadar ödenmesi gerekiyor. Şevket TEZEL
İflastan Kurtulmak İçin Konkordato Ve Geçici Mühlet
İçinden geçmekte olduğumuz zorlu ekonomik süreçte, özellikle iflas erteleme kurumunun da kaldırılması ile birlikte, iflastan kurtulmak için tek hukuki çare olan konkordato kurumu ve uygulaması son derece önem kazandı. Ödeme güçlüğü çeken birçok köklü ve tanınmış şirketin konkordato başvurusunda bulunuyor olması bunun somut örneği. Daha önceki yazılarımızda konkordatonun genel hatlarını sizlerle paylaşmış ve uygulama esaslarında yapılan önemli değişikliklere değinmiştik. Bu hafta ise konkordatonun uygulanmasında kritik öneme sahip olan konkordato projesinden, geçici mühlet ve sonuçlarından bahsedeceğiz.
Konkordato ile, borçlarını ödeyemez hale gelen borçlu, alacaklıları ile anlaşarak borçlarını yapılandırır. Bu amaçla borçlunun mahkemeye başvurması akabinde, mahkeme öncelikle, gerekli belgelerin eksiksiz sunulup sunulmadığını inceler ve belgelerin eksiksiz mevcut olduğunu tespit ederse, başka herhangi bir inceleme ve değerlendirme yapmaksızın, borçlu hakkında üç aylık “geçici mühlet” kararı verir. Borçlunun mahkemeye sunduğu belgelerden en önemlisi, bağımsız denetim şirketi tarafından hazırlanan konkordato projesi. Projenin içeriği, borçlu şirketin şartlarına ve faaliyet gösterdiği sektöre göre değişiyor. Bu kapsamda, alacakların taksitlendirilmesi veya faizsiz olmak üzere ödemenin ertelenmesi gibi çözümlerin yanı sıra, örneğin şirketin bazı pazarlardan çıkması gibi daha radikal hamleler de projelendirilebiliyor. Burada önemli olan, projenin gerçekçi ve uygulanabilir olması.
Mahkeme, geçici mühlet kararıyla birlikte, konkordato projesinin olumlu sonuçlanıp sonuçlanamayacağını yakından incelenmesi amacıyla bir veya gerektiği takdirde üç geçici konkordato komiseri görevlendirir. Komiserler geçici mühlette borçlunun projeyi uygulamasını izler, borçlunun faaliyetlerine nezaret eder ve bunu mahkemeye raporlar. Üç aylık geçici mühlet süresi dolmadan önce borçlunun veya geçici komiserin yapacağı talep üzerine, mahkeme geçici mühleti en fazla iki ay daha uzatabilir.
Mahkeme, mühlet kararı ile birlikte borçlunun malvarlığının muhafazası için gerekli gördüğü bütün tedbirleri alır. Bu kapsamda borçlu mühlet kararından itibaren, mahkemenin izni olmaksızın rehin tesis edemez, kefil olamaz, taşınmaz ve işletmenin devamlı tesisatını kısmen dahi olsa devredemez, sınırlandıramaz ve karşılıksız tasarruflarda bulunamaz. Aksi hâlde yapılan işlemler hükümsüz olur. Şüphesiz, borçluları rahatlatan en önemli tedbir ise geçici mühlet kararıyla birlikte borçlu aleyhine başlatılmış icra ve iflas takiplerinin durması ve takip yasağının başlaması. Artık borçlu aleyhine ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları da uygulanamaz. Geçici mühlet kararı, Ticaret Sicil Gazetesi ile Basın İlan Kurumu’nun resmi ilan portalında yayımlanır; ayrıca tapu müdürlüklerine, ticaret sicil müdürlüklerine, vergi dairelerine, gümrük idarelerine ve kanunda sayılan diğer tüm kurumlara bildirilir. Borçluya geçici mühlet tanındığını içeren ilanda ayrıca alacaklıların, ilandan itibaren yedi gün içinde dilekçeyle itiraz ederek konkordato mühleti verilmesini gerektiren bir hal bulunmadığını delilleriyle birlikte ileri sürebilecekleri ve bu çerçevede mahkemeden konkordato talebinin reddini isteyebilecekleri belirtilir.
Henüz kesin mühlet sürecine girmeden, geçici mühlet içinde, konkordato olumlu veya olumsuz şekilde sonuçlanabilir. Konkordato ile amaçlanan iyileşmenin, geçici mühletin sona ermesinden önce gerçekleştiğinin komiserin yazılı raporuyla mahkemeye bildirilmesi üzerine, mahkeme geçici mühleti kaldırır ve şirket varlığını sürdürmeye ve ticari faaliyetlerine devam eder. Bu, konkordatonun olumlu sonuçlandığı senaryo. Borçlunun malvarlığının korunması için iflâsın
açılmasının gerekmesi, konkordatonun başarıya ulaşamayacağının anlaşılması veya borca batık olduğu anlaşılan şirketin konkordato talebinden feragat etmesi gibi durumların geçici mühlet içinde gerçekleşmesi halinde ise mahkeme, komiserin yazılı raporu üzerine geçici mühleti kaldırarak konkordato talebinin reddine ve borçlunun iflasına karar verir. Mahkeme, söz konusu kararları ilan eder ve ilgili yerlere bildirir.
Geçici mühletin olası bir diğer sonucu ise, kesin mühlet. Mahkeme, konkordato projesinin başarıya ulaşacağına kanaat getirirse bir yıllık kesin mühlet kararı verir. Kesin mühlet içerisinde borçlunun, mahkemeye sunduğu proje çerçevesinde alacaklılar ile anlaşmalar sağlanır ise mahkeme tarafından konkordato tasdik edilir.
Konkordato projesi ve projenin uygulanabilirliğinin gözlemlendiği geçici mühlet, konkordato sürecinin en önemli enstrümanları olarak karşımıza çıkıyor. Borçlu şirketlerin iflas etmekten kurtularak ticari hayatlarına devam edebilmeleri için, projenin hazırlanması sürecinde gereken özeni göstermeleri ve hazırlık sürecini etkin bir şekilde yönetmeleri, birlikte çalışılacak bağımsız denetim şirketini dikkatle seçmeleri ve projenin uygulanabilirliğini somut şekilde ispatlayarak geçici mühletten azami fayda sağlamaları gerekiyor. Umut Kolcuoğlu
https://www.dunya.com/kose-yazisi/iflastan-kurtulmak-icin-konkordato-ve-gecici-muhlet/429937
Doğum Borçlanması Emekliliği Nasıl Etkiler?
Doğum borçlanması düzenlemesi ile doğum nedeniyle iş hayatından uzaklaşan kadın çalışanlara doğum borçlanması hakkı tanınıyor. Kimler yapabilir, şartları nelerdir, ne sağlar sorularına yanıt aradık.
