Mehmet Özdoğru
Vergi Denetiminde Yeniden Yapılanma
Maliye Bakanlığı Hazine Müsteşarlığı’nın da dâhil edilmesi ile birlikte yapılan değişikliklerle önceki teşkilat yapısı ile karşılaştırılamayacak ölçüde büyük bir bakanlığa dönüştü. Bu değişikliklerden sonra Maliye Bakanlığı teşkilatında hayli uzun bir süredir denetim birimleri ile isim ve unvanlar üzerindeki bazı değişiklikler dışında bakanlığın sunduğu hizmetlerin yapısını, niteliğini ve miktarını etkilemeyen, radikal değişiklikler yapılmamıştır. 6 Eylül 2023 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan Orta Vadeli Program’da (OVP) herhangi bir değişiklik önerilmemiştir.
Ancak OVP’nin başarısı için uygulama iradesi ile birlikte bu değişikliklerin olacağını inanmaktayız.
OVP’de Maliye Bakanlığı teşkilatı bir anlamda ceteris paribus olarak görülmüş gibidir. Programın III. Makroekonomik Hedefler ve Politikalar/6. Kamu Maliyesi/16. Numaralı ayrımında “Vergi idaresinin fiziki, beşeri ve teknolojik altyapısının geliştirilmesi”nden bahsedilmiş başkaca bir değişiklik önerisi yer almamıştır. Söz konusu bu öneri de mevcut teşkilat yapısında herhangi bir değişiklik önermeden “iyileştirme” yapılacağı taahhüdünü içermektedir.
OVP’de bir başarı isteniyorsa bu başarı Maliye Bakanlığı teşkilatı ile sağlanacaktır. Maliye Bakanlığı’nda da OVP ile ilgili en temel birimlerin başında kamu görevlisi olarak vergi müfettişleri gelmektedir.
Nasıl ki, silahı tutan el olmadan silahın hedefe doğrultulması, ateşlenmesi ve hedefi vurması mümkün olmaz ise hedefe ve amaca odaklanmış, bunun için tüm enerjisi ile çalışan bir bir idari teşkilat olmadan OVP’nin de bize göre bir başarı şansı yoktur.
Yazımızın konusu Maliye İdaresi teşkilat yapısında vergi denetimine ilişkin yapılması gereken değişiklik önerileri oluşturmaktadır. Bu değişikliklerin OVP’nin hedeflerinin gerçekleşebilmesine çok olumlu katkılar sunacağı kanaatindeyiz.
Sonraki yazımız güncel kamuda tasarruf tartışmalarına katkı mahiyetinde iç denetim üzerine olacaktır.
Müfettişlik teminatı
Müfettişlik teminatına dair konunun bir kısmına daha önceki bir yazımızda (https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/mufettislik-teminati-uzerine/697595) değinmiştik. Ancak bu yazımızdaki “müfettişlik teminatı” kavramına yöneltilen bazı eleştirilere de cevap verilecektir.
Bu eleştirilerden biri belki de en önemlisi müfettişliğin görevi gereği hâkim gibi bir teminatının doğal olarak olamayacağına dairdir. Fakat bu benzeri eleştiriler müfettişliğin sadece bakanlık teşkilatlarında teftiş ve soruşturma görevleri yaptığı ve bu görevlerin de zaten görevi veren tarafından istendiğinden hâkimlik teminatını gerektirmediği kabulü üzerine bina edilmiştir. Oysa devlette görev yapan denetim elemanlarının bir kısmı sadece teftiş ve soruşturma yaparken diğerleri bu görevlerin dışında denetim görevleri de yapmaktadır.
Özellikle vergi müfettişlerinin işlerinin çok büyük kısmının teftiş ve soruşturma ile ilgisi yoktur. Vergi müfettişinin yaptığı iş, farkında olsak da olmasak da toplumun tüm dokusuna işleyen ve tüm topluma sirayet eden ve sirayet etme potansiyeli taşıyan vergi ile ilgidir. Dolayısıyla vergi müfettişi toplumda siyasi ve ekonomik gücü olan ya da bu gücü olanlarla doğrudan ya da dolaylı iletişim kurabilen kişilerin menfaatlerini olumsuz etkileme potansiyeli en yüksek kamu denetim gücünü oluşturmaktadır.
Başka hiçbir denetim elemanının bu derece büyük potansiyeli olan bir denetim fonksiyonu ve gücü yoktur.
Dün geçerli olan ve bugün de geçerliliğini koruyan siyasi ve ekonomik güç üzerinden oluşan manevi ortamdan ve bu ortamın yarattığı iletişim kolaylıklarından müfettişin etkilenmemesi mümkün değildir. Bu durumda görevin layıkıyla yapılabilmesinde hak ve adalet ölçülerine göre neticelenmesinde sıkıntılar ortaya çıkabilecek ve bu da kamu yararını değil özel yarar ve ilişkileri gündeme getirecektir.
İşte bu nedenle “müfettişlik teminatı”nın sadece hamaset içeren sözlerle değil, müfettişin etik duruşu ile değil bizzat kanuni düzenlemelerle de gerçekleştirilmesi ve koruma altına alınması gerekmektedir.
“Müfettişlik teminatı” Yürütme organının tedirgin olması ve korku duyması gereken bir düzenleme değil tersine kamu yararını en azami şekilde gerçekleştirebilmesi ve kamu hizmetinde sosyal ve ekonomik politikalarla belirlenen hedeflere en kısa sürede ulaşabilmesi için gerekli ve zorunlu bir teminattır. Bu yönüyle “Müfettişlik teminatı”, Yürütme organının hukuki meşruiyeti yanında siyasi ve toplumsal meşruiyetine katkı sağlayacak siyasi ve toplumsal meşruiyetini daha da güçlendirecektir.
“Müfettişlik teminatı” sadece denetim elemanlarına ve dolaylı olarak da topluma bir yarar sağlamanın ötesinde etkileri ile siyaset kurumuna da güç katacaktır.
Yusuf Peygamber kıssası
Tarihte birçok devlet ve toplum gelip gitti ama en uzun süre yaşayan devlet antik Mısır ve insanoğlunun yarattığı her şeyin başlangıcı olan antik Sümer, insanlığa bıraktıkları miraslarla içimizde yaşıyorlar ve hâlâ onların mirasını yemeye devam ediyoruz. Bu iki toplumun miraslarının günümüze de intikal etmesinin temel sebeplerinden biri “vergi”dir, “vergi devleti” olmalarıdır.
Antik Mısır’a ilişkin Mısır bilimcilerin, birçok konuda ayrı düşmelerine karşın, ortak oldukları bir husus vardır, “Bir Mısırlının iki şeyden kaçınması mümkün değildir: biri ölüm diğeri de vergi”. İşte Mısır’ı devlet yapan, bu kadar uzun yaşatan ve yüzyıllar sonrasına bile miras bıraktıran şey “vergi”dir.
Yusuf peygamber kıssasını hemen hemen herkes bilir ama bu kıssa da görmediğimiz husus Yusuf peygamberin vergiden sorumlu bir Mısırlı kamu görevlisi olması ve “vergi müfettişi” olmasıdır. Bu nedenle her vergi müfettişi ülkemizde kutsal bir görev yapmakta Yusuf peygamberin mirasını devam ettirmektedir.
Tarihte bilinen ilk devletin kurulduğu Sümer’de çivi yazılı bir tablette şöyle yazmaktadır. “Bir efendin olabilir, bir ağa’n olabilir hatta bir bey’in dâhi olabilir ama en çok korkman gereken kişi vergi müfettişidir.” Elbette ki modern toplumda vergi bir korku-korkutma aracı değildir ama tablet, ilk devletin kurulduğunda vergi müfettişinin ne kadar önemli bir görev yaptığını ve devlet hiyerarşisinde en üstlerde konumlandırıldığını belirtmesi açısından dikkate değerdir.
Bu tarihsel anekdotlar vergi müfettişinin ve bağımsızlığının kısaca “müfettişlik teminatı”nın bir devlet için ne kadar önemli olduğunu anlatmaya yeter.
Vergi denetiminde uzmanlaşma olur mu?
24 Ocak Kararları ile birlikte serbest piyasa ekonomisi tercihi ve uygulamalarının doğal sonucu olarak ortaya çıkmış albenisi yüksek bir kavram olan uzmanlaşma, özellikle son yıllarda kamu idareleri yapılanmalarında itibar edilen, her sorunu çözebilen sihirli bir değnek gibi algılanır olmuş ve sanki bir modaya dönüşmüştür. Vergi denetiminde uzmanlaşma kavramı bir ölçüde pervanelerin ışığa uçması gibi bir durum yaratmış, vergi denetiminde her sorunu çözebilecek ve çözmeye aday bir kavram gibi algılanmaya başlanmıştır.
Ancak bu kavramın vergi denetiminde kamuoyuna yansıyan anlamıyla etkili bir araç olduğu kanaatinde değiliz. Çünkü vergi denetiminin uzmanlaşma ile ilgisi olmayan çok daha köklü ve öncelikli sorunları vardır.
Bazıları vergi denetiminde uzmanlaşmanın şart olduğunu iddia etmektedirler. (Vergi denetiminde de uzmanlaşma şart - Nedim Türkmen - Sözcü (sozcu.com.tr) Ancak burada unutulan bir şey var. Önerilen türden uzmanlaşma tarzı bir çalışma geçmiş uzun yıllar öncesinde pilot bölge İstanbul ölçeğinde (Ki vergi gelirlerinin neredeyse %35-40’ı bu bölgeden sağlanmaktadır) uygulanmış ancak başarılı olmadığı ortaya çıkmıştır.
Vergi denetiminde uzmanlaşma, esasında verginin doğası gereği pek de mümkün değildir. Eğer uzmanlaşmadan sektörler itibariyle vergi müfettişlerinin ayrı ayrı görev bölümü yapmaları anlaşılıyorsa ki böyle anlaşıldığı görülmektedir bunun adı görüntüde uzmanlaşma olur, içerikte değil. Çünkü vergi müfettişi zaten uzman kişidir onun görev bölümlerine ayrılmasını gerektiren hiçbir somut ve objektif gerekçe yoktur.
Vergi müfettişleri, bir sektörle ilgili grup incelemesi yapılması gerektiğinde görevlendirilen birden fazla müfettişin sektörün yapısı, belge düzeni, mal ve hizmet tedarikinin ve tüketiminin/satışının nasıl ve ne şekilde olduğu, yatırım teşvikleri gibi birçok konuda sektörü ve alt sektörlerini kavrayan detaylı bir şekilde hazırladığı rapora göre, sektör konusunda incelemeye başlamadan önce bilgilenir ve buna göre incelemesini yapar. Dolayısıyla müfettişlerin sektör ile ilgili bilgi sahibi olmaması, sektörün işleyişini kavramak için zaman harcaması gibi durumlar söz konusu olmaz. Fakat her incelemenin başlangıcında olduğu gibi işin doğasından kaynaklanan bir yabancılık çekilmesi normaldir.
Bu nedenle uzmanlaşma adı altında mevzuatla yapılan daire başkanlığı şeklinde ayrımlar vergi denetiminin doğasına uygun düşmez. Böyle bir uzmanlaşmadan bir başarı öyküsü de çıkmaz.
Ama unutmayalım istatistikleri istediğimiz gibi yorumlayabilme özgürlüğümüz vardır…
Uzmanlaşma denilen müfettişlerin mevzuatla ayrı ayrı daire başkanlıkları şeklinde yatay bölünmelerine gerek kalmadan da ve bu tür ayrımlar yapılmadan da gerçekleştirilebilecek uygulamalardır; incelemenin seyrine, yıllık planlamasına ve müfettişin üzerindeki iş yüküne göre her müfettişe her düzeyde sektörel inceleme yaptırılabilir.
