Mehmet Özdoğru
SGK Aktivasyon Nedir? SGK Aktivasyon İçin Gerekli Belgeler Nelerdir?
SGK AKTİVASYON NEDİR?
Yeni işe başlayıp 30 gün primi ödenen sigortalının hastane ve eczane ihtiyaçlarını aktif hale getirilip sağlık hizmeti alma hakkına sağlık aktivasyonu denir. Aktivasyon işlemizi yapmadan sağlık hizmetlerinden faydalanamazsınız.
SGK aktivasyon işlemi ile birlikte, işe yeni başlayıp da 30 günlük sigorta primini yatırmış olan kişinin sağlık güvencesinden yararlanması için gerekli olan aktivasyon yapılmış olur.
SGK aktivasyon işleminde, sadece çalışanı değil aynı zamanda çalışan kişinin bakmak ile yükümlü olduğu kişileri ilgilendiren bir takım ayrıntılar bulunmaktadır. Aktivasyon işlemini tamamladığınızda ve sağlık güvenceniz aktif hale geldiğinde ilk olarak sigortalı kişinin hastane ve eczane masrafları belirtilen miktarlarda karşılanmaktadır. Ayrıca, sigortalı kişiye ait olan bu sağlık güvencesinden, belirtilen şartlar tamamlandığı takdirde, bakmak ile yükümlü olduğu aile fertleri de yararlanabilmektedir. Bu şartlar ise şöyledir:
– Kişinin bakmakla yükümlü olduğu 18 yaşından küçük çocukları için, sağlık güvencesinden yararlanma durumları otomatik olarak düzenlenmektedir. Bu durum için özel bir işleme gerek yoktur.
– Kişinin bakmak ile yükümlü olduğu çocukları 18 ile 25 yaşları arasında ise, anne ya da baba üzerinden sağlık güvencesi seçmeleri gereklidir.
– 25 yaşını aşan çocukların bu sağlık güvencesinden yararlanma hakları ortadan kalkacaktır.
– Sağlık güvencesi için aktivasyon yaptırmış olan kişi, birlikte yaşadığı anne ya da babası için sağlık güvencesinden yararlanma başvurusu yapabilmektedir.
– Kız çocuklar için özel bir şart olarak, 18 yaşını geçmiş olan kız çocuklar babaları üzerinden olan sağlık güvencesinden, herhangi bir şekilde sigortalı bir işe girmedikleri takdirde yararlanabileceklerdir.
– Kişinin eşi için sağlık güvencesi yine otomatik olarak yapılmakta olduğundan, özel bir işleme gerek yoktur.
SGK AKTİVASYONU İÇİN GEREKLİ BELGELER
Sağlık aktivasyon işlemleri için istenen belgeler şunlardır:
– Sağlık Yardımı Talep Ve Taahhüt Belgesi
– Vukuatlı Nüfus Kayıt Örneği
– Öğrenci Belgesi
– Sağlık Kurulu Raporu
– Geçici Kimlik Numarası ve İkamet İzni
Bedelli Askerliğe Gidecek Çalışanlar Ne Yapacak?
Bedelli askerlik yaparsam tazminatımı alabilir miyim?
Düzenlemeye göre 25 gün veya 28 gün askerlik yapılacağı için, çalışanların kıdem tazminatını alıp askere gitme hakları var.
28 günlük askerlik süresinden sonra işe geri dönebilir miyim?
Askerlik dönüşü çalışan işe döndüğünde ilk olarak uygun kadro var mı yok mu ona bakılacak. Eğer uygun kadro varsa, işveren askere giden personelini almak zorunda. Eğer, askere giden kişinin yerine biri alınmışsa, uygun kadro açılana kadar beklemek durumunda.
Bedelli askerlik yaparsam tazminatım yanar mı?
Bedelli askerlikte 4 yöntem uygulanabilir. Birincisi işverenin, personelini ücretsiz izne çıkarması, ikincisi varsa yıllık izninden 25 veya 28 günü kullandırması, üçüncüsü personel tazminatını alıp ayırabilir, son olarak işveren, personelini idari izinli olarak gönderebilir.
Çalıştığım yerden bedelli askerlik için 28 gün ücretsiz izin alabilir miyim?
Evet ücretsiz izin alma hakkınız var, işveren de onay verirse bu hak kullanılabilir.
İçeride birikmiş izinlerim var. Bedelli askerlik için tek seferde 28 gün izin kullanabilir miyim?
Bedelli askerlik için sahip olunan izin günleri kullanılabilir.
İşe geri alınmazsam yasal haklarım neler?
İşe döndünüz, uygun kadro olduğu halde işveren sizi işe almadı. O halde yargı yoluna gidebilirsiniz. Bu durum ispat edildiği taktirde işveren, personelin aldığı ücret kadar 3 aylık bir ceza kesilebilir.
Memurlar ve sözleşmelerin durumu nasıl olacak?
Bu süreçte durumu en rahat olanlar memur ve sözleşmeliler… 28 günlük askerliklerini yapıp işlerine geri dönebilirler. Kaynak; Hürriyet
Sahte Fatura Düzenleme Ve Kullanmanın Cezası
Sahte fatura düzenleme/kullanma fiili vergi kanunları bakımından bir takım yaptırımları gerektirmekle birlikte ceza yargısı anlamında da bir suç teşkil etmektedir. Dolaysıyla olayın, idari yargı (vergi yargılaması) boyutunun yanında adli yargı boyutu da bulunmaktadır. Bu nedenle mükelleflerin parasal cezaların dışında hürriyeti bağlayıcı cezalarla da karşılaşmamaları için dikkat etmeleri gerekir.
213 sayılı VUK’ un “Kaçakçılık Suçları ve Cezaları” başlıklı 359. Maddesinde “Defter, kayıt ve belgeleri tahrif edenler veya gizleyenler veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar,
Hakkında on sekiz aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Varlığı noter tasdik kayıtları veya sair suretlerle sabit olduğu halde, inceleme sırasında vergi incelemesine yetkili kimselere defter ve belgelerin ibraz edilmemesi, bu fıkra hükmünün uygulanmasında gizleme olarak kabul edilir. Gerçek bir muamele veya duruma dayanmakla birlikte bu muamele veya durumu mahiyet veya miktar itibariyle gerçeğe aykırı şekilde yansıtan belge ise, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgedir.” Hükmü yer almıştır.
Bu hükme göre sahte fatura sahte belge düzenleme/kullanma kaçakçılık suçu olarak kabul edilmektedir.
Mükelleflerin kaçakçılık suçu nedeniyle ceza almamaları için adli yargı yerlerindeki savunmaları çok önemlidir. Bu savunmada, bilerek sahte fatura kullanılmadığı, alım ve satımlarının gerçek olduğu, banka yoluyla ödeme yapıldı ise buna dair tüm kanıtların sunulması gerekir.
Öte yandan, 213 sayılı VUK’ un “Bazı Kaçakçılık Suçlarının Cezalandırılmasında Usul” başlıklı 367. Maddesinde,
“Yaptıkları inceleme sırasında 359 uncu maddede yazılı suçların işlendiğini tespit eden Vergi Müfettişleri ve Vergi Müfettiş Yardımcıları tarafından ilgili rapor değerlendirme komisyonunun mütalaasıyla doğrudan doğruya ve vergi incelemesine yetkili olan diğer memurlar tarafından ilgili rapor değerlendirme komisyonunun mütalaasıyla vergi dairesi başkanlığı veya defterdarlık tarafından keyfiyetin Cumhuriyet başsavcılığına bildirilmesi mecburidir.
359 uncu maddede yazılı suçların işlendiğine sair suretlerle ıttıla hasıl eden Cumhuriyet başsavcılığı hemen ilgili vergi dairesini haberdar ederek inceleme yapılmasını talep eder.
Kamu davasının açılması, inceleme neticesinin Cumhuriyet başsavcılığına bildirilmesine talik olunur.
359 uncu maddede yazılı suçlardan dolayı cezaya hükmedilmesi, vergi ziyaı cezası veya usulsüzlük cezalarının ayrıca uygulanmasına engel teşkil etmez.
Ceza mahkemesi kararları, bu Kanunun dördüncü kitabının ikinci kısmında yazılı vergi cezalarını uygulayacak makam ve mercilerin işlem ve kararlarına etkili olmadığı gibi, bu makam ve mercilerce verilecek kararlar da ceza hâkimini bağlamaz.” Hükmüne yer verilmiştir.
