Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Çarşamba, 01 Kasım 2017 09:07

Cenaze Ödeneği Nedir? Ne Kadar Ödenir

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun, 37'nci maddesi "'İş kazası veya meslek hastalığı sonucu veya sürekli iş göremezlik geliri, malûllük, vazife malûllüğü veya yaşlılık aylığı almakta iken veya kendisi için en az 360 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortası primi bildirilmiş olup da ölen sigortalının hak sahiplerine Kurum Yönetim Kurulunca belirlenip Bakan tarafından onaylanan tarife üzerinden cenaze ödeneği ödenir. Cenaze ödeneği, sırasıyla sigortalının eşine, yoksa çocuklarına, o da yoksa ana babasına, o da yoksa kardeşlerine verilir'" hükmü gereği 2017 yılında ödenecek cenaze ödeneği tutarı 531 TL' dir. Lebib Yalkın Yayımları

31 Ekim 2017 Tarihli Resmi Gazete

Sayı: 30226

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından

BİRİNCİ BÖLÜM

Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

Amaç ve kapsam

MADDE 1 – (1) Bu Tebliğin amacı, kooperatif ve üst kuruluşlarınca, olağan genel kurul toplantılarının en fazla üç hesap dönemini kapsayacak şekilde birleştirilerek yapılmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.

Dayanak

MADDE 2 – (1) Bu Tebliğ, 24/4/1969 tarihli ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 45 inci maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak hazırlanmıştır.

Tanımlar

MADDE 3 – (1) Bu Tebliğde geçen;

a) Birleşik genel kurul: İki veya üç hesap dönemini kapsayacak şekilde ve birleştirilerek yapılan olağan genel kurul toplantısını,

b) İl müdürlüğü: Tarımsal amaçlı kooperatifler ve üst kuruluşları için Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının, yapı kooperatifleri ve üst kuruluşları için Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ve diğer kooperatifler ve üst kuruluşlar için ise Gümrük ve Ticaret Bakanlığının İl Müdürlüğünü,

c) Kooperatif: Kooperatifleri ve bunların üst kuruluşlarını,

ç) Olağan genel kurul toplantısı: 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 45 inci maddesinin birinci fıkrası hükmü doğrultusunda kooperatiflerin en az yılda bir defa yapmaları gereken genel kurul toplantısını,

d) Olağanüstü genel kurul toplantısı: Olağan toplantı haricinde yapılan genel kurul toplantısını,

e) Raporlar: Bilanço, gelir-gider cetveli, tahmini bütçe, yönetim kurulu faaliyet ve denetçi raporlarını,

f) Üst kuruluş: Kooperatiflerin bir araya gelerek kurdukları kooperatif birliği, kooperatif merkez birliği ve Türkiye Milli Kooperatifler Birliğini,

ifade eder.

İKİNCİ BÖLÜM

Olağan Genel Kurul Toplantılarının Birleştirilmesi

Olağan genel kurul toplantı zamanı

MADDE 4 – (1) Genel kurul olağan ve gerektiğinde olağanüstü olarak toplanır. Olağan toplantının her hesap devresi sonundan itibaren 6 ay içinde ve en az yılda bir defa yapılması zorunludur.

(2) Üst kuruluşa ortak olan kooperatifler; çağrıda yer alan olağan genel kurul toplantılarının birleştirilerek yapılmasına dair gündem maddesini, genel kurul toplantısında görüşerek kabul etmeleri şartıyla, olağan genel kurul toplantılarını iki veya üç hesap dönemini kapsayacak şekilde erteleyip birleştirmek suretiyle yapabilir.

(3) Birleştirme süresi yönetim kurulu ve denetçilerin geriye kalan görev süresini geçemez.

(4) Birleşik genel kurul yapılmasına dair uygulama; süre bitiminde aynı usulle karar alınması halinde tekrarlanabilir.

(5) Birleşik genel kurul yapılmasına dair gündem maddesinin reddedilmesi halinde; bu konu sonraki genel kurul toplantısında yeniden görüşülebilir.

Çağrı ve ortaklar listesi

MADDE 5 – (1) Birleşik genel kurulda çağrı ve ortaklar listesi mevcut ortaklara göre yapılır.

Raporlar

MADDE 6 – (1) Olağan genel kurul toplantılarını birleştirme kararı alan kooperatiflerin, rapor örneklerini her bir hesap devresi sonundan itibaren 6 ay içinde il müdürlüğüne ve kooperatifin ortağı olduğu üst kuruluşa vermeleri zorunludur.

(2) Gelecek hesap dönemlerine ilişkin tahmini bütçelerin birleştirme süresini kapsayacak şekilde her yıl için hazırlanarak, birleştirme kararının görüşüleceği genel kurul toplantısında karara bağlanması şarttır.

