Mehmet Özdoğru
Süt İzni Toplu Olarak Kullanılamaz
Kıdem Tazminatı Sistemi 10 Başlıkla
Sistemin önemli ayaklarını oluşturacak 10 başlık şöyle:
- Bir gün çalışanın kıdemi ve kazanımları korunacak. Çalışanların hiçbir hakkı yanmayacak. Kıdem tazminatı planlanır hale gelirken, işverenin de maliyeti düşecek.
- Çalışanların düşük kıdemle işten çıkarılmasını önleyecek düzenleme yapılacak. Kıdem kazanmadan sözleşmesi bitenin de parası birikecek.
- İşten ayrılma durumunda aynı hesap üzerinden kıdem sürecek.
- İşsizlik Fonu'nda olduğu gibi ortak hesap olmayacak. Her çalışanın görebileceği bireysel bir kıdem hesabı olacak. Çalışanlar her ayın sonunda birikimlerinin hangi noktada olduğunu takip edebilecek.
- Çalışanlara birikimlerini değerlendirmesi için yatırım araçları konusunda seçenekler sunulacak. Bu hesaba devlet de katkı sunacak. Çalışan herhangi bir tercihte bulunmazsa birikiminin bir bölümü kamu borçlanma araçlarında da değerlendirilebilecek.
- İstifa edene de tazminat verilecek.
- Bir şirket iflas ettiğinde çalışanın kıdem hakkı yanmayacak.
- Primi ödemeyen işverene yaptırımlar yer alacak.
- Tüm işçilerin erişebilirliği güvence altına alınacak. Yeni sistemle kazanımlar aynen korunacak. Mevcut haklarına hiçbir şekilde dokunulmayacağının garantisi verilecek.
- Kıdemde 30 gün esası korunacak. Kıdem tazminatı sisteminde fona yatırılacak prim oranı yüzde 8.33. Bir yıla karşılık 30 günlük ücret aynen korunuyor.
- Geçen yıl Aile, Sosyal Hizmetler ve Çalışma Bakanlığı'nın yaptırdığı anket yeni sisteme verilen desteği ortaya koyuyor. Ankete göre, çalışanların yüzde 76'sı sendikaların aksine kıdem sistemine sıcak bakıyor. İşverenlerin de yaklaşık yüzde 68'i mevcut sistemden şikâyetçi. Tüm bu hassasiyetler dikkate alınarak yapılacak düzenleme ile kıdem alanların oranının yüzde 100'e çıkarılması hedefleniyor. İşten ayrılan çalışanların toplam kitle içinde tazminat alamama oranı yüzde 66.5, işten çıkarılanların tazminat alamama oranı da yüzde 35.7'yi buluyor.
https://www.haberturk.com/son-dakika-haberler-kidem-tazminati-sisteminde-10-baslik-2209045-ekonomi
Arsa Payı Karşılığı İnşaat İşlerinin Vergilendirilmesinde Ne Değişti?
1. Giriş
Kat karşılığı veya diğer adıyla arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi, arsa sahibinin sözleşme ile belirlenen arsa payını müteahhide tapuda devretmeyi yükümlendiği, buna karşılık müteahhidin kararlaştırılan bağımsız bölümleri arsa sahibine devretme borcunu üstlendiği tam iki tarafa borç yükleyen karma bir sözleşmedir.
Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri bir yandan arsa sahibine para harcamadan arsası üzerine bağımsız bölüm inşa ettirme imkanı verirken, diğer yandan müteahhide peşin para ödemek zorunda kalmadan kendisine kalacak bağımsız bölümlerin arsasına sahip olma fırsatı sunduğu için ülkemizde son derece yaygın kullanım alanına sahip olmuştur.
Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerine konu işlemlerin ve işlemlerden elde edilen kazançların vergilendirilmesi konusu öteden beri pek çok bakımdan tartışmalıdır. Daha açık bir ifade etmek gerekirse konu, hem KDV boyutu ile hem gelir vergisi boyutu ile İdare ile mükellefler ve yargı mercileri arasında derin görüş ayrılıklarının süregeldiği alanların başında gelmektedir.
7104 sayılı Kanun ile 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununda arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerine yönelik aşağıda ayrıntısı yer alan bazı düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeler içerisinde en önemlisi arsa payı karşılığı inşaat işlerinin trampa niteliğinde olduğunun kanun hükmüne bağlanmış olmasıdır. KDV açısından yapılan bu belirlemenin gelir vergisi ve diğer vergiler açısından arsa payı karşılığı inşaat işlerinin hukuki niteliğini değiştirmediğini düşünüyoruz. Bu görüşümüzün dayanakları izleyen bölümlerde açıklanmıştır.
2. 7104 Sayılı Kanun İle Arsa Payı Karşılığı İnşaat İşleri Konusunda KDV Kanununda Yapılan Değişiklikler
7104 sayılı Kanun ile arsa payı karşılığı inşaat işleri konusunda yapılan değişiklikler aşağıda yer almaktadır.
a) KDV Kanununun 2 nci maddesinin 5 numaralı fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir:
“Bu Kanunun uygulanmasında arsa karşılığı inşaat işlerinde; arsa sahibi tarafından konut veya işyerine karşılık müteahhide arsa payı teslimi, müteahhit tarafından arsa payına karşılık arsa sahibine konut veya işyeri teslimi yapılmış sayılır.”
b) KDV Kanununun 27 nci maddesine aşağıda yer alan 6 numaralı fıkra eklenmiştir:
“6. Arsa karşılığı inşaat işlerine ilişkin bedelin tespitinde, müteahhit tarafından arsa sahibine bırakılan konut veya işyerinin, Vergi Usul Kanununun 267 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ikinci sıradaki maliyet bedeli esasına göre belirlenen tutarı esas alınır.”
3. 7104 Sayılı Kanun İle Yapılan Değişikliklerin KDV ve Diğer Vergiler Yönünden Değerlendirilmesi
7104 sayılı Kanun öncesinde arsa payı karşılığı inşaat işlerinde KDV uygulaması konusunda 30 Seri No.lu KDV Genel Tebliği ile İdare tarafından benimsenmiş olan ve daha sonra KDV Uygulama Genel Tebliği, çeşitli sirkülerler ve özelgelerle sürdürülen yaklaşım, temel olarak bir kaç nedenle sorunluydu.
Birincisi, arsa payı karşılığı inşaat işlerinin trampa hükmünde olduğuna ilişkin düzenleme Genel Tebliğ düzeyinde yapılmıştı. Oysa, çok sayıda müellifin belirttiği ve yüksek yargı mercilerinin istikrar kazanmış kararlarında ifade edildiği üzere, bu sözleşme trampa değil çift tipli karma sözleşme niteliğindedir. Trampada bir malın diğer bir malla değişimi söz konudur. Burada arsa payına karşılık müteahhit bir eser vücuda getirip arsa sahibine teslim etmeyi yükümlenmektedir. Bu bakımdan Genel Tebliğ ile getirilen yorum hukuki bir zemine oturmamakta ve bu yoruma dayanılarak yapılan KDV tarhiyatları yargı mercilerinde kabul görmemekteydi.
İkinci olarak arsa sahibine verilecek daire ve/veya işyerlerine tekabül eden arsa payı müteahhide hiç devredilmemesine rağmen arsa tesliminin arsanın tamamı üzerinden yapıldığı kabul edilmekteydi.
Üçüncü olarak arsa sahibine verilen konut ve işyerlerinin KDV’ye matrah olacak emsal bedelinin Vergi Usul Kanunu’nun 267 nci maddesinin hangi sırasına göre tespit edileceği konusunda görüş ayrılıkları mevcuttu. Mükellefler bu konuda daha ziyade ikinci sırada yer alan maliyet bedelini esas alırken, İdare üçüncü sırada yer alan takdir esasının uygulanması gerektiğini iddia edebilmekteydi. Bu konudaki görüş ayrılığı yargı kararlarında da kendini göstermekteydi.
7104 sayılı Kanun ile bu sorunlara aşağıdaki açıklanan şekillerde çözüm getirilmiştir.
a) Arsa Sahibine Kalacak Bağımsız Bölümlere Tekabül Eden Arsa Payının Müteahhide Devredilmediği Kabul Edilmiştir.
Arsa payı karşılığı inşaat işlerinde arsa sahibine kalacak bağımsız bölümlere tekabül eden arsa payı, müteahhide (veya müteahhidin müşterilerine) devredilmemekte, arsa sahibinin mülkiyetinde kalmaya devam etmektedir. 7104 sayılı Kanun ile yapılan düzenleme ile arsa sahibi tarafından müteahhide arsa payı teslimi yapıldığı hükme bağlanmak suretiyle arsa sahibinin tesliminin sadece müteahhide kalacak olan bağımsız bölümlere tekabüle eden arsa payı ile sınırlı olduğu kabul edilmiştir. Böylelikle yasal düzenleme arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin hukuki niteliğine uygun bir noktaya gelmiştir.
b) Emsal Bedelin Tespitinde Maliyet Bedeli Esasının Uygulanacağı Belirtilmiştir.
KDV Kanunun 27 nci maddesine eklenen 6 numaralı fıkra ile arsa karşılığı inşaat işlerine ilişkin bedelin tespitinde, müteahhit tarafından arsa sahibine bırakılan konut veya işyerinin, Vergi Usul Kanununun 267 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ikinci sıradaki maliyet bedeli esasına göre belirlenen tutarı esas alınır denilmek suretiyle uygulamada ve zaman zaman yargı kararlarında süregelen tartışma ve belirsizlik sonlandırılmıştır.
Bu esasa göre maliyet bedeline toptan satışlar için %5, perakende satışlar içinse %10 ilave edilmek suretiyle emsal bedel belirlenmektedir.
18 Seri No.lu KDV Tebliğinde konuya ilişkin detaylı açıklama ve örneklere yer verilmiştir. Söz konusu örneklerden İdarenin perakende ve toptan satış ayırımını arsa sahibinin gerçek usulde KDV mükellefi olup olmamasına bağladığı görülmektedir. İdarenin, Tebliğe yansıyan yorumuna göre eğer arsa sahibi KDV mükellefi ise ve müteahhide arsa payı teslimi KDV’ne tabi ise bu durumda müteahhidin bağımsız bölüm teslimleri “toptan satış” olarak değerlendirilmeli ve maliyet bedeline %5 ilave edilmek suretiyle KDV’ne tabi olacak emsal bedel tespit edilmelidir. Yok eğer arsa sahibinin müteahhide arsa payı teslimi KDV’ne tabi değil ise bu defa müteahhidin arsa sahibine bağımsız bölüm teslimleri “perakende satış” olarak değerlendirilmeli ve maliyet bedeline %10 ilave edilmek suretiyle KDV matrahı belirlenmelidir.
İdarenin bu görüşüne katılmaya olanak yoktur. Müteahhidin arsa sahibine bağımsız bölüm teslimlerinin (KDV Kanunu buna artık teslim dediği için biz de böyle nitelendiriyoruz) toptan veya perakende satış kapsamında olup olmadığı, teslimde bulunulan arsa sahibinin KDV mükellefiyet durumuna göre belirlenemez. Teslimin niteliği belirleyici olmalıdır; teslimde bulunulanın KDV mükellefiyeti karşısındaki durumu değil.
Burada İdarenin 2007/13033 sayılı BKK’da yer alan perakende safhadaki teslim tanımından hareket etmeye çalıştığını anlıyoruz ancak emsal bedel konusunda toptan satış-perakende satış ayrımının 18 No.lu KDV Tebliğinde yer alan örneklerdeki gibi yapılamayacağını düşünüyoruz.
Eğer böyle bir kabul söz konusu olacaksa bu düzenlemenin Tebliğ ile değil Kanun ile yapılması daha doğrudur.
c) KDV Kanununun Uygulanmasında Arsa Payı Karşılığı İnşaat İşlerinde İki Ayrı Teslim Yapılmış Sayılacağı Kanun Hükmüne Bağlanmıştır.
7104 sayılı Kanun ile yapılan en önemli düzenleme budur. Bizim de özellikle tartışmak istediğimiz konu bu düzenlemedir. Bu düzenleme, KDV Kanunun 2 nci maddesinin 5 numaralı fıkrasına yukarıda yer verdiğimiz hüküm eklenmek suretiyle yapılmıştır.
Bu hükmün lafzına bakıldığında iki konu dikkat çekmektedir.
a) Kanun, arsa payı karşılığı inşaat işlerinin hukuki niteliğinin trampa yani iki ayrı mal teslimi olmadığını kabul etmekte; ancak KDV Kanunun uygulanmasında iki ayrı teslim yapılmış (arsa sahibi tarafından müteahhide arsa payı teslimi, buna mukabil müteahhit tarafından arsa sahibine konut ve/veya işyeri teslimi) varsayılacağını ifade etmektedir. Maddenin sonundaki “… yapılmış sayılır” ibaresi bunun açık göstergesidir.
Bu düzenleme tarzı doğrudur. Zira, KDV Kanununa eklenen hüküm, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin niteliğini değiştirme iddiasında değildir. Sadece KDV Kanununun uygulanması noktasında yaşanan görüş ayrılıklarını gidermeyi hedeflemektedir.
Bu özel hüküm, bu konuda KDV uygulamasında vergi doğuran olayın gerçek niteliğinin esas alınması ilkesinden sapılarak bir kabulden hareket edileceğini söylemektedir.
b) Bir diğer konu yukarıda bahsedilen kabulün ya da varsayımın sadece KDV Kanununun uygulanmasında geçerli olduğudur. KDV Kanununun 2 nci maddesinin 5 numaralı fıkrasına eklenen cümlenin hemen başında “Bu Kanunun uygulanmasında” denilmek suretiyle bu konu açıkça vurgulanmıştır.
Dolayısıyla, KDV Kanununa eklenen bu hükümden hareketle gelir vergisi açısından veya diğer herhangi bir açıdan arsa karşılığı inşaat işlerinin hukuki niteliğinin değiştiğini ve burada trampa yani iki ayrı teslim söz konusu olduğunu iddia etmenin mümkün olmadığını düşünüyoruz. Bizzat Kanunun lafzını buna engeldir.
