Mehmet Özdoğru
Meslek Mensuplarının E-Hizmet Sözleşmesi Ve Damga Vergisi
I-GİRİŞ
Bilindiği gibi 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu hükümlerine göre sözleşmeler damga vergisine tabi tutulmaktadır. Madde hükmüne göre, sözleşmelerin damga vergisi 1 sayılı tabloda bölümler halinde ayrı ayrı gösterilmiştir. Buna göre, 3568 sayılı yasa uyarınca düzenlenen “hizmet sözleşmeleri” damga vergisine tabi bulunmaktadır (1).
Damga vergisi ödemesi ile ilgili olarak pul yapıştırılması şeklindeki ödeme sistemi yürürlükten kaldırılmıştır (2).
Maliye Bakanlığı 488 sayılı yasanın 18. maddesine göre, damga vergisini makbuz verilmesi şekli ile ödeme uygulaması biçiminde yaptırabilir (3). Bu çalışmamızda esas itibariyle meslek mensuplarının müşterileri ile düzenlemiş oldukları hizmet sözleşmelerinin kağıt ortamda veya elektronik ortamda Maliye Bakanlığına yollanması ile ilgili damga vergisi ve müşteri bildirim listelerinin damga vergisi ile ilgili sorunlar tartışmaya açılarak bu konudaki görüşlerimiz ortaya konulacaktır.
II-HİZMET SÖZLEŞMELERİNİN ELEKTRONİK ORTAMDA İNTERNET VERGİ DAİRESİNE YOLLANMASI VE DAMGA VERGİSİ UYGULAMALARI
Bilindiği gibi 3568 sayılı yasa ve bununla ilgili 1 seri no’lu genel tebliğ hükümlerine göre, yeminli mali müşavirlerin tasdik sözleşmelerine ilişkin bildirimlerinin ve sürekli bilgi verme yükümlülüklerinin elektronik ortamda yerine getirilmesi konusunda genel tebliğ yayınlanmıştır (4). Tebliğe göre, YMM’ler bağlı oldukları meslek odasının çalışanlar listesinde kayıtlı ve sürekli bilgi verme yükümlülüğü bulunan YMM’ler 1 sıra nolu tebliğ gereğince elektronik ortamda internet vergi dairesine 1.2.2008 tarihinden itibaren bildirimde bulunmak zorundadırlar.
Tebliğe göre, YMM’lerin tam tasdik sözleşmesi yaptıkları ve düzenledikleri sözleşmeleri ile ilgili bilgileri Maliye Bakanlığı’na elektronik ortamda bildirimde bulunmak zorundadırlar. Yine, mükellefler ile düzenlemiş oldukları öteki sözleşme bilgilerinin de dahil olmak kaydıyla bildirim zorunluluğu elektronik ortamda yerine getirilecektir.
Gelir ve kurumlar vergisi beyannameleri ile eklerinin tasdikine ilişkin olarak hesap döneminin ilk ayı içinde düzenlenmiş olan tam tasdik sözleşmelerine ilişkin ayrıntılı bilgiler ertesi ayın son gününe kadar, müddetinden sonra düzenlenen sözleşmeler ise tanzim tarihinden itibaren 15 gün içerisinde Internet vergi dairesine YMM’ler tarafından dijital ortamda girilecektir. Diğer taraftan, YMM’ler tarafından vergi dairesine verilecek tasdik raporlarına söz konusu sözleşmelerin birer örneğinin ekleneceği tabidir (5).
YMM’lerce tanzim edilen tasdik raporları vergi dairesine sunulduğunda, vergi dairesi tarafından tasdike tabi ve konu rapora ilişkin sözleşme bilgilerinin daha önce YMM tarafından dijital ortamda sisteme aktarılıp/aktarılmadığı konusu vergi dairesi tarafından bakılacaktır. Buna göre, sözleşme bilgileri daha önce YMM tarafından dijital ortamda sisteme yollanmış ise “tasdik raporu” vergi dairesi tarafından kabul edilecektir. İşte bu noktada damga vergisi konusu gündeme gelecektir.
III-SM, SMMM VE YMM SÖZLEŞMELERİ DE DAMGA VERGİSİNE TABİDİR
YMM’ler tarafından düzenlenen tasdik sözleşmelerinin damga vergisine tabi olduğu ihtilafsızdır. Bu sözleşmelerin düzenlenmiş olduğu bilindiğinden ve sözleşme tarafları da bu sözleşmeyi karşılıklı imzalaması nedeni ile 488 sayılı Damga Vergisi Kanununa göre damga vergisinin ödenmesinin gerektiği bilinmektedir. 488 sayılı Damga Vergisi Kanunun 1 sayılı tabloda yer alan ve damga vergisine tabi kağıtlar olarak yer alan I.Akitlerle ilgili kağıtlar, A.Belli parayı ihtiva eden kağıtlar: bölümünde ve 1. sırada “mukavelenameler” binde 7,5 nispetinde damga vergisine tabi olacağı belirtilmiştir. Bu durumda YMM sözleşmelerinin elektronik ortamda yollanması halinde de damga vergisinin doğacağı kuşkusuzdur.
488 sayılı Damga Vergisi Kanunun 1. maddesine göre; “bu kanundaki kağıtlar terimi, yazılıp imzalanmak veya imza yerine geçen bir işaret konmak suretiyle düzenlenen ve herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edebilecek olan (5528 sayılı kanunun 59/4-a maddesiyle değişen ibare. Yürürlük; 31.07.2004) belgeler ile elektronik imza kullanılmak suretiyle manyetik ortamda ve elektronik veri şeklinde oluşturulan belgeleri ifade eder (6). Bu hükme göre elektronik ortamda düzenlenen ve yollanan sözleşmeler damga vergisine tabidir.
Bu durumda, YMM tasdik sözleşmelerinin gerek elektronik ortamda İnternet vergi dairesine yollanması ve gerekse bu sözleşmelerin YMM ile müşteri arasında tanzim edilmesi ve taraflar tarafından imza altına alınması halinde bu sözleşmelerin damga vergisi gündeme gelecektir. Bu sözleşmelerin düzenlendiği anda da damga vergisinin ödenmesi gerekecektir (7). Müşteri bildirim listeleri, bilindiği gibi damga vergisine tabi değildir. Bu listeler, gerek vergi dairelerine ve gerekse meslek odalarına verilmektedir. Bu listelerin vergi dairelerine ibrazı halinde damga vergisi söz konusu değildir.
Öte yandan, Danıştay 3. Dairesi tarafından verilen bir kararda ise; konumuzla yakından ilgili olmasa bile, katma değer vergisi yönünden vergiyi doğuran olayın hizmetin yapılması anında meydana gelmesi nedeniyle, tasdik sözleşmelerine dayalı olarak gerçekleştirilen işlemlerde tasdik raporlarının tarihlerinin dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır (8). Bu karara göre, “….. dosyada mevcut (…) AŞ ile davacı arasında yapılan 01.01.1999 tarihli tasdik sözleşmesiyle kasım 1998 dönemini kapsayan işlemler için 2.870.000.000 lira ücret üzerinden makbuz karşılığı nakden ödenmek koşuluyla mutabık kalındığı, Mali Şube Araştırma Kurulunun 11.12.2003 günlü yazısında yer verilen kasım 1998 dönemi için 5.2.1999 tarihli tasdik raporuna dayanılarak 10.2.1999 tarih ve 1/13 sayılı düzeltme fişiyle davalı idarece (….) AŞ ile ilgili KDV iadelerinin yapıldığı görüldüğünden, davacı ile adı geçen şirket arasındaki KDV iade tasdik sözleşmeleri, düzenlenen KDV tasdik raporları ve vergi dairesince bu raporlara göre iadelerin gerçekleştirilmiş olması yeminli mali müşavirce serbest meslek faaliyetinin yapıldığını ortaya koyan doneler olmakla birlikte KDV yönünden vergiyi doğuran olayın hizmetin yapılması anında meydana gelmesi nedeniyle tasdik sözleşmelerinin, düzenlenen tasdik raporlarının ve vergi dairesince yapılan düzeltme fişlerinin tarihleri dikkate alındığında aradaki hizmet alış verişinin 1998 tarihinden değil 1999 yılında gerçekleştiği anlaşıldığından, davacının serbest meslek kazancını 1998 yılında elde etmediğini kanıtlayamadığından söz edilerek verilen kararın bozulması gerekmiştir.” Şeklinde karar verilmiştir. Bu durumda benzeri bir olayla ilgili olarak yeminli mali müşavirlerin düzenledikleri raporla ilgili sözleşmelerin damga vergisinin doğumu vergi dairesi tarafından bu raporlara göre yapılacak “düzeltme fişlerinin” tarihi dikkate alınarak buna göre damga vergisinin doğması gerekeceği yönünde İzmir Vergi Dairesi Başkanlığının özelgeleri bulunmaktadır.
İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen bir özelgede; “……. Yukarıda yer alan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, YMM’lerin mükellefler ile yaptıkları Tam Tasdik Sözleşmeleri dışındaki KDV iadesi, ÖTV, Ar-Ge indirimi tasdik raporu ve benzeri konularında düzenlenmiş oldukları diğer sözleşme bilgilerini elektronik ortamda Internet vergi dairesine bildirimde bulundukları anda sözleşmede ücretin belirtilmemesi nedeniyle vergiyi doğuran olay vukuu bulunmamakta ancak, düzenlenen tasdik raporlarının işleme konulup, alınması gereken ücret miktarının belirlenmesinin mümkün olması halinde damga vergisi doğmaktadır. Tasdik ücreti ve mükellefçe alınacak iade tutarı ise, düzeltme fişinin Vergi dairesi Müdürü tarafından onaylandığı tarih itibariyle belirlenmektedir. Bu durumda Damga Vergisi matrahının elektronik ortamda bildirilip ödenmesi için gerekli 15 günlük süre, düzeltme fişinin Vergi Dairesi Müdürü tarafından imzalandığı tarihi takip eden günden itibaren başlamış olacaktır.
Bu nedenle, söz konusu tam tasdik raporu dışındaki diğer sözleşmelere ilişkin ücrete ait damga vergisi, düzenlenen tasdik raporlarının Vergi Dairesince işleme konulup, düzeltme fişinin Vergi Dairesi Müdürlüğü tarafından onaylandığı tarihte doğmakta ve onay tarihini takip eden 15 gün içinde elektronik ortamda güncellenerek ödenmesi gerekmektedir.”
IV-ÖZET VE SONUÇ
YMM’ler tarafından müşterileri ile beraber düzenlenen tam tasdik sözleşmeleri ve öteki tasdik sözleşmeleri ve bunlara ilişkin bilgiler genel tebliğde belirtilen ilkeler doğrultusunda ve dijital ortamda Maliye Bakanlığı’na yollanacağından ayrıca sözleşmelerin örneklerinin bildirim amacıyla YMM’nin bağlı olduğu vergi dairesine sunulması istenilmemektedir. Öte yandan, YMM’ler tarafından tam tasdik ve öteki tasdik sözleşmelerinin nüshaları YMM’nin bağlı olduğu meslek odasına ibraz edilmesi zorunludur. Burada 488 sayılı Damga Vergisi Kanununun 24.maddesine göre, sözleşmelerin damga vergisi hakkında, meslek odalarının “vergi ve cezada” sorumlulukları ayrıca bulunmaktadır. Böylece YMM’ler tarafından düzenlenmiş olan sözleşmelerin damga vergileri sözleşme tarihi itibariyle bağlı olduğu vergi dairesine ödenecektir. Sözleşmeler de belli bir para bulunması halinde, bu değer üzerinden 488 sayılı yasanın 10. ve 11. maddesine göre damga vergisi hesaplanıp ve aynı yasanın 15. maddesine göre gerekli ödeme yapılacaktır.
Bazı sözleşmelerde ise miktar gösterilmesi zorunlu olmayan hallerde ise bu sözleşmelerin fatura veya makbuzu düzenlenmesi anında ortaya çıkan “bedel” üzerinden damga vergisinin ödenmesi gerekecektir.
Özetle, YMM’ler tarafından düzenlenen sözleşmelerin damga vergisi sözleşmenin tanzim tarihine göre belirlenmekte ve YMM tarafından Internet ortamında vergi dairesine yollanması durumuna göre de belirlenecektir. Nazlı Gaye Alpaslan Güven
http://www.hurses.com.tr/Haber-Meslek_mensuplarinin_e_hizmet_sozlesmesi_ve_damga_vergisi-14807.htm
(1) 488 sayılı yasa md. 1 ve ekli 1 sayılı tablo
(2) 5281 sayılı yasanın 44/2. maddesi ile bu uygulamaya son verilmiştir. Yürürlük tarihi:31.12.2004
(3) 488 sayılı yasa md. 18
(4) 1 seri nolu tebliğ için: 6.2.2008 gün ve 26779 sayılı RG.
(5) YMM tasdik sözleşmelerine ilişkin bildirimlerinin ve sürekli bilgi verme yükümlülüklerinin elektronik ortamda yerine getirilmesi hakkında genel tebliğ seri no:1 bölüm (V) A-4
(6) 488 sayılı yasa md. 1
(7) 488 sayılı yasa md. 11-15
(8) Dnş. 3. D. nin, 25.02.2008 gün ve E:2006/4576-K:2008/508 sayılı kararları.
Emekli Olmanın Şartları
Emeklilik çalışanların statülerine göre, yani SSK’lı (4-a), Bağ Kur’lu (4-b) veya devlet memuru (4-c) olmalarına göre farklılık gösterir. Her bir statü içerisinde bulunanların belirli koşulları yerine getirmesi beklenir. Ayrıca, kadın çalışanla erkek çalışan arasında da emeklilik koşullarının tamamlanması bakımından farklılıklar vardır. Bugünkü yazımda sigortalı, yani 4-a’lı çalışanlar bakımından emeklilik koşullarını inceleyeceğiz.
Üç koşul var
Genel olarak bir veya birden fazla işverene bağlı olarak hizmet sözleşmesiyle çalışanlar için 4-a, yani eski adıyla SSK koşulları geçerlidir. Bu sigortalılar için emeklilikte üç koşulun bir arada yerine getirilmesi şarttır. Hem emeklilik için gerekli yaşı tamamlayacaksınız, hem prim ödemeniz dolmuş olacak hem de başlangıçta erkek ve kadın için farklı olan sigortalılık süreniz tamamlanacak. İşte bu üç koşul tamamlanınca emekli aylığına hak kazanırsınız.
Sigorta başlangıcı
SSK’lılar için emekli olma şartlarını sigorta başlangıç tarihi belirliyor. Sigortaya giriş tarihinize göre emeklilik yaşınız ve ne kadar prim ödeyeceğiniz ortaya çıkıyor. Sigortalıların emeklilik koşullarında zaman içerisinde yapılan yasal değişiklikler ise farklı emeklilik tarihlerinin ortaya çıkmasına neden oluyor.
7 yıla dikkat
Emeklilikte, aylığı bağlayıp ödeyecek kurumun belirlenmesinde, sigortalıların emeklilik tarihinden geriye doğru prim veya kesenek ödenerek geçen son 7 yıllık fiili hizmet (360 x 7 = 2520 gün) süresi esas alınıyor. Bu kural sadece SSK’lı çalışanları değil, tüm çalışanları ilgilendiriyor.
Sigortalının son 7 yıllık fiili hizmet süresi içerisinde en fazla hangi statüde hizmeti varsa, yani sigortalının son 7 yıllık fiili hizmet süresinin yarısından bir gün fazlası olan 1261 prim ödeme günü hangi statüde geçmişse, o statü şartlarıyla emekli olunuyor.
Son 7 yıl hizmet süresi eşitse en son tabi olunan statüye göre emeklilik aylığı bağlanıyor. Örneğin, sigortalının hem SSK, hem Bağ-Kur prim ödemesi varsa, son 7 yıllık fiili prim ödeme süresi içinde en fazla SSK statüsünden prim ödemişse SSK’dan, en fazla Bağ-Kur statüsünden prim ödemesi varsa Bağ-Kur’dan emekli aylığı bağlanıyor.
Primler eşitse son sigortalılığı hangi statüde ise o statüden emekli aylığı bağlanıyor.
Son 7 yıl, sigortalılık süresi veya yaş şartının yerine getirildiği tarihten geriye doğru 7 yıl değil, son prim ödeme tarihinden geriye doğru prim ödenen 7 yıllık süreyi ifade ediyor.
Diğer deyişle, toplam prim gün sayısının son 2520 günü. Bu konu çalışanlarca bilinmediği için, emeklilik döneminde kötü sürprizlerle karşılaşanlar olabiliyor.
Hemen ifade etmekte fayda var, 1 Ekim 2008 tarihinden sonra, yani yeni sosyal güvenlik uygulamalarının başladığı tarihten sonra bu kuralda değişiklik oldu.
Buna göre, 1 Ekim 2008 sonrasında ilk kez sigortalı olanlar için son yedi yıl sigorta primleri değil, çalışma hayatının tümünde ödenen sigorta primlerine bakılarak en fazla hangi statüye göre prim ödenmiş ise o statüye göre emeklilik şartları belirlenecek.
8 Eylül 1999 ve 30 Nisan 2008 ‘kritik tarihler...’
1999’da şartlar yeniden düzenlendi ve ilk kez 8 Eylül 1999’dan sonra sigortalı olanlar için emeklilik yaşı kadınlarda 58, erkeklerde 60 oldu. Sonra sosyal güvenlik reformu kapsamında düzenleme yapıldı ve bu sefer 30 Nisan 2008’den sonra ilk kez sigortalı olanlar için, kademeli bir geçiş ile emeklilik yaşı 2036’dan sonra her yıl bir yaş artırılarak 2048 yılında kadın ve erkeklerde 65’e çıkarıldı.
Bunun yanında, emeklilik için gerekli prim ödeme gün sayısı da artırıldı. Yani, emekli olabilmek için yaş ve prim ödeme gün sayısı şartı zaman içerisinde yükselmiş oldu.