Bu hükme göre, mükelleflerin kaçakçılık suçundan cezalandırılmasına yönelik özel bir usuli düzenleme getirilmiş olup, Cumhuriyet Savcılığına yapılacak bildirimlerde bu usule uyulması gerekir. Şayet, bu usule uyulmaz ise mükellefin cezalandırılması mümkün değildir. Bu iddianın, adli yargı dava aşamasında mutlaka ileri sürülmesi gerekmektedir. Nitekim bu doğrultudaki Yargıtay Ceza Dairesi kararı aşağıda yer almıştır.
21. Ceza Dairesi 2016/7676 E. , 2017/1507 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : 213 Vergi Usul Kanunu’na muhalefet
HÜKÜM : Sanık …: Beraat
Sanık …: Mahkumiyet
213 sayılı Vergi Usul Kanununun “bazı kaçakçılık suçlarının cezalandırılmasında usul” başlıklı 367. maddesinin birinci fıkrası “(Değişik fıkra: 23/07/2010-6009 S.K/13.md.) Yaptıkları inceleme sırasında 359 uncu maddede yazılı suçların işlendiğini tespit eden Vergi Müfettişleri ve Vergi Müfettiş Yardımcıları ile stajyer gelirler kontrolörleri tarafından ilgili rapor değerlendirme komisyonunun mütalaasıyla doğrudan doğruya ve vergi incelemesine yetkili olan diğer memurlar tarafından ilgili rapor değerlendirme komisyonunun mütalaasıyla vergi dairesi başkanlığı veya defterdarlık tarafından keyfiyetin Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesi mecburidir” hükmü bulunmaktadır.
Somut olay açısından; sanık hakkında 2005,2006 ve 2007 takvim yıllarında sahte fatura düzenlemek suçu ile ilgili olarak inceleme yapan Vergi Denetmeni ……. tarafından düzenlenen vergi suçu raporuna istinaden, Vergi Dairesi Başkanı 09.12.2010 tarihli mütalaa ile doğrudan doğruya suç duyurusunda bulunulduğunun anlaşılması karşısında, yukarıda bahsedildiği üzere 09.12.2010 tarihi itibariyle rapor değerlendirme komisyonunun mütalaasının zorunlu olduğu gözetilmek suretiyle, durma kararı verilerek 213 sayılı VUK’ un 367. maddesi gereğince usulüne uygun şekilde mütalaa alınıp dava şartı yerine getirtildikten sonra yargılamaya devamla hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmemesi,
Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeyen hükümlerin bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’ un 321. maddesi uyarınca isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 22.03.2017 gününde oybirliği ile karar verildi. https://versav.org.tr
Maaşı-Primi Eksik Yatan İşçi Tazminatını Alıp Çıkabilir
İşveren ücreti tam ödemekle yükümlüdür. İşçi ücretini tam alamazsa veya gerçek ücretiyle SGK’ya bildirilen farklıysa istifa ederek tazminatını alabilir. Ayrıca maaşı zamanında ödenmeyen işçinin çalışmama hakkı da var.
Çalışma hayatının iki unsuru olan işçi ve işverenin birbirlerine karşı sorumlulukları vardır. İşçinin en önemli sorumluluğu işveren tarafından kendisine verilen görevleri yapmakken, işverenin en önemli sorumluluğu da ücret ödemektir. İşveren işçinin ücretini tam ödemekle yükümlüdür. İşçi eğer ücretini tam alamazsa veya gerçek ücretiyle SGK’ya bildirilen rakam farklıysa istifa ederek tazminatını alabilir. İş Kanunu’na göre işverenin ücreti, iş sözleşmesinde aksine bir hüküm yoksa ücretin hak edildiği aybaşında ödemesi gerekir. İşçiler ücretlerini çalıştıktan sonra aldıkları için, temmuzun ücretinin ağustos başında ödenmesi şart.
FAİZ İŞLETME HAKKI VAR
İşçinin ücretinin zamanında ödenmemesi halinde işçi çalışmama hakkını kullanabileceği gibi iş sözleşmesini haklı nedenle fesih de edebilir. İşçinin ücretinin zamanında ödenmemesi ve gecikmesi halinde işçi istifa ederse, iş sözleşmesini haklı nedenle feshetmiş sayılacaktır. Bu nedenle işçisinin ücretini geç ödeyen işveren, işçiye tazminat da ödemek durumunda kalabilir. Ayrıca işçi hak ettiği ancak ödenmemiş ücretine faiz işletme hakkına kavuşacağı gibi kullanmadığı yıllık izinlerin ücretleriyle birlikte tüm maddi haklarını da alabilir.
HAKLI FESİH NEDENİ
Ülkemizde halen yaygın olan sorunlardan bir tanesi işçilerin SGK’ya gerçek ücretleri üzerinden bildirilmemesi durumudur. Kayıt içinde kayıtdışılık veya eksik bildirim olarak ifade edilen bu durum da işçiye haklı nedenle fesih hakkı tanımaktadır. Örnek vermek gerekirse, bir çalışan 3.500 lira ücret alıyor ancak SGK'ya bildirimi asgari ücret üzerinden yapılıyorsa bu durumda işçi haklı nedenle fesih hakkını kullanarak tazminatlarını alarak işten ayrılabilir.
Yargıtay işçiden yana
Bu konuda verilmiş Yargıtay kararları işçi lehine. Hatta bazı durumlarda yerel mahkemenin istifa anında ücretin eksik ödendiği gerekçesiyle istifa ettiğini bildirmeyen işçi hakkında verdiği olumsuz kararlar Yargıtay’dan geri dönüyor. Yargıtay işçinin ücretin eksik ödenmiş olması nedeniyle fesih gerçekleştirdiğini ifade ederek tazminat talebinde bulunabileceğine hükmediyor.
20 gün geciktiyse çalışmayabilir
Ücreti zamanında ödenmeyen işçinin iş görmekten kaçınma hakkı vardır. Ücretin ödenme gününden itibaren 20 gün sonra hâlâ işçinin ücreti ödenmemiş ise bu durumda işçi çalışmayabilir. İşçinin bu nedenle çalışmaması halinde işveren işçiyi işten çıkaramayacağı gibi herhangi farklı bir yaptırım da uygulayamaz. İşyerindeki işçilerin toplu olarak bu yönteme başvurması da grev sayılmaz. İşçinin ücretin ödenmemesi nedeniyle fesih hakkını kullanması için ücretinin tamamının ödenmemesi de gerekmez. Ücretin bir kısmının ödenmemiş olması halinde de işçi fesih hakkını kullanabilir.
Önce işverene uyarı yapın
Hem ücretin eksik ödenmesi, hem de SGK’ya eksik bildirim yapılması halinde işçinin öncelikle işverene uyarıda bulunması yerinde olur. İşçinin bu uyarıyı ileride konunun mahkemeye taşınma ihtimaline karşı yazılı yapmasında da fayda vardır. Bu durumda hem işverenin ödeme güçlüğü varsa işçi bu konuyu öğrenmiş olur ve ücretin ne zaman ödeneceğini öğrenerek plan yapabilir, hem de fesih hakkını kullanıp işsiz kalmak yerine işine devam etmesinin mümkün olup olmadığını değerlendirebilir. Okan Güray Bülbül
Emekli Olarak Yeniden Çalışmak İsteyenlerde Yıllık İzin, Kıdem Ve İhbar Tazminatlarının Durumu Nedir?
SORU:Emekli olduktan sonra tekrar çalışmak isteyenlerde yıllık izin, ihbar ve kıdem tazminatı ödeme koşulları nedir?
YANIT: İş Kanununda emekli çalışanların hakları kısıtlanmamıştır. Diğer çalışanlarla aynı haklara sahiptirler. İşçiler emekli olduktan sonra aynı işveren emrinde ya da başka bir işveren emrinde tekrar çalışırlarsa işveren tarafından iş akitleri fesh edilirse, 4857 sayılı İş Kanunundaki yazılı uygulamalar hayata geçirilecektir.
Emekli olup Kıdem Tazminatı Alan Çalışanın Tekrar Aynı İşyerinde Çalışırken yada Farklı İş yerinde Çalışırken İş Akdi Sona Erdiğinde İhbar, Kıdem Tazminatı, İş Güvencesi Hakları:
İhbar Tazminatı
Emekli olup aynı işyerinde yada farklı işyerinde çalışanların 4857 sayılı İş Kanunun 17. maddesine göre İhbar Tazminatı Alma hakları vardır. Belirsiz süreli iş sözleşmelerinin feshinden önce durumun diğer tarafa bildirilmesi gerekir.