KDV Kanunun uygulanmasında Kanunun açık ve amir hükmü gereği iki ayrı teslim olduğu kabul edilerek buna göre vergilendirme yapılacak ancak bu kabul diğer vergi kanunlarının uygulanmasında geçerli olmayacaktır. Vergilendirmede vergi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır. Bu sebeple arsa payı karşılığı inşaat işlerinin vergilendirilmesi konusunda da önceden olduğu gibi sözleşmeye konu muamelelerin gerçek mahiyeti esas alınmalıdır.
7104 sayılı Kanun ile KDV Kanununda arsa payı karşılığı inşaat işleri konusunda yapılan değişikliklerin gelir vergisi ve diğer vergilere herhangi bir etkisi bulunmadığı için gerek yargı mercilerinin daha önce vermiş olduğu kararlar gerekse İdarenin 76 No.lu Sirküler ve özelgelerle konuya ilişkin yapmış olduğu açıklamalar aynen geçerliliğini korumaktadır.
4. Sonuç
7104 sayılı Kanun ile KDV Kanununun 2 ve 27 nci maddelerine hüküm eklenmek suretiyle arsa payı karşılığı inşaat işlerinde KDV uygulaması konusunda süregelen ihtilafları ve tartışmaları ortadan kaldıracak düzenlemeler yapılmıştır.
Ancak, Kanun düzeyinde belirlenmiş olan yaklaşım, bir kabule dayanmakta olup sadece KDV Kanununun uygulanmasında geçerlidir. Diğer vergi kanunlarının uygulanmasına bir etkisi yoktur. Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri kapsamında bağımsız bölüm edinilmesi ve bu bağımsız bölümlerin elden çıkarılmasından doğan kazançların gelir vergisi açısından değerlendirilmesinde önceden olduğu gibi Vergi Usul Kanunun 3 üncü maddesi ile belirlenmiş olan genel ilke geçerli olacak, vergi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti vergilendirmeye esas teşkil edecektir. Dolayısıyla, gelir vergisi ve diğer vergiler yönünden gerek yargı mercilerinin daha önce vermiş olduğu kararlar, gerekse İdarenin 76 No.lu Sirküler ve özelgelerle konuya ilişkin yapmış olduğu açıklamalar aynen geçerliliğini korumaktadır. Mehmet Batun
http://www.neksymm.com/arsa-payi-karsiligi-nsaat-slerinin-vergilendirilmesinde-ne-degisti_i366/
Vergi İncelemesi Devam Ederken Eş Zamanlı Takdir Komisyonuna Sevk Ve Cezalı Tarhiyat Üretilmesi
Vergi inceleme elemanlarınca, vergi incelemesi sonuçlandırılmadan zamanaşımının bitmesine çok az zaman kala matrah takdiri için takdir komisyonuna dosyaların sevk edildiği sıklıkla yaşanmaktadır. Vergi hukukunda zamanaşımı genelde 5 yıldır.(1) Zamanaşımı tarh zamanaşımı ve tahsilat zamanaşımı olmak üzere 2'ye ayrılmaktadır. Bunlardan ilki tarh zamanaşımıdır. Tarh zamanaşımı ise vergi alacağının miktar olarak hesaplanması ile ilgili olup, bu konuda idare tarafından tarhiyat işlemlerinin mutlak surette 5 yıl içerisinde tamamlanması zorunludur. Vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden takvim yılından başlayarak 5 yıl içerisinde mükellefe veya ceza sorumlusuna tarh ve tebliğ edilmeyen vergi ve cezalar zamanaşımına uğrar.
Tarh ve tahakkuk etmiş vergilerin tahsil aşamasına geçilmesi ile beraber kesinleşen bir vergi alacağının vadelerinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içerisinde tahsil edilmemesi durumunda zamanaşımına uğrar. İşte biz bu zamanaşımına tahsil zamanaşımı diyoruz.
Daha vadesi gelmemiş vergilerin vade tarihinde, süresi geçmiş olanların tahakkuklarını takip eden bir ay içinde ödenmesi gerekir. İşte, bu süreler içinde ödeme yapılmadığında vadeyi takip eden yılın başından başlamak üzere 5 yıl içinde idarenin vergiyi tahsil etmesi veya tahsil etmek için harekete geçmesi gerekir. Aksi takdirde idarenin vergi alacağı zamanaşımına uğrar.(2)
Bilindiği üzere, matrah takdir yetkisine sahip inceleme elemanı, takdir yetkisinden imtina ederek, matrah takdiri için takdir komisyonuna başvuruda bulunması hukuki değildir. Zira, vergi uygulamasında bazı hallerde matrah takdiri ve tayini takdir ve tespit komisyonları tarafından yapılmaktadır. Bu komisyonların kuruluşu ve çalışma esaslarına ilişkin düzenlemeler 213 sayılı VUK md. 72-92 maddelerinde yer almaktadır. VUK'nun 73. maddesine göre takdir komisyonlarının seçimle gelen üyeleri, tüccarlar için ticaret odalarınca, diğer sanat ve meslek erbabı için mesleki teşekküllerce kendi üyeleri arasında veya haricen seçilir. Ticaret odası ve mesleki teşekkülü olmayan yerlerde seçim belediyece yapılır. Takdir komisyonları yetkili makamlardan istenen matrah takdirlerini yapmak ve vergi kanunlarında yazılı fiyat , kıymet vb. hususları takdir etmekle görevlidir. Komisyonlar bu görevini yaparken ortada takdir nedeni olup olmadığını araştırmak zorundadır. Takdir nedeni yoksa vergi dairesine dosyayı iade etme hakları vardır. Komisyonlar, bu görevlerini yaparken 213 sayılı VUK'nun vergi incelemesi yetkisine sahiptirler. VUK 76. madde hükmüne göre takdir olunan matrah mükellefin beyanından düşük olamaz. Takdir komisyonları matrah takdiri sırasında 213 sayılı VUK md.31,74 hükümlerine göre mükellefin defter, kayıt ve belgelerini incelemek zorundadır. Neticede, verilecek takdir komisyonu kararından kararın gerekçesi, dayanakları vs. hususlar mutlak surette kararda yer almak zorundadır.(3)
Vergi incelemesi sonucu saptanan resen takdir nedenine göre matrahın takdir komisyonuna gönderilmesinin zamanaşımını durdurup durdurmayacağı tartışmalıdır. Biz vergi incelemesi ve takdir komisyonuna sevk işlemlerinin birlikte yapılamayacağı görüşündeyiz. VUK'nun 30. maddesinde "inceleme raporunda bu maddeye göre belirlenen matrah veya matrah farkı resen takdir olunmuş sayılır" hükmü vardır. Bu hükme göre inceleme elemanının takdir komisyonu yerine matrah takdir etme yetkisi vardır. Dolayısıyla matrah takdiri için, bu takdir yetkisinin kullanılmaması ve takdir komisyonuna başvurulmasının yasal dayanağı yoktur.
