Mehmet Özdoğru
İşçinin işverenin diğer bir işçisine hakaret suretiyle sataşması
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi
E:2017/22282, K:2018/4886, T:12.03.2018
- İşçinin gece vardiyasında idaresinde olan diğer işçiye işin yapılması ile ilgili olarak talimat verdiği, ardından talimat verdiği işçinin işi gereği gibi yapmamasına sinirlenerek “neden yalan söylüyorsun, bırak artık yalan söylemeyi, nasıl şerefsiz insansın” diyerek hakaret etmek suretiyle işçiye sataştığı durumda fesih haklıdır.
DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine, işe iadesine ve yasal sonuçlarına hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin kabul kararına karşı davalı avukatı istinaf başvurusunda bulunmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesi 28. Hukuk Dairesi davalı avukatının istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi 28. Hukuk Dairesi’nin kararı süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
YARGITAY KARARI
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının 12/05/2006 tarihinden itibaren davalı işveren nezdinde çalışmakta olup iş akdinin feshedildiği 12/07/2016 tarihine kadar sürekli ve aralıksız çalıştığını, davacının iş akdinin haklı ve ya geçerli bir sebep bulunmaksızın tek taraflı olarak feshedildiğini, davacının 12/05/2006 tarihinden itibaren söz konusu davalı işyerinde çalışmakta olup bu süreye kadar görevini layıkıyla yerine getirdiğini, davacı iş akdinin davalı şirket tarafından feshedildiği 12/07/2016 tarihinde fesih ihbarnamesinden öğrendiğini, davalı şirketin fesih ihbarında işyerinde grup lideri pozisyonunda çalışmaktayken ramazan bayramından önce işyerinde çalışan bir işçiyle ufak bir tartışma geçirdiğini bunun kendisine gerekçe gösterildiğini ve iş akdinin sona erdiğinin bildirildiğini iş akdi feshedilene kadar işini özenli bir şekilde yerine getirdiğini ve iş akdinin haklı ve geçerli bir sebep bulunmaksızın tek taraflı feshedildiğini, haksız ve kötü niyetli olduğunu, usul ve yasaya aykırı olduğunu işçinin işten çıkartılmasının son çaresi prensibine de uygun olmadığını iddia ederek; fazlaya dair haklar saklı kalmak kaydıyla davanın kabulüne işverence yapılan feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar kesinleşinceye kadar çalıştırılmadığı süre için doğmuş bulunan ücretinin ödenmesine mahkeme masrafları ve vekalet ücretinin karşı taraf üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
B)Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının iş akdinin davalı iş veren tarafından 12/07/2016 tarihinde haklı nedenle dayanılarak feshedildiğini, davacının her ne kadar iş akdinin haklı nedene dayanılmaksızın feshedildiğin iddia etse de 12/05/2006 tarihinde ….. Fabrikasında Montaj Alan Müdürlüğünde çalışmakta olan davacının iş akdinin Grup Toplu İş Sözleşmesinin 36(30). maddesindeki ve 4857 sayılı İş Kanunu 25/II-d maddesindeki şartların gerçekleşmiş olması nedeni ile 4857 sayılı İş Kanunu gereğince haklı nedenle feshedildiğini, işçinin davranışlarından kaynaklanan nedenlerden biri olan işçinin başka bir işçiye sataşması halinin bu davaya konu somut olayda davacı işçinin işyerindeki bir başka işçiye ahlaka adaba aykırı sözler sarf etmesi şeklinde gerçekleştiğini, 25/06/2016 tarihinde davacı Çalışma Grubu Lideri olarak görev yaptığı ekipte montaj işçiliği B unvanı ile görev yapan E.S. isimli çalışana çalışma alanı içinde ”bırak artık yalan söylemeyi, nasıl şerefsiz insansın sen?’ şeklinde ifadelerin kullanıldığının tespit edildiğini konu ile ilgili davacının 01/07/2016 tarihinde savunmasına başvurulduğunu davacıya yapılan bu feshin haklı ve hukuka uygun olduğunu kaldı ki iş disiplini ile ilgili yasaklara aykırı fiili ve hareketlerde uygulanacak cezaları düzenleyen TİS’in 36.maddesinde de ”edep ve ahlak ile bağdaşmayan hareketlerde bulunmak işyerinin disiplin ve ahengi bozacak davranışlar göstermek”, 30.bentte işten çıkarma müeyyidesine bağlandığını başkaca bir deyişle davacının iş akdinin ihlal eden davranışı TİS’e göre iş akdinin işverence feshini gerektirdiğini savunarak davanın reddini talep etmiştir.
C) İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:
İlk derece mahkemesince, davacının olaya ilişkin özlük dosyasında alınan beyanında; olay günü E.S.’ın başka bir gruba destek için gönderdiklerinde geri geldiğinde boynunun kısa olduğundan gönderdiklerini söylediğini ancak diğer grup liderine sorduğunda omzunda platin olduğunu ve kolunu kaldıramayacağını ilettiğini öğrendiğini ve bu nedenle E.S.’a “neden yalan söylüyorsun, bırak artık yalan söylemeyi, nasıl şerefsiz insan” dediğini ve sürekli yalan ve yanlış bilgi verdiğini belirttiği, grup lideri olan davacının, aynı ekipte çalışan E.S.’ın tanık beyanlarında da belirtildiği üzere sürekli rapor alması ve yanlış bilgilendirmeler yapması nedeniyle kızarak bu kişiye karşı olumsuz sözler söylediği ancak bunun E.S.’ın olumsuz tavır ve davranışlarından kaynaklandığı ve davacının bu nedenle bir an kızgınlıkla fevren söylediği sözlerin hakaret kastı ile de söylenmediği, tanık beyanlarından, davacının tartışma sırasında hakaret ettiği yada kötü bir söz söylediğinin de duyulmadığı, davacının daha önce herhangi bir uyarı ihtar almamış olması da göz önünde bulundurulduğunda olay nedeniyle davacıya bir uyarı ve ihtar verilmesi de mümkünken en ağır disiplin cezası olan iş akdinin feshedilmesi cezasının verilmesinin ölçülülük ilkesine uygun olmadığı gibi feshin son çare olması ilkesine de aykırı olduğu ve haklı ve geçerli fesih nedeni bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
D) İstinaf başvurusu :
İlk derece mahkemesinin kararına karşı, davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
E) İstinaf Sebepleri:
Davalı vekili istinaf başvurusunda; davacının iş akdinin haklı nedenle feshedildiğini belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
F) Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti :
Bölge adliye mahkemesince, davacının daha önce herhangi bir uyarı ihtar almamış olması da göz önünde bulundurulduğunda olay nedeniyle davacıya bir uyarı ve ihtar verilmesi de mümkünken en ağır disiplin cezası olan iş akdinin feshedilmesi cezasının verilmesinin ölçülülük ilkesine uygun olmadığı gibi feshin son çare olması ilkesine de aykırı olduğu ve haklı ve geçerli fesih nedeni bulunmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvuru talebinin esastan reddine karar verilmiştir.
G) Temyiz başvurusu :
Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararına karşı davalı vekili temyiz başvurusunda bulunulmuştur.
H) Gerekçe:
İş Kanunu’nun 25’inci maddesinin II’nci bendinin (b) fıkrasına göre, işçinin işverene, ailesine veya işverenin diğer bir işçisine karşı şeref ve namusuna dokunacak sözler söylemesi veya davranışlarda bulunması ya da işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnatlarda bulunması veya işçinin işverene, aile üyelerinden birine veya diğer bir işçisine sataşması haklı fesih nedeni olarak sayılmıştır. Böyle durumlarda işçi, anayasanın 25 ve 26’ncı maddesi ile güvence altına alınmış düşünceyi açıklama özgürlüğüne dayanamaz. Buna karşılık işçinin bu ağırlıkta olmayan işveren aleyhine sarf ettiği sözler çalışma düzenini bozacak nitelikte ise geçerli fesih nedeni sayılmalıdır. Sadece işverene karşı değil, işveren temsilcisine karşı yöneltilen ve haklı feshi gerektirecek ağırlıkta olmayan aleyhe sözler geçerli fesih nedeni sayılmalıdır. Bunun gibi, işçinin, işveren veya aile üyelerinden olmamakla birlikte, işverenin yakını olan veya işverenin yakın ilişkide bulunduğu veya başka bir işte ortağı olan kişilere hakaret ve sövgüde bulunması, bu kişilere asılsız bildirim ve isnatlar yapması özellikle işverenin şahsının önemli olduğu küçük işletmeler bakımından bu durum iş sözleşmesinin feshi için geçerli neden oluşturacaktır. İşçinin, işverenin başka bir işçisine sataşması 25/II, d hükmü uyarınca haklı fesih nedeni sayılmıştır. Sataşma niteliğinde olmadığı sürece, diğer işçilerle devamlı ve gereksiz tartışmaya girişmek, iş arkadaşları ile ciddi geçimsizlik göstermek geçerli fesih nedenidir(Dairemizin 26.05.2008 gün ve 2007/37481 Esas, 2008/12505 Karar sayılı ilamı).
İş Kanunu’nun 25’inci maddesi kapsamında değerlendirilecek ağır sözleri, işçi, işverenin veya vekilinin tahrikleri sonucu söylemesi, geçerli fesih nedeni sayılmalıdır. Yapıcı ve objektif ölçüler içerisinde belirli bir uzmanlık alanı ile ilgili eleştiri ya da işletmedeki bozukluk ya da uygunsuzluklara ilişkin eleştiri söz konusu olduğunda geçerli fesihten bahsedilemez.
Dosya içeriğine göre, davacı işçinin 25.06.2016 tarihi gece vardiyasında idaresinde olan diğer işçi E.S.’a işin yapılması ile ilgili olarak talimat verdiği, ardından E.S.’ın işi gereği gibi yapmamasına sinirlenerek “ neden yalan söylüyorsun, bırak artık yalan söylemeyi, nasıl şerefsiz insansın” dediği, iş yeri kayıtları ve davacının ikrarını içeren savunma yazısından, davacı işçinin işverenin bir diğer işçisine hakaret etmek suretiyle sataştığı, davalı işverenliğin gerçekleştirdiği feshin haklı olduğu anlaşıldığından, Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozularak ortadan kaldırılmasına Dairemizce 4857 sayılı İş Kanunu’nun 20/3. maddesi uyarınca aşağıdaki gibi karar vermek gerekmiştir.
H) Hüküm: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1- Bölge Adliye Mahkemesi’nin temyiz edilen kararının bozularak ortadan kaldırılmasına,
2- Davanın REDDİNE,
3-Alınması gereken 35,90 TL karar- ilam harcından davacının yatırdığı 29,20 TL peşin harcın mahsubu ile bakiye 6,70 TL karar- ilam harcının davalıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
4-Davacının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, davalının yaptığı 130,00 TL. yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine,
5-Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre 2.180,00 TL ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6- Peşin alınan temyiz harcının isteği halinde davalıya iadesine,
7-Dosyanın ilk derece Mahkemesine kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
Kesin olarak 12.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. http://iskanunu.net/iscinin-isverenin-diger-bir-iscisine-hakaret-suretiyle-satasmasi/
İşçinin mazeret bildirmeden İşe gelmemesi
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi
E:2018/3782, K:2018/16970, T:01.10.2018
- ÖZET : Uçuş personelinin aylık uçuş programı ile belirlenen uçuşa mazeret bildirmeden katılmaması durumunda, iş ilişkisinin devamlılığının işverenden beklenemeyecek şekilde sarsıldığı ve feshin geçerli sebebe dayandığının kabulü gerekir.
DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine, işe iadesine ve yasal sonuçlarına hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin red kararına karşı davacı avukatı istinaf başvurusunda bulunmuştur.
… Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi davacı avukatının istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir.
… Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi’nin kararı süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
YARGITAY KARARI
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararında yazılı gerekçelere ve özellikle, davalı iş yeri kayıtları arasında yer alan aylık uçuş programına göre; 14.08.2015 (Cuma) tarihli uçuşta görevlendirilen davacı işçinin mazeret bildirmeksizin uçuşa katılmadığı, davacının savunmasında 14.08.2015 tarihli uçuşa katılamadığını kabul ettiği, her ne kadar davacı işçinin 14-15.08.2015 şeklinde ard arda iki iş günü işine gelmediği kabul edilmiş ise de; 15.08.2015 tarihinin 14.08.2015 tarihli uçuşun devamına denk geldiği, o gün için ayrı uçuş planlanmadığı, bu haliyle ard arda 2 iş günü şeklinde devamsızlık olmadığından feshin haklı nedene dayanmadığının ancak davacının aylık uçuş programı ile belirlenen uçuşuna mazeret bildirmeksizin katılmaması nedeniyle, iş ilişkisinin devamlılığının davalı işverenden beklenemeyecek şekilde sarsıldığının, feshin geçerli sebebe dayandığının anlaşılmasına göre; davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile sonuç itibariyle doğru olan red kararının 6100 sayılı HMK’nın 370. maddesi uyarınca bu gerekçe ile ONANMASINA, dava dosyasının İlk Derece Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, 01/10/2018 gününde oybirliği ile karar verildi. http://iskanunu.net/ucus-personelinin-mazeret-bildirmeden-ise-gelmemesi-gecerli-sebep/
Anonim Şirketlerde İç Kaynaklardan Sermaye Artırımı
1. Giriş
1.1 Esas Sermaye ve Esas Sermaye Artırımı Nedir?
Sermaye, bir şirkette ortakların ortaklığa getirmeyi taahhüt ettikleri mal varlığının toplamı ve bunun nakit olarak ifadesidir. Bu nakdi değer ortaklık ana sözleşmesinde sabit bir rakam olarak yer alır ve ortaklığın kâr veya zarar etmesi ile bu rakam kendiliğinden artmaz ya da azalmaz. Sermaye artırımı ile kastedilen de, ana sözleşmenin değiştirilmesi suretiyle bu sabit rakamın değiştirilmesidir.
Sermaye artırımında, diğer ana sözleşme değişikliklerine nazaran ortakların ve şirket alacaklılarının menfaatlerinin korunmasına daha çok ihtiyaç duyulur, bunun için sermaye artırımı özel toplantı ve karar nisaplarına tabi kılınmıştır.
Alacaklıların daha çok korunmaya ihtiyacının olması, sermaye şirketleri sınıfına dahil olan anonim şirketlerde ortakların sorumluluğunun sadece şirkete karşı ve taahhüt ettikleri miktarla sınırlı olmasından kaynaklıdır. Başka bir deyişle, taahhüt ettiği sermaye borcunu ifa eden bir pay sahibi, kendisinin de rızası alınmadan başka bir ikincil sorumluluğa tabi tutulamