Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Çarşamba, 11 Ekim 2017 14:16

Malulen Emeklilikte Şartlar

Çalışma hayatında çalışma gücünün kaybedilmesi önemli bir mağduriyet doğurmaktadır. Malûllük sigortası, ilk defa sigortalı çalışmaya başlanılan tarihten sonra malul kalan ve bu nedenle çalışma gücünü kısmen veya tamamen yitiren sigortalıların gelir kayıplarını gidermek amacı ile kurulmuş bir sigorta koludur.

Çalışma gücü kaybı nedeniyle iş bulmakta ve çalışmakta zorlananların, diğer sigortalılara göre daha erken emekli olmalarının bir yolu da malulen emekliliktir.

Malullük durumunda sigortalıya malullük aylığı bağlanması, aylıkla birlikte sağlık yardımı verilmektedir.

4-1/a (SSK) ve 4-1/b (Bağ-Kur) sigortalılarından geçirdiği iş kazası veya tutulduğu meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün en az yüzde 60’ını kaybettiği SGK sağlık kurullarınca tespit edilenlere malullük aylığı bağlanması için yeni bir sağlık kurulu raporu istenmeyecektir. Ancak, bunlardan malullük aylığının başlayacağı tarihten önce kontrol muayenesi sonucu iş göremezlik derecesi yüzde 60’ın altına düşenlere malullük aylığı bağlanmayacaktır.

Sigortalı olduğu tarihten sonra maluliyet gerektiren hastalığa yakalanıp, en az 10 yıllık sigortlılık süresi, toplam 1800 gün prim ödemesi ve çalışma gücünün veya iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün en az yüzde 60’ını kaybettiği tespit edilen sigortalılar malulen emekli olabilmektedir. Sigortalı olduğu tarihte bu şekilde malulen emeklilik gerektiren rahatsızlığı olanlar malulen emekli olamazlar. Örneğin, doğuştan iki gözü görmeyen bir sigortalı yüzde 60’tan fazla bir çalışma gücü kaybı olmasına rağmen malulen emekli olamayacaktır. Yani, doğuştan engelli olanlar malulen emekli olamaz. Bu durumda olanlara engelli vergi indirimi belgesi almaları durumunda yaşlılık sigorta kollarından daha kolay şartlarla aylık bağlanır.

Çalışma gücünü en az yüzde 60 oranında yitirildiği, SGK tarafından yetkilendirilen sağlık hizmet sunucularının sağlık kurullarınca düzenlenecek raporlar ve dayanağı tıbbi belgelerin incelenmesi sonucu, SGK Sağlık Kurulu’nca tespit edilen ilk defa sigortalı çalışmaya başlanılan tarihten sonra çalışma gücünü kaybeden (malul sayılan) kalan sigortalılara maluliyetle ilgi haklar tanınmaktadır.

Malullük, yaşlılık ve ölüm gibi kalıcı bir etkiye sahiptir. Bu nedenle malullük sigortasından yapılan yardımlar süreklilik taşır. Malul duruma düşenlere aylık bağlanmasının temelinde, çalışma gücünü kısmen yada tamamen yitiren sigortalıya ekonomik açıdan maddi destek sağlanması yatar.

Malul duruma düşmesi nedeniyle çalışamayan, çalışamadığı içinde gelirden mahrum kalan sigortalıya uzun vadeli sigorta kollarından, malullüğün devamı süresince aylık bağlanır. Malullük sigorta kolundan aylığa hak kazanmak için yaşlılık aylığı bağlanması şartlarına oranla daha kısa sigortalılık süresi ve daha az prim ödeme gün sayısı aranır.

Sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başladıkları tarihte malul sayılmayı gerektirir oranda çalışma gücü kaybı olanlara malullük aylığı bağlanmaz.

İlk defa sigortalı olduğu tarihte çalışma gücü kayıp oranı malul sayılmayı gerektiren oran olan yüzde 60’tan daha az olanların çalışma gücü kayıp oranları daha sonra yüzde 60’ın üzerine çıkmışsa bunlar hakkında da malullük sigortası uygulanır ve malullük aylığına hak kazanırlar.

Sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başladıkları tarihte malul sayılanlar, son sigortalılık türünden değil, primi ödenmiş son yedi yıl içinde en çok hangi statüde sigortalılık mevcutsa, o şartlardan aylığa hak kazanırlar.

Malulen emekli olanlar hem aylık alıp, hem de çalışamazlar. Yani, malulen emekli olanlar yeniden çalıştıkları takdirde malullük aylıkları kesilecektir. Bu nedenle aylıkları kesilenlerin, işten ayrılarak yeniden tahsis talebinde bulunmaları halinde bunların kontrol muayenesine tabi tutulması gerekmektedir. İbrahim Işıklı

https://www.dunya.com/kose-yazisi/malulen-emeklilikte-sartlar/385576

Çarşamba, 11 Ekim 2017 14:12

‘İşe İade’De Yeni Dönem

Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmekte olan “İş Mahkemeleri Kanun Tasarısı “çalışma hayatında önemli değişiklikler öngörüyor. Bu değişiklikleriden biride işten çıkarılanların işe iade edilmeleri için  mahkemeden önce arabulucuya başvuru yapacak olmalarıdır. Mahkemelerde  iş davalarının iş yoğunluğu nedeniyle  gereğinden fazla uzun sürdüğü göz önüne alındığında arabulucuk sisteminin taraflar açısından daha az maliyetli ve kısa sürede  sonuç alınacak olması nedeniyle taraflara büyük kolaylıklar sağlayacaktır.  Tasarıdaki bazı  düzenlemeleri açıklayalım. 