Diğer yandan, beyannamenin verilmemesi gibi bazı takdir nedenleri dışındaki takdir nedenleri vergi incelemesi ile saptanabilir. Vergi incelemesini hemen başında örneğin defterin tasdik edilmemesi gibi bir takdir nedeni saptanmamışsa, matrahın takdir komisyonuna gönderilmesi için vergi dairesine yazı yazılması ve zamanaşımı dolduktan sonra incelemenin tamamlanıp inceleme raporuna bağlanması ve bu inceleme raporuna göre takdir komisyonunun matrah takdir etmesi böylece zamanaşımının uzatılması mümkün değildir. Bu durumda incelemeye başlamanın zamanaşımını durduğu anlamında bir uygulama yaratılmış olur. Oysa VUK'nın 114. maddesinde ancak takdir komisyonuna başvurma işleminin zamanaşımını durduracağı hükme bağlanmıştır. Bunun dışındaki nedenlerle zamanaşımını durdurmanın, dolayısıyla uzatmanın yasal dayanağı olamaz.(4)
Vergi mevzuatımızda vergi inceleme elemanları zamanaşımının bitmesine birkaç ay kala dosyayı zamanaşımına uğratmamak adına takdir komisyonuna matrah takdiri için sevk etmektedirler.(5)
Ancak uygulamada, hukuka aykırı bir şekilde, inceleme elemanları tarafından incelenmesine başlanmış veya incelemesi devam eden mükelleflerin beyanları, sırf zamanaşımını durdurmak için, vergi matrahı takdiri için takdir komisyonuna sevk edilmektedir. Bu durum tamamıyla hukuka aykırı olup, bu usul dairesinde yapılan tarhiyat işlemleri yasal dayanaktan mahrum kalacaktır.
Tarh zamanaşımı süresi içerisinde tamamlanamayan vergi incelemeleri sebebiyle tarh zamanaşımının sınırlamasından kurtulmak için takdire sevkin bir çözüm olarak uygulanmasının ortaya çıkaracağı hukuki sorunlar-problemler gelecek dönemde sıkça karşımıza gelebilecektir. Takdir komisyonlarının çalışmaları ile ilgili sorunları gidermek yerine takdir süreci ile vergi inceleme süreçlerinin birlikte paralel çalışması biçiminde cereyan eden uygulama sorunları giderek ağırlaştırmaktadır. Takdir komisyonun matrah takdiri sürecindeki hukuki eksikliklerin tamamlanması ile zamanaşımı süresinin dolması durumunda inceleme elemanı tarafından vergi mükellefinin defter ve belgelerini geri iade edilmesi ve inceleme raporu tanzim edilmeden incelemenin sonuçlandığı hakkında mükellefe bilgi verilmesine yönelik bir düzenlemeye ihtiyaç olduğu artık zorunlu hale gelmiştir. Çünkü, Gelir İdaresinin yayınlamış olduğu yeni mükellef hakları bildirgesinde bu konularda önemli açıklamalar bulunmaktadır. Ayrıca yeni vergi inceleme yönetmeliğinde bu yönde yeni hükümler getirilmiştir.(6)
Vergi usul mevzuatımıza göre, takdir komisyonlarının görevi matrah takdiri yapmaktır. Takdir komisyonu resen tarh usulüne göre bir vergi tarh edebilmesi için ortada bir vergi inceleme raporu olsa bile VUK 30. md hükmüne göre, vergiye tabi matrahın mutlaka takdir komisyonu kanalıyla takdir ve tespit edilmesi gerekmektedir.
213 sayılı VUK'nun 30. maddesinin 1. fıkrasında yapılan düzenleme ile; vergi inceleme elemanlarınca düzenlenen raporlar üzerine, resen vergi tarhı için takdir komisyonlarından karar alma mecburiyeti kaldırılmış ve raporda belirlenen matrah üzerinden vergi dairesince vergi tarhına olanak sağlanmıştır.(7)
Bu sebeple, bundan böyle yetkililerce düzenlenecek olan vergi inceleme raporları üzerine yapılacak resen vergi tarhiyatı dolayısıyla artık takdir komisyonlarından karar alınması gereği yoktur. Sadece takdir komisyonları faaliyetlerine devam etmekte olduğundan, inceleme raporları dışındaki takdir işlemleri için her halükarda takdir komisyonlarına başvurulacağı hususu gözden uzak tutulmamalıdır. Bunların dışında inceleme elemanlarının tarhiyata dayanak teşkil edecek miktarı, tanzim edecekleri inceleme raporunda mutlaka belirtmeleri gerekmektedir.(8)
Bilindiği üzere, tarhiyat yetkisi tamamıyla vergi dairesine aittir.(9) Takdir komisyonu ve/veya inceleme elemanının tarhiyat yetkisi değil, vergi matrahı takdir yetkisi bulunmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere tarhiyat yapma yetkisi sadece ve sadece vergi dairesine aittir. Re'sen vergi matrahı takdir yetkisi bulunan inceleme elemanının bizzat kendisi gibi vergi matrahı takdir yetkisi bulunan takdir komisyonuna yetkisini devretmesi tamamen hukuka aykırıdır. Böyle bir işlem, takdirin takdiri anlamına gelir ki; bu hukuken mümkün değildir. Zira, hukukta takdirin, takdiri olmaz.(10)
Öte yandan, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 114 üncü maddesinde, zamanaşımını durdurmak için takdir komisyonuna başvurulması yetkisi münhasıran vergi dairesine verilmiştir. İnceleme elemanının nezdinde vergi incelemesine başlanmış bir mükellefin vergi matrahının takdiri için takdir komisyonuna başvurması hem hukuken hem de kanunen mümkün değildir.
Dolayısıyla, nezdinde vergi incelemesi devam eden mükellefin beyanının re'sen vergi matrahı takdiri için, sırf zamanaşımını kesmek amacıyla, mücerret takdire sevk işlemi 213 sayılı Kanunun 114 üncü maddesinde belirtilen zamanaşımı süresini durdurmaz; 5 yıllık süre geçirildikten sonra ... zamanaşımına uğramış bulunan hesap dönemleri için hukuken tarhiyat işlemi yapılamaz. Öte yandan, sadece zamanaşımını durdurmak için inceleme elemanınca önce dosyanın takdir komisyonuna sevk edilmesinin istenilmesi, zamanaşımı süresi dolduktan sonra inceleme raporunun düzenlenmesi ve bu rapordaki miktarın aynısının alınması suretiyle takdir komisyonunca matrah takdir edilmesi halinde, Vergi Usul Kanununun 113 ve 114 üncü maddelerinin hiçbir hükmü kalmayıp, bu maddelerin işlemesi söz konusu olmayacaktır.(11)
Diğer bir deyimle, vergi incelemesi ve takdir komisyonuna sevk işlemleri birlikte yapılamaz. Çünkü, inceleme elemanının 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 30 uncu maddesi uyarınca, tıpkı takdir komisyonu gibi, inceleme raporuyla vergi matrahı takdir yetkisi bulunmaktadır. Vergi matrahı takdiri için, söz konusu yetkinin kullanılması gerekir. Ayrıca, inceleme elemanı tarafından takdir komisyonuna başvurulmasının yasal dayanağı yoktur. Dolayısıyla, vergi incelemesine başlandıktan sonra, vergi matrahı takdiri için takdir komisyonuna başvurularak zamanaşımı süresi uzatılamaz.(12) Anayasa Mahkemesi tarafından verilen iptal kararının gerekçesi de bu konuyu işaret etmektedir.(13) 213 sayılı VUK md. 114 hükmüne göre vergi dairesince matrah takdiri için takdir komisyonuna müracaat edilmesinin zamanaşımını durduracağı vurgulanmıştır. Ancak, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen ve 8.1.2010 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 15.10.2009 gün ve E:2006/95 sayılı karar ile bu hükmü iptal etmiştir.