Bu tarihlerden önce ve sonra sigortalılık giriş tarihleri, emeklilik koşullarını çok ciddi bir şekilde değiştiriyor.
Örneğin, 9 Eylül 1999’da ilk kez sigortalı olan biri emekli olmak için kadın ise 58, erkek ise 60’ını doldurmak ve 7000 gün prim ödemek zorunda. Buna karşılık, 8 Eylül 1999’da ilk kez sigortalı olan kişi, kadın ise 56, erkek ise 58’i doldurduğunda ve 5975 gün prim ödediğinde emekli oluyor.
Dolayısıyla, emeklikteki en önemli husus, ilk kez sigortalı olunan tarihtir.
Yaşa takılanlar için umut var mı?
Emeklilikte şartların 1999 yılında değişmesiyle kademeli emeklilik yaşı geldi. Bu yeni durumla çalışanlar açısından mağduriyet başladı. Çalışma yaşamına başlarken belirlenen emeklilik yaşları yükseldi, emeklilik tarihleri uzadı. Oyunun kurallarının sonradan değişmesi milyonlarca kişiyi olumsuz olarak etkiledi. Son yıllarda bu mağduriyeti yaşayanlar seslerini daha fazla duyurmaya, ellerinden alınan haklarının geri verilmesini daha yüksek sesle söylemeye başladılar. Medyada da konu çok işlenir oldu. Şu sıralar yine birçok haber yapılıyor, ancak ifade edelim ki mağdur olanların umutlanmasına neden olacak herhangi bir gelişme bulunmuyor. SGK’da bu konuda bir çalışma yapılmadı, yasa hazırlığı bulunmuyor. Konu milyonları ilgilendirdiği için dikkat çekebilmek adına yanlış bilgiler vatandaşa sunuluyor. Kimsenin bu mağduriyet üzerinden vatandaşı istismar etmeye hakkı yok. Cem Kılıç
http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/emekliligin-puf-noktalari-2543139/
Stajyer Desteği 2018 Sonuna Kadar Devam Ediyor
Staj, öğrencilerin meslek uyumu ve iş hayatını tanıması açısından çok önemli avantajlar sağlayan bir dönemdir.
Staj döneminde öğrenciler hem çalışma hayatını yakından tanımakta hem de teorik bilgilerini uygulamayla ile pekiştirmektedirler. Bu nedenle ekonomik kalkınmanın anahtarlarından birisi de staj uygulamalarının teşvik edilmesi ve meslek yüksek okullarının çeşitli yöntemlerle teşvik edilmesidir.
Mesleki eğitim, çalışma hayatının geleceği için hayati öneme sahiptir. Sadece teorik bilgiler temelinde değil, sürdürülebilir bir mesleki eğitim için mutlaka pratik bilgiye de ihtiyaç vardır. Bu anlamda öğrencilerin işletmelerde “staj” yaparak bu ihtiyacı karşılamalarına destek olmak gerekiyor. Bilindiği üzere on ve daha fazla personel çalıştıran işletmeler, çalıştırdıkları personel sayısının yüzde beşinden az olmamak üzere mesleki ve teknik eğitim okul ve kurumu öğrencilerine beceri eğitimi, mesleki ve teknik ortaöğretim okul ve kurumu öğrencilerine staj ve tamamlayıcı eğitim yaptırmak zorundadır.
Yine işletmelerde mesleki eğitim gören öğrenciler ile mesleki ve teknik ortaöğretim okul ve kurumlarında staj veya tamamlayıcı eğitim gören öğrencilere asgari ücretin net tutarının;
- Yirmi ve üzerinde personel çalıştıran işyerlerinde yüzde otuzundan,
- Yirmiden az personel çalıştıran işyerlerinde yüzde on beşinden, aday çırak ve çırağa yaşına uygun asgari ücretin yüzde otuzundan aşağı ücret ödenememektedir.
Ancak 2016-2017 öğretim yılına özgü yapılan düzenleme ile stajyer ücretlerinin personel ayrımı yapılmaksızın Asgari Ücretin Net Tutarı X yüzde 30 şeklinde ödeneceğine karar verilmiş; bu tutarın yirmiden az çalışanı olan işletmeler için 2/3 ü, yirmi ve üzerinde personel işletmeler için 1/3 ü stajyer devlet katkısı olarak İşsizlik Sigortası Fonu'ndan karşılanmasına karar verilmiştir.
2016-2017 öğretim yılına özgü olarak verilen stajyer desteğinin süresi 18 Eylül itibariyle sona ermişti. 3308 Sayılı Kanun’da stajyer desteğinin 5 eğitim ve öğretim yılına kadar uzatılmasına ilişkin yetki Bakanlar Kurulu’na verilmiştir. Gerek işletmeler gerekse okullar tarafından desteğin devam edip etmeyeceği merak ediliyordu.
Bu yetki gereğince 20.10.2017 tarih ve 30216 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2017/10834 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla stajyer desteğinin 2017-2018 eğitim-öğretim yılı sonuna kadar uygulanmasına karar verilmiştir. Böylece stajyer desteği 1 yıl süre ile uzatılmıştır.
Stajyer Desteği Nasıl Belirleniyor?
Düzenlemeye göre stajyerlere net asgari ücretin yüzde otuzu kadar ücret miktarı banka kanalıyla ödenmek zorunda. Bu tutar 2017 yılı asgari ücreti dikkate alındığında 381.23 TL’dir. Bu tutarın yirmiden az çalışanı olan işletmeler için 2/3 ü, yirmi ve üzerinde personel işletmeler için 1/3 ü stajyer devlet katkısı olarak ödenmektedir.
Dolayısıyla yirmiden fazla personeli olan işyerleri için destek tutarı 127.08 TL, yirmiden az personeli olan işyerleri için destek tutarı 254.15 TL olacaktır.
Özellikle çoğu zaman sorulan bir soruyu da açıklamakta fayda var. Meslek liselerinde ödenen sigorta primleri iş kazası, meslek hastalığı ve hastalıkla ilgili olduğu için emeklilik açısından sigorta başlangıcı kabul edilmez ve toptan ödeme yapılmaz. İbrahim Işıklı
https://www.dunya.com/kose-yazisi/stajyer-destegine-devam/387882
Yabancı Personelin Ücretinin Vergilendirilmesi
Dünya ekonomisinde globalleşme arttıkça, işgücünün ülkeler arasında dolaşımı da hızla artmaktadır. Özellikle uluslararası şirketlerde çok sayıda farklı ülke vatandaşı çalışana rastlamak artık oldukca olağan bir durum. Bugün birçok uluslararası şirketin tepe yöneticileri arasında çok sayıda yabancı yönetici var. Bu durum ülkemiz içinde geçerli. Ülkemizde uluslararası doğrudan yatırımlar arttıkça doğal olarak bu şirketlerde çalışan, özellikle üst düzey çalışan sayısı da artış gösteriyor. Özel bir durum olan Suriye vatandaşlarını bir kenara koyarsak ülkemizde çalışan yabancıların önemli bir bölümü uluslararası şirketlerde çalışan üst düzey yöneticiler. Bu yazımda özellikle bu gruba yönelik vergilendirme konularını ele almak istiyorum.
Yabancı yöneticiler aynı zamanda Türkiye için birer tanıtım elçileridir
Bu kişilerin Türkiye’de vergilendirilmesinin nasıl yapılacağı iki nedenle çok önemli. Birinci neden, bu kişilerin kişisel vergilemelerinin sorunsuz ve kolaylıkla gerçekleşiyor olması, bu kişilerin Türk Vergi Sistemi'nin işleyişi hakkında olumlu izlenimlerle ülkemizden ayrılmalarını sağlamaktadır. Ülkemize yeni gelecek yatırımlar için, üst düzey yönetici olan bu kişilerin çok olumlu katkısı olmaktadır. Çünkü bu kişiler grup merkezi ülkelerine döndüklerinde global olarak üst yönetimlere gelmekte ve o grubun gelecek dönem yatırım planlarında söz sahibi olmaktadırlar.
Vergi uygulamasının net ve tutarlı olması vergi gelirlerini artırır
İkinci neden vergi kaybının önlenmesi. Üst düzey yöneticilerinin göreceli olarak yüksek ücret gelirleri aynı zamanda Devletimiz için önemli bir vergi potansiyeli. Sistemin doğru, basit ve net olarak çalışması bu kişilerin ücret gelirleri üzerinden doğru vergi alınmasını sağlayacaktır.
Yabancı personelin ücret gelirlerinin nasıl vergilendirileceği konusunda zaman zaman tartışmalar, farklı görüşler ortaya çıkmakta, bu da sistemin yukarıda belirttiğimiz gibi doğru ve açık bir şekilde işlemesini engelleyebilmektedir. Aslında konu çok da karmaşık, düzeltilmesi için kanun değişikliği gerektirecek bir konu da değil. Konunun iyi anlaşılabilmesi için Türkiye de çalışan yabancı personeli iki gruba ayırmak istiyorum. Bu ayrım gerek mükellefiyet türünü belirleme (tam mükellef- dar mükellef) gerekse verilen hizmet türünü anlamada (ücret-serbest meslek) oldukça önemli. Bu kişilerin vergilemesinde zaman zaman yaşanan farklı uygulama ve görüşlerin de bu ayrımın yapılmamasından kaynaklandığını düşünüyorum.