Başvuru nasıl? 

İş sözleşmesi fesh edilen işçi fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiasıyla işe iade edilmek için fesih bildiriminin tebliğinden itibaren bir ay içinde işe iade talebiyle arabulucuya başvuracak. Arabulucu üç hafta içerisinde kararını verecek.Arabuluculuk faaliyeti sonucunda anlaşmaya varılamaması halinde son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren iki hafta içerisinde işe iade için başvuru yapan işçi iş mahkemesinde dava açabilecek. 

Dava açılamayacak 

Arabulucuya başvurmadan doğrudan iş mahkemesinde dava açıldığında mahkeme davayı usulden reddedecek. Mahkeme kararını taraflara tebliğ edecek. Kesinleşen ret kararının resen tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde arabulucuya başvurulabilecek. 

Konular neler ?  

  • Yıllık izin ücreti 
  • Kıdem tazminatı 
  • İhbar tazminatı 
  • Kötüniyet tazminatı 
  • Ayrımcılıktazminatı 
  • Sendikal tazminat 
  • Ücret 
  • Fazla çalışma ücreti 
  • Ulusal bayram ve genel tatil ücreti 
  • Cezai şart 
  • Avansın iadesi 
  • Eğitim gideri 

Nasıl dava açılır ? 

İş kazası ve meslek hastalığından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davaları ile bunlarla ilgili rücu davaları  hakkında arabulucuya başvurulmadan doğrudan iş mahkemesinde dava açılabilecek. Arif Temir

http://www.gunes.com/yazarlar/arif--temir/se-iadede-yeni-donem-823171

Vergi incelemesi sırasında mükelleften defter ve belge isteme yazısı   uygulamada 2 kez mükellefe tebliğ edilmesi ve buna göre sonucun belirlenmesi gerekmektedir. Özellikle, gizleme fiili, iddiasıyla   mükelleflerin defter ve belgelerini   müfettişe sunmadığı iddiasıyla gizleme fiili ile işlenen   vergi kaçakçılığı suçunun oluşması, defter ve belgelerin   vergi incelemesi için talep edilmiş ve mükellef tarafından ibraz edilmemiş olmasına bağlıdır. 213 sayılı VUK md. 134 hükmüne göre vergi incelemesinin amacı ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve temVin etmektir. VUK md.135 hükmüne göre vergi incelemesi ile ilgili   incelemeye yetkili olan mercilere defter, kayıt ve belgelerin ibraz edilmemesi halinde, VUK md.359/a-2 hükmüne göre düzenlenen gizleme şeklindeki vergi kaçakçılık suçu oluşabilmektedir.

3568 sayılı yasaya göre YMM’lerin sınırlı yetkilerine dayanılarak   istedikleri defter ve belgelerin ibraz edilmemesi ise gizleme kapsamında değerlendirilmez. Ancak, durumun   vergi dairesine bildirilmesi halinde vergi dairesi tarafından defter ve belgelerini YMM’e ibraz etmeyen ilgili hakkında VUK’nun mük.355.maddesine göre özel usulsüzlük cezası kesilir.

Suçun oluşumu için defter ve belgelerin vergi incelemesi için ve inceleme sırasında istenilmesi gerekir. Örneğin, defter ve belgelerin vergi incelemesi için değil de, mükellefin işini terk etmesinden dolayı iptali için istenilmesi durumunda gizleme şeklindeki vergi kaçakçılığı suçu oluşmaz.

Öte yandan, yoklama ve arama sırasında defter ve belgelerin ibraz edilmemesi, YMM’lerin VUK’nun 256.maddesinden kaynaklanan sınırlı yetkililerine dayanarak istedikleri defter ve belgelerin ibraz edilmemesi veya yetkili vergi inceleme elemanları tarafından istenilmiş olmakla birlikte vergi incelemesi haricinde bir amaç için istenilen defter ve belgelerin ilgililere sunulmaması hallerinde gizleme şeklindeki vergi kaçakçılığı suçundan söz edilemez.

Özetle, bir fiilin gizleme olarak değerlendirilmesi için;

1) Defter ve belgelerin   varlığının noter tasdik kayıtlarıyla sabit olması

2) Defter ve belgelerin düzenlenme, koruma ve ibraz zorunluluğunun mecbur olması(örneğin defteri kebir için böyle bir zorunluluk yoktur)

3) İbrazın vergi incelemesi konu ve kapsamında talep edilmiş olması

4) Defter ve belgelerin vergi incelemesine yetkili kişilerce inceleme amaçlı istenilmiş olması

5) İbraz isteminin muhafaza süresi içerisinde yapılması

6) İbraz edilmesi için süre verilmesi

7) İbraz yazının mutlak surette yetkili kişi veya kişilere usulüne uygun tebliğ edilmiş olması

8) İlk ibraz talebinin ardından   özel usulsüzlük cezası kesilmesi ve ibraz için tekrar bir süre verilmiş olması

9) İbraz edilmeme halinde bunun haklı bir nedene dayanmaması

10) Defter ibraz yazısının mutlak surette 5 yıllık tarh zamanaşımı içerisinde yapılmış olması

11) Tarh zamanaşımı (yani 5 yılı geçtikten sonra) defter ve belge ibraz yazısı tebliğ edilemez. (Örneğin 2017 yılı içerisinde 2011 yılı defter ve belgeleri istenilemez)

12) Gerçek ve tüzel kişilere defter ve belge istem yazısı usulüne uygun olarak tebliğ edilmeden, defter ve belgelerin ibraz edilemediği ileri sürülerek resen tarhiyat yapılamaz. (Bkz. Dnş.4.D. kararı, 15/3/2004 gün ve E:2003/1233-K:2004/461 sayılı karar)

Sonuç olarak, Defter ve belge ibraz yazıları son derece önemli olup, bu yazıları süresi içerisinde yanıt verilmelidir. Bu yazılar üzerinde dikkatlice durulmalıdır. Yazıların gerekleri mutlaka yerine getirilmelidir.[1] Defter ve belge ibraz yazılarına yanıt verilmemesi halinde bunu hukuki, cezai ve vergisel sonuçları bulunmaktadır. Asliye ceza mahkemesi ve cezalı tarhiyatlar açısından konu çok çok önem taşımaktadır. Bu nedenle, defter ve belge ibraz yazılarının süresi içerisinde gereklerinin ilgili mercilere sunulması gerekir.

- Defter ve belge ibrazı müddeti içerisinde yapılamıyorsa bunun nedenleri ilgililere iletilmelidir.

- Mücbir sebep hali, defter ve belgelerin zayi, defter ve belgelerin hiçbir şekilde notere tasdik ettirilmemiş olmaması gerekir. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Vergi_inceleme_istem_yazisinin_inceleme_esnasinda_2_defa_yapilmasi_geregi-14521.htm

I-GİRİŞ

Son yıllarda vergi idaresi tarafından mükelleflere özel usulsüzlük cezası kesilerek bu cezalar yine mükelleflere tarh ve tebliğ edilebilmektedir. Öyle ki bu cezalar gerek yaygın denetim tip tutanaklarına göre veya zaman zaman da vergi inceleme raporlarına dayalı olarak mükelleflere tarh ve tebliğ edilebilmektedir. Vergi inceleme raporlarına dayalı olarak önerilen bu cezalı tarhiyatlar için tarhiyat öncesi uzlaşma talep edilerek bu cezalar makul bir rakama çekilerek üzerinde uzlaşma sağlanabilmektedir. Ancak, vergi dairesi tarafından yapılan cezalı tarhiyatlarda ise cezanın dayanağı yoklama fişi veya “yaygın denetim tip tutanağı” olması nedeniyle bu tür cezalar genellikle vergi usul kanunun 376. Maddesi kapsamında indirim konusu yapılarak cezanın 1/3’ü indirilebilmektedir. Doğal olarak bu tür cezalarda VUK 376. Madde de yer alan indirim yerine, tarhiyat öncesi uzlaşma talep edilmesi daha uygun bir yol olarak gözükmektedir.

Zaman zaman da VUK 371. madde talepli olarak verilen beyannamelere hem usulsüzlük cezası ve hem de aynı anda özel usulsüzlük cezası kesilebilmektedir. Fiilin tek olmasına karşın kesilen ceza sanki iki ayrı fiil varmışçasına iki ayrı ceza kesilmektedir. Pişmanlıkla verilen beyannamelere farklı iki cezanın kesilmesi de ayrı bir tartışma konusudur. Bu konuda yargıya intikal eden birçok dosyada açılan davalar   mükellefler lehine neticelenmektedir. Örneğin, en son verilen bir vergi mahkemesi kararından Zonguldak Vergi Mahkemesi E:2008/496-K:2008/894 sayılı kararında bir mükellefin pişmanlıkla verdiği 2007 yılı gelir vergisi, 200712. dönem KDV ve 2008 yılı 1 dönem geçici vergi beyannameleri için pişmanlıkla verilmesi üzerine vergi dairesi özel usulsüzlük cezası kesmiştir. Öte yandan, dosya kapsamında mükellefe kesilen cezalar şu gerekçelerle ortadan kaldırılmıştır(1):

“Bu durumda; yukarıda yazılı yasal düzenlemeye göre mükellef hakkında bilgi vermeme fiilinden dolayı özel usulsüzlük cezası uygulanabilmesi için öncelikle bu bilginin yetkili makamlarca yazılı olarak istenilmesi, buna ilişkin yazıda münasip bir süre tayin edilmesi, süresinde cevap verilmediği veya eksik veya yanıltıcı mahiyette bilgi verildiği takdirde haklarında kanunun ceza hükümlerinin uygulanacağı hususunun yazılı olarak tebliği gerekli olduğu halde, idarece bu gereğe uyulmadığı ve kanunda belirtilen ve ceza kesmeyi gerekli kılan unsurlar mevcut olmadan, söz konusu bildirimin gerekçesiyle davacı adına kesilen özel usulsüzlük cezalarında yasal isabet görülmemiştir.”    

Bu çalışmamızda daha çok kesilen cezanın uzlaşma konusu edilmesi veya VUK 376. Madde indiriminden ziyade fiilin cezayı gerektirip gerektirmediği yönlerine ağırlık verilerek kesilen cezanın hukuken geçerli olup olmadığı yönleri incelenecektir.

II-CEZAYI GEREKTİRİR FİİLİN KAVRANMASI

213 sayılı VUK’nunda ceza kesilmesinin koşulu madde hükmünde yer verilen belgelerin düzenlenmediğinin, kullanılmadığının ve bulundurulmadığının saptandığına ilişkin hukuken geçerli bir tespitin mevcut olması esası ilkesi geçerlidir. Özellikle özel usulsüzlük cezalarında bu cezanın tarh edilebilmesi için yasada yer alan belgelerin tanzim edilmediğinin somut olarak saptanması zorunludur. Genellikle idari cezalarda da geçeri olan ilke, cezayı gerektiren fiilin bütün unsurlarıyla fiil tamam olmadan failin cezalandırılamayacağı yolundaki ceza hukuku ilkesi gereğince varsayım yada kıyas yoluyla ceza uygulanması olanağı bulunmadığından mükellefler adına kesilen özel usulsüzlük cezalarında isabet görülmemektedir.

