Mehmet Özdoğru
E-Sigorta Sözleşmesinin E-Devletten Onaylanması ve Aktivasyon İşlemleri
T.C.
SOSYAL GÜVENLİK KURUMU BAŞKANLIĞI
Sigorta Primleri Genel Müdürlüğü
Sayı : 99779835-202.99-E. 11899985
Tarih: 14/09/2018
Konu : E-Sigorta Sözleşmesinin E-Devletten Onaylanması ve Aktivasyon İşlemleri
GENEL YAZI
Bilindiği üzere işverenler tarafından Kuruma olan yükümlülüklerin yerine getirilmesi Kurumdan alınan e-Sigorta kullanıcı adı ve şifresi vasıtasıyla yapılmaktadır.
Diğer taraftan, Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin “İşyeri Bildirgesi” başlıklı 27 nci maddesinde,
“İşyerinde, Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi veya (c) bendi kapsamında sigortalı çalıştıran, sigortalı çalıştırılan bir işyerini devir alan ya da bu nitelikte işyeri kendisine intikal eden işveren, Kanunun 11 inci maddesinde belirtilen sürelerde vermekle yükümlü olduğu örneği Ek-6 ve Ek-6/A’da bulunan işyeri bildirgesini Kuruma elektronik ortamda göndermek zorundadır.”
denilmek suretiyle, gerek yasal süresi içerisinde gerekse yasal süresi dışında Kuruma gönderilen işyeri bildirgelerine ilişkin bildirimlerin elektronik ortamda yapılması zorunlu hale getirilmiş olup, buna bağlı olarak yasal süresi geçmiş işyeri bildirgelerinin de işverenlerce internet ortamından gönderilmesine ilişkin program düzenlemeleri tamamlanarak işletime alınmıştır.
Yine yapılan düzenlemeyle, e-sigorta kullanıcı kodu ve şifresi alınması amacıyla yapılacak başvurular, işyeri bildirgesinin gönderilmesi sırasında işyeri tescil ekranlarında yer alan “e-Sigorta Kullanıcısı Bilgileri” kısmının doldurulmasıyla yapılabilecek ve e-Bildirge aktivasyon işlemleri işverenlerce/yöneticilerce/kullanıcılarca “e-Sigorta Sözleşmesi” nin e-Devlet üzerinden onaylanması suretiyle otomatik olarak gerçekleştirilecektir.
Ancak, söz konusu işlemlerin e-Devlet vasıtasıyla yapılabilmesi için, tüzel özel işyerleri yönüyle sisteme kaydedilen tüm yöneticilerinin, adi ortaklık/iş ortaklığı işyerleri yönüyle sisteme kaydedilen tüm işverenlerin/ortakların gerçek kişi olması gerekmektedir.Aksi halde aktivasyon işlemleri, e-Bildirge hizmetleri internet kullanıcı kodu ve kullanıcı şifresi başvuru formu ve e-Sigorta sözleşmesinin imzalanarak ilgili üniteye verilmek suretiyle yapılmaya devam edilecektir.
Buna göre, e-Bildirge aktivasyon işlemlerinin sistem üzerinden yapılarak e-Bildirge kullanıcı kodu ve şifresinin ilgiliye e-Devlet vasıtasıyla gösterilebilmesi için,
1- İşyeri tescil işleminin gerçekleştirilmesini müteakip,
-Gerçek kişi işyerleri için işverenin,
-Tüzel kamu işyerleri için yöneticinin,
-Tüzel özel işyerleri için tescil aşamasında sisteme kaydedilmiş tüm yöneticilerin,
-Adi ortaklık/İş ortaklığı işyerleri için tüm işverenlerin/ortakların,
-Apartman yönetimi işyerleri için yöneticinin,
e-Devlet ekranlarında “e-Sigorta Sözleşmesi” gösterilecek ve onaylanıp kabul edilmesi halinde kullanıcı kodu ve şifresi yetkilendirilen kullanıcının e-Devlet ekranında gösterilecektir.
Aktife Kayıtlı Taşınmazların Yeniden Değerleme Süresi 30 Eylül 2018 Tarihinde Sona Eriyor
ÖZET: Vergi Usul Kanunu’na eklenen geçici 31’inci maddede mükelleflerin 25 Mayıs 2018 tarihi itibarıyla yasal defter kayıtlarında yer alan taşınmazlar ile bunlara ait amortismanları Yİ-ÜFE oranlarını dikkate alarak yeniden değerleyebilecekleri, yeniden değerleme neticesinde pasifte özel bir fon hesabında gösterilen değer artışı tutarı üzerinden %5 oranında vergi hesaplamaları gerektiği ve bu verginin yeniden değerleme işleminin yapıldığı tarihi izleyen ayın 25 inci günü akşamına kadar beyan edilip ödenmesi yönünde düzenleme yapılmış, daha sonra 500 sıra No.lu VUK Genel Tebliğinde söz konusu maddeye ilişkin açıklamalar yapılmıştı.
Düzenleme kapsamında olan taşınmazlar ile bunlara ait amortismanlarının Yİ-ÜFE oranlarını dikkate alarak yeniden değerlemelerinin en geç 30 Eylül 2018 tarihine kadar yapılması gerekmektedir.
Yeniden değerlemeye tabi tutulan taşınmazların her birine isabet eden değer artışları ile bunların hesap şekilleri, envanter defterlerinin ayrı bir sahifesinde müfredatlı olarak gösterilmelidir.
16/5/2018 tarihli ve 7144 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 5’inci maddesi ile Vergi Usul Kanunu’na eklenen geçici 31’inci madde uyarınca, bilanço esasına göre defter tutan tam mükellef gelir veya kurumlar vergisi mükelleflerinin aktiflerinde yer alan taşınmazlarının değerlerinin Yİ-ÜFE değerindeki artış oranı dikkate alınmak suretiyle yeniden hesaplanması yönünde düzenleme yapılmış, daha sonra 6 Temmuz 2018 tarihli ve 30470 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 500 sıra No.lu VUK Genel Tebliğinde söz konusu maddeye ilişkin düzenleme ve açıklamalar yapılmıştı.
Söz konusu düzenlemenin genel özellikleri aşağıdaki gibidir.
– 213 sayılı Kanun’un geçici 31’inci maddesinin yürürlüğe girdiği tarih (25/5/2018) itibarıyla aktife kayıtlı bulunan taşınmazlar (tapu kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilen bağımsız ve sürekli hak niteliğindeki üst hakları dâhil) yeniden değerleme tabi tutulabilir.
– Yeniden değerleme yapılması zorunlu olmayıp kapsama giren mükelleflerin tercihine bırakılmıştır. Mükellefler dilerlerse iktisadi kıymetlerinin tamamını veya bir kısmını yeniden değerlemeye tabi tutabilirler.
– Mükellefler değerlemelerini 25/5/2018 tarihi itibarıyla yasal defter kayıtlarında yer alan taşınmazlar ile bunlara ait amortismanlar esas alınmak suretiyle 30/9/2018 tarihine kadar yapılabilecektir.
Yeniden değerleme neticesinde pasifte özel bir fon hesabında gösterilen değer artışı tutarı üzerinden %5 oranında vergi hesaplanır, bu vergi yeniden değerleme işleminin yapıldığı tarihi izleyen ayın 25’inci günü akşamına kadar beyan edilip ödenir.
Değer artışı üzerinden %5 oranında hesaplanan verginin zamanında beyan edilmemesi veya tahakkuk eden verginin süresinde ödenmemesi halinde bu madde hükümlerinden faydalanılamaz.
Pasifte özel bir fon hesabında gösterilen değer artışı tutarının, mükellefler tarafından istenildiğinde sermayeye ilave edilmesi mümkün bulunmaktadır. Ancak söz konusu fonun sermayeye ilave edilme dışında herhangi bir şekilde başka bir hesaba nakledilen veya işletmeden çekilen kısmı, bu işlemin yapıldığı dönem kazancı ile ilişkilendirilmeksizin bu dönemde gelir veya kurumlar vergisine tabi tutulur.
– Enflasyon düzeltmesinden yararlanan mükellefler için 31/12/2004 tarihli bilançolarında yer alan taşınmazlar ve bunların amortismanlarının düzeltilmesinde dikkate alınacak yeniden değerleme oranı, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten bir önceki ay olan 2018 yılı Nisan ayına ilişkin Yİ-ÜFE değerinin (341,88), 31/12/2004 tarihli bilançoyu takip eden ay olan 2005 yılı Ocak ayına ilişkin Yİ-ÜFE değerine (114,83) bölünmesi ile bulunan katsayı olacaktır.
Yeniden değerlemeye tabi tutulan taşınmazların satılması veya herhangi bir şekilde elden çıkarılması halinde, pasifte özel fon hesabında gösterilen değer artışı tutarları, satış kazancına dâhil edilmez. Bu durumda fon hesabı kayıtlarda kalmaya devam eder.
– Yeniden değerlemeye tabi tutulan taşınmazların her birine isabet eden değer artışları ile bunların hesap şekilleri, envanter defterlerinin ayrı bir sahifesinde müfredatlı olarak gösterilir.
– Amortismana tabi taşınmazlar için amortismanın herhangi bir yılda yapılmamış olması durumunda yeniden değerlemeye esas alınacak tutar bu amortismanlar tam olarak ayrılmış varsayılarak belirlenir.
Kaynak: TÜRMOB
Türk Ticaret Kanununun 376. Maddesinin Uygulanması
ÖZET:
Ticaret Bakanlığı tarafından 15 Eylül 2018 tarih ve 30536 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış olan “6102 Sayılı Türk Ticaret Kanununun 376’ncı Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ” ile anonim ve limited şirketler ile sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 376’ncı maddesi kapsamında sermayenin kaybı veya borca batık olma durumlarında uyulacak usul ve esasları düzenlemek amaçlanmıştır.
Tebliğ genel olarak incelendiğinde esasen TTK m.376 hükmünün genişletilmiş bir tekrarından ibaret olduğu, yegâne özgün hükmünün de geçici 1. maddesinde yer aldığı görülmektedir. Bu hükümde de TTK 376. madde kapsamında sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin yapılan hesaplamalarda, henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı zararlarının dikkate alınmayabileceği düzenlenmiş bulunmaktadır.
Amaç, kapsam ve dayanak maddelerini takiben Tebliğin hükümleri sırasıyla incelendiğinde de şu düzenlemelere rastlanmaktadır:
Tebliğin 4. maddesi tanımlara ilişkindir. Bilindik tanımlar arasında (f) bendinde “serbest yedek akçe” tanımında şirket sözleşmesi gereği ayrılmış olan yedek akçelerin tamamen serbest yedek akçe dışında kalacağı şeklinde bir lafza yer verilmiş olması eleştiriye açıktır. Bu kapsamda esas sözleşme ile şirketin TTK m.521 hükmüne göre ayırabileceği isteğe bağlı (ihtiyari) yedek akçelerin (belli bir amaca da özgülenmediği takdirde) neden serbest yedek akçe sayılmayacağı anlaşılamamaktadır.
Tebliğin 5 ila 11. maddeleri TTK m. 376 hükmünün birinci ve ikinci fıkralarındaki sermaye ve kanuni yedek akçeler toplamının belli oranlarda kaybı halinde yapılacak işlemler ve alınacak tedbirlere ilişkin olup, eksik bir şekilde “sermaye kaybı” olarak başlıklandırılmıştır.
Tebliğin 12.maddesi borca batık olma durumunu, diğer bir ifade ile TTK m.376 üçüncü fıkra hükmünün bir kısmını düzenlemekte olup, üçüncü bölüm başlığı “sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının tamamının karşılıksız kalması” şeklinde seçilmiştir. Ancak bu başlığın her zaman doğrudan TTKm.376/3’te düzenlenmiş bulunan borca batıklık durumu ile özdeş olup olmayacağı da tartışmaya açıktır.
Tebliğin dördüncü bölümü de ortak ve son hükümler hakkındadır.
Söz konusu bölümlerdeki ilgili maddeler sırasıyla aşağıda ele alınmaktadır.
5. madde “genel kurulun toplantıya çağrılması” başlığını taşımakta olup, TTK m.376 birinci ve ikinci fıkra hükümleri, birleştirilerek bir düzenleme yapılmaya çalışılmıştır. Ancak iki fıkraya ilişkin farklılıklar Tebliğin takip eden maddelerinde düzenlenmeye gayret edilmiştir.
