Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

03.08.2018 tarihli ve 30498 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 7146 sayılı Kanun’un 11 inci maddesiyle yapılan değişiklik sonucu, insan sağlığına ilişkin işlerde sağlık meslek mensubu olarak çalışan ve insan sağlığı için koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde çalışanlar fiili hizmet süresi zammı (Yıpranma) kapsamına alınmıştı.

Buna göre, 03.08.2018 tarihinden itibaren insan sağlığına ilişkin işlerde 4/a (SSK) sigortalısı olarak çalışan sigortalılardan sağlık meslek mensubu sayılmak ve insan sağlığı için koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde çalışmak şartıyla bu kapsamda geçen sürelerinin her 360 günü için 60 gün fiili hizmet süresi zammı beş yılı geçmemek üzere toplam prim ödeme gün sayılarına eklenmeye başlanacak.

Söz konusu işlerde en az 3600 gün çalışılması halinde ise toplam prim ödeme gün sayısına ilave edilen fiili hizmet süresi zammının yarısı emeklilik yaş hadlerinden indirilebilecek.

Fiili Görev Şartı Var

5510 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesi kapsamında sayılan iş veya görevlerde çalışan sigortalıların fiili hizmet süresi zammından yararlanabilmesi, işin risklerine maruz kalınmasına bağlı bulunduğundan, doğrudan işin kontrolü ve denetim görevini üstlenen ve/veya idareci konumunda olan sağlık meslek mensupları, insan sağlığı için koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde fiilen çalışmadıkları sürece fiili hizmet süresi zammından yararlandırılmayacak.

Fiili hizmet süresi zammı kapsamında bildirim yapılabilmesi, işin riskine maruz kalınmasına bağlı olduğundan, başhekim gibi işin idareciliğini üstlenen bir hekim her ne kadar sağlık meslek mensubu sayılsa da doğrudan insan sağlığı için koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde çalışmadığı sürece fiili hizmet süresi zammından faydalandırılmayacak. Bu nedenle, başhekim olarak görev yapan kimseler için sadece, insan sağlığı için koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde fiilen çalıştıkları süre kadar fiili hizmet süresi zammı kapsamında bildirim yapılması gerekecek.

Fiili hizmet süresi zammı kapsamında olan işyerlerinde çalışan sigortalıların çalışılan ayın bazı günlerinde kapsam dışı işlerde geçen süreleri ile kapsamda olan işlerde fiilen çalışmayarak işin riskine maruz kalmadıkları 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda belirtilen tatil günleri ile yıllık izin, ücretsiz izin, ücretli izin, sıhhi izin ve eğitim kurs süreleri Fiili hizmet süresi zammı hesabında değerlendirilmeyecek.

Fiili hizmet süresi zammı kapsamında olan sigortalıların işin riskine maruz kaldıkları süreler ve işin riskine maruz kalmadıkları süreler için farklı aylık prim ve hizmet belgeleri düzenlenerek SGK’ya bildirim yapılması gerekiyor.

Ayda Azami 26 Gün

Fiili hizmet süresi zammı kapsamındaki işyerlerinden SGK’ya fiili hizmet süresi zammı kapsamında yapılan bildirimler için e-bildirge programında her ay için azami 26 gün hizmet bildirimi kontrolü bulunduğundan, sağlık çalışanları için ayda 26 günden fazla hizmet bildirimi yapılamayacak.

Değişiklik 03.08.2018 tarihinden itibaren yürürlüğe girdiğinden 2018 yılı Ağustos ayında tam çalışması bulunan sağlık meslek mensupları için 03.08.2018 tarihinden itibaren fiili hizmet süresi zammı kapsamında en fazla bildirilebilecek gün sayısı, 25 olacak.

Kamu işyerlerinde işsizlik sigortasına tabi olmayan sigortalılar için 2018 yılı 7 nci aya (15 Temmuz – 14 Ağustos) ait aylık prim ve hizmet belgeleri gönderilirken; 03.08.2018 tarihinden itibaren 12 gün fiili hizmet süresi zammına kapsamına girebilecek nitelikte çalışmanın bulunduğu varsayıldığında, fiili hizmet süresi zammı gün sayısı 11 gün olacak.

Örneğin Özel (A) hastanesinde “Doktor/Tabip” olarak görev yapan sigortalının 2018 yılı Eylül ayında hafta tatili hariç tam çalışması varsa bu sigortalı için 2018/09 dönemine ait Aylık Prim ve Hizmet Belgesi/Muhtasar ve Prim Hizmet Beyannamesi ile toplamda 30 günü geçmeyecek şekilde (29) numaralı belge türünden azami 26 gün, (01) numaralı belge türünden de asgari 4 gün hizmet bildirilmesi gerekecek.

Sağlık Çalışanı İçin Net Yıpranma

Böylece yılda bir ay yıllık izin kullanan bir sağlık çalışanı yılda en fazla 286 gün FHZ’ye tabi çalışırken yılda toplam 48 gün FHZ kazanabilecek ve en az 3600 gün FHZ’ye tabi çalıştıktan sonra yılda 24 gün yaştan indirim elde edebilecek. Yılda maksimum 286 günden 3600 günü tamamlama koşulunun 12 yıl 7 aydan önce gerçekleşmeyeceği dikkate alınırsa emeklilik yaşı 2031 yılı Mart ayında dolacak olanlar için bir anlam ifade etmeyecek. 2031 yılı Mart ayından sonra yaşı dolduracak olan sağlık çalışanları ancak FHZ etkisiyle daha erken emekli olabilecek.

Ay İçinde Giriş-Çıkış Yapanların Yıpranması

Öte yandan, ay içinde işe girişi ya da işten çıkışı olanlar için fiili hizmet süresi zammına tabi belge türleri ile bildirimi yapılacak azami gün sayısı, sigortalı adına o ay bildirilecek toplam prim ödeme gün sayısının 30’a bölünmesi ile çıkan sonucun 26 ile çarpılmasıyla bulunması, gün kesirlerinin bir gün kabul edilmesi gerekiyor.

Örneğin sigortalı 17.09.2018 tarihinden itibaren özel (B) hastanesinde “Acil tıp teknisyeni” olarak göreve başlamış olsun. Sigortalının işe girdiği 17.09.2018 tarihinden o ayın son gününe kadar ki sürede toplam prim ödeme gün sayısı 14 olacağından bu sigortalının çalışmasından dolayı fiili hizmet süresi zammına esas azami gün sayısı, (14/30) x 26 =11,13 olacak. Hesaplamada gün kesirleri bir gün kabul edileceği için bulunan gün sayısı 12 kabul edilecek.