(3) Anasözleşmelerinde gelir-gider farkının dağıtılacağına yönelik hüküm bulunan kooperatifler, birleştirme kararı alınacak genel kurul toplantısında, birleştirme süresince gelir-gider dağıtımına ilişkin yapılacak uygulama hakkında da karar alır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Hesaplaşma ve İbra

Ortaklığı sona erenlerle hesaplaşma

MADDE 7 – (1) Olağan genel kurul toplantılarının birleştirilmesi sonrası devir dışında bir sebeple ortaklığı sona erenlerin, sermaye ve diğer alacakları, bilançonun genel kurulca onaylanması beklenmeksizin ayrıldığı yıl bilançosuna göre hesaplanır. Hesaplanan bu tutar 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 17 nci maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak üzere, hesap döneminin kapanmasını izleyen 4 üncü ayın 25 inci gününü takiben en geç bir ay içerisinde geri verilir.

İbra

MADDE 8 – (1) Birleşik genel kurulda, birleştirilen her bir hesap devresine yönelik raporlar ve ibralar ayrı ayrı görüşülür ve herhangi bir hesap dönemine yönelik ibra edilmeyen yönetim kurulu üyeleri ve denetçiler bu organlara aynı genel kurulda tekrar seçilemezler.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Çeşitli ve Son Hükümler

Üst kuruluşlarca yapılacak bildirim

MADDE 9 – (1) Ortaklıktan çıkma ya da çıkarılma suretiyle üst kuruluş ile ortaklık ilişkisi sona eren kooperatifler, üst kuruluşlar tarafından il müdürlüğüne bildirilir.

Birleştirme şartlarının kaybedilmesi

MADDE 10 – (1) 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 56 ncı maddesinin birinci fıkrasının üçüncü bendinde sayılan suçlarla ilgili olarak yönetim kurulu üyeleri hakkında kamu davası açılması veya bu Tebliğin 4 üncü maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları ile 6 ncı maddesinde sayılan şartlara aykırı hareket edilmesi halinde birleştirme şartları kaybedilir ve genel kurul olağan toplantıya çağrılır.

Diğer hükümler

MADDE 11 – (1) Olağan genel kurul toplantılarını birleştirme kararı alan kooperatiflerin Tebliğdeki hükümlere aykırı anasözleşme hükümleri, birleştirme süresince uygulanmaz.

Yürürlük

MADDE 12 – (1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Yürütme

MADDE 13 – (1) Bu Tebliğ hükümlerini Gümrük ve Ticaret Bakanı, Çevre ve Şehircilik Bakanı ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı yürütür.

T.C.

SOSYAL GÜVENLİK KURUMU BAŞKANLIĞI

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun geçici 72 nci maddesine göre 2016 yılı Aralık, 2017 yılı Ocak ve Şubat aylarına ilişkin olup sırasıyla 2017 yılı Ekim, Kasım ve Aralık aylarına ertelenmiş primlerin, KDV mahsubu yoluyla ödenmesi mümkündür. Ertelenen sigorta primlerini KDV mahsubuyla ödeyecek olan işverenler için ödemenin yasal süre içinde yapıldığı kabul edilecektir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Primlerin bugün yatırılmaması halinde;

1- Prim borcunun ortaya çıkacağı,

2- Yararlanılan sigorta prim teşvik ve desteklerinden yararlanılamayabilecegi,

3- Ödenmeyen primler noktasında gecikme cezası ve gecikme zammının ortaya çıkacağı,

4- Ödenmeyen primler nedeniyle icra takip ve haciz uygulamasıyla karşı karşıya kalınabileceği, Değerlendirilmektedir.

 

Vergi hukukunda yer alan zamanaşımı kavramı mükellefler açısından önemli bir uygulama olup, zamanaşımı mükelleflerin vergi ödevlerini yerine getirmede veya vergi borcunu ifa etmede önemli bir müessesedir. Uygulamada gelir idaresi zamanaşımını pek dikkate almamakta, hatta çoğu zaman zamanaşımına uğramış kamu alacakları ya da zamanaşımına uğramış bir evrakın mükellefe tebliğini dahi yapabilmektedir. Esasında zamanaşımı idare bakımından bir alacağın süre geçimi nedeniyle bu alacağın ortadan kalkmasıdır. [1] Başka bir ifade ile, belirli bir süre geçmesi ile vergi alacağının alacaklı idare açısından talep hakkının ortadan yok olmasıdır. Bu açıdan meseleye bakılırsa, vergi alacağı zamanaşımına uğraması durumunda idare bu durumu re’sen dikkate alıp buna göre bu alacağı mükelleften istememesi icap eder. Yani, zamanaşımı iddiasının mükellef veya vergi sorumlusu tarafından ileri sürülmesi beklenilmez ve aranmaz. [2] 