5. madde hükmü şu şekildedir:
“MADDE 5 – (1) Son yıllık bilançodan, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının ya da üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşıldığı takdirde yönetim organı, genel kurulu hemen toplantıya çağırır. Genel kurulun gündem maddeleri arasında, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının karşılıksız kaldığı belirtilir.
(2) Sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının ya da üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı durumlarda farklı bir gündem ile toplantıya çağrılmış olsa dahi bu husus genel kurulda görüşülür.”
6. madde “sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının karşılıksız kalması halinde genel kurul” başlığını taşımakta olup hüküm şu şekildedir.
“MADDE 6 – (1) Sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının karşılıksız kalması halinde yönetim organı, bu genel kurula uygun gördüğü iyileştirici önlemleri sunar.
(2) Yönetim organı, son bilançoyu genel kurula sunarak şirketin finansal yönden bulunduğu durumu bütün açıklığıyla ve her ortağın anlayabileceği şekilde anlatır. Bu hususta genel kurula rapor da sunulabilir.
(3) Yönetim organı, şirketin mali durumundaki kötüleşmeyi ortadan kaldırmak veya en azından etkilerini hafifletmek amacıyla, uygun gördüğü sermayenin tamamlanması, sermaye artırımı, bazı üretim birimlerinin veya bölümlerinin kapatılması ya da küçültülmesi, iştiraklerin satışı, pazarlama sisteminin değiştirilmesi gibi iyileştirici önlemleri alternatifli ve karşılaştırmalı olarak aynı genel kurula sunar ve açıklar.
(4) Genel kurul, sunulan iyileştirici önlemleri aynen kabul edebileceği gibi değiştirerek de kabul edebilir ya da sunulan önlemler dışında başka bir önlemin uygulanmasına karar verebilir.”
Maddede özellikle dikkat çeken husus üçüncü fıkrasında yer alan yönetim kurulunun sunacağı ve genel kurulun uygun göreceği iyileştirici önlem örnekleridir (sermayenin tamamlanması, sermaye artırımı, bazı üretim birimlerinin veya bölümlerinin kapatılması ya da küçültülmesi, iştiraklerin satışı, pazarlama sisteminin değiştirilmesi gibi).
Tebliğin 7.maddesi “sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kalması halinde genel kurul” başlığını taşımaktadır. Hüküm TTK m.376/2 hakkında alınacak tedbirlere ilişkindir:
“MADDE 7 – (1) Sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kalması halinde, toplantıya çağrılan genel kurul;
a) Sermayenin üçte biri ile yetinilmesine ve Kanunun 473 ilâ 475 inci maddelerine göre sermaye azaltımı yapılmasına,
b) Sermayenin tamamlanmasına,
c) Sermayenin artırılmasına karar verebilir.”
Takip eden maddelerde de bu tedbirler düzenlenmiştir.
İlk tedbir 8.maddede düzenlenmiş bulunan sermayenin azaltılması hakkındadır. Hüküm şu şekildedir:
“MADDE 8 – (1) Sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az üçte ikisi zarar sebebiyle karşılıksız kalan şirketin genel kurulu, sermayenin üçte biriyle yetinmeye karar verdiği takdirde sermaye azaltımı Kanunu 473 ilâ 475 inci maddelerine göre yapılır.
(2) Bu madde kapsamında yapılacak sermaye azaltımında yönetim organı, alacaklıları çağırmaktan ve bunların haklarının ödenmesinden veya teminat altına alınmasından vazgeçebilir.”
Maddenin ikinci fıkrasında yönetim organının sermaye azaltımında alacaklıları çağırmaktan ve bunların haklarının ödenmesinden veya teminat altına alınmasından vazgeçebileceğine dair TTK’da olmayan bir hükme yer verilmiştir. Böyle bir hüküm getirilmesinde Bakanlığın TTK m.210 kapsamında yetkisinin olup olmadığı da tartışmaya açıktır.
Tebliğin 9. maddesi bir diğer tedbire ilişkin olarak, “sermayenin tamamlanması” hakkında olup hüküm şu şekildedir:
“MADDE 9 – (1) Sermayenin tamamlanması, bilânço açıklarının ortakların tamamı veya bazı ortaklar tarafından kapatılmasıdır. Kanuni yedek akçelerin yitirilen kısımlarının tamamlanmasına gerek yoktur. Sermayenin tamamlanmasına karar verilmesi halinde her ortak zarar sebebiyle karşılıksız kalan tutarı kapatacak miktarda parayı vermekle yükümlüdür. Her ortak, payı oranında tamamlamaya katılabilir ve verdiğini geri alamaz. Bu yükümlülük, sermaye konulması veya borç verilmesi niteliğinde olmayıp karşılıksızdır. Ayrıca yapılan ödemeler, gelecekte yapılacak sermaye artırımına mahsuben bir avans olarak nitelendirilmez. (2) Sermayenin tamamlanmasında, anonim ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler bakımından Kanunun 421’inci maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi, limited şirketler bakımından ise 603 ve devamı maddeleri uygulanır. Sermayenin tamamlanamaması, bazı ortakların kendi istekleriyle tamamlama yapmasına engel oluşturmaz.
(3) Bilanço zararlarının kapatılması için getirilen yükümlülükler uyarınca yapılan ödemeler özkaynaklar içerisinde sermaye tamamlama fonu hesabında toplanır ve takip edilir”
Maddeye göre sermayenin tamamlanması, bilanço açıklarının ortakların tamamı veya bazı ortaklar tarafından kapatılmasıdır. Maddeye göre kanuni yedek akçelerin yitirilen kısımlarının tamamlanmasına gerek yoktur. Esasen TTK m.519/1 hükmü kapsamında kanuni genel sınırın altına düşülse de, takip eden yıl bakımından yıllık kar var ise, kanuni yedek akçenin ayrılması yükümlülüğü söz konusu olacaktır. Madde doğru bir şekilde, “Sermayenin tamamlanmasına karar verilmesi halinde her ortak zarar sebebiyle karşılıksız kalan tutarı kapatacak miktarda parayı vermekle yükümlüdür. Her ortak, payı oranında tamamlamaya katılabilir ve verdiğini geri alamaz. Bu yükümlülük, sermaye konulması veya borç verilmesi niteliğinde olmayıp karşılıksızdır. Ayrıca yapılan ödemeler, gelecekte yapılacak sermaye artırımına mahsuben bir avans olarak nitelendirilmez.” hükmünü içermekle birlikte, ilk cümlesinde yer alan “ortakların tamamı veya bazı ortaklar” ifadesi hatalı değerlendirmelere yol açabilecek niteliktedir. Bir kere sermayenin tamamlanmasına TTK m. 376 hükmüne göre genel kurul karar vereceğine göre, genel kurul bu yönde karar verdiği takdirde her ortak için sermayeyi kendi payı oranında tamamlama yükümlülüğü ortaya çıkacaktır. Bu kapsamda, bazı ortakların bu yükümlülüğe katılabileceği diğer bir kısım katılmayabileceği anlamına gelebilecek bir ibare oldukça hatalıdır. Özellikle bu yükümlülüğe katılmayan, katılamayan, katılmak istemeyen ya da karşı çıkan ortak/ortaklar için sanki böyle bir yükümlülükten bahsetmenin mümkün olamayacağı anlamı ortaya çıkmaktadır. Oysa Tebliğ 9. maddedeki ikinci fıkrasının son cümlesinde, “Sermayenin tamamlanamaması, bazı ortakların kendi istekleriyle tamamlama yapmasına engel oluşturmaz” hükmüne yer vererek, aslında, her ortağın da bu tamamlamayı yapabilmesinin şirket için yararlı olabileceğini ifade etmek istemektedir. Ancak üçüncü fıkranın bu ifadesi, ikinci fıkra ile çelişki olarak algılanabilecektir. Bu durumda sermayeyi tamamlamak üzere kendisinde yükümlülük hisseden ortak ya da ortaklar payı oranında (hatta bu ifade karşısında, pay oranını da aşarak) tamamlamaya katılmış olduğu halde, ikinci fıkraya göre tamamlamaya katılmayan ortaklara karşı yükümlülüklerini yerine getirmedikleri için, yükümlülüklerini yerine getirmiş ortak/ortaklar gibi, tabii olarak, en azından şirket bakımından bir talep hakkı bahşetmeli; aksi takdirde yükümlülüğe aykırı hareketten dolayı ortaya çıkan zararın tazmini gündeme gelebilmelidir.
Esasen böyle bir karar anonim ve paylı komandit şirketler bakımından, Tebliğin 9. maddesinin ikinci fıkrasında belirtildiği üzere, genel kurulda TTK m.421/2/a hükmüne göre ancak oybirliği ile alınabilecektir. Gerçi bu da tartışmaya açık bir husustur. Zira TTK m.421 hükmü anonim şirket esas sözleşme değişikliklerinde uygulanacak m.418 hükmüne göre ağırlaştırılmış nisapları içeren düzenlemedir. Ancak dikkat edilmesi gereken husus, sermaye tamamlanması işleminde şirket esas sözleşmesinin değiştirilmesine gerek bulunmamasıdır. Zira genel kurul burada sadece eksilen kısmın tamamlanmasına karar verecektir. Dolayısıyla esas sözleşmede yazan sermaye rakamının değişikliği (bu manada da esas sözleşme değişikliği) söz konusu olmayacaktır (sermaye rakamında bir değişiklik olacak ise o takdirde sermayenin azaltılması ve/veya sermaye artırımı gündeme gelecektir). Ancak böyle bir durumun her bir ortağa yükümlülük ya da ikincil yükümlülük getireceği ortada olduğundan, esas sözleşme değişikliğini gerektirmese de genel kurulda sermayenin tamamlanması kararının TTK m.418 hükmüne göre değil, kıyasen TTK m.421/2/a hükmü kapsamında oybirliği ile alınması uygun olacaktır. Bu yönde Tebliğin bu hükmünün doğru olduğu ifade edilebilir. Ancak Tebliğ limited şirketler için TTK m.603 ve devamı hükümlerin, dolayısıyla ek ödeme yükümüne ilişkin hükümlerin uygulanacağını düzenlemektedir. Bu hüküm hatalıdır. Zira limited şirketlerde ek ödeme yükümü TTK m.603/1 hükmünün açık lafzı karşısında ancak şirket sözleşmesiyle öngörülebilir. TTK m.603/1/a hükmüne göre şirket esas sözleşmesi ile kanuni yedek akçeler toplamının şirketin zararını karşılayamaması (kural olarak borca batıklık) halinde ek ödeme yükümünün ortaklardan istenebilmesi için limited şirketin şirket sözleşmesinde bir düzenleme olması ve TTK m.603/3 hükmüne göre şirket sözleşmesinde ancak esas sermaye payını esas alan belirli bir tutar olarak öngörülebilmesi mümkündür. Uygulamada çoğu limited şirketin şirket sözleşmesinde ek ödeme yükümüne ilişkin bir hüküm bulunmayabileceği düşünüldüğünde o takdirde limited şirketlerde sermaye tamamlanması yoluna gidilemeyecek midir? Cevap tabii ki gidilebileceği yönündedir. Zira limited şirketlerde TTK m.376’nın muadili, TTK m.633 olup, bir atıf hükmü niteliği taşımaktadır. TTK m.633 şöyledir: “MADDE 633- (1) Esas sermayenin kaybı ya da borca batık olma hâllerinde anonim şirketlere ilişkin ilgili hükümler kıyas yoluyla uygulanır. Ek ödeme yükümlülüğü hakkındaki hükümler saklıdır.” Bu hükümden anlaşıldığı üzere herhangi bir limited şirketin şirket sözleşmesinde ek ödeme yükümlülüğüne dair TTK m.603 vd. hükümlerine uygun bir düzenleme yoksa, o takdirde kıyasen TTK m.376 hükümleri uygulanacaktır. Bu durumda yukarıda anonim şirketler için yapılan değerlendirme geçerli olacak ve limited şirket ortaklarının da kıyasen TTK m.421/2/a hükmüne göre, oybirliği ile sermayenin tamamlanması yönünde genel kurul kararı almaları, bu durumda ortaya çıkan yükümlülüğün tüm ortakları kapsaması gerekeceği; hiç kuşkusuz Tebliğde belirtildiği üzere bazı ortak veya ortaklarca da bu sermayenin tamamlanması yoluna gidilebileceği; tüm ortaklarca bu yükümlülüğün payları oranında yerine getirilmesi halinde Tebliğin ikinci fıkrasında belirtilmiş olan esasların (Her ortak, payı oranında tamamlamaya katılabilir ve verdiğini geri alamaz. Bu yükümlülük, sermaye konulması veya borç verilmesi niteliğinde olmayıp karşılıksızdır. Ayrıca yapılan ödemeler, gelecekte yapılacak sermaye artırımına mahsuben bir avans olarak nitelendirilmez.) geçerli olacağını kabul etmek yerinde olacaktır.