1. Grup: Türkiye yerleşik bir firmada uzun süreli sabit bir görevde (genel müdür, satış müdürü, finans müdürü gibi …) çalışmak üzere gelenler,
2. Grup: Yurt dışında bulunan bir şirketin elemanı olan ve o şirketin Türkiye’de gerçekleştireceği geçici bir proje için (örneğin montaj, eğitim, danışmanlık …) ülkemize gelen yabancı personel.
Bugünkü yazımda birinci gruba giren kişilerden bahsedip, ikinci gruba girenlerin vergilemesinden gelecek yazımızda bahsedeceğim.
Uzun süreli sabit bir görev için Türkiye’ye gelenler
Bu gruba giren çalışanlar, bazen süre belli olmadan, bazen ise 2-4 yıl gibi belli süreler için gelmektedirler. Bu kişiler için Türkiye’deki çalışacakları şirketler çalışma izni almakta, iş ve sosyal güvenlik mevzuatı açısından işveren sorumluluklarını yerine getirmektedirler. Bu kişiler çoğu zaman uluslararası bir şirketler topluluğunun yurt dışındaki şirketinde çalışmakta iken, bu grubun Türkiye’deki şirketine tayin olmaktadırlar. Yine çoğu zaman, Türkiye’deki görevlerinden sonra yine grubun başka bir şirketinde, başka bir ülkede çalışmaya devam edebilmektedirler.
Benzer durum Türkiye merkezli, globalleşmiş şirketlerimiz için de geçerli. Türkiye'den grubun örneğin Azerbaycan’daki grup şirketine genel müdür olarak gitmekte, oradaki görevi sona erdiğinde tekrar Türkiye’deki merkez şirkete dönebilmektedir. Bu kişiler, gittikleri ülkede grup merkezleri için değil bulundukları şirketler için çalışmaktadırlar. İş hukuku anlamında da çalıştıkları şirketlerin personelidirler.
Bu kişilere ücret ödemleri genellikle iki şekilde gerçekleşmektedir
1. Ücretlerinin tamamı fiilen Türkiye’deki şirket tarafından Türkiye de ödenmektedir. Bu durumda, vergilendirilme usulü diğer çalışanlardan farklı değildir. Ödenen ücret bordroya konularak artan oranlı olarak vergilendirilecektir. Uygulamada da bu konuda sorun gözükmemektedir.
2. İkinci yöntem, bu kişilere fiili ücret ödemesinin bir kısmı Türkiye’de çalıştığı firmadan yapılırken, bir kısmı ise geldiği, genellikle vatandaşı olduğu ülkedeki şirket tarafından yapılmakta ve aynen Türkiye’deki şirkete yansıtılmaktadır. Diğer bir deyişle Türkiye'de çalıştığı şirket, ödemenin bir kısmını doğrudan çalışana fiilen yapmasa da ücret maliyetini yansıtma sonrası tamamen kendisi üstlenmektedir.
Birinci yöntemde uygulamada bir sorun yaşanmazken ikinci yöntemde zaman zaman bir kafa karışıklığı ortaya çıkmaktadır. Tartışma yaratan kısım, yabancı çalışana yurt dışında ödenen ve Türkiye’deki şirkete yansıtılan tutarın bir ücret ödemesi mi olduğu yoksa yurt dışı firma tarafından Türkiye’deki şirkete verilen bir hizmet (serbest meslek) ödemesi mi olduğudur.
Eğer yurt dışından yansıtılan tutara ücret dersek, bu durumda Türkiye’deki şirketin bunu bordroya koyarak ücret olarak Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesine vergilemesi (yüzde 15-35 oranlarında), hayır hizmet denirse Kurumlar Vergisi Kanunu'na göre yüzde 20 oranında kurum stopajı yoluyla vergilemesi gerekir. İkinci durumda, yabancı çalışanın yurt dışında almış olduğu ücreti de yıllık beyanname ile beyan etmesi gerekecektir.
Bu ayrımın yapılması için şu iki soruya verilecek cevaplar önemli. Birincisi yabancı çalışan kimin personeli, ikincisi Türkiye’deki şirket ile yurt dışındaki şirket arasında bir hizmet ilişkisi var mı?
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bahsettiğimiz yabancı personel Türkiye’deki sabit bir görev için (genel müdür, satış müdürü, fabrika müdürü …) bulunmaktadır. Bunların çalışma izinleri “işveren” sıfatıyla Türkiye’deki şirketleri tarafından alınmaktadır, iş ve sosyal güvenlik mevzuatı açısından Türkiye’deki işverene bağlıdırlar ve tamamen Türkiye’deki şirket için çalışmaktadırlar.
Durum böyle olunca, bu kişilere gerek Türkiye’den doğrudan gerekse yurt dışında (genellikle kendi memleketinde) ödenen ve Türkiye’deki şirketine yansıtılan ödemelerin tamamının Türkiye’deki şirket tarafından verilen ücret niteğinde olduğunu ve vergilemenin de Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesine göre yapılması gerektiği, ortada bir hizmet olmadığından da yurt dışından yansıtılan tutara ayrıca bir kurumlar vergisi tevkifatı ve sorumlu sıfatıyla KDV hesaplanması gerekmediği görüşündeyim.
Bu kişilere ücretlerinin bir kısmının yurt dışında ödenmesinin nedeni, bir vergi planlaması değil tamamen bu kişilerin özellikle ailevi ihtiyaç ve gereklilikleri nedeniyle bir kısım ödemeyi kendi ülkelerinde istemeleridir. Sonuçta tüm ücret Türkiye’de vergilendirilmektedir. Bilgütay Yaşar
https://www.dunya.com/kose-yazisi/yabanci-personele-odenen-ucretin-vergilendirilmesi-1/387892
Staj Eğitimi Öğrenci Ücretlerine İş-Kur Desteği 2017-2018 Eğitim Döneminde De Devam Edecek
6764 sayılı Torba Kanunla Mesleki Eğitim Kanununa Geçici 12. Madde eklenmiş ve 2016-2017 eğitim ve öğretim yılı sonuna kadar uygulanmak üzere aday çırak ve çıraklar ile işletmelerde mesleki eğitim gören, staj veya tamamlayıcı eğitime devam eden öğrencilere yapılacak ödemelerin asgari ücretin net tutarının yüzde otuzundan az olamayacağı, ayrıca ödenebilecek en az ücretin; yirmiden az personel çalıştıran işletmeler için üçte ikisinin, yirmi ve üzerinde personel çalıştıran işletmeler için ise üçte birinin İşsizlik Sigortası Fonundan ödeneceği hükmü getirilmişti.
20.10.2017 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan 10834 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile söz konusu İş-Kur desteğinin 2017-2018 eğitim öğretim döneminde de uygulanacağı kararlaştırılmıştır.
6764 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 09.12.2016 tarihli, 29913 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış ve söz konusu Kanun ile 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda bazı değişiklikler yapılmıştı.
Bu çerçevede, 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanuna eklenen geçici 12. Madde ile; 2016 – 2017 eğitim ve öğretim yılı sonuna kadar, çalışan sayısına bakılmaksızın işverenlerin çalıştırdıkları aday çırak, çırak, mesleki eğitim gören, staj veya tamamlayıcı eğitim gören öğrencilere 3308 sayılı Kanunun 25. Maddesi kapsamında yapılacak olan ödemelerin asgari ücretin net tutarının yüzde otuzundan az olamayacağı belirlenmiş ve yapacakları ödemelerde; 20’den az personel çalıştıran işletmelerin kanun kapsamında ödeyeceği en az ücretin 2/3’ü, 20’den fazla personel çalıştıran işletmelerin ödeyeceği en az ücretlerin 1/3’ünün işsizlik sigortası fonundan karşılanacağı yönünde düzenleme yapılmıştı.
Bu defa, 20.10.2017 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan 10834 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile aday çırak ve çıraklar ile işletmelerde mesleki eğitim gören, staj veya tamamlayıcı eğitime devam eden öğrencilere yönelik uygulanmakta olan devlet katkısı ödemelerinin süresinin 2017-2018 eğitim öğretim yılı sonuna kadar uzatılmasına karar verilmiştir.
10 Yıl Çalışıp Yaştan Emekli Olmak Mümkün
Emekli olabilmek herkesin hayalidir. Çalışanlar işe girdikten birkaç yıl sonra ne zaman emekli olacaklarını hesaplamaya başlarlar. Ancak genellikle normal emeklilik için gerekli şartlar hesaplanır ve buna göre bir plan yapılır. Bunun yanında bir de yaştan emeklilik hakkı söz konusu. Yaştan emeklilikte daha düşük prim ödeyerek emekli olunur. 10 yıl çalışan bir kişi yaştan emekli olma hakkına sahip olabilir. Ancak bunun için erken yaşta sigortalı olmak gerekir. Peki, kimler yaştan emekli olabilir?