Zamanaşımı uygulamada iki şekilde karşımıza çıkabilmektedir. Bunlardan birincisi, tahakkuk zamanaşımıdır. Buna göre, zamanaşımını kesen herhangi bir işlem söz konusu değildir. Tahakkuk zamanaşımında, zamanaşımının durması söz konusudur. Yasada belirtilen bazı nedenlerin ortaya çıkması durumunda işlemekte olan süre, o nedenler ortadan kalkana kadar durur; o nedenle ortadan kalktığında durduğu yerden yeniden işlemeye devam eder. Bir başka ifade ile, süre yeniden başa dönmez, durduğu noktadan ileriye doğru işleme sürecini devam ettirir. Bu süreç sürenin tamamlandığı noktaya kadar devam eder. Örneğin, VUK’nun 114. maddesinin 2. fıkrası uyarınca; vergi dairesince matrah takdir komisyonuna başvurulması zamanaşımını durdurur. Duran zamanaşımı mezkur komisyon kararının vergi dairesine tevdiini takip eden günden itibaren işlemeye devam eder.          

Öte yandan, tahsil zamanaşımına gelince de; 6183 sayılı AATUHK kapsamına girmiş bir amme alacağı için söz konusudur. Bir başka deyişle, tarh, tebliğ, tahakkuk ve tahsil aşamalarını geçmiş ve kesinleşmiş; ancak ödenmeyen ve kovuşturma aşamasına gelmiş bir kamu alacağında tahsil zamanaşımı söz konusudur.

6183 sayılı yasanın 102. maddesi uyarınca, vadesinin rastladığı takvim yılını izleyen takvim yılının başından itibaren 5 yıl geçmesi ile zamanaşımına uğrar. Zamanaşımından sonra mükellefin rızaen yapacağı ödemeler kabul olunur. 

Tahsil zamanaşımında durma değil, zamanaşımının kesilmesi söz konusudur. Zamanaşımının kesilmesi olayında, 6183 sayılı yasanın 103. maddesindeki durumlardan herhangi birisi gündeme geldiğinde yürümekte olan süre kesilmekte ve zamanaşımı süresi yeniden baştan başlamaktadır. Durma olayında sürenin kalan bölümü işlerken, kesilmede süre yeni baştan yürümeye başlamaktadır. 

6183 sayılı yasanın 103. maddesinde hükme bağlanmış olan zamanaşımını kesen haller şunlardır: 

  1. Ödeme,
  2. Haciz tatbiki,
  3. Cebren tahsil ve takip muameleleri sonucunda yapılan her çeşit tahsilat,
  4. Ödeme emri tebliği,
  5. Mal bildirimi, mal edinme ve mal artmalarının bildirilmesi,
  6. Yukarıdaki 5. sırada gösterilen muamelelerden herhangi birinin kefile veya yabancı şahıs ve kurumlar mümessillerine tatbiki veya bunlar tarafından yapılması,
  7. İhtilaflı amme alacaklarında kaza mercilerince bozma kararı verilmesi,
  8. Amme alacağının teminata bağlanması,
  9. Kaza mercilerine icranın tehirine karar verilmesi,
  10. İki amme idaresi arasında mevcut bir borç alacaklı amme idaresi tarafından borçlu amme idaresine borcun ödenmesi için yazı ile müracaat edilmesi.
  11. Amme alacağının özel kanunlara göre ödenmek üzere müracaatta bulunulması veya ödeme planına bağlanması. (5035 sayılı kanunun 5. maddesiyle eklenen bent; geçerlilik; 31.12.2003, yürürlük: 02.01.2004)

Kesilmenin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren zamanaşımı yeniden işlemeye başlar. Zamanaşımının bir bozma kararı ile kesilmesi halinde zamanaşımı başlangıcı yeni vade gününün rastladığı; amme alacağının teminata bağlanması veya icranın kaza mercilerince durdurulması hallerinde zamanaşımı başlangıcı teminatın kalktığı ve durma süresinin sona erdiği tarihin rastladığı; takvim yılını takip eden takvim yılının ilk günüdür. [3]    

6183 sayılı yasanın 104. maddesi uyarınca; borçlunun yabancı memlekette bulunması, hileli iflas etmesi veya terekesinin tasfiyesi dolayısıyla hakkında takibat yapılmasına olanak yoksa bu hallerin devamı süresince zamanaşımı işlemez. Zamanaşımı, işlememesi nedenlerinin kalktığı günün bitmesinden itibaren başlar veya durmasından evvel başlamış olan cereyanına devam eder.         

Danıştay Vergi dava Daireleri Kurulu tarafından verilen bir kararda; “tarh zamanaşımına uğramış olan vergilerin ve bunlarla ilişkili olarak kesilen cezaların tahsiline yönelik işlemlerin hukuka uyarlı olmadığına” karar verilmiştir[4].