Kadın çalışanlar doğum nedeniyle iş hayatından uzak kalırlar. Bu nedenle de emekli olmak için gerekli gün sayısı şartını doldurmakta zorlanırlar. İşte bu yüzden doğum borçlanması düzenlemesi ile doğum nedeniyle iş hayatından uzaklaşan kadın çalışanlara doğum borçlanması hakkı tanınır. Ancak her durumda doğum borçlanması yapmak gerekli olmayabilir.
Şartları nelerdir?
Doğum borçlanması yapılabilmesi için doğum yapan kadının doğumdan önce sigortalı olarak çalışıyor olması şarttır. Sigortalılık öncesi doğumlar borçlanılamaz.
Diğer yandan, doğum borçlanması yapılabilmesi için doğan çocuğun sağ olması gerekir. Doğum borçlanması yapacak kadın sigortalının borçlanma yapacağı sürelerde yani doğumdan sonraki en fazla iki yıllık süre içerisinde uzun vadeli sigorta kollarına tabi sigortalı olmaması da gerekir.
Borçlanma yapılacak sürelerde adına prim yatırılmamış olması şarttır.
Kimler yapabilir?
SGK, 2014 yılına kadar bütün sigortalılara doğum borçlanması hakkı tanımıyordu. 2014 yılında 6552 sayılı kanunla yapılan değişiklik sonrasında bütün sigortalılara doğum borçlanması hakkı tanındı. Bu tarihten sonra sigortalılık statüsü fark etmeksizin bütün kadın sigortalılar doğum borçlanması yapma hakkına kavuştu. 4/a’lı, 4/b’li ve 4/c’li, yani SSK’lı, Bağ Kur’lu ve Emekli Sandığı mensubu bütün kadın sigortalılar doğum borçlanması hakkına sahipler.
Bütün doğumlar borçlanılabilir mi?
Kadın sigortalılar üç doğuma kadar borçlanma yapabilirler. Bu hak daha önce iki doğumla sınırlıydı. 2014 yılında yapılan değişikliğin sonrasında hem bütün kadın sigortalılara doğum borçlanması yapma hakkı tanındı, hem de doğum borçlanması hakkı üçe çıkarıldı. Bu sayede, üç doğumu borçlanma hakkına sahip kadın sigortalının 2 bin 160 gün borçlanma hakkı oldu.
Doğum borçlanması ne sağlar?
Doğum borçlanması yapan kadın sigortalı çalışmadan gün elde etmiş olur. Kadın sigortalılar genellikle emeklilik için gerekli yaş ve sigortalılık süresi şartını doldururlar ancak doğum nedeniyle iş hayatından uzak kaldıkları için prim ödeme gün sayısı şartını sağlayamazlar. Bu durumda doğum borçlanması devreye girer ve prim ödeme gün sayısını doldurma hakkı tanır. Doğum borçlanması ile prim ödeme gün sayısı artan kadın sigortalı emekli olma hakkına kavuşabilir.
Emeklilik tarihini öne çeker mi?
Doğum borçlanması ancak doğumdan önce sigorta girişi olan kadın sigortalılar tarafından yapılabilir ve yalnızca prim ödeme gün sayısı kazandırır. Doğumdan sonraki süreler borçlanılabildiği için sigorta girişi geri gitmez ve emeklilik için avantaj söz konusu olmaz. Dolayısıyla, doğum borçlanması yapan kadın sigortalı daha önce hangi koşullara tabi olarak emekli olacaksa, yine aynı koşullar üzerinden emekli olabilir. Emeklilik koşullarında bir değişiklik olmaz. Yalnızca gün kazanılması söz konusu olur.
Hangi süreler için yapılabilir?
Doğum borçlanması doğumdan sonraki en fazla iki yıllık süre için yapılabilir. Her doğumda en fazla 720 günlük süre borçlanılabilir. Bu sürenin üzerinde doğum borçlanması yapılamaz. Dolayısıyla, her doğum sonrasında kadın sigortalı 720 gün borçlanma hakkına sahiptir. Diğer yandan, 720 günün altında borçlanma yapılması mümkündür. Yani, üst limit 720 gün olmak üzere kadın sigortalı istediği kadar borçlanma yapabilir.
Staj sonrası doğum borçlanması
Staj yapan kadın sigortalıların doğum borçlanması ile emeklilik yaşını öne çekme ihtimali bulunmaktadır. İş hayatına staj yaparak başlayan ve bu dönemde adına kısa vadeli sigorta kolları primi yatan kadın sigortalılar daha sonra uzun vadeli sigorta kollarına tabi olarak çalışmaya başladıkları süre içerisindeki doğumlarını borçlanabilirler.
Bu durumda, ilk kez uzun vadeli sigorta kollarına tabi olarak çalışmaya başladıkları tarih borçlandıkları süre kadar geri gelir. Bu da emeklilik yaşını öne çeker.
İki yıl erken emeklilik
Örneğin, 25 Mayıs 1994 tarihinde staj girişi olan ve bu sürede adına kısa vadeli sigorta kollarına prim ödenen kadın sigortalı 25 Mayıs 1997 tarihinde uzun vadeli sigorta kollarına tabi olarak işe girmiş ise bu girişi nedeniyle 54 yaşında, 5.975 prim günü ve 20 yıl sigortalılık şartıyla emekli olabilecektir. Bu kadın sigortalının 25 Mayıs 1995 tarihinde gerçekleştirdiği doğumu borçlanma hakkı bulunmaktadır.
Doğum borçlanması sonrası ilk kez uzun vadeli sigortalı olduğu tarih iki yıl geriye gidecektir. Bu durumda, 25 Mayıs 1995 olarak güncellenen sigortalı olduğu tarih ile bu kişinin emeklilik şartları 52 yaş, 5.825 prim günü ve 20 yıl sigortalılık olacaktır.
Dolayısıyla, iki yıllık doğum borçlanması iki yıl erken emeklilik hakkı doğuracaktır. Ancak bu durum yalnızca staj girişi ile ilk kez uzun vadeli sigorta kollarına tabi olunan süre içerisindeki doğumların borçlanılması halinde geçerlidir. Diğer doğum borçlanmalarında yalnızca prim ödeme gün sayısı eklenir, emeklilik yaşı değişmez. Cem Kılıç
http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/dogum-borclanmasi-emekliligi-nasil-2760062/
Ölüm Aylığı Bağlanmasında Bu Yıl Çok Önemli Değişiklikler Yapıldı
Yeni düzenlemeler kapsamında 2008 Ekim ayından önce ölen sigortalıların hak sahiplerine ölüm aylığı bağlanması konusunda önemli değişiklikler yapıldı. Daha önce ölüm aylığı bağlanamayan veya bağlanan ölüm aylığı kesilenleri yakından ilgilendiren değişikliklerle ilgili okurlarımızdan çok sayıda soru geliyor. Çoğu hak sahibinin de yapılan değişiklikten haberi bulunmuyor. 2008 Ekim ayından önce ölenlerin hak sahipleriyle ilgili değişiklikler şöyle:
ÇALIŞAN MALÛL ÇOCUKLARIN ÖLÜM AYLIĞI
2008 Ekim ayından önce, anne babasından dolayı SSK’dan ölüm aylığı bağlanan malûl çocuk, 4/a statüsündeki çalışmasından dolayı aylığı kesilmişse yeniden aylık başvurusunda bulunacak. Sağlık kontrolünde malûliyetin devam ettiğine ilişkin rapor alırsa, çalışıp çalışmadığına bakılmaksızın ölüm aylığı bağlanacak.