İş sözleşmeleri;
a)İşi altı aydan az sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak iki hafta sonra,
b)İşi altı aydan bir buçuk yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak dört hafta sonra,
c)İşi bir buçuk yıldan üç yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak altı hafta sonra,
d)İşi üç yıldan fazla sürmüş işçi için, bildirim yapılmasından başlayarak sekiz hafta sonra, feshedilmiş sayılır.
Bu süreler asgari olup sözleşmeler ile artırılabilir. Bildirim şartına uymayan taraf, bildirim süresine ilişkin ücret tutarında tazminat ödemek zorundadır. İşveren bildirim süresine ait ücreti peşin vermek suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir.
Kıdem Tazminatı
Emekli olan işçi, emekli olduğu süreye kadar olan hizmetinin karşılığı kıdem tazminatını aldıktan sonra, aynı işverenin aynı veya değişik işyerlerinde çalışmaya devam eder ve işyerinde emeklilik sonrası en az bir yıl çalışıp iş sözleşmesi de 1475 sayılı İş Kanunun 14. maddesinde belirtilen hükümlere uygun olarak kıdem tazminatına hak kazanacak şekilde son bulur ise ikinci defa çalışmaya başladığı süreye ilişkin olarak kıdem tazminatı ödenir. Bir yıllık süre olmaz ise kıdem tazminatı ödenmez.
Kıdem tazminatının hesaplanması, son ücret üzerinden yapılır. Ancak, son bir yıl içinde işçi ücretine zam yapıldığı takdirde, tazminata esas ücret, işçinin işten ayrılma tarihi ile zammın yapıldığı tarih arasında alınan ücretin aynı süre içinde çalışılan günlere bölünmesi suretiyle hesaplanır.
Kıdem tazminatına esas olacak ücretin hesabında çıplak ücrete ilaveten işçiye sağlanmış olan para ve para ile ölçülmesi mümkün sözleşme ve kanundan doğan menfaatler de göz önünde tutulur. Kıdem tazminatı ile ilgili 30 günlük süre iş sözleşmeleri veya toplu iş sözleşmeleri ile işçi lehine değiştirilebilinir. Ancak, toplu sözleşmelerle ve iş sözleşmeleriyle belirlenen kıdem tazminatlarının yıllık miktarı, Devlet Memurları Kanunu’na tabi en yüksek Devlet memuruna 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre bir hizmet yılı için ödenecek azami emeklilik ikramiyesini geçemeyecektir.
İşçinin farklı işyerinde çalışsa bile bir yıllık çalışma süresi var ise aynı şartlarda kıdem tazminatı ödenecektir. O halde işçi, emeklilikten sonra farklı bir işyerinde çalışmaya başlarsa, kıdem tazminatı için öngörülen şartların gerçekleşmesi halinde de kıdem tazminatına hak kazanacak. Çalışmanın aynı ya da farklı işyerinde gerçekleşmesinin bir önemi bulunmayacaktır.
Yargıtay kararında da açıkça yer aldığı gibi işçinin emekli olduktan sonraki çalışması yeni bir iş sözleşmesi olarak değerlendirilecek. İşçinin emeklilikten sonraki döneme ait kıdem tazminatı, son ücreti üzerinden hesaplanacaktır.
Yargıtay kararında da belirtildiği üzere işçi emeklilik sonrası kıdem tazminatının hesabında emeklilikten önceki çalışma süresinin dahil edilerek kıdem tazminatının son ücreti üzerinden yeniden hesaplamasını isteyemeyecektir.O halde işçinin emeklilik öncesi hizmet süresi, kıdem tazminatının hesabında dikkate alınmaz.
Uygulamada aynı işyerinde çalışmaya devam edecek olan işçi, emeklilik öncesine ait kıdem tazminatının daha sonra ödenmesine muvafakat gösterebilmektedir.
Bu konudaYargıtay. 9. HD.’nin, 24.12.2004 tarih ve E.2005/9479, K.2005/37140 sayılı Kararı; “Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin ''...Emeklilik tarihinden sonra hizmet akdi kıdem tazminatına hak kazanacak şekilde sona eren işçiye, son ücreti üzerinden tüm hizmet süresi esas alınarak kıdem tazminatı alacağı ……ödenmelidir. Davacının emekli olduğu 31.08.1996 tarihinde kendisine kıdem tazminatı ödenmediği ve emeklilikten sonra da davacının çalışmasını sürdürerek 31.08.1997 tarihinde hizmet akdinin kıdem tazminatına hak kazanacak şekilde sona erdiği anlaşıldığından 1475 sayılı Yasa’nın 14/II. maddesi gereğince kıdem tazminatına esas süre belirlenirken tüm çalışma süresi nazara alınmalı ve son ücret üzerinden kıdem tazminatı alacağı hesaplanmalı ve talepte göz önünde bulundurularak hüküm kurulmalıdır…'' Kararı’nda belirtildiği üzere emeklilik tarihinden sonraki iş sözleşmesinin kıdem tazminatına hak kazanacak şekilde sona eren işçiye tüm süre ve son ücreti üzerinden kıdem tazminatı ödenecektir
O halde işçi emekli olmuş, ancak kıdem tazminatı işveren tarafından ödenmemişse ve işçide halen aynı işyerinde çalışmaya devam ediyorsa, işçinin emeklilik sonrası iş sözleşmesi de kıdem tazminatına hak kazanacak şekilde son bulmuş ise kıdem tazminatının hesabında, emeklilik öncesi süre ile emeklilik sonrası süre birleştirilecektir.En son ücret üzerinden Kıdem Tazminatınız ödenecektir.
Feshin Geçerli Sebebe Dayandırılması
4857 sayılı İş Kanunun 18 maddesine göre; ''Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.''
Salt işçinin emekli olarak çalıştığını sebep göstererek işveren iş akdini fesih edemez. Bunun üzerine işçi işverene karşı işe iade davası açabilir. İşveren de işçinin iş akdini haklı nedenle fesh ettiğini ilgili İş Mahkemesindeki savunmasında yapacaktır.
İşveren davayı kaybetmesi karşısında işçi davayı kazanır 10 gün içinde işe başlamak için işverene müracaat eder, işveren de işçiye işe başlatma yönünde onay vermez ise;kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir.
İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.
İşe başlatılmayan işçiye bildirim süresi verilmemiş veya bildirim süresine ait ücret peşin ödenmemişse, bu sürelere ait ücret tutarı ayrıca ödenir.
Yıllık Ücretli İzin Hakkı ve İzin Süreleri
4857 sayılı İş Kanunun 53.maddesinde işyerinde işe başladığı günden itibaren, deneme süresi de içinde olmak üzere, en az bir yıl çalışmış olan işçilere yıllık ücretli izin verilir.Yıllık ücretli izin hakkından vazgeçilemez.Niteliklerinden ötürü bir yıldan az süren mevsimlik veya kampanya işlerinde çalışanlara bu Kanunun yıllık ücretli izinlere ilişkin hükümleri uygulanmaz.
İşçilere verilecek yıllık ücretli izin süresi, hizmet süresi;
a)Bir yıldan beş yıla kadar (beş yıl dahil) olanlara on dört günden,
b)Beş yıldan fazla on beş yıldan az olanlara yirmi günden,
c)On beş yıl (dahil) ve daha fazla olanlara yirmi altı günden,az olamaz. Ancak on sekiz ve daha küçük yaştaki işçilerle elli ve daha yukarı yaştaki işçilere verilecek yıllık ücretli izin süresi yirmi günden az olamaz.
Yıllık izin süreleri iş sözleşmeleri ve toplu iş sözleşmeleri ile artırılabilir.
Emekli Olarak Aynı İşyerinde Çalışanların Yıllık İzin Sürelerindeki Sorun
Yargı kararlarında emekli olan işçi kıdem tazminatını alarak kıdem yıllarını tasfiye ettiği gerekçesi ile emekli olduktan sonra aynı işyerinde çalışsa da Yıllık ücretli izine esas kıdemin hesaplanmasında her ne kadar emeklilik öncesi çalışma süresi emeklilik sonrasının kıdeminde dikkate alınmaması yönünde yargı kararları varsa da ,kesintiye uğramamış olarak sayılarak da işçi lehine kazanılmış haklarla da devam edilebilinir.Bu şekli ile işveren işçi lehine pozitif uygulama yapabilir.Fakat işçi işvereni eski çalışma süreleri dikkate alınarak yıllık izin süresi belirlemeye zorlayamaz.
Emekli Olarak Başka Bir İşyerinde Çalışanların Yıllık İzin Sürelerindeki Sorun Emekli olduktan sonra eski işyerlerinin dışında başka işverenlere ait işyerlerinde çalışan işçilerin yıllık ücretli izin süreleri hesap edilirken emeklilik öncesi çalışma süreleri dikkate alınmaz.