Yine, Danıştay tarafından verilen bir başka kararda ise; “1996 takvim yılına ait kurum kazancı üzerinde gelir vergisi kanunun ilgili yılda yürürlükte bulunan 3946 sayılı yasa ile değişik 75. maddesinin 2. fıkrasının (4) işaretli bendi uyarınca hesaplanan menkul sermaye iradı, dağıtılma şartına bağlı olmaksızın tevkifata tabi tutulması gerektiğinden, bu tevkifata ilişkin zamanaşımı süresinin de kurum kazancının ait olduğu dönemi izleyen 1.1.1997 tarihinden başlayarak hesaplanması gerektiğine” karar verilmiştir. [5]          

Tahsil zamanaşımı süresinin kesilmesi, kamu alacağının teminata bağlanmış olması nedeniyle olmuş ise; yeni zamanaşımı süresi, teminatın kalktığı tarihin rastladığı takvim yılını izleyen takvim yılının ilk gününden başlar.[6]         

Uygulamada, vergi daireleri zamanaşımına uğramış ve tarhiyat yönünden süresinde mükellefe tebliğ edilmeyen vergi ve ceza ihbarnamelerine ilişkin bilahare ödeme emirlerini mükellefe vergi dairesinde elden tebliğ etmeye yönelik uygulamalar yapmaktadırlar. Esasen, 5 yıllık tarh zamanaşımı içerisinde tebliğ edilmeyen vergi ve ceza ihbarnamelerinin mükellefe tebliği mümkün bulunmamaktadır. Aynı şekilde ihbarnamesi tebliğ edilmeyen bir kamu alacağı için yıllar sonra buna ilişkin ödeme emrinin tebliği ise zaten imkansızdır.

Ancak, uygulamada ihbarnamelerin ilanen tebliğ edildiği iddiasıyla, ödeme emirleri de yıllar sonra mükelleflere vergi dairelerinde tebliğ yoluna gidilebilmektedir. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Vergi_Usul_Hukuku_ve_Vergi_Icra_Hukukunda_zamanasimi_ve_zamanasimindan_kaynaklanan_vergisel_sorunlar-14923.htm


[1] VUK md. 113/1-2

[2] SALİH Özel, Vergi Hukukunda Zamanaşımı ve Zorlayıcı Neden İlişkisi, Yaklaşım Dergisi, Eylül 2008, s. 17-18

[3] EROL Ahmet, Türk Vergi Sistemi ve Vergi Hukuku, Yaklaşım Yayıncılık, 2008, Ankara

[4] DVDDK 16.02.2007 gün ve E:2006/226-K:2007/74 sayılı karar.

[5] Dnş. 3. D. nin 13.12.2005 gün ve E:2005/1856-K:2005/2693 sayılı kararı.

[6] Dnş. 7. D. nin 18.05.1999 gün ve E:1998/266-K:1999/2062 sayılı karar. Teminata bağlı alacaklarda tahsil zamanaşımın kesileceği ve teminatın kaldırılmasına kadar işlemeyeceği hk.

Salı, 31 Ekim 2017 09:18

Verginin Yasallığı İlkesi

Anayasamızın 73. maddesin 3. fıkrasında yer alan “vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülükler kanunla konulur, kaldırılır ve değiştirilir.” hükmü ile ifade olunan “verginin yasallığı ilkesi”, Batı demokrasilerinde uzun bir tarihsel gelişme sonucu ortaya çıkmış ve çağdaş anayasalara girmiş bir ilkedir. İlkenin tarihinin parlamentoların tarihi ile eş zamanlı olduğu söylenebilir.

Anayasamızın bu ilkeyi benimseyen hükmü, kanun koyma hak ve yetkisini TBMM’ye veren 87. maddesi ve yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine ilişkin 7. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin ancak TBMM tarafından konulup kaldırılabileceği veya değiştirilebileceği, yasama organının bu yetkisinden vaz geçemeyeceği ve bu yetkisini yürütme organına bırakamayacağı veya devredemeyeceği veya bu anlama gelecek bir tasarrufta da bulunamayacağı sonucu ortaya çıkmaktadır. Anayasamızın benimsediği bu kuralın da iki istisnası vardır. Bunlardan birincisi 73. maddenin son fıkrasında, ikincisi ise 167. maddede düzenlenmiştir ki, bu günkü yazımızın konusunu bunlardan birincisi oluşturmaktadır. Aslında bu düzenlemeler de yetki devrini içermesi dolayısıyla anayasa md.7’ye aykırı ise de bizzat anayasada düzenlendiği için anayasaya aykırılık iddiası ileri sürülemez. Ancak burada, Anayasa Mahkemesi'nin bir vergi kanununu anayasaya aykırı bularak iptal etmesi ve dolayısıyla söz konusu verginin kalkması halinin, bir yasama yetkisinin kullanılması halini oluşturmayacağını da belirtelim.