Mükellefler tarafından kullanılan defter kayıt ve belgeler 213 sayılı VUK md. 253 hükmü gereğince 5 yıl saklanması zorunludur. Madde hükmüne göre mükellefler tutmak zorunda oldukları, yevmiye, kebir, envanter ve diğer yasal defterleri ilgili bulundukları yılı izleyen takvim yılından başlayarak 5 yıl süreyle saklamak ve yetkili makamlar tarafından istenildiği takdirde incelemeye ibraz etmek zorundadırlar.(14)
Vergi Usul Kanununun 253 üncü maddesine göre; defter ve belgelerin ilgili bulundukları yılı takip eden takvim yılından başlayarak beş yıl süre ile muhafaza edilmesi; aynı Kanunun ibraz mecburiyetini düzenleyen 256. maddesine göre de; bu defter ve belgelerin muhafaza süresi içerisinde yetkili makam ve memurların talebi üzerine ibraz ve inceleme için arz edilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
Uygulamada, zamanaşımı süresini, hukuka aykırı şekilde, uzatmak için vergi incelemesi devam ederken, vergi matrahı takdiri için takdir komisyonuna başvurulmakta ve müteakiben düzenlenen vergi inceleme raporlarında, takdir olunan vergi matrahı için çoğunlukla muhafaza ve ibraz süresi geçmiş bulunan defter ve belgeler dayanak gösterilmektedir.
Bilindiği gibi, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 253 ve 256. maddelerinde aynı Kanunun 114. maddesinin 2. fıkrasında yer alan hükme paralel herhangi bir hüküm bulunmadığı gibi, söz konusu hükme herhangi bir atıf da yapılmamıştır. Dolayısıyla, mükellef tarafından muhafaza ve ibraz süresi geçmiş olan defter ve belgeler rızaen ibraz edilmiş olsa dahi, bu defter ve belgelere müsteniden matrah veya matrah farkı tesis edilmesi hukuken mümkün değildir. Zira, 213 sayılı Vergi Usul Kanunun 113 üncü maddesinin ikinci fıkrasında zamanaşımı, mükellefin bu hususta bir müracaatı olup olmadığına bakılmaksızın hüküm ifade eder denilmiştir. Dolayısıyla, zamanaşımına paralel olarak düzenlenen tüm mükellef ödevleri re'sen dikkate alınmak zorundadır. Nazlı Gaye Alpaslan
------------------
1- 213 sayılı VUK md. 113, 114.
2- KIZILOT Şükrü - ŞENYÜZ Doğan - TAŞ Metin - DÖNMEZ Recai, Vergi Hukuku, Yaklaşım Yayıncılık, Ekim 2006, s.195-199.
3- ÜREL Gürol, Güncel Vergi Usul Kanunu Uygulaması, 2. Baskı, Maliye ve Hukuku Yayınları, s.183-185.
4- ÇAKMAK Şefik, "Matrahın Takdir Komisyonuna Gönderilmesi İle Duran Zamanaşımı Süresi, Anayasa Mahkemesinin 8.1.2010 Tarihli Kararı İle VUK'nun 11. Maddesinin 2. Fıkrasının İptal Edilmesi, 1.8.2010 Tarihinde Resmi Gazetede Yayımlanan 6009 Sayılı Yasa İle VUK'nun 114. Maddesine Eklenen Fıkra Ve VUK Geçici 28. Madde Hükmü", Oluş Mali Hukuk Bürosu, 15.01.2011 tarih ve IV/128 sayılı sirküler.
5- Ayrıntılı açıklamalar için bkz. ŞAHİN Tayfun, "Zamanaşımı Süresi Dolmak Üzereyken Takdire Sevk Edilen Mükellefler Hakkında Vergi İncelemesi Sürdürülebilir mi?", Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Nisan 2012, Sayı:100, s. 22-26
6- Bkz. 31.12.2010 tarih ve 27802 sayılı Resmi Gazete.
7- Altındağ YMM Sirküleri 16.05.2011 gün ve 2011/5 sayılı.
8- 213 sayılı VUK md.30, 31.
9- 213 sayılı VUK md. 20
10- Sami Selçuk, Kısıtlı Demokrasi Sancılı Hukuk, s.277
11- Danıştay 9 uncu Dairesi'nin 13/03/2007 tarih ve E.2005/5109, K.2007/733 sayılı Kararı, karşıoy gerekçesi.
12- ÇAKMAK Şefik, Zamanaşımı ve Anayasa Mahkemesi Kararlarının Vergi Uygulamasına Etkisi, Ankara SMMMO Bülten Dergisi, Yıl 21, Sayı:194-2011, s. 71
13- ÇAKMAK Şefik, Oluş Mali Hukuk Bürosu, 15.01.2011 tarih ve IV/128 sayılı sirküler.
14- VUK md. 253,256.
İşyeri Dışındaki Kavga Çıkış Nedeni Sayılır Mı?
Aynı işyerinde çalışan iki kişi işyeri dışında kavga ederse, işveren bunu bahane ederek bu kişileri tazminatsız işten çıkartabilir mi? 5...024310 Nolu SMS
İş Kanunu'na göre; işveren işyerinde iki işçinin kavga etmesinden dolayı iş sözleşmelerini bildirimsiz olarak feshedebilir. Bu şekilde işten çıkarmalarda da tazminat ödemez. Ancak işyeri dışında olan bir olaydan dolayı, bu nedenle fesh ederek tazminatsız işten çıkarma yapamaz. Dışarıda ettiğiniz kavga işyerine yansırsa, işyerinde de kavga ve sürtüşme devam ederse, işveren bu nedenle ikinizin de iş sözleşmenizi fesh eder ve tazminat ödemez.
1983 doğumluyum. Sigorta girişim 17.03.2005, ayrıca 1996'da çıraklık okulundan girişim var, etkisi olur mu? Ne zaman emekli olurum?
5...538752 Nolu SMS
1996 yılındaki çıraklık okulundan aldığınız girişin emekliliğinize faydası olmaz. Yine bu süreleri borçlanma gibi bir durum şu anda söz konusu değildir. Ancak aynı sigorta sicil numarasını ömür boyu kullanabilirsiniz. Ayrıca bayanlarda doğum borçlanması yapacaklar için aranan ve birinci şart olan doğumdan önce kapsamında tescili yapılmış olmak şartının oluşmasında işe yaramaktadır. Yani stajyerlikten dolayı girişi yapılmış olan bayanlar bu girişten sonra doğum yapmışlarsa doğum borçlanması hakları bulunmaktadır. Siz 2005 yılındaki girişinizden dolayı 60 yaş ve 7000 prim günden tam emeklilik, en az 4500 prim gün, 25 yıl ve 60 yaştan kısmi emeklilik şartlarına tabisiniz.
Ne zaman emekli olurum?
03.10.1974 doğumluyum. İşe başlama tarihim Şubat 1993, 8100 gün primim var. Aktif olarak çalışmaktayım. Yaşa takılanların sorunu çözülürse emekli olabilir miyim? Sedat
İşe girişinize göre 25 yıl, 54 yaş ve 5675 prim gün şartlarına tabisiniz. 25 yıl şartınız ve prim gün sayınız tamamlanmış. Ancak 54 yaşınız 2028 yılında dolacağından emekli olacağınız tarih 03.10.2028 tarihi olacaktır. Yaşa takılmayla ilgili düzenleme çıkarsa ne şekilde çıkacağına göre yorum yapılabilir. Ali Şerbetçi
Kıdem Tazminatı Hakkında Bilinmesi Gerekenler
1 - Kimler hak kazanabilir?
Kıdem tazminatı hakkı işçilere tanınmış bir haktır. Bu kapsamda 4/a’lılar, yani eski adıyla SSK’lılar yer almaktadır. Bir işverene bağlı olarak çalışan işçilerin kıdem tazminatı alma hakkı bulunmaktadır. Bağ Kur’luların ve memurların kıdem tazminatı alma hakları yoktur. Diğer yandan, Basın İş ve Deniz İş Kanunu’na tabi çalışan gazetecilerin ve gemi adamlarının da kıdem tazminatı alma hakkı bulunmaktadır.
2 - Hangi hallerde alınır?
Kıdem tazminatı işçinin iş sözleşmesi sonlandığında doğan bir hak. İşçi işten ayrıldığında veya işveren tarafından iş sözleşmesi feshedildiğinde kıdem tazminatı hakkı doğabilir. Ancak iş sözleşmesinin sonlanması yeterli değil. Sözleşme ancak kanunda belirtilen haller nedeniyle sonlanmalı. İşverenin işçiyi ahlak kurallarına uymayan haller nedeniyle çıkartırsa işçi kıdem tazminatı alamaz. Yani, işverene küfür eden, işyerinde uygunsuz davranışlar sergileyen ve bu nedenle içıkarılan işçinin kıdem tazminatı söz konusu değil. Kural olarak istifa eden işçi de kıdem tazminatı alamaz. Ancak istifa ile kıdem tazminatı alınabilecek istisnai durumlar var.
3 - Kaç yıl çalışmış olmak gerekir?
Bir işçinin iş sözleşmesinin Kanunda belirtilen nedenlerle sona ermesi, kıdem tazminatı alabilmesi için yeterli değildir. Bunun yanında, aynı işverene bağlı olarak en az 1 yıl çalışmış olma şartı söz konusudur. Yani, bir işçi kanunda sayılan nedenlerle iş sözleşmesi feshedilmiş veya istifa etmiş olsa bile en az 1 yıldır aynı işverene bağlı olarak çalışmamış ise kıdem tazminatı alamaz.
4 - 1 yıllık süre nasıl hesaplanır?
İşçinin kıdem tazminatı alabilmesi için gerekli 1 yıllık sürenin hesabında aynı işverene bağlı farklı işyerlerinde çalıştığı süreler birlikte değerlendirilir.
Örneğin (A) işverenine bağlı (B) işyerinde 6 ay, (C) işyerinde 8 ay çalışmış bir işçi kıdem tazminatına hak kazanır. Bu noktada önemli olan, (B) ve (C) işyerlerinin aynı işverene ait olmasıdır.
Diğer yandan, işçi farklı işverenlere bağlı işyerlerinde 1 yıldan az süreyle çalışmış ise kıdem tazminatına hak kazanamaz.
5 - Deneme süresi dikkate alınır mı?
1 yıllık sürenin hesabında deneme süresi de dikkate alınır. İşçinin sigortasız çalıştırıldığı bir dönem varsa, bu dönem bile kıdem tazminatı hesabında dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla, işçilerin işyerinde ilk kez çalışmaya başladıkları dönemden itibaren 1 yıllık süre işlemeye başlar. Bu sürenin deneme süresi olması veya bu dönemde işçinin sigortasının yatırılmaması sonucu değiştirmez.
6 - İstifa halinde kıdem tazminatı...
İşçiler genel olarak istifa ederek kıdem tazminatı alamaz. Ancak bazı istisnalar söz konusu. Buna göre; kadın işçiler evlilik tarihinden itibaren 1 yıl içinde istifa ederlerse kıdem tazminatı alabilir.
Yine 8 Eylül 1999 ve öncesi ilk kez sigortalı olan kişiler 15 yıl sigortalılık süresi ve 3 bin 600 gün prim ödeme gün sayısını doldurmuşsa, SGK’dan aldıkları yazıyı işverene verdikten sonra istifa ederek kıdem tazminatlarını alabilirler.
Erkek işçiler askere giderken istifa ederek kıdem tazminatına hak kazanabilir. Ancak her üç halde de kıdem tazminatı için işçinin aynı işverene bağlı en az 1 yıl çalışması bulunmalı. Aksi takdirde, kıdem tazminatı hakkı doğmayacaktır.
7 - Hesaplama nasıl yapılır?
İşçinin hak ettiği kıdem tazminatı, çalıştığı her 1 yıl için 30 günlük brüt ücreti kadardır. Dolayısıyla, 1 yıllık kıdemi olan işçi 1 aylık brüt ücreti tutarında kıdem tazminatına hak kazanır. 1 yılın altındaki süreler için orantılı olarak hesaplama yapılır. İşçinin brüt ücreti hesaplanırken sürekli olarak yapılan yardım ve primler de dahil edilir. Bu sebeple, kasa tazminatı, yemek yardımı, çocuk zammı gibi ödemeler de işçinin brüt ücretine dahil edilir ve bu ücret üzerinden kıdem tazminatı hesaplanır. Diğer yandan, işçiler kıdem tazminatlarını o işverenin işyerinde geçirdikleri süre üzerinden alırlar. Örneğin, 5 yıl bir işyerinde çalıştıktan sonra istifa edip işyerinden ayrılan ve kıdem tazminatı alamayan bir işçi, yeni bir işe girip 3 yıl çalıştıktan sonra askere gideceği için istifa ederse, yalnızca 3 yıllık süre üzerinden kıdem tazminatı alabilir. 8 yıl üzerinden kıdem tazminatı alması söz konusu olamaz. Bu nedenle, işçilerin kıdem tazminatı alarak istifa ederken söz konusu noktayı göz önünde bulundurması gerekir.
8 - Ölen işçiye kıdem tazminatı...
İşçinin ölümü halinde geride kalan hak sahiplerine kıdem tazminatı ödenmesi gerekir.
Kıdem tazminatının hak sahiplerine bölüştürülmesi mirastan aldıkları paya göre yapılır. Dolayısıyla, işçinin ölümü ile geride kalan hak sahiplerine işveren tarafından mirastan aldıkları pay oranında ödeme yapılması gerekir.
9 - Zaman aşımı söz konusu mu?
Kıdem tazminatında zaman aşımı 10 yıldır. Yani, bir işçi kıdem tazminatını almamış ise 10 yıl içerisinde dava açarak kıdem tazminatını işverenden isteyebilir. 10 yıllık zamanaşımı kıdem tazminatı hakkının doğduğu tarihten itibaren başlar. Bu durumda, iş sözleşmesinin sonlandığı tarihten itibaren işçinin 10 yıllık süre içerisinde kıdem tazminatını talep etmesi gerekmektedir. Diğer yandan, kıdem tazminatından damga vergisi dışında herhangi bir kesinti yapılmaz. Yani, kıdem tazminatı gelir vergisine tabi değildir. Cem Kılıç
http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/kidem-tazmi-nati-hakkinda-2772190/
İşçi İş Kazası Günü Sigortalı Olarak Bildirilmeli mi?