ÇALIŞTIĞI İÇİN YETİM AYLIĞI KESİLEN ERKEK ÇOCUKLAR
Anne babasından dolayı 2008 Ekim ayından önce ölüm aylığı bağlanan ve 4/a kapsamında çalışmakta olan erkek çocuk, örneğin bahar aylarında önlisansı bittiği için aylığı kesilip, sonbaharda yeniden üniversiteye girmişse, çalışmaya devam etse bile yeniden ölüm aylığı bağlatabilecek.
2008’den önce ölen anne babasından dolayı ölüm aylığı bağlatmak için ilk defa bu yıl başvuruda bulunan erkek çocuklar eğer çalışıyorsa, 25 yaşından küçük ve öğrenciliği devam ediyor olsa bile aylık bağlatamayacak. Ancak, bu kişilerin son beş yıl içinde çalışmadıkları dönemler için hak ettiği aylıklar ödenecek.
KIZLARA ÖLÜM AYLIĞI BOŞANDIĞI TARİHTEN GEÇERLİ
SSK’lı babası 2006 yılında ölen bir kadın 1 Ocak 2016 tarihinde boşanmışsa, babasından dolayı ölüm aylığı bağlatmak için bugün başvurduğunda bile boşanma tarihinden başvuru yaptığı tarihe kadar geriye dönük aylıkları da alabilecek. SGK’dan bu tür alacaklarda 5 yıllık zaman aşımı uygulanıyor. Dolayısıyla bu şekilde en fazla 5 yıllık süre için geriye dönük ödeme yapılıyor.
ANA BABALARA ÇOCUKLARINDAN ÖLÜM AYLIĞI
SSK ve Bağ-Kur’ statüsündeki çocukları 2008 Ekim ayından önce ölen 65 yaş üzerindeki anne babalara ilişkin önemli değişiklik yapıldı. Bunlara aylık bağlanabilmesi için daha önce, “artan hisse” olup olmadığına bakılıyordu. Örneğin, ölen çocuklarının eşine yüzde 50, iki kızına da yüzde 25’şer oranında aylık bağlanmışsa, anne babaya aylık bağlanmıyordu. Bu durumdaki anne babalar Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) yeniden başvurdukları takdirde, artan hisse olup olmadığına bakılmaksızın 5 Aralık 2017 tarihinden geçerli olmak üzere aylık bağlanacak. Aylık bağlanabilmesi için, SGK’dan başka bir gelir/aylık bağlanmamış olması ve aylık gelirinin bin 603 liradan az olması koşulu aranacak. Koşulları sağlayan anne babanın her birine yüzde 25 oranında ölüm aylığı bağlanacak.
65 yaşını doldurmayan anne/babalara aylık bağlanabilmesi için, diğer koşullara ilave olarak artan hisse olup olmadığına bakılacak.
SONRADAN HAK SAHİBİ OLAN MALÛL VE ERKEK ÇOCUKLAR
2008 Ekim ayından önce ölen SSK’lı sigortalının bu tarihten sonra hak sahibi olan malûl erkek çocuklarına, herhangi bir işte çalışmaları halinde ölüm aylığı bağlanmayacak.
ÖLEN BAĞ-KUR’LULARIN KIZLARI
2008’den önce ölen Bağ-Kur’lu anne babasından dolayı ölüm aylığı alan kızlar, aynı zamanda Emekli Sandığı’na tabi eşinden dolayı da dul aylığı alıyorsa, 2016 yılından itibaren yetim aylığı kesiliyordu. Emekli Sandığı’na tabi kocasından dul aylığı aldığı için yetim aylığı kesilmiş olanlar yeniden başvurdukları takdirde 1 Ocak 2018 tarihinden geçerli olmak üzere yetim aylığı bağlatabilecekler.
BAĞ-KUR’LUNUN MALÛL KIZLARI
Bağ-Kur’lu anne babasından dolayı ölüm aylığı talebi, evli olduğu gerekçesiyle daha önce reddedilmiş bulunan malûl kız çocukları, yeniden başvuru yaptıkları takdirde, 5 Aralık 2017 tarihinden geçerli olmak üzere ölüm aylığı alabilecekler.
SSK’LI EŞİNDEN DUL AYLIĞI ALAN KADINLAR
SSK’lı eşinden dolayı dul aylığı almakta olan kadınlara, 2008’den önce ölen BAĞ-KUR’lu babasından dolayı bağlanan yetim aylıkları 2016’dan sonra kesilmişti. Bu durumdaki kız çocukları yeniden başvurdukları takdirde, hangi aylık yüksek ise o aylığın bağlanması konusunda tercih hakkı tanınacak.
https://www.haberturk.com/ssk-ve-bag-kurlularin-yakinlari-dikkat-2177248-ekonomi
İşçinin Sigorta Maliyet (2018)
Banka Hesaplarında Yüksek Nakit Girdi Ve Çıktısı Olan Şahıslar
Ekonomik gelişim sürecinde banka sistemi üzerindeki hareketlerin finansal sektörde izler bırakarak devam ettiği görülmektedir. Banka sistemi verilerinden yola çıkılarak yapılan toplu vergi incelemelerinde pek çok kimsenin vergi kaydı olmadığı hatta herhangi bir şirkette ortaklığının bulunmadığı görülmektedir. Banka hesaplarından yola çıkılarak yapılan vergi incelemelerinde hesap sahibi adına yüksek montanlı paraların girip çıktığı görülebilmektedir. Bu gibi durumlarda vergi müfettişleri hesap sahibine çeşitli sorular yöneltmektedirler. Bu sorular kısaca şöyledir:
- Hesap sahibi kimsenin gerçek usulde veya basit usulde vergi kaydının bulunup bulunmadığı
- Hesap sahibinin herhangi bir anonim veya Limited şirkette ortaklığı, müdürlüğü vs. durumunun olup olmadığı
- Hesap sahibinin herhangi bir tarihte gayrimenkul, otomobil veya kıymetli bir varlık satışının bulunup bulunmadığı
- Hesap sahibi adına yut içinden veya yurt dışından gönderilen havale, para ve EFT’nin mahiyeti
- Gelen paraların hesap sahibinin mevduatına girdikten sonra kimlere ve nerelere bu paraların transfer edildiği,
- Hesaba giren paranın bilahare kimlere hangi maksatla geri transfer edildiği, bu transfer karşılığında herhangi bir fatura veya belge alınıp alınmadığı konuları,
- Hesaba gelen paralar veya konulan çeklerle ilgili karşı tarafa fatura düzenlenip düzenlenmediği,
- Vergi kaydı olmayıp ancak banka hesabı bulunan bu kimseye gelen havalelerle ilgili havale yollayan kimselerin hukuki durumu, bu kimselerin bu paraları bir iş veya mal karşılığı mı yolladıkları,
- Vergi kaydı olmayıp, ancak kendi adına bankada açılan hesaba gelen paraların daha evvel bu hesap sahibi tarafından bu kimselere elden veya başka şekillerde yollanan paraların bulunup bulunmadığı, bu paraların herhangi bir faiz mukabilinde gelen para olup olmadığı,
- Vergi kaydı olmayan hesap sahibi adına gelen ve giden paraların herhangi bir çek kırdırma ile ilgili olup olmadığı vs.