Tebliğin 10.maddesinde “sermaye artırılması” başlığı altında söz konusu tedbir öngörülmüştür. Hüküm şu şekildedir:
“MADDE 10 – (1) Genel kurul tarafından;
a) Sermayenin zarar sonucu ortaya çıkan kayıp kadar azaltılması ile birlikte eş zamanlı olarak istenilen tutarda artırımına karar verilebilir. Sermayenin azaltılması işlemi ile birlikte eş zamanlı sermaye artırımında artırılan sermayenin en az dörtte birinin ödenmesi şarttır.
b) Sermayenin zarar sonucu ortaya çıkan kayıp kadar azaltılması yoluna gidilmeden sermaye artırımına karar verilebilir. Bu şekilde yapılacak sermaye artırımında sermayenin en az yarısını karşılayacak tutarın tescilden önce ödenmesi zorunludur.”
Maddede iki ayrı sermaye artırımı yolu gösterilmektedir. İlki TTK m.473’ün birinci fıkrasında, “Bir anonim şirket sermayesini azaltarak, azaltılan kısmın yerine geçmek üzere bedelleri tamamen ödenecek yeni paylar çıkarmıyorsa, …” şeklindeki hükümden hareketle sermayenin, zarar sonucu ortaya çıkan kayıp kadar azaltılması ile birlikte eş zamanlı olarak istenilen tutarda (bedelleri tamamen ödenecek yeni paylar çıkarılarak) artırımına karar verilmesi halidir. Bu durumda sermayenin azaltılması işlemi ile birlikte eş zamanlı sermaye artırımında artırılan sermayenin en az dörtte birinin ödenmesinin şart olduğu hükme bağlanmıştır.
Maddenin ikinci bendi ise sermayenin zarar sonucu ortaya çıkan kayıp kadar azaltılması yoluna gidilmeden sermaye artırımına karar verilebileceği hakkındadır. Bu şekilde yapılacak sermaye artırımında, sermayenin en az yarısını karşılayacak tutarın tescilden önce ödenmesi zorunluluğu öngörülmüştür.
Maddenin her iki fıkrası arasında asgari sermaye borcu ödeme yükümlülüğü bakımından yaratılmış olan farkın TTK açısından kanuni dayanağını tam olarak tespit edebilmek mümkün olmasada, (b) bendinde düzenlenmiş olan sermaye artırımının, ortaya çıkmış zararı kapatacak düzeyde olmasının yanı sıra şirketin faaliyetine devamını sağlayacak niteliği haiz olmasının da gerekliliği göz önünde bulundurulmalıdır.
Tebliğin 11. maddesi genel kurulun gerekli tedbirlerden birini almaması hakkındaki TTK m.376/2 hükmüne ilişkindir. Kanun bu konuda, şirketin kendiliğinden sona ereceğini düzenlemektedir. Tebliğ hükmü ise şöyledir:
“MADDE 11 – (1) Sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kalması halinde genel kurulun, 7’nci maddede belirtilen tedbirlerden birine karar vermemesi halinde şirket kendiliğinden sona erer. Bu şekilde sona eren şirketin tasfiye işlemleri, Kanunun 536’ncı ve devamı maddelerine göre yürütülür.”
Böyle bir durumda her bir ortak kendiliğinden sona ermenin (infisahın) tespiti davası açabilecektir. Hatta şirket alacaklıları ve menfaati olan herkesin bu davayı açabileceği öğretide kabul edilmektedir. TTK m.376/2 hükmü hakkındaki, Tebliğin söz konusu 11.maddesinden hareketle yönetim organının ilgili şirkette, genel kurulun söz konusu tedbirlere ilişkin bir karar almamış olması halinde, şirketin organı olduğu için kendine böyle bir görevin Kanun ve dolayısıyla Tebliğ gereğince verilmiş olduğunu kabul ederek, tasfiye işlemlerini başlatabilmesi düşünülebilecektir. Ancak ilgili şirkette yönetim organı, organ olarak bu yönde bir karar alıp harekete geçemediği ya da geçmediği takdirde, her bir üyenin, şahsi sorumluluğunun muhtemelen doğabileceği gerekçesiyle şirketin infisahının tespitini dava edebilmesi söz konusu olabilecektir.
Tebliğin üçüncü bölümünde yer alan 12. madde TTK m.376/3 hükmünün bir kısmını, borca batık olma durumunu düzenlemektedir (Tebliğde TTK m.376/3’te yer alan, iflası önleyici alacaklı sırasının değiştirilebilmesine dair tedbir düzenlemesi hakkında bir hüküm yer almamaktadır). Hüküm şu şekildedir:
“MADDE 12 – (1) Borca batık olma durumu, şirketin aktiflerinin borçlarını karşılayamaması halidir.
(2) Borca batık durumda olmanın işaretleri, yıllık ve ara dönem finansal tablolardan, denetime tabi şirketlerde denetim raporlarından, erken teşhis komitesinin raporlarından, yönetim organının belirlemelerinden ortaya çıkabilir.
(3) Şirketin borca batık durumda bulunduğu şüphesini uyandıran işaretler varsa, yönetim organı, aktiflerin hem işletmenin devamlılığı esasına göre hem de muhtemel satış fiyatları üzerinden bir ara bilanço çıkartır.
(4) Yönetim organı, hem işletmenin devamlılığı esasına hem de aktiflerin muhtemel satış değerlerine göre çıkarılan ara bilânço üzerinden aktiflerin şirket alacaklarını karşılamaya yetmediğine karar vermesi ve 7’nci maddede belirtilen tedbirleri almaması halinde şirketin iflası için mahkemeye başvurur.”
Madde esas itibariyle TTK m.376/3’teki esasların tekrarından ibarettir. Yapılan yegane ekleme, Tebliğin 7. maddesinde düzenlenmiş bulunan (kural olarak TTK m.376/2 için öngörülmüş bulunan) tedbirlerin bu ihtimal açısından da alınabilecek olmasıdır. Bu durumda alınacak tedbirlerin borca batıklığı giderecek düzeyde olması gerekliliği ortadadır.
Tebliğin son bölümünde şirketin sermaye kaybı ve borca batıklığının tespitinde esas alınacak finansal tablolar (m.13) ve sermayenin kaybı veya borca batık olma durumlarında birleşmeye katılma imkanı düzenlenmiş; bir de geçici maddeye yer verilmiştir.
Esas alınacak finansal tablolar hakkındaki 13. madde şu şekildedir:
“MADDE 13 – (1) Şirketlerin sermaye kaybı veya borca batık olma durumları, Kanunun 88 inci maddesine göre hazırlanacak finansal tablolar esas alınarak belirlenir. Finansal tabloların düzenlenmesinde ihtiyari olarak Türkiye Muhasebe Standartlarının uygulanmasının tercih edilmesi halinde, bahsi geçen durum bu şekilde hazırlanan finansal tablolar üzerinden değerlendirilir.”
Değerlendirmenin Vergi Usul Kanununa (VUK) ya da Türkiye Muhasebe Standartlarına göre hazırlanmış finansal tablolar ele alınarak yapılacağı anlaşılmaktadır. Şirket hangi standart uygulamasına tabi ise ona göre hazırlanmış finansal tablolar kullanılacaktır.
Sermayenin kaybı veya borca batık olma durumlarında birleşmeye katılmaya ilişkin m.14 hükmü de şu şekildedir:
“MADDE 14 – (1) Sermaye kaybı veya borca batık durumda olan bir şirket, kaybolan sermayeyi karşılayabilecek tutarda serbestçe tasarruf edilebilen özvarlığa sahip bulunan bir şirket ile birleşebilir.
(2) Birleşmeye taraf olan bir şirketin, sermayesiyle kanuni yedek akçeleri kaybolmuş veya borca batık durumda olması halinde; birleşmeye taraf olan diğer şirketin kaybolan sermayeyi veya borca batıklık durumunu karşılayacak miktarda serbestçe tasarruf edebileceği özvarlığa sahip bulunduğu ve buna ilişkin tutarların, hesap şekli de gösterilerek doğrulandığı veya belirtilen durumların mevcut olmadığının doğrulandığı yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir raporu ile ortaya konulur. Devrolunan şirketlerin denetime tabi olması halinde bu rapor, denetime tabi şirketin denetçisi tarafından da hazırlanabilir.”
Madde TTK m .139 hükmüne uygun bir düzenlemedir.
Tebliğin en ilgi çekici hükmü Geçici 1.maddesidir. Hüküm şu şekildedir:
“GEÇİCİ MADDE 1 – (1) 1/1/2023 tarihine kadar, Kanunun 376’ncı maddesi kapsamında sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin yapılan hesaplamalarda, henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı zararları dikkate alınmayabilir.” Maddede geçen kur farkı zararlarının sermayeyi azaltıcı rolü dikkate alındığında, VUK’a ya da TMS’ye göre hazırlanacak finansal tablolar bakımından kur farkından doğan zararların dikkate alınmayabileceği düzenlenerek, kur farkı zararları söz konusu olduğunda, bu yolla sermayenin kaybı ve borca batıklık ihtimallerinin önüne geçilmek istendiği anlaşılmaktadır. Ancak geçici madde bir zorunluluk getirmemekte olup takdir yetkisini şirketlere bırakmaktadır. Bu uygulamanın TTK’ya ve finansal tabloların hazırlanması bakımından muhasebe standartlarında özellikle kur farklarına ilişkin uygulamalara prensip olarak aykırı olacağı açıktır. Zira bu uygulamada finansal tablolar gerçeği yansıtmayacaktır. Bu durumun TTK m.515’te düzenlenmiş olan “dürüst resim ilkesi”ne de açık bir aykırılık oluşturacağını da ayrıca söylemeye bile gerek bulunmamaktadır. Tebliğ hükmüne göre, söz konusu aykırı uygulama ile sistem dışına çıkılması, uzatılmadığı takdirde ancak 1/1/2023 tarihine kadar söz konusu olabilecektir.
Kaynak: TÜRMOB
Değersiz Alacaklara İlişkin KDV’nin İndirim Hakkı
06 Nisan 2018 tarihinde yürürlüğe giren 7104 Sayılı Kanunla, Katma Değer Vergisi Kanununda önemli bazı düzenlemeler yapılmıştır. Bunlardan birisi de Katma Değer Vergisi Kanununun 29. Maddesine eklenen fıkra ile, 01/01/2019 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere VUK’un 322. Maddesine göre değersiz hale gelen alacaklara ilişkin hesaplanan ve beyan edilen KDV’nin, alacağın zarar yazıldığı vergilendirme döneminde indirim konusu yapılabilmesine imkan veren düzenlemedir.
Bahsi geçen değişiklik sonrası Katma Değer Vergisi Kanununun 29/4. Maddesinde şu hükümlere yer verilmiştir:
- “Vergi Usul Kanununun 322. Maddesine göre değersiz hale gelen alacaklara ilişkin hesaplanan ve beyan edilen katma değer vergisi, alacağın zarar yazıldığı vergilendirme döneminde indirim konusu yapılabilir. (Şu kadar ki Vergi Usul Kanununun 323. Maddesine göre karşılık ayrılmak suretiyle gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak dikkate alınan katma değer vergisinin bu fıkra kapsamında indirim konusu yapılabilmesi için gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde gelir olarak dikkate alınması şarttır.)”
Maddede geçen “hesaplanan ve beyan edilen katma değer vergisi” ibaresi, değersiz hale gelen alacağın daha önce yapılan bir satıştan kaynaklanması gerektiğine işaret etmektedir. Dolayısıyla, değersiz olduğu kabul edilen alacağın daha önce hasılat hesaplarına intikal ettirilmesi gerekmektedir. Bu kural, sadece değersiz alacakların içerisinde yer alan KDV’nin indirim konusu yapılabilmesine özgü olup, değersiz alacakların gider yazılmasında daha önce hasılat hesaplarına intikal ettirilmesi veya herhangi bir satıştan kaynaklanması şartı bulunmamaktadır.