Bunun için uzmanlaşma adı altında daire başkanlıkları şeklinde bir düzenlemeye gitmeyi gerektiren hiçbir somut ve objektif gerekçe yoktur. Üstelik daire başkanlığı şeklinde yapılanmada daireler arasında iş yükü dağılımını kontrol altında tutmanın çok ciddi zorlukları vardır ve iş yükünü etkin ve verimli bir şekilde dağıtamazsanız ki kuvvetle muhtemel halen olan da budur, daire başkanlıklarında müfettiş dağılımını da kontrol edemezsiniz; sonuçta, bazı daire başkanlıklarında iş yükü fazlalığı müfettiş sayısı yetersizliği bazı daire başkanlıklarında ise iş yükü yetersizliği müfettiş sayısı fazlalığı ile karşı karşıya kalırsınız.
Neticede, anlaşılan türden bir uzmanlaşma amaca tam tersi hizmet eden bir yapının ortaya çıkması, müfettiş mesaisinin yeterince ve verimli bir şekilde kullanılmaması şeklinde kendini gösterebilecektir. Bu, daire başkanlığı yapılanmasının bir diğer olumsuz sonucudur.
Ki denetimde etkinlik ve verimliliğe hizmet edecek bir uzmanlaşma işlemi iç genelge ile grup başkanlıkları ayrımı içerisinde yapmak da mümkündür. Bunun için daire başkanlıkları kurulmasına hiç ihtiyaç yoktur. Üstelik bu daire başkanlık modeline göre denetim yönetiminde daha büyük bir esnekliği de sağlar.
Vergi müfettişliği camiasını tanıyan herkes bilir ki her ne kadar müfettiş aynı işi tekraren yaptığında daha hızlı ve seri bir inceleme yapar ve bunu kısa vadede olumlu etkisi olur ancak orta ve uzun vadede, başka saiklerin devreye girmesi nedeniyle benzer işlerin müfettişin çalışma ve iş yapış tarzında hiçbir etkisi olmaz. Uzmanlaşmadan kastedilen bu ise zaten yapılmaktadır.
Esasında uzmanlaşma kavramını yukarıdaki şekilde görmek uzmanlaşma kavramına sihirli değnek gibi bakmanın getirdiği romantik bir bakış açısından başka bir şey değildir.
Fakat uzmanlaşma kavramının arkasına saklanarak vergi denetiminde üstü örtülü bir şekilde gelecekte denetimi kademelendirme ve “eski”nin özlemini çektiği yapının yeni bir versiyonunu yaratmayı umma ve buna fark ettirmeden zemin hazırlama amacı gibi bir amaç var ise bunu uzmanlaşma kavramının arkasına saklanarak yapmak yerine açık ve net gereklilikler ortaya konularak yapılmasında amaca uygunluk açısından fayda vardır.
Vergi denetiminde uzmanlaşmadan söz edenler, denetimin kademelendirildiğinden, daire başkanlıkları kurulmasıyla örtülü bir hiyerarşi yaratıldığından ve denetimde hiyerarşi yaratmanın denetimin doğasına aykırı olduğundan, hiyerarşi yaratmanın denetimde kamu yararı gözetmekten ziyade başka yararlar gözetmenin ön plana çıkarabileceğinden, geçmişte bu hatanın yapılması ile devlete, topluma ve siyaset kurumuna ne gibi zararları olduğundan ve ayrıca bunun bir sürü sorunlara yol açabileceğinden, bu potansiyelin ve riskin kuvvetle var olduğundan söz etmemektedir.
Denetimde Daire Başkanlıkları şeklinde örgütlenmeden vazgeçilmelidir
Yukarıda yazarın savunduğu türden vergi denetimde uzmanlaşma görüşleri denetimde hiyerarşik yapılanma gerçekliğine üstü örtülü bir destektir.
Esasında, hali hazırdaki daire başkanlığı şeklinde örgütlenmiş olan yapı demokratik olmayan mutlakiyetçi rejimlere özgü, hiyerarşi vurgusu ile kendini gösteren ve bu vurguyu önceleyen, verginin özünde yer alan zorlayıcı unsurunu doğası gereği ön plana çıkaran, bağımsızlığı ve tarafsızlığı olmayan bir örgütlenme modelidir.
Ve bu nedenle, denetimde devletimizin yıllar içinde oluşturduğu bilgi birikimi ve tecrübesine aykırı bir nitelik arz etmektedir.
Model, geçmişte Gelir İdaresi’nde gelirler kontrolörlerinin daire başkanlığına bağlı bir örgütlenme modeli olarak denenmiş ancak hiçbir başarı sağlanamamıştır.
Model, denetim elemanları arasında oluşmuş kurumsal kültürün bir yansıması olan “üstatlık müessesesinin doğasına da uygun düşmemektedir. Ki bu müessese; verginin çeşitliliği, kapsayıcılığı, ekonomik, hukuk, işletme-maliye ve muhasebe gibi bilim dallarında ciddi bir eğitim alınmadan denetimin yapılmasının mümkün olmadığı gerçeği karşısında, denetim hizmetinin neredeyse görünmeyen temel sacayağı gibidir. “Üstatlık müessesesi” denetim birimlerinde yazılı olmayan geleneklerin ve kurum kültürü kavramının yaratıcısı, taşıyıcısı ve düzen ve disiplinin olmazsa olmazıdır.
Bu sacayağının kırılması, örselenmesi, görmezden gelinmesi ya da yok sayılması demek, denetimde ne yaparsanız yapın, müfettişleri ister daire başkanlığına bağlayın, ister en üst kamu yöneticisine bağlayın, ister diğer kamu görevlilerine göre çok daha yüksek ayrımcı ücret- maaş artışları yapın, hatta ve hatta isterseniz de müfettişlik teminatını getirin, etkinlik ve verimliliği gerçekleştiremezsiniz.
Adı denetim birimi ve müfettiş olan ama sıradan memurlardan oluşan ya da “sıradanlaştırılan” memurlardan oluşan, hiçbir sorumluluk hissetmeyen, görev duygusu olmayan, “bana ne, ben maaşıma bakarım ,…beni ilgilendirmez, ….,” gibi cümlelerle kendini ifade edip sorumluluklarını hiçbir şekilde umursamayan, duyarsız, ilgisiz, bayağı, basit, okumayan ve kendini geliştirmeyen, geliştirme kaygısı da olmayan, yaptığı işte öğrenme ve araştırma gereği duymayan, nasıl daha iyi işi yaparım düşüncesi olmayan ve netice itibariyle saygı ve saygınlıkla da alakası olmayan üretkenlikten yoksun bir memur ordusu. Böyle bir yapıdan da etkinlik ve verimlilik beklenemez.
Dolayısıyla “üstatlık müessesesi” de daire başkanlığı modeli ile ciddi bir tezat teşkil etmektedir.
“Eski” yapıda “üstatlık müessesesi”nin olur olmaz bazı yerlerde, mekânlarda ve siyasi ve sosyo-kültürel ortamlarda kötüye kullanımı söz konusu olabilir ve bu nedenle etkili ve yetkili bazı kişiler nazarında bu kavrama karşı olumsuz bir bakış açısı değerlendirmesi de yapılmış ya da yapılıyor olabilir. Ancak terminolojinin denetim birimlerinde kullanılmasının ve denetim birimlerinde içselleştirilmesinin denetimin etkinliği ve verimliliğini kat be kat artıracağına da kuşku yoktur.
“Üstatlık müessesesi” Maliye Bakanlığında denetim biriminin olmazsa olmazıdır. Bu olmadan denetim birimi de olmaz, elbette ki hukuken denetim yapan, denetimle görevlendirilen memurlar grubu olacaktır ama o grup fiilen bir denetim birimi değil, görev icra eden “sıradanlaşmış” ve bunu böyle kanıksamış memurlar grubudur.
Neticede olacak olan veya olan yorum size kalmış; “sıradanlaşma, ... bayağılaşma, bana ne diyen sorumluluktan bir haber, üretmeyen ve içine kapanan”; ve bütün bunları kanıksamış….adı mevzuatta denetim birimi olan ama denetimin ruhu ve lafzı kalmamış görevli memurlar grubu, bir denetim birimi…?
Bu modelde vergi müfettişinin doğrudan bakana bağlı olduğu iddiaları da ileri sürülebilir ancak var olan yapı ve alt düzenlemeler ile yazışma işlemleri ile bir hiyerarşi yaratılmış olduğu gerçeği tespitlerimizi değiştirmemektedir.
Bu modelin kaldırılması için bir diğer gerekçe yukarıda anlattığımız tarihsel anekdotlardır. Vergi müfettişi tarihin ilk dönemlerinde kamu yönetiminde hep hiyerarşinin en üst noktalarında bulunmuştur. Şu andaki daire başkanlığı modeli ise bizim tarihin ilksel dönemlerini aratacak ve tarihin tekerleğinin döndüğü istikametin tersine işaret eden bir model niteliğindedir.
Kanaatimizce daire başkanlığı şeklinde yapılanma, vergi denetiminde uzmanlaşmadan ziyade “eski”nin tasfiyesinin zaman içinde nasıl yapılacağına dair bir cevap arama ihtiyacından kaynaklanmıştır.
Ama artık güç ve kibir abidesi hegemonik, bir yapıya bürünüp gerektiğinde güç gösterisinde bulunmaktan çekinmeyen “eski”nin tasfiyesi gerçekleştiğinden, varlık sebebi ortadan kalktığından görevini ve teknik ömrünü tamamlamıştır ve dolayısıyla daire başkanlığı modelinin kaldırılması gerekmektedir.
Vergi denetiminin Gelir İdaresi Başkanlığı’na bağlanması modeli
Gelir İdaresi halen Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın amiral gemisidir. Bu geminin karar alıcı bürokratik yapısı ağırlığı vergi müfettişlerinden oluşmaktadır. Gelir İdaresi’ndeki tüm müdürler inceleme yetkisine sahiptir. Öyle ki, Başkanlıkta vergi incelemesi ile ilgili herhangi bir eğitim almamış ve vergi incelemesi yapmamış kişiler bile şube müdürü ya da olası ki grup başkanı olarak vergi inceleme yetkisine sahiptirler. Bu kadar çok yetkilinin olduğu yerde Gelir İdaresi’nin vergi incelemesi için bir denetim birimine ihtiyaç duyması şaşırtıcı olsa gerektir.
Yani Gelir İdaresi’nin bir denetim birimine ihtiyacı yoktur. Var ise bu ihtiyaçlarını hali hazırda olduğu gibi Vergi Denetim Kurulu (VDK) ile paylaşır ve Vergi Denetim Kurulu da gerekeni yapar.
Kamu hizmeti olarak denetim fonksiyonunun hiyerarşik örgütlenme içinde yerine getirilmeye çalışılması yukarıda anlattığımız türden sorunları da beraberinde getirecektir. Sonuçta “idari gerekler”i yerine getiren bir denetim birimi şekline dönüşme riski ile beraber etkisiz ve verimsiz, adına denetim birimi denilen ama adı ile pek de münasip bir nitelikte olmayan bir memurlar ordusu istihdamından başka bir şey olamayacaktır.
VDK’nın Gelir İdaresi’ne bağlanmasını isteyenler, tasfiye olmuş “eski” yapının zihniyetini aynen taşıyanlar ya da onların Maliye Bakanlığı’ndaki uzantılarıdırlar. Böyle bir projenin başarılı olma şansı hiç yoktur.
Siyaset kurumu geçmişte “eski” yapıyı vergi denetmenlerinin varlığını dikkate alarak tasfiye edebilmiştir. Basına ve medyaya yansımayan ancak birebir temaslarda sıkça rastlanan bir durum söz konusudur. “Eski”ler siyaset kurumuna yöneltemedikleri tavırları tasfiyede hiçbir dahli olmayan vergi denetmenlerini görme ve sorumlu tutma kolaycılığına kaçarak yapmaya çalışmaktadırlar.