"Anayasa koyucu her çeşit mali yükümün kanunla konulmasını buyururken, keyfi ve takdiri uygulamaları önlemeyi amaçlamıştır. Kanun koyucunun yalnız konusunu belli ederek bir mali yükümün ilgililerine yükletilmesine olur vermesi, bunun kanunla konulmuş sayılması için yeterli olamaz. Mali yükümlerin matrah ve oranları, tarh ve tahakkuku, tahsil usulleri, yaptırımları, zamanaşımı, yukarı ve aşağı sınırları gibi çeşitli yönleri vardır. Bir mali yüküm bu yönleri dolayısıyla, yasayla yeterince çerçevelenmemişse, kişilerin sosyal ve ekonomik durumlarını, hatta temel haklarını etkileyecek keyfi uygulamalara yol açabilmesi mümkündür. Bu bakımdan mali yükümler, belli başlı öğeleri de açıklanarak ve çerçeveleri kesin çizgilerle belirtilerek yasalarla düzenlenmelidir." (Anayasa Mahkemesinin E.1986/5 K.1987/7 sayı ve 19.3.1987 tarihli Kararı)

Anayasa Mahkemesi'nin pek çok kararında vurgulanan bu saptamasından da görüldüğü gibi, bir verginin yasama organınca konulmuş sayılabilmesi için, onun yalnızca konusunun kanunla belirlenmesi yeterli değildir. Verginin konusundan başka oranı veya miktarı, indirimleri, istisna ve muafiyetleri tarh, tahakkuk ve tahsil usulleri, yaptırımları, zaman aşımı vb. konularında kanunla düzenlenmesi zorunludur. Bazı hususların ilgili kanunla düzenlenmeyip bir başka kanuna atıf yapılarak belirlenmesini de, Anayasamız açısından, mümkün kabul etmek gerekir.

Vergi ödevi dolayısıyla taraflar arasına doğan ilişki, yalnızca kamusal bir borç - alacak ilişkisi değildir. Bu maddi ilişkinin yanında, şekli vergi hukukunu oluşturan ve usule yönelik bir kısım ödevler de vardır. Kaynaktan kesme yönteminde olduğu gibi üçüncü şahısların vergilerini onlar adına ödeme, defter tutma, bildirimde bulunma, belgeler (fatura, serbest meslek makbuzu, perakende satış fişi düzenleme, irsaliye kesme vb.) düzenleme, defter ve belgeleri saklama gibi şekli yükümlülükler de geniş anlama vergi ödevinin kapsamında yer alır. Bu nedenle bu hususların da kanun koyucu tarafından düzenlenmesi zorunludur. Öğretide genel kabul gören görüş de, vergiye ilişkin şekli bir mükellefiyetin getirilmesine ilişkin bir yasama yetkisinin yürütme organına devrine, anayasaca cevaz verilmediği yönündedir. Örneğin Maliye Bakanlığı'na yasal defterleri tutmayın, yasanın düzenlediği belgeleri düzenlemeyin, yerine şu defterleri tutun, şu belgeleri düzenleyin deme yetkisinin verilmesi bu ilkeye aykırıdır (VUK md. 257). Beyanname dışında sürekli bir takım formlar istenilmesi de bu ilke açısından tartışılmalıdır. Mükelleflerin vergi ödeme maliyetlerini yükseltecek şekilde şekli ödevler ihdas etme yetkisi bu ilkeye göre yasama organına ait olması gereken bir yetkidir. Bakanlar Kurulu'na bile verilemeyecek yetkiler, Maliye Bakanlığı'na evveliyetle verilemez.

Yetki Bakanlar Kurulu'nda

Ancak özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında sosyal devlet ilkesinin gelişmesi, ekonomilere daha hızlı müdahale gereksinimlerin ortaya çıkması, yürütme ve icra organlarının artık seçimle oluşan organlar haline gelmiş olması dolayısıyla yürütmeye duyulan güvenin artması vb. gelişmeler verginin yasallığı ilkesinde de bazı yumuşamalar oluşmuş ve anayasalarda bu konunun istisnalarına da yer verilmeye başlanılmıştır. Nitekim bizim anayasamızın 73. maddesinin son fıkrasında da, “vergi, resim harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kurulu'na verilebilir” hükmü yer almıştır. Görüldüğü gibi bu hükme göre Yasama Organı, Bakanlar Kurulu'na, vergi kanunlarının belirtilen konularına ilişkin hükümlerinde değişiklik yapma yetkisini bir Kanunla verebilmektedir. Ancak bu yetkiyi tanıyan kanunun, değişiklik yapma yetkisinin hangi sınırlar içerisinde kullanılabileceğini de göstermesi gerekmektedir. Bir başka anlatımla, bu yetkinin aşağı ve yukarı sınırları kanunla gösterilmelidir. Uygulamada da çeşitli vergi kanunlarına konulan hükümler ile Bakanlar Kurulu'na bu konuda yetki tanındığı ve kullanıldığı görülmekte ve bilinmektedir.

Ancak bu yetkiler tanınırken, tanınan yetkilerin sonuçları da dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Anayasamızla münhasıran yasama organına tanınmış bir yetkinin kullanılması sonucunu doğuracak şekilde, Bakanlar Kuruluna yetki verilmesi mümkün olamaz.