Değersiz alacakların gider yazılmasını düzenleyen VUK’un 322. Maddesine göre; kazai bir hükme veya kanaat verici bir vesikaya göre tahsiline artık imkan kalmayan alacaklar değersiz alacak sayılmıştır. Değersiz alacaklar, bu mahiyete girdikleri tarihte tasarruf değerlerini kaybederler ve kayıtlı değerleriyle zarara geçirilerek yok edilirler. Kanun maddesinde değersiz alacakların kaynağına yer verilmemiştir. Değersiz alacaklar, satıştan kaynaklanabileceği gibi satıcılara verilen avans ödemelerinden veya diğer ticari işlemlerden kaynaklanabilir.
Bu yeni uygulama ile gider yazılacak “değersiz alacak” tutarında değişiklik olacaktır. Şöyle ki; daha önce KDV de dahil olmak üzere alacağın tamamı değersiz alacak olarak dikkate alınırken, 01/01/2019 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek yeni uygulamada, alacağın içerisinde yer alan KDV “İndirilecek KDV” olarak, geri kalan kısım ise gelir veya kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınacaktır.
Örnek: X A.Ş. 18/05/2018 tarihinde Y Ltd.Şti.’ye 100.000-TL + 18.000-TL KDV = 118.000-TL’lik satış yapmıştır. 31/03/2019 tarihi itibariyle bu alacak değersiz hale gelmiştir. Bu durumda, alacağın 100.000-TL’lik kısmı VUK’un 322. Maddesi gereğinde kurumlar vergisi matrahından indirim konusu yapılmak üzere gider yazılacak, 18.000-TL’lik KDV kısmı ise, KDV Kanununun 29/4. Maddesi gereğince Mart/2019 döneminde KDV beyannamesinde indirim konusu yapılabilecektir.
KDV’nin indirim konusu yapılmasına imkan veren düzenleme değersiz alacakların yanında, aynı şartlarla, şüpheli alacakları da kapsamaktadır. Düzenlemenin yapıldığı KDV 29/4. Maddenin parantez içinde yer alan; “Şu kadar ki VUK’un 323. Maddesine göre karşılık ayrılmak suretiyle gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak dikkate alınan katma değer vergisinin bu fıkra kapsamında indirim konusu yapılabilmesi için gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde gelir olarak dikkate alınması şarttır.” Hükmü gereğince, daha önce gider olarak dikkate alınan şüpheli alacakların içerisinde yer alan KDV’nin de indirim konusu yapılabilmesi imkan dahilindedir. Bu KDV indirimin yapılabilmesinin şartı ise, gider yazılan şüpheli alacakların içerisinde yer alan KDV’nin bir taraftan KDV indirimi olarak dikkate alınması, diğer taraftan aynı tutarın gelir hesaplarına aktarılmasıdır. Cihangir Özkök
Kaynak, http://www.alomaliye.com/2018/09/19/degersiz-alacaklara-iliskin-kdv-indirimi/
Hileli Vergi Suçlarında Dava Zamanaşımı
Vergi suçu işleyenler adına VUK md. 359 hükmünün (a) fıkrası gereğince 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası, (b) fıkrası hükmü gereğince ise 18 aydan 3 yıla kadar hapis cezasına hükmolunmaktadır. Buna göre, TCK md.102/1-4 maddesine göre “vergi suçunda” dava zamanaşımı 5 yıl olmaktadır. Bu müddet hem tamamlanmış ve hem de teşebbüs durumunda kalmış vergi suçları için 5 yıldır.[1]
Vergi suçları açısından söz konusu olan bu 5 yıllık süre, doğal olarak hiç kesintiye uğramaması veya durmaması halinde söz konusu olmaktadır. Dava zamanaşımını kesen TCK 104. maddedeki sebeplerden biri gerçekleştiğinde süre daha uzun olabilecektir. Ancak zamanaşımı ne kadar kesilirse kesilsin vergi suçları için bu müddet 7 yıl 6 aydan daha fazla olamaz.[2]
VUK’nun 374. maddesinde belirtilen zamanaşımı süreleri vergi cezalarına (usulsüzlük ve vergi ziyaı cezalarında) uygulanacak sürelerdir. Bu kanunun 359. maddesinde sayılan fiiller nedeniyle hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmolunması gerektiği durumda TCK’nunda belirtilen sürelere bakılması gerekir.[3]
TCK’nun 66. maddesinde “Kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davasının; 5 yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda 8 yıl, geçmesiyle” düşeceği hükmü yer almaktadır. Ayrıca fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; 15 yaşını doldurmuş olup da 18 yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, 2/3 geçmesiyle kamu davasının düşeceği, dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller itibariyle suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli halleri de göz önünde bulundurulacağı, sürelerin belirlenmesinde suçun kanunda yer alan cezasının yukarı sınırının göz önüne alınacağı; seçimlik cezaları gerektiren suçlarda zamanaşımı bakımından hapis cezasının esas olacağı da belirtilmiştir.
Aynı maddede zamanaşımının, tamamlanmış suçlarda suçun işlendiği günden, teşebbüs halinde kalan suçlarda son hareketin yapıldığı günden, kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği ve zincirleme suçlarda son suçun işlendiği günden, çocuklara karşı üstsoy veya bunlar üzerinde hüküm ve nüfuzu olan kimseler tarafından işlemeye başlayacağı hükmüne yer verilmiştir. Vergi suçlarında sonuç vergi ziyaı olmakla birlikte, 4369 sayılı kanunla vergi suçlarında vergi ziyaı suçun unsuru olmaktan çıkarıldığı için vergi suçu neticesi harekete bitişik suç, şekil suç veya sırf hareket suçu olarak adlandırılan suç kategorisine girmiştir. Bu nedenle, vergi suçlarında vergi ziyaının oluşması beklenmemektedir. Dolayısıyla VUK’nun 359. maddesinde sayılan suçlarda dava zamanaşımı da fiilin gerçekleştiği günden başlar.[4]
TCK’nun 66. maddesinde 5 yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda 8 yıllık zamanaşımı süresi belirlendiğinden VUK’nun 359. maddesinde sayılan suçlarda dava zamanaşımı süresi de 8 yıl olmaktadır. Yukarıda da belirtildiği üzere bu süre fiilin işlendiği tarihten itibaren başlayacaktır.[5] Nazlı Gaye Alpaslan
https://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/hileli-vergi-suclarinda-dava-zamanasimi/haber-21644
----------------
[1] BAYKARA Bekir, “Teori ve Pratik Yönleriyle Vergi ve Vergi Ceza Hukuku”, HUD Yayınları, Aralık 2008, Ankara, s.422-423.
[2] Yargıtay 9. Ceza Dairesi Kararı: 17.03.1993 gün ve E:1993/988-K:1999/1325 sayılı kararları.
[3] DONAY Süheyl, Hürriyeti Bağlayıcı Cezalarda Zamanaşımı, 19.02.2001 tarihli Radikal Gazetesinin Ekonomi Sayfası.
[4] Zamanaşımının başlangıcının vergi ziyaının oluştuğu günden başlayacağı konusundaki görüşler için bkz. BAYKARA Bekir, age. s.418 – 425
[5] BAYKARA Bekir, age. 420
Bilançoları Güçlendirmeye Dönük Öneriler (3)
Hızlı kur etkisinin finansal tablolarda ağır tahribatlara yol açtığı, çok sayıda şirketi Türk Ticaret Kanunu'nunda düzenlenen “teknik iflas” aşamasına getirdiği seslendirilmektedir. Bir kısmı sadece “tebliğ” ile açıklama getirilmek suretiyle hayata geçirilebilecek pratik, pragmatik önerileri derlemeye çalıştık.
1. Bilançodaki gayrimenkul vb. maddi varlıkların değerlenmesi
Geçmişte ticaret hukukçularının, varlıkların mahkeme kanalıyla değer tespitlerinin yaptırılabileceği, belirlenen değerle kayıtlı değer arasındaki farkın aktifte varlığın değerine ilave edilebileceği, pasifte de bir fon hesabına kaydedilebileceği görüşü çerçevesinde işlemler yapılıyordu.
SPK’ya tabi bir kısım şirketlerde de bu tür işlemler yapılmıştı. Mali İdare de, değerleme farkı üzerinden amortisman ayrılmaması ve satış sırasında farkın varlığın maliyet bedeli içinde dikkate alınmaması kaydıyla mali açıdan bir sorun teşkil etmeyeceği görüşündeydi.
Ancak, daha sonra Mali İdare bu değerlemenin yapılamayacağı, yapılırsa değerleme farkının gelir sayılıp vergilenmesi gerekeceğini ileri sürmeye başladı. 7144 sayılı Kanunla yapılan, gayrimenkuller için yeniden değerleme imkânı veren, amortismanın değerlenmiş tutarlar üzerinden ayrılmasını sağlayan ancak yararlanabilmek için %5 vergi ödemek gereken düzenleme de bildiğimiz kadarıyla pek ilgi çekmedi.
Mali İdare önceki yaklaşımı çerçevesinde, bu tür değerlemelerin yapılabileceği veya yapılan bu işlemin vergisel bir sonuç doğurmayacağı konusunda bir açıklama (tebliğ ile) yapabilir.
Aslında bu işlemin yapılabilirliğine ilişkin açıklama ve düzenlemenin Ticaret Bakanlığı'nca yapılmasında, Mali İdarenin vergisel boyutunu açıklığa kavuşturmasında fayda var.
2. Sermayenin tamamlanması vergiye tabi tutulamaz
Türk Ticaret Kanunu'nun 376. maddesine göre öz varlıklarının 2/3 ünü yitiren şirketler ya sermayelerini azaltmak ya da azalan sermayeyi tamamlamakla yükümlüdürler. Aksi takdirde şirket iflas etmiş sayılacaktır.
Sermayenin ortaklar tarafından tamamlanması halinde bu tutarlar çeşitli adlarla (sermaye tamamlama fonu, zarar itfa fonu, zarar fonu vb.) bilançoda bir fon hesabında muhafaza edilmektedir.
Mali İdare verdiği bazı görüşlerde bu fonların gelir olarak değerlendirilip vergiye tabi olacağını, ayrıca KDV de hesaplanacağını belirtmiş, bazı cezalı tarhiyatlar yapmıştır.
Bu konuda da bir Mali İdare tebliği ile açıklama yapmak, yeterli ve yararlı olacaktır. Ticaret Bakanlığı'nca yapılacak bir tebliğ açıklaması ile, bu fonlara ve fonların hukuki niteliğine ilişkin açıklama yapılması da rahatlama getirebilir.
3. Tercih değişikliği mümkün olabilmeli
Yatırım aktifleştirilene kadar, o yatırımla ilgili faiz ve kur farkı giderlerinin yatırımın maliyetine ilave edilmesi zorunluluk iken, yatırım bittikten sonra, izleyen yıllarda, faiz ve kur farkının yatırım maliyetine eklenmesi veya doğrudan gider yazılması seçimlik haktır.
Mali İdare seçimlik hakkın bir kez kullanılması halinde izleyen yıllarda bu seçimin değiştirilemeyeceği görüşündedir. Bu konuda seçimlik hakkın istenirse değiştirilebileceği, diğer bir deyişle, önceki yıllarda doğrudan gider yazma yolunu seçen mükelleflerin 2018 ve sonraki yıllarda istiyorlarsa bu seçimlerinden vazgeçerek bu yıl oluşan kur farkları ve faizleri yatırımın maliyetine eklemek suretiyle aktifleştirebilecekleri açıklanabilir. Böyle bir düzenlemenin tebliğ ile yapılabileceği görüşündeyiz.
4. Kurun sabitlenmesi veya TL’ye dönülmesi sorun olmamalı
Şu an yabancı para cinsinden düzenlenmiş mal veya hizmet bedellerinin TL’ye döndürülmesi veya kurun sabitlenmesi konusunda mali açıdan da sorun yaşanır mı endişesi taşınmaktadır.
Mali İdare başlangıçta yapılmış sözleşmeye göre alacağın doğduğu, bu alacağın “değersiz alacak” (VUK 322) veya “vazgeçilen alacak” (VUK 324) kapsamında belgeye bağlanmak suretiyle azaltılabileceği yaklaşımında olabilmektedir. Veya geçmiş tecrübeler ışığında, böyle bir tehlike olabilir evhamı mevcuttur.
Hele bir de buna KDV sosu katılırsa, evham iki katına çıkmaktadır.
Bizce taraflar özgür iradeleri ile her zaman mevcut sözleşmeyi istedikleri gibi değiştirebilirler.
Döviz cinsinden tarif edilmiş tutarları kuru sabitlemek veya TL’ye çevirmek suretiyle yeniden tanımlayabilirler.