Kısmi Çalışanların Yıpranması

Yine örneğin özel (C) hastanesinde “Diyetisyen” olarak görev yapan sigortalı; hastane ile yapmış olduğu kısmi süreli iş sözleşmesine istinaden ayda fiili olarak 90 saat çalışmakta olsun. Bu çalışma saatinin günlük çalışma saatine bölünmesi suretiyle bulunan gün sayısı (90 / 7,5 = 12) olacak. Ayda 12 günlük çalışmaya karşın 2 günlük FHZ kazanmış olacak.

Kısa Vadeliye FHZ Yok 

Kısa vadeli sigorta kollarına tabi çalışanlarla yaşlılık aylığı bağlandıktan sonra, sosyal güvenlik destek primine tabi çalışanlar fiili hizmet süresi zammından yararlanamayacak.

Diğer İş Kollarında Çalışan Sağlıkçıların FHZ’si

Çalışan tabip, hemşire gibi fiili olarak yaptığı bu iş de bu sağlık işi ise görev yaptığı yer otel gibi diğer iş kollarından biri olsa bile yıpranma hakkından faydalanabilecek. Böyle işyerlerinin FHZ kapsamında tanımlanması işleminin de ilgili sosyal güvenlik il müdürlüğü/sosyal güvenlik merkezi işveren servisleri tarafından yapılması gerekiyor. Şevket TEZEL  This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=9204

Pazartesi, 17 Eylül 2018 09:36

İŞKUR’ Dan Toplum Yararına İstihdam

Geçtiğimiz günlerde üç bakanlığın devreye girmesiyle daha güvenilir ve temiz okullar projesi başlatıldı. Esasen İŞKUR tarafından uygulanan ve özellikle bazı bölgelere ciddi şekilde katkısı olan Toplum Yararına Çalışma Programında yeni bir dönem başlayacak.

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, İçişleri Bakan Süleyman Soylu ile Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk önderliğinde "Okullar ve Çevresinin Daha Güvenli Hale Getirilmesine Yönelik İş birliği Protokolü" imzalandı.

İŞKUR bünyesinde uygulanan Toplum Yararına Çalışma Programı kapsamında okullarda güvenlik ve temizlik personeli istihdam edilecek. "Güvenli Okul Güvenli Gelecek" ilkesi uygulanıyorken diğer yandan 80 bin kişi istihdam edilerek gelir elde etmeleri sağlanacak.

Buna göre yeni eğitim öğretim döneminde Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlı okulların temizliği, bakım ve onarımına yönelik 60 bin kişilik, güvenlik hizmetleri için ise 20 bin kişilik toplum yararına programlar düzenlenecek.

***

Toplum yararına çalışma nedir?

Toplum yararına çalışma, İŞKUR’un aktif işgücü politikalarından biridir. 
Programın hedefi, işsizliğin yoğun olduğu dönemlerde veya yerlerde bir iş ya da hizmetin gerçekleştirilmesi yoluyla özellikle istihdamında zorluk çekilen işsizlerin işgücü piyasasına uyumlarını gerçekleştirmek ve bunlara geçici gelir desteği sağlamaktır.

***

Hangi alanlarda toplum yararına program düzenlenebilir?

Toplumun yararı gözetilen alanlar mevzuatta tek tek sayılmıştır. 
Çevre temizliği, kamusal altyapının yenilenmesi, Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlı resmi okullarda çevre düzenlemesi, Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlı resmi okullarda bakım onarım ve temizlik işleri yapılması, restorasyon, tarihi ve kültürel mirasın korunması, ağaçlandırma, park düzenlemeleri, vadi ve dere ıslahı, erozyon engelleme çalışmaları alanlarında toplum yararında program düzenlenebilir.

Düzenlenecek programın konusu, hiçbir şekilde kamunun ortak kullanım alanları dışında özel mülkiyet ya da özel kullanıma tahsis edilmiş alanlar olamaz.

***

Toplum yararına programlarda ücret…

Program kapsamında istihdam edilenlere günlük asgari ücret miktarının katılım sağlanan gün sayısı ile çarpımı sonucu bulunacak miktar ödenir. Ay içerisinde tam çalışması olan katılımcı aylık asgari ücret alır. Yapılacak ödemenin hesaplanmasında, hafta tatili günleri de dikkate alınır ve bu günlere ait ücret tam ödenir. İbrahim Işıklı

https://www.dunya.com/kose-yazisi/iskurdan-toplum-yararina-istihdam/427751

Pazartesi, 17 Eylül 2018 09:28

Fazla Çalışma

Yazın bitip sonbaharın gelişiyle birlikte çalışma hayatı da tekrar eski yoğunluğuna döndü. Bu yoğunluk uzun süreli çalışmaları da beraberinde getiriyor. Çoğu zaman çalışma haftalık çalışma süresinin içine sığmıyor daha geç saatlere hatta hafta sonlarına yayılabiliyor. Kanunen bir işçinin haftalık çalışma süresi 45 saat, bunun aşılması halinde fazla çalışma başlıyor. Bunun anlamı ise yapılan bu fazla çalışmanın ayrıca ücretlendirilmesi gerektiği. Çalışan yaptığı her bir saatlik fazla çalışmaya karşılık bir buçuk saatlik ücrete hak kazanıyor.

Günümüzde birçok işveren fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olduğuna ilişkin sözleşmeler imzalatıyor. Fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olması ancak iki durumda geçerli olarak kararlaştırılabilmektedir.

Bunlardan ilki, çalışanın kendi çalışma süresini kendisi belirleyen işveren vekili konumunda olmasıdır. İşverenin o kişinin çalışma süresinin tespitinde etkisi olmamalı. Çalışanın kendi çalışma süresini belirlemesi herhangi bir çalışma düzenine veya işyerinin açılış ve kapanış saatlerine tabi olmadan istediği kadar çalışabilmesini ifade etmektedir.

Yargıtay bir işçinin bu kapsama girebilmesi için işyerinde hiyerarşik olarak üstünde kimsenin olmamasını, işyerinin yönetiminin bu işçide olmasını arıyor.  Bu çalışanlar için fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olduğunu değil, fazla çalışma hesaplanmaması gerektiğini ifade ediyor.

Yüksek ücret varsa...

Fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olarak kararlaştırılabileceği ikinci durum ise çalışanın ücretinin aynı işi yapan emsal çalışanlara göre önemli ölçüde yüksek belirlenmiş olmasıdır.

Çalışan o ay fazla çalışma yapsın veya yapmasın fazla çalışma ücretine hak kazanacaktır. Özellikle asgari ücret bağlamında, çalışanın aylık asgari ücret aldığı durumlarda fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil şekilde sözleşmede kararlaştırılamayacağını, bu şekilde kararlaştırılmış olsa bile sözleşme hükmünün geçersiz olduğunu vurguluyor. Çünkü asgari ücretin en az çalışma süresine karşılık belirlendiği, buna fazla çalışma ücretinin dahil olduğunun kabulünün asgari ücretin temeline aykırı olacağını ifade ediyor.

Daha yüksek ücret alan çalışanlar açısından da emsal ücret kavramına atıfta bulunuyor. Emsal ücret aynı veya benzer sektörlerde aynı veya benzer işi yapan çalışanların aldığı genel ücret düzeyi. Emsal ücretin tespiti zor olduğundan çoğunlukla çalışanın ücretinin belirli bir seviyenin üstünde olması halinde, fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olduğu kabul ediliyor.

Sadece 270 saate kadar

Fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olması çalışan ne kadar süre çalışırsa çalışsın sürekli aynı ücreti alması gerektiği anlamına gelmemektedir. Yılda 270 saatten fazla süreyle çalışılması hukuka aykırı olmakla birlikte, birçok işyerinde bunun çok daha üzerinde fazla çalışma yapılıyor. 270 saatin aşılmasının çalışana kıdem tazminatını alarak iş sözleşmesini haklı nedenle derhal feshetme imkanı tanıdığını veya olası bir denetimde işverene yaptırım uygulanabileceğini ayrıca unutmamak gerekiyor. İşte böyle 270 saati aşarak yapılan fazla çalışmalar varsa, fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olduğu durumlarda dahi yıllık 270, aylık 22.5 saati aşan sürelerin ücretinin aylık ücrete dahil olmadığı kabul edilmektedir. Bu sürenin ücretinin ödenmesi gerekmektedir.

Hafta tatili dahil mi?

Hafta tatilinde yapılan çalışmalar, aylık ücrete dahil olan fazla çalışma kapsamında değerlendirilmemektedir. Çalışanların 7 günlük zaman diliminde kesintisiz 24 saat dinlendirilmesi ve en fazla 6 gün çalıştıktan sonra 1 gün izin kullanması gerekmektedir. Aynen 270 saatte olduğu gibi, hafta tatilinde yapılan çalışmanın aylık ücrete dahil olan fazla çalışma haricinde bir çalışma olduğunu kabul etmektedir. Hafta tatilindeki çalışmanın ücreti ayrıca ödenmelidir.

Bu şartlar sağlanmadan fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil kabul edilmesi halinde, işveren yaptırımlarla karşılaşacaktır. Çalışan ücretinin eksik ödenmesi nedeniyle iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilecek, kıdem tazminatına hak kazanacaktır. Cem Kılıç

 http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/fazla-calisma-ve-ucretler-2743456/

Çırak ve stajyerlere erken emeklilik olanağı sağlayacak yasa teklifinin hazırlandığını belirten Tüketici Başvuru Merkezi Sosyal Güvenlik Uzmanı Ali Duman, teklif yasalaştığında emeklilikte çıraklık ve stajyerliğe başlangıç tarihinin dikkate alınabileceğini söyledi.

Yüz binlerce kişiye erken emeklilik yolunu açacak yasa teklifine ilişkin olarak soruları yanıtlayan Tüketici Başvuru Merkezi (TBM) Sosyal Güvenlik Uzmanı Ali Duman, TBMM'ye sunulan çırak ve stajyerler için hazırlanmış yasa teklifleri incelendiğinde, mağduriyetin sona erebilmesi için iki farklı yöntem üzerinden tasarlandığını söyledi ve ekledi:

Bunlardan ilki, çırak ve stajyerlerin mesleki eğitimi aldığı dönemdeki ilk sigorta girişlerinin emeklilik açısından da giriş kabul edilerek, daha erken emekli olmalarının sağlanmasıdır. Diğeri ise çırak ve stajyerlikte geçen sürelerin borçlanılmak suretiyle SGK girişlerinin geçerli olmasına yöneliktir.

Ülkemizdeki çalışma hukuku, 14 -15 yaş aralığında olanların çocuk işçi, 15 - 18 yaş aralığında olanların genç işçi, 18 yaşından büyük olanların da işçi statüsünde çalışabileceği kabul eder.

Yasal olarak çocuk, genç ya da normal işçinin bir günlüğüne dahi olsa herhangi bir iş yerinde çalışmaya başlaması halinde SGK kapsamına alınması mecburidir. 16lı yaşlara erişmiş mesleki eğitim ve öğretimde haftanın ortalama üç gününü iş yerinde çalışarak geçiren çırak ya da stajyerin çalışmasının, sadece iş kazası ve meslek hastalığı açısından kabul edilmesi, emeklilik açısından kabul edilmemesi hukuksal olarak önemli hak kayıplarına yol açıyor.

2008 yılında 5510 sayılı kanunla gelen güncel yaş haddi değişikliği yürürlüğe girmeden önce, daha erken emekli olabilmeleri için içlerinde tanınmış kişilerin aile ve yakınlarının da bulunduğu bebek yaşta sigortalı yapılanlara hem SGK hem de tüm kamuoyu tanık olmuşken, 16lı yaşlara gelmiş, haftanın üç gününü iş yerinde geçiren gerçek emekçi çırak ve stajyere erken emeklilik hakkı verilmemesi anlamsız kalıyor ve haksızlığa neden oluyordu.

Geçmişte Sosyal Sigorta mağdurları fazla dikkate alınmadığını söyleyen Duman, sözlerini şöyle sürdürdü:

Son 15 yılda yapılan düzenlemelerle Sosyal Güvenlik alanında birçok mağduriyetin önüne geçilmesi hedeflenmişken, çıraklık ve staj dönemi çalışmalarının emeklilikte dikkate alınmaması, emeklilik süresi açısından yüzbinlerce çalışanın mağduriyetine neden oluyordu.