Burada da işçinin yıllık ücretli izne hak kazanabilmesi için en az bir yıl çalışmış olması gerekmektedir
Genelde emeklilik yaş hadleri ortalama olarak 50 yaş dikkate alındığında , elli ve daha yukarı yaştaki işçilere verilecek yıllık ücretli izin süresi yirmi günden az olmayacaktır.
Bu sürelerde iş sözleşmeleri ve toplu iş sözleşmeleri ile artırılabilir (1). Nazlı Gaye Alpaslan
Gelir ve Gider Tahakkuku Vergisel İlkeleri
Özet:
Tahakkuk ilkesi, ticari ve kurum kazancının tespitinde dikkate alınması gereken önemli bir kavramdır. Kavram, vergi hukukunda içerik olarak yeterli düzeyde yer almasa da temel prensipleri itibariyle uygulama esasları açıktır. Gelir ve/veya giderin mahiyet ve tutarının kesinlik içerisinde tespitine dayanan ilke, kazancın ve dolayısıyla matrahın tespitinde önemli bir görev üstlenmektedir. İlkenin uygulamada karşılaştığı bazı durumlar ise içtihat ile çözülmeye çalışılmaktadır. Buna karşın, kurum veya ticari kazancın tespitinde bildirici/emredici bazı hukuk düzenlemeleri nedeniyle tahakkuk ilkesinden sapmaların da bulunduğunu ifade etmek isteriz.
I-Giriş:
Tahakkuk ilkesi, gelir ve giderlerin mahiyet ve tutar olarak kesinleştiği anda gerçekleşmiş sayılması ve bunların ilişkili oldukları dönemin finansal tablorında yer almasına ilişkin temel muhasebe kurallarınden bir tanesidir. Tahakkuk esasına göre kazancın tespitinde dikkate alınabilinmesi için bir gelir ya da giderin miktar ve mahiyet olarak kesinleşmiş olması yeterlidir. Diğer bir ifade ile gelir ya da giderin kısmen ya da tamamen tahsil edilmesi ya da ödenmesi, tahsil esasında olduğunun aksine, tahakkuk esasında şart değildir.
Bilindiği üzere 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nda serbest meslek kazancı gibi salt tahsil, gayrimenkul sermaye iradında da ayni veya nakdi tahsilatı temel alan vergilendirme kuralları bulunmakta ve bu gelir unsurları tahakkuk ilkesinden ayrışık düzenlemeleri oluşturmaktadır.
Kazancın tespitinde dikkate alınması gereken dönemsellik ilkesi ise farklı bir durumu temsil etmektedir. 1 Seri no.lu Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği’nde dönemsellik kavramı; “İşletmenin sürekliliği kavramı uyarınca sınırsız kabul edilen ömrünün, belirli dönemlere bölünmesi ve her dönemin faaliyet sonuçlarının diğer dönemlerden bağımsız olarak saptanmasıdır” şeklinde ifade edilmiştir.
Yine aynı Tebliğ’de dönemsellik ilkesi açıklanırken gelir ve giderlerin tahakkuk esasına göre muhasebeleştirilmesinin ve hasılat, gelir ve karların aynı döneme ait maliyet, gider ve zararlarla karşılaştırılmasının dönemsellik ilkesinden kaynaklandığı belirtilmiştir.
II-Gelir Tahakkuk İlkeleri:
Tahakkuk esası, vergiye tabi «gelirin veya giderin» mahiyet ve tutar itibariyle «kesin olarak» hesaplanabilir olmasını ifade eder.
193 sayılı GVK’nun 39. maddesinde ticari kazancın işletme hesabı esasına göre tespitinin tahakkuk esasına göre gerçekleştirileceği belirtildiği halde, bilanço usulünde açık bir hüküm yoktur.
Ancak, 213 sayılı VUK’nun 283 ve 287. maddelerindeki aktif/pasif geçici hesaplar bilanço usulünde tahakkuk esasına işaret etmektedir.
Gelirin elde edilmesinde temel ölçü, malın tasarruf hakkının alıcıya devri, veya hizmet ifasının kısmen dahi olsa tamamlanmasıdır. Hizmetin bütünlük taşımaması, parça parça veya kısmen dahi ifa edilebilir olması durumunda kısmi ifa kapsamında gelirin veya giderin tahakkuk ettiği ifa edilebilir.
Malın tasarruf hakkı fiili veya hukuki bir teslim ile gerçekleşmektedir. Faturanın düzenlenmiş olması “bazı hallerde” malın teslim edildiğini veya hizmetin ifa edildiğini göstermez. Bu durumda, mahiyet ve tutar olarak kesinlik taşıdığı zamanda tahakkukun varlığı ortaya çıkacaktır.
Mal satışlarında malın teslim anına kadar riskin kime ait olduğu hususu teslimin gerçekleşip gerçekleşmediği yönünden önem taşımaktadır. (Hasar ve Yararın Geçme Anı). Bazı durumlarda, örneğin gümrük hattı dışında devir sözleşmesi ile yapılan intikallerde artık zincirleme bir akit nedeniyle malın riski alınmadan yapılan devir nedeniyle kazancın tahakkuk ettiği durumlar ortaya çıkabilecektir.
Gelirin tahakkuku için «sözleşme koşullarının» tam ve gereği gibi ifası gerekmektedir.
Özel bir durum olarak Yıllara Sari İnşaat Ve Onarım İşlerinde geçici kabul tutanağının idarece onaylanması, geçici kabul rejimine tabi olmayan işlerde ise işin fiilen tamamlanmış olması; ihracat işlemlerinde malın fiilen gümrük hattından geçmesi gelirin özel tahakkuk yollarından birisi olarak karşımıza gelmektedir.
Keza, özel inşaat işlerinde yapı kullanma izin belgesinin alınması veya fiilen kullanıma başlanması, devlet yardımlarında gelirin tahsil edilebilir hale gelmesi de başka özel tahakkuk durumlardır.
Temettü gelirlerinde kar dağıtım kararının Genel Kurul tarafından onaylandığı tarihte gelir elde edilebilir hale gelmektedir. Ancak, Genel Kurul kararında tarih belirtilmemiş ise fiilen kar dağıtımının beklenmesi gerekmektedir. Genel Kurul kararlarında Yönetim Kurulu’na da tarih belirleme yetkisi verilebildiğini hatırlatmak isteriz.
Ciro primlerinin tahakkukunda bize göre dönemsellik ilkesine uyulması gerekmektedir.
Lisans, royalty, franchise gibi gayrımaddi hakların kullanılmasında «sözleşmede belirtilen tarih itibariyle» gelir elde edilmiş sayılır. Gayrimaddi hakkı kiralayan ise “ödeme yapmasa dahi” sözleşmeye göre gider tahakkuku yoluyla gider kaydı yapabilir.
Gelir tahakkuk işlemi yapılmış ise gelir/kurumlar vergisi stopajının yapılması da gerekir. Yapılan işlem hesaben ödeme kavramı kapsamındadır.
Mahkeme kararlarına göre gelir/gider tahakkuk işleminde mahkemenin kesin kararı üzerine ekonomik tahsilin beklenmesine gerek bulunmadığını düşünmekteyiz.
Bu arada asıl alacağa ilave olarak elde edilen faiz de menkul sermaye iradı (alacak faizi) sayılmaktadır.
III-Gider Tahakkuk İlkeleri:
Konuyu gider ilkeleri açısından ele alacak olursak, gider ile kazancın elde edilmesi veya idamesi arasında bir nedensellik bağı olmalıdır.
Harcamanın yapıldığı faaliyet sonucunda elde edilen gelir «vergiye tabi bir gelir» olmalıdır.
Yapılan gider aktifleştirilmesi gereken maliyet unsuru niteliğinde olmamalıdır. Değer artırıcı giderlerin aktifleştirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
Gider, gider konusu edildiği hesap dönemi ile ilgili olmalıdır. (Dönemsellik ilkesi)
Gider, gelirin harcanması şeklinde yapılmamalıdır. Bu tür tasarruflar beyanname üzerinde indirim konusu edilmektedir.
Giderin keyfilikten uzak ve gelirle uyumlu olma ilkesi ayrıca göz önünde tutulmalıdır.