Fatura henüz düzenlenmemişse ilave bir işlem yapmadan, daha önce bir fatura düzenlenmişse karşı tarafın düzeltme faturası düzenlemesi suretiyle, kolayca bu düzeltmelerin yapılabileceği düşüncesindeyim.
Mali İdare'nin bu konuda da rahatlatıcı bir açıklama yapması yararlı olacaktır.
5. Grup şirketlerin tefeci sayılma korkusu
Yeni Türk Ticaret Kanunu sonrasında teknik detayına girmeyeceğim nedenlerle grup şirketlerinin artık birbirine borç veremeyeceği, verirse bu hususun “tefecilik” addedilebileceği endişeleri oluştu.
Bu konuda bir problem olmadığı hususunda Ticaret Bakanlığı'nca bir açıklama yapılması yararlı olacaktır.
Bunun yanında, grup şirketlerinde bir nev’i “tek hazine hesabı” anlamına gelebilecek yapılara ilişkin düzenleme yapılması da yararlı olabilecektir.
6. Yurt dışındaki ortaktan alınan faizsiz borç için KDV olmamalı
Yabancı ortağınızdan faizsiz hatta kur farksız (TL cinsinden) borç aldığınızda Mali İdare'nin cezalı uygulaması ile karşılaşabilirsiniz.
Böylesi bir durumda normalde alkışlanması gereken şirketlere olmayan, hayali faiz üzerinden cezalı KDV tarhiyatı yapılıyor.
Bir faiz olmamasına rağmen, önce emsal faiz ne olacak idiyse hayali bir faiz hesabı yapılıyor, sonra bu hayali faiz tutarı üzerinden gecikme faizi ile gerçek KDV ve ceza isteniyor.
Bu uygulamanın da yanlış olduğunu, bu konuya da bir tebliğ ile açıklık getirmek gerektiğini düşünüyorum.
7- Teknik İflas Konusunda;
a- Ödenmedikçe kur etkisini dikkate almama
Öncelikle tebliğdeki geçici maddeden:” …henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı dikkate alınmayabilir” şeklindeki açıklamadan başlamak gerekir.
Vergi Usul Kanunu açısından bir düzenleme yapılmadıkça, kurumlar vergisi beyanı açısından bu değerleme yapılmak zorundadır.
SPK, KGK, BDDK’nın (Bankalar açısından da bir düzenleme yapılmış) bağımsız denetim, muhasebe ve denetim standartları açısından bunu kabul edebilmesi zor görünmektedir.
Değerleme yapmak vergi pozisyonu açısından işe geliyor ancak bilançonun zayıflaması nedeniyle işe gelmiyor olabilir.
b- Sermayenin azaltılması konusu
Mali idare azaltılan sermayenin iç kırılımına (Sermayenin kaynaklarına: nakit, fonlar…) bağlı olarak, hiç vergilenmemiş sermaye unsurlarına öncelik vererek vergileme eğilimindedir. Bu konuya bu duruma uygun bir çözüm getirilmelidir.
c- Sermaye artırımı yapılabilmelidir.
Uygulamada sermaye kaybı ve borca batıklık halinde sermayenin artırılmasına izin verilmemekte, tamamlamaya zorlanmaktadır. Kolayca sermaye artırımı yapılabilmelidir.
Özellikle ortakların şirketten olan alacaklarının sermayeye ilavesi kolaylaştırılmalı, engel çıkarılmamalıdır. Çok sayıda işletmede şirkete sermaye koyma konusunda ortakların mali güçlerinin eşit olmaması nedeniyle farklılıklar mevcuttur. Sermayeye ilave edilmezse şirketi destekleyen ortak haksızlığa uğrayacak veya bu durum mekanizmayı tıkayacaktır.
d- Ortakların tamamladıkları sermaye gelir değildir. Mali idare süratle (Geçen yazımızda da belirttiğimiz üzere) bu konuyu açıklığa kavuşturmalıdır.
e- Mali yapıyı güçlendirecek diğer önlemler kolaylaştırılmalıdır.
Geçen yazımda belirttiğim, başta varlıkların değerlenerek değerleme farklarının bilançoya yansıtılması olmak üzere tüm olası araçlar kullanılabilmelidir.
8- Şüpheli hale gelen alacakların KDV’si
Yapılan bir düzenleme ile (Yasal takibe başlanılan veya borçlunun konkordato ilanı veya iflas isteminin kabulü gibi durumlar nedeniyle) şüpheli hale gelen alacaklarla ilgili KDV kısmı, değersiz alacaklarda olduğu gibi düzeltilebilmelidir. Aksi taktirde tahsil edilemeyen alacaklarla ilgili ödenen KDV’ler şirketin mali yapısını zayıflatabilecektir.
9- Vazgeçilen alacaklarda mahsup
Vazgeçilen alacaklarda geçmiş yıl zararlarına da mahsup imkanı getirilmelidir.
10- Şirketlerin mali yapılarını güçlendirme çabaları kolaylaştırılmalıdır.
a) Bölünme konusunda kafa karışıklığı giderilmelidir.
Finansal güçlükle karşılaşan şirketlerin kullandığı, kurumlar vergisi kanununda da düzenlenmiş bölünme müessesesinde ne yazık ki cezalı tarhiyatlarla karşı karşıya kalınmaktadır.
Bölünme neticesinde zorunlu olarak yapılan sermaye azaltımı işlemi ortağa kar dağıtımı olarak nitelendirilmektedir.
Aynı şekilde bölünmeye yasada olmayan sınırlar getirilebilmektedir.
b) Şirketlerin gayrimenkul satışları nedeniyle yaşadığı sorunlar giderilmelidir.
Yasadaki sınırlar dışında (Ki böyle bir dönemde bu hususlar dahi gözden geçirilmelidir) yorum yoluyla ilave şartlar aranması (Örn; fiilen yapılmasa da, ana sözleşmede gayrimenkul alım satımının faaliyetler arasında sayılmasının gayrimenkul ticaretine delil sayılması gibi) uygulamasına son verilmelidir.
Yasadaki şarta bağlı istisna, zararına satış halinde zararın %50’sinin gider olarak dahi dikkate alınmasını engeller tarzda yorumlanmaktadır.
c) Hisselerin basılıp basılmadığından hareketle yaratılan sorunlar. Kanunla getirilen istisnalar, şekli birtakım gerekçeler öne sürülerek eleştiri ve tarhiyat konusu yapılabilmektedir.
d) İstisna uygulamasında limited şirket paylarına AŞ hisselerinden farklı muamele yapılması doğru değildir.
e) Limited şirketlerin nev’i değişikliğinde hisselerin elde tutma süresinin hesabında görüş değişikliğine gidilmesi gibi durumlar işlemleri zora sokabilmektedir.
11- Şirket satışlarında değerin düşmesinin önüne geçilmesi veya işin kolaylaşmasını sağlayacak yaklaşımlar
Bir şirketin hisselerinin devralınması, sonrasında ortaya çıkabilecek risklerin şirket varlıklarından karşılanması anlamına gelecektir. Diğer bir deyişle bugün bir değer atfederek satın aldığımız şirket sonradan ortaya çıkabilecek riskler nedeniyle size pahalıya mal olabilir.
Bu nedenle satın almadan önce şirketler inceletilebilir, riskleri anlaşılmaya çalışılır. Tespit edilen olası riskler kadar da hisse değeri azaltılır.
Bazen olası vergisel veya benzeri mali riskler nedeniyle alıcı ve satıcı fiyatta ve devir şeklinde anlaşamazlar.
Af dönemleri bunun için önemli bir fırsattır. Bu nedenle af imkânlarından yararlanan şirketler geçmiş risklerini sıfırlar, böylelikle şirket hisselerini daha rahat satabilir hale gelirler.
a) Kurumlar vergisi ve hatta KDV’de matrah artırımında bulunmuş şirketler kar payı stopajı incelemesinden ari tutulmalıdır.
Bu konuda bir iç duyuru yapıldığını ancak buna daha sonra uyulmadığını duyuyoruz. Özellikle transfer fiyatlamasından hareketle yapılan stopaj incelemeleri affa aykırılık taşımaktadır. Bu durum güveni zedelemektedir.
b) Hisse devrinde yeni alanlara riskten arınma için bir fırsat verilebilir.
Yeni hissedar eski dönemle ilgili bir riskle karşı karşıya kalmak istemiyorsa matrah artırımında bulunabilmeli ve bu yolla önceki dönemle ilgili riskini sıfırlayabilmelidir. Bu tutar öngörülen risk tutarı üzerinden kendiliğinden daha düşük bir verginin (Faizsiz ve cezasız) ödenmesi suretiyle olabilmelidir. Zeki Gündüz
https://www.dunya.com/kose-yazisi/bilancolari-guclendirmeye-donuk-oneriler-3/428105
Fazla Çalışmada Püf Noktalar!
İşçi ve işveren arasında anlaşmazlık konusu olarak gündeme gelen hususlardan birisi de işçilerin fazla çalışmasıyla ilgilidir. Ülkemizde çalışma sürelerinin uzunluğu, haftalık 45 saatlik çalışmanın çoğu zaman aşılmasını beraberinde getirmektedir. Bazı işletmelerde 45 saati aşan fazla çalışma ücretlerinin ödenmediği görülebilmektedir. Daha sonra gerek yargıda gerekse de müfettiş incelemelerinde ödenmeyen fazla çalışmalarla ilgili işverenler sorun yaşayabilmekte ve önemli miktarlarda ödeme yapmak zorunda kalabilmektedirler.
İş Kanunu'nda yazılı koşullar çerçevesinde, haftalık kırk beş saati aşan çalışmalar fazla çalışma ve haftalık çalışma süresinin sözleşmelerle kırk beş saatin altında belirlendiği durumlarda ortalama haftalık çalışma süresini aşan ve kırk beş saate kadar yapılan çalışmalar fazla sürelerle çalışma olarak adlandırılmaktadır.
***
Fazla çalışmada onay şart!
Fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma yaptırmak için bir kereliğine iş sözleşmeleriyle veya muvafakatname ile işçinin yazılı onayının alınması gerekiyor. Eski düzenlemede her yılın ocak ayında alınması gereken fazla çalışma onayı kaldırılmış olduğundan iş sözleşmesi veya muvafakatname ile bir defaya mahsus fazla çalışma onayının alınması yeterlidir.
Zorunlu nedenlerle veya olağanüstü durumlarda yapılan fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma için bu onay aranmaz.
Fazla çalışma ihtiyacı olan işverence bu onay iş sözleşmesinin yapılması esnasında ya da bu ihtiyaç ortaya çıktığında alınacak ve işçi özlük dosyasında saklanacaktır. Fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma yapmak istemeyen işçi verdiği onayı otuz gün önceden işverene yazılı olarak bildirimde bulunmak kaydıyla geri alabilecektir.
***
Yıllık üst sınır 270 saat!
Fazla çalışma süresinin toplamı bir yılda 270 saatten fazla olamayacaktır. Bu süre sınırı, işyerlerine veya yürütülen işlere değil, işçilerin şahıslarına ilişkindir. Fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma sürelerinin hesabında yarım saatten az olan süreler yarım saat, yarım saati aşan süreler ise bir saat sayılır.
***
Dileyen işçi serbest zaman kullanabilir!
Her bir saat fazla çalışma için verilecek ücret normal çalışma brüt ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde elli yükseltilmesi suretiyle ödenir. Ancak dileyen işçi, ücret yerine işverene başvuru yaparak serbest zaman isteyebilir.
Fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma yapan işçi, isterse işverene yazılı olarak başvurmak koşuluyla, bu çalışmalar karşılığı zamlı ücret yerine, fazla çalıştığı her saat karşılığında bir saat otuz dakikayı, fazla sürelerle çalıştığı her saat karşılığında bir saat on beş dakikayı serbest zaman olarak kullanabileceği belirtilmiştir.
İşçi hak ettiği serbest zamanı, 6 ay zarfında işverene önceden yazılı olarak bildirmesi koşuluyla ve işverenin, işin veya işyerinin gereklerine uygun olarak belirlediği tarihten itibaren iş günleri içerisinde aralıksız ve ücretinde bir kesinti olmadan kullanır.