TBMM'ye sunulan Yasa teklifleri ile Türkiye'de yüz binlerce mağdurun sorunlarının dikkate alınacağı görülmektedir. Böylelikle emekli olurken çıraklık ve staj döneminin dikkate alınmaması nedeniyle oluşan mağduriyetin son bulacağı bu Yasa teklifinin komisyonda görüşülerek vatandaş lehine bir an önce karara bağlanması milletin ve mağdurların doğal beklentisi haline geldi.

Ülkemizdeki emeklilikle ilgili hizmet borçlanmaları incelendiğinde askerlik, doğum ve yurtdışı çalışması gibi borçlanmaya esas kabul edilen sürelerin 18 yaşından sonra gerçekleştiği, çırak ve stajyerlik sürelerinin ise 16lı yaşlarda olması sebebiyle borçlanma yöntemi yerine çırak ve stajyerlerin bu çalışmalarının normal bir çalışma olarak değerlendirilmesi daha erken ve daha kolay şekilde emekli olmalarına hak sağlamış olacak.

Emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) gibi yüz binlerce çırak ve stajyerin de hak kayıplarını ortadan kaldıracak yeni yasa tekliflerini ve düzenlemeleri aktarmaya ve değerlendirmelerimizi kamuoyu ile paylaşmayı sürdüreceğiz.

http://www.milliyet.com.tr/yasa-ile-ciraklik-suresi-de-ekonomi-2743613/

Hasılat esaslı vergilendirme yönteminde ödenecek KDV’nin hesaplanmasında; elde edilen hasılat ve bu hasılat üzerinden hesaplanan KDV esas alınmakta, mal ve hizmet alımı ve giderler nedeniyle yüklenilen KDV dikkate alınmamaktadır. Bu yönüyle yöntem hizmet sektöründe faaliyet gösteren işletmeler ve serbest meslek erbabı için daha uygulanabilir ve tercih edilir mahiyettedir. Zira söz konusu mükelleflerde mal ve hizmet alımı ve giderler nedeniyle yüklenilen KDV alım-satım veya imalat yapan mükelleflere göre tutar olarak daha azdır.

Diğer taraftan yöntemin tercih edilmesi, kapsama alınacak sektör ve meslek grupları ile bunlar için belirlenecek oranlara bağlı bulunmaktadır. Zira yöntemin tercih edilmesinin uygulamayı daha basitleştirmesi yanında, mevcut yöntemle ödenecek KDV’ye göre vergi avantajı sağlamasına bağlı olduğu açıktır. Bu hususun sağlanması ise hizmet sektöründe faaliyet gösteren mükellefler ve serbest meslek erbabı için daha kolaydır. Zira alım-satım yapan ve imalatçı işletmelerde mal ve hizmet alımı ve giderler nedeniyle yüklenilen KDV tutarı hasılat esaslı vergilendirme yönteminin avantajını azaltmaktadır.

Hasılat esaslı vergilendirme yönteminde sadece mükellefin elde ettiği hasılat tutarından hareket edilmekte ve ödenecek KDV’nin gelir veya kurumlar vergisi yönünden elde edilen kazançla herhangi bir bağı bulunmamaktadır. Genelde dönem faaliyet sonucu zarar olan bir mükellefin bu dönemde yüklenilen KDV’si, hesaplanan KDV’den daha fazladır ve ödenecek KDV’si olmaz. Yeni yöntemi seçen ve zarar eden bir mükellef KDV ödeyeceği halde, zarar eden ve mevcut usulde kalan bir mükellef KDV ödemeyecektir. Ayrıca yeni yöntemde hesaplanan KDV üzerinden de vergi hesaplanacak olması, belli bir tutarda vergi mükerrerliği olacağını göstermektedir.  

Hasılat esaslı vergilendirme yönteminin belge düzeninin daha sağlıklı olmasına katkı sağlaması, hesaplanan KDV’si yüklenilen KDV’den daha fazla olan mükelleflerde ödenecek vergiyi azaltmak amacıyla sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge kullanılmasını önlediği ölçüde söz konusu olacaktır. Bu nedenle yöntemin tercih edilmesi ve beklenen faydayı sağlaması, büyük ölçüde kapsama alınacak mükellefler ve uygulanacak oranların belirlenmesine bağlıdır. 

Yeni vergilendirme yöntemi hasılatı esas aldığından, satışa ilişkin belge düzenlenmeyerek hasılatın gizlenmesi halinde beklenen fayda tam olarak sağlanamayacaktır. Bu nedenle hasılatın gizlenmesini önleyecek otokontrol yöntemlerine de ihtiyaç bulunmaktadır.

Yöntemi tercih edenler dönem içinde yüklenilen vergileri işlemin mahiyetine göre gider veya maliyet olarak dikkate alacaktır. Örneğin amortismana tabi iktisadi kıymet alımı nedeniyle yüklenilen KDV’nin iktisadi kıymetin maliyetine dahil edilmesi söz konusu olursa, yüklenilen KDV amortisman yoluyla gider yazılabilecek, bu durum kazanç vergisi matrahını artıracağından yöntem tercihini olumsuz etkileyebilecektir.

Ayrıca yeni 38. maddenin uygulanmasına yönelik bazı belirsizliklerde söz konusudur. Örneğin mevcut vergilendirme yönteminden yeni yönteme geçecek mükelleflerin beyannamelerinde devreden KDV olması halinde bu tutarın nasıl bir işleme tabi olacağı konusunda açıklık yoktur. Bu durum uygulama başladıktan bir süre sonra mevcut yöntemden yeni yönteme geçecek bütün mükellefler için söz konusu olabilecektir. Ancak yeni yöntemde yüklenilen KDV gider yazılacağı için, yeni yöntemden mevcut yönteme geçişte devreden KDV olmayacaktır.

KDVK’ya yeni eklenen 38. maddede Maliye Bakanlığı maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkili kılınmıştır. Maliye Bakanlığı muhtemelen genel tebliğ bazında yapacağı açıklamalarla söz konusu usul ve esasları belirleyecektir. Mehmet Emin AKYOL* Yaklaşım / Eylül 2018 / Sayı: 309

Yargıtay, patronunun hakareti nedeniyle işten ayrılan işçiye kıdem tazminatı ödenmesi gerektiğine hükmetti.

Ankara'da çalıştığı iş yeri sahibinin küfürlü hakaretine mâruz kalan işçi, işi bırakarak 5. İş Mahkemesi'ne başvurdu.