Oysa şimdi hangi birim tasfiye edilecektir ki yeni birime personel istihdamı yapılabilsin? Ki VDK’nın Gelir İdaresi’ne bağlanması halinde halk tabiri ile söylersek “attan inip eşeğe binme” olarak algılanacak ve ciddi hukuki statü sorunları ile birlikte devletin bu yeni statü dolayısıyla vergi müfettişlerinin tamamına yakınının hem dava açma yolu ile hem de çalışma istek ve iradelerinin menfi etkilenmesi neticesinde denetim hizmetinin aksamasıyla karşılaşılacaktır. Daha başka olumsuzlukları saymak gereksizdir.
Diğer bakanlıkların teftiş ve soruşturma gibi görevler icra eden denetim elemanını bakana bağlı statüde konumlandırırken vergi incelemesi gibi çok daha ağır bir yetkinin verildiği denetim elemanına Bakanın altının da altında bir statü layık görülmesi, olsa olsa vergi denetiminden hiçbir şey beklememek ve beklemeyi gereksiz bulmak demek. Ya da denetim olmadan da ben yaparım demek ve devlet olmanın sorumluluğunu hissetmemek demektir.
İşte yukarıdaki nedenlerle geçmiş tecrübeleri dikkate almamış VDK’nın Gelir İdaresi’ne bağlanacağı şeklindeki geçmiş tecrübeleri dikkate almamış ve görmezden gelmiş faraza üretilen projeler hiçbir somut ve hatta soyut ve objektif gerekçeleri olmayan, UMANLARIN özel yararlarına hizmet eden kötü niyetli masallar ve onların rüyalarından başka bir şey değildir.
Teftiş Başkanlığı’nın VDK bünyesinde yapılanması
Bilindiği gibi 2018 yılında 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi Teftiş Başkanlığı kurulmuş 2019 yılında da 43 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Hazine ve Maliye Müfettişi unvanı ihdas edilmiş ve Başkanlık işlerlik kazanmıştır. Birimin görev ve yetkilerinin diğer bakanlıklardaki denetim birimi gibi “sınırlı” Maliye camiasında çalışanlar arasındaki tabirle “düz müfettiş” (ifade olumlu ya da olumsuz bir anlam içermemektedir) iç denetimin de dahil olduğu yetki ve sorumlulukları vardır. Esasında bununla kastedilen şey teftiş, soruşturma ve inceleme yetkisidir. Mevcut haliyle Teftiş Başkanlığı diğer bakanlıklardaki denetim birimi gibi yapılandırılmıştır. Bunun nedeni de bir anlamda “eski”nin tasfiye çabalarının bir ürünü olmasıdır.
Bize göre “eski”nin tasfiyesinde bir ölçüde etkin olan (Maliye Müfettişliği) bürokratik uzantılarına (Unvandaki Hazine ibaresi kalktığında bu daha net anlaşılmaktadır) bir tür vefa duygusundan ya da başka sebeplerden olsa gerek Hazine ve Maliye Müfettişi şeklinde denetim elemanı adında unvanı ihdas edilmiştir. Gerekçe, yukarıda vergi denetiminde olduğu gibi “uzmanlaşma” olarak kamuoyuna yansımıştır.
Kanaatimizce Hazine ve Maliye Müfettişliği’nin görev alanı teftiş, soruşturma ve inceleme görevlerinin uzmanlaşma ile ilgisi yoktur. İhdas edilmesinde esas amaç “eski”nin nihai tasfiyesidir.
Ancak söz konusu denetim biriminin vergi inceleme yetkisi yoktur. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nda vergi inceleme yetkisi olmayan bir birimin etkinliğinin olması da mümkün değildir. Çünkü Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın, yapısı ve üstlendiği görevler itibariyle diğer bakanlıklarla karşılaştırılamayacak kadar ağırlığı olan bir bakanlıktır. Bu, tüm dünya da böyledir.
Vergi müfettişlerinin diğer bakanlıkların “görev” alanına giren hizmetlere ilişkin bazı işlemlerde inceleme ve denetim yetkisi vardır. İşte bu nedenle vergi müfettişinin unvanı Hazine ve Maliye Vergi Müfettişi ya da Hazine ve Maliye Bakanlığı Vergi Müfettişi değil sadece “Vergi Müfettişi”dir. Bu bir anlamda belli belirsiz bir şekilde mevzuatlarda da kendini gösteren ancak adı konulmamış olan “unvanlı müfettiş- müfettiş” ya da Maliye camiasında yaygınlaşan tabirle “düz müfettiş ayrımlarına yol açmaktadır.
Statüleri aynı olmasına ve hepsi Bakana bağlı olmasına karşın farkları, yaptıkları görevin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Mevzuatlarda unvanlı müfettişler sadece kamu görevlileri ve bakanlığa ilişkin ve kuruma içe dönük teftiş, soruşturma ve inceleme yapmamakta, bakanlıkların dışında ya da başka bakanlıkların görev alanına giren işlemlerde de yetkili olabilmektedir.
Kısaca, unvanlı müfettişler dış denetim de yapabilen müfettişlerdir. Zaten biraz da bu nedenden zorlama bir şekilde Hazine ve Maliye Müfettişi unvanı ihdas edilmiştir. Çünkü Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın vermiş olduğu mali hizmetlerin görev ve yetki alanının kapsamının genişliği, yapılan ve yapılacak olan denetim hizmetlerinin sadece Hazine ve Maliye Bakanlığı’nı değil diğer bakanlıkların görev alanını da etkileyen nitelikte olması her iki denetim elemanına dış denetim yapan müfettişler olarak ayrı bir unvan verilmesini mecburi kılmıştır.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın temel denetim birimi Vergi Denetim Kurulu şeklinde örgütlenmiştir. Bu birimin görev ve yetkilerinin parçalanması uzmanlaşmaya hizmet etmez, tersine etkisizliğe ve verimsizliğe hizmet eder. Bu parçalanma ister istemez, yukarıda da ifade ettiğimiz “üstatlık müessesesi”ne ilişkin kaygılarımızın en sert ve katı bir şekilde gerçekleşmesine hizmet eder ve bu süreç öngörülerimiz doğrultusunda ki denetime katkısı ne yazık ki olumsuz bir şekilde, işlemeye devam etmektedir.
Fiiliyatta Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın denetim birimi olarak amiral gemisi VDK ve vergi müfettişleridir. Normal ve olması gereken; teftiş ve soruşturmanın diğer daire başkanlıklarının kaldırılması ile birlikte VDK’nın içinde grup başkanlığı olacak biçimde bir örgütlenmeye tabi olmasıdır. Bunun, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın hizmetlerinde etkinliği ve verimliliği arttıracağına kuşku yoktur. Dolayısıyla bir an önce yanlıştan dönülmesi ve Teftiş Başkanlığı’nın lağvedilerek müfettişlerin istedikleri bakanlıkları teftiş birimlerinde istihdamı sağlanmalıdır. VDK’ya katılanların ise vergi incelemesi ile ilgili bir eğitimden geçmesi gerektiğini söylemeye gerek yoktur.
Teftiş Başkanlığı’nın kuruluşu bir anlamda tasfiye olan “eski”lerin yeniden gündeme gelme ve “eski”yi yeniden ihya etme umudunu da yeşertmiştir. Teftiş Başkanlığı’nda müfettişin diğer bakanlıkların müfettişleri gibi görev ve yetkileri olmasına karşın “bakanlık müfettişi” anlamlandırmasının dışına taşarak bir unvan verilmesi, unvanın “eski”nin unvanlarını hatırlatır olması, VDK’dan ayrı bir yapı ve düzenlemeye ihtiyaç olmamasına karşın ayrı bir şekilde düzenlenmiş olması bu umudun canlı tutulmasına büyük bir destek olmuştur.
“Torba Müfettiş”
Bilindiği gibi vergi müfettişi diğer birçok müfettiş gibi sadece teftiş, soruşturma ve inceleme görevi yapmamakta dış denetim olarak kabul edilen asli olarak vergi incelemesi yani Yürütme organı adına idari yönden borç alıp-verme gibi gelirler dışında kalan devletin birçok geliri için “gelir denetimi” yapmaktadır. Görev bununla sınırlı kalmamakta vergi ile uzaktan yakından doğrudan ya da dolaylı ilgisi olan tüm işlemlerde kısaca mali sonuç doğuran ve mali konu içeren tüm işlemlerde denetim elemanı olarak yer almaktadır: Dernek ve vakıfların denetimi, spor kulüplerinin denetimi, Olağanüstü Hal Kararnamesi ile verilen görevler, Fetö Terör Örgütü Yapılanmasına ilişkin görevler, Anayasa Mahkemesi tarafından parti kapatma işlemlerine ilişkin görevler, Mali Suçları Araştırma Kurulu’nca istenen uyumluluk denetimi, yükümlülük ihlal incelemesi, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerinin aklanması suçu incelemesi, kayıt dışı ekonomi ile mücadele işlemleri, akaryakıt kaçakçılığı ile mücadele, kayyum görevleri …. ve 15 Temmuz gibi devletin darda olduğu zamanlarda en çabuk ve öncelikle başvurulan ve iş yaptırılan birimlerinden biri, sanırım saymaya gerek yok, daha birçok görev ve denetim işlemleri.
Görüleceği üzere devletimizde vergi müfettişleri kadar kapsamlı, yoğun ve çeşitli inceleme ve denetim yapan (Ki vergi incelemesini bile saymadık), görev icra eden başka bir denetim elemanı yoktur; unvanı ne olursa olsun hiçbir denetim elemanının görev ve yetkilerinin dağılımı vergi müfettişi kadar değildir. Hatta bu görevlerin bir kısmı kadar bile görev icra eden denetim elemanı bile yoktur. Ama bu ehemmiyeti ile mütenasip olmayan ve hatta ehemmiyet konusunda kendisinin yakınına bile yaklaşamayan birimlerle aynı özlük haklarına sahiptir.
İşte bu nedenden olsa gerek, vergi müfettişlerinin resmi ilişkiler kıyısındaki sosyal yaşamında adı, biraz da 213 sayılı VUK’un 30/4. Maddesinin camiada “torba” madde diye ifade edilmesinden olsa gerek ‘Torba Müfettiş’ olarak anılmaya başlanmıştır. “TORBA” kelimesine ne anlam yükleyeceğiniz size kalmış; “hamal”, “her şeyi içine alan”, “ne görev verirsen yapan”…
Vergi müfettişleri uzmanlardan ve birçok denetim elemanından farklıdır ama aynı maaşı almaktadırlar: 657 sayılı Kanun’un 36’ncı maddesinde tanımlanan görevlilerin neredeyse çok büyük kısmı iş riski yönünden vergi müfettişleri ile karşılaştırılamazlar bile. Vergi Müfettişi’in çocuğu ya anasız ya babasız büyür; uzmanlar ise masalarında oturur kendilerine verilen işi biter bitmez, mesai sonunda çoluk çocuğunun yanına gider, ailesi bir arada olur. Halk ağzıyla söylersek “ailesiyle, çocuğu çölmeğiyle bir arada rahat yaşarken” Vergi Müfettişi eşinden, çocuğundan uzak turnelerde “cebelleşir”; çocuğunun eşinin ruh ve beden sağlığı ile bile ilgilenme imkânı bulamaz. Çocuğunun ruh sağlığında yaptığı olumsuz etkiye de yıllarca tanık olur.
Vergi Müfettişi toplumun her kesiminden ve de her türlü insanla muhatap olur. Oysa uzmanların böyle bir muhataplığı yoktur. Vergi Müfettişi bu muhataplığın getirdiği her türlü olumsuzluklarla karşılaşma riski vardır… Vergi Müfettişliği’nin tarihi bu olumsuzlukların anılarıyla doludur; incelemenin olası olumsuz sonuçlarını lehine çevirmek için kayırma, kollama, iltimas, siyaset kurumunu veya diğer inceleme idari birimlerini devreye sokma, tehdit, şantaj, ayak oyunları, …. her türlü yola başvuran insanlar. Bu olumsuzluklar onun ruh ve bedenen diğer denetim elemanları ve de uzmanlara göre çok daha fazla yıpranmasına neden olur.