IV-Tahakkuk İlkesinden Sapmalar:
Vergi uygulamalarında tahakkuk esasına aykırı durumlar da bulunmaktadır. Bu durumlardan bazıları örnekleri itibariyle aşağıda yer almaktadır:
- SGK Primlerinin 5510 sayılı Kanunun 88. maddesi gereğince «fiilen ödendiği tarihte» gider yazılması,
- Kıdem tazminatı ve garanti vb gider karşılıklarının fiili ödeme tarihinde gider yazılması,
- Yargı kararlarına ilişkin geçmiş dönemlere ilişkin ödenen giderler (Örn: Yargı kararıyla veya uzlaşma yoluyla ödenen damga vergisi (uzlaşılması yeterli görülüyor)),
- İhtilaflı alacakların yargı kararı sonunda gelir-gider yazılması,
- Sendika aidatlarının ödemeye bağlı gider olarak değerlendirilmesi,
- İşle ilgili olmak şartıyla, mukavelenameye veya ilama veya kanun emrine istinaden ödenen zarar, ziyan ve tazminatlar,
- İşverenler tarafından ücretliler adına bireysel emeklilik sistemine ödenen katkı payları.
Kuşkusuz bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür. Dönem kurum veya ticari kazancının tespitinde tahakkuk ilkesi çok önemli bir görev üstlendiğinden ilkenin doğru anlaşılması ile birlikte konu ve olayların doğru tespiti matrah farkı ile karşılaşmamak adına önemli olacaktır.
V-SONUÇ:
Kurum veya ticari kazancın tespitinde emredici birçok hukuk kuralına dikkat ederken, bu kazancın “ne zaman” ve “ne şekilde” kavranacağına dair emareleri tahakkuk ve dönemsellik ilkeleri belirlemektedir. Gelir ve/veya giderin mahiyet ve tutarının kesinlik içerisinde tespitine dayanan tahakkuk ilkesi, kazancın ve dolayısıyla matrahın tespitinde önemli bir görev üstlenmektedir.
İlkenin uygulamada ciro primleri, gayrimaddi haklar, alacak faizleri, temettü, özel inşaat işleri, yıllara sari inşaat ve onarım işleri gibi karşılaştığı bazı özel durumlar ise içtihat veya özel hukuk kuralları ile çözülmeye çalışılmaktadır.
Buna karşın, kurum veya ticari kazancın tespitinde bildirici/emredici bazı hukuk düzenlemeleri nedeniyle tahakkuk ilkesinden sapmaların da bulunduğunu ifade etmek isteriz. Ali ÇAKMAKCI Yeminli Mali Müşavir Bağımsız Denetçi This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. www.taxauditingymm.com
Not, Bu makalenin yayımı için Ali Çakmakcı Bey' den izin alınmıştır
VI-KAYNAKÇA:
1-193 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu
2-213 Sayılı Vergi Usul Kanunu
3-1 Seri No.lu Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği
4-5510 Sayılı Kanun
Kur Farklarının KDV’sinde Çelişkiler!
3065 sayılı Katma Değer Vergisi (KDV) Kanununda kur farklarının vergilendirilmesine ilişkin bir belirleme yapılmamış durumda. Bu durum doğal olarak farklı görüşlerin ortaya çıkmasına, mükellefler ile idare arasında kur farklarının katma değer vergisine tabi olup olmadığı ile ilgili görüş ayrılıklarının ve de bunun doğal sonucu olarak uyuşmazlıkların oluşmasına sebebiyet veriyor.
Özellikle içinden geçtiğimiz ki gibi, kurlardaki değişimin ani ve yüksek olduğu dönemlerde, kur farklarının katma değer vergisine konu edilip edilmeyeceği hususu daha da büyük önem arz ediyor. Bugünkü yazımızı, Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun son kararı bağlamında kur farklarının KDV uygulaması karşısındaki durumuna/serüvenine ayırmak istedik.
KDV sistematiği
Katma Değer Vergisi, üretim ve tüketim zincirinin her aşamasında, malların ve hizmetlerin satışından alınan ve vergi indirimine imkân tanımak suretiyle de her aşamada katılan değer artışını temel alan, çok aşamalı, genel bir satış vergisi.
Katma değer, bir malın satış değeri ile bunun yapılması için gerekli olan girdilerin alış fiyatı arasındaki farktan oluşmakta; ödenecek KDV de, satış tutarı üzerinden hesaplanacak KDV'den alışlar üzerinden ödenen KDV'nin mahsup edilmesi suretiyle bulunmakta.
KDV sisteminde, mal ve hizmetin üretim aşamasından nihaî tüketiciye kadar olan bütün aşamalarında vergi alınmakta ve her bir aşamada alınan vergiden bir önceki aşamada alınan vergi indirilmek suretiyle kalan vergi, Hazineye intikal ettirilmekte.
KDV’nin konusu
KDV’nin konusuna giren işlemler, 3065 sayılı Kanunun 1. maddesinde sayılmış durumda. Buna göre; Türkiye’de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılmış olan mal teslimi veya hizmet ifaları verginin konusuna giriyor. İthalatta ise prensip olarak her türlü mal ve hizmet ithali vergiye tabi.
Teslim, KDV Kanununda; bir mal üzerindeki tasarruf hakkının malik veya onun adına hareket edenlerce, alıcıya veya adına hareket edenlere devredilmesi olarak tanımlanıyor. Hizmet ise aynı Kanunun 4. maddesinde; teslim ve teslim sayılan haller ile mal ithalatı dışında kalan işlemler olarak ifade edilmiş durumda. Düzenlemeye göre bu işlemler; bir şeyi yapmak, işlemek, meydana getirmek, imal etmek, onarmak, temizlemek, muhafaza etmek, hazırlamak, değerlendirmek, kiralamak, bir şeyi yapmamayı taahhüt etmek gibi şekillerde gerçekleşebilir.
KDV’de matrah
KDV Kanununda, teslim ve hizmet işlemlerinde matrahın, bu işlemlerin karşılığını teşkil eden bedel olduğu hükme bağlanmış vaziyette. Bedel deyimi ise, malı teslim alan veya kendisine hizmet yapılan veyahut bunlar adına hareket edenlerden bu işlemler karşılığında her ne suretle olursa olsun alınan veya bunlarca borçlanılan para, mal ve diğer suretlerle sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaat, hizmet ve değerler toplamını ifade ediyor.
Matraha dahil unsurlar
KDV Kanununun 24. maddesinde; aşağıda yazılı unsurların da KDV matrahına dahil olduğu hüküm altına alınmış durumda:
-Teslim alanın gösterdiği yere kadar satıcı tarafından yapılan taşıma, yükleme ve boşaltma giderleri.
-Ambalaj giderleri, sigorta, komisyon ve benzeri gider karşılıkları ile vergi, resim, harç, pay, fon karşılığı gibi unsurlar.
-Vade farkı, fiyat farkı, faiz, prim gibi çeşitli gelirler ile servis ve benzer adlar altında sağlanan her türlü menfaat, hizmet ve değerler.
Kur farkları KDV’ye tabi mi?
Görüleceği üzere KDV Kanununun matrah ve matraha dahil unsurları belirleyen hükümlerinde kur farkları ile ilgili özel bir düzenleme yer almıyor.
Bu durum da, ilgili maddeler çerçevesinde kur farklarının katma değer vergisi karşısındaki konumunun belirlenmesi noktasında farklı görüş ve uygulamaların ortaya çıkmasına sebebiyet veriyor.
Maliye Bakanlığının görüşü
Maliye İdaresi KDV'nin uygulanmaya başladığı ilk yıllarda kur farklarının KDV'ye tabi olmadığı görüşünü benimsedi. Fakat daha sonra görüş değiştirerek kur farklarının KDV'ye tabi olduğu yolunda muktezalar (özelgeler) vermeye başladı.
Mukteza bazındaki bu görüşler ilk defa 2007 yılında 105 seri no.lu KDV Genel Tebliği ile ikincil düzenleme haline getirildi. Söz konusu Tebliğdeki görüş ve açıklamalar daha sonra yürürlüğe giren ve tüm KDV genel tebliğlerini bir araya toplayan KDV Genel Uygulama Tebliğine de aynen taşındı.
İdarenin görüşüne göre; bedelin döviz cinsinden veya dövize endekslenerek ifade edildiği işlemlerde, bedelin kısmen veya tamamen vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarihten sonra ödenmesi halinde, satıcı lehine ortaya çıkan kur farkı esas itibarıyla vade farkı mahiyetinde olduğundan, matrahın bir unsuru olarak vergilendirilmesi gerekiyor.
Yargının görüşü
Yargı organları zaman zarfında somut olay bazında verdikleri kararlarda kahir ekseriyetle, kur farklarının katma değer vergisine konu edilemeyeceği yönünde hüküm kurmuşlar ve bu kararlarına temel dayanak olarak;
-kur farkının KDV’ye tabi olduğu yönünde açık bir yasal düzenleme bulunmamasını,
-kur farkının ekonomik konjonktür gereği negatif de çıkmasının mümkün olması nedeniyle vade farkı olarak kabul edilmesin mümkün olmamasını göstermişlerdi.