Diğer bir ifade ile VUK’nun 353/1 md. Hükmüne göre özel usulsüzlük cezası kesilebilmesi için, satılan emtianın veya yapılan işin hem satıcısının ve hem de alıcısının ile tespiti zorunludur(2).

Danıştay 4. Dairesi tarafından verilen bir kararda yer alan gerekçe aynen şöyledir:

“Bu nedenle özel usulsüzlük cezasını kesilmesini öngören ve bu cezanın kesilmesine ilişkin koşulları düzenleyen yasa hükmünde belirtilen unsurlar uyuşmazlık konusu olayda bir arada gerçekleşmemiş bulunduğundan idari cezalar için de geçerli olan “cezayı gerektiren fiilin tüm unsurları tamam olmadan failin cezalandırılamayacağı” yolundaki genel ceza hukuki ilkesinin varsayım ya da kıyas yolu ile ceza tayinine olanak tanımadığı, dolayısıyla yükümlü adına kesilen özel usulsüzlük cezasının usul ve yasaya uygun olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.”

Gerek vergi mahkemeleri tarafından verilen en son kararlarda ve gerekse Danıştay tarafından verilen pek çok kararlarında konu artık müstakar hale gelmiş bulunmaktadır. Bütün kararlarda cezayı gerektirir fiilin bütün unsurları ile tamamlanması ve tespiti esas alınmaktadır. Böylece ceza kesilebilmesi için cezayı gerektirir fiilin bütün unsurları ile vücut bulması gerekecektir.

III-BİR TESPİTTE TUTANAK İLE (3) AYRI MÜŞTERİYE YAPILAN SATIŞLAR İÇİN BELGE DÜZENLENMEDİĞİ İDDİASI İLE HER BELGE İÇİN AYRI AYRI ÖZEL USULSÜZLÜK CEZASI KESİLMESİ

Yapılan bir denetimde mükellef üç ayrı müşteriye yapılan satış nedeniyle belge vermediği tespit edilerek her bir belge için özel usulsüzlük cezası tarh edilerek mükellefe tebliğ edilmiştir. Konuyu yargıya yansıtan mükellef açtığı dava sonucunda yerel mahkeme aşağıdaki gerekçelerle tarhiyatı terkin etmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

“Olayda tek bir tutanakta yer alan bilgilerin her biri ayrı bir tespit sayılıp, bunlar için ayrı ayrı özel usulsüzlük cezası kesilmiştir. 1.4.2000 günlü tutanakta üç ayrı nihai tüketiciye yapılan ekmek satışı için ödeme kaydedici cihaz fişi düzenlenmediği tespit edilmiş, düzenlenmeyen ödeme kaydedici cihaz fişi sayısı dikkate alınarak (30.000.000*3) 90.000.000 lira özel usulsüzlük cezası kesildiği anlaşılmıştır. Ancak ortada aynı nitelikte birden fazla belgenin düzenlenmemesine ilişkin tek bir tespit bulunduğundan, tespit sayısı esas alınarak sadece bir özel usulsüzlük cezası kesilmesi gerekirken ayrı ayrı özel usulsüzlük cezası kesilmesinde isabet görülmüştür.”(3).

Özetle yıllardır yaygın denetimlerde tek bir tutanak ile birden çok müşterilere fatura, perakende satış fişi, yazar kasa fişi vb. belge düzenlenmediği gerekçesiyle kesilen özel usulsüzlük cezaları tek fiil sayılarak birden çok kişiye özel usulsüzlük cezası kesilmesi konusu artık yerleşik bir karar haline gelmiştir(4).

IV-BİR BÖLÜM MAL ALIMININ SAHTE BELGE İLE BELGELENDİĞİ GEREKÇESİ İLE ÖZEL USULSÜZLÜK CEZASI KESİLEBİLMESİ İÇİN HEM ALICIDA HEM DE SATICIDA TESPİT YAPILMASI GEREKLİLİĞİ         

Uygulamada vergi incelemeleri sırasında bir kısım emtia alımının sahte belge ile belgelendirildiği gerekçesiyle mükellefe özel usulsüzlük cezası kesilebilmektedir. Ceza kesilmesi sırasında inceleme elemanları toplam belge tutarı üzerinden 213 sayılı VUK’nun 353/1 md. Hükmüne göre %10 tutarında özel usulsüzlük cezası kesilmesini önermektedir. Sonuçta, bu şekilde kesilen ceza bir takvim yılı içerisinde örneğin 2008 yılı için 68.000 YTL tavana kadar kesilebilmektedir. Sonuçta bu tür cezalarda tespit açısından gerek alıcı ve gerekse satıcılar cephelerinde ayrı ayrı tespit edilmesi ve buna göre ceza kesilmesi gerekecektir. Sadece alıcı mükellefin alış kayıtları üzerinden hareket edilerek ceza kesilmesi hukuka uyarlı görülmemektedir(5).