Davacı işçi, iş akdinin haksız olarak feshedildiğini, işe girmesinde referans olan şahıs ile davalının arasında sıkıntılar çıkınca kendisine karşı olumsuz tutum ve tavır sergilendiğini öne sürdü.

İşverenin kendisini gördüğü her yerde hakaret ve küfrettiğini, fesih günü de işverence hakaret edilerek işten kovulduğunu ileri süren işçi, kıdem ve ihbar tazminatları ile genel tatil, hafta tatili ve fazla mesai alacaklarını talep etti. Mahkemede savunma yapan davalı patron ise, davacının devamsızlık yaptığını savunarak davanın reddini istedi.

Mahkeme, davalının iş sözleşmesini fesihte haklı olduğuna hükmetti. Bunun üzerine davacı işçi kararı temyiz etti. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, emsâl bir karara imza atarak, davalı işverenin hakareti üzerine davacının 6 günlük kanuni süre içerisinde iş akdini iş yerine gelmemek şeklinde eylemli olarak feshettiğine hükmetti. Mahkemece kıdem tazminatının kabulü gerekirken reddedilmesinin yasaya aykırı olduğuna dikkat çeken Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, mahkeme kararını bozdu.

Kaynak: İHA

Pazar, 16 Eylül 2018 10:35

Vergi Uygulamasında Müstahsil Makbuzu

Müstahsil makbuzu, 213 sayılı VUK’nun 235. maddesine göre, birinci ve ikinci sınıf tüccarlarla, kazancı basit usulde belirlenenler ve defter tutmak zorunda olan çiftçilerin, gerçek usulde vergiye tabi olmayan çiftçilerden aldıkları malların bedelini ödedikleri sırada düzenlenir.[1]

Çiftçilerden avans üzerine yapılan tarımsal ürün alımlarında, makbuz malın teslimi sırasında verilir.

Müstahsil makbuzlarının düzenlenme zamanları ve makbuzlarla ilgili vergi hukuku yönünden dikkate edilecek önemli hususlar aşağıda maddeler halinde belirtilmiştir.

  1. Müstahsil makbuzu mutlak surette çiftçiden münhasıran zirai ürün alımı esnasında 2 nüsha olarak düzenlenir.
  1. Çiftçiden avans üzerine yapılan tarımsal ürün alımlarında, makbuz malın teslimi sırasında verilir.
  1. Müstahsil makbuzu tarımsal ürün bedelinin ödenmesi sırasında asgari 2 nüsha düzenlenir ve makbuzda en az aşağıdaki bilgiler yer alacaktır:[2]
    1. Makbuzun tarihi ve malın satın alan tüccar veya tüccarın soyadı, adı, unvanı ve adresi,
    2. Malı satan çitçinin soyadı, adı ve ikametgah adresi,
    3. Satın alınan malın cinsi, miktarı ve bedeli
  1. Müstahsil makbuzunda ürünü satan çiftçinin TC nosu veya varsa potansiyel vergi kimlik nosu gösterilmelidir.
  1. Ürünü satan çiftçinin sosyal güvenlik kaydı yoksa makbuz üzerinden %2 SGK kesintisi yapılır.
  1. Emanet suretiyle zirai ürün alımlarında ise; satış tam anlamıyla gerçekleşmekte ve vergi kesintisi de zirai ürünün teslim tarihi sırasında yapılması gerekmektedir.
  1. Tarımsal ürünlerin alımı sırasında müstahsile ödenecek ürün bedelinin 320 Seri Nolu VUK GT’ye göre bankadan geçirilmesi zorunlu değildir. Ancak, mübayaa yapan tüccarın bu ödemeyi çiftçiye banka kanalıyla havale, EFT veya PTT kanalıyla yollanmasında yarar olabilir. Çünkü, zirai işletmelerin mevcut mal stoğunu belgelendirmek amacıyla, fiktif isimler altında müstahsil makbuzu tanzim edildiği görülebilmektedir. Bu nedenle, ödemelerin tüccar tarafından mutlaka banka sistemi üzerinden ve ilgili çiftçinin TC numarasını gösterir alıcı hesabına yollanması sahte fatura iddiasını ortadan kaldıracaktır. Keza, Danıştay 3. Dairesi tarafından verilen bir kararda; zirai ürünün hangi tarihte satın alındığı, alım sırasında bedelinin ödenip ödenmediği hakkında bir tespitte bulunmadan salt müstahsil makbuzu düzenlenmediğinden bahisle ve üreticilere ödeme yapılmadığı hususunda tespiti içermeyen tutanağa dayanılarak kesilen özel usulsüzlük cezasında yasaya uygunluk görülmediği şeklinde karar verilmiştir.
  1. Gerçek usulde vergilendirilmeyen çiftçilerden üretim yerinden yapılan alımlarda kesin miktarı tespit edilemeden ödeme yapılmakta daha sonra yapılan tartım işleminden sonra ek bir ödeme daha yapılmak suretiyle alım tamamlanmaktadır. Bu durumda hem üretim yerindeki ödeme için hem de kesin tartıdan sonraki ek ödeme için ayrı ayrı müstahsil makbuzu düzenlenmesi gerekmektedir.
  1. Bir fabrikayı kiralamak suretiyle zirai ürünü işleyen mükellefler, çiftçilerden satın aldıkları zirai ürünler için gelir vergisi tevkifatı yapmak zorundadırlar. Bu kişiler, çiftçi dışındaki kişilerden satın aldıkları zirai ürünler için yapılması gereken gelir vergisi tevkifatından da müteselsilen sorumlu olacaklardır. Ayrıca, bu ürünlerle ilgili gelir vergisi tevkifatının yapılmamış olması halinde, kiralanan sınai işletmenin sahip ve yöneticileri de ödenmemiş vergi ve buna bağlı ceza ve gecikme faizlerinden müteselsilen sorumlu tutulabileceklerdir. (164 Seri Nolu GVK GT) Nazlı Gaye Alpaslan

NOT, 480 sıra nolu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile tevsik zorunluluğunda değişikliğe gidilmiş ve “ Gerçek usulde vergiye tabi olmayan çiftçilere ait ürünlerin, 18/5/2004 tarihli ve 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu kapsamında kurulan ticaret borsalarına mezkur Kanunun 46 ncı maddesinde belirtilen süreler dahilinde tescil ettirilerek gerçekleşen satışlarına ilişkin tahsilat ve ödemelerin, aracı finansal kurumlar kanalıyla yapılması zorunluluğu” kaldırılmıştır.

https://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/vergi-uygulamasinda-mustahsil-makbuzu/haber-21521

----------------

[1]ALPASLAN N. Gaye, Makale, Görüş ve İncelemeler 2, NGA Hukuk Yayınları, İzmir 2018

[2]Bkz. GÜRBOĞA Erkan – ATABEY Tuncel, Vergi Kılavuzu, İzmir SMMM Odası Yayını, İzmir, Kasım 2008, s.231-232.

