Mehmet Özdoğru
Limited Şirketlerin Vergi Borcunda Kanuni Temsilci ve Ortakların Takip Sırası
Bilindiği üzere limited şirketlerin amme borçlarından şirketin yanı sıra şirket ortakları ve kanuni temsilciler de sorumludur.
Kanuni temsilciler 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10 uncu ve 6183 sayılı Amme Alacaklarını Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un mükerrer 35 inci maddesi uyarınca limited şirketlerin amme borcundan müteselsilen sorumlu tutulurken; şirketin ortakları ise 6183 sayılı Kanun’un 35 inci maddesi uyarınca sermaye payları oranında doğrudan doğruya sorumlu tutulmuşlardır.
Bu durumda limited şirketten tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan bir vergi borcu (veya amme alacağı niteliğini haiz diğer bir borç) söz konusu olduğunda alacaklı İdare kimi takip etmelidir? Ortakları mı? Yoksa kanuni temsilcileri mi?
Danıştay 9. Dairesi 11/4/2013 tarihli ve E: 2010/9949 K: 2013/3284 sayılı kararında bu durumda vergi alacağının aşağıdaki sıra dahilinde takip edilmesi gerektiğine hükmetmiştir.
1- Limited şirketin vergi borcunun öncelikle şirketin mal varlığından tahsiline çalışılması,
2- Vergi borcunun şirketten tahsilinin olanaksız olduğunun tespit edilmesi halinde ise, vergilendirme ile ilgili ödevleri yerine getirmekle sorumlu bulunmasına karşın, bu ödevleri yerine getirmeyen kanuni temsilcilerin takip edilmesi,
3- Şayet kanuni temsilcinin varlığından da vergi borcu tahsil edilemezse, ancak bu aşamada ortağın ilgili olduğu döneme göre sermaye miktarı veya sermaye hissesi gözönünde bulundurularak takip edilmesi.
Dava konusu olayda vergi alacağının şirketten tahsilinin olanaksız hale geldiğinin anlaşılması üzerine vergi dairesince şirketin kanuni temsilcisi adına ödeme emirleri düzenlenmiş, daha sonra ortak olan davacı takip edilmiştir. Danıştay 9. Dairesi, söz konusu kararında Vergi Mahkemesince, şirketten tahsil edilemeyen kamu alacağının şirket ortağına başvurulmadan önce şirketin kanuni temsilcisi nezdinde yapılan takibat neticesinde tahsilinin gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği hususunun araştırılması ve ancak kanuni temsilciden tahsili gerçekleştirilememişse ortağın takip edilmesi gerektiği hususu gözetilmeden davanın reddine karar verilmesinde hukuki isabet bulunmadığını belirterek Vergi Mahkemesi kararını bozmuştur. www.neksymm.com
T.C.
Danıştay 9. Dairesi Esas No: 2010/9949 Karar No: 2013/3284 Karar Tarihi: 11/4/2013
ÖZET :
Davalı idarece, vergi borcunun şirketten tahsilinin olanaksız hale geldiğinin anlaşılması üzerine şirketin kanuni temsilcisi adına ödeme emirleri düzenlendiği, daha sonra ortak olan davacının takip edildiği belirtilmiş olup; Vergi Mahkemesince, şirketten tahsil edilemeyen kamu alacağının şirket ortağına başvurulmadan önce şirketin kanuni temsilcisi nezdinde yapılan takibat neticesinde tahsilinin gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği hususunun araştırılması ve bunun sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiğinden, Vergi Mahkemesince böyle bir araştırma yapılmaksızın davanın reddine karar verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.
İstemin Özeti: Davacının ortağı olduğu (...) Ltd. Şti.'nin vadesinde ödenmeyen 2000/Ekim-Aralık dönemlerine ilişkin vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi, gecikme faizi ve yargı harcı borçlarının tahsili amacıyla davacı adına düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davayı reddeden Vergi Mahkemesinin kararının; temyiz dilekçesinde ileri sürülen sebeplerle bozulması istenilmektedir.
KARAR :
Uyuşmazlıkta, davacının ortağı olduğu (...) Ltd. Şti.'nin vadesinde ödenmeyen 2000/Ekim-Aralık dönemlerine ilişkin vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi, gecikme faizi ve yargı harcı borçlarının tahsili amacıyla davacı adına düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davayı; asıl borçlu şirketin tahakkuk eden vergilerinin vadesinde ödenmediği, şirket hakkında yapılan mal varlığı araştırmasında herhangi bir mal varlığına rastlanılmadığı, bunun üzerine amme alacağının tahsili amacıyla şirketin ortağı olan davacı adına dava konusu ödeme emirlerinin düzenlenip tebliğ edildiğinin anlaşıldığı, 6183 sayılı Kanun'un 35. maddesinde 5766 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, limited şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan kamu borçlarından dolayı ortaklar için öngörülen sorumluluğun müteselsil sorumluluk olduğu, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gereken zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların müteselsil sorumlu tutularak sermaye hisseleri oranında takip edilmesi gerektiği, 5766 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinde yer verilen "Bu Kanunla 6183 sayılı Kanunda yapılan değişiklikler ve eklenen hükümler, hükümlerin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla tahsil edilmemiş bulunan amme alacakları hakkında da uygulanır" hükmü nedeniyle ortağı olduğu şirketten tahsil edilemeyen kamu alacağından sermaye hissesi oranında sorumlu bulunan davacı adına sermaye hissesi oranında düzenlenen ödeme emirlerinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddeden Vergi Mahkemesi kararının; 5766 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesinde açılan davanın sonucunun beklenmesi gerektiği, kendisinden önce şirketin kanuni temsilcisinin takip edilmesi gerektiği, ortaklığa giriş tarihinden önceki borçlardan geçmişe dönük olarak sorumlu tutulamayacağı, ödeme emrine konu alacakların zaman aşımına uğramış olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Dosyanın incelenmesinden, (...) Ltd. Şti.'nin tahakkuk eden vergilerinin vadesinde ödenmemesi üzerine şirket hakkında mal varlığı araştırması yapıldığı, ancak yapılan araştırmalarda adı geçen şirketin herhangi bir mal varlığına rastlanılmadığından, şirketten tahsil edilemeyen vergi borçlarının 5766 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesi hükmüne dayanılarak 6183 sayılı Kanun'un 35. maddesi uyarınca davacı adına şirket ortağı sıfatıyla dava konusu ödeme emirlerinin düzenlenildiği anlaşılmıştır.