Her ne kadar diğer denetim elemanları da bu tür olaylarla karşılaşsa da hiçbiri Vergi Müfettişi kadar yoğun, sürekli ve şiddetli şekilde bu riskleri yaşamaz; iş riski, çalışma biçimi, katlanılan zorluk ve yapılan işin zorluk derecesi gibi skalalarda vergi müfettişi ile karşılaştırılamaz hatta yanına bile yaklaşamazlar
Örneğin Sayıştay denetçileri, mülkiye müfettişleri, adalet müfettişleri. Evet, bu risklerin ve sıkıntıların hiçbiri ile karşılaşmaz, görev ve sorumluluk alanları yukarıda belirttiğimiz gibi vergi müfettişinin yanına bile yaklaşamaz ama vergi müfettişinden %70 daha fazla maaş alırlar.
Bizim itirazımız, ayrımcılığa ve adaletsizliğedir.
Son yapılan istatistik verilerine göre vergi müfettişlerinin %15-%17 kadarı vergi incelemesinde değil başka görevlerde çalışmakta başka yerlerde görevlendirilmektedir. Bu oran belki de başka hiçbir denetim biriminde olmadığı kadar yüksektir. Bunun sebebi yapılan işin zorluk derecesinin yüksek olması dolayısıyla vergi müfettişlerinin bir kısmının kişisel iletişimlerini kullanarak başka yerlere görevli gitmeyi yeğlemesidir. Bu kadar yüksek bir oran VDK için ciddi bir sorundur. Çünkü gidenlerin iş yükü gitmeyenlere kalmaktadır.
Diğer denetim elemanları ile yetki-sorumluluk, zorluk derecesi ve görev alanı ile özlük hakları karşılaştırması yapıldığında özlük hakları yönünden vergi müfettişi aleyhine büyük bir uçurum olduğu hemen göze çarpmaktadır. Sorun kalıcı olarak çözümlenmeli, tarhiyat öncesi uzlaşma komisyonu huzur hakkı gibi geçici, emekliliğe etki etmeyen ve ayrımcılık taşıma potansiyeli olan uygulamalardan kaçınılmalıdır.
Başmüfettişlik dönemi, vergi müfettişinin bilgi ve tecrübe ile donandığı, işi yaparken kendisine güvenin ve bedensel enerjisinin tavan yaptığı ve de görevlendirildiği her işi zorlanmadan yapabildiği bir dönemdir.
İşte yukarıda anlattığımız sebeplerden vergi müfettişlerinden başmüfettiş unvanı aldıktan sonra bir verim beklemek mevcut koşullarda imkânsız hale gelmektedir. Kısaca, vergi müfettişinin en verimli ve en etkin olduğu dönemde tam tersi bir durumla karşı karşıya kalınması söz konusu olacaktır.
Kendisinin ayrımcılığa maruz kaldığına ve adaletsizliğe uğradığına inanan ve bunun için somut elle tutulan gerekçeleri olan bir vergi müfettişinin, görevini etkin ve verimli bir şekilde yapması beklenemez, beklenmemelidir.
Geleceğe yönelik bu kaygılarımızı son derece karamsar, romantik bir bakış açısı olarak görenler olabilir. Ama maalesef, radikal tavır alınmaması halinde, somut gerçeklikler yukarıda yorumlanabilecek türden bir sürecin başladığına işaret etmektedir.
Dünyanın tüm gelişmiş ve kalkınmış liberal demokrasi ile yönetilen ülkelerinde maliye idareleri idari kültür anlamında muhafazakârlığı ile bilinir. Bu muhafazakârlık, yapılan işin ve verilen hizmetin toplumda çok fazla değişiklik yaratma gücü nedeniyle temkinli davranmaktan da kaynaklanmaktadır. Bu muhafazakârlık; siyasetten arınmış değerler ve etik uygulamalar konusunda birbirini tamamlayan ve bütünleşen, “üstatlık müessesesi” ile ayakları üzerine oturmuş, beşeri kalite ve standartları en üst seviyede garanti eden bir kültürel bariyer sistemini; aynı zamanda kamu görevlilerinin geçmiş yıllardaki uygulamalar ve sonuçları gibi hususlar dâhil bilgi birikimi ve tecrübelerinin sorumluluk makamlarına gelen diğer görevlilere siyaset üstü bir tavırla (Ki siyaset üstü denilen şey esas olarak budur) aktarımını, ifade eder. İdari kültürdeki bu muhafazakârlık, ağır sorumluluğu da içeren bir öz”e sahiptir. Bu sayede devlet ve toplum için ağır sonuçları olabilecek hatalar yapmaktan kaçınılmış olunur.
Bu idari kültürün karşıtı ise “sıradanlaşma”dır. Yukarıda değerlendirmesini de yaptığımız bu “sıradanlaşma”, bir idari yapı için olabilecek en kötü durumdur. Hele ki bu idari yapı Hazine ve Maliye Bakanlığı gibi bir bakanlığın denetim birimi ise.
Mevcut özlük hakları dâhil değişiklik önerilerimize neden olan tüm uygulamalar istenen bir durum olmasa da bu “sıradanlaşma”yı körükleyici bir mahiyet arz etmektedir.
“Eski yapı” bu muhafazakârlığı, kendi hegemonyasını kurmak, genişletmek, baki kılmak ve tahkim etmek için kötüye kullanmıştır. Fakat Mecelleden alınma bir sözle sui misal emsal olmaz.
Statü ve özlük sorunlarını bir türlü çözemeyen, çözülmesi yönündeki talepleri dillerden dökülen onca hamasetin tam tersi biçimde “çalışma barışını bozar” (Adalet Müfettişi, Mülkiye Müfettişi ve Sayıştay Denetçisi’ne zam yapılırken çalışma barışı bozulmuyor ama vergi müfettişine sıra gelince ne hikmetse hemen bu barış bozuluveriyor.) ya da “zamanı değil” türünden mazeretlerle engellenen, çözülmesi yönünde sürekli gelecek zamanı işaret edilen bir denetim biriminin etkinliğinden ve verimliliğinden söz edilemeyeceği aşikârdır.
Vergi müfettişi, bütün zorluklara karşın, yapılan bütün ayrımcılık ve adaletsizliklere karşın Yusuf peygamberin mirasının bilincinde görevinin bilincinde, bir zamanlar hâkimlerin yaptığı gibi kürsülerden, “vicdanla cüzdan arasında kaldık” demeyecek, görevini yapmaya devam edecektir.
Mustafa Arslan
Vergi Başmüfettişi
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/vergi-denetiminde-yeniden-yapilanma/745732
Arsa Sahipleri Vergilenecek Mi?
Hazine ve Maliye Bakanı sayın Şimşek’in son günlerde katıldığı çeşitli programlarda belirttiği vergilerle ilgili düzenleme çalışmalarının yasa tasarısı olarak TBMM’ye sevk edilerek kamuoyu ile paylaşılmasını beklerken yapılan açıklamalardan gayrimenkul sektörü ile ilgili olarak önemli değişikliklerin gündemde olduğunu anlıyoruz.
Yasama sürecinin şeffaflığı sayesinde geçmiş dönemlerde TBMM’ye sunulan yasa tasarı ve teklifleri bu anlamda bize yapılabilecekler hakkında önemli ipuçları sunuyor.
Yaklaşık 11 ve 8 yıl önce (2013 ve 2016 yıllarında) iki kez TBMM’ye sunulan ve mevcut gelir ve kurumlar vergisi kanunlarını tek bir yasa altında birleştirmeyi hedefleyen oldukça kapsamlı ve belki de bu geniş kapsamı sebebiyle tümüyle görüşülüp yasalaşamayan tasarılarda taşınmazlara ilişkin de önemli hükümler yer almıştı.
5 Ocak 2016 tarihinde 2. kez TBMM’ne sunulan Gelir Vergisi Yasa Tasarısı’nın genel gerekçesinin III- Vergi tabanının genişletilmesi ve vergi adaletinin pekiştirilmesi başlıklı kısmının ilk cümlesi gayrimenkul gelirlerinin vergilendirilmesi açısından oldukça önemli:
“Tasarı ile vergi tabanını genişletmeye ve vergi adaletini güçlendirmeye yönelik önemli düzenlemeler yapılmaktadır. Kentsel rantların ve sermaye kazançlarının vergilendirilmesindeki istisnalar daraltılmaktadır. Buna göre, taşınmazlar, pay senetleri, ortaklık hakları ve hisselerinin elden çıkarılmasından sağlanan kazançlar, elde tutma süresine göre kademeli olarak istisnaya tabi tutularak vergilendirilecektir.”
Sayın Şimşek’in kısa bir süre önce katıldığı bir televizyon programında yaptığı “…diğer bir alan şehir rantları meselesi. Arsalar, gayrimenkuller üzerinden elde edilen gelirler. O konuya da bir paket çalışmamız var….” şeklindeki açıklama da yukarıdaki yasa gerekçesi ile örtüşünce acaba söz konusu tasarıda gayrimenkul gelirlerine ilişkin hangi hükümler vardı diye bakmak istedim.
Dilerseniz birlikte göz atalım söz konusu 2016 tarihli Tasarı’nın gayrimenkulle ilgili hükümlerine.
Bana göre 2016 tarihli tasarıda gayrimenkul sektörü ile ilgili olarak yer alan aşağıdaki hükümlerin vergi otoritesi tarafından yeniden gündeme getirilme olasılığı yüksek.
1) Ticari kapsamda olmayan gayrimenkul alım satımlarındaki vergileme rejiminin değiştirilmesi:
Halen geçerli olduğu üzere tacir sayılmayan gerçek kişilerin satın aldıkları gayrimenkulleri edinim tarihinden itibaren 5 yıl süreyle ellerinde tuttuktan sonra satmaları durumunda elde edecekleri alım satım kazancı kural olarak vergilendirilmemektedir. Buna karşılık 5 yıl dolmadan yapılan satışlar bu istisnadan yararlanamamaktadır.
2016’da Meclis’e sevk edilen Gelir Vergisi Kanunu tasarısında yukarıda yer verdiğimiz vergileme usulünün kademeli bir şekle sokularak değiştirilmesi önerilmişti. Tasarı gerçek kişiler için iktisap tarihinden itibaren 2 yıl içinde elden çıkarılan gayrimenkullerden elde edilen kazançların tamamının vergilendirilmesini, 2 tam yıl ile 3 yıl arası elde tutulan gayrimenkullerin elden çıkarılması halinde elde edilecek kazancın %40’ının, 3 tam yılla 4 yıl arasında elde tutulan gayrimenkuller için %50’sinin, 4 tam yılla 5 yıl arası elde tutulan gayrimenkuller için %60’ının ve 5 tam yıl ve daha fazla elde tutulan gayrimenkuller için ise kazancın %75’inin Gelir Vergisi’nden istisna tutulmasını önermişti. Bu şekilde bir taraftan 5 yıllık sınırın öncesinde yapılan satışların tam vergilemeye tabi tutulmasındaki olumsuzluk ortadan kaldırılırken diğer yandan da 5 yıl ve üzeri tutulan taşınmazlar için istisna %75’e indirilmiş oluyordu.
Bakanlık açıklamalarından bu konuda yukarıdaki usule benzer yeni bir düzenlemenin yapılacağı izlenimini ediniyorum.