Tebliğin iptali istemi reddediliyor
Hal böyle iken, İdarenin halihazırdaki görüşünün Tebliğ bazındaki dayanağı konumunda olan Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinin, kur farklarının KDV’ye tabi tutulması gerektiğini düzenleyen bölümünün iptali istemiyle açılan davada Danıştay 4. Dairesinin verdiği karar mükellefler için soğuk duş etkisi yaratmıştı.
Zira Daire, 18.5.2017 gün ve E:2014/4834, K:2017/4605 sayılı kararıyla iptal isteminin reddi yönünde hüküm tesis etmiş ve bu durum ibreyi kur farklarının KDV’ye tabi tutulması gerektiği yönüne çevirmişti.
VDD dur dedi !
Danıştay 4. Dairesinin yukarıda belirttiğimiz kararını temyizen inceleyen Danıştay Vergi Daireleri Kurulu, 13.12.2017 tarih ve E:2017/548, K:2017/606 sayılı kararı ile;
- Teslim ve hizmet işlemlerinin karşılığını teşkil eden bedel kavramı kanunda açıkça tanımlandıktan sonra, bedel kapsamında kabul edilmeyen ancak, matraha dahil edilmesi gereken gelir unsurlarının sayıldığı Kanunun 24. maddesinin (c) fıkrasında, kur farkına yer verilmemiş olması,
- Dövizli işlemler sonrasında mal teslimi veya hizmet ifasında bulunan kişi tarafından her zaman ilave bir bedel elde edilmesinin mümkün olmaması (zira kur her bazen de düşebilir),
- Kanunun 24. maddesinde yer alan “gibi” ifadesinden yola çıkılarak kur farkının vade farkı mahiyetinde olduğunun kabul edilmesi suretiyle katma değer vergisi matrahına dahil edilmesinin, hukuk devletinin temel unsurlarından biri olan hukuki belirlilik ilkesiyle bağdaşmaması,
- Tebliğ ile katma değer vergisi matrahına ilişkin hükümlerin yorum yoluyla genişletilmesinin, vergilendirmenin temel öğelerinin kanunla belirlenmesi gerekliliğini de kapsayan verginin kanuniliği ilkesine aykırılık oluşturması,
- KDV Kanununun 26. maddesinde, mal veya hizmetin karşılığını teşkil eden bedelin döviz ile hesaplanması halinde; dövizin, vergiyi doğuran olayın meydana geldiği tarihteki cari kur üzerinden Türk parasına çevrilmesi ve bu yolla bulunan tutarın katma değer vergisinin matrahını oluşturacağının açıkça belirleme altına alınmış olması,
- KDV Kanununun 21. maddesinde, ithalatta verginin matrahına dahil olan unsurlar arasında kur farkı sayılmasına rağmen 24. maddesinde matraha dahil olan unsurlar arasında kur farkına yer verilmemiş olması gerekçeleri ile Danıştay 4. Dairesinin kararını bozdu
Şimdi ne olacak ?
Eğer yeni bir yasal düzenleme yapılmazsa (kur farklarının KDV matrahına dahil edilmesi gerektiği yönünde), bundan sonraki süreçte kur farklarının katma değer vergisine konu edilmesi söz konusu olmayacak. Ender İnelli http://www.vergidegundem.com/
Adi Ortaklığı Oluşturan Ortaklardan Birinin Ortaklıktan Ayrılması Halinde Devam Eden Ortak Açısından Yıllara Sari İnşaat İşinin Durumu
T.C.
GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI
ANKARA VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI
(Mükellef Hizmetleri Gelir Vergileri Grup Müdürlüğü)
Sayı:38418978-120[42-15/17]-815
02.01.2018
Konu:Adi ortaklığı oluşturan ortaklardan birinin ortaklıktan ayrılması halinde devam eden ortak açısından yıllara sari inşaat işinin durumu
İlgide kayıtlı özelge talep formunuzda, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 18. Bölge Müdürlüğü 183. Şube Müdürlüğü tarafından ihaleye çıkarılan "………." işinin yapılması amacıyla ………… ile şirketiniz arasında 15.05.2014 tarihli sözleşme ile Adi ortaklık kurulduğu ve adi ortaklığınız ile İdare arasında imzalanan 21.05.2014 tarihli sözleşme ile söz konusu işin üstlenilerek 02.06.2014 tarihinde işe başladığınız ve sözleşmeye göre işin 26.08.2015 tarihinde bitmesi gerektiği ancak ortaklığınız tarafından yapılmakta olan işin 26.06.2015 tarihinde tüm hak ve vecibeleriyle birlikte şirketinize devredildiği belirtilerek söz konusu işin şirketiniz açısından yıllara sari inşaat işi kapsamında olup olmadığı ile tarafınıza yapılacak hakediş ödemeleri üzerinden stopaj yapılıp yapılmayacağı hususlarında Başkanlığımızdan görüş talep edilmektedir.
Adi ortaklıklar, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 620-645 inci maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan Kanunun 620 nci maddesinde adi ortaklık sözleşmesi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşme olarak tanımlanmıştır. Adi ortaklıkların tüzel kişiliği olmadığı gibi, gelir veya kurumlar vergisi mükellefi olmaları da söz konusu değildir. Bununla birlikte, adi ortaklıklara stopaj ve katma değer vergisi mükellefiyeti tesis ettirilmektedir. Adi ortaklıkların ortaya çıkan kar veya zararı, adi ortaklığı oluşturan ortaklar tarafından hisseleri oranında kendi kazançlarına dahil edilerek vergilendirilmektedir.
Kurumlar Vergisi Kanununun 15 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununda belirtilen esaslara göre birden fazla takvim yılına yaygın inşaat ve onarım işleri ile uğraşan kurumlara bu işleri ile ilgili olarak yapılan hakediş ödemelerinden vergi kesintisi yapılacağı hükme bağlanmış olup 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinin "15.3.1. Birden fazla takvim yılına yaygın inşaat ve onarım işlerine ilişkin olarak yapılan hakediş ödemeleri" başlıklı bölümünde de birden fazla takvim yılına yaygın inşaat ve onarım işlerinin tanımı konusunda Gelir Vergisi Kanununun ilgili hükümlerinin uygulanacağı açıklaması yer almıştır.
Gelir Vergisi Kanununun 42 nci maddesinin birinci fıkrasında, "Birden fazla takvim yılına sirayet eden inşaat (dekapaj işleri de inşaat işi sayılır.) ve onarma işlerinde kâr veya zarar işin bittiği yıl kati olarak tespit edilir ve tamamı o yılın geliri sayılarak, mezkûr yıl beyannamesinde gösterilir." hükmü yer almakta olup, bir işin 42 nci madde kapsamına girmesi için faaliyet konusu işin, inşaat ve onarma işi olması, taahhüde bağlı olarak yapılması ve birden fazla takvim yılına sirayet etmesi gerekir.
Aynı Kanunun 44 üncü maddesinin birinci fıkrasında ise; "İnşaat ve onarma işlerinde geçici ve kesin kabul usulüne tabi olan hallerde geçici kabulün yapıldığını gösteren tutanağın idarece onaylandığı tarih; diğer hallerde işin fiilen tamamlandığı veya fiilen bırakıldığı tarih, bitim tarihi olarak kabul edilir." hükmüne yer verilmiştir.
Özelge talep formu ekinde yer alan belgelerin tetkikinden ……. ile adi ortaklık kurularak Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 18. Bölge Müdürlüğü 183. Şube Müdürlüğüne karşı üstlendiğiniz "……. " işinin anılan Bölge Müdürlüğünün …….. Olur'u ile şirketinize kül olarak tüm hak vecibeleriyle birlikte devredilmesinin uygun bulunduğu ve 26.06.2015 tarihli devir sözleşmesi ile adi ortaklık olarak yapılan ilk sözleşmeye atıfta bulunulduğu anlaşılmıştır.
Buna göre, …… ile şirketiniz arasında kurulan adi ortaklık tarafından söz konusu işin şirketinize devredildiği 26.06.2015 tarihinin adi ortaklık açısından işin bitim tarihi olarak kabul edilmesi ve bu tarih itibarıyla kar veya zararın kati olarak tespit edilerek, ortaklar tarafından ortaklıktaki hisseleri oranında işin bittiği 2015 hesap dönemine ilişkin kurum kazancına dahil edilmesi gerekmektedir. Bu işe ilişkin istihkaklardan devir tarihine kadar ortaklık adına yapılan kesintilerin ortaklık hisselerinize isabet eden kısmının, ilgili yıl beyannamesi üzerinde hesaplanan kurumlar vergisinden mahsup edilebileceği tabiidir.