Olayda uyuşmazlığın çözümü için öncelikle 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 35. maddesinde 5766 sayılı Kanun ile yapılan değişikliklerden sonra oluşan hukuki durumun irdelenmesi gerekmektedir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 35. maddesinde, 29.07.1998 yürürlük tarihi itibarıyla, 4369 sayılı Kanun'un 21. maddesi uyarınca yapılan değişiklikle, "Limited şirket ortakları, şirketten tahsil imkanı bulunmayan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar" hükmü yer almakta iken, anılan madde 5766 sayılı Kanun'un 3. maddesi ile yeniden düzenlenmiş ve yapılan değişiklik ile limited şirket ortaklarının, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olacakları ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulacakları, 2. fıkrasında ise, ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan şahısların, devir öncesine ait amme alacaklarının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu oldukları belirtilmiş, amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gereken zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulmuşlardır.
5766 sayılı Kanun'un yürürlük maddesi olan 27. maddesi uyarınca, 6183 sayılı Kanun'un 35. maddesinde yapılan değişiklikler, 5766 sayılı Kanun'un Resmi Gazete'de yayımlandığı tarih olan 06.06.2008 itibariyle yürürlüğe girmiştir.
Öte yandan, 5766 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinde, "Bu Kanunla 6183 sayılı Kanunda yapılan değişiklikler ve eklenen hükümler, hükümlerin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla tahsil edilmemiş bulunan amme alacakları hakkında da uygulanır" denildiğinden, yukarıda belirtilen değişiklikler ve getirilen yeni hükümler, yürürlük tarihinden sonra doğacak amme alacakları için uygulanacağı gibi daha önce doğmuş olup, yürürlük tarihi itibarıyla halen ödenmemiş amme alacakları için de uygulanacağı sonucunu doğurmaktadır.
Ancak 5766 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla anılan maddenin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesince verilen 28.04.2011 tarih ve E. 2009/39, K. 2011/68 sayılı karar ile 5766 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline, iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına hükmedildiği, yürürlüğün durdurulmasına ilişkin kararın da 14.05.2011 tarih ve 27934 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdiği anlaşılmaktadır.
Anayasa yargısında yürürlüğü durdurma, yetkili bir yargı organınca Anayasaya uygunluk denetimi yapılmakta olan bir kuralın henüz esas yönünden incelenmesi yapılmadan ya da esas yönden incelemesi yapılarak Anayasa aykırı bulunduktan sonra kararın yazılıp iptal hükmü yürürlüğe girinceye değin yürürlüğün askıya alınmasıdır. Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümlerinin, iptal kararlarının Resmi Gazete'de yayımlandığı tarihe kadar uygulanmasının istenilmediği durumlarda iptal kararı ile birlikte yürürlüğün durdurulması kararı verilerek yürürlüğü askıya alınmalıdır.
5766 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin yürürlüğünün durdurulmasına ilişkin kararın 14.05.2011 tarih ve 27934 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdiği görüldüğünden, 5766 sayılı Kanun ile 6183 sayılı Kanunda yapılan ve vergi borcundan sorumlu tutulan şahıslar hakkında önceden var olmayan bir takım yeni sorumluluk yolları ve yeni sorumluluk kriterleri getiren değişikliklerin, artık henüz tahsil edilmeyen amme alacakları için de geriye yürütülerek söz konusu alacakların tahsiline ilişkin olarak yapılacak işlemlere uygulanma imkanı bulunmamaktadır.
Bu nedenle, uyuşmazlığın, davacının sorumlu tutulduğu kamu alacağının ait olduğu dönemlerde yürürlükte bulunan 6183 sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun'un 35. maddesi uyarınca çözümlenmesi gerekmektedir.
6183 sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun'un vergisi uyuşmazlık konusu olan dönemlerde yürürlükte bulunan 35. maddesinde 4369 sayılı Kanun'un 21. maddesiyle yapılan ve 29.07.1998 tarihinde yürürlüğe giren değişiklikle, limited şirket ortaklarının, şirketten tahsil olanağı bulunmayan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu oldukları ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulacakları ifade edilmiştir.
Bu düzenlemeye göre, ödeme emri ile takip edilen kamu alacakları hangi vergilendirme dönemine ilişkin olarak tahakkuk etmiş ise, şirket hakkındaki kanuni takip yolları tüketilmek koşuluyla bunların ödenmemesinden de yine aynı dönemde ortak olan kişinin sadece ortak olduğu dönemlerle sınırlı olarak sorumlu olacağı sonucuna ulaşılmaktadır.
Öte yandan, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 10. maddesinde, tüzelkişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzelkişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirileceği, yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı, temsilciler veya teşekkülü idare edenlerin bu suretle ödedikleri vergiler için asıl mükelleflere rücu edebilecekleri hükmüne yer verilmiştir.
Türk Ticaret Kanunu'nun 540. maddesinin birinci fıkrasında, aksi kararlaştırılmış olmadıkça ortakların hep birlikte müdür sıfatıyla şirket işlerini idareye ve şirketi temsile mezun ve mecbur oldukları, ikinci fıkrasında ise şirket mukavelesi veya umumi heyet kararı ile şirketin idare ve temsilinin ortaklardan bir veya birkaçına bırakılabileceği belirtilmiştir.
213 sayılı Kanun'un 10. maddesi ile 6183 sayılı Kanun'un 35. maddesinin birlikte değerlendirilmesinden; limited şirketin vergi borcunun öncelikle şirketin mal varlığından tahsiline çalışılması, vergi borcunun şirketten tahsilinin olanaksız olduğunun tespit edilmesi halinde ise, vergilendirme ile ilgili ödevleri yerine getirmekle sorumlu bulunmasına karşın, bu ödevleri yerine getirmeyen kanuni temsilcilerin takip edilmesi gerekmekte, şayet kanuni temsilcinin varlığından da vergi borcu tahsil edilemezse, ancak bu aşamada ortağın ilgili olduğu döneme göre sermaye miktarı veya sermaye hissesi gözönünde bulundurularak takip edilmesi mümkündür.
İncelenen dosyada davalı idarece, vergi borcunun şirketten tahsilinin olanaksız hale geldiğinin anlaşılması üzerine şirketin kanuni temsilcisi adına ödeme emirleri düzenlendiği, daha sonra ortak olan davacının takip edildiği belirtilmiş olup; Vergi Mahkemesince, şirketten tahsil edilemeyen kamu alacağının şirket ortağına başvurulmadan önce şirketin kanuni temsilcisi nezdinde yapılan takibat neticesinde tahsilinin gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği hususunun araştırılması ve bunun sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiğinden, Vergi Mahkemesince böyle bir araştırma yapılmaksızın davanın reddine karar verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüne, Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına oybirliği ile karar verildi.