Türk Vergi Sistemi'nde Anayasa madde 73/3’de yer alan ve öğretide “verginin yasallığı ilkesi olarak adlandırılan “vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülükler kanunla konulur, kaldırılır ve değiştirilir” şeklindeki düzenlemeye istisna getiren aynı maddenin son fıkrasındaki “vergi, resim harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kurulu'na verilebilir” düzenlemesine dayanılarak Bakanlar Kurulu'na pek çok yetki bırakılmıştır.

Bu açıdan bakıldığında Bakanlar Kurulu'na bırakılamayacak yetkilerin Maliye Bakanlığı'na verilmesi evveliyetle mümkün değildir. Vergi kanunlarının çeşitli hükümlerinde yer alan “esas”ı düzenleme yetkisini bakanlığa veren düzenlemeler, Anayasa’ya aykırıdır. Bakanlığa anca “usul”ü düzenleme yetkisi verilebilir. Örneğin hangi vergilerde izaha davet yapılacağını belirleme, hangi hallerde, ucu açık şekilde gerekli görülen hallerde vergi sorumluluğu ihdas etme yetkilerinin bakanlığa verilmesi verginin yasallığı ilkesi ile çelişmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu şekilde yetki aşımını içeren ve yasa koyucunun öngörmediği koşullar veya uygulama şekilleri belirleyen pek çok düzenleme örneğini Danıştay kararlarında bulmak mümkündür.

Bakanlar Kurulu'na vergi kanunları ile alt ve üst sınırlar belirlenmek suretiyle bırakılan yetkiler, şekli olarak ilk bakışta uygun gibi görünmekle birlikte, bu yetki devirlerinin, özleri açısından da irdelenmesi zorunludur.

İlk önce; yürütme organına oranı sıfıra indirme yetkisinin verilip verilemeyeceği tartışmalıdır. Öğretide kimi verilebilir demekte, kimi yazar ise verilemez demektedir. Bence burada ikili ayırım gerekmektedir. Eğer oran, bir tahsil yöntemini ifade ediyorsa bu yetki verilebilir. Örneğin serbest meslek kazançlarında stopaj oranı tahsile ilişkindir. Bakanlar Kurulu stopaj oranını sıfıra indirse bile vergi kalkmaz, bu kazançlar yıllık beyanname ile vergilendirilebilir. Buna karşılık mevduat faizinde stopaj oranı veya emlâk vergisinde vergi oranı, tarhiyata ilişkindir. Burada oran sıfırlanırsa, vergi artık tarh edilemez ve o mükellef için o dönem itibariyle kaldırılmış olur. Burada böyle bir yetki tanınabileceğini savunanların söylediği, “bakanlar kurulunun tekrar oranı yükseltme olanağı var olduğuna göre vergi kalktı denilemez” şeklindeki gerekçeleri ise, Bakanlar Kurulu'na kanunu istediği zamanlarda uygulama yetkisini devretmek anlamını içereceğinden daha tehlikelidir.

Okurlarımıza yabancı gelmeyecek bir örnekle bir soru daha ortaya atalım. Bir ürünün çeşitli şekillerine göre yasa koyucunun çeşitli oranlar belirlediğini düşünelim. Örneğin (A) özelliğinde olanlar için %25, (B) özelliğinde olanlar için %45, (C) özelliğinde olanlar için %90 oranında vergi belirleyen yasa koyucunun Bakanlar Kurulu'na bu oranları %1’e kadar indirme ve üç katına kadar artırma yetkisi verdiğini düşünelim. Bakanlar Kurulu'da bu yetkisine dayanarak (A) özelliğinde olanların vergi oranını %75, (B) özelliğinde olanların vergisini %60, (C) özelliğinde olanların vergisini ise %10 oranında belirlemiş olsun. Bu yetki kullanımı acaba anayasaya uygun kabul edilebilir mi?

Bakanlar Kurulu'nun bu örnekteki vergi oranı düzenlemesi şeklen uygundur. Ancak burada yapılan bence yeni bir vergi ihdasıdır. Çünkü yasa koyucunun daha fazla vergilendirilmesini öngördüğü ürün, en az vergilenen hale dönüşmüştür. Yasa koyucunun belki teşvik amacıyla en az vergilendirilmesini öngördüğü ürün, en fazla vergilenen hale dönüşmüştür. Her iki durumda da verginin aynılığından söz edilebilir mi?

Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeleri kararlarına konu etmiş ve konunun fazlaca tartışmasına girmeden, mahkemelerce gönderilen iptal taleplerini reddetmiştir. Ancak bu kararlarda doyurucu gerekçelere rastlamak bana göre mümkün değildir.