Banka sistemi verileri üzerinden hareket edilerek yapılan toplu vergi incelemelerinde hesap sahiplerinin bizzat görüşlerine müracaat edilerek bu paraların içerikleri sorgulanmaktadır. Ülkemizdeki kayıt dışılık ve istihdam üzerindeki vergi ve sigorta primleri dikkate alındığında kayıt dışılığın %65’in üzerinde olduğu ve vergi ve sigorta yükünün ise %42 civarında olduğu ifade edilmektedir.
Diğer yandan, kayıtlı çalışanların düşük tutardan bordrolarda gösterilmesi ve bunlara açıktan fiili ücretlerin ödenmesi önemli bir kayıt dışılığa neden olmaktadır. Ülkemizde, KDV oranlarının çok yüksek olduğu yıllar itibariyle giderek bu oranların düşmesine rağmen belli sektörlerde KDV oranları çok yüksektir. Özellikle, inşaat ve tekstil sektöründeki KDV oranlarının aşağı çekilmesi ile beraber bu sektörlerde kayıt dışılık önlenememektedir.
Bankalar ve finans sektörü üzerinden yapılan para transferleri çoğu zaman vergi kaçağına neden olabilmektedir. Maliye banka verilerinden hareketle toplu vergi incelemeleri 4 – 5 yıldır sürdürmektedir. Bu vergi incelemelerinde yaygın olarak kayıt dışılık takip edilmektedir. Bu incelemeler neticesinde kayıt dışı işlemler yaparak veya bu işlemlere aracılık edenler banka sistemi üzerinde iz bırakanlar yüksek vergi, ceza ve gecikme zamları ile karşılaşmalarına neden olacaktır. Özellikle incelemelerin zamanaşımı süresi olan 5 yıla yayılması halinde pek çok kimse vergi kaydı açılarak yüksek cezalı tarhiyatlara maruz kalmaktadırlar.(1)
İşletme ile bağlantılı kayıt dışı banka hesabı ve işlemi saptandığı takdirde konu kendi içerisinde analiz edilerek yapılan uygulamalar işletmenin gelir tablosunda yer alan satışların maliyetinden işçilik maliyetleri arındırılarak ortaya çıkan tutar bulunmaktadır. Brüt satışlar, bu kaleme bölündüğü takdirde brüt satış kar marjı hesaplanmaktadır. Kayıt dışı hesaba giren ve açıktan hasılat değerlendirilen tutar yukarıdaki şekilde bulunan brüt kar marjı ile çarpılarak hesaplanan açıktan kazanç vergi tarhiyatına esas kazanç olabilecektir. Kayıt dışı hasılat nedeniyle hesaplanan KDV de hesaplanmak suretiyle işletmenin KDV beyannameleri yeniden düzenlenebilmektedir. Kayıt dışı hasılata ait olarak tevsik zorunluluğuna uyulmadığı için de açık hasılatın %5’i nispetinde VUK md. 355 hükmü gereğince özel usulsüzlük cezası kesilebilir. Nazlı Gaye Apaslan https://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/banka-hesaplarinda-yuksek-nakit-girdi-ve-ciktisi-olan-sahislar/haber-22161
-------------
(1) YAZ Dursun Ali, “Maliyeciler Nerden Buldun Sorusunu Sorabilirler mi?”, Vergide Doğru Bilinen Yanlışlar, HUD Yayınları, İstanbul 2011, s.214-218.
İsteğe Bağlı Sigorta Ve Şartları
Gayrimenkul Sermaye İradı Açısından Amortisman Uygulamasında Özellikli Durumlar
I-Gayrimenkul Sermaye İradında Amortisman Uygulaması:
Gelir Vergisi Kanunu (GVK)’nun 74’üncü maddesinin birinci fıkrasında safi iradın bulunması için, GVK’nun 21’inci maddesine göre istisna edilen gayri safi hasılata isabet edenler hariç olmak üzere, gayri safi hasılattan Kanun’da 11 bent olarak düzenlenen giderlerin indirilebileceği hüküm altına alınmıştır. Ayrıca, mezkur maddenin 6’ıncı bendinde kiraya verilen mal ve haklar için ayrılan amortismanların gayrimenkul sermaye iradı safi tutarının tespitinde gider olarak dikkate alınabileceği hüküm altına alınmıştır. Yine bahsi geçen bende göre, amortismana tabi değerin, malum ise maliyet bedeli, malum değilse, bina ve arazi için vergi değeri, diğer mallar için Vergi Usul Kanunu(VUK)’nun 267’nci maddesinin 3’üncü sırasına göre tespit edilen emsal değeri olduğu hüküm altına alınmıştır.
Dolayısıyla, gayrimenkul niteliğindeki mal veya hakların teknik gerekçelerle maliyet bedeli doğru veya tam olarak tespit edilemiyorsa, bina ve arazi niteliğindeki gayrimenkul unsurlar için vergi değeri, diğer gayrimenkul niteliğindeki unsurlar için ise emsal değeri dikkate alınmak suretiyle amortisman hesaplaması yapılacaktır. Fakat uygulama esnasında amortisman nedeniyle doğan belli bazı sorunlar, gayrimenkul sermaye iradı safi tutarının tespiti esnasında indirilecek olan amortisman tutarını etkilemektedir. Bu konuda doğabilecek sorunlardan bazıları aşağıda açıklanmaya çalışılmaktadır[1]:
II-Gayrimenkul Sermaye İradında Amortisman Uygulamasında Karşılaşılan Sorunlar:
1-Veraset Yoluyla veya İvazsız Suretle İktisabı Gerçekleşen Gayrimenkullerde Amortisman Uygulaması:
Gayrimenkul sermaye iradının tespiti esnasında gider olarak dikkate alınacak amortisman konusunda iktisap edilmiş bulunulan gayrimenkulun veraset yoluyla veya ivazsız olarak alınıp alınmadığı önem taşımaktadır. Veraset yoluyla veya ivazsız bir suretle iktisap edilen gayrimenkul niteliğindeki mal ve hakların amortisman tutarının, hangi değer üzerinden hesaplanacağı ve amortisman süresinin nasıl tespit edileceği önemli bir sorun olarak karşımıza gelmektedir. Bu konudaki görüşlerden birisine göre, veraset yoluyla iktisap olunan gayrimenkulun ölen şahsa mal olmuş değeri, bir başka ifadeyle “maliyet bedeli” üzerinden hesaplanması gerekmektedir[2]. Bize göre ise, bu yöntemin uygulanma imkanı hukuken bulunmamaktadır. Zira, GVK’nun 1’inci maddesine göre gelir vergisi bir gerçek kişinin gelirleri üzerinden alınmaktadır. Sonuç itibariyle, ölen kişinin veya ivazsız intikali gerçekleştiren şahsın bu intikalle birlikte vergi mükellefiyeti artık sona ermekte, söz konusu iktisaptan sonra ise hukuken üçüncü bir kişinin gayrimenkul sermaye iradı kapsamında mükellefiyeti başlamaktadır. GVK kapsamında gayrimenkul sermaye iradı dolayısıyla yeni mükellefiyete giren şahsın, vergiye tabi bulunan gayrimenkul sermaye iradını tespit ederken gider olarak indireceği amortisman tutarını, ölen şahsa veya ivazsız intikali gerçekleştiren şahsa, bu gayrimenkul dolayısıyla yansıyan maliyet bedeli üzerinden hesaplama imkanı bize göre bulunmamaktadır. Çünkü, GVK’nun 74’üncü maddesinin birinci fıkrasının 6’ıncı bendinde amortismanın kiraya verilen mal veya haklara ilişkin maliyet bedeli üzerinden hesaplanacağı belirtilmekle beraber, bu maliyet bedelinin kiraya verilen mal veya hak dolayısıyla katlanılan maliyet bedeli olduğu açık olarak vurgulanmaktadır. Fakat, veraset yoluyla veya ivazsız intikal yoluyla gayrimenkul niteliğindeki mal veya hak iktisap edenin katlandığı bir maliyet bulunmamaktadır. Zira, bu sözleşmeler hukuken tek tarafa borç yükleyen sözleşmelerdir. Dolayısıyla, bu şekilde gerçekleşen intikallerde gayrimenkulu devreden kişiye ilişkin maliyet bedeli amortisman uygulamasında dikkate alınamaz. Bize göre, veraset yoluyla veya ivazsız intikal suretiyle gayrimenkul iktisap eden şahsın amortisman tutarını, GVK’nun 74’üncü maddesinin birinci fıkrasının 6’ıncı bendinde belirtildiği üzere; bina ve arazi için vergi değeri, diğer mallar için Vergi Usul Kanunu(VUK)’nun 267’nci maddesinin 3’üncü sırasına göre tespit edilen emsal değeri üzerinden hesaplaması gerekmektedir. Amortismanın hiç hesaplanmaması gerektiği görüşünü ise hakkaniyete ve vergi mantığına aykırı bulmaktayız. Zira, iradın sağlanması veya devamı için katlanılması gereken yıpranma payı esas itibariyle safi kazancın tespitinde dikkate alınması gereken gerçek bir giderdir.
Ayrıca, veraset yoluyla veya ivazsız suretle intikal eden gayrimenkullerde amortisman süresinin intikalin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden mi başlayacağı, yoksa kaldığı yerden devam mı edeceği bir başka sorun olarak göze çarpmaktadır. Bize göre, yine yukarıda yer alan açıklamalar kapsamında ölen kişinin veya ivazsız intikali gerçekleştiren şahsın bu kapsamdaki vergi mükellefiyeti artık sona erdiğinden ve söz konusu iktisaptan sonra hukuken üçüncü bir kişinin gayrimenkul sermaye iradı kapsamında mükellefiyeti başladığı için, amortisman süresinin yeniden başlaması gerekmektedir. Zira, veraset yoluyla veya ivazsız suretle gerçekleşen intikal aynen satış gibi bir hukuki olay olup, vergiyi doğuran olay yeni mükellefin bünyesinde yeniden vücut bulmuştur. Aksi halde, gayrimenkulun önceki sahibine ilişkin istisna ve diğer şartların yeni mükellef bünyesinde de devam etmesi beklenir ki, bu durum vergi mantığıyla uyuşmamaktadır. Konuyla ilgili olarak aksi yöndeki görüş sahiplerine göre ise, amortisman süresi ölen kimsenin gayrimenkulu iktisap ettiği tarihte başlamaktadır. Varislerin amortisman ayıracakları süre, ölen kimsenin iktisap tarihinden ölüm tarihine kadar geçen yılların indirilmesinden sonra kalan süreden ibarettir. Kiraya verilen mal veya hak tamamen itfa edilmiş ise, bu durumda yeni malikin amortisman ayırma imkanı bulunmamaktadır[3].
Bununla birlikte bir başka görüşe göre veraset suretiyle intikal eden gayrimenkullerde, varisler, bilinmekte ise, amortismanı ölene ait maliyet bedeli üzerinden ayırmaya devam ederler. Aksi halde vergi değeri veya emsal bedeli esas alınır. Bu mal ve haklar, veraset ve intikal vergisi bakımından yeni bir değerlemeye konu olmuş bulunmakla beraber, gayrimenkul sermaye iradının safi tutarının tespiti için ayrılacak amortisman yönünden, ölen kimsenin amortisman ayırdığı veya ayırması gereken değerden farklı bir değer esas alınamaz. Öte yandan, amortisman süresi de, ölen kimsenin gayrimenkulü iktisap ettiği tarihten başlar. Varislerin amortisman ayıracakları süre, ölen kimsenin İktisap tarihinden ölüm tarihine kadar geçen yılların indirilmesinden sonra kalan süreden ibarettir. Kiraya verilen mal veya hak, ölümden önce tamamen itfa edilmişse veya amortisman süresi ölüm tarihinde dolmuşsa, varislerin amortisman ayırması mümkün değildir. Giderlerini gerçek usulde tespit eden gayrimenkul sermaye iradı sahipleri tarafından verilen yıllık gelir vergisi beyannamelerinde gayrimenkule ait amortisman düşülmemesi halinde buna isabet eden verginin maddi hata yolu ile tahsili imkânı yoktur[4].