İşçiye tatil ve izin günlerinde serbest zaman kullandırılamaz. Bu durumda işçi isterse yaptığı günlük çalışma süreleri üzerindeki çalışması için zamlı ücret alabilecek, isterse çalıştığı sürelerin karşılığını serbest zaman olarak kullanabilecektir. Resul Kurt
https://www.dunya.com/kose-yazisi/fazla-calismada-puf-noktalar/428103
Sahte Fatura Kullanımı Veya Düzenlenmesi İle İlgili Düşünceler
I-GENEL BİLGİLER
213 sayılı VUK’nun 359. madde hükmüne göre kaçakçılık suçları için öngörülen ceza kaçakçılık suçları ve cezaları başlığı altında sıralanmıştır.[1]Yasa hükmünde belirtilen fiillerle vergi kaybına neden olan kişiler hakkında (limited şirketlerde müdürler, anonim şirketlerde yönetim kurulu üyeleri) hem 3 kat vergi ziyaı cezası uygulanmakta ve hem de 18 aydan 3 yıla kadar hapis cezası talebi ile asliye ceza mahkemesinde dava açılabilmektedir.[2]
213 sayılı VUK’nun 359. maddesinde yer alan cezalarla ilgili en yaygın biçimde görülen fiil; sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge tanzim etmek veya kullanma fiilleri olmaktadır.[3] Bu fiillerin dışında ayrıca defter ve kayıtlarda hesap ve muhasebe hileleri yapmak, defter, kayıt ve belgeleri tahrif etmek, fiktif hesaplar açmak, defter, kayıt ve belgeleri vergi müfettişlerine ibraz etmemek, basılması zorunlu fatura ve diğer belgelerin anlaşmalı matbaalar dışında kimselere bastırılması vs.[4]
Bir faturanın sahte olup olmadığı, yanıltıcı fatura olup olmadığı, içeriği itibariyle sahte fatura olup olmadığı konularında çeşitli tanımlar yapılabilmektedir.[5]
Her ne kadar yasal düzenleme gereği, sahte fatura düzenleme ve kullanma açılarından her iki durumun idari yaptırımı aynı olsa da (3 kat VZC[6]) sahte fatura ile muhteviyatı itibariyle yanıltıcı fatura nitelik ve düzenleme-kullanma halinde tatbik edilecek hapis cezası açısından biri diğerinden farklılık arz etmektedir.[7]
II- SAHTE FATURA NEDİR?
213 sayılı VUK md. 359/b hükmüne göre, sahte belge şudur: hakiki bir işlem veya durum olmadığı halde adeta varmış gibi düzenlenen belgeler olarak tanımlanabilir.[8]
Bir başka açıdan sahte fatura ortada vergiyi doğuracak gerçek bir işlemin “hiç olmaması” halinde sahte faturadan söz edilebilir.[9]
213 sayılı VUK hükümlerine göre yayımlanan genel tebliğler gereğince ticari işlemlerde bedeli 8.000,00 TL’yi geçen ticari alış verişlerin banka sistemi üzerinden geçirilmesi zorunludur. Ayrıca, yine 213 sayılı VUK’a paralel yayımlanan genel tebliğler gereğince ticari işlemlerde bedeli 5.000,00 TL’yi aşan mal ve/veya hizmet alım satımlarının Ba Bs Formları yardımıyla her ay düzenli satıcı ve alıcı cephesinde elektronik ortamda Gelir İdaresi Başkanlığına bildirilmesi zorunludur. Bu uygulamalar nedeniyle bir ölçüde sahte belge alımı veya kullanımı veya düzenlenmesi önlenmeye çalışılmaktadır.[10]
Uygulamada vergi inceleme elemanları bir mükellefin sahte fatura düzenlediği konusunda düzenlemiş olduğu teknik rapor uyarınca (VTR) o mükellefin vergi kaydını VUK md. 160 hükümlerine göre resen silmekte ve ayrıca bu mükelleften mal alan bütün alıcıların alışlarını reddetmektedir.[11]
Ayrıca, sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullananlar veya düzenleyenler açısından düzenlenen vergi tekniği raporlarına göre mükellefler KOD 4 veya 5 diye adlandırılan özel esaslarla ilgili listeye alınarak sınıflandırılabilmektedir.[12] Bu listelere giriş ve çıkışlarla ilgili mağdur olan mükelleflerin ayrıca idari yargıda dava açma hakları mevcuttur.[13]
III- İÇERİĞİ İTİBARİYLE YANILTICI FATURA NEDİR?:
213 sayılı VUK’nun 359/a maddesinde bulunan tanıma göre; hakiki bir işlem veya duruma dayanmakla beraber bu işlem veya durumu mahiyet veya miktar itibariyle gerçeğe aykırı şekilde yansıtan fatura veya belgeye “muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge” denilebilir.[14]
84 Seri Nolu KDV Genel Tebliğinin ilgili bölümünde sahte fatura veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı fatura konularında aşağıdaki şekilde tanımlamalara yer verilmiştir.[15]
- Mal veya hizmetin miktar veya değerini gerçeğinde az veya çok gösteren,
- Alıcı veya satıcısı, tarihi, seri numarası tahrif edilmiş,
- Mal tesliminin veya hizmet ifasının gerçek olduğu ancak belge düzenleme yetkisi bulunmayanlar tarafından düzenlenen veya adına belge düzenlenmesi gereken kişi yerine başkası adına düzenlenmiş belgeler (bu belge kullanıcı açısından muhteviyatı itibariyle yanıltıcı, düzenleyen açısından sahte belge olarak kabul edilecektir) muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgelerdir.”
SMİY[16]fatura konusunda verilebilecek bir örneğe göre; (B) firması, (A) inşaat firmasına 50 ton inşaat malzemesi satmış ancak faturayı 100 ton olarak düzenlemiştir.
Yapılan incelemede bu husus tespit edilirse inşaat malzemesini satan (B) firması hakkında MİY fatura düzenleme, faturayı alan (A) firması hakkında ise MİY fatura kullanma yönünden işlem yapılacaktır.[17]
IV- SAHTE VEYA YANILTICI İTİBARİYLE FATURA KULLANIMINDA KASIT FAKTÖRÜ NEDİR?
213 sayılı VUK’nunda sahte fatura ile muhteviyatı itibariyle yanıltıcı fatura arasında “hürriyeti bağlayıcı ceza” açısından bir ayrım öngörülmüştür. Diğer yandan, yine 213 sayılı VUK’nun 344 ve 359. maddelerinin lafzından her iki belgenin düzenlenmesi ile kullanılmasının hem vergi ziyaı cezası yönünden ve hem de hapis cezaları bakımından aynı yaptırımlara tabi olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer yandan, yasa koyucunun iradesinin, kullanma ile düzenleme arasında fiilin ağırlığı açısından bir fark bulunmadığı, aynı yaptırımla her iki fiilin cezalandırılması gerektiği yönünde tecelli etmiş olması makuldür.[18]
Diğer taraftan, sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı fatura düzenleme fiillerinde “kastın varlığını aramaya” lüzum olmadığı, yasal düzenlemenin kastın karinesi olduğu kabul edilebilirse de, kullanma fiili açısından ayrıca bu durumu değerlendirmek gerekecektir.[19]
Zira, faturayı kullanan kişi, bu faturayı gerçek bir mal veya hizmet teslimi karşılığında almış veya bilmeden kullanmış olabilir.
Uygulamada vergi müfettişleri vergi incelemeleri sırasında mükellefin kullandığı sahte fatura miktarı ile ilgili alış, gider ve maliyetlerinde yer alan sahte faturalarla ilgili değerlendirmeler de 213 sayılı VUK 306 Seri Nolu Genel Tebliğini dikkate alarak duruma göre bir kat veya üç kat vergi ziyaı cezası önermektedirler. Mükellefin alış ve giderleri arasında kullandığı yanıltıcı fatura alış ve giderlerinin %10’una tekabül edecek kadar mevcut olması durumunda bir kat VZC kesilmektedir. Bu oranı aşan durumlarda 3 kat VZC cezası öngörülmektedir. Yeri gelmişken hemen belirtelim ki, bir kat kesilen VZC’ler hakkında uzlaşma talebi mümkün oluyor iken; 3 kat kesilen VZC’lerde ise, gerek tarhiyat öncesi uzlaşma talebi ve gerekse tarhiyat sonrası uzlaşma talebi mümkün değildir.[20]
Yüksek mahkeme Danıştay’ın bugüne değin süregelen en son kararlarında; sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullanımı tespiti ile ilgili kesilen 3 kat vergi ziyaı cezalarını 1 kata düşürdüğü görülmektedir. Yüksek mahkeme burada kasıt unsurunun olup olmadığını dikkate alarak 3 kat kesilen VZC’leri 1 kata düşürmektedir.[21]
Sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı fatura düzenlemek ve kullanmak gibi vergi kaçakçılığı suçlarının yer aldığı hüküm 213 sayılı VUK’nun 359. maddesinde bulunmaktadır. 5237 sayılı TCK’nun 5. maddesi hükmünü vergi suçları için de uygulamak olanaklıdır. Başka bir ifade ile, TCK’nun genel hükümlerinin özel ceza yasaları ve ceza içeren yasalardaki suçlar hakkında da uygulanacağı bilinmektedir.[22]
Diğer yandan, TCK’nun 20. maddesine göre ise, suçun oluşması kastın mevcudiyetine bağlıdır. Kast, suçun yasal tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. Buradan hareketle vergi kaçakçılığı fiilleri ile ilgili suçlarda da kasıt unsuru geçerlidir. Bu suçların taksirli işlenmesi dahi mümkün olmayıp, sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı olduğu iddia edilen belgenin bilmeden kullanılması kastı kaldırır. Kastın yani manevi unsurun yokluğunda, suçun unsurlarının hepsi bir arada gerçekleşmediğinden, cezalandırmada söz konusu olamayacaktır. Bu nedenle, sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullanılmasında da “kastın varlığı” suçun oluşması açısından asli koşuldur.
Bir başka ifadeyle; kasıtla yani bilerek ve istenerek SMİY fatura kullanılması, hem ceza yargılamasında hapis cezasına hükmedilebilmesi hem de 3 kat vergi ziyaı cezasının yasal olabilmesi açısından şart olup kastın bulunmaması halinde söz konusu yaptırımların uygulanması hukuka ve kanuna aykırı olacaktır.
V- SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER
Sonuç olarak, uygulamada vergi müfettişleri sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullanımı veya düzenlenmesi gibi hallerde 213 sayılı VUK’nun 359. maddesi hükmüne göre 3 kat vergi ziyaı cezası keserek mükellefi uzlaşmadan mahrum bırakıp, olayı asliye ceza mahkemesine sevk etmektedirler.
Vergi incelemesi sırasında vergi inceleme sonuçlarının rapora yansıtılmasında sahte fatura kullanımı suçu bakımından “kasıt unsurunun” var olup olmadığı müfettişin kanaatine bırakılmaktadır. İncelemeyi yapan müfettiş ise, olayda 213 sayılı VUK 306 Seri Nolu Genel Tebliğin dikkate alarak yanıltıcı faturaya tekabül eden ödemelerin banka sisteminden geçirilip geçirilmediğine bakmaktadır. Diğer taraftan, yanıltıcı faturayı kullanan mükellefin mal alışları ve giderlerine oranlama yaparak yanıltıcı faturanın alışlara isabet eden nispetini bulmaktadır. Örneğin, somut olayda mükellefin mal, hizmet alımları ve giderleri toplamının 100.000,00 TL olduğunu varsayalım. Bu örnekte kullanılan sahte faturanın ise 9.000,00 TL olduğu kabul edilirse, 9.000,00 TL /100.000,00 TL = 0,09 TL oranı bulunur. Bu oran %10’un altında olduğu için olayda 306 Seri Nolu Genel Tebliğ gereğince 1 kat VZC kesilebilir. Ancak, somut olayda mükellefin iddia edilen 9.000,00 TL’lik yanıltıcı faturayı satıcı firmaya banka çeki ile ödediği ya da banka havalesi veya EFT yoluyla ödediğini ispat ederse bu mükellefe ceza kesilemez. Ancak, uygulamada vergi müfettişleri bu gibi olaylarda 1 kat VZC kesilmesini önerip, KDV yönünden de ayrıca tarhiyat istemektedirler. Bazı vergi müfettişleri kurumlar vergisi ve geçici vergi yönünden tarhiyat önermemektedir. Vergi yargısına giden mükellefler ise, mahkemede durumu kanıtlamaları halinde cezadan kurtulma olanakları bulunabilir.[23]
Özetlemek gerekirse, Vergi idaresi, aşağıda belirtilen zincirleme tarhiyat yöntemi ve benzeri uygulamalarla VUK’un 359. maddesini hukuki dayanak edinerek vergi ziyaı cezalı tarhiyat yapmaktadır.