Bir başka soru da, Gelir Vergisi Kanunu md. 94, Kurumlar Vergisi Kanunu md. 15 ve 30 örneğinde de sorulabilir. Yasa koyucu bu maddeleri kabul ederken standart bir oran belirlemişken, Bakanlar Kurulu'nca kanun (veya değişiklikleri) yayınlanır yayınlanmaz ve daha uygulanmadan oranların farklılaştırması düşülürse, sanırım burada da sorunla karşılaşılabilir. “Acaba kanun maddesine bu oranlar yazılamaz mı” yoksa “yasa koyucu şimdilik böyle bilsin görüşü ile mi hareket edildiği” gibi soruları sormak pekala mümkün olabilir.

Görüldüğü gibi ilke basittir ama iş uygulamaya gelince, ilkeyi yaşama aktarmaya başlayınca işler karışmaktadır. Bu iş sadece bizde değil, dünya da böyledir. Bumin Doğrusöz

https://www.dunya.com/kose-yazisi/verginin-yasalligi-ilkesi/388840

Salı, 31 Ekim 2017 09:14

Okul Servis Şoförü Olma Şartları

Çocuğu okula giden bütün aileleri okul servisleri ve şoförleri yakından ilgilendiriyor. Aileler canı gibi sevdikleri çocuklarını okul servislerine/şoförlerine emanet ediyorlar. Aileler için okul servis şoförleri  büyük bir  öneme sahip. Ailelerin çocuklarını güvenli bir şekilde servis araçlarıyla evden okula ve okuldan eve götürmeleri için  İçişleri Bakanlığınca okul öncesi eğitim ve zorunlu eğitim kapsamında bulunan öğrenciler ile kreş, gündüz bakımevleri ve çocuk kulüplerine devam eden çocukların taşıma faaliyetlerini düzenli ve güvenli hale getirmek amacıyla  25 Ekim 2017 tarihinde  Okul Servis Araçları Yönetmeliği  çıkarıldı. Bu yönetmelik okul servis araçlarında şoför olarak çalışacaklara ilişkin önemli düzenlemeler getirdi. Bunları açıklayalım. 

Şoförün nitelikleri 

Okul servis araçlarını kullanan şoförlerin bazı şartları yerine getirmeleri gerekiyor. Aksi halde okul servislerinde şoförlük yapmaları yasak. Bir kişinin okul servis araçlarında şoförlük yapabilmesi için  aşağıda sayılan şartlara sahip olması gerekiyor. Bu şartları açıklayalım. 

- 26 yaşından gün almış ve 66 yaşından gün almamış olmak 

- Affa uğramış veya hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa bile Devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkum olmamış olmak veya bu suçlardan hakkında devam eden ya da uzlaşmayla neticelenmiş bir kovuşturma bulunmamak 

- Kasten adam öldürme,  cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, reşit olmayanla cinsel ilişki, cinsel taciz, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, alkol ve uyuşturucu madde kullanımıyla trafik güvenliğini tehlikeye sokma, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, müstehcenlik ve fuhuş suçlarından mahkum olmamış olmak veya bu suçlardan hakkında devam eden ya da uzlaşmayla neticelenmiş bir kovuşturma bulunmamak, 

- D sınıfı sürücü belgesi için en az beş yıllık, D1 sınıfı sürücü belgesi için en az yedi yıllık sürücü belgesine sahip olmak 

- Her yıl okul servis şoförlüğüne uygun olduğuna dair aile hekiminden rapor almış olmak 

- Şoförlük mesleği bakımından her beş yılda bir yetkili kuruluşlardan psikoteknik açıdan sağlıklı olduklarını gösteren rapor almak 

- Son beş yıl içerisinde; bilinçli taksirli olarak ölümlü trafik kazalarına karışmamış olmak, 

- alkollü olarak araç kullanma ve hız kurallarını ihlal nedeniyle, sürücü belgeleri birden fazla geri alınmamış olmak 

- Sarhoş olarak başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde davranışlarda bulunmayı alışkanlık haline getirmemek 

- Yurtiçi Yolcu Taşımacılığı Sürücü Mesleki Yeterlilik Belgesine sahip olmak 

- Meslekî Yeterlilik Kurumu Kanunu çerçevesinde alınan mesleki yeterlilik belgesine sahip olmak. 

Öğrenci velilerinin okul servis şoförlerinin yukarıda belirtilen şartları taşıyıp taşımadıklarını kontrol etmeleri ve şartları taşımayanlar varsa şikayetlerini  valilik/kaymakamlıklara  yapmaları gerekiyor. Arif Temir

http://www.gunes.com/yazarlar/arif--temir/kimlerokul-servis-aracisoforu-olabilir-827897

İşyerinde dedikodu haklı bir kovulma nedeni sayılıyor. Dedikodu yayarak huzursuzluk yaratan yöneticiler de bu kuraldan muaf değil. ‘Nasıl olsa ispatlanamaz’ denilerek yapılan dedikodu beklenmedik sonuçlar doğurabilir.