Bu görüşe ise, yukarıda yer alan açıklamalar kapsamında katılma imkânımız bulunmamaktadır; zira böyle bir durum mükellefiyetin birleşmesi demek olur ve bize göre 213 sayılı VUK’nun vergi hatası hükümleri kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
2-Gayrimenkul Onarımı Niteliğini Aşan Harcamalar:
GVK’nun 74’üncü maddesinin birinci fıkrasının 7’inci bendine göre; gayrimenkul dolayısıyla kiraya verenin yapmış bulunduğu onarım harcamaları vergiye tabi gayrimenkul sermaye iradının tespiti esnasında gider olarak indirilebilmektedir. Ayrıca, mezkur kanun maddesinde emlakın iktisadi değerini artıracak surette tevsii, tadili veya bunlara ilaveler yapılması için ihtiyar olunan giderlerin onarım gideri sayılmayacağı belirtilmiştir. Buna göre; gayrimenkul niteliğindeki mal veya haklar dolayısıyla yapılan ve onarım amacını aşan nitelikteki harcamalar gider olarak gayrimenkul sermaye iradından düşülemeyecektir. Fakat, gayrimenkulun değerini sürekli nitelikte artıran veya gayrimenkulu genişletici nitelikteki bu harcamalar, GVK’nun 74’üncü maddesinin birinci fıkrasının 6’ıncı bendi kapsamında amortisman yoluyla gider olarak dikkate alınabilecektir. Maliyet bedelinin tanımı GVK’nda açıklanmamakla birlikte, VUK’nun 262’inci maddesinde iktisadi bir kıymetin iktisap edilmesi veyahut değerinin artırılması münasebetleriyle yapılan ödemelerle bunlara müteferri bilumum giderler olarak tanımlanmaktadır. Bir gayrimenkulun iktisadi kıymetinin devamlı nitelikte artırılması ancak o gayrimenkulun kullanım süresinin uzamasından veyahut söz konusu gayrimenkulun kullanım ömrüne etki etmemekle birlikte, kullanım ömrü boyunca sağlayacağı yararı artırmaktan geçmektedir. Dolayısıyla, bir aracın motorunun yenisiyle değiştirilmesi aracın kullanım ömrünü değiştirmekte, aynı aracın lastiklerinin yenisiyle değiştirilmesi ise söz konusu aracın kullanım ömrünü uzatmamakla birlikte, kullanım süresine bağlı olarak sağlayacağı yararı artırmaktadır. Benzer şekilde Danıştay’ın bir kararında da, kömürlü kalorifer sisteminin mazotluya çevrilmesi dolayısıyla tahakkuk eden giderlerin kullanım ömrüne etki etmemekle birlikte, kullanım ömrüne bağlı olarak sağlayacağı yararı artıracağı gerekçesiyle onarım harcaması kapsamını aştığını ve amortisman yoluyla giderleştirilmesi gerektiği yönünde karar alınmıştır[5].
Buna göre, söz konusu harcamalar gayrimenkul için maliyet bedeli niteliğinde bulunduğundan amortisman yoluyla giderleştirilecektir. Fakat gayrimenkulun kullanım ömrünü uzatan harcamalar asıl gayrimenkule ilişkin sürede, bu harcamaların yapıldığı tarihten itibaren; gayrimenkulun kullanım ömrünü değiştirmemekle birlikte kullanma bağlı fonksiyon ve yararını artıran nitelikteki harcamalar ise gayrimenkulun kalan faydalı ömrü çerçevesinde amortisman yoluyla giderleştirilirler[6]. Bu sebeplerle, istinat duvarının yapılması, sosyal tesis inşası şeklindeki gayrimenkulün mütemmim cüzi veya teferruatı olarak kabul edilen ve gayrimenkulün iktisadi değerini artıran harcamaların ise maliyet bedeli kabul edilerek amortisman yolu ile indirim konusu yapılması gerekmektedir.
3-Götürü Usulden Gerçek Usule Geçildiği Zaman Amortisman Süresi:
Bilindiği üzere GVK’nun tanıdığı imkân kapsamında mükellefler, gelir vergisine tabi gayrimenkul sermaye iradının safi tutarının tespitinde gerçek veya götürü usul yöntemini kullanabilmektedirler. Fakat, götürü usul uygulayan mükelleflerin, tekrar gerçek usule göre beyana tabi gayrimenkul sermaye iradı tutarını hesaplarlarken amortisman tutarını nasıl tespit edecekleri hususu gündeme gelmektedir. Gayrimenkul sermaye iradı kapsamındaki varlıklarını kiraya veren mükellefler, bazen ilk kiralama işleminin yapıldığı vergilendirme döneminde, bazen de sonraki vergilendirme dönemlerinde doğrudan götürü gider usulünü safi iradın tespiti esnasında kullanabilmektedirler. Dolayısıyla, mükelleflerin götürü gider usulünü kullandıkları süre zarfında, iradın kaynağı niteliğindeki gayrimenkul üzerinden amortisman ayırma imkanları bulunmamaktadır. Zira, GVK’nun 74’üncü maddesinde götürü gider şeklinde hesaplanan giderlerin, mezkur maddede sayılan gerçek giderlere karşılık olarak ayrılacağı hüküm altına alınmıştır. Sonuç olarak, bahsi geçen götürü gider içerisinde, iradın kaynağı niteliğindeki gayrimenkul unsur üzerinden ayrılması gereken amortisman tutarları da bulunduğundan, mükerrer amortisman ayırma imkanı bulunmamaktadır.
VUK’nun amortisman mevzuuna ilişkin 313’üncü maddesi değerlendirildiği zaman, iktisadi kıymetler üzerinden amortisman ayrılması temel olarak bu kıymetlerin kullanılması, yıpranması veya kıymetten düşmesi gerekçelerine dayanmaktadır. Dolayısıyla, kullanma veya yıpranma fiilleri bulunmasa dahi, kıymetten düşme gerekçesi onun yerine geçerek amortisman süreci kaldığı yerden devam etmektedir.
Sonuç itibariyle amortisman müessesesi bir bütündür ve hukuken kazanç tespit yöntemin farklı olması bu bütünlüğü ortadan kaldıramaz. Zira, amortismana tabi iktisadi kıymet dolayısıyla beyanı gereken iradın safi tutarının götürü gider usulü esasında tespit edilmiş bulunması, bu iktisadi kıymetin faydalı ömrünü uzatmayacaktır[7]. Bir başka ifadeyle, gayrimenkul sermaye iradının tespiti esnasında götürü usul kullanıldığı dönemlere ilişkin amortisman süresi fiilen işlemiş sayılmaktadır ve daha sonra gerçek usulün tercihi esnasında kalan amortisman süresi uzatılamayacaktır.
4-Gayrimenkulun Vergilendirme Dönemi İçerisinde Elden Çıkarıldığı Durumlarda Amortisman Uygulaması:
Gayrimenkul sermaye iradı kapsamında amortisman uygulaması esnasında karşılaşılabilen bir başka önemli nokta ise, gayrimenkulun dönem içerisinde elden çıkartıldığı durumlarda amortismanın hesaplanıp hesaplanmayacağı veya hesaplanacaksa nasıl hesaplanacağıdır.
Bilindiği üzere, amortisman müessesi VUK’nda düzenlenmekle birlikte, özü itibariyle dönemselliğin bir parçası olarak dikkate alınan değerleme hükmüdür. VUK’nda amortismanın günlük belirlenebileceğine ilişkin bir hüküm bulunmamakla birlikte, engelleyici bir hükümde bulunmamaktadır. VUK’nun 320’inci maddesinde ise her yılın amortismanının sadece o yıl için dikkate alınabileceği hüküm altına alınmıştır. Vergi mevzuatında gün esasına göre amortisman hesaplanması sadece GVK’nun 43’üncü maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bize göre, gerçek usulün uygulandığı durumlarda gayrimenkulun elden çıkartıldığı döneme kadar işlemiş bulunan sürenin amortisman hesaplanması sırasında dikkate alınması gerekmektedir. Zira, satış veya elden çıkarmanın gerçekleştiği tarih de bir değerleme dönemidir.