Söz konusu tarhiyatların mesnedi olan vergi inceleme raporlarının bazılarında, SMİY fatura kullanma suçu bakımından kasıt unsurunun var olmadığı, doğrudan ve lafzen ifade edilebildiği gibi; mal veya hizmet alışverişinin gerçeği yansıttığı, bu alışverişe ilişkin ödemelerin belirtilen meblağlarda ve özellikle banka kanalından yapıldığı vb. tespitlerle dolaylı olarak da kabul edilebilmektedir.
Vergi inceleme raporunda ya da mahkeme nezdinde bu şekilde SMİY olduğu iddia edilen faturanın bilmeden kullanıldığına, mal veya hizmet alışverişinin gerçeği yansıttığına dair tespitler yapılmasına rağmen, hapis cezası ve 3 kat vergi ziyaı cezası uygulanması mümkün olmadığı gibi 1 kat vergi ziyaı cezası kesilmesi de mümkün değildir.
Burada, kastın olmadığı kabul edildiğinden, 1 kat vergi ziyaı cezası kesilmesi işleminin VUK’un 344/2 ve dolayısıyla 359. maddesine dayandırılması imkanı bulunmamaktadır.
SMİY fatura kullanıldığı yönünde yani VUK’un 344/2 ve 359. maddesine göre yapılan tespitlerden ibaret bir vergi inceleme raporunun sonuç bölümünde, mükellefe, VUK’un 344/1. maddesinde göre 1 kat vergi ziyaı cezası kesilmesi doğrultusundaki idari işlem ise “sebep yönünden hukuka aykırı” olarak kabul edilmelidir.
Bir başka deyişle, idareyi, mükellef hakkında vergi ziyaı cezası kesme işlemine götüren olay, SMİY fatura kullanma suçuysa; kastın varlığı, idarenin üzerine düşen ispat külfeti yerine getirilerek somut bir biçimde ortaya konmalı ve 3 kat vergi ziyaı cezası kesilmelidir.[24]
Başlangıçta VUK’un 3 kat vergi ziyaı cezası kesilmesini gerektiren 344/2 ve dolayısıyla 359. maddesinden yola çıkılmasına karşın, kastın bulunmadığı hatta mal veya hizmet alışverişinin gerçeği yansıttığı idare tarafından dahi kabul edildiği diğer durumda ise sonuçta VUK’un 344/1. maddesine göre 1 kat vergi ziyaı cezası kesilerek bir bakıma “ara çözüm” getirilmesi hukuka ve kanuna aykırıdır.
SMİY olduğu iddia edilen fatura vergi doğuran olay bakımından miktar ve mahiyet itibariyle gerçeği yansıtıyorsa, vergi kaybı (ziyaı) da söz konusu olamayacağından, vergi ziyaı cezası hiç kesilmemelidir. Aksi bir uygulama, hem vergi hem de ceza hukuku bakımından “Kanunilik İlkesi”ne aykırılık oluşturacaktır. Nazlı Gaye Alpaslan
-----------------
[1]ÖZYER M.Ali, Vergi Usul Kanunu, HUD Yayınları, 4. Baskı Mart 2008, Ankara, s.909-936
[2]SEKDUR Mahmut – AKGÜNER Suha, Naylon Fatura, Tekağaç Eylül Yayıncılık, 2004, s.62
[3]ASLAN Memduh, Türk Vergi Sisteminde Cezai Yaptırımların Etkinliği, Maliye ve Hukuk Yayınları, Ekim 2008, Ankara, s.32-35
[4]DONAY Süheyl, Vergi Suçları, Beta Yayınları, İstanbul, Haziran 2008, s.126 - 150
[5]KIZILOT Şükrü – ŞENYÜZ Doğan – TAŞ Metin – DÖNMEZ Recai, Vergi Hukuku, Yaklaşım Yayıncılık, Ekim 2006, s.123
[6]VZC: Vergi Ziyaı Cezası
[7]Danıştay 9. Dairesinin, 23.05.2012 gün ve E:2009/9933-K:2012/2861 sayılı kararları.
[8]ÜREL Gürol, Güncel Vergi Usul Kanunu Uygulaması, Maliye ve Hukuk Yayınları, Mart 2007, Ankara, s.362
[9]Bkz. KIZILOT Şükrü – KIZILOT Zuhal, Vergi İhtilafları ve Çözüm Yolları, 19. Baskı, Yaklaşım Yayıncılık, Ankara,s .801
[10]Bkz. 213 sayılı VUK md. 257, Tebliğler: 323, 362, 381
[11]Bkz. Form Ba Bs analiz raporları ve ayrıca vergi inceleme raporlarına eklenecek “vergi inceleme raporlarına eklenecek özel esaslara tabi olacak mükelleflere ilişkin tablo” eklenmektedir. Tabloda ismi gözüken mükelleflere ya telefon ile ya da bir yazı tebliğ ederek ilgili yılın ilgili ayının KDV beyannamesini düzeltilmesini talep etmektedir. Bu durum karşısında gider ya da alışla ilgili ödenen KDV (191) hesaplardan çekilerek KDV beyannamesinin düzeltilmesi sonucunda ortaya ödenecek KDV çıkabilir. Sonuçta kullanıcı durumunda olan mükellefler ile satıcı firma arasında önemli sürtüşmelere neden olmaktadır.
[12]Bkz. KIZILOT Şükrü, Katma Değer Vergisi Kanunu ve Uygulaması, Yaklaşım Yayıncılık, Gözden Geçirilmiş 6. Baskı, Ankara 2012, s.1483.
[13]Bkz. Danıştay 3. Dairesinin, 03.05.2011 gün ve E:2011/1151-K:2011/1507 sayılı kararı.
[14]213 sayılı VUK hükümlerine göre madde 359/a-2’ya göre muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar hakkında 18 aydan 3 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. VUK md. 359/b’ye göre ise söz konusu belgeleri tutmayanlar, tasdik ettirmeyenler veya kısmen sahte olarak düzenleyenler 3 yıldan 5 yıla kadar cezalandırılır.
[15]KDV 84 Seri Nolu Genel Tebliği için bkz. 23.11.2001 gün ve 24592 sayılı RG.
[16]SMİYB: Muhteviyatı İtibariyle Yanıltıcı Belge
[17]ASLANPINAR Burak, “Naylon Fatura Kullanma Suçunda Kasıt Unsuru ve İspat Külfeti-I”, Yaklaşım Dergisi.
[18]ASLANPINAR Burak, “Naylon Fatura Kullanma Suçunda Kasıt Unsuru ve İspat Külfeti-I”, Yaklaşım Dergisi.
[19]VURAL Mahmut, KDV İade Rehberi, 4. Baskı, Nasin 2008, İstanbul, HUD Yayınları, s. 162
[20]Tarhiyat öncesi uzlaşma yönetmeliğine göre 3 kat kesilen VZC’ler hakkında uzlaşma konusu yapılamaz. Bu gibi cezaların sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgelerin kasten ve bilerek kullanılmış olduğu varsayılarak müfettiş tarafından 3 kat kesilen cezalar olarak değerlendirildiğinden dolayı bunların ancak dava konusu yapılması mümkün bulunmaktadır. Böyle bir değerlendirme vergi inceleme raporunun düzenlenmesi sırasında 306 Seri Nolu Genel Tebliğe göre sonuca bağlanmaktadır. Söz konusu tebliğ için bkz. 18.06.2002 gün ve 24789 RG.
[21]İzmir 4. Vergi Mahkemesinin, 10.12.2010 gün ve E: 2010/1318-K:2010/1876 sayılı kararı. Hatta yüksek mahkeme Danıştay 9. Dairesinin 28.10.2011 gün ve E:2008/1603-K:2011/7262 sayılı kararlarında, “sahte fatura düzenlediği iddia edilen şirketler hakkında yeterli ve somut tespitler içermeyen inceleme raporuna dayanılarak yapılan cezalı tarhiyatı onayan vergi mahkemesi kararında isabet görülmediği” hakkında karar verilmiştir. Bu karar için bkz. Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Nisan 2012, Sayı:100, s.307-309
[22]Bkz. DEMİREL Güleç – PARLAR Ali, Vergi Suçları, Adil Yayınevi, Ankara 2002, s.52 -57
[23]İzmir 2. Vergi Mahkemesi kararı, 23.03.2012 gün ve E:2011/1003-K:2012/266 sayılı karar.
[24]Bkz. DONAY Süheyl, Vergi Suçları, Beta Yayınları, İstanbul, Haziran 2008, s.109-111
Dövizli Sözleşmelerin Uyarlanması Ve Olası Sorunlar
13 Eylül tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 85 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile 32 sayılı Türk Parası Kıymetini Koruma (TPKK) Hakkında Karara bir düzenleme eklenerek; Türkiye’de yerleşik kişilerin, kendi aralarında yapacakları her türlü sözleşmede, tarafların yükümlülüklerini para cinsinden oluşturan edimleri döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak belirlemeleri yasaklandı. Bu düzenlemeye göre kullanılamayacak veya ölçü olarak alınmayacak ödeme aracı, dövizdir. Bunun dışında, örneğin altın veya diğer kıymetli madenlerin ödeme aracı veya ölçüsü olarak kullanılması serbesttir. Ancak bu yasağın istisnalarını belirleme yetkisi de Hazine ve Maliye Bakanlığı'na bırakıldı.
Öte yandan söz konusu karara eklenen bir geçici madde ile daha önce döviz üzerinden yapılmış, bir başka deyişle sözleşme edimi döviz olarak kararlaştırılmış sözleşmelerdeki döviz bedellerinin taraflarca 13 Ekim tarihine kadar Türk Parası cinsinden yeniden belirlenmesi yükümlülüğü getirilmiştir. Yine Hazine ve Maliye Bakanlığı'na bu yükümlülük için de istisna belirleme yetkisi tanınmıştır.
Bu yazımızda söz konusu geçici madde üzerinde durmak istiyoruz.
Söz konusu geçici madde, edimi döviz olarak kararlaştırılmış sözleşmelerdeki döviz bedellerinin taraflarına edimi TL’ye çevirmeleri yükümlülüğü getirmektedir. Dikkat edilirse bu yükümlülük, sadece edimin döviz olduğu sözleşmeleri ilgilendirmektedir. Kapsama, dövize endeksli edim ihtiva eden sözleşmeler girmemektedir. Örneğin bir kira sözleşmesinde, kira bedeli 100 dolar yazıyorsa bu sözleşmenin uyarlanması gerekmekte, “100 dolar karşılığı TL” yazıyorsa uyarlama gerekmemektedir. Çünkü asli maddede artık bedelin “döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak kararlaştırılama”yacağı yazarken, önceden yapılmış sözleşmelere ilişkin geçici madde sadece “döviz cinsinden kararlaştırılmış bulunan bedeller”den söz etmektedir.
Bedelin döviz olarak kararlaştırıldığı sözleşmelerin uyarlanmasında TL cinsinden kabul edilmek durumunda olan yeni tür bedelin ne olacağı, tarafların iradesine bırakılmıştır. Taraflar bu konuda 13 Ekim tarihine kadar uzlaşmak durumundadırlar. Cumhurbaşkanlığı Kararı, tarafların anlaşamaması halinde uygulama konusunda doğal bir ölçüt içermemektedir. Eğer bir ölçüt içerse idi, bu ölçüt lehine olan taraf uyuşmazlık içerisine girerdi.
Taraflar uyarlama değeri üzerinde anlaşamazlar ise tek yol “sözleşmenin değişen durumlar karşısında uyarlanması” için mahkemeye müracaat olarak görünmektedir. Bu da binlerce ve uzun sürecek ve neticede bilirkişilerin takdirine kalmış davalar demektir. Bu dava süresince ne olacağı da ayrı bir belirsizliktir. Örneğin bedeli döviz olarak yapılmış bir kira sözleşmesinde tarafların TL bedelde anlaşamaması halinde ve kiracının 12 Ekim günü mahkemeye müracaat ettiği bir olayda kiracı Kasım kirasını ödemezse ve kiraya veren icra dairesine müracaat ederse, icra dairesi nasıl davranacaktır. Çeşitli ihtimaller söz konusudur. İcra dairesi nezdinde (itiraz ve icra mahkemeleri aşamasına göre) uyarlama yapılmadığı için sözleşmeye itibar olunmayacağı gibi, dövizle kira bedelinin tahsili reddedilip dövizin karşılığı TL tutarını o günkü kurdan hesaplayıp harekete de geçilebilir. Daha sonra yargı kararı ile daha düşük bir bedele hükmedilmesi halinde mahsuplaşmanın yapılması da bazen ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkacaktır. Bu nedenle kanaatimce uyarlama için mahkemelere müracaat edildiğinde belli bir bedelin başlangıçta tedbir olarak belirlenmesini talep etmekte yarar vardır.