İlk Mahkeme Kararı Verildi! “Aynı Suçtan Dolayı İki Defa Ceza Verilemez!”
Vergi kanunlarımıza göre, örneğin, sahte fatura kullanan bir mükellefe yapılan değerlendirmeye göre bir ya da üç kat vergi ziyaı cezası, %10 özel usulsüzlük cezası ve hapis cezası istenebilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 7 no.lu Protokol 08.04.2016 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 28.03.2016 tarihli ve 2016/8717 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanmış ve Türkiye açısından Protokolün 9. Maddesi gereğince 01.08.2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
İstanbul Vergi Mahkemeleri önüne gelen bir olayda sahte fatura kullanıldığı gerekçesi ile hem vergi ziyaı hem de özel usulsüzlük cezası birlikte kesilemez demiştir. Mahkeme kararının gerekçesi aşağıdaki gibidir.
“…Kaldı ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 7 no.lu Protokol 08.04.2016 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 28.03.2016 tarihli ve 2016/8717 sayılı Bakanlar kurulu Kararı ile onaylanmış ve Türkiye açısından Protokolün 9. Maddesi gereğince 01.08.2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 7 no.lu Protokolün 7. Maddesi uyarınca, içerdiği hak ve güvenceler AİHS’ye ek hak ve güvenceler olarak işlem görecektir.
Anayasamızın “Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma” başlıklı 90’ıncı maddesinin son fıkrasında, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu kuralına yer verilmiş olup, bu kapsamda bulunan Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye ek 7 Numaralı Protokolün 4’üncü maddesinde ise hiç kimsenin aynı suçtan dolayı iki defa cezalandırılamayacağı düzenlenmiştir.
Nitekim, Avrupa İnsan hakları Mahkemesi 16.6.2009 tarihli Ruosalainen-Finlandiya davasında (Başvuru No:13079/03) verdiği kararda: başvuranın aynı olaydan dolayı iki defa para cezası ödemek zorunda kaldığı, başvurana uygulanan her iki müeyyidenin de cezai yaptırım olduğu, her iki yaptırımın da aynı olgular üzerine bina edildiği, dolayısıyla mükerrer işlem söz konusu olduğu ve sözleşmenin 7 numaralı protokolün 4. Maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir.
Dava konusu olayda da, davacı adına kesilen vergi ziyaı cezası ile özel usulsüzlük cezasının da cezai yaptırım olması ve her iki idari yaptırımın da aynı fiilden, sahte fatura kullanma fiilinden kaynaklanmış olması mükerrer cezalandırmaya sebep vermiş olup, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye ek 7 Numaralı Protokolün 4’üncü maddesi ihlal edilmektedir.
Bu nedenle, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmünde olup, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye ek 7 Numaralı Protokolün 4’üncü maddesi uyarınca hiç kimse aynı suçtan dolayı iki defa cezalandırılamayacağından sahte fatura düzenleme fiilinden dolayı mükerrer cezalandırmaya sebep veren özel usulsüzlük cezası bu yönüyle de hukuka aykırıdır…”
Söz konusu karar aynı suçtan (sahte fatura kullanma) ötürü vergi ziyaı cezası ile özel usulsüzlük cezası birlikte verilemez demiştir ama aynı gerekçe ile vergi ziyaı cezası ya da özel usulsüzlük cezası ile birlikte hapis cezası da verilemez.
Yukarıda gerekçesine yer verdiğimiz karar bu konudaki ilk karar olma özelliğine sahiptir ve çok yerinde bir karar olmuştur. Vergi Usul Kanunu 4 Ocak 1961 tarihlidir ve ceza sisteminin de güncele uyarlanması gerekir. Hapis cezası daha kısıtlı olmalıdır ve sahte fatura düzenleyenler ile defter ve belgelerini bilinçli olarak ibraz etmeyenler için korunmalıdır. Diğer mükellefler için hapis cezası tarafı mükelleflerin motivasyonlarını kaybetmelerine ve iş yapma konusunda isteksiz davranmalarına neden olmaktadır. Devletin amacı mükelleflerin motivasyonunu bozmak değil aksine mükelleflerin iş yapma isteklerinin önünü açmak olmalıdır. Mükellefler iş yaptıklarında devlet de vergisini almakta, istihdam ve katma değer yaratılmakta ve ekonomi büyümektedır.
Mahkemenin bu kararı sonrası “Türk Vergi Ceza Sistemi”nde ikili bir hukuksal yapı oluşmuştur. Bir yanda uygulamada olduğu gibi hem vergi ziyaı cezası, hem özel usulsüzlük cezası hem de hapis cezası birlikte istenecek hem de yukarıdaki mahkeme kararı gerekçesinde olduğu gibi mahkemeler aynı gerekçelerle bu üç cezanın birlikte uygulanamayacağı yönünde kararlar verebilecektir.
Vergi Usul Kanunu’nun güncellenmesi söz konusu ve bu yönde taslaklar daha önce yayımlanmıştı. Vergi Usul Kanunu değişirken veya bu değişiklik uzun sürecek ise değişiklik beklenmeden “Türk Vergi Ceza Sistemi” güncele ve çağa uygun hale getirilmelidir. Ekrem Öncü
Kadroya Alınan İşçilerden İşsizlik Sigortası Kesilecek
30 Günden Az Çalışanların Asgari Geçim İndirimi (AGİ) Hesaplaması
SGK Duyurdu! Yüz Binlerce İşçiyi Etkileyecek
Kamuda çalışan yüz binlerce taşeron işçi 2 Nisan 2018 tarihinde kadroya geçirildi. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/D bendi uyarınca sürekli işçi kadrosuna alınan taşeron işçiler için işsizlik sigortası primi ödenip ödenmeyeceği konusunda tereddüt yaşanıyordu. Bazı kurumlar işsizlik primi yatırırken, bazı kurumlar yatırmadı. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), bir genelgeyle belirsizliği ortadan kaldırarak, konuya açıklık getirdi.
Kamuda çalışan yüz binlerce taşeron işçi 2 Nisan 2018 tarihinde kadroya geçirildi. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/D bendi uyarınca sürekli işçi kadrosuna alınan taşeron işçiler için işsizlik sigortası primi ödenip ödenmeyeceği konusunda tereddüt yaşanıyordu. Bazı kurumlar işsizlik primi yatırırken, bazı kurumlar yatırmadı. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), bir genelgeyle belirsizliği ortadan kaldırarak, konuya açıklık getirdi.
Mevzuata göre, kamuda çalışanlar için işsizlik sigortası primi ödenmiyor. Örneğin, mali yılla sınırlı olarak sözleşme ile kamuda çalıştırılan 4/B kapsamındaki personel için işsizlik sigortası primi yatırılmıyor.
4/C’liler 4/B kadrosuna alınırken, taşeron işçiler, Devlet Memurları Kanunu’nun 4/D bendi uyarınca sürekli işçi olarak istihdam ediliyor. Taşeron işçilerin kadroya geçiş işlemleri, 2 Nisan 2018 tarihinde tamamlandı. Kurumlar, kadroya alınan taşeron işçiler için yüzde 1 çalışan, yüzde 2 işveren payından oluşan işsizlik sigortası primi yatırıp yatırmama konusunda tereddütte kaldı. Kimi kurumlar primi yatırırken, önemli bir kısmı yatırmadı.
GENELGE YAYIMLADI
Sosyal Güvenlik Kurumu, konuyu bir genelgeyle açıklığa kavuşturdu. SGK Başkanı Mehmet Selim Bağlı imzasıyla yayımlanan genelgede, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/D bendi kapsamında istihdam edilen personele 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtildi. Bu nedenle, kamu kurum ve kuruluşlarında kadroya geçirilen işçilerden 4/B bendi kapsamında istihdam edilenler için işsizlik sigortası hükümlerinin uygulanmayacağı, buna mukabil 4/D bendi kapsamında istihdam edilenlere işsizlik sigortası hükümlerinin uygulanacağı ifade edildi.
GERİYE DÖNÜK PRİM ÖDENECEK
Genelgede, kadroya geçirildikleri tarihten itibaren haklarında işsizlik sigortası hükümleri uygulanmamış olan personel için geriye dönük belge düzenlenerek, 23 Eylül’e kadar SGK’ya bildirilmesi gerektiği kaydedildi. Ödenmemiş işsizlik sigortası primlerinin de eylül ayı sonuna kadar ödenmesi halinde yükümlülüğün yasal süresinde yerine getirilmiş sayılacağı belirtildi.
İŞÇİLERE YANSITILACAK MI?
İşsizlik sigortası için brüt ücret üzerinden işçiler yüzde 1, işveren yüzde 2 oranında prim ödüyor. İki bin 500 lira brüt ücreti olan işçiden aylık 25 lira, işverenden 50 lira prim alınıyor. Geriye dönük uygulama dolayısıyla beş aylık primler topluca alınacak. Böylece, 2 bin 500 lira brüt ücreti olan işçi adına 125 lira, işveren adına da 250 lira prim eylül ayında topluca yatırılacak. İşçi adına yapılacak prim ödemesinin, ücrete yansıtılması bekleniyor. Ahmet Kıvanç
https://www.haberturk.com/kadroya-gecen-taseron-isci-issizlik-sigorta-primi-odeyecek-2134435-ekonomi
Eski Şirket Ortağından Şirkete Ait Defter Ve Belgelerin İstenmesi
213 sayılı VUK md. 134 hükmünde tanımlanmıştır. Vergi incelemesinin amacı ödenmesi gereken verginin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamak olarak tarif edilmiştir. Vergi incelemelerinde uyulacak usul ve esaslar hakkında yönetmelik 31.10.2011 tarih ve 28101 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre, vergi incelemelerinde incelemenin başlanması ve bitişi ile ilgili süre sınırlamaları getirilmiştir. Ancak burada, daha çok vergi incelemesi yerine defter kayıt ve belgelerin ibrazı ile ilgili konular üzerinde durulacaktır.
213 sayılı VUK ‘a göre incelemenin ne zaman yapılacağı mükellefe önceden bildirilmemektedir. Ancak yapılacak vergi incelemesi sırasında incelemeye başlama, defter ve belgelerin ibrazı ile ilgili konularda tebligat yapılmaktadır. 213 sayılı VUK md. 256 hükmüne göre mükellefler tarafından defter ve belgelerin (5) yıl saklanması ve bu süre içerisinde incelemeye yetkili olanlarca talep edilmesi halinde ibrazı zorunludur.[1]
Gerçek ve tüzel kişilerin defter ve belgeleri inceleme için ibrazın talep edildiği takdirde yetkilileri tarafından ibrazı zorunludur. Örneğin; 2009 yılında usulüne uygun pay devri yaparak ayrılan şirket ortağından 2015 yılında şirkete ait defter ve belgeler talep edilemez. Çünkü, defter ve belgeler şirket ortağı ile bağlı olmayıp, şirket merkezinde bizzat şirket tüzel kişiliği tarafından saklanması ve gerektiğinde de ibrazı zorunludur. Defter ve belgeleri saklama zorunluluğu genel olarak (5) yıldır. SGK açısından ve TTK açısından defter ve belgeler (10) yıl saklanmalıdır.[2]
Limited şirketlerde ve anonim şirketlerde şirkete ait defter kayıt ve belgeler vergi yasaları açısından (5) yıl yönetim kurulu veya ortaklar kurulu tarafından saklanması zorunludur.[3]Limited şirketlerde bu konuda görevli kimse şirket müdürüdür. Anonim şirketlerde ise, yönetim kurulu başkanı ve üyeleridir. Gerçek kişilerde ise, işin sahibi gerçek kişidir. Kollektif şirketlerde, kollektif şirketin yasal temsilcisidir. Adi ortaklıklarda ise, defter kayıt ve belgeleri tutmak, saklamak ve ibraz etmek zorunluluğu ortaklardan her ikisine aittir. Şirketin tasfiyeye girmesi halinde sadece tasfiye dönemi için defter ve belge ibraz zorunluluğu tasfiye memurlarına aittir. Vakıflarda veya derneklerde, derneklerin iktisadi işletmelerinde defter ve belge ibraz yükümü bunların yasal temsilcilerini aittir. Veli, vasi, kayyım atanması halinde atanan bu temsilciler nezdinde defter ve belge ibrazı bu kimselerden istenir (bkz. İzmir 1. Vergi Mah. Kararı E:2016/1060-K:2016/1393- Karar tarihi: 18.10.2016).
Şirket tüzel kişilikleri bir bütündür. Defter ve belgeler şirket merkezinde yasal süreleri dahilinde saklanır. 2009 yılında şirketten ayrılan ortak, ayrıldığı tarihten sonra defter ve belgeleri ibraz etme yükümlülüğü yoktur (bkz. İzmir Bölge İdare Mah. Kararı, 2 . Vergi Dava Dairesi E:2017/35-K:2017/237- Tarih: 07.02.2017). Ayrılan ortak şirketin defterlerini ayrılma esnasında yanında başka yere götüremez. Dolayısıyla, şirket tüzel kişiliğinin vergi incelemesi ile ilgili defter ve belgelerini şirket merkezinde kalması ve süreleri dahilinde yetkililere son kanuni temsilci tarafından ibrazı zorunludur. Defter kayıt ve belgelerin incelemeye sunulmaması re’sen takdir sebebidir. Ve ayrıca bu durum, 213 sayılı VUK mük. md. 355 hükmüne göre özel usulsüzlük cezasını gerektirir. Ceza kesilebilmesi için defter ve belgelerin resmi yazı ile istenmesi ve ibraz ödevi yerine getirilmemesi halinde ise bu durumu bir tutanak ile tespiti zorunludur. Vergi incelemesinin yapılması gereken yer mükellefin iş yeridir.[4]Mükellefin iş yeri kapalı ise veya iş yeri incelemeye uygun değil ise, bu durumda inceleme müfettişlik ofisinde yapılır. İnceleme ile ilgili defter ibraz yazısında bu gibi ayrıntılara yer verilmektedir. Nazlı Gaye Alpaslan
---------------
[1] ÜREL Gürol, “Vergi Usul Kanunu Uygulaması”, 2. Baskı, Mart 2007, Maliye ve Hukuk Yayınları, s. 439
[2] Zaman aşımına uğramış olsa bile, zararın ilgili olduğu yılın defterlerinin ibrazı gerekir. Yatırım indirimi yönünden (5) yılı aşkın bir süre var ise bu durumda da ilgili yılların defter ve belgeleri saklanmalıdır. GVK md. 42 kapsamındaki sari inşaat ve onarım işlemlerinde durum aynıdır. (Bkz. Danıştay 4. Daire 11.12.1972 gün ve E:1971 / 8097 – K:1972/7362 sayılı kararı) İlgili olarak bkz. Mehmet ARABACI, Vergi Dünyası Dergisi, Sayı:255, bilimsel çalışma
[3] Bir Danıştay kararında muhasebecinin şirketin defter ve belgeleri ile birlikte kayıplara karışması halinde bu durum mücbir sebep olarak kabul edilmemiştir. Ayrıca, defter ve belgelerin ibraz zorunluluğu devam edecektir. Bkz. Danıştay 4. Dairesinin 20.05.1998 gün ve E:1997/882 – K:1998/1799 sayılı kararı
[4] ÖZYER Mehmet Ali, “Vergi usul Kanunu Uygulaması”, 6. Baskı, Temmuz 2014, Maliye Hesap Uzmanları Derneği, s. 522
Tazminatta 1 Yıl Şartı
■ Ali Bey, özel sektöre ait bir fabrikada 9 aydır çalışıyorum. Firma küçülmeye gittiğinden beni işten çıkaracak gibi görünüyor. Benim tazminat alma hakkım var mı? 5Ö039240 Nolu SMS:
İş kanununa göre kıdem tazminatına hak kazanmak için bir yılı doldurmuş olmak gerekir. 1 yılı doldurmayanlar kıdem tazminatı alamaz. Ancak belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışmış iseniz işveren iş sözleşmenizin sone ereceğini önceden haber vermek zorundadır.
Eğer yazılı olarak size bildirimde bulunmamış ise size ihbar tazminatı ödemek zorundadır. 9 aylık çalışmanız var ise size 4 hafta önceden yazılı olarak bildirimde bulunması gerekir. Bunu yapmamış ise size 4 haftalık ücretiniz tutarında ihbar tazminatı ödemesi gerekir.
■ Ali Bey, işyerinin çeşitli nedenlerle başkasına geçmesi veya el değiştirmesi halinde işçilerin yıllık izin hakları bundan etkilenir mi?
İşyerinin çeşitli nedenlerle el değiştirmesi veya başkasına geçmesi halinde, bu işyerinde çalışan işçilerin yıllık ücretli izin haklarında bir değişiklik olmaz. Bir diğer ifade ile işverenin değişmesi, işçilerin yıllık ücretli izin haklarını ortadan kaldırmayacağı gibi devreden işveren yanında yapılan çalışmaları da bu anlamda geçersiz kılmaz. Devreden ile devralan arasında bu yükümlülüğün ortadan kaldırılacağına dair bir anlaşma yapılsa bile bu geçerli olmaz.
■ İşçi olarak çalışan birisinin aynı anda ikinci bir işte çalışması iş kanunu bakımından bir engel doğurur mu? İkinci işte çalışmak yasak mı? Adıma iki yerden sigorta primi yatsa sakıncası var mı? 5Ö643835 Nolu SMS:
Sayın Okurum, iş sözleşmesinde başka bir işte çalışma yasağı yoksa veya işveren işçinin başka bir işte çalışmasına izin vermiş ise işçi başka bir işte de çalışabilir. Adınıza iki yerden prim yatmasında SGK açısından sakınca yok.
Ancak işverenin ikinci işinizi yapmanıza izin vermesi gerekir. Böyle bir izni yoksa işveren bunu öğrendikten itibaren 6 iş günü içinde işçinin iş sözleşmesini tazminatsız olarak sona erdirebilir. Yasal olarak ikinci işte çalışmanın ya da iki yerden prim yatmasının sakıncası yok ama işverenin izni gerekir.
Ne zaman emekli olurum?
01.04.1961 doğumluyum, sigorta başlangıcım 01.07.1980, 3600 iş gününden ne zaman emekli olurum? 5Ö7988 Nolu SMS:
Prim gün sayınızın miktarını yazmamışsınız. 3600 prim günden emekli olabilmek için 60 yaşını tamamlamanız gerekmektedir. Dolayısı ile 3600 günü tamamlayarak 01.04.2021 tarihini beklemelisiniz. Ayrıca 5000 prim günü tamamlar tamamlamaz emekli olabilirsiniz. Ali Şerbetçi
https://www.takvim.com.tr/yazarlar/aliserbetci/2018/09/09/tazminatta-1-yil-sarti
Evde Bakıcı Çalıştırana Aylık 700 TL Prim Desteği
Okulların açılmasına sayılı günler kala bakıcı arayışına girenlere çok önemli bir teşvik var: Bu yıl ilk kez ay içinde 10 günden fazla ev hizmetlisi çalıştıracak kişilerin, ödemesi gereken 700 TL’lik primin tamamını devlet karşılıyor.