Nasıl hesaplanıyor?
Bir kişinin ne zaman emekli olacağı, ilk kez sigortalı olduğu tarihe göre belirlenir. Bu tarih emeklilik için kaç gün prim ödenmesi, ne kadar süre sigortalı olunması ve kaç yaşın doldurulması gerektiğini belirler. Bu üç koşulu birden sağlayan kişiler emekli olma hakkına kavuşurlar ve aylık bağlatabilirler. Bir kişi ne kadar erken sigortalı olmuşsa, o kadar kolay emekli olur.
Primi yetmeyenler
Yaştan emeklilik, belirli bir yaşa gelmiş ve normal emeklilik için gerekli prim ödeme sayısını dolduramamış yani yeterince çalışamamış kişilere sağlanan bir haktır. Şartları sağlayanlar yararlanabilir.
Kritik tarihler önemli
9 Eylül 1981’den önce sigortalı olmuş kadınlar ve yine 23 Mayıs 2002 itibarıyla 15 yıl sigortalılığı bulunan kadınlar 50 yaşında ve 3600 günle emekli olabilir. 9 Eylül 1976 tarihinden önce ilk kez sigortalı olmuş erkekler ve yine 23 Mayıs 2002 tarihi itibarıyla 15 yıl sigortalılığı bulunan erkekler 55 yaşında ve 3 bin 600 gün primle emekli olabilirler.
Sigortanızı mutlaka kontrol edin
Bu tarihten sonra ilk kez sigortalı olmuş kişiler için de yaştan emeklilik hakkı bulunmaktadır. Ancak bu hakkın kullanılabilmesi için gerekli yaş şartı yükselmektedir. Çalışanların mutlaka özellikle ilk kez çalışmaya başladıkları işyerlerinde sigortalarının yatırıldığını kontrol etmeleri gerekir. Bu konuda 5 yıllık hak düşürücü süre söz konusu olduğu için çalışan dava hakkını da kaybetmektedir. Bu nedenle e-devlet sisteminden kontrol edilmesi çok önemlidir.
Hangi şartlar aranıyor?
Geç sigortalı olan kişiler de 10 yılla, yani 3 bin 600 günle emekli olma hakkına sahipler. Ancak bunun için yalnızca 3 bin 600 prim günü yeterli değil. Aynı zamanda 15 yıllık sigortalılık şartı da söz konusudur. Daha geç sigortalı olan kişilerin yaş haddinde de yükselme olur. Örneğin ilk kez 1 Ocak 1990 tarihinde sigortalı olmuş bir erkek çalışan 3 bin 600 gün primini 1 Ocak 2018’de dolduracaksa 15 yıllık sigortalılık süresi ve 60 yaşını doldurmak şartıyla yaştan emekli olabilecektir. Diğer yandan ilk kez 9 Eylül 1999 ve 30 Nisan 2008 tarihleri arasında ilk kez sigortalı olan kişiler için yaştan emeklilikte 3 bin 600 gün prim yeterli olmuyor. Bu kişilerin yaştan emekli olabilmeleri için 4 bin 500 gün prim yani 12 buçuk yıl çalışmış olma, 25 yıl sigortalılık ve kadınsa 58, erkekse 60 yaşını doldurmuş olmaları gerekiyor. Okan Güray Bülbül
Toplu Sözleşmede İkramiyeye Hak Kazanma Süresi
Cevap: Sayın Özmen, iş/toplu iş sözleşmesinde aksi yönde bir hüküm yok ise, işyerinizdeki hizmetiniz bir yılı doldurmasa bile çalıştığınız süreye orantılı olarak ikramiyenizi alırsınız. Örneğin ikramiyenizin yıllık 120 TL olduğunu varsayalım. Bu durumda size 7 ay çalıştığınız için 70 TL ikramiye ödenmesi gerekir.
Malulen emeklilik
Soru: İki çocuğum var. Malulen emekli olmak istiyorum. 1000 gün prim ödemem bulunuyor. Ne yapmam gerekiyor ? Gülistan T.
Cevap: Malulen emekli olabilmenin koşullarından biri 1800 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları priminin adınıza bildirilmiş olması gerekiyor. Sayın Tuna, çocuklarınız doğduktan sonra iki yıllık süre içerisinde çalışmadıysanız bu süreleri borçlanarak 1800 günü tamamlayıp malullük durumunuzun tespiti ve malullük nedeniyle emekli maaşı bağlanabilmesi için ikametinizin bulunduğu yerin Sosyal Güvenlik Kurumu il müdürlüğüne/merkez müdürlüğüne başvurmanız gerekiyor.
İzinden erken dönen
Soru: 5 gün yıllık izin 2 günde yol izni aldım. Beş günün sonunda işyerine gittim. İnsan kaynakları müdürü yol izni kullanmadığım için git 2 gün sonra gel işbaşı yap dedi. Patronun böyle bir yetkisi var mı? Nuray M.
Cevap: Yıllık izne çıkmadan önce yol izni alan işçiler bu süreyi kullanmadan işe dönerlerse, işveren bunları sürenin bitiminden önce işe başlatmayabilir. İş mevzuatında bu konuda işverene takdir hakkını istediği şekilde kullanabileceğine dair yetki verilmiştir. Sayın M., işveren yol iznini kullanmadan işbaşı yapmak isteyenleri süreden önce işe başlatmayacağı gibi yol izni kullanmadan yıllık izne ayrılanları da izin süresinden önce işe başlatmayabilir.
Gurbetçinin tazminatı
Soru: Kıdem tazminatının hesaplanmasında yurtdışındaki sürelerde dikkate alınır mı? Cemil U.
Cevap: Şirket, Türkiye İş Kurumundan izin alarak yurtdışına sizi çalışmaya götürdüğü için kıdem tazminatının hesaplanmasında yurtdışındaki çalışmanızda dikkate alınır. Arif Temir
http://www.gunes.com/yazarlar/arif--temir/kramiyeye-hakkazanma-suresi-826299
Engelli Emekliliğini Tercih Etti Farkı Aldı
Okurum engelli mi yoksa normal şartlarda emeklilik mi yüksek maaş verir diye sordu.
1999 ÖNCESİ |
491 |
2000-2008/09 |
2476 |
2008/10 SONRASI |
3235 |
6202 |
Normal Şartlarda Emekli olması halinde;
YIL |
ABO |
1999 ÖNCESİ |
70% |
2000-2008/09 |
49% |
2008/10 SONRASI |
36,21% |
YIL |
KAZANÇ |
1999 ÖNCESİ |
9475 |
2000-2008/09 |
1010,10 OAK |
2008/10 SONRASI |
3.261 OAK |
Bu durumda 1999 öncesi 9475 göstergenin karşılığında kısmileştirilmiş kazanç karşılığı:53,26 TL.
2000 İla 2008/09 arasında kısmileştirilmiş kazanç ve birleştirilmiş kazanç, alt sınır aylığı kontrol edilmiş karşılığı:553,50 TL.
2008/10 sonrası birleştirilmiş ve 2017 yılı %4,73 ve %5,89 zamları verilmiş emekli aylığı karşılığı..1.296,87 TL.
Oysa Engelli emekli aylığı bağlanırsa;
YIL |
ABO |
1999 ÖNCESİ |
70% |
2000-2008/09 |
60% |
2008/10 SONRASI |
36,22% |
Bu durumda 1.405,42 TL. Emekli aylığı bağlanacaktır.
Bu durumda engelli sigortalı 108,54 TL. daha fazla emekli aylığı alacaktır. Vedat İlki
Tarhiyatın İnceleme Raporuna Göre Mi, Yoksa Takdir Komisyonu Kararına Göre Mi Yapılmış Olduğu Çelişkisi
Bilindiği gibi, vergi inceleme elemanlarınca, vergi incelemesi sonuçlandırılmadan zamanaşımının bitmesine çok az zaman kala matrah takdiri için takdir komisyonuna dosyaların sevk edildiği sıklıkla yaşanmaktadır. Vergi hukukunda zamanaşımı genelde 5 yıldır.[1] Zamanaşımı tarh zamanaşımı ve tahsilat zamanaşımı olmak üzere 2’ye ayrılmaktadır. Bunlardan ilki tarh zamanaşımıdır. Tarh zamanaşımı ise vergi alacağının miktar olarak hesaplanması ile ilgili olup, bu konuda idare tarafından tarhiyat işlemlerinin mutlak surette 5 yıl içerisinde tamamlanması zorunludur. Vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden takvim yılından başlayarak 5 yıl içerisinde mükellefe veya ceza sorumlusuna tarh ve tebliğ edilmeyen vergi ve cezalar zamanaşımına uğrar.[2]
Tarh ve tahakkuk etmiş vergilerin tahsil aşamasına geçilmesi ile beraber kesinleşen bir vergi alacağının vadelerinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içerisinde tahsil edilmemesi durumunda zamanaşımına uğrar. İşte biz bu zamanaşımına tahsil zamanaşımı diyoruz.