“Özel usulsüzlük cezası kesilmesine dayanak alınan maddede öngörülen nitelikte ve davacı şirketin emtia alımında kullandığı faturaların içeriği itibariyle gerçek olmadığına dair bir tespit yapılmamıştır. Bu durumda idari cezalar için de geçerli olan, cezayı gerektiren fiilin tüm unsurları tamam olmadan failin cezalandırılamayacağı yolundaki ceza hukuku ilkesi gereğince de varsayım ya da kıyas yoluyla ceza uygulanması olanağı bulunmadığından davacı şirket hakkında kesilen özel usulsüzlük cezasında isabet görülmemiştir.”(6).

V-ÖZET VE DEĞERLENDİRME   

Gelir İdaresi Başkanlığı, bütün vergi dairesi başkanlıklarına bir genelge yollayarak bundan böyle yerleşik hale gelen Danıştay kararları ile ilgili olarak özellikle yaygın vergi denetimlerinde bir tutanak ile birden çok belge düzenlenmediği iddiası ile özel usulsüzlük cezası kesilmesinin önlenmesi duyurulmalıdır. Yaygın denetimlerde bu tür tutanaklar yerine daha somut ve gerçekçi tespitlerin yapılması hedef alınmalıdır.

Diğer taraftan gerek vergi incelemelerinde ve gerekse benzeri denetimlerde rastlanılan bir kısım emtia alımı dolayısıyla sahte belge iddiası ile tutanaklar veya raporlar düzenlenebilmektedir. Bunun sonucu olarak da sadece alıcı mükellef nezdinde düzenlenen tutanaklara istinaden özel usulsüzlük cezaları kesilebilmektedir. Oysaki böyle bir mal alım-satımı ilişkisinde özel usulsüzlük cezası kesilebilmesi için her iki mükellef cephesinde ayrı ayrı tespitlerin yapılarak buna göre ceza kesilip kesilmeyeceğine karar verilmesi en rasyonel bir uygulama olacaktır. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Cezali_vergi_tarhiyati_onerilebilmesi_icin_tespit_sart_olup_tespitin_tutarli_olmasi_gerekliligi-14540.htm


 (1) Zonguldak Vergi Mahkemesinin vermiş olduğu E:2008/496-K:2008/894 sayılı kararı.

(2) Dnş. 4. D. 14/10/20006 gün ve E:2006/2999-K:2006/2298 sayılı kararları

(3) Dnş. 4. D. 12/4/2001 gün ve E:2001/657-K:2001/1510 sayılı kararları

(4) Dnş. 4. D. 6/10/1988 gün ve E:1987/6098-K:1988/3361 sayılı karar

(5) Dnş. 4. D. 12/4/2001 gün ve E:2001/656-K:2001/1511 sayılı karar

(6) İzmir 4. Vergi mahkemesi, 26/11/2007 gün ve E:2007/645-46-K:2007/1261-62 sayılı kararları.

İş kazası, sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, işveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle, görevli olarak başka bir yere gönderilmesi nedeniyle, kadın çalışanların süt izinlerinde veya işverenin sağladığı taşıtla işe geliş ve gidişi sırasında uğradığı kazadır. İş sağlığı ve güvenliğinde temel politika, iş kazalarının oluşmadan önlenmesi olmakla birlikte iş kazası meydana gelirse kişinin bu kazanın sonuçlarından hem madden hem manen en az zararla kurtulması amaçlanmaktadır. Bu nedenle iş kazasında önleyici politikaların yanı sıra tazmin edici ve giderici politikalar da bir arada yürütülmektedir.

Her şeyden önce sağlık

Kişinin iş kazasına uğraması halinde, diğer bütün giderici ve tazmin edici yardımlardan önce sağlığının eski düzeyine kavuşturulması amaçlanmaktadır. Bunun için çalışanın iş kazasına uğraması halinde genel sağlık sigortasından, sigortalıya tüm sağlık yardımları sağlanmaktadır. Bu kapsamda, sigortalıya acil sağlık hizmetleri; ilk yardım ve tıbbi anlamda acil yardım kapsamında yapılması gereken her türlü yardım, teşhis ve tedavi hizmetleri; klinik muayeneler, laboratuvar tetkik ve tahlilleri, tıbbi müdahale ve tedavileri, hasta takibi, rehabilitasyon hizmetleri, organ, doku, kök hücre nakli, hücre tedavileri, tedavi için gerekli ilaç, araç ve gereçlerin sağlanması; kan ve kan ürünleri, kemik iliği, aşı, ilaç, ortez, protez, tıbbi cihazlar ve gerekiyorsa tedavi için başka yere gönderilme Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanmaktadır.

Sigortalı çalışamadığı sürece ücreti SGK’dan alır

Sigortalı kazaya uğradıktan sonra tedavi sürecinin sonuna kadar geçici iş göremezlik ödeneği almaya hak kazanır. Kaza ve akabinde tedavi sonucunda kişinin meslekte kazanma gücünü en az yüzde on kaybetmiş olduğunun tespiti halinde ise geçici iş göremezlik ödeneğini müteakip kişiye sürekli iş göremezlik geliri bağlanır. Geçici iş göremezlik ödeneği, sigortalı yatarak tedavi görüyorsa günlük kazancının yarısı, ayakta tedavi görüyorsa günlük kazancının üçte ikisi kadardır. Sürekli iş göremezlik geliri ise kişinin meslekte kazanma gücü kaybına bağlı olarak en fazla aylık kazancının yüzde yetmişi oranında olacaktır. Fakat ne var ki çoğu zaman kişinin iş kazası nedeniyle uğradığı zarar sadece sosyal güvenlik yardımlarıyla karşılanmayacak düzeyde olmaktadır. Bu durumda ise karşılanmayan bölüm işverenin iş kazasında kusurlu olması halinde işverenden maddi tazminat olarak dava yoluyla talep edilmelidir. Mahkeme yaptığı incelemede, kazanın doğurduğu tüm zararı bilirkişiler aracılığıyla hesaplatmakta, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun yaptığı ve yapacağı ödemeleri belirli değerler üzerinden tespit etmekte, bakiye zararın kusuru oranında işverenin ödemesine hükmetmektedir.