Yarın anaokulları, bir sonraki pazartesi de ilkokullar açılıyor. Bugünlerde ailelerde çocukların okuldan çıkış saatlerine göre evin düzeni ile ilgili planlamalar yapılmaya başlandı. Öte yandan çalışan ebeveynler için bakıcı arayışları da hız kazandı. Bakıcı çalıştıracak kişiler için belirli şartlar dahilinde SGK prim teşviki imkanı sağlanıyor. Desteğin miktarı 700 lira. Bakıcı için ödenmesi gereken prim miktarının tamamını devlet karşılıyor. Bu imkanla ailelerin bu konudaki masrafları önemli ölçüde azalıyor. Diğer yandan pek çok ev hizmetlisi de iş imkanı sağlanıyor. Ev hizmetlerinde çalışan kişilerin, ev sahipleri tarafından sigortalanması bir zorunluluk.
SGK’YA BİLDİRİLMESİ ŞART
Dolayısıyla evine gündelikçi alan, bakıcı veya ev hizmetlilerini haftanın belirli günlerinde veya yatılı olarak sürekli bir şekilde çalıştıran ev sahiplerinin bu kişiler için SGK’ya mutlaka bildirimde bulunmaları ve prim ödemeleri gerekiyor. Ev hizmetlerinde bir kişiyi ay içerisinde 10 günden az çalıştıranlar, bu yıl için günlük 1.35 TL’lik prim ödemek durumunda. Ev hizmetlisi olarak bir kişiyi bütün ay çalıştıran bir kişinin bu yıl için asgari ücret üzerinden 700.17 TL sigorta primi ödemesi gerekiyor. Ancak prim miktarını düzenli ödeyen ve SGK’ya borcu olmayan bir kişi için bu rakam 598.7 TL’ye düşüyor. İlk kez bu yıl ev hizmetlisi çalıştıracak kişiler için ise şu an uygulamada olan çok önemli bir teşvik bulunuyor.
TAMAMI DEVLETTEN
Bu yıl ilk kez ay içerisinde 10 günden fazla ev hizmetlisi çalıştıracak kişilerin, ev hizmetlisi için ödemesi gereken 700.17 TL’lik primin tamamı devlet tarafından karşılanıyor. Teşvikten faydalanan kişiler ev hizmetlisi için SGK’ya hiç prim ödemiyor. Yalnızca ev hizmetlisine ödenecek maaş yeterli oluyor.
Bu ay başlayan kasımda alabiliyor
Ay içerisinde 10 günden fazla ev hizmetlisi çalıştıracak bir kişi, üçüncü ayda teşvikten faydalanabiliyor. Yani eylülde ilk kez ayda 10 günden fazla ev hizmetlisi çalıştıran bir kişi kasımdan itibaren teşvikten yararlanabilecek. Destek için geçen yıl çalıştırılan kişi sayısına ilave istihdam edilme şartı var. Bu nedenle ilk kez ev hizmetlisi çalıştıranlar veya ikinci kişiyi alanlar yararlanabilir.
Son üç aydır işsiz olması gerekiyor
Teşvikten yararlanabilmek için ev hizmetlisinin işe başlamadan önceki son 3 ay içerisinde işsiz olması gerekiyor. Ev hizmetlisinin son 3 aydaki on güne kadar ki çalışmalar da teşvikten yararlanmayı engellemiyor. Teşvikten yararlanılması için ev hizmetlisinin emekli olmaması da gerekiyor. Emekli bir kişiyi ev hizmetlisi olarak çalıştıran kişiler teşvikten faydalanamıyor. Bunun dışında ev hizmetlisinin İŞKUR’a kayıtlı olması da teşvikten faydalanmak için şart. Teşvik yalnızca Türk vatandaşları için uygulanmıyor, yabancı bakıcılar da teşvikten faydalanabiliyor.
Süre 1.5 yıla kadar uzuyor
Bunun yanında ev hizmetlisi olarak çalıştırılacak 18 yaşın üzerindeki kadınlar için teşvik süresi 18 ay. Dolayısıyla son üç aydır işsiz olan 18 yaşından büyük bir kadını ilk kez 2018 yılında ev hizmetlisi olarak çalıştırmaya başlayan bir kişi 1.5 yıl boyunca prim teşvikinden faydalanabiliyor. Bu şekilde bir buçuk yıl boyunca yalnızca maaş ödeyerek SGK’ya hiç prim ödemeden bu kişinin çalıştırılması mümkün. Bir buçuk yıl boyunca SGK’ya primler devlet tarafından ödenecek. Okan Güray Bülbül
Taşınmazlara Yeniden Değerleme Yapılmasının Yönetim Muhasebesel Analizi
213 sayılı Vergi Usul Kanunu'na (VUK), 7144 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile eklenen geçici 31'inci madde uyarınca, bilanço esasına göre defter tutan tam mükellef gelir veya kurumlar vergisi mükelleflerine taşınmazlarını yeniden değerleme hakkı verilmiştir. Bu makalenin, yapılacak değer artışı üzerinden yüzde 5 vergi maliyeti olan yeniden değerleme hakkının kullanılıp kullanılmamasının işletmeye ne getirip, ne götüreceğinin yönetim muhasebesel analizi yapılarak, karar vericilere, yol gösterici nitelikte olması hedeflenmiştir.
Finans, sigorta, bankacılık, emeklilik, altın, gümüş işi ile uğraşanlar ile ticari defterlerini Türk Lirasından başka bir para birimi ile tutanlar hariç, aktiflerinde yer alan taşınmazlarının (geri kiralama ve kira sertifikasına konu olanlar ile taşınmaz ticareti ve inşaası ile devamlı surette iştigal edenlerin envanterlerindeki emtia niteliğindeki taşınmazlar hariç) değerlerinin Yİ-ÜFE değerindeki artış oranı dikkate alınmak suretiyle yeniden hesaplanmasına 30/09/2018 tarihine kadar müsaade edilmiştir.