Danıştay’da temyizen müracaat edilebilmesi için mutlak surette üst makamlardan temyiz için muvafakat yani izin almak zorundadırlar. Başka bir ifade ile, vergi mahkemesi tarafından verilen bir kararının idare aleyhine neticelenmesi halinde bu kararın Danıştay’da temyizi gerekecektir. Dolayısıyla Danıştay’da da temyiz davası açılabilmesi için idarenin yani vergi dairesinin üst makamından muvafakat alarak bu kararı ancak temyiz edebilecektir. Uygulamada vergi daireleri muvafakat almadan temyiz davası açmaları olanaksızdır. Ancak zaman zaman uygulamada muvafakat alınması kimi zaman ihmal edilmekte veya muvafakat almaksızın temyiz davası açıldığı zaman zaman görülmektedir. Vergi daireleri tarafından, temyiz dilekçelerinde; temyiz edilen kararla ilgili olarak bilgiler kısmında Maliye Bakanlığı tarafından veya Maliye Bakanlığının yetkili kıldığı mali örgüt tarafından verilen muvafakatnamenin tarih ve sayısının da zikredilmesi gerekecektir. Muvafakatname alından yapılan temyiz başvurularının reddi ilgili mahkeme tarafından reddedilmektedir. Kimi zaman da duruma göre davayı kaybeden taraf bu kararı temyizde bir sonuç alınamayacağı kanaatine vardığı takdirde anılan kararı temyiz etmeyebilir.

Vergi daireleri vergi mahkemesi tarafından verilen bir kararı temyiz edebilmek için almış oldukları bu muvafakatı da temyiz dilekçelerine eklemek zorundadırlar. Temyiz dilekçesinde eklenmeyen muvafakatname dolayısıyla idarenin temyiz istemi Danıştay tarafından geri çevrilmektedir.

Öte yandan, 2577 sayılı İYUK’nun 48. maddesine göre temyiz müracaatlarında muvafakatname koşulu da bulunmaktadır. itiraz veya temyiz başvurusunda, davayı kısmen veya tamamen kaybeden taraf bulunabilir(1). Karşı taraf ise, davayı kısmen veya tamamen kazanan taraftır. Davayı kazanan taraf, lehine olan kararın veya kararınlehine olan hüküm fıkrasının temyizen bozulmasını isteyemez(2). Böyle bir istemde bulunmakta herhangi bir menfaati yoktur. Dolayısıyla; temyize gelen (veya itiraz başvurusunda bulunan) tarafın, kararı (veya ilgili hüküm fıkrasının) bozulmasını istemekte menfaatinin bulunması gereklidir(3).

İtiraz ve temyiz başvurusunda, ancak, davanın tarafları bulunabilir(4); müdahil, tek başına itiraz veya temyiz başvurusunda bulunamaz; ancak, katıldığı tarafla birlikte hareket edebilir(5).

Temyiz ve itiraz aşamasında da, davaya taraf olma ehliyeti ve davayı takip ehliyetinin bulunması zorunludur(6). Aksi halde, başvuru, tıpkı ilk derece davasında olduğu gibi, incelenmeksizin reddedilir. Bu bakımdan; ilk derece mahkemesindeki davanın sonuçlanmasından sonra, davayı takip ehliyetini yitiren; örneğin, hacir altına alınan ve vasi tayin edilen (gerçek kişi) davacılar adına, kanuni temsilcilerinin itiraz ya da temyiz başvurusunda bulunması gereklidir. Aynı şekilde; ilk derece mahkemesi kararının verildiği tarihten sonra, tasfiyesi sona eren ve ticaret sicilinden silinerek tüzel kişiliği sona eren şirketin, aleyhine verilen bu kararın bozulması istemiyle temyiz talebinde bulunması olanaklı değildir(7). Tüzel kişiler adına düzenlenen itiraz veya temyiz dilekçesinde imzası bulunanların, başvuru tarihinde, tüzel kişiliği temsil yetkilerinin bulunması zorunludur. İlk derece mahkemesinin karar tarihi ile kanun yolu başvurusunda bulunan tarih arasında kanuni temsilcilerinde değişiklik olan tüzel kişi adına, başvuru dilekçesinin yeni kanuni temsilci veya temsilciler tarafından imzalanması gereklidir(8).

213 sayılı VUK’nun kapsamına giren vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümlerin ve bunların zam ve cezalarının tarh, tahakkuk ve kesme işlemlerine karşı açılan davalarda verilen kararlara karşı, aleyhine karar verilen vergi idarelerince temyiz başvurusunda bulunulabilmesi için, duruma göre, Maliye Bakanlığının veya ilgili valiliğin muvafakatının alınmış olması gereklidir. Anılan kanunun 377. maddesine göre, muvafakat vermeyen yetkili makam, vergi daireleri için, Maliye Bakanlığı veya yetkilendireceği defterdarlıklar; il özel idareleri ve belediyeleri için ise, ilgili valiliktir. Temyiz başvurusunda bulunan vergi idaresi (vergi daireleri, il özel idareler ve belediyeler) açıklanan şekilde alınan muvafakatnameyi temyiz dilekçesine eklemek zorundadır. İYUK’nun 48. maddesinin 3622 sayılı kanunla değiştirilmeden önce, muvafakatname olmadan temyiz başvurusunda bulunulması halinde, muvafakatnamenin, Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 2.7.1985 gün ve E:1985/4-K:1985/5 sayılı kararı uyarınca, temyiz istemi hakkında karar verilinceye kadar dosyaya ibrazı mümkündü. Aksi takdirde; vergi idaresinin temyiz başvurusu incelenmeksizin reddedilirdi(9). Bugün anılan maddeye göre işlem yapılması gerekmektedir(10).