Tazminat nasıl belirlenir?

İşverenin ödemekle yükümlü tutulacağı tazminat hesaplanırken sadece bu kişinin Türkiye’de çalışsaydı alacağı emsal ücrete göre hesaplama yapılmamaktadır. Sigortalının alacağı tazminat yurt dışında çalıştığı dönem bakımından kazaya uğradığı işin muhtemel bitme süresi de gözetilerek yurt dışında aldığı ücretine göre, sonrası dönem yani yurt dışındaki işinin bitip yurda döndükten sonraki dönem bakımından ise ilgili meslek odalarından öğrenilecek olan yurt içerisindeki emsallerinin aldığı ücrete göre hesaplanmaktadır.

Hak sahipleri de yardım alır

İş kazası sonucunda çoğunlukla sadece sigortalının kendisi değil bakmakla yükümlü olduğu kişiler de zarara uğramakta, iş kazasından olumsuz etkilenmektedir. Bu durumu öngören kanun koyucu, sigortalının iş kazası sonucu ölmesi halinde eşine, çocuklarına ve duruma göre ana ve babasına da gelir bağlanmasını emretmiştir. Ölüm geliri denilen bu gelir, sigortalıya yaşaması halinde bağlanan sürekli iş göremezlik gelirinin belirli oranlarda bakmakla yükümlü olduğu kişilere dağıtılmasıdır. Eşe duruma göre yüzde 50 ile yüzde 75 oranlarında, çocukların her birine yüzde 25 oranında, artan pay olursa ana ve babaya yüzde 25 oranında gelir bağlanır. Ana ve babanın gelir alabilmesi, kendilerinin aylık gelirlerinin asgari ücretin net tutarının altında kalmasıdır. Bu gelirlerin yanı sıra sigortalının ölmesi halinde, hak sahiplerine cenaze giderleri ve kız çocuğun evlenmesi halinde evlenme ödeneği verilmektedir.

Yurt dışındaki iş kazaları...

5510 sayılı Kanun’a yurtdışında iş kazasına uğrayanlar belirli koşullar altında sigorta yardımlarından yararlanabilir. Kural olarak sigortalılar, Türkiye’de yaşadıkları ve hizmet akdine göre çalıştıkları takdirde sosyal sigorta haklarından yararlanır. 506 sayılı Kanun döneminde, sigortalının ülke dışında meydana gelen iş kazası nedeniyle, bu kazanın sonucuna bağlanan yardımlardan yararlanabilmesi, Sosyal Güvenlik Kurumu’na yükümlülükler getiren sosyal güvenlik sözleşmesi veya kısa vadeli sigorta kollarını da kapsayan topluluk sigortaları bulunması halinde mümkün olabilmekteydi. Fakat 5510 sayılı Kanun bu konuda farklı bir düzenleme getirmiş olup, işverenlere ikili sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelerde çalıştıracakları Türk işçiler için kısa vadeli sigorta kolları ile genel sağlık sigortası primi ödeme zorunluluğu getirdi.  01.10.2008 tarihinden sonra, sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelerde iş üstlenen işverenlerce yurtdışındaki işyerlerinde çalıştırılmak üzere götürülen Türk işçiler kısa vadeli sigortaya tabi oluyor. Bu işçilerin kazaya uğraması halinde sosyal güvenlik yardımlarından yararlanabiliyor. Cem Kılıç

http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/yurt-disindaki-is-kazasinda-da-2534732/

İşsizlik sigortasından maaş alan bir kişi maaş alma süresi tamamlanmadan yeni bir işe girerse hak kaybına uğramaz. Bu kişi yeni işinden istifa etse bile daha önce hak ettiği işsizlik maaşını almaya devam edebilir.

İşsizlik sigortası işsiz kalan kişilerin can simidi konumunda. Peki, işsizlik maaşı alırken işe giren kişinin başına neler geliyor? Tekrar işsizlik maaşı alabiliyor mu? Bugünkü yazımda işsizlik maaşı alan kişilerin haklarından ve tekrar işsizlik maaşı alınıp alınamayacağını açıklayacağım. Bir kişinin işsizlik sigortasından maaş alabilmesi için iki şart vardır. Bunlardan ilki işten ayrılma nedeninin kanunda belirtilen nedenlerden biri olmasıdır. İşverenin işten çıkarttığı kişiler işsizlik maaşı alabilirler. Ancak ahlak ve iyi niyet kurallarına uymadığı için işveren tarafından işten çıkartılan kişiler işsizlik maaşı alamaz. İstifa edenler de işsizlik maaşına hak kazanamaz.

Kayıtdışı tespit edilirse...

İşsizlik maaşı alan bir kişinin iş bulması halinde maaşı kesilir. İşsizlik maaşı alırken iş bulan ancak sigortasını yaptırmayan yani kayıtdışı çalışan bir kişi, işsizlik maaşı almaya devam eder. Ancak ileride bu durum tespit edildiğinde İŞKUR bu kişiye ödenmiş maaşları faiziyle birlikte geri ister. Dolayısıyla kayıtdışı çalışan ve aynı anda işsizlik maaşı alan bir kişi, ileride faiziyle haksız aldığı aylıkları geri ödemek durumunda kalır.