2) Hasılat paylaşımlı ve kat karşılığı sözleşmelerde arsa sahibinin vergileme şeklinin değiştirilmesi
Bilindiği gibi gayrimenkulün hammaddesi olan ve sınırlı bir arza sahip olan arsa, bu özelliği ile üretimin çok önemli bir maliyetini oluşturmaktadır. Öteden beri bir taraftan müteahhitlerin arsa maliyetini nakit çıkışı olmaksızın finanse etme istekleri, diğer taraftan da arsa sahiplerinin oluşan değer artışından alacakları payları maksimize edebilmeleri için kullanılan hasılat paylaşımlı ya da kat karşılığı modelleri ile arsalar müteahhitlere bırakılmakta, arsa satış bedelleri de ya üzerinde geliştirilen projenin satış/kira gelirlerinden pay olarak nakden (hasılat paylaşımı) ya da bizzat üretilen bağımsız bölümlerinden ayni olarak (kat karşılığı) ödenmekteydi.
Her ne kadar idare söz konusu sözleşmelerde bir ticari ortaklıktan bahisle vergileme yapma yoluna gitse de bunun yasa ile belirlenmiş bir yapıya dönüştürülebilmesi için yukarıda sözünü ettiğim tasarıda “hasılat paylaşımı” sözleşmesi imzalayan arsa sahiplerinin doğrudan ticari bir organizasyonun parçası olarak ticari kazanç sahibi sınıfına sokulması; kat karşılığı sözleşmesinin tarafları olan arsa sahiplerinin ise üretilecek ve kendilerine teslim edilecek bağımsız bölümlerin brüt metrekarelerine göre tacir sayılarak vergilendirilmeleri önerilmişti. Tasarıda kat karşılığı inşaat sözleşmesi çerçevesinde inşa edilip arsa sahibine bırakılan taşınmazların brüt kapalı alanları toplamının;
- 1000 metrekareyi aşması halinde ilk satış tarihinden itibaren,
- 500 metrekare ile 1000 metrekare arasında olması halinde inşa edilen taşınmazların satışının arsa sahibine veya müteahhide ait ticari bir organizasyon çerçevesinde gerçekleştirilmesi halinde ilk satış tarihinden itibaren,
ticari faaliyete başlanıldığının kabul edilmesi ve buna göre ticari kazanç mükellefiyeti tesis ettirilmesini öngörüyordu. Söz konusu kat karşılığı sözleşme ile edinilen gayrimenkulün brüt alanının 500 metrekareyi aşmaması halinde ise inşaat faaliyeti nedeniyle arsa sahibi yönünden ticari kazanç hükümleri uygulanmayacağı tasarı metninde yer alıyordu.
Sayın bakanın açıklamalarından arsa sahiplerine getirilecek olan verginin benzer bir mantıkta organize edilmesi olasılığını yüksek görüyorum.
3) Kira Gelirlerinde Götürü Gider Uygulaması’nı sınırlamak/sona erdirmek
Söz konusu tasarıda gerçek kişilerin gayrimenkul kira gelirleri için o zaman uygulanmakta olan %25’lik götürü giderin belli bir kira gelirini aşan kısım için %15’e indirilmesi ve sadece konut kiraları ile sınırlandırılması öngörülmüştü. Söz konusu tasarı yasalaşmasa da götürü gider uygulamasında oran %15’e indirildi ancak konutlar gibi işyerlerinden elde edilen kiralarda da uygulama devam etti. Son dönemde yapılan açıklamalardan bu konuda belli gelişmelerin olacağını ve belki de götürü usulün tümden kaldırılabileceğini tahmin etmek zor değil.
Gördüğünüz gibi gerekçesi bile sayın bakanın yakın zamanda kullandığı kelimelerle birebir aynı olan geçmiş vergi tasarısı önümüzdeki dönemde yapılabilecek olan düzenlemelere ışık tutuyor gibi. Bekleyip göreceğiz.
Ersun Bayraktaroğlu
Ortak, Gayrimenkul Sektörü Lideri
PwC Türkiye
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/arsa-sahipleri-vergilenecek-mi/745727
7511 Türk Ticaret Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Resmi Gazetede Yayımlandı
29/5/2024 tarihli ve 32560 sayılı Resmi Gazete’de 7511 Sayılı Türk Ticaret Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun yayımlandı.
Kanun, yürütme ve yürürlük maddeleri hariç 22 maddeden oluşmakta olup, 5 madde (Madde 13-14-15-16-17) Türk Ticaret Kanunu’na ilişkin düzenlemeler içermektedir
Bu sirkülerimizde, anılan kanunla 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda yapılması öngörülen bazı düzenlemelere özetle yer verilmektedir.
1) Anonim ve Limited Şirketlerin Asgari Sermaye Tutarlarına İlişkin Düzenleme
Hatırlanacağı üzere, 25/11/2023 tarihli R.G’de yayımlanan 7887 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile anonim ve limited şirketlerin asgari sermaye tutarları, 01/01/2024 tarihinden itibaren yeni kurulacak şirketler için geçerli olmak üzere;
- Anonim şirketler için 50.000 TL’den 250.000 TL'ye,
- Kayıtlı sermaye sistemini kabul etmiş bulunan halka açık olmayan anonim şirketler için 100.000 TL’den 500.000 TL'ye,
- Limited şirketler için 10.000 TL’den 50.000 TL'ye
yükseltilmiştir.
Bununla birlikte, sermayeleri güncellenen tutarların altında bulunan mevcut şirketler bakımından ise herhangi bir sermaye artırım zorunluluğu getirilmemişti.
Bu Kanunun 17 nci maddesi ile 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu'na eklenen geçici 15 inci maddeyle, 01/01/2024 tarihinden önce ticaret siciline tescil edilmiş olan ve sermayeleri yeni en az sermaye tutarının altında kalan anonim ve limited şirketlerin 31/12/2026 tarihine kadar yeni sermaye tutarlarına intibakının sağlanması ve intibakın sağlanmaması durumunda infisah etmiş sayılmaları düzenlenmektedir.
Buna göre;
- Sermayeleri en az sermaye tutarının altında olan anonim ve limited şirketler, 31/12/2026 tarihine kadar sermayelerini yeni sermaye tutarlarına yükseltmeleri gerekecektir. Bu intibakı sağlamayan şirketler infisah etmiş sayılacak ve Kanunda öngörülen tasfiye sürecini başlatarak ticaret sicili kaydının terkinini sağlamaları gerekecektir.
- Çıkarılmış sermayesi en az 250.000 Türk Lirası olan kayıtlı sermaye sistemini kabul etmiş bulunan halka açık olmayan anonim şirketler ise başlangıç sermayeleri ile çıkarılmış sermayelerini anılan tarihe kadar 500.000 Türk Lirasına yükseltmedikleri takdirde, bu sistemden çıkmış sayılacaklar.
- Sermayenin 332 ve 580 inci maddelerde öngörülen tutarlara yükseltilmesi için yapılacak genel kurullarda toplantı nisabı aranmayacak, kararlar toplantıda mevcut oyların çoğunluğu ile alınacak ve bu kararlar aleyhine imtiyaz kullanılmayacaktır.
- Ticaret Bakanlığı 31/12/2026 olarak belirlenen intibak süresini birer yıl olarak en çok iki defa uzatabilecektir.
2) Şirket Yönetim Kuruluna İlişkin Bazı Düzenlemeler
a) Yönetim kurulu başkan ve başkan vekilinin, yönetim kurulunun görev süresine uyumlu olarak seçilebilmesi
Bu Kanunun 13 üncü maddesi ile 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun “Görev dağılımı” başlıklı 366 ncı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “Yönetim kurulu her yıl üyeleri arasından” ibaresi “Yönetim kurulu, üyeleri arasından” şeklinde değiştirilmiştir.
Yapılan düzenleme ile anonim şirketlerde yönetim kurulu başkan ve başkan vekilinin, yönetim kurulunun görev süresine uyumlu olarak seçilebilmesine imkân tanınmıştır.
Eski düzenleme |
Yeni düzenleme |
MADDE 366- (1) Yönetim kurulu her yıl üyeleri arasından bir başkan ve bulunmadığı zamanlarda ona vekâlet etmek üzere, en az bir başkan vekili seçer. Esas sözleşmede, başkanın ve başkan vekilinin veya bunlardan birinin, genel kurul tarafından seçilmesi öngörülebilir. … |
MADDE 366- (1) Yönetim kurulu, üyeleri arasından bir başkan ve bulunmadığı zamanlarda ona vekâlet etmek üzere, en az bir başkan vekili seçer. Esas sözleşmede, başkanın ve başkan vekilinin veya bunlardan birinin, genel kurul tarafından seçilmesi öngörülebilir. … |
Bu Kanunun 14 üncü maddesi ile 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun “Devredilemez görev ve yetkiler” başlıklı 375 nci maddesinin maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
b) Şirketin üst düzey yöneticileri dışında kalan kişilerin atanma ve görevden alınmalarına dair yetkinin yönetim kurulunca devredilebilmesi
Yapılan düzenleme ile şirketin üst düzey yöneticileri dışında kalan kişilerin atanma ve görevden alınmalarına dair yetkinin yönetim kurulunca devredilebilmesine imkan sağlanmaktadır.
Eski düzenleme |
Yeni düzenleme |
d) Müdürlerin ve aynı işleve sahip kişiler ile imza yetkisini haiz bulunanların atanmaları ve görevden alınmaları |
“d) Şube müdürleri hariç olmak üzere müdürlerin ve aynı işleve sahip kişilerin atanmaları ve görevden alınmaları.” |
Bu Kanunun 15 inci maddesi ile 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun “Bilgi alma ve inceleme hakkı” başlıklı 392 nci maddesinin yedinci fıkrasına aşağıdaki cümleler eklenmiştir.
c)Yönetim kurulu başkanına yönetim kurulunu toplantıya çağırma yükümlülüğü
Yapılan düzenleme ile yönetim kurulu üyelerinin çoğunluğu tarafından yapılan toplantı istemlerinde, yönetim kurulu başkanına yönetim kurulunu toplantıya çağırma yükümlülüğü getirilmekte, yönetim kurulu başkanınca yönetim kurulunun yine de toplantıya çağırılmadığı veya başkana/başkanvekiline ulaşılamadığı hallerde istemin doğrudan çağrı sahiplerince yapılabilmesine imkân sağlanmaktadır.
Yeni eklenen cümleler: |
“İstemin uygun görülmesi hâlinde çağrı, yönetim kurulu başkanınca yapılır. Ancak yönetim kurulu üyelerinin çoğunluğunun yazılı istemi üzerine, yönetim kurulu başkanı yönetim kurulunu istemin kendisine ulaştığı tarihten itibaren en geç otuz gün içinde yapılacak şekilde toplantıya çağırmak zorundadır. Bu süre içinde yönetim kurulu toplantıya çağrılmadığı veya yönetim kurulu başkanı ya da başkan vekiline ulaşılamadığı hâllerde, çağrı doğrudan istem sahiplerince yapılabilir. Çağrı üzerine yapılacak toplantılarda toplantı ve karar nisapları hakkında 390 ıncı maddenin birinci fıkrası uygulanır. Esas sözleşmede yönetim kurulunun toplantıya çağrılmasına ilişkin farklı bir usul belirlenebilir.” |
Söz konusu Kanuna aşağıdan ulaşabilirsiniz
29 Mayıs 2024 Tarihli Resmi Gazete
Sayı: 32560
Kanun No. 7511
Kabul Tarih: 23/5/2024
MADDE 1- 24/4/1969 tarihli ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun geçici 8 inci maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle ve fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Buna rağmen geçiş sürecinin tamamlanamadığının tespit edilmesi halinde Ticaret Bakanlığınca birer yıl olmak üzere iki defa daha süre uzatımı yapılabilir.”