Bunlara ilave olarak, VUK’nun 313’üncü maddesi kapsamında iktisadi kıymet kullanıma bağlı olarak yıpranmak veya aşınmak suretiyle iktisadi değerini kaybetmektedir. Ayrıca götürü gider usulü uygulandığı durumlarda, hesaplanan götürü gider içinde amortisman da bulunmaktadır. Götürü gider amortismanı da ihtiva ettiğine ve götürü gider usulünde amortismanı diğer giderlerden ayırma imkanı bulunmadığına göre gerçek gider usulünde amortismanın kabul edilmemesi, bu iki usulden birini seçenler arasında farklı işlem yapılması sonucunu doğuracaktır. Bu durum ise kanunun aradığı amacın dışında kalacaktır. Çünkü GVK, götürü gider usulünü gerçek giderlerin yerine dikkate almaktadır ve bu gerçek giderlerden bir tanesi de amortisman gideridir.
5-Gayri Safi Hasılattan Gayrimenkulun İktisap Bedelinin %5’inin İndirimi İle Amortisman Uygulaması Aynı Zamanda Uygulanabilir Mi?
GVK’nun 74’üncü maddesinin birinci fıkrasının 4’üncü bendine göre, mükellefler tarafından kiraya verilen mal ve haklar dolayısıyla yapılan ve bunlara sarf olunan borçların faizleri ile konut olarak kiraya verilen bir adet gayrimenkulun iktisap yılından itibaren 5 yıl süre ile iktisap bedelinin %5’i gayrisafi irattan gider olarak indirilebilmektedir. Ayrıca, aynı bentte parantez içinde yer alan ifadeye göre; iktisap bedelinin %5’i tutarındaki bu indirim, sadece ilgili gayrimenkule ait hasılata uygulanacak olup, indirilmeyen kısım ise GVK’nun 88‘inci maddesinin 3’üncü fıkrasının uygulanmasında gider fazlalılığı sayılmayacaktır. Kanun’un açık olan lafzından da anlaşılacağı üzere, mükellefler tarafından konut olarak kiraya verilen bir adet gayrimenkul için gayrimenkulun iktisap tarihinden itibaren 5 yıl süre ile iktisap bedelinin %5’inin gayrisafi irattan gider olarak indirimi mümkün kılınmaktadır. Fakat, bu uygulamanın safi iradın tespiti esnasında yapılan amortisman uygulamasına ilave olarak ortaya konduğu anlaşılmaktadır. Zira, amortisman uygulaması gayrimenkul sermaye iradı kapsamında olan tüm mal ve haklara tanınmış bulunmakla birlikte; gayrimenkulun iktisap bedelinin %5’i tutarındaki indirimin sadece konut olarak kiraya verilen gayrimenkuller için uygulanması mümkün bulunmaktadır. Ayrıca, GVK’nun 74’üncü maddesinde de her iki tür giderin safi iradın tespiti sırasında indirimi hususunda herhangi bir sınırlama bulunmamaktadır. Fakat, GVK’nun 74’üncü maddesinin birinci fıkrasının 4’üncü bendine göre; gayrimenkul iktisap bedelinin %5’i tutarındaki bu indirim, sadece ilgili gayrimenkule ait hasılata uygulanacak olup, ancak, indirilmeyen kısım GVK’nun 88‘inci maddesinin 3’üncü fıkrasının uygulanmasında gider fazlalılığı sayılmayacaktır. Dolayısıyla mükelleflerin, safi iradın tespiti esnasında öncelikle GVK’nun 74’üncü maddesinde gider sınırlaması bulunmayan amortisman gibi diğer giderleri dikkate almalarında fayda bulunmaktadır.
6-Dövizli Alınan Gayrimenkullerde Kur Farklarına İlişkin Amortisman:
Gayrimenkulün iktisabı için kullanılan konut kredisi anapara ödemelerine ve bu anapara taksitlerine ilişkin kur farklarının, söz konusu gayrimenkulden elde edilen kira geliri için verilecek gayrimenkul sermaye iradı beyannamesinde gider olarak indirim konusu yapılması mümkün bulunmamaktadır. Ancak, anapara taksitine ilişkin ödenen kur farklarının gayrimenkulün iktisap bedeline eklenmesi suretiyle oluşacak bedelin % 5 ini aşmayacak şekilde 5 yıl süreyle sadece ilgili gayrimenkule ait gayrisafi hasılattan gider olarak indirim konusu yapılması mümkün bulunmaktadır. Ayrıca, yine söz konusu anapara taksitine ilişkin ödenen kur farklarının iktisap edilen gayrimenkulün maliyetine eklenmesi suretiyle bulunan yeni değer üzerinden hesaplanan amortisman tutarının gayrisafi hasılattan indirim konusu yapılacağı tabiidir[8].
7-Beyanname Verilemeyen Veya İradın Tahsil Edilemediği Hallerde Amortisman Süresi:
Kiraya verilen gayrimenkullerle ilgili olarak gayrimenkul sermaye iradının tahsil edilemediği dönemler için amortisman ayrılıp ayrılamayacağı ve GVK’nın 86. Maddesi uyarınca beyanname verilemeyen durumlarda o dönemin amortisman süresinin hesabında dikkate alınıp alınmayacağı bir başka önemli konudur. Gayrimenkul sermaye iradı elde edilmese dahi tacirlerle çiftçiler ve serbest meslek erbapları tarafından da beyanname verilmesi zorunluluk haline getirilmesine karşın, tacirlerle, çiftçiler ve serbest meslek erbapları dışında kalanların gelir elde etmediği zamanlarda beyanname verme yükümlülüklerinin bulunmamasının bir hak olarak değerlendirilmesi tutarlı ve rasyonel bir görüş olacaktır. Bu durumda, bahsedilen nedenlerle beyanname verilmemesi veya GMSİ’nın beyan edilememesi/edilmemesi durumlarında amortisman süresinin uzatılması hakkaniyete uygun olmakla beraber, VUK hükümleri kapsamında faydalı ömrün uzatılamayacağı gerekçesiyle bu durumun mümkün olduğunu söylemek bize göre çok mümkün gözükmemektedir.
8-Amortisman Süresinin Belirlenmesinde Tapuya Tescil Durumu:
Bilindiği üzere, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’na göre gayrimenkullerde hukuki tasarruf tapuya tescil ile mümkün olmaktadır. Ancak bazı hallerde, hukuki tasarruf, yani tapuya tescil gerçekleşmeden önce de kişiler gayrimenkul üzerinde fiilen tasarrufta bulunabilmektedir. Buna göre, gayrimenkuller için “iktisap” genel olarak tapuya tescil tarihinde gerçekleşmekle birlikte, gayrimenkulün fiili tasarruf hakkının alıcıya tapuya tescilden önce bırakılması halinde, iktisabın gerçekleşmiş sayılması gerekmektedir. Bu durumda söz konusu gayrimenkul üzerinden gayrimenkul sermaye iradı sağlanması durumunda 213 sayılı VUK’un 3. maddesinde yer alan gerçek mahiyet ilkesi gereğince söz konusu gayrimenkulun fiilen kiraya verildiği veya kullanıldığı tarihten itibaren amortisman ayrılması gerekmektedir.