Süresi çok önemli

İşsizlik sigortasından maaş alırken iş bulan bir kişi, bulduğu bu yeni işten ayrılırsa yeniden işsizlik sigortasından maaş alabilir. Ancak bu durumda yeni işinde ne kadar süreyle çalıştığı önemli hale gelir.

İstifa etse bile alabilir

İşsizlik maaşı alırken işe giren kişi, bu işinden istifa ederek ayrılsa bile daha önce hak etmiş olduğu işsizlik maaşını almaya devam edebilir. Normalde istifa eden bir çalışan işsizlik maaşı alamazken, işsizlik maaşı alırken işe giren ve maaş alma hakkı bulunan bir kişi, istifa etse bile eski hakkını almaya devam edebilir. İşsizlik maaşı alırken işe giren ve işe girmeden önce 6 ay işsizlik maaşı almayı hak etmişken 2 ay maaş aldıktan sonra işe giren bir kişi, bu işinde 3 yıl çalışır ve 10 ay işsizlik maaşı almaya hak kazanırsa 4 ay değil, 10 ay boyunca işsizlik maaşı alabilecektir. Dolayısıyla maaş alırken işe giren ve tekrar maaş hak edecek kadar çalışan bir kişi artık yeni şartlarına göre maaş almaya başlar.

İŞKUR’un teklifi reddedilmez

Kişinin mesleğine uygun, son çalıştığı işin ücret ve çalışma koşullarına yakın bir iş bulunmuşsa ve işyeri de ikamet ettiği belediyenin mücavir alan sınırları içerisindeyse, İŞKUR’un bulduğu işi kabul etmesi gerekir. Aksi takdirde İŞKUR bu kişinin işsizlik maaşını kesebilir.İşsizlik maaşı alan kişilerin önerilen işleri kabul etmeleri gerekmektedir.

Yeni işten korkmayın

İşsizlik maaşını kaybetmek istemeyen kişilerin maaş alırken iş arama konusunda çok da gönüllü olmadığı düşünülüyor. İşsizlik maaşında kazanılmış hakkın kaybedilmediğinin bilinmesi maaş alan kişilerin işe girmekten korkmamasını sağlayacaktır.

Hak kaybına uğramaz

Örneğin 1 Ocak 2017’de işsizlik maaşı almaya başlayan kişi, 1 Mart’ta yeniden işe girerse ve 1 Mayıs’ta da bu işinden ayrılırsa, işsizlik maaşının kalan 8 ayını almaya devam edebilir. İşsizlik maaşı alan bir kişi maaş alma süresi tamamlanmadan yeni bir işe girerse hak kaybına uğramaz. Okan Güray Bülbül

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/okan-guray-bulbul/dikkat-yeni-ise-girenin-issizlik-maasi-yanmaz-c2-c2/haber-667813

İşten evlilik nedeniyle ayrıldım. İşyerim bana kıdem tazminatımı ödemedi. Ben de onları mahkemeye verdim. Mahkeme tazminat alacağıma hükmetti. Sonradan tazminatımı alabildim. Şimdi yeniden bir işe girmek istiyorum. Çalışmaya ihtiyacım var. Ben işe girersem, aldığım tazminatı geri ödemek zorunda kalır mıyım?

Evlenme nedeniyle işten ayrılan ve kıdem tazminatı alan kadın işçinin her zaman bir başka yerde çalışma hakkı vardır ve çalışmasına ilişkin bir engelleme yapılması mümkün değildir. Aldığınız tazminatı geri ödemezsiniz.

İşe giriş tarihim 15.09.2002. Tam zamanlı olarak haftada 5 iş günü çalışıyorum. Emeklilik tarihim nedir? 3600 günü tamamlasam bile başlangıçtan dolayı 15 yılda emekli olmam mümkün mü? 5...877309 Nolu SMS

15 yıl, 3600 prim günden emekli olabilmek için işe giriş tarihinizin 08.09.1999 tarihinden önce olması gerekmektedir. Çünkü bu tarihten sonra işe başlayanların yaştan emekli olabilmeleri için 25 yıl sigortalılık süresi, kadın ise 58, erkek ise 60 yaş ve en az 4500 prim gün sigorta ödemiş olmaları şartı vardır. Yine 08.09.1999 tarihinden sonra işe başlayıp tam emekli olabilmek için kadın ise 58, erkek ise 60 yaş ve 7000 prim günü ödemiş olmak gerekmektedir. Dolayısıyla sizin de girişiniz 2002 yılı olduğundan, yukarıda saydığım şartlara tabisiniz.

NE ZAMAN EMEKLİ OLURUM?