Kanun metninde, “taşınmaz” olarak ifade edilen aktif varlıkların neleri kapsadığı, maddenin uygulamasının açıklanması amacıyla yayınlanan 500 sayılı Vergi Usul Kanunu Tebliği'nde, “Türk Medeni Kanunu'nun 704'üncü maddesi uyarınca arazi, tapu kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilen bağımsız ve sürekli haklar ile kat mülkiyeti kütüğüne kayıtlı bağımsız bölümleri” olarak tanımlanarak, kapsam oldukça daraltılmıştır. Oysa aynı kanunun gayrimenkuller başlıklı 269'uncu maddesinde, gayrimenkullerin mütemmim cüzüleri ve teferruatı, tesisat ve makinalar, gemiler ve diğer taşıtlar, gayrimaddi haklar; gayrimenkuller gibi değerlenir denilerek daha geniş bir kapsam hüküm altına alınmıştır. Taşınmaz ve gayrimenkul terimlerinin aynı anlama geldiği izahtan varestedir. Tebliğ, kanun metni ile çelişmekte ve kanunun tanıdığı bir hakkı kısıtlamaktadır. Mevzuat hiyerarşisinde, kanun, tebliğin üzerinde olduğundan, tapu kütüğüne kayıtlı olmayan ve 269'uncu maddede sayılan varlıkları yeniden değerlemek isteyen mükelleflerin yasal olarak bu haklarını kullanabiliyor olması gerektiği görüşündeyim.
Kapsama giren taşınmazların ve varsa bunlara ait amortismanların, 25/5/2018 tarihi itibarıyla yasal defter kayıtlarında yer alan değerlerinin, yeniden değerleme oranı ile çarpılması suretiyle, yeniden değerlemeden önceki değerleri ile arasındaki fark değer artışı olacaktır. Diğer bir ifadeyle, Değer artışı, taşınmazların yeniden değerleme sonrası ve yeniden değerleme öncesi net bilanço aktif değerleri arasındaki farktır. Net bilanço aktif değeri, taşınmazların bilançonun aktifinde yazılı değerlerinden, pasifte yazılı amortismanların tenzili suretiyle bulunan değeri ifade ediyor. Pasifte özel bir fon hesabında gösterilen değer artışı tutarı üzerinden %5 oranında hesaplanan vergi, yeniden değerleme işleminin yapıldığı tarihi izleyen ayın 25 inci günü akşamına kadar bir beyanname ile bağlı olunan vergi dairesine beyan edilir ve aynı süre içerisinde ödenir. Yani, eylül ayı içinde yapılacak değerlemelerden doğan vergi, 25 Ekim’e kadar beyan edilip ödenmesi gerekiyor. Taşınmazlarını bu madde kapsamında yeniden değerlemeye tabi tutan mükellefler amortismana tabi kıymetlerini, yapılan yeniden değerleme sonrasında bulunan değerleri üzerinden amortismana tabi tutmaya devam ederler.
Her taşınmazın aktife alınış tarihi farklı olduğundan, yeniden değerleme katsayısı ve değer artışı farklı olacaktır. Taşınmazımızın değer artış tutarının 1 milyon TL olduğunu farz ederek analizimize başlayalım. Yüzde 5, yani 50 bin TL vergiyi ertesi ayın 25’ine kadar ödersek, taşınmazımızın kayıtlarımızdaki değerini 1 milyon TL artırabileceğiz. Bilançomuzu daha güçlü görünür hale getirebileceğiz. Bu taşınmazı satmamız halinde, 1 milyonu maliyet olarak, vergiye tabi safi kazancın hesabında indirim olarak kullanabileceğiz. Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 5/1-e maddesi uyarınca, en az 2 yıl aktifte bulunan taşınmazların satılması halinde kurumlar vergisinin % 50’si istisna olduğundan, doğacak vergiden 220 bin TL'nin (1 milyon TL X 0.22 Kurumlar Vergisi oranı) ’nin % 50’si olan 110 bin TL’lik bir tasarruf yapabiliyor olacağız. Yani, 50 bin TL masrafın karşılığında 110 bin TL gelir elde edeceğiz.
Peki bu taşınmazı hemen satmayı düşünmüyor isek, yeniden değerleme yapmak işletmemiz için hala rasyonel bir eylem midir? Zira, peşin ödeyeceğimiz 50 bin TL’nin zaman değeri olacaktır. Belki kredi kullanacağız, belki nakit fazlamız varsa mevduat veya başka bir yatırım olarak kullanmaktan vazgeçerek alternatif maliyete katlanacağız.
Mevcut para piyasası koşullarında, vergi sonrası faiz maliyetini yüzde 16 olarak kabul edersek, 50 bin TL maliyetin, bileşik faizi ile beraber, ancak 5 inci yılın sonunda 110 bin TL’ye ulaştığını görürüz. Yani, 5 yıl içinde taşınmazı satarsak, yeniden değerleme yapmak işletmemiz için karlı olacaktır. (Faiz oranı artarsa veya işletmemizin para maliyeti daha yüksekse, bu süre kısalacaktır). 5 inci yıldan sonra satmamız halinde, yeniden değerleme yapma maliyeti, kazanmış olduğumuz vergi avantajını aşacağından yeniden değerleme yapmak işletmenin aleyhine olacaktır.
Yukarıdaki hesaplamada, değer artışı sonrası amortisman gideri dikkate alınmamıştır. Bu nedenle, arsa ve arazi gibi, amortisman hesaplanmayan taşınmazlar için geçerli olacaktır. Aşınma ve yıpranmaya tabi olup, dolayısıyla değerlerinin itfa edilmesine müsaade edilen bina,yol, dükkan, mağaza, fabrika binası gibi aktif varlıkların süresi farklı olacaktır. Örneğin, beton binanın amortisman süresi 50 yıl olduğundan, normal amortisman yöntemini seçen bir işletme, geçici vergi dönemleri dahil, yıllık olarak 20 bin TL’lik (1 milyon TL/50 yıl) amortisman giderini defterlerine kaydedebilecek, 20 bin TL’lik gider ise yıllık 4.400 (20.000 X 0.22) TL vergi tasarrufu sağlayacaktır. 50.000 TL maliyete katlanarak, taşınmazın yeniden değerlemesi ve artan değer üzerinden hesaplanan amortisman gideri ile ilk yıl, 4.400 TL kurumlar vergisinden tasarruf edilmiş olacaktır. Her yıl bu şekilde vergi avantajı sağlanması ve 50 bin TL’nın bileşik faizi ile netlemesi sonucu, 10'uncu yılda maliyet ile yeniden değer artışından sağlanan vergi avantajı eşitlenecektir. Yani, 11'inci yıla kadar taşınmazın satılması halinde, yeniden değerleme yapılması, işletmenin lehine olacak, aksi halde, 50 bin TL’nin toplam maliyeti, yeniden değerleme sonrası oluşacak 110 bin TL vergi avantajını aşacağı için işletmenin aleyhine olacaktır. Amortisman süreleri 40 yıl ve daha kısa olan varlıklar ile azalan bakiyeler (hızlandırılmış amortisman) yönetimini seçen mükellefler için süre sınırı olmaksızın yeniden değerleme yapmaları lehlerine olacaktır. Bir iktisadi değer üzerinden normal amortisman usulüne göre amortisman ayrılmasına başlandıktan sonra bu usulden dönülemez.