9-Konut Olarak Kullanılmakta İken Kiralanan Taşınmaz ve Hakların Durumu:
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 315’üncü maddesinde; “Mükellefler amortismana tâbi iktisadî kıymetlerini Maliye Bakanlığı’nın tespit ve ilân edeceği oranlar üzerinden itfa ederler. İlân edilecek oranların tespitinde iktisadî kıymetlerin faydalı ömürleri dikkate alınır.” denilmiş, anılan maddenin Maliye Bakanlığına verdiği yetkiye istinaden amortismana tabi iktisadi kıymetler için uygulanacak “Faydalı ömür ve amortisman oranları” tesbit edilmiş ve bu oranlar 339, 365, 389, 399 ve 406 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğleri ile değişik 333 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği eki liste açıklanmıştır.
Buna göre ikamet olarak kullanılmakta iken gayrimenkul sermaye iradı olarak gelir vergisinin konusuna giren gayrimenkullerin veya gayrimenkul sermaye iradına kaynak teşkil eden konutların, 333 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğ eki listenin “1.4.İkamet olarak kullanımdan kiralık hale getirilen evler” kısmında yer verilen 50 yıl ve % 2 amortisman oranı ile amortismana tabi tutulması gerekmektedir.
Fakat, özellikle binalarda kiralamaya konu olan boş arazi ve arsalar, amortismana tabi değildir. Dolayısıyla, bunlarla ilgili olarak maliyet bedeli üzerinden amortisman hesaplanması ve bu giderin, elde edilen kira gelirinden indirilmesi mümkün değildir. Öte yandan, tapuya tescil edilen haklarda, amortisman, bu hakların tapuya kayıt sırasında bildirilen değerleri üzerinden hesaplanacaktır.
10-Gayrimenkulün Amortismana Tabi Vergi Değerindeki Değişiklikler:
Bina ve arazinin vergi değeri, Emlak Vergisi Kanunu’nun 29. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Buna göre bina ve arazinin vergi değeri bina ve arazinin rayiç bedelidir. Rayiç bedel, bina ve arazinin beyan tarihindeki normal alım satım bedelidir. Rayiç bedelin tespitinde Emlak Vergisi Beyannamesi verilmesinde uyulacak esaslar dikkate alınacaktır. Bina ve arazinin Emlak Vergisi Değeri (tapuda kayıtlı değeri) daha sonra genel beyan döneminde değişmiş olsa dahi, gayrimenkulün tapuda kayıtlı değeri üzerinden amortisman ayrılmasına devam edilecektir.
11-Gayrimenkullerin Kısmi Kiralanması Durumu:
Gayrimenkul sermaye mahiyetindeki mal ve hakların kısmen kiraya verilmesi halinde, yukarıda yazılı giderlerden yalnız bu kısma isabet edenler hasılattan indirilebilir. Buna göre; kiraya verilmeyen veya kısmen kiraya verilen gayrimenkullerde amortisman sadece kiraya verilen gayrimenkuller veya kiraya verilen dönem için hesap edilerek safi iradın tespitinde dikkate alınabilecektir.
12-İradın İstisna Kısmına İsabet Eden Tutarı:
GVK’nın 21. Maddesine göre Binaların mesken olarak kiraya verilmesinden bir takvim yılı içinde elde edilen hasılatın 2014 yılı için 3.300 TL’si istisnadır. İstisna haddi üzerinde hasılat elde edilip beyan edilmemesi veya eksik beyan edilmesi halinde, bu istisnadan yararlanılamaz.
Gayrimenkul sermaye iradında safi iradın bulunması için, 193 sayılı GVK’nın 21’inci maddeye göre “istisna edilen gayrisafi hasılata isabet edenler hariç olmak üzere” gayrisafi hasılattan amortismanlar indirim konusu edilebilecektir. Buna göre; amortismanların gider olarak dikkate alınmasında söz konusu istisna kısma isabet eden amortismanların safi iradın tespitinde gider niteliği olmadığı açıktır. Ali Çakmakcı taxauditingymm.com
[1] Bu çalışma Yaklaşım Dergisinin 2014/Agustos sayısında yayımlanmıştır.
[2] Özbalcı, Yılmaz; “Gelir Vergisi Kanunu Yorum ve Açıklamaları”; Oluş Yayıncılık; sf(585);
[3] Özbalcı, Yılmaz; “Gelir Vergisi Kanunu Yorum ve Açıklamaları”; Oluş Yayıncılık; sf(585);
[4] Günter, Aydın, Gayrimenkul Sermaye İratlarının Mahiyeti ve Vergilendirilmesi, Yayınlanmamış Bilim Raporu. 29.8.1970 istanbul, s. 57.,
[5] Danıştay 4’üncü Dairesi’nin 07.11.1974 ve Esas No:1973/2245 ve Karar No: 1974/3820 sayılı kararı;
[6] Özbalcı, Yılmaz; “Gelir Vergisi Kanunu Yorum ve Açıklamaları”; Oluş Yayıncılık; sf(811);
[7] Çakmakcı, Ali; “Gayrimenkul Sermaye İradında Götürü Usulden Sonra Gerçek Usule Geçiş Esnasında Amortisman Uygulaması”; Oluş Yayıncılık; Sirküler;
[8] GİB İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 14/04/2014 tarih ve 62030549-120[74-2013/289]-907 sayılı özelgesi,
Primler Kıdem Tazminatı Hesaplanmasında Dikkate Alınır Mı?
Burada devamlılıktan kastedilen husus nedir? Bununla ilgili dikkat edilmesi gereken nokta primin her ay ödeniyor olması değildir. İşyerinde prim ödeme belli koşullara bağlı olarak gerçekleştiriliyorsa , bu koşulları taşımadığı için prim ödemesi yapılmasa dahi yıl içerisinde ödenen tüm primler toplanıp, 365 e bölünerek bir güne düşenmiktar bulunur ve 30 la çarpılıp tazminat hesabına dahil edilir. Örneğin personel hedefi tutturamadığı için kendisine yılın 12 ayı prim ödenmemiş bile olsa ( daha az aylar ödenmiş) bu durumda dahi tazminat hesabında gözetilecektir. Devamlılıktan kasıt, işyerinde böyle bir uygulamanın var olmasıdır. Şayet işveren sürekli değilde sırf işçileri gaza getirmek için teşvik amaçlı belirli bir koşula bağlanmadan ödeme yapmışsa işyerinde devamlı bir uygulama olmadığı için tazminat hesabına dahil edilmeyecektir. İbrahim Halil Şua