01.10.1985 tarihli sigorta girişliyim. 3600 günüm mevcut. Sigortam devam etmekte. Bu şartlar altında emekli olabilir miyim? 5...889733 Nolu SMS

İşe başlama tarihinize göre 25 yıl, 49 yaş ve 5300 prim gün şartlarına tabisiniz. İşe giriş askerden sonra ise 4.5 aylık askerlik borçlanıp 25 yıl, 48 yaş ve 5225 prim gün şartlarına tabi olabilirsiniz. 3600 prim günden ve hangi yaşta emekli olabileceğinizi hesaplamamız için doğum tarihinizi bilmemiz gerekiyor. Çünkü 55 yaşınızı hangi tarihte tamamladığınızı bilmeliyiz ki yaş-kademe hesabını ona göre yapalım. Ali Şerbetçi
Çarşamba, 11 Ekim 2017 13:15

SGK Ertelenen Prim Ödemeleri

 — 2016 yılı Aralık ayına ait ertelenen sigorta prim tutarının 2017 yılı Ekim ayı sonunda (31/10/2017 tarihine kadar),

 — 2017 yılı Ocak ayına ait ertelenen sigorta prim tutarının 2017 yılı Kasım ayı sonunda (30/11/2017 tarihine kadar),

 — 2017 yılı Şubat ayına ait ertelenen sigorta prim tutarının ise 2017 yılı Aralık ayında (26 Aralık 2017 tarihine kadar)

Ödemeyi Unutmayınız!

193 sayılı GVK’nun 64.maddesi hükmünde, “diğer ücretler” konusu açıklanmıştır. Maddenin 3.fıkrasında, özel inşaat sahiplerinin ücretle çalıştırdığı inşaat işçileri, “diğer ücret” olarak vergi kapsamına alınmıştır. Buna göre, özel amaçlı yapılan inşaatlarda çalışan işçiler “diğer ücret” kapsamında vergilendirilmektedir. Diğer ücretler kapsamında vergiler, her yıl Şubat ayında ödenebilmektedir.

Diğer ücretlerin vergileme biçimi ve kimlerin bu usule göre vergilendirileceği konuları, 193 sayılı GVK’nun 64.md. hükmünde belirlenmiştir.

Bilindiği üzere, diğer ücretler gerçek ücretlerin aksine yıllık bazda tahakkuk ettirilen ve her yıl Şubat ayı içerisinde tarh edilerek Şubat ve Ağustos aylarında ödenmesi gereken bir ücret vergileme biçimidir. GVK’nun 109 md. hükmü gereği diğer ücretlerde tarh zamanı hizmetin ifa olunduğu bütçe yılının 2.ayında yapılarak tahakkuk ettirilmektedir. Ödemeler ise yine bütçe yılının Şubat ve Ağustos aylarında gerçekleştirilmektedir.

Kişisel ihtiyaç kapsam ve sınırlarını aşan konut veya kişisel ihtiyaç kapsam ve sınırlarını aşmamakla birlikte işyeri ya da mesken veya dükkan şeklinde yapılan inşaatlar, ticari organizasyon kapsamında yürütülüyorsa, gerçek usulde gelir vergisi mükellefiyeti oluşturulmalıdır. Ticari organizasyon dışında kalan ve kazanç temin etmeye yönelik bulunmayan inşaatlar, özel inşaat olarak nitelendirilmektedir. Bu kapsamda, özel inşaatlarla ilgili olarak Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanca ilişkin hükümlerinin uygulanmaması ve bu faaliyetler için mükellefiyet kaydının aranılmaması gerekir. Ayrıca özel inşaatların ticari faaliyet kapsamında değerlendirilmemesi nedeniyle, bu inşaatlarda çalıştırılan işçilerin ücretlerinin, GVK’nun 64.md. hükmü gereğince diğer ücret olarak vergilendirilmesi, diğer ücretli olarak çalıştırılan işçilerin hizmetin ifa olunduğu takvim yılının 2.ayında; takvim yılı içinde işe başlamış iseler işe başlama tarihinden itibaren 1 ay içinde Vergi Dairesi’ne başvurarak vergi karnesi üzerinde vergilerini tarh ettirmeleri gerekmektedir.

Sonuç olarak,

1- Yapılan inşaatların kişisel ihtiyaç kapsam ve sınırlarını aşmaması ve kazanç sağlama amacı taşımaması halinde, özel inşaat olarak kabulü gerekir.

2- Ticari amaç güdülerek, birden çok konut yapımı ve satımı halinde bunların bir tür emek ve sermaye organizasyonu içerisinde yürütülmesi durumunda ticari nitelik taşıyarak gerçek usulde gelir vergisi kaydı açılması gerekir. Bu durumda, 213 sayılı VUK’nun hükümlerine göre, defter tasdiki, fatura basımı ve aylık KDV, muhtasar ve 3’er aylık dönemlerde geçici vergi beyannameleri verilmelidir. Öte yandan, yıllık gelir vergisi beyannameleri her yıl Mart ayında verilecektir.

3- Kişisel ihtiyaç için yapılan özel ihtiyaçların gerçek usulde gelir vergisi kaydı açılmaması gerekir. Belediyeden alınan inşaat ruhsatı kapsamında sadece SGK’ya işçilik bildirmesi gerekecektir. Çalışan işçilerin ise Vergi Dairesi’nden diğer ücret vergi karnesi alması gerekir. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Ozel_insaatlarda_calisan_iscilerin_vergilendirilmesi-14501.htm

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • Elektronik Belge Sistemlerinde Yapılacak Planlı Bakım Çalışması Hakkında GİB Duyurusu ELEKTRONİK BELGE SİSTEMLERİNDE YAPILACAK PLANLI BAKIM ÇALIŞMASI HAKKINDA DUYURU 19.09.2024…
  • GİB, Vergi Cezalarında İndirim Uygulaması Broşürü Yayımlandı Vergi cezalarında indirim; mükellefler veya vergi sorumluları adına kesilen cezalar…
  • Maliye'den 3 Milyar Liralık Sahte Fatura Tespiti Yapıldı! Vergi Müfettişlerine Ek Yetki Gündemde Hazine ve Maliye Bakanlığı vergi…
Top