İş arkadaşlıkları sağlam kurulursa derin dostlukların kaynağı olabilirken, iş arkadaşları birbirleri hakkında dedikodu çıkartırlarsa bu, işten atılmaya varabilir. İşyerinde dedikodu genellikle aynı düzeydeki çalışanlar veya yöneticiler hakkında çıkartılır. Ancak bugünkü yazımıza konu olayda, ast-üst hakkında değil, üst-ast hakkında dedikodu çıkarttığı için işinden olmuş.

HUZURSUZLUK YARATMIŞ

Bahse konu olayda bölge müdürü olarak çalışan kişi, işyerindeki olayları çalışanların eşlerine aksettirmiş ve bu nedenle hem dedikodu ortamı oluşturmuş, hem de huzursuzluk yaratmış. Yönetici konumundaki diğer çalışanlara küfürlü sözler sarf ettiği ve dedikodu ortamı oluşturduğu için işten çıkarılmış. İşe iade davasında işveren çalışanı bu nedenlerle işten çıkarttığını savunmuş ancak yerel mahkeme bu iddiaların ispatlanmaması nedeniyle işvereni haksız buldu.

YARGITAY’DA BOZULDU

Yargıtay ise olayların yöneticinin davranışları nedeniyle yaşandığının açık olması bu davranışların da işyerinde huzursuzluğa neden olması sebebiyle yerel mahkemenin kararını bozmuştur. Yani çalışanın işveren tarafından geçerli nedenle işten atıldığına karar verilmiştir.

Uzak durmak gerekiyor

Yargıtay kararında çalışanlar için çok önemli işaretler var. İşyerinde dedikodu çıkartmak ve çıkartılan dedikoduların tahmin edilemeyen sonuçlara neden olması çalışanları işinden edebilir. İspatlanması güç olmakla birlikte, Yargıtay olayın tanıklarını dinleyerek, olayı ortaya koyan belgeleri inceleyerek ve savunmalar üzerinden karar verebilir.

İşler çığırından çıktı

İşyerinde yönetici konumundaki çalışan, aynı işyerinde çalışan bir erkekle kadını çok samimi gördüğünü başka bir çalışanın eşine aktarmış ve bu çalışanın eşi de bunu erkek çalışanın eşine aktarmıştır. Bunu öğrenen erkek çalışanın eşinin, sonuçta hem eşinin, hem de dedikodusu çıkan kadın çalışanın işten çıkartılmasını istediği tespit edilmiştir. Çıkartılan bir dedikodu ailelere de yansıyınca süreç çığırından çıkmış ve tahmin edilemez noktalara ulaşmıştır.

Mahkeme sicile de bakıyor

Yargıtaya taşınan olayda çalışanın daha önce de aynı konularda çalışanları ile güven sorunu yaşaması ve kendi ekibini motive etmekte zorlanması söz konusudur. Böyle olunca Yargıtay aynı olayların tekrar gündeme gelmesi ve çalışanın geçmişte de aynı olayları yaşamış olması nedeniyle çalışan aleyhine karar vermiştir. Yerel mahkemenin yönetici konumundaki çalışanın şirket telefonu ile bahse konu mesajları attığının ispatlanamaması nedeniyle çalışanı haklı bulmasına rağmen Yargıtay, olayın yönetici konumundaki çalışanın davranışlarından kaynaklandığı, yaşanan olayların işyerinde huzursuzluğa yol açtığını ve bu durumun işyerindeki işleyişi bozduğuna karar vererek işvereni haklı bulmuştur. İş ilişkisinin daha fazla sürdürülemeyeceğine karar vererek işçinin işe iade edilmemesine karar vermiştir. Ancak işçinin geçerli nedenle işten çıkartıldığına karar verdiği için işçiye kıdem ve ihbar tazminatı ödenmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Okan Güray Bülbül

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/okan-guray-bulbul/dedikoduyu-yapan-c2yonetici-de-olsa-atilir/haber-674407

Kaynak, Ersin Umdu

Pazartesi, 30 Ekim 2017 15:50

Özdoğrular 30.10.17 E-Bülten

özdoğrular 30.10.17 e-Bülten için tıklayınız

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • 1 TL için 532.000 TL Fazla Vergi Ödeme Riski Sosyal içerik üreticilerinden ile Appstore, Google Play üzerinden gelir elde…
  • BORSAYA AÇILAN ŞİRKETLER AÇISINDAN EMİSYON PRİMLİ PAYLARA YÖNELİK ÖRNEK UYGULAMA EMİSYON PRİMİ TİCARİ KARA DÂHİL DEĞİLDİR. ÖZKAYNAKLAR ARASINDA 520 PAY…
  • Yatırım Teşvik Belge Kapsamında KDV İstisnası Yatırım Teşvik Belgesi Sahibi Mükellefe Belge Kapsamındaki:· Makine Ve Teçhizat İthal…
Top