İşyerinde bir iş kazası meydana gelmesi halinde işverenin kazayı bildirim yükümlülüğü bulunuyor. Söz konusu bildirimin SGK’ya kazadan sonraki 3 iş günü içinde bildirilmesi gerektiği ise genelde bilinen bir husus. Ayrıca sigortalının, işverenin kontrolü dışındaki yerlerde iş kazası geçirmesi halinde, iş kazası ile ilgili bilgi almasına engel olacak durumlarda, bildirim süresi iş kazasının öğrenildiği tarihten itibaren 3 iş günü.
Bunun dışında işverenler tarafından sıkça sorulan ve hata yapılan bir husus var. Acaba kazanın olduğu gün için işçi SGK’ya sigortalı olarak bildirilecek mi?
Bugünkü yazımızda bu soruya cevap vereceğiz.
Kaza Günü Çalışılmış Sayılır
Bazen iş kazası geçirip, kaza günü itibariyle hastanede yataklı tedavi gören veya rapor alan işçiler, SGK'ya işverenler tarafından "01" bildirim koduyla "istirahatli-raporlu" olarak bildiriliyor ve fiili uygulamada birçok işveren tarafından kaza günü itibariyle sigortalı gösterilmiyor. Ancak yapılan bu uygulama hatalı.
Burada öncelikle belirtilmesi gereken husus şu: İşçi iş kazasına maruz kaldığı gün çalışıyor durumdadır. Dolayısıyla işçi, iş kazası geçirdiği gün birkaç saat bile olsa sigorta bildirimi yapılan işyerinde çalışmış veya çalışmaya giderken kaza geçirmiştir. Bu nedenle, işçinin iş kazası geçirdiği gün sigortalı bildirilmesi gerekir.
İş kazası geçiren işçi, kaza günü kazadan sonra işe gelmeyip hastanede tedavi görse veya rapor alsa bile, kaza günü itibariyle mutlaka sigortalı gösterilmeli.
Yaptırımı Ağır
Yukarıda belirttiğimiz gibi işveren tarafından kaza günü için işçinin sigortalı olarak bildirilmemesi halinde bazı yaptırımlarla karşı karşıya kalınması söz konusu. Bu durumda yapılacak incelemeler neticesinde yapılacak işlemleri ve yaptırımları şöyle sıralamamız mümkün:
- SGK tarafından işçi kaza günü çalışmış gibi kabul edilip işverenden 1 günlük ek prim belgesi düzenlenmesi istenilir, işveren tarafından söz konusu belge verilmediği takdirde SGK tarafından resen düzenlenir.
- Belge muhteviyatı prim tutarı 5510 sayılı Kanun’un 88 ve 89. maddelerine göre işverenden tahsil edilir.
- Kaza günü ek prim belgesinin yasal süresinde SGK’ya verilmemesi nedeniyle işveren hakkında idari para cezası uygulanır. Buna göre düzenlenecek prim belgesi için ceza tutarları aylık asgari ücretin iki katı tutarında olacaktır.
- İşverenin kaza gününün ait olduğu aya ilişkin ücret ödeme bordrosu ile aynı aya ait yasal defter ve belgeleri, iş kazasına maruz kalınan güne ilişkin bir günlük çalışmayı içermemesi nedeniyle geçersiz kabul edilir ve işveren hakkında iki tane yarım asgari ücret tutarında idari para cezası uygulanır. Dr. Mehmet BULUT http://www.sadettinorhan.net/5_11_2018_makale.html
Enflasyon Rakamları Ekim 2018 Yİ-ÜFE/Ekim 2018 TÜFE
Enflasyon Rakamları Ekim 2018 Yİ-ÜFE
Yurt içi üretici fiyat endeksi aylık %0,91 arttı
Yurt içi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE), 2018 yılı Ekim ayında bir önceki aya göre %0,91, bir önceki yılın Aralık ayına göre %40,22, bir önceki yılın aynı ayına göre %45,01 ve on iki aylık ortalamalara göre %23,73 artış gösterdi.
Yurt içi üretici fiyat endeksi değişim oranları, Ekim 2018
[2003=100]
Yurt içi üretici fiyat endeksi, bir önceki yılın aynı ayına göre değişim oranı, Ekim 2018
[2003=100]
Sanayinin dört sektörünün bir önceki aya göre değişimleri; madencilik ve taşocakçılığı sektöründe %1,12, imalat sanayi sektöründe %0,17, elektrik, gaz üretim ve dağıtımı sektöründe %8,62 ve su sektöründe %0,89 artış olarak gerçekleşti.
Yurt içi üretici fiyat endeksi ve değişim oranları, Ekim 2018
[2003=100]
Aylık en fazla artış ham petrol ve doğal gaz sektöründe gerçekleşti
Bir önceki aya göre en fazla artış; %20,78 ile ham petrol ve doğal gaz, %8,62 ile elektrik, gaz üretim ve dağıtımı, %7,33 ile ağaç ve mantar ürünleri (mobilya hariç) olarak gerçekleşti. Buna karşılık basım ve kayıt hizmetleri %9,11, metal cevherleri %5,35, ana metaller %4,11 ile bir önceki aya göre endekslerin en fazla düştüğü alt sektörler oldu.
Ana sanayi gruplarında aylık en fazla artış enerjide gerçekleşti
Ana sanayi grupları sınıflamasına göre 2018 yılı Ekim ayında aylık ve yıllık en fazla artış enerjide gerçekleşti.
Yurt içi üretici fiyat endeksi ana sanayi grupları ve değişim oranları, Ekim 2018
[2003=100]
...
Enflasyon Rakamları Ekim 2018 TÜFE
Tüketici fiyat endeksi (TÜFE) aylık %2,67 arttı
TÜFE’de (2003=100) 2018 yılı Ekim ayında bir önceki aya göre %2,67, bir önceki yılın Aralık ayına göre %22,56, bir önceki yılın aynı ayına göre %25,24 ve on iki aylık ortalamalara göre %14,90 artış gerçekleşti.
Aylık en yüksek artış %12,74 ile giyim ve ayakkabı grubunda oldu
Ana harcama grupları itibariyle 2018 yılı Ekim ayında endekste yer alan gruplardan, konutta %4,15, ev eşyasında %3,44, gıda ve alkolsüz içeceklerde %3,22 ve eğlence ve kültürde %2,07 artış gerçekleşti.
Aylık düşüş gösteren tek grup %0,85 ile ulaştırma oldu
Ana harcama grupları itibariyle 2018 yılı Ekim ayında endekste yer alan gruplardan sadece ulaştırma grubunda %0,85 oranında düşüş gerçekleşti.
Yıllık en fazla artış %37,92 ile ev eşyası grubunda gerçekleşti
TÜFE’de, bir önceki yılın aynı ayına göre ulaştırma %32,00, çeşitli mal ve hizmetler %31,50, gıda ve alkolsüz içecekler %29,26 ve konut %25,72 ile artışın yüksek olduğu diğer ana harcama gruplarıdır.
Aylık en yüksek artış %3,84 ile TRC3 (Mardin, Batman, Şırnak, Siirt)’de oldu
İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflaması (İBBS) 2. Düzey’de bulunan 26 bölge içinde, bir önceki yılın Aralık ayına göre en yüksek artış %25,41 ile TR63 (Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye) bölgesinde, bir önceki yılın aynı ayına göre en yüksek artış %28,63 ile TR63 (Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye) bölgesinde ve on iki aylık ortalamalara göre en yüksek artış %16,68 ile TR63 (Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye) bölgesinde gerçekleşti.
Ekim 2018’de endekste kapsanan 407 maddeden; 42 maddenin ortalama fiyatlarında değişim olmazken, 328 maddenin ortalama fiyatlarında artış, 37 maddenin ortalama fiyatlarında ise düşüş gerçekleşti.
Tüketici fiyat endeksi, Ekim 2018
[2003=100]
Tutuklu ve Hükümlüler Cezaevindeyken Sigortalı Olabilirler mi?
5510 sayılı Kanun’un(3) “Bazı sigorta kollarının uygulanacağı sigortalılar” başlıklı 5. maddesinin (a) bendinde;
“Hizmet akdi ile çalışmamakla birlikte, ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve tutuklular hakkında, iş kazası ve meslek hastalığı ile analık sigortası uygulanır ve bunlar, 4. maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılacağı” öngörülmüştür.
Yukarıdaki Kanun maddesinden anlaşılacağı üzere, tutuklu ve hükümlüler kısa vadeli sigortalı kollarından iş kazası, meslek hastalığı ve analık sigortası kapsamına alınmış olup Genel Sağlık Sigortası Kapsamı dışında kalmıştır. Bu kişilerin sağlık harcamaları ve tedavileri Adalet Bakanlığı tarafından karşılanmaktadır. Bu durumda bakmakla yükümlü oldukları eş, anne, baba ve çocukları sağlık hizmetinden faydalanamamaktadırlar. Ödenen bu prim emeklilik primi olarak değerlendirilmemektedir.
Ayrıca 5510 sayılı Kanun’un ‘Sigortalı Sayılanlar’ başlıklı 4.maddesinin (a) bendinde;
“Hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar,” ibaresi bulunmaktadır. Bu “çalıştırılma” ibaresi fiilen çalışmayı ifade ettiğinden dolayı tutuklu veya hükümlülerin kendileri cezaevindeyken, dışarıdaki bir işverenin işyerinde zorunlu (4a) sigortalısı olamamaktadırlar. Eğer bu şekilde bildirimde bulunulmuşsa prim günleri iptal edilmektedir. Ancak, 5275 sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”un(4) 30. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Açık ceza infaz kurumlarında bulunanlar ile kapalı ceza infaz kurumlarında bulunup da açık ceza infaz kurumlarına ayrılmaya hak kazanmış hükümlüler, kurum dışındaki iş alanlarında çalıştırılabileceği” hükmü altına alınmıştır. Dolayısıyla ceza ve ıslah evlerine ait atölye ve imalathaneler dışında, diğer şahıslara ait işyerlerinde, Cumhuriyet Savcılığı’nın izni ile çalışan hükümlüler, (4a) sigortalı olabilecektirler.
Bununla birlikte yine 5510 sayılı Kanun’un “İsteğe Bağlı Sigorta Ve Şartları” başlıklı 50. maddesine istinaden;
“İsteğe bağlı sigorta; kişilerin isteğe bağlı olarak prim ödemek suretiyle uzun vadeli sigorta kollarına ve genel sağlık sigortasına tâbi olmalarını sağlayan sigortadır.
(Değişik 2. fıkra: 17.04.2008-5754/30 md.) İsteğe bağlı sigortalı olabilmek için Türkiye’de ikamet edenler ile Türkiye’de ikamet etmekte iken sosyal güvenlik sözleşmesi imzalanmamış ülkelerdeki Türk vatandaşlarından;
a) Bu Kanun’a tâbi zorunlu sigortalı olmayı gerektirecek şekilde çalışmamak veya sigortalı olarak çalışmakla birlikte ay içerisinde 30 günden az çalışmak ya da tam gün çalışmamak,
b) Kendi sigortalılığı nedeniyle aylık bağlanmamış olmak,
c) 18 yaşını doldurmuş bulunmak,
d) İsteğe bağlı sigorta talep dilekçesiyle Kurum’a başvuruda bulunmak,”
koşullarını sağlıyorsa, kişi talep etmesi durumunda isteğe bağlı prim ödeyebilecektir. Bu şekilde ödenen sigortalılık hem emeklilik yönünden prim gün sayısına eklenecek hem de bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerinin sağlık hizmeti almalarını sağlayabileceklerdir. Bilinmelidir ki bu ödenen primler Bağ-Kur kapsamında değerlendirilecektir.
Şimdi de Bağ-Kur sigortalılık yönünden ele alalım: Kişi Bağ-Kur sigortalıyken tutuklanırsa sigortalılığı devam eder mi? Bunun cevabını bulmaya çalışalım.
5510 sayılı Kanun’un “Sigortalı Sayılanlar” başlıklı 4-(b) bendinde;
“b) Köy ve mahalle muhtarları ile hizmet akdine bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan ise;
1- Ticarî kazanç veya serbest meslek kazancı nedeniyle gerçek veya basit usulde gelir vergisi mükellefi olanlar,
2- Gelir vergisinden muaf olup, esnaf ve sanatkâr siciline kayıtlı olanlar,
3- Anonim şirketlerin yönetim kurulu üyesi olan ortakları, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin komandite ortakları, diğer şirket ve donatma iştiraklerinin ise tüm ortakları,”
Bağ-Kur sigortalısı olabilecektir. Buradaki sigortalılıktaki esas vergi mükellefiyetinin devam edip etmemesidir. Dolayısıyla kişi tutuklanıp hüküm giyse bile sigortalılığa esas kayıt ve belgelerin devam etmesi durumunda sigortalılığı devam edecektir.
Bununla birlikte yine aynı Kanun’un “Sigortalıların Borçlanabileceği Süreler” başlıklı 41. maddesinin (f) bendiyle;
“Sigortalı iken herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınanlardan bu suçtan dolayı beraat edenlerin tutuklulukta veya gözaltında geçen sürelerini
…
kendilerinin veya hak sahiplerinin yazılı talepte bulunmaları ve talep tarihinde 82. maddeye göre belirlenen prime esas günlük kazanç alt ve üst sınırları arasında olmak üzere, kendilerince belirlenecek günlük kazancın %32’si üzerinden hesaplanacak primlerini borcun tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde ödemeleri şartı ile borçlandırılarak, borçlandırılan süreleri sigortalılıklarına sayılacağı”
hükmü altına alınmıştır. Kanun maddesiyle de açıklanması üzere olmazsa olmaz şart beraat etme şartıdır. Cezaevinde hüküm giyerek hapis yatanların, cezaevinden çıktıktan sonra hükümlülük sürelerini borçlanma hakkı yoktur. Şehri ACAR* Yaklaşım / Kasım 2018 / Sayı: 311