Öte yandan, şirketiniz tarafından adi ortaklıktan devralınan söz konusu işin şirketiniz açısından yeni bir iş olarak dikkate alınacağı ve buna göre vergilendirileceği tabiidir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
(*) Bu Özelge 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 413.maddesine dayanılarak verilmiştir.
(**) İnceleme, yargı ya da uzlaşmada olduğu halde bu konuya ilişkin olarak yanlış bilgi verilmiş ise bu özelge geçersizdir.
(***) Talebiniz üzerine tayin edilmiş olan bu özelgeye uygun işlem yapmanız hâlinde, bu fiilleriniz dolayısıyla vergi tarh edilmesi icap ederse, tarafınıza vergi cezası kesilmeyecek ve tarh edilen vergi için gecikme faizi hesaplanmayacaktır.
Kira Karşılığı Yapılan Tadilat Bedeli Üzerinden G.V. ve KDV Tevkifatı Yapılıp Yapılmayacağı
T.C.
GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI
KAHRAMANMARAŞ VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI
(Mükellef Hizmetleri Grup Müdürlüğü)
Sayı: 47285862-120[72-2014/04-9]-18796
09.04.2018
Konu: Kira Karşılığı Yapılan Tadilat Bedeli Üzerinden G.V. ve KDV Tevkifatı Yapılıp Yapılmayacağı
İlgide kayıtlı özelge talep formunuzda; mükellefiyeti olmayan bir gerçek kişiden 15 yıllığına kiraladığınız binayı çeşitli tadilatlar yaparak otel şekline dönüştürdüğünüzü, ilk dört yıl için kira bedelinin yıllık 100.000,00 TL olduğunu, beşinci yıldan itibaren ise yıllık 125.000,00 TL olacak şekilde aylık taksitler halinde ödeneceğini, yapılan tadilat masraflarının aktifleştirilerek özel maliyetler hesabında takip edileceğini ve binanın 15 inci yılın sonunda sahibine teslim edileceğini belirterek, tadilat masraflarına karşılık gelen ilk dört yılın kira bedelinden gelir vergisi tevkifatı yapılıp yapılmayacağı ile sorumlu sıfatıyla 2 nolu KDV beyannamesi verilip verilmeyeceği hususunda Başkanlığımızdan bilgi istenilmektedir.
GELİR ve KURUMLAR VERGİSİ KANUNU YÖNÜNDEN:
193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 70 inci maddesinde gayrimenkul sermaye iradının tarifi yapılarak nelerin gayrimenkul sermaye iradı olduğu maddeler halinde sayılmıştır.
Anılan Kanunun "Gayrisafi Hasılat" başlıklı 72 nci maddesinin birinci fıkrasında, gayrimenkul sermaye iratlarında, gayrisafi hasılatın, 70 inci maddede yazılı mal ve hakların kiraya verilmesinden bir takvim yılı içinde o yıla veya geçmiş yıllara ait olarak nakten veya aynen tahsil edilen kira bedellerinin tutarı olduğu hüküm altına alınmış olup, maddenin üçüncü fıkrasında ise, "Kiracı tarafından gayrimenkulü genişletecek veya iktisadi değerini devamlı surette artıracak şekilde gayrimenkule ilave edilen kıymetler, kira müddetinin hitamında bedelsiz (Kıymetlerin emsal bedelinden düşük değerle devri halinde, aradaki fark bedelsiz devir sayılır) olarak kiralıyana devrolunduğu takdirde, mezkur kıymetler kiralıyan bakımından, bu tarihte aynen tahsil olunmuş addolunur." hükmüne yer verilmiş bulunmaktadır.
Gayrimenkul sermaye iradında, elde etme "tahsilat" esasına bağlanmış olup, tahsilat çeşitlerinden bir diğeri de ayni tahsilattır. Ayın olarak tahsil edilen kiralar, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre emsal bedeli ile paraya çevrilir. Emsal bedelinin ise adı geçen Kanunun 267 nci maddesinin üçüncü sırasına göre Takdir Komisyonu tarafından belirlenmesi gerekir. Ancak, mahkemelerce re'sen değer biçilmesi durumunda, bu değer emsal bedeli yerine geçer.
Ayrıca, kiracıdan gider karşılığı olarak alınan paralar, gayrisafi hasılatın bir unsurudur.
Öte yandan, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun "Toplama yapılmayan haller" başlıklı 86 ncı maddesinde,
"Aşağıda belirtilen gelirler için yıllık beyanname verilmez, diğer gelirler için beyanname verilmesi halinde bu gelirler beyannameye dahil edilmez.
Tam mükellefiyette;
…
c) Vergiye tâbi gelir toplamının [(a) ve (b) bentlerinde belirtilenler hariç] 103 üncü maddede yazılı tarifenin ikinci gelir diliminde yer alan tutarı aşmaması koşuluyla, Türkiye'de tevkifata tâbi tutulmuş olan; birden fazla işverenden elde edilen ücretler, menkul sermaye iratları ve gayrimenkul sermaye iratları,
…"
hükmü yer almaktadır.
Adı geçen Kanunun 94 üncü maddesinin birinci fıkrasında, "Kamu idare ve müesseseleri, iktisadî kamu müesseseleri, sair kurumlar, ticaret şirketleri, iş ortaklıkları, dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadî işletmeleri, kooperatifler, yatırım fonu yönetenler, gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, zirai kazançlarını bilanço veya ziraî işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçiler aşağıdaki bentlerde sayılan ödemeleri (avans olarak ödenenler dahil) nakden veya hesaben yaptıkları sırada, istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben tevkifat yapmaya mecburdurlar." hükmüne yer verilmiş olup, aynı fıkranın 5/a bendiyle de 70 inci maddede yazılı mal ve hakların kiralanması karşılığı yapılan ödemeler üzerinden % 20 oranında tevkifat yapılacağı hükme bağlanmıştır.
Diğer taraftan, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 272 nci maddesinde; "Normal bakım, tamir ve temizleme giderleri dışında, gayrimenkulü veya elektrik üretim ve dağitim varlıklarını genişletmek veya iktisadi kıymetini devamlı olarak artırmak maksadıyla yapılan giderler, gayrimenkulün veya elektrik üretim ve dağıtım varlıklarının maliyet bedeline eklenir.
...
Gayrimenkuller kira ile tutulmuş ise veya elektrik üretim ve dağıtım varlıklarının işletme hakkı verilmiş ise, kiracı veya işletme hakkına sahip tüzel kişi tarafından yapılan bir ve ikinci fıkralardaki giderler bunların özel maliyet bedeli olarak ayrıca değerlenir. Kiracının veya işletme hakkına sahip tüzel kişinin faaliyetini icra için vücuda getirdiği tesisata ait giderler de bu hükümdedir..."
hükmüne yer verilmiştir.
Yukarıda yer alan hüküm ve açıklamalar çerçevesinde, ….. ….. 'ndan kiralanan gayrimenkul için şirketiniz tarafından ilgili 4 (dört) yıl itibarıyla yapılan tadilat ve inşaat işlerine ilişkin harcamalar, kiracı şirketiniz açısından özel maliyet bedeli olarak kabul edilecektir. Gayrimenkule ilave edilen değerlerin ise kiraya veren açısından kiralama işleminin bitimine isabet edecek vergilendirme döneminde tespit edilecek değerleri üzerinden kira süresinin sona erdiği dönemin geliri sayılmak suretiyle, aynen tahsil edilen kira bedeli olarak Gelir Vergisi Kanununun 85 ve 86 ncı maddesi hükümleri dikkate alınmak suretiyle, yıllık gelir vergisi beyannamesi ile beyan edilmesi gerekecektir. Söz konusu gelir üzerinden yapılması gerekli tevkifat yükümlülüğü ise, gelirin elde edilmiş sayıldığı, başka bir ifade ile kiralama işleminin sona erdiği dönem itibarıyla doğacaktır.