“Bu süre sona erinceye kadar kooperatif ve üst kuruluşlarının yönetim kurulu üyeleri ve memurları hakkında, 24 üncü ve ek 5 inci maddelerde yer alan KOOPBİS yükümlülüğüne aykırı davranmaları nedeniyle ek 2 nci maddenin birinci fıkrasının (1) ve (4) numaralı bentlerinde yer alan hükümler uygulanmaz.”
MADDE 2- 1163 sayılı Kanunun geçici 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “üç” ibaresi “beş” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 3- 7/12/1994 tarihli ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunun 34 üncü maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilen üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.
“Bu Kanunun ekinde yer alan (I) sayılı cetveldeki toplam kadro sayısı geçilmemek ve anılan cetvelde yer alan kadro unvanları ile kadro ve pozisyonlara ilişkin mevzuatın eki cetvellerde yer alan kadro unvanlarıyla sınırlı olmak kaydıyla dolu kadrolarda derece değişikliği ile boş kadrolarda sınıf, unvan ve derece değişiklikleri Kurul kararıyla yapılır.”
MADDE 4- 4054 sayılı Kanunun 43 üncü maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Kurul, başlattığı soruşturmaları soruşturmaya başlanması kararının verildiği tarihten itibaren 15 gün içinde ilgili taraflara bildirir. Kurul, bu bildirim yazısı ile birlikte, iddiaların türü ve niteliği hakkında yeterli bilgiyi ilgili taraflara gönderir.”
MADDE 5- 4054 sayılı Kanunun 45 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Taraflara, yazılı savunmalarını soruşturma raporunun tebliğinden itibaren 30 gün içinde Kurula göndermeleri tebliğ edilir. Haklı gerekçeler sunulması halinde bu süre bir kereye mahsus olmak üzere ve en çok bir katına kadar uzatılabilir. Soruşturmayı yürütmekle görevlendirilenler, gelen yazılı savunmalar sonucunda soruşturma raporundaki görüşlerinde bir değişiklik olması halinde 15 gün içinde yazılı görüşlerini tüm Kurul üyeleri ile ilgili taraflara bildirir. Taraflar 30 gün içinde bu görüşe cevap verebilirler.”
MADDE 6- 18/5/2004 tarihli ve 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanununun 53 üncü maddesinin altıncı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve onüçüncü fıkrasında yer alan “diğer işlemlere” ibaresinden sonra gelmek üzere “, müşterinin verdiği yetkiye bağlı olarak müşteri hesaplarındaki nakit alacak bakiyelerinin nemalandırılmasına” ibaresi eklenmiştir.
“Ürün senetleri ve alivre sözleşmelere ilişkin işlemlerde; devir ile bedelin ödenmesi, alıcı ve satıcının diğer yükümlülüklerinin ürün ihtisas borsalarında alım satımına aracılık edenlerce veya takas ve saklama hizmeti aldıkları kuruluşlarca yerine getirilmesi, alım satımın tescili ve alım satıma ilişkin diğer hususlar bu Kanun ve ilgili mevzuat hükümlerine uygun olarak ürün ihtisas borsası tarafından yürütülür. Ürün ihtisas borsasının veya ürün ihtisas borsası tarafından takas merkezi olarak yetkilendirilen kuruluşun takas işlemlerinde mali sorumluluğu, tesis edecekleri limitler dâhilinde ve alınacak teminatlar ile garanti fonu varlıklarıyla sınırlıdır. Ürün ihtisas borsalarında gerçekleştirilen işlemlerden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmesini sağlamak ve zararların tazmini için alınacak teminatların ve oluşturulabilecek garanti fonunun kuruluşu, işletimi, kullanımı ve katılımcılarına ilişkin usul ve esaslar Bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. Bu fıkrada düzenlenen teminatlar ve garanti fonundaki varlıklar tevdi amaçları dışında kullanılamaz, üçüncü kişilere devredilemez, kamu alacakları için olsa dahi haczedilemez, rehnedilemez, iflas masasına dâhil edilemez ve üzerlerine ihtiyati tedbir konulamaz.”
MADDE 7- 10/2/2005 tarihli ve 5300 sayılı Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Kanununun 28 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “ancak” ibaresinden sonra gelmek üzere “lisansı askıya alınan işletmeler askıda kalınan günler için depo kira ücreti talep edemez ve” ibaresi eklenmiş ve maddeye birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğünün lisanslı depolarda depolanan ürünleri için tahakkuk eden ve aylık dönemlerde lisanslı depo işletmelerine ödenen depolama ücretleri askı süresi boyunca ödenmez.”
MADDE 8- 5300 sayılı Kanunun 34 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının (b) ve (c) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, fıkraya aşağıdaki bentler ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“b) Lisanslı depoculuk ücret tarifesinde belirlenenin üzerinde veya ücret tarifesinde yer almayan hizmetler için ücret talep ve tahsil eden ya da ürün teslimi sırasında mevzuata aykırı şekilde ürün miktarından kesinti yapan, 35 inci madde hükmüne aykırı hareket eden, ürün senedinin ilgili yönetmeliğinde düzenlenen içerik, şekil ve muhafaza şartlarına uymayan lisanslı depo işletmelerine iki yüz bin Türk lirasından bir milyon Türk lirasına kadar idari para cezası verilir.
c) 17 nci maddenin birinci fıkrası, 21 inci maddenin birinci fıkrası, 27 nci maddenin birinci fıkrasının (a) bendi ve son fıkrası, 32 nci madde hükümlerine aykırı hareket eden lisanslı depo işletmelerine iki yüz bin Türk lirasından bir milyon Türk lirasına kadar idari para cezası verilir.”
“f) Analiz ve sınıflandırma işlemi yapılmadan ürünün depoya kabul edilmesi veya depodan çıkarılması, tartım makbuzunun ilgili yönetmelikte belirlenen şartları taşımaması, alet ve ekipmanların kalibrasyonunun ya da periyodik kontrollerinin yapılmadan kullanılması, muhafaza şartlarına uyulmaması nedeniyle ürünü temsil eden elektronik ürün senedinde belirtilen sınıf ve kalite ile depoda bulunan ürünlerin sınıf ve kalitesi arasında farklılık tespit edilmesi durumlarında bu fiilleri gerçekleştiren lisanslı depo işletmelerine her bir aykırılık için iki yüz bin Türk lirası idari para cezası verilir. Bu aykırılıklar kapsamında verilecek olan idari para cezasının bir takvim yılına ilişkin toplam tutarı beşinci fıkra hükümleri saklı kalmak kaydıyla bir milyon Türk lirasını aşamaz.
g) Şahit numune alınmaması, şahit numunenin ilgili yönetmelikte belirlenen süre boyunca saklanmaması, analiz ve sınıflandırma belgesinin ilgili yönetmelikte belirlenen şartları taşımaması, laboratuvarda yer alan alet ve ekipmanların kalibrasyonunun ya da periyodik kontrollerinin yapılmadan kullanılması, şahit numune ile bu numunenin temsil ettiği ürünün analiz ve sınıflandırma belgesinin farklı olması, analiz esnasında tutulan kayıtlardaki değerler ile analiz ve sınıflandırma belgesindeki değerlerin farklı olması durumlarında bu fiilleri gerçekleştiren yetkili sınıflandırıcılara her bir aykırılık için iki yüz bin Türk lirası idari para cezası verilir. Bu aykırılıklar kapsamında verilen idari para cezasının bir takvim yılına ilişkin toplam tutarı beşinci fıkra hükümleri saklı kalmak kaydıyla bir milyon Türk lirasını aşamaz.
h) Yetkili sınıflandırıcılık ücret tarifesinde belirlenenin üzerinde veya ücret tarifesinde yer almayan hizmetler için ücret talep ve tahsil eden ya da 35 inci madde hükmüne aykırı hareket eden yetkili sınıflandırıcılara iki yüz bin Türk lirasından bir milyon Türk lirasına kadar idari para cezası verilir.”
“İdari para cezalarının verilmesini gerektiren aykırılığın bir takvim yılı içinde tekrarı hâlinde, her bir tekrar için bir önceki cezanın iki katı idari para cezası uygulanır.
Bu maddede öngörülen idari para cezalarını vermeye Bakanlık yetkilidir. Bu yetki, Bakanlığın ilgili genel müdürlüğüne devredilebilir.”
MADDE 9- 11/3/2010 tarihli ve 5957 sayılı Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 7 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “veya kiralama” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.
MADDE 10- 5957 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin üçüncü fıkrasının üçüncü, dördüncü ve beşinci cümleleri yürürlükten kaldırılmış ve altıncı fıkrasının (k) bendinde yer alan “veya kiralandığı” ibaresi ile (1) bendinde yer alan “satış yerinin” ibaresinden sonra gelen “kiralanması veya” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.
MADDE 11- 5957 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesinin altıncı fıkrasında yer alan “veya kiralanır” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.
MADDE 12- 5957 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 2- (1) 3/5/2024 tarihinden önce kapalı pazar yerlerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve kiracılık hakları bu hakların kullanımı için öngörülen sürenin sonuna kadar geçerlidir.”
MADDE 13- 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 366 ncı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “Yönetim kurulu her yıl üyeleri arasından” ibaresi “Yönetim kurulu, üyeleri arasından” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 14- 6102 sayılı Kanunun 375 inci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“d) Şube müdürleri hariç olmak üzere müdürlerin ve aynı işleve sahip kişilerin atanmaları ve görevden alınmaları.”
MADDE 15- 6102 sayılı Kanunun 392 nci maddesinin yedinci fıkrasına aşağıdaki cümleler eklenmiştir.
“İstemin uygun görülmesi hâlinde çağrı, yönetim kurulu başkanınca yapılır. Ancak yönetim kurulu üyelerinin çoğunluğunun yazılı istemi üzerine, yönetim kurulu başkanı yönetim kurulunu istemin kendisine ulaştığı tarihten itibaren en geç otuz gün içinde yapılacak şekilde toplantıya çağırmak zorundadır. Bu süre içinde yönetim kurulu toplantıya çağrılmadığı veya yönetim kurulu başkanı ya da başkan vekiline ulaşılamadığı hâllerde, çağrı doğrudan istem sahiplerince yapılabilir. Çağrı üzerine yapılacak toplantılarda toplantı ve karar nisapları hakkında 390 ıncı maddenin birinci fıkrası uygulanır. Esas sözleşmede yönetim kurulunun toplantıya çağrılmasına ilişkin farklı bir usul belirlenebilir.”
MADDE 16- 6102 sayılı Kanunun geçici 7 nci maddesinin onbeşinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Bu maddede öngörülen usule uygun olarak kaydı silinen şirket veya kooperatifin ihyasına ilişkin yapılacak yargılamada ilgili ticaret sicili müdürlüğü aleyhine yargılama giderleri ve vekalet ücretine hükmolunamaz.”
MADDE 17- 6102 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 15- (1) Sermayeleri en az sermaye tutarının altında olan anonim ve limited şirketler, sermayelerini 31/12/2026 tarihine kadar 332 nci ve 580 inci maddelerde öngörülen tutarlara yükseltirler, aksi halde infisah etmiş sayılırlar. Çıkarılmış sermayesi en az iki yüz elli bin Türk lirası olan kayıtlı sermaye sistemini kabul etmiş bulunan halka açık olmayan anonim şirketler ise başlangıç sermayeleri ile çıkarılmış sermayelerini anılan tarihe kadar beş yüz bin Türk lirasına yükseltmedikleri takdirde, bu sistemden çıkmış sayılırlar.
(2) Sermayenin 332 nci ve 580 inci maddelerde öngörülen tutarlara yükseltilmesi için yapılacak genel kurul toplantılarında toplantı nisabı aranmaz, kararlar toplantıda mevcut oyların çoğunluğu ile alınır ve bu kararlar aleyhine imtiyaz kullanılmaz.
(3) Ticaret Bakanlığı, birinci fıkrada yazılı süreyi birer yıl olarak en çok iki defa uzatabilir.”