Öte yandan, bir başka Danıştay kararında: “Bu durumda, vergi dairesi başkanlıklarının faaliyete geçirildiği 16.09.2005 tarihinden sonra açılan davalarda, 5345 sayılı kanunun 24. maddesine göre, vergi uyuşmazlıklarını takip ve yargısal işlem yapma yetkisi, vergi dairesi başkanlıklarına, bu başkanlıkların bulunmadığı yerlerde vergi dairesi müdürlüklerine ve aynı kanunun geçici 5. maddesi kapsamındaki vergi dairesi müdürlüklerine aittir. 5345 sayılı kanunda, dava takip ve yargısal işlemler yapma yetkisinin, yetkinin sahibi olduğunu açıkladığımız idari birimler tarafından alt idari birimlere devrine izin veren bir düzenleme yoktur. Kanunun Gelir İdaresi Başkanlığının merkez teşkilatını oluşturan başkan ve başkanlık yöneticilerinin astlarına yetki devrine izin veren 27. maddesini ise, taşra teşkilatını oluşturan vergi dairesi başkanlıkları ile bu başkanlıkların bulunmadığı yerlerde vergi dairesi müdürlüklerinin, bu amaçla kendilerine dayanak almaları mümkün değildir(11). Nazlı Gaye Alpaslan

https://www.hurses.com.tr/av-nazl-gaye-alpaslan/vergi-dairelerince-temyiz-talebinde-yazili-olur-kosulu/haber-21501

------------

(1) Dnş. 7. D. nin 29.11.2005 gün ve E:2005/5272-K:2005/2960 sayılı kararı : Temyizen bozulması istenilen kararın verildiği ilk derece davasının tarafı olmayan şirketin, bu karara karşı temyiz başvurusunda bulunamayacağı hk.
(2) Candan Turgut, “Açıklamalı İdari Yargılama Usul Kanunu”, Maliye ve Hukuk Yayınları, 2. Baskı, Ekim, 2006, s.926-928

(3) Dnş. 9. D. nin 9.12.1982 gün ve E: 1982/188-K:1982/5126 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, S.50-51, sh.386; Dnş.3.D. nin 23.12.1987 gün ve E:1987/656-K:1987/2911 sayılı kararı; Dnş. 9.D. nin 5.2.1986 gün ve E:1984/813-K:1986/364; Temyiz incelmesinin, ilk derece yargı yerinin kararıyla hukuki menfaati zedelenen tarafın başvurusu üzerine yapılacağı, lehine karar verilenin temyiz isteminin incelenemeyeceği hk.; Dnş. 6. D. nin 9.5.1988 gün ve E:1987/1606-K:1988/652, Danıştay Dergisi, S.72/73, sh.373: Kanun yollarına, ancak, hukuki yarar bulunması halinde başvurulabileceği, lehine sonuçlanan bir davada idarenin temyiz isteminde bulunamayacağı hk.; Dnş. 7. D. nin 21.9.1999 gün ve E:1998/2480-K:1999/3001; Lehe olan hüküm fıkrasının temyizinde, davacının menfaatinin bulunmadığı hk.

(4) Dnş. 7. D. nin 5.10.1999 gün ve E:1999/368-K:1999/3195 sayılı kararı; Davada taraf olmayanın, verilen kararın temyizini istemeyeceği hk.; Dnş. 5. D.nin 6.12.1988 gün ve E:1988/2122-K:1988/2856 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, S.74-75, sh.320; Dnş. 8. D. 27.5.1991 gün ve E:1991/715-K:1991-1997, Danıştay Dergisi, S.84-85, sh.609 aynı yolda kararları.

(5) Dnş. 8. D.nin 16.9.1985 gün ve E:1985/595-K:1985/759, Danıştay Dergisi, S.60/61, sh.366; Müdahilin katıldığı tarafla birlikte hareket etmesi yasa kuralı olduğundan, tek başına yaptığı temyiz başvurusunun ehliyet yönünden reddi gerekeceği hk.; Dnş. 6. D. nin 25.4.1994 gün ve E:1993/4593-K:1994/1594, Danıştay Dergisi, S.90, sh.678: Müdahilin yanında davaya katıldığı belediye başkanlığının temyiz isteminde bulunmadığı anlaşıldığından, müdahilin isteminin incelenmeksizin reddi gerektiği hk.

(6) Dnş. 7. D. nin 19.11.2002 gün ve E:2000/5830-K:2002/3620: Adi ortaklık olan ve tüzel kişiliği bulunmadığı için taraf olma ehliyeti de olmayan iş ortaklığı adına temyiz başvurusunda bulunulamayacağı hk.; Dnş. 10. D. nin 26.12.2003 gün ve E:200/6026-K:2003/5391, Danıştay Kararları Dergisi, Y.2, S.5, 2004, sh.263: Medeni hakları kullanma ehliyetinin, davanın her aşamasında bulunması gerektiği hk.

(7) Dnş. 7. D. nin 2.10.2002 gün ve E:2002/2963-K:2002/3068: Tüzel kişiliği sona eren şirketin, temyiz aşamasında da temsil edilemeyeceği hk.

(8) Dnş. 7. D. nin 8.3.2004 gün ve E:2004/351-K:2004/631: İflası nedeniyle tasfiyeye giren şirketin önceki kanuni temsilcisinin, şirket adına, temyiz başvurusunda bulunmayacağı; tasfiye memurunun, başvuruda bulunması gerektiği hk.

(9) Dnş. 7. D. nin 17.6.2004 gün ve E:2004/1611-K:2004/1862: Maliye Bakanlığının temyiz başvurusunda bulunulması için muvafakatname verilmesini reddettiği anlaşıldığından, vergi dairesi müdürlüğünün temyiz isteminin incelenmeksizin reddi hk.

(10) Dnş. 7. D. nin 7.12.2005 gün ve E:2005/3407-K:2005/3166, Danıştay Dergisi, Y.36, S.112, 2006, sh.219.

(11) Dnş. 7. D. nin 21.9.2006 gün ve E:2006/2174-K:2006/2494 sayılı kararı.

Cumartesi, 15 Eylül 2018 22:28

Teknik İflas 2023 Sonuna Kadar Ertelendi

Anonim ve limited şirketlerle sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin, sermaye kaybı veya borca batık olma durumlarında uygulayacakları usul ve esaslar düzenlendi.

Ticaret Bakanlığının, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 376'ncı Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Tebliğle, anonim ve limited şirketlerle sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin sermaye kaybı veya borca batık olma durumlarında uygulayacakları usul ve esaslar belirlendi.

Buna göre, son yıllık bilançodan, sermayeyle kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının ya da üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı durumlarda genel kurul toplanarak söz konusu durum görüşülecek.