KATMA DEĞER VERGİSİ KANUNU YÖNÜNDEN:
KDV Kanununun;
-1/1 inci maddesinde, Türkiye'de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin,
-1/3-f maddesinde, Gelir Vergisi Kanununun 70 inci maddesinde belirtilen mal ve hakların kiralanması işlemlerinin,
KDV'ye tabi olduğu,
-9/1 inci maddesinde, mükellefin Türkiye içinde ikametgâhının, işyerinin, kanunî merkezi ve iş merkezinin bulunmaması hallerinde ve gerekli görülen diğer hallerde Maliye Bakanlığının, vergi alacağının emniyet altına alınması amacıyla, vergiye tabi işlemlere taraf olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutabileceği,
-10 uncu maddesinin (a) bendinde, vergiyi doğuran olayın, malın teslimi ve hizmetin yapılması ile meydana geleceği, (b) bendinde, malın tesliminden veya hizmetin yapılmasından önce fatura veya benzeri belgeler verilmesi hallerinde, bu belgelerde gösterilen miktarla sınırlı olmak üzere fatura veya benzeri belgelerin düzenlenmesiyle, (c) bendinde ise kısım kısım mal teslimi veya hizmet yapılması mutat olan veya bu hususlarda mutabık kalınan hallerde her bir kısmın teslimi veya bir kısım hizmetin yapılması anında meydana geleceği,
-17/4-d maddesinde, iktisadi işletmelere dahil olmayan gayrimenkullerin kiralanması işlemlerinin KDV'den istisna olduğu,
hükme bağlanmıştır.
26/04/2014 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak 01/05/2014 tarihinde yürürlüğe giren KDV Genel Uygulama Tebliğinin "I/C-2.1.2.3. Kiralama İşlemleri" başlıklı bölümünde; KDV Kanununun (1/3-f) maddesine göre, Gelir Vergisi Kanununun 70 inci maddesinde belirtilen mal ve hakların kiraya verilmesi işlemlerinin KDV'nin konusuna girdiği, söz konusu mal ve hakların kiraya verilmesi işleminin, ticari, sınaî, zirai ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde verilen bir hizmet olmasa dahi KDV'ye tabi olacağı, bu kiralama işlemleri ile ilgili KDV'nin, kiraya verenin başka faaliyetleri nedeniyle KDV mükellefiyetinin bulunmaması, kiracının KDV mükellefi olması şartlarının birlikte var olması halinde, kiracı tarafından sorumlu sıfatıyla beyan edileceği ifade edilmiştir.
Buna göre, sözleşme hükümlerinin incelenmesinden özel şahıstan inşaatı henüz tamamlanmayan bir apartman binasının ilk dört yıllık kira bedeli (100.000,00 TL x 4 = 400.000,00 TL) karşılığı, tüm müştemilatı içerisinde olmak üzere otel yapılmak ve otel ruhsatı alınmak koşuluyla kiralandığı anlaşıldığından, bu kiralama işleminin, gayrimenkul kiralanması işlemi olarak değil otel işletim hakkının kiraya verilmesi olarak değerlendirilmesi ve KDV Kanununun 1/3-f maddesi uyarınca KDV'ye tabi olması gerekmektedir.
Kiralama bedeli üzerinden hesaplanan KDV, (kira sözleşmesinde belirlenen ilk 4 yılın "100.000,00 TL x 4 = 400.000,00 TL" yıllık, sonraki yıllar "125.000.00.TL / 12" aylık) kiralama bedellerinin ödendiği dönemlerde Kanunun 9 uncu maddesi hükmü gereğince Şirketinizce 2 No. lu KDV beyannamesi ile sorumlu sıfatıyla beyan edilip ödenecektir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
(*) Bu Özelge 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 413.maddesine dayanılarak verilmiştir.
(**) İnceleme, yargı ya da uzlaşmada olduğu halde bu konuya ilişkin olarak yanlış bilgi verilmiş ise bu özelge geçersizdir.
(***) Talebiniz üzerine tayin edilmiş olan bu özelgeye uygun işlem yapmanız hâlinde, bu fiilleriniz dolayısıyla vergi tarh edilmesi icap ederse, tarafınıza vergi cezası kesilmeyecek ve tarh edilen vergi için gecikme faizi hesaplanmayacaktır.
6736 Sayılı Kanun Kapsamında Kayda Alınan Emtialar İçin Ayrılan Karşılığın Ortaklara Dağıtılması Ve Ortak Şirketin De Kendi Gerçek Kişi Ortaklarına Dağıtması Durumunda Vergisel Yükümlülükler
T.C.
GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI
İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı
Gelir Kanunları Gelir Ve Kurumlar Vergileri Grup Müdürlüğü
Sayı: 62030549-120[94-2018/124]-E.427752
02.05.2018
Konu: 6736 sayılı Kanun kapsamında kayda alınan emtialar için ayrılan karşılığın ortaklara dağıtılması ve ortak şirketin de kendi gerçek kişi ortaklarına dağıtması durumunda vergisel yükümlülükler
İlgide kayıtlı özelge talep formunuzda, %45,10 oranında sermayesine iştirak ettiğiniz …. …. İnşaat San. ve Tic. A.Ş.'nin 6736 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanunun 6/1 maddesi hükümlerinden yararlanarak aktifine kaydettiği emtialar için "525-Kayda Alınan Emtia Özel Karşılık Hesabı"nda muhasebeleştirdiği karşılık tutarını ortaklarına dağıttığı, Şirketinizin iştirak hissesi oranında elde ettiği ve "549-Özel Fonlar" hesabında muhasebeleştirdiği bu tutarın gerçek kişi ortaklarınıza dağıtılması halinde vergi kesintisi yapılıp yapılmayacağı hususunda Başkanlığımız görüşü talep edilmektedir.
6736 sayılı Kanunun "İşletme kayıtlarının düzeltilmesi" başlıklı 6 ncı maddesinde;"(1) İşletmede mevcut olduğu halde kayıtlarda yer almayan emtia, makine, teçhizat ve demirbaşlar hakkında aşağıdaki hükümler uygulanır.
(a) Gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri (adi, kollektif ve adi komandit şirketler dâhil), işletmelerinde mevcut olduğu halde kayıtlarında yer almayan emtia, makine, teçhizat ve demirbaşları kendilerince veya bağlı oldukları meslek kuruluşunca tespit edilecek rayiç bedel ile bu Kanunun yayımlandığı tarihi izleyen üçüncü ayın sonuna kadar bir envanter listesi ile vergi dairelerine bildirmek suretiyle defterlerine kaydedebilirler. Bildirime dâhil edilen kıymetler için amortisman ayrılmaz.
(b) Bilanço esasına göre defter tutan mükellefler, bu fıkranın (a) bendi hükümleri uyarınca aktiflerine kaydettikleri emtia için ayrı, makine, teçhizat ve demirbaşlar için ayrı olmak üzere özel karşılık hesabı açarlar. Emtia için ayrılan karşılık, ortaklara dağıtılması veya işletmenin tasfiye edilmesi halinde sermayenin unsuru sayılır ve vergilendirilmez. Makine, teçhizat ve demirbaşlar envantere kaydedilir ve ayrılan karşılık birikmiş amortisman addolunur. İşletme hesabı esasına göre defter tutan mükellefler ise söz konusu emtiayı defterlerinin gider kısmına satın alınan mal olarak kaydederler.
..." hükmüne yer verilmiştir.
6736 sayılı Kanunun uygulaması ile açıklamalara 1 seri no.lu Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin 6736 Sayılı Kanun Genel Tebliğinin "VI-A/7-Beyan Edilen Kıymetlerin Kayıtlara İntikali" başlıklı bölümünde yer verilmiştir.
Buna göre, işletmesinde mevcut olduğu halde kayıtlarında yer almayan emtiayı 6736 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi hükümleri kapsamında beyan eden …. …. ….. İnşaat San. ve Tic. A.Ş.'nin söz konusu emtia için özel karşılık hesabında izlediği tutarlar sermayenin unsuru sayılacağından, özel karşılık hesabına kaydedilen bu tutarların ortağı olan Şirketinize dağıtılması halinde vergi kesintisi yapılmayacak ve söz konusu ödeme Şirketiniz tarafından da kurum kazancına dahil edilmeyecektir.
Öte yandan, Şirketinize aktarılan bu tutarların gerçek kişi ortaklarınıza dağıtılması durumunda da gelir vergisi kesintisi yapılmayacaktır.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
İmza
(*) Bu Özelge 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 413.maddesine dayanılarak verilmiştir.
(**) İnceleme, yargı ya da uzlaşmada olduğu halde bu konuya ilişkin olarak yanlış bilgi verilmiş ise bu özelge geçersizdir.
(***) Talebiniz üzerine tayin edilmiş olan bu özelgeye uygun işlem yapmanız hâlinde, bu fiilleriniz dolayısıyla vergi tarh edilmesi icap ederse, tarafınıza vergi cezası kesilmeyecek ve tarh edilen vergi için gecikme faizi hesaplanmayacaktır.