İşletmeler yukarıda verilmeye çalışılan mantık içinde her bir taşınmaz için hesaplamasını yapıp, aynı taşınmazları ne zaman elden çıkarmayı planladıklarını da gözönüne alarak, yeniden değerleme yapıp yapmayacaklarına karar vermelidirler.
30/09/2018 tarihine kadar yeniden değerleme yapılması halinde, izleyen ayın 25’ine kadar beyan edilerek, vergisinin ödenmesi gerekecek. Ödenen vergi, gelir ve kurumlar vergisinden mahsup edilmez, gelir ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak kabul edilmez. Beyanın zamanında yapılmaması ya da tahakkuk eden verginin süresinde ödenmemesi halinde bu imkan faydalanılamaz. Pasifte özel bir fon hesabında gösterilen değer artışı tutarının, sermayeye ilave edilme dışında herhangi bir şekilde başka bir hesaba nakledilen veya işletmeden çekilen kısmı, bu işlemin yapıldığı dönem kazancı ile ilişkilendirilmeksizin bu dönemde gelir veya kurumlar vergisine tabi tutulur. Hasan Alevli
İhracat Bedellerinin Yurda Getirilmesinde Eskiye Dönüş
Ekonomik konjonktürde yaşanan döviz darboğazı, Türk Parasının Kıymetini Koruma mevzuatındaki düzenlemeleri de etkiledi ve 4 Eylül 2018 tarihli Resmi Gazete’de İhracat Bedelleri Hakkındaki Tebliğ yayınlanarak ihracat bedellerini yurda getirmek yeniden zorunlu hale getirildi.
Aslında bir anlamda pek çok ihracatçıyı da şaşırtan bir gelişme oldu bu durum. Zira ihracatta kambiyo hesaplarını kapatma yükümlülüğü en son 2008 yılında yapılan bir düzenleme ile kaldırılmış ve ihracat bedellerinin yurda getirilmesinin zorunlu olması uygulamasına son verilmişti. Dolayısıyla yazının başlığında da belirttiğim üzere bir anlamda eskiye dönüş yapıldı. Peki İhracat Bedellerinin Tahsili ile ilgili yayımlanan 2018-32/48 sayılı Tebliğ hangi düzenlemeleri getirmekte. Hadi hep birlikte kısaca bir göz atalım.
Tebliğ neler getiriyor?
Öncelikle Tebliğin getirdiği en temel değişiklik yazımızın giriş kısmında da belirtildiği üzere ihracat bedellerinin artık yurda getirilmek zorunda olması. Bu konuda ise ihracatçılara tanınan süre eşyanın fiili ihraç tarihinden itibaren 180 gün. Zaten 2008 yılından önceki düzenlemede de aynı süre mevcuttu. Dolayısıyla bu anlamda tanınan süreye çok da şaşırmadık. Ancak sıkı durun, getirilen esas yenilik başka bir konuda. Bundan böyle getirilen ihracat bedellerinin % 80’i ise bir bankaya satılmak zorunda.
Tebliğ ihracat yapılmadan bedeli peşin olarak tahsil edilen dövizler ile ilgili olarak da, ihracatın 24 ay içerisinde gerçekleştirilmesi şartını getirmekte. Dolayısıyla ihracatçı bedelini peşin olarak tahsil ettiği ihracat bedeli için 24 ay içerisinde mal ihracını tamamlamak zorunda. Ancak dâhilde işleme izin belgesi ve vergi, resim ve harç istisna belgesi kapsamında ihracatta ve ihracat sayılan satış ve teslimler ile döviz kazandırıcı hizmet ve faaliyetlerle ilgili olarak sağlanan peşin dövizlerin kullanım süresi belge süresi (ek süreler dahil) kadar olacak.
Tebliği’in yürürlük süresi ise 6 ay olarak belirtilmiş. Bundan uygulamaların ilk etapta geçici bir süre dahilinde uygulanmak istenildiği anlaşılmakta.
Bankalara da ayrıca yükümlülük?
İhracat bedellerinin zamanında yurda getirilmesinden ve bu bedellerin bankalara satılıp zamanında ihracat hesaplarının kapatılmasından elbette birinci derecede ihracatçılar sorumlu. Ancak söz konusu Tebliğ’in 6’ıncı maddesi bu anlamda ihracata aracılık eden bankalara ihracat bedellerinin yurda getirilmesini ve satışının yapılmasını izleme yükümlülüğü getirmekte. Bu kapsamda bankalar süresinde kapatılmayan ihracat hesaplarını ilgili vergi idaresine 5 iş günü içinde bildirmek zorundalar.
İhracat bedelleri zamanında yurda getirilmez ise yaptırımı ne?
Tebliğ’de ihracat bedellerinin öngörülen sürede yurda getirilmemesi veya getirilip de bankalara satılmaması halinde hangi yaptırımların uygulanacağı belirtilmemiş. Dolayısıyla bu konu ile ilgili şu an için net birşey söylemek mümkün değil. Ancak Tebliği’in “Yetki” başlıklı 11’inci maddesinde Hazine ve Maliye Bakanlığı’na uygulama ile ilgili genel bir düzenleme yapma yetkisi verilmiş. Bu sebeple belirtilen yükümlülüklere uymayanlar ile ilgili yaptırımların anılan Bakanlık tarafından yapılacak ikincil bir düzenleme ile ortaya konulacak olması kuvvetle muhtemel.
Sonuç
İhracat bedelleri üzerinde ihracatçının serbest tasarruf hakkının bulunmasından bedelin yurda getirilmesi ve büyük bir kısmının bankaya satılmak zorunda olunmasına geçilmesi elbette 2008 yılından önceki sürece dönüş anlamı taşıyor. Bu anlamda ihracatçı bir yandan ihracatını yapacak bir yandan da bedelinin gelip gelmediğini takip edecek ve ilgili banka ile vergi idaresi de kendine düşen yükümlülükleri yerine getirecek. Fatih Uzun
https://www.dunya.com/kose-yazisi/ihracat-bedellerinin-yurda-getirilmesinde-eskiye-donus/427028