Yönetim organı, genel kurula uygun gördüğü iyileştirici önlemleri, son bilançoyu genel kurula sunarak, şirketin finansal yönden bulunduğu durumu bütün açıklığıyla ve her ortağın anlayabileceği şekilde anlatacak.

Şirketin mali durumundaki kötüleşmesini ortadan kaldırmak veya en azından etkilerini hafifletmek amacıyla, yönetim organı, uygun gördüğü sermayenin tamamlanması, sermaye artırımı, bazı üretim birimlerinin veya bölümlerinin kapatılması ya da küçültülmesi, iştiraklerin satışı, pazarlama sisteminin değiştirilmesi gibi iyileştirici önlemleri genel kurula sunup, açıklayacak.

Genel kurul, sunulan iyileştirici önlemleri aynen kabul edebileceği gibi değiştirerek de kabul edebilecek ya da sunulan önlemler dışında başka bir önlemin uygulanmasına karar verebilecek.

Sermaye artırılması veya azaltılması

Sermayeyle kanuni yedek akçeler toplamının en az üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kalması halinde, toplantıya çağrılan genel kurul, sermayenin üçte biriyle yetinilmesine, sermaye azaltımı yapılmasına, sermayenin tamamlanmasına veya artırılmasına karar verebilecek.

Kurul, sermayenin üçte biriyle yetinmeye karar verdiği takdirde sermaye azaltımını kanunlar çerçevesinde yapabilecek.

Sermaye azaltımında yönetim organı, alacaklıları çağırmaktan, bunların haklarının ödenmesinden veya teminat altına alınmasından vazgeçebilecek.

Sermayenin tamamlanması, ortakların tamamı veya bazı ortaklar tarafından yapılabilecek.

Yitirilen kanuni yedek akçelerin tamamlanmasına gerek olmayacak.

Sermayenin tamamlanmasına karar verilmesi halinde ise her ortak, zarar sebebiyle karşılıksız kalan tutarı kapatacak miktarda parayı vermekle yükümlü olacak, payı oranında tamamlamaya katılabilecek ve verdiği parayı geri alamayacak.

Ayrıca yapılan ödemeler, gelecekte yapılacak sermaye artırımı için avans olarak nitelendirilemeyecek.

Bilanço zararlarının kapatılması için getirilen yükümlülükler uyarınca yapılan ödemeler öz kaynaklar içerisinde sermaye tamamlama fonu hesabında toplanarak takip edilecek.

Sermayenin zararı sonucu ortaya çıkan kayıp kadar azaltılmasıyla birlikte, eş zamanlı olarak istenilen tutarda artırımına da karar verilebilecek ve artırılan sermayenin en az dörtte birinin ödenmesi şart olacak.

Sermayenin azaltılmasına gidilmeden de artırımı yapabilecek ve bu şekilde yapılacak sermaye artırımında sermayenin en az yarısını karşılayacak tutarın tescilden önce ödenmesi zorunlu olacak.

Genel kurulun sermayeyle kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kalması halinde belirtilen tedbirlerden birine karar vermemesi halinde şirket kendiliğinden kapanacak.

Tasfiye işlemleri

Kendiliğinden sona eren şirketin tasfiye işlemleri için tasfiye memuru atanmadığı durumda, tasfiye yönetim kurulu tarafından yapılacak.

Tasfiye memurları, pay sahiplerinden veya üçüncü kişilerden olabilecek.

Şirketin, feshine mahkeme karar verdiği durumda tasfiye memuru mahkemece atanacak.

Temsile yetkili tasfiye memurlarından en az birinin Türk vatandaşı ve Türkiye'de ikamet ediyor olması gerekecek.

Şirketin, borca batık durumda bulunduğu şüphesini uyandıran işaretler varsa, yönetim organı, aktiflerin hem işletmenin devamlılığı esasına göre hem de muhtemel satış fiyatları üzerinden bir ara bilanço çıkartarak, bu bilanço üzerinden aktiflerin şirket alacaklarını karşılamaya yetmediğine karar vermesi ve tedbirleri almaması halinde şirketin iflası için mahkemeye başvuracak.

Şirketlerin sermaye kaybı veya borca batık olma durumları, Türkiye Muhasebe Standartlarına, kavramsal çerçevede yer alan muhasebe ilkelerine, bunların ayrılmaz parçası olan yorumlara uyarak ve bunları uygulayarak yapılan finansal tablolara göre değerlendirilecek.

Başka bir şirketle birleşme

Sermaye kaybı veya borca batık durumda olan şirket, kaybolan sermayeyi karşılayabilecek tutarda, serbestçe tasarruf edilebilen öz varlığa sahip bulunan bir şirketle birleşebilecek.

Birleşmeye taraf olan bir şirketin, sermayesiyle kanuni yedek akçeleri kaybolmuş veya borca batık durumda olması halinde, birleşmeye taraf olan diğer şirketin kaybolan sermayeyi veya borca batıklık durumunu karşılayacak miktarda serbestçe tasarruf edebileceği öz varlığa sahip bulunduğu ve buna ilişkin tutarların, hesap şekli de gösterilerek doğrulandığı veya belirtilen durumların mevcut olmadığının doğrulandığı yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir raporuyla ortaya konulacak.

Devrolunan şirketlerin denetime tabi olması halinde bu rapor, denetime tabi şirketin denetçisi tarafından da hazırlanabilecek.

Sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin yapılan hesaplamalarda, henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı zararları dikkate alınmayabilecek. Kaynak: AA

6102 Sayılı Türk Ticaret Kanununun 376 ncı Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ (Kur Farkı Zararlarının Dikkate Alınmaması)

Cumartesi, 15 Eylül 2018 13:44

özdoğrular 15 Eylül 2018 e-Bülten

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • AK Parti'den Açıklama Geldi: Genel Sağlık Sigortası (GSS) Borçları Silinecek AK Parti Grup Başkanvekili Usta, AK Parti grubunun Meclis Başkanlığı'na…
  • TAM İSTİSNA KAPSAMINDA YÜKLENİM KDV İADESİ ANALİZİ * Yüklenilen KDV’nin Yüklenildiği Dönem İle İadenin Talep Edildiği Dönem…
  • İTUS, HİS , ATU KAPSAMINDA KDV İADE HADLERİ İndirimli Teminat Uygulama Sistemi ( İTUS) Hızlandırılmış İade Sistemi (…
Top