MADDE 18- 7/11/2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 63 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “durdurma cezası” ibaresinden sonra gelmek üzere “ya da içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararı” ibaresi eklenmiştir.
MADDE 19- 6502 sayılı Kanunun 77 nci maddesinin madde başlığı “Yaptırım hükümleri” şeklinde, birinci fıkrası ile onuncu fıkrasının (b) ve (c) bentleri aşağıdaki şekilde, onikinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “cezaları” ibaresi “fıkradaki yaptırım kararlarını” şeklinde ve fıkranın beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci ve dokuzuncu cümleleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“(1) Bu Kanunun;
a) 4 üncü, 7 nci, 18 inci, 19 uncu, 20 nci, 21 inci, 26 ncı, 30 uncu, 35 inci, 49 uncu, 51 inci, 52 nci, 54 üncü, 57 nci maddeleri ve 48 inci maddesinin ikinci, üçüncü, dördüncü, altıncı ve yedinci fıkralarında belirtilen yükümlülüklere aykırı hareket edenler ile 8 inci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca malları süresinde teslim veya monte etmeyenler hakkında aykırılığı tespit edilen her bir işlem veya sözleşme için iki bin iki yüz Türk Lirası,
b) 6 ncı maddesine aykırı olarak bir mal veya hizmetin satışından kaçınanlar hakkında aykırılığı tespit edilen her bir işlem veya sözleşme için iki bin iki yüz Türk Lirasından az olmamak üzere satışından kaçınılan mal veya hizmetin tüm vergiler dahil toplam satış fiyatının yüzde onu kadar,
idari para cezası uygulanır.”
“b) 58 inci maddesinin,
1) İkinci fıkrasına aykırı hareket eden üretici ve ithalatçılar hakkında; satış sonrası hizmet yeterlilik belgesi alınmaması durumunda bir milyon yüz on beş bin Türk Lirası, Bakanlıkça oluşturulan sisteme kayıt yapılmaması veya kaydın güncellenmemesi durumunda her bir servis istasyonu için on sekiz bin Türk Lirası,
2) Beşinci fıkrasına aykırı olarak her türlü mecra ve faaliyetlerinde kolaylıkla görülebilir ve okunabilir şekilde “özel servis” ibaresini kullanmayan özel servis istasyonları hakkında on sekiz bin Türk Lirası,
3) Sekizinci fıkrasına aykırı olarak satış sonrası hizmet yeterlilik belgesinin geçerlilik süresi boyunca asgari servis istasyonu sayısını sağlamayan üretici ve ithalatçılar hakkında eksik kalan her bir servis istasyonu için yüz yirmi dört bin Türk Lirası,
idari para cezası uygulanır.
c) 58 inci maddesinde yer alan ve bu fıkranın (b) bendinde yaptırıma konu edilenler dışındaki yükümlülüklere aykırı hareket eden üretici, ithalatçı veya özel servis istasyonları hakkında aykırılığı tespit edilen her bir işlem için iki bin iki yüz Türk Lirası idari para cezası uygulanır.”
“Aykırılığın internet ortamı üzerinden gerçekleşmesi hâlinde Reklam Kurulu; içeriğin çıkarılması için ilgili internet sayfasındaki iletişim araçları, alan adı, IP adresi ve benzeri kaynaklarla elde edilen bilgiler üzerinden, elektronik olarak iletişim kurulabilecek araçlar ile bildirimde bulunulmasına, bu bildirime rağmen yirmi dört saat içinde içeriğin çıkarılmaması hâlinde erişimin engellenmesine karar verebilir. Muhataba bildirimde bulunulamaması hâli ile sınırlı olmak üzere doğrudan erişimin engellenmesine karar verilebilir. Erişimin engellenmesi kararı uygulanmak üzere Erişim Sağlayıcıları Birliğine gönderilir. Erişimin engellenmesi kararı esas olarak aykırılığın gerçekleştiği içerikle sınırlı olarak verilir. Ancak, teknik olarak aykırılığa ilişkin içeriğe erişimin engellenmesi yapılamadığı veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla aykırılığın önlenemediği durumlarda, internet sitesinin tümüne yönelik olarak erişimin engellenmesi kararı verilebilir.”
MADDE 20- 6502 sayılı Kanunun geçici 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yapılabilir.” ibaresi “yapılabilir, kooperatif veya ticaret şirketi ortaklığı ya da dernek veya vakıf üyeliği suretiyle devre tatil hakkı tanınabilir, devre tatile konu mal üzerinde ayni hak sahibi olmayanlar devre tatil satışı yapabilir.” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 21- 14/1/2015 tarihli ve 6585 sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 18 inci maddesinin birinci fıkrasının (k) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, beşinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiş, yedinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “beş” ibaresi “yirmi” şeklinde, “durumunda elli” ibaresi “durumunda iki yüz” şeklinde ve “iki yüz elli milyon” ibaresi “bir milyar” şeklinde değiştirilmiştir.
“k) Ek 1 inci maddesinin birinci fıkrasına aykırı hareket edenlere her bir aykırılık için yüz bin Türk lirasından bir milyon Türk lirasına kadar; ikinci fıkrasına aykırı hareket edenlere ise her bir aykırılık için bir milyon Türk lirasından on iki milyon Türk lirasına kadar,”
“Bakanlık, ek 1 inci maddenin ikinci fıkrasına bir takvim yılı içinde en az üç defa aykırı hareket etmesi nedeniyle idari para cezası uygulanan üretici, tedarikçi ve perakende işletmelerin iş yerlerini altı güne kadar kapatmaya yetkilidir.”
MADDE 22- 5/3/2020 tarihli ve 7223 sayılı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanununun 20 nci maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “uygunsuzluğa konu ürünün gerçekleşen FOB bedelinin %5’inden %25’ine kadar tekabül eden miktarda Türk lirası” ibaresi “ürün güvenliğine ilişkin aykırılıkta 240.566 Türk lirasından 2.405.665 Türk lirasına kadar, diğer aykırılık durumlarında 96.226 Türk lirasından 962.265 Türk lirasına kadar” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 23- Bu Kanunun;
a) 1 inci maddesi 26/4/2024 tarihinden itibaren uygulanmak üzere yayımı tarihinde,
b) 7 nci maddesi ile 5300 sayılı Kanunun 28 inci maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklik yayımı tarihinden itibaren altı ay sonra,
c) Diğer hükümleri yayımı tarihinde,
yürürlüğe girer.
MADDE 24- Bu Kanun hükümlerini Cumhurbaşkanı yürütür.
28/5/2024
İNDİRİMLİ KURUMLAR VERGİSİNDEN YARARLANMA HAKKINIZ OLDUĞU HALDE EKSİK YARARLANMIŞSANIZ, YARARLANMADIĞINIZ YATIRIMA KATKI TUTARLARINI KAYBEDEBİLİRSİNİZ.
İrfan Vural kardeşim "Teşvik Belgeli Yatırımlarda İndirimli Kurumlar Vergisi ile ilgili Kısa Notlar"paylaşımı ile indirimli kurumlar vergisi konusunda güzel bir paylaşım yapmış. Ek bir katkı sağlamak adına şu ifadelere yer vermek istiyorum. Vergi idaresi "yararlanılması mümkün olduğu halde yararlanılmayan yatırıma katkı tutarlarının, endekslenmek suretiyle izleyen dönemlere aktarılmasına izin vermiyor.
Benzer durum yatırım döneminde yararlanılması gerekenden daha az yararlanılan yatırıma katkı tutarları için de geçerli. Yatırım döneminde yararlanmanız gerektiği halde eksik yatırıma katkı tutarından yararlanmışsanız vergi idaresi bunu hak kaybı olarak değerlendirip izleyen dönemler de kullanmadığınız yatırıma katkı tutarlarından yararlanmanıza izin vermez. Ancak düzeltme zamanaşımı içiresinde yararlanılması mümkün olduğu halde yararlanılmayan yatırıma katkı tutarları ile ilgili düzeltme beyannamesi verilmesini de vergi idaresinin sıcak baktığı söylemek mümkün.
SONER ÜLGEN YMM
Linkedin paylaşımından alıntı yapılmıştır
YAPIM İŞİ KAPSAMINDA MALZEME ALIŞI ALICIYA AİT OLURSA KDV TEVKİFAT SINIRI DEĞİŞİR Mİ?
> KDV Tevkifatı 4/10
* Belirlenmiş alıcılara karşı ifa edilen yapım işlerinin tamamı
* KDV mükelleflerine karşı ifa edilen ve KDV dâhil bedeli 5.000.000,00 TL üzerinde olan yapım işleri yapım işleri ile bu yapım işleriyle birlikte ifa edilen mühendislik-mimarlık ve etüt-proje hizmetlerinde kapsamında 4/10 KDV Tevkifatı yapılır. Projenin genişlemesi, sözleşme bedelinin güncellenmesi ve benzeri nedenlerle 5.000.000-TL’yi aşması halinde bu tarihten itibaren tevkifat uygulanır. Alt yüklenicilere - daha alt taşerona devredilmesi halinde, işi devreden her yüklenici tarafından ilgili aşamada bedelin 5.000.000-TL’lik sınırı aşıp aşmadığına bakılmaksızın, kendisine ifa edilen hizmete ait KDV üzerinden 4/10 oranında tevkifat yapılması gerekmektedir.
* Örneğin: malzeme alışı belirlenmiş alıcı kapsamında olmayan alıcıya, işçilik müteahhide ait olmak üzere 4.000.000 TL + KDV karşılığında ihale etmiştir. Bu durumda yapım işi ihale bedeli 5.000.000-TL’lik sınırı aşmadığından tevkifat kapsamına girmez. Malzeme + işçilik müteahhide ait olur ve tüm bedel 5.000.000-TL’lik sınırı aşarsa 4/10 KDV tevkifatı yapılır. Alıcı belirlenmiş alıcı kapsamında olsaydı tutara bakılmaksınız 4/10 KDV tevkifatı yapılırdı.
> YILLARA SARİ 5/10 GELİR/KURUMLAR VERGİSİ STOPAJI
Gelir / Kurumlar Vergisi Kanununda öngörülen düzenlemeler gereği % 5 vergi tevkifatına tabi bir hakedişden söz edebilmek için,
* Faaliyet konusu işin bir yapım ve onarım işi olması,
* İnşaat ve onarım işinin birden fazla takvim yılına yaygın olması, diğer bir ifadeyle bir takvim yılında başlayıp ertesi veya daha sonraki takvim yıllarında bitirilmiş olması ( Takvim yılı 12 aylık süreyi değil, “Dönemsellik İlkesi’’ gereği , işin başladığı takvim yılından sonra gelen başka bir takvim yılında bitmesini ifade eder)
* İnşaat ve onarım işi taahhütlere bağlı olarak yapılması şartlarının, bir arada aranılması gerekir. Burada herhangi bir bedel kısıtlaması söz konusu değildir.
Ersan KARACA
Yeminli Mali Müşavir
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
YİNE YENİ VERGİ DÜZENLEMELERİ Mİ
Bugünlerde yine gerek günlük gazetelerde ve gerekse mesleki yayınlarda son 30-35 senedir artık alıştığımız düzenlemelerden bahseden yayınlar, yazılar başladı. Neymiş bunlar şöyle bir sayalım:
a- Yine yeniden vergi affı
b- Evini satanlara %40 a varan oranlarda vergi
c- Biz de son yazılarımızda taa Zekeriya Temizel ve Şükrü Kızılot’un başlattığı ilk vergi affından bahsetmiştik.
d- Bu tip afların maalesef insanları bıktırdığını yazmıştık.
a- Yine yeniden vergi affı.
Geriye dönüp incelediğimiz zaman 2003'ten bu yana yaklaşık 1.5 yılda bir vergi affı yasası çıktığını görüyoruz. Tabii bu aflar sonucunda iş dünyası devamlı vergi affı bekler oldu. Planlanan vergi tahakkuk ve tahsilatı da her yıl kadük oldu.
Haydi vergi affı çıksın. Faiz ve gecikme zammı düşsün. O zaman taksitle ödeyelim, ödeyemezsek nasıl olsa yeniden af çıkar, yeniden yararlanırız düşüncesi vergi tahakkuk ve tahsilatını etkiliyor. İnsanların devlete inancı sarsılıyor.
2003 den bu yana 16 vergi affı olmuş. Anapara değil cezalar silinmiş. Matrah artırımları yapılmış ve bu da vatandaşların vergi incelemesinden kurtulmasını sağlayan bir araç olmuş.
Şimdi yine vergi affı söylentileri.
Söylenti olsun olmasın zaten enflasyonun zirve yaptığı bu son yıllarda vergi affı hakikaten yeniden gerekli olduğu kanaatindeyim. Bunun yapılması gerektiğine kesinlikle inanıyorum. Ama artık vergi aflarını ortadan yok edecek çalışmalar yapılmadığı takdirde yeniden af geleceği umudu içinde olacaktır mükellefler. Bu umudu kim nasıl yok edecek acaba. Ama kesinlikle vergi affı yapılmalıdır diye tekrar edeyim.
b- Bir başka yayın organında da evinin satanlara %40 yakın oranda vergi geliyor
Başlığı altında açıklamalar var.
İşte bunun kesinlikle karşısındayım. Önce enflasyonu önleyin de ondan sonra ek veya yeni vergiler getirin, yoksa yine herkes vergiden kaçınmaya çalışır.
I. Yine bir uygulama var. Kişi birden çok gayrimenkulunu sattığı takdirde ticaret yapmış sayılıyor ve insafsızca vergilendiriliyor. Bu uygulama kesinlikle yanlıştır ve kaldırılmalıdır.
II. TBMM’ye sunulması planlanan vergi yasası taslağında bir başka vergi düzenlemesi daha var. Ama bu düzenleme daha da insafsız bir düzenleme. Nasıl bir düzenleme bakalım.
Halen mevcut uygulamaya göre konutlarda 5 yıldan sonra satıldığı takdirde vergi ödenmiyor. Üzerinde çalışılan düzenlemeye göre 5 yıllık istisna kaldırılacak deniyor. Böyle bir durumda herhangi bir emlak satışında Maliye değer artış kazancı alacak ve Değer artış kazancı üzerinden %40 lara varan vergi ödenecek.
İlk bakışta çok güzel bir uygulama olacak gibi geliyor ama sayın yetkililer siz önce enflasyonu önleyin de ondan sonra böyle düzenlemelere başvurun. Ellerinizi öpelim o zaman.
Rayiç bedelin de kaldırılacağı söyleniyor. Ne yazayım ki, hakikaten rayiç bedel kalkmalı ama siz enflasyonu önleyemiyorsanız, yaptığınız yapacağınız uygulama yanlış olarak algılanacaktır ve bu yanlışı kabul ettiremezsiniz.
ZATEN ENFLASYON DÜZELTMESİ DENEN aslında doğru olan ancak bu doğruyu vergi alınacak hale getiren düzenlemeler, iş aleminin başını çok artıracak, bunun yanına yine böyle uygulamalar, düzenlemeler getirilmesi böyle bir dönemde işletmelerin kapanmasına sebep olabilecektir.
Sayın yetkililer, ne olur, firmaların, müesseselerin batmasına sebep olacak düzenlemeler yapmayın.
28.05.2024
Cevdet Akçakoca
Yeminli Mali Müşavir
Bağımsız Denetçi
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
TEŞVİK BELGELİ YATIRIMLARDA İNDİRİMLİ KURUMLAR VERGİSİ İLE İLGİLİ KISA NOTLAR (10 KISA NOT)
1- İndirimli kurumlar vergisi, esas olarak "YATIRIMDAN ELDE EDİLEN KAZANÇ" için uygulanır. Bununla beraber yatırım devam ederken "DİĞER KAZANÇLAR" için de indirimli kurumlar vergisi uygulanabilir.
2- "DİĞER KAZANÇLAR" için indirimli kurumlar vergisi uygulamasında iki ayrı sınır vardır. Bunlardan hangisi küçük ise ilgili dönemde maksimum o tutar kadar teşvikten yararlanılabilir.
3- Bu sınırlardan;
Birinci Sınır; yatırıma katkı tutarının yatırım döneminde yararlanılabilecek kısmıdır. (Teşvik belgesindeki yatırım tutarı x yatırıma katkı oranı x %80)
İkinci Sınır, yapılan yatırım harcamasıdır. (Yatırım harcamasının yatırıma katkı oranı ile çarpımı değil!)
Örneğin; yatırım tutarı 10 Milyon, yatırıma katkı oranı %30, yapılan yatırım harcaması 2 Milyon ise 2 Milyon teşvik tutarının tamamından (kurumlar vergisi matrahın yeterli olması halinde) ilgili dönemde yararlanılabilir.
4- Yatırım devam ederken, "DİĞER KAZANÇLAR" için yararlanılması gereken tutardan daha eksik tutarda indirimden yararlanılır ise (örneğin 2 Milyon yerine, 2 Milyon x %30= 600 Bin Lira tutarında indirimden yararlanılıp, 1,4 Milyon Lira'lık kısmından yararlanılmaz ise, bu tutar yatırımdan kazanç elde edildiğinde "YATIRIMDAN ELDE EDİLEN KAZANÇ" kapsamında indirimli kurumlar vergisine konu edilebilir. Veya eksik yararlanılan tutar için ilgili döneme düzeltme beyannamesi verilmesi gerekir. Yoruma açık olmakla beraber Gelir İdaresinin görüşü bu yöndedir.
5- İndirimli kurumlar vergisinden eksik yararlandı iseniz mükellefinize fazla vergi ödetmiş olursunuz. Maliye tarafından herhangi bir eleştiri ile karşılaşmaz, cezalı tarhiyata muhatap olmazsınız. Ancak bu durum, mükellefin fazla vergi ödediği ve kullanmadığı hakkı için düzeltme vermek zorunda olduğu veya kullanmadığı indirimden yararlanmak için yatırımın faaliyete geçmesini beklemek zorunda kaldığı gerçeğini değiştirmez.
6- Yatırım devam ederken, yatırım kısmen veya tamamen işletmeye geçmiş ve kazanç elde edilir aşamaya gelmiş ise, indirimli kurumlar vergisi öncelikle "YATIRIMDAN ELDE EDİLEN KAZANÇ" için ve aynı zamanda "DİĞER KAZANÇ" için uygulanabilir.
7- Yatırım tamamlandıktan sonra ise, indirimli kurumlar vergisi sadece "YATIRIMDAN ELDE EDİLEN KAZANÇ" için uygulanabilir.
8- "YATIRIMDAN ELDE EDİLEN KAZANÇ" hesaplanmasında, yatırımın türü önemlidir. Komple yeni yatırımlarda, yatırımdan elde edilen kazancın muhasebe kayıtlarından birebir hesaplanması zorunludur. Tevsi yatırımlarda ise yatırım tutarının toplam sabit kıymetler içindeki oranına göre daha pratik hesaplama yapılabilir.
9- Yatırım devam ederken, yararlanılacak katkı tutarı endekslenemez. Ancak, yatırım bittikten sonra henüz kullanılmamış olan tutarlar sonraki dönemlere endekslenerek devredilir.
10- İndirimli kurumlar vergisi hesaplamalarının kümülatif olarak yapılması ve önceki dönem yararlanılan tutarların düşülmesi suretiyle gerçekleştirilmesi gerekir.
Linkedin paylaşımından Alıntı yapılmıştır
SİGORTA PRİMİ TEŞVİKLERİ 2024
5510 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı çalıştıran özel sektör işyeri işverenlerine yönelik;
✓ Kayıtlı istihdamın artırılması,
✓ Gönüllü uyumun ve düzenli prim ödeme kültürünün yaygınlaştırılması,
✓ Kadınlar, gençler ve engelliler gibi dezavantajlı grupların istihdamının artırılması,
✓ Bölgesel gelişmişlik farklılıklarının azaltılması,
✓ Bölgesel, stratejik ve öncelikli yatırımların özendirilmesi amaçlarıyla çeşitli sigorta primi teşvik, destek ve indirimleri uygulanmaktadır.
Bunun yanında primlerin düzenli ödenmesinin özendirilmesi ve genç girişimciliğinin teşvik edilmesi amaçlarıyla 5510 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamındaki sigortalılara yönelik de prim indirim ve destekleri uygulanmaktadır.
Tamamı İçin Tıklayınız
Kaynak, SGK
TEVSİ YATIRIM ÖNEMLİ HUSUSLAR
Tevsi Yatırıma İsabet Eden Kazanç Tutarı =(Gerçekleşen Tevsi Yatırım Tutarı /
Dönem Sonu Toplam Sabit Kıymet Tutarı)
X Ticari Bilanço Kârı
* Tevsi yatırım: Mevcut bir yatırımın kapasitesinin artırılmasına yönelik üretim hattı veya makine ve teçhizat yatırımlarıdır.
* İndirimli kurumlar vergisi uygulanacak kazancın tespitinde esas olan tevsi yatırımın işletme bütünlüğü çerçevesinde ayrı hesaplarda izlenmesidir.
* Kazancın ayrı bir şekilde tespit edilememesi halinde ise tevsi yatırım dolayısıyla indirimli vergi oranı uygulanacak kazanç= yapılan tevsi yatırım tutarı / dönem sonunda kurumun aktifine kayıtlı bulunan amortisman mevzuunu oluşturan iktisadi kıymetler yönünden toplam sabit kıymet tutarına (devam eden yatırımlara ait tutarlar da dahil) oranlanması suretiyle belirlenecektir.
* Sabit kıymetler açısından birikmiş amortismanları düşülmeden önceki 2024 Hesap Dönemi için enflasyon düzeltmesine sonucu değerlenen brüt tutarlar dikkate alınır.
* Boş arazi-arsa ve amortismana tabi olmadığından hesaplamada dikkate alınmaz.
* Kurumun aktifine kayıtlı olan ve amortisman mevzuunu oluşturan tüm sabit kıymetlerin toplamını dikkate almaları gerekmektedir.
Ersan KARACA
Yeminli Mali Müşavir
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Borçlunun Haline Münasip Ev Haczi Sınırları
6183 Sayılı Kanun'un 70/11. fıkrasına göre borçlunun haline münasip evinin, ancak evin değeri fazla ise bedelinden haline münasip bir yer alınabilecek miktarı borçluya bırakılmak üzere haczedilerek satılabilir.
İşlemin kaynaklandığı borçlunun evinin haline münasip ev olmadığı veya haline münasip bir yerden daha fazla değere sahip olduğu hususunun ... borçlunun sosyal durumuna göre inceleme yapılıp hisseye isabet eden değerden, haline uygun bir mesken edinip edinemeyeceğinin alacaklı amme idaresince tespit edilmesi ve bu tespitler sonrasında haciz yapılması gerekirken davalı idarece böyle bir tespitte bulunulmadığı, Mahkememizce Uyap sistemi üzerinden yapılan araştırmada borçlu adına kayıtlı başkaca herhangi bir taşınmazın bulunmadığı, davalı idarece gayrimenkulün borçlunun evinin haline münasip evi olup olmadığı veya haline münasip bir yerden daha fazla değere sahip olduğu hususunu ortaya koyacak bir tespit yapılmadığı hususları birlikte dikkate alındığında davalı idarece hacze konu gayrimenkul ile ilgili herhangi bir tespitte bulunmaksızın tesis edilen dava konusu haciz işleminde hukuka uygunluk bulunmamaktadır. ( Karar İstinaf aşamasında kesinleşti)
Ersan KARACA
Yeminli Mali Müşavir
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.