Bu gibi durumlarda, yani tarafların uyarlama konusunda 13 Ekim tarihine kadar uzlaşamamaları ve yargıya da müracaat etmemiş olmaları halinde, bu tarihten sonra yapılacak başvuruları mahkemelerin veya icra dairelerinin cumhuriyet savcılıklarına da ihbar etmesi gerekmektedir.
Ayrıca aynı yükümlülük bu konuda inceleme yapacak vergi müfettişlerine de düşmektedir. Çünkü bu durumda sözleşme tarafları TPKK kararına muhalefet etmiş olacaklardır. TPKK kararlarına muhalefet etmenin yaptırımı 1567 sayılı Kanun'un 3. maddesi ile idari para cezası şeklinde belirlenmiştir.
İrdelenmesi gereken daha pek çok konu var. Bu karar kimleri ilgilendirmektedir? Kapsamı taraflar yönünden nedir? Sözleşme uyarlandığında damga vergisi doğacak mıdır? Kanunda öngörülen ceza Anayasa’ya uygun mudur? Bu soruların cevapları da gelecek yazımda. Bumin Doğrusöz
https://www.dunya.com/kose-yazisi/dovizli-sozlesmelerin-uyarlanmasi-ve-olasi-sorunlar/428011
Sermaye Şirketlerinde Borca Batıklık Durumu Ve Yeni Düzenlemeler
Şirketlerin borca batıklık durumu ile ilgili olarak 15 Eylül 2018 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Ticaret Bakanlığı Tebliği ile önemli düzenlemeler yapılmıştır. Türk Ticaret Kanunu’nun 376'ncı maddesinde düzenlenen borca batıklık durumu ve bu duruma ilişkin şirket yönetimi ve genel kurullarının yapabilecekleri konularına yeni açıklamalar getirmiştir.
Belirli süreli ya da süresiz olarak kurulan şirketlerin faaliyete başladıktan bir süre sonra ülkenin ekonomik koşullarındaki olumsuzluklar, şirketin faaliyette bulunduğu sektörde rekabetin artması ve tüketici tercihlerinde meydana gelen değişmeler gibi nedenlerle, ya da yönetim hataları yüzünden varlıklarını sürdürmeleri zorlaşabilmekte, hatta sona erme tehlikesi söz konusu olmaktadır.
Gerek eski gerekse 6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanunu bu duruma düşülmemesi için tedbirler alınması konusunda yönetim kurullarını, şirket müdürlerini görevli kılmıştır. 6102 Sayılı TTK’nın 376'ncı maddesinde gerekli düzenlemeler yapılmıştır. TTK'nın bu amaca yönelik başka maddeleri de mevcuttur.
TTK 376. madde 376 hükmü
l) Son yıllık bilançodan, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının yarısının zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşılırsa, yönetim kurulu, genel kurulu hemen toplantıya çağırır ve bu genel kurula uygun gördüğü iyileştirici önlemleri sunar.
2) Son yıllık bilançoya göre, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşıldığı takdirde, derhal toplantıya çağrılan genel kurul, sermayenin üçte biri ile yetinme veya sermayenin tamamlanmasına karar vermediği takdirde şirket kendiliğinden sona erer.
3) Şirketin borca batık durumda bulunduğu şüphesini uyandıran işaretler varsa, yönetim kurulu, aktiflerin hem işletmenin devamlılığı esasına göre hem de muhtemel satış fiyatları üzerinden bir ara bilanço çıkartır. Bu bilançodan aktiflerin, şirket alacaklılarının alacaklarını karşılamaya yetmediğinin anlaşılması halinde, yönetim kurulu, bu durumu şirket merkezînin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesine bildirir ve şirketin iflasını ister. Meğerki, iflas kararının verilmesinden önce, şirketin açığını karşılayacak ve borca batık durumunu ortadan kaldıracak tutardaki şirket borçlarının alacaklıları, alacaklarının sırasının diğer tüm alacaklıların sırasından sonraki sıraya konulmasını yazılı olarak kabul etmiş ve bu beyanın veya sözleşmenin yerindeliği, gerçekliği ve geçerliliği, yönetim kurulu tarafından iflas isteminin bildirileceği mahkemece atanan bilirkişilerce doğrulanmış olsun. Aksi halde mahkemeye bilirkişi incelemesi için yapılmış başvuru, iflas bildirimi olarak kabul olunur.
Ticaret Bakanlığı tebliği ile yapılan düzenleme
15 Eylül 2018 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan ‘’6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 376'ncı maddesinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğl'e sermaye şirketlerinde zor durum halinin nasıl belirleneceği ve zor durum halinin ortadan kaldırılabilmesi için neler yapılabileceği hususlarına açıklama getirilmiştir.
Sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının karşılıksız kalması hali
Sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının karşılıksız kalması halinde yönetim organı genel kurula uygun gördüğü iyileştirici önlemleri sunar. Yönetim organı, son bilançoyu genel kurula sunarak şirketin finansal yönden bulunduğu durumu bütün açıklığıyla ve her ortağın anlayabileceği şekilde anlatır. Bu hususta genel kurula rapor da sunulabilir. Yönetim organı, şirketin mali durumundaki kötüleşmeyi ortadan kaldırmak veya en azından etkilerini hafifletmek amacıyla, uygun gördüğü sermayenin tamamlanması, sermaye artırımı, bazı üretim birimlerinin veya bölümlerinin kapatılması ya da küçültülmesi, iştiraklerin satışı, pazarlama sisteminin değiştirilmesi gibi iyileştirici önlemleri alternatifli ve karşılaştırmalı olarak aynı genel kurula sunar ve açıklar. Genel kurul, sunulan iyileştirici önlemleri aynen kabul edebileceği gibi değiştirerek de kabul edebilir ya da sunulan önlemler dışında başka bir önlemin uygulanmasına karar verebilir.
Sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kalması hali
Sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kalması halinde, toplantıya çağrılan genel kurul;
- Sermayenin üçte biri ile yetinilmesine ve Kanunun 473 ilâ 475 inci maddelerine göre sermaye azaltımı yapılmasına,
- Sermayenin tamamlanmasına,
- Sermayenin artırılmasına,
karar verebilir.
Sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının tamamının karşılıksız kalması borca batık olma durumu
Borca batık olma durunu, şirketin aktiflerinin borçlarını karşılayamaması halidir. Borca batık durumda olmanın işaretleri, yıllık ve ara dönem finansal tablolardan, denetime tabi şirketlerde denetim raporlarından, riskin erken teşhisi komitesinin raporlarından, yönetim organının belirlemelerinden ortaya çıkabilir. Şirketin borca batık durumda bulunduğu şüphesini uyandıran işaretler varsa, yönetim organı, aktiflerin hem işletmenin devamlılığı esasına göre hem de muhtemel satış fiyatları üzerinden bir ara bilanço çıkartır.
Yönetim organı, hem işletmenin devamlılığı esasına hem de aktiflerin muhtemel satış değerlerine göre çıkarılan ara bilanço üzerinden aktiflerin şirket alacaklarını karşılamaya yetmediğine karar vermesi ve genel kurulun tebliğin 7'nci maddesinde belirtilen(yukarıda sayılan) tedbirleri almaması halinde şirketin iflası için mahkemeye başvurur.
Öte yandan, TTK’nın 376/2'nci maddesinde ve tebliğin 11'inci maddesinde belirtildiği üzere, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının 2/3'ünün zarar sebebiyle karşılıksız kalması halinde genel kurul yukarıda belirtilen tedbirlerden birine karar vermek durumundadır; karar vermemesi halinde şirket kendiliğinden sona erer.
Bu şekilde sona eren şirketin tasfiye işlemleri 536.ncı ve devamı maddelerine göre yürütülür.
Hesaplamada esas alınacak finansal tablolar
Şirketlerin sermaye kaybı veya borca batık olma durumları. TTK’nun 88. inci maddesine göre hazırlanacak finansal tablolar esas alınarak belirlenir. Finansal tabloların düzenlenmesinde ihtiyari olarak Türkiye Muhasebe Standartlarının uygulanmasının tercih edilmesi halinde, bahsi geçen durum bu şekilde hazırlanan finansal tablolar üzerinden değerlendirilir.
Sermayenin kaybı veya borca batık olma durumlarında birleşmeye katılma
Sermaye kaybı veya borca batık durumda olan bir şirket, kaybolan sermayeyi karşılayabilecek tutarda serbestçe tasarruf edilebilen öz varlığa sahip bulunan bir şirket ile birleşebilir. Birleşmeye taraf olan bir şirketin, sermayesiyle kanuni yedek akçeleri kaybolmuş veya borca batık durumda olması halinde; birleşmeye taraf olan diğer şirketin kaybolan sermayeyi veya borca batıklık durumunu karşılayacak miktarda serbestçe tasarruf edebileceği öz varlığa sahip bulunduğu ve buna ilişkin tutarların, hesap şekli de gösterilerek doğrulandığı veya belirtilen dıırumların mevcut olmadığının doğrulandığı yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir raponı ile ortaya konulur. Devrolunan şirketlerin denetime tabi olması halinde bu rapor, denetime tabi şirketin denetçisi tarafından da hazırlanabilir.
Borca batıklık durumunun hesabında kur farkları ile ilgili geçici uygulama
Tebliğin geçici birinci maddesine göre, 1/1/2023 tarihine kadar, kanunun 376'ncı maddesi kapsamında sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin yapılan hesaplamalarda, henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı zararları dikkate alınmayabilir.
Bu düzenlemenin vergi uygulamalarına etkisi yoktur. Vergi Usul Kanunu’nunda değişiklik yapılarak vergilemede de uygulama söz konusu olabilir.
Alınabilecek tedbirlere ilişkin açıklamalar
- Sermayenin azaltılması
Sermaye ile kanunî yedek akçeler toplamının en az üçte ikisi zarar sebebiyle karşılıksız kalan şirketin genel kurulu, sermayenin üçte biriyle yetinmeye karar verdiği takdirde sermaye azaltımı Kanunun 473 ilâ 475 inci maddelerine göre yapılır. Bu madde kapsamında yapılacak sermaye azaltımında yönetim organı, alacaklıları çağırmaktan ve bunların haklarının ödenmesinden veya teminat altına alınmasından vazgeçebilir.
- Sermayenin tamamlanması
Sermayenin tamamlanması, bilanço açıklarının ortakların tamamı veya bazı ortaklar tarafından kapatılmasıdır. Kanuni yedek akçelerin yitirilen kısımlarının tamamlanmasına gerek yoktur.
Sermayenin tamamlanmasına karar verilmesi halinde her ortak zarar sebebiyle karşılıksız kalan tutarı kapatacak miktarda parayı vermekle yükümlüdür. Her ortak, payı oranında tamamlamaya katılabilir ve verdiğini geri alamaz. Bu yükümlülük, sermaye konulması veya borç verilmesi niteliğinde olmayıp karşılıksızdır. Ayrıca yapılan ödemeler, gelecekte yapılacak sermaye artırımına mahsuben bir avans olarak nitelendirilmez.
Sermayenin tamamlanmasında, anonim ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler bakımından Kanunun 421'inci maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi, limited şirketler bakımından ise 603 ve devamı maddeleri uygulanır. Sermayenin tamamlanamaması, bazı ortakların kendi istekleriyle tamamlama yapmasına engel oluşturmaz.
Bilanço zararlarının kapatılması için getirilen yükümlülükler uyarınca yapılan ödemeler öz kaynaklar içerisinde sermaye tamamlama fonu hesabında toplanır ve takip edilir.
Sermayenin artırılması
Genel kurul tarafından;
-Sermayenin zarar sonucu ortaya çıkan kayıp kadar azaltılması ile birlikte eş zamanlı olarak istenilen tutarda artırımına karar verilebilir. Sermayenin azaltılması işlemi ile birlikte eş zamanlı sermaye artırımında artırılan sermayenin en az dörtte birinin ödenmesi şarttır.
-Sermayenin zarar sonucu ortaya çıkan kayıp kadar azaltılması yoluna gidilmeden sermaye artırımına karar verilebilir. Bu şekilde yapılacak sermaye artırımında sermayenin en az yarısını karşılayacak tutarın tescilden önce ödenmesi zorunludur. Akif Akarca/Dr. Mehmet Şafak