Daha vadesi gelmemiş vergilerin vade tarihinde, süresi geçmiş olanların tahakkuklarını takip eden bir ay içinde ödenmesi gerekir. İşte, bu süreler içinde ödeme yapılmadığında vadeyi takip eden yılın başından başlamak üzere 5 yıl içinde idarenin vergiyi tahsil etmesi veya tahsil etmek için harekete geçmesi gerekir. Aksi takdirde idarenin vergi alacağı zamanaşımına uğrar.
Bilindiği üzere, matrah takdir yetkisine sahip inceleme elemanı, takdir yetkisinden imtina ederek, matrah takdiri için takdir komisyonuna başvuruda bulunması hukuki değildir. Zira, vergi uygulamasında bazı hallerde matrah takdiri ve tayini takdir ve tespit komisyonları tarafından yapılmaktadır. Bu komisyonların kuruluşu ve çalışma esaslarına ilişkin düzenlemeler 213 sayılı VUK md. 72-92 maddelerinde yer almaktadır. VUK’nun 73. maddesine göre takdir komisyonlarının seçimle gelen üyeleri, tüccarlar için ticaret odalarınca, diğer sanat ve meslek erbabı için mesleki teşekküllerce kendi üyeleri arasında veya haricen seçilir. Ticaret odası ve mesleki teşekkülü olmayan yerlerde seçim belediyece yapılır. Takdir komisyonları yetkili makamlardan istenen matrah takdirlerini yapmak ve vergi kanunlarında yazılı fiyat , kıymet vb. hususları takdir etmekle görevlidir. Komisyonlar bu görevini yaparken ortada takdir nedeni olup olmadığını araştırmak zorundadır. Takdir nedeni yoksa vergi dairesine dosyayı iade etme hakları vardır. Komisyonlar, bu görevlerini yaparken 213 sayılı VUK’nun vergi incelemesi yetkisine sahiptirler. VUK 76. madde hükmüne göre takdir olunan matrah mükellefin beyanından düşük olamaz. Takdir komisyonları matrah takdiri sırasında 213 sayılı VUK md.31,74 hükümlerine göre mükellefin defter, kayıt ve belgelerini incelemek zorundadır. Neticede, verilecek takdir komisyonu kararından kararın gerekçesi, dayanakları vs. hususlar mutlak surette kararda yer almak zorundadır.[3]
Vergi incelemesi sonucu saptanan resen takdir nedenine göre matrahın takdir komisyonuna gönderilmesinin zamanaşımını durdurup durdurmayacağı tartışmalıdır. Biz vergi incelemesi ve takdir komisyonuna sevk işlemlerinin birlikte yapılamayacağı görüşündeyiz. VUK’nun 30. maddesinde “inceleme raporunda bu maddeye göre belirlenen matrah veya matrah farkı resen takdir olunmuş sayılır” hükmü vardır. Bu hükme göre inceleme elemanının takdir komisyonu yerine matrah takdir etme yetkisi vardır. Dolayısıyla matrah takdiri için, bu takdir yetkisinin kullanılmaması ve takdir komisyonuna başvurulmasının yasal dayanağı yoktur.
Diğer yandan, beyannamenin verilmemesi gibi bazı takdir nedenleri dışındaki takdir nedenleri vergi incelemesi ile saptanabilir. Vergi incelemesini hemen başında örneğin defterin tasdik edilmemesi gibi bir takdir nedeni saptanmamışsa, matrahın takdir komisyonuna gönderilmesi için vergi dairesine yazı yazılması ve zamanaşımı dolduktan sonra incelemenin tamamlanıp inceleme raporuna bağlanması ve bu inceleme raporuna göre takdir komisyonunun matrah takdir etmesi böylece zamanaşımının uzatılması mümkün değildir. Bu durumda incelemeye başlamanın zamanaşımını durduğu anlamında bir uygulama yaratılmış olur. Oysa VUK’nın 114. maddesinde ancak takdir komisyonuna başvurma işleminin zamanaşımını durduracağı hükme bağlanmıştır. Bunun dışındaki nedenlerle zamanaşımını durdurmanın, dolayısıyla uzatmanın yasal dayanağı olamaz. [4]
Vergi mevzuatımızda vergi inceleme elemanları zamanaşımının bitmesine birkaç ay kala dosyayı zamanaşımına uğratmamak adına takdir komisyonuna matrah takdiri için sevk etmektedirler. [5]
Ancak uygulamada, hukuka aykırı bir şekilde, inceleme elemanları tarafından incelenmesine başlanmış veya incelemesi devam eden mükelleflerin beyanları, sırf zamanaşımını durdurmak için, vergi matrahı takdiri için takdir komisyonuna sevk edilmektedir. Bu durum tamamıyla hukuka aykırı olup, bu usul dairesinde yapılan tarhiyat işlemleri yasal dayanaktan mahrum kalacaktır.
Tarh zamanaşımı süresi içerisinde tamamlanamayan vergi incelemeleri sebebiyle tarh zamanaşımının sınırlamasından kurtulmak için takdire sevkin bir çözüm olarak uygulanmasının ortaya çıkaracağı hukuki sorunlar-problemler gelecek dönemde sıkça karşımıza gelebilecektir. Takdir komisyonlarının çalışmaları ile ilgili sorunları gidermek yerine takdir süreci ile vergi inceleme süreçlerinin birlikte paralel çalışması biçiminde cereyan eden uygulama sorunları giderek ağırlaştırmaktadır. Takdir komisyonun matrah takdiri sürecindeki hukuki eksikliklerin tamamlanması ile zamanaşımı süresinin dolması durumunda inceleme elemanı tarafından vergi mükellefinin defter ve belgelerini geri iade edilmesi ve inceleme raporu tanzim edilmeden incelemenin sonuçlandığı hakkında mükellefe bilgi verilmesine yönelik bir düzenlemeye ihtiyaç olduğu artık zorunlu hale gelmiştir. Çünkü, Gelir İdaresinin yayınlamış olduğu yeni mükellef hakları bildirgesinde bu konularda önemli açıklamalar bulunmaktadır. Ayrıca yeni vergi inceleme yönetmeliğinde bu yönde yeni hükümler getirilmiştir.[6]
Vergi usul mevzuatımıza göre, takdir komisyonlarının görevi matrah takdiri yapmaktır. Takdir komisyonu resen tarh usulüne göre bir vergi tarh edebilmesi için ortada bir vergi inceleme raporu olsa bile VUK 30. md hükmüne göre, vergiye tabi matrahın mutlaka takdir komisyonu kanalıyla takdir ve tespit edilmesi gerekmektedir.
213 sayılı VUK’nun 30. maddesinin 1. fıkrasında yapılan düzenleme ile; vergi inceleme elemanlarınca düzenlenen raporlar üzerine, resen vergi tarhı için takdir komisyonlarından karar alma mecburiyeti kaldırılmış ve raporda belirlenen matrah üzerinden vergi dairesince vergi tarhına olanak sağlanmıştır.[7]
Bu sebeple, bundan böyle yetkililerce düzenlenecek olan vergi inceleme raporları üzerine yapılacak resen vergi tarhiyatı dolayısıyla artık takdir komisyonlarından karar alınması gereği yoktur. Sadece takdir komisyonları faaliyetlerine devam etmekte olduğundan, inceleme raporları dışındaki takdir işlemleri için her halükarda takdir komisyonlarına başvurulacağı hususu gözden uzak tutulmamalıdır. Bunların dışında inceleme elemanlarının tarhiyata dayanak teşkil edecek miktarı, tanzim edecekleri inceleme raporunda mutlaka belirtmeleri gerekmektedir.[8]
Bilindiği üzere, tarhiyat yetkisi tamamıyla vergi dairesine aittir.[9] Takdir komisyonu ve/veya inceleme elemanının tarhiyat yetkisi değil, vergi matrahı takdir yetkisi bulunmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere tarhiyat yapma yetkisi sadece ve sadece vergi dairesine aittir. Re'sen vergi matrahı takdir yetkisi bulunan inceleme elemanının bizzat kendisi gibi vergi matrahı takdir yetkisi bulunan takdir komisyonuna yetkisini devretmesi tamamen hukuka aykırıdır. Böyle bir işlem, takdirin takdiri anlamına gelir ki; bu hukuken mümkün değildir. Zira, hukukta takdirin, takdiri olmaz.[10]
Öte yandan, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 114 üncü maddesinde, zamanaşımını durdurmak için takdir komisyonuna başvurulması yetkisi münhasıran vergi dairesine verilmiştir. İnceleme elemanının nezdinde vergi incelemesine başlanmış bir mükellefin vergi matrahının takdiri için takdir komisyonuna başvurması hem hukuken hem de kanunen mümkün değildir.
Dolayısıyla, nezdinde vergi incelemesi devam eden mükellefin beyanının re'sen vergi matrahı takdiri için, sırf zamanaşımını kesmek amacıyla, mücerret takdire sevk işlemi 213 sayılı Kanunun 114 üncü maddesinde belirtilen zamanaşımı süresini durdurmaz; 5 yıllık süre geçirildikten sonra ... zamanaşımına uğramış bulunan hesap dönemleri için hukuken tarhiyat işlemi yapılamaz. Öte yandan, sadece zamanaşımını durdurmak için inceleme elemanınca önce dosyanın takdir komisyonuna sevk edilmesinin istenilmesi, zamanaşımı süresi dolduktan sonra inceleme raporunun düzenlenmesi ve bu rapordaki miktarın aynısının alınması suretiyle takdir komisyonunca matrah takdir edilmesi halinde, Vergi Usul Kanununun 113 ve 114 üncü maddelerinin hiçbir hükmü kalmayıp, bu maddelerin işlemesi söz konusu olmayacaktır.[11]
Diğer bir deyimle, vergi incelemesi ve takdir komisyonuna sevk işlemleri birlikte yapılamaz. Çünkü, inceleme elemanının 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 30 uncu maddesi uyarınca, tıpkı takdir komisyonu gibi, inceleme raporuyla vergi matrahı takdir yetkisi bulunmaktadır. Vergi matrahı takdiri için, söz konusu yetkinin kullanılması gerekir. Ayrıca, inceleme elemanı tarafından takdir komisyonuna başvurulmasının yasal dayanağı yoktur. Dolayısıyla, vergi incelemesine başlandıktan sonra, vergi matrahı takdiri için takdir komisyonuna başvurularak zamanaşımı süresi uzatılamaz.[12] Anayasa Mahkemesi tarafından verilen iptal kararının gerekçesi de bu konuyu işaret etmektedir.[13] 213 sayılı VUK md. 114 hükmüne göre vergi dairesince matrah takdiri için takdir komisyonuna müracaat edilmesinin zamanaşımını durduracağı vurgulanmıştır. Ancak, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen ve 8.1.2010 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 15.10.2009 gün ve E:2006/95 sayılı karar ile bu hükmü iptal etmiştir.
Mükellefler tarafından kullanılan defter kayıt ve belgeler 213 sayılı VUK md. 253 hükmü gereğince 5 yıl saklanması zorunludur. Madde hükmüne göre mükellefler tutmak zorunda oldukları, yevmiye, kebir, envanter ve diğer yasal defterleri ilgili bulundukları yılı izleyen takvim yılından başlayarak 5 yıl süreyle saklamak ve yetkili makamlar tarafından istenildiği takdirde incelemeye ibraz etmek zorundadırlar. [14]
Vergi Usul Kanununun 253 üncü maddesine göre; defter ve belgelerin ilgili bulundukları yılı takip eden takvim yılından başlayarak beş yıl süre ile muhafaza edilmesi; aynı Kanunun ibraz mecburiyetini düzenleyen 256. maddesine göre de; bu defter ve belgelerin muhafaza süresi içerisinde yetkili makam ve memurların talebi üzerine ibraz ve inceleme için arz edilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
Uygulamada, zamanaşımı süresini, hukuka aykırı şekilde, uzatmak için vergi incelemesi devam ederken, vergi matrahı takdiri için takdir komisyonuna başvurulmakta ve müteakiben düzenlenen vergi inceleme raporlarında, takdir olunan vergi matrahı için çoğunlukla muhafaza ve ibraz süresi geçmiş bulunan defter ve belgeler dayanak gösterilmektedir.
Bilindiği gibi, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 253 ve 256. maddelerinde aynı Kanunun 114. maddesinin 2. fıkrasında yer alan hükme paralel herhangi bir hüküm bulunmadığı gibi, söz konusu hükme herhangi bir atıf da yapılmamıştır. Dolayısıyla, mükellef tarafından muhafaza ve ibraz süresi geçmiş olan defter ve belgeler rızaen ibraz edilmiş olsa dahi, bu defter ve belgelere müsteniden matrah veya matrah farkı tesis edilmesi hukuken mümkün değildir. Zira, 213 sayılı Vergi Usul Kanunun 113 üncü maddesinin ikinci fıkrasında zamanaşımı, mükellefin bu hususta bir müracaatı olup olmadığına bakılmaksızın hüküm ifade eder denilmiştir. Dolayısıyla, zamanaşımına paralel olarak düzenlenen tüm mükellef ödevleri re'sen dikkate alınmak zorundadır. Nazlı Gaye Alpaslan Güven
http://www.hurses.com.tr/Haber-Tarhiyatta_celiski-14787.htm
[1] 213 sayılı VUK md. 113, 114.
[2] KIZILOT Şükrü – ŞENYÜZ Doğan – TAŞ Metin – DÖNMEZ Recai, Vergi Hukuku, Yaklaşım Yayıncılık, Ekim 2006, s.195-199.
[3] ÜREL Gürol, Güncel Vergi Usul Kanunu Uygulaması, 2. Baskı, Maliye ve Hukuku Yayınları, s.183-185.
[4] ÇAKMAK Şefik, “Matrahın Takdir Komisyonuna Gönderilmesi İle Duran Zamanaşımı Süresi, Anayasa Mahkemesinin 8.1.2010 Tarihli Kararı İle VUK’nun 11. Maddesinin 2. Fıkrasının İptal Edilmesi, 1.8.2010 Tarihinde Resmi Gazetede Yayımlanan 6009 Sayılı Yasa İle VUK’nun 114. Maddesine Eklenen Fıkra Ve VUK Geçici 28. Madde Hükmü”, Oluş Mali Hukuk Bürosu, 15.01.2011 tarih ve IV/128 sayılı sirküler.
[5] Ayrıntılı açıklamalar için bkz. ŞAHİN Tayfun, “Zamanaşımı Süresi Dolmak Üzereyken Takdire Sevk Edilen Mükellefler Hakkında Vergi İncelemesi Sürdürülebilir mi?”, Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Nisan 2012, Sayı:100, s. 22-26
[6] Bkz. 31.12.2010 tarih ve 27802 sayılı Resmi Gazete.
[7] Altındağ YMM Sirküleri 16.05.2011 gün ve 2011/5 sayılı.
[8] 213 sayılı VUK md.30, 31.
[9] 213 sayılı VUK md. 20
[10] Sami Selçuk, Kısıtlı Demokrasi Sancılı Hukuk, s.277
[11] Danıştay 9 uncu Dairesi'nin 13/03/2007 tarih ve E.2005/5109, K.2007/733 sayılı Kararı, karşıoy gerekçesi.
[12] ÇAKMAK Şefik, Zamanaşımı ve Anayasa Mahkemesi Kararlarının Vergi Uygulamasına Etkisi, Ankara SMMMO Bülten Dergisi, Yıl 21, Sayı:194-2011, s. 71
[13] ÇAKMAK Şefik, Oluş Mali Hukuk Bürosu, 15.01.2011 tarih ve IV/128 sayılı sirküler.
[14] VUK md. 253,256.
Vergi Hukukunun Temel İlkeleri
Bu köşede genelde vergi sorunlarını irdelemeye çalışıyorum. Bu irdelemeleri, tabii ki belli hukuk ilkeleri ışığında yapmaya çalışıyorum. Bu ilkeler doğal olarak, belli. Bu ilkeleri herkes biliyor. Biliyor da, iş uygulamaya gelince kafalar karışıyor. İdare daha çok vergi almanın, mükellef ise daha az ödemenin peşine düşüyor.
İşte bu noktada çatışan menfaatleri belli ilkeler içerisinde dengelemek ve bu çatışmada adil çözümler üretmek, vergi hukukuna ve vergi yargıcına düşüyor.
Bu nedenle bizde işe baştan başlayalım, ilkleri bir kez daha toparlayalım istedik.
Anayasamızın pek çok hükmü vergi hukuku ile ilgilidir. Örneğin anayasanın temel hak ve özgürlüklere ilişkin hükümleri vergilendirme yetkisinin sınırları bakımından, Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin hükümleri vergi kanunlarının anayasallık denetimi bakımından, idarenin yargı denetimine ilişkin hükümleri vergilendirme işlemlerinde hukuka uygunluğun sağlanması bakımından, kanunların yapılışına ilişkin hükümleri vergi kanunlarının yapılışları bakımından, bütçe ile ilgili hükümleri yürütme organına verginin tahsil yetkisinin verilmesi bakımından vergi hukuku ile ilgilidir.
Bir vergi sistemini Anayasanın özgürlükler ve kişi hakları ile ilgili hükümlerine bakmadan, hakim güvencesi ve yargı denetimine ilişkin hükümleri bir kenara bırakarak değerlendirmek olanaksızdır.
Ancak anayasa maddelerinden ikisi, 73 ve 167/2 maddeleri, doğrudan vergi hukukunu hedef almakta ve vergi hukukunun temel ilkelerini belirlemektedir. Bu maddelerden 167/2. madde dış ticaret üzerine getirilecek mali yükümlülüklere ilişkin olup, vergilendirme ilkeleri bakımından asıl önem taşıyan 73. maddedir.
Anayasa’nın 73. maddesinin 1.fıkrasına göre, “Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür.”
Anayasa düzenlemeleri soyut kuralları, ilkeleri içerir. Bu soyut kuralların içerikleri, normlar hiyerarşisinde aşağı doğru indikçe somutlaşır ve ilkelerin içi doldurulmaya, kurallar yaşama aktarılmaya başlanır. Anayasa- Kanun-KHK-Tüzük-Yönetmelik şeklinde düzenlemeleri yukarıdan aşağıya sıralayan ve alttaki normun üstündekilere aykırı olamayacağını ifade eden normlar hiyerarşisinde, üstte bulunan normlar ilkelere, daha altta bulunan normlar ise uygulamaya yakındır. Bu nedenle üstte yer alan normun yaratıcılığının çok uygulanırlığının az, altta bulunan normların ise uygulanırlığı çok yaratıcılığının az olduğu söylenir.
Kanun genel tebliğle, genel tebliğ sirkülerle, sirkülerler de muktezalarla değiştirilemez.
Sanal hukuk metinleri sirkülerler ile mükellef hukuku düzenlenemez.
Vergi hukukunun anayasal ilkelerini yaşama geçiren asli küme vergi kanunlarıdır.
İstisna veya muafiyetlerin, anayasa ile bağdaşabilmesi, ancak bir anayasal dayanağa sahip olmasına bağlıdır. Aksi halde anayasaya aykırı düşerler. Örneğin, engellilik indiriminin devlete engellileri koruma görevi yükleyen anayasa hükmüne dayanması gibi. Anayasal dayanağı olmayan istisna ve muafiyetler, herkesin vergi ödemesi buyruğu ile çelişir ve adaletsizlik yaratır.
Herkesin mali gücüne göre vergi ödemesi ilkesi, sadece vergi kanunlardaki düzenlemelerle ihlal edilmez. Bazen fiili olgularda, bu ihlali yaratabilir. Örneğin, etkin bir denetimin olmayışı da verginin genelliğini ve eşitliğini zedeler. Denetimsizlik, vergi kanunlarına uymayanlar lehine, uyanlar aleyhine adaletsizlik yaratır, piyasalardaki rekabet düzenini bozar. Öte yandan anayasadaki “herkes (...) vergi öder” düzenlemesi, herkese ödeme, devlete de ödetme ve tahsil etme yükümlülüğü getirmektedir. Devletin denetimde zaaf göstermesi, vergiyi almaması veya alamaması da, özünde anayasayı ihlal sonucunu doğurur. Tahsilâtın tahakkuka oranı, aynı zamanda vergi idaresinin bu anayasal buyruğu yerine getirme oranını da gösterir.
Anayasa verginin, herkesin mali gücüne göre alınmasını, vergi salınırken “mali güç ilkesinin” gözetilmesini emretmiştir. Ancak uygulamada, özellikle kazanç üzerinden alınan vergilerde mali güç ilkesinin yaşama aktarılmış olduğunu hiç kimse söyleyemez. Özellikle kazanç vergilemesinde, kazanç veya iratları üniter yapının dışına çıkartan beyan dışı bırakma, nihai vergiyi stopaj yolu ile alma gibi düzenleme ve uygulamalar mali güç ilkesini zedelemektedir.
Öte yandan dolaylı vergiler, içlerinde doğal olarak mali güç ilkesini barındırmazlar ve bu vergilere hakim olacak ilkeler, dolaysız vergilerde olduğu gibi anayasal ilke düzeyinde pek fazla düzenlenmemiştir. Türk Vergi Sistemi’nin ağırlığının dolaylı vergilere verilmesinin, anayasa ile oluşturulmak istenen sistemle bağdaştığını söylemek bu açıdan pek mümkün değildir.
Sirküler ile genel tebliğler değiştirilemeyeceği gibi, Bakanlar Kurulu Kararları da değiştirilemez. (Uygulamada maalesef zaman zaman bu kuralların ihlal edildiği de görülebiliyor. Örneğin geçmişte 7 sayılı ÖTV Sirküleri ile 2009/14802 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı değiştirilmiştir. Söz konusu kararname, bazı ürünlerde ÖTV ve KDV oranlarını, “15.6.2009 tarihine kadar uygulanmak üzere” aşağı çekmiş, Gelir İdaresi Başkanlığı “15.6.2009 tarihine kadar uygulanmak üzere” yayınlanmış kararnamenin uygulama süresini, 7 no’lu Sirküler ile, “15.6.2009’da da kararname ile belirlenmiş oranların uygulanacağını açıklayarak” 16.6.2009 tarihine kadar uzatmıştır.)
Vergileme ilkelerinin oluşumunda, anayasanın sadece doğrudan vergi ile ilgili hükümlerinin değil, tümünün nazara alınması gerekir. Anayasanın ceza hukukuna ilişkin suç ve cezaların yasallığı, cezanın kişiselliği ve ölümle cezanın düşmesi, suç ve cezaların önceden belli olması vb. ilkeler, vergi ceza hukukunun da temel ilkeleri olmak durumundadır. Yine bu ilkeler kapsamında, geçmişe ceza getirilemez, ceza hükümleri geriye yürütülemez.
Hukuk devleti ilkesinin hukuki güvenlik ve hukuki istikrar ilkeleri aynı zamanda vergi hukukunun da ilkeleri olmak durumundadır. Bu ilkeler, kişilerin tabi olacakları kuralları önceden bilmelerine ve bu kurallara göre ve onlara güvenerek ekonomik ilişkilerini oluşturmalarına ve sürpriz hukuk kuralları ile karşılaşmayacakları güvencesini sağlamaya hizmet ederler. Zaten hukuk devletinin vergi hukukunun mükellefine gol atmaması asıldır.
Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuki güvenlik, kural olarak yasaların geriye yürümemesini de gerekli kılar. Yasalar, ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar (Anayasa Mahkemesi E.2008/92 K. 2009/45 T.5.3.2009). Vergiyi doğuran olay tamamlandıktan sonra, vergi yükünün arttırılması geriye yürüme olarak nitelendirilebileceğinden kazanılmış hakların zedelenmesine yol açar (Anayasa Mahkemesi E. 2001/34 K. 2003/2 T. 14.1.2003).
Özel girişim özgürlüğü ve sözleşme özgürlüğünün asıl olması, vergi düzenlemelerinin ise bu özgürlükleri kullanılamaz hale getirmemesi gerekir. Zaten asıl olan, vergi veya diğer mali mükellefiyetlerin, kamu özgürlüklerini kısıtlamaya yol açmamasıdır. Bütün hak ve özgürlüklerin çekirdek noktası, vergilendirme için birer sınır oluşturur.
Vergi hukuku, mükelleflere işletme politikası dikte edemez. Mükellefin gittiği yol, normal hukuki, iktisadi ve teknik gereklerin dışına taşmadıkça, eleştirilemez. Mükellef Şirketlere, döviz tutup kur farkı zararı yazacağınıza, bankada TL mevduat yapsaydınız denemez ve buna göre vergi istenemez. Bunun gibi, şirketlere niçin birleştiniz veya bölündünüz sorusu sorulamaz, birleşme veya bölünme yolu ile hazineyi zarara uğrattınız denemez. Çünkü şirketler daha fazla vergi ödemek için değil, vergi yükünü azaltmak için birleşirler. Hiç kimse gidebileceği normal yollar içerisinde, daha fazla vergi ödeyeceği yoldan yürümeye zorlanamaz.
Aynı şekilde “ticari muhakeme kuralı” veya “iş adamı (patron) kararı” şeklinde Türkçeleştirilebilen “business judgment rule” sınırları verilmiş kararlar, tartışılamaz.
Vergi kuralları, özellikle işletme tipleri arasında yönlendirme yapmamalı, tarafsız olmalıdır.
İdari işlemlerin yargı denetimine açık ve bu denetime ışık tutar şekilde oluşturulması gerekir. Bunun için de idarenin şeffaf olması, her türlü işlemini gerekçeli olarak oluşturması, tüm idari görüşlerin (özelgelerin) ve yargı kararlarının aleni olması gerekir. Mükellefler hakkında başka raporlara atıflarla rapor yazılması halinde, atıf yapılan raporun mükelleften gizlenmesi hukuk devletine yakışmaz.
Bir takım kod listeleri oluşturulacaksa, ilkelerinin açıkça ortaya konması, yargı denetimine açık olması ve listelerin ulaşılabilir olması gerekir. Devlet mükellefleri hakkında “kara liste” tutamaz, hele, bu listelerden mahkeme kararı ile çıkanları ayrı bir kod listesinde izleyemez. Vergi hukukunun da ceza hukuku gibi, kanuna aykırı yollardan edinilmiş delillere itibar etmemesi gerekir. Görüldüğü gibi vergi hukukunun temel ilkeleri, sadece vergi hukukunun özelliklerine ve Anayasanın sadece bir maddesine bakılarak belirlenemez. Bu belirlemeler yapılırken diğer hukuk dalları arasında da gezinmek gerekir. Galiba gelecek yazım da bu konuda olacak. Bumin Doğrusöz
https://www.dunya.com/kose-yazisi/vergi-hukukunun-temel-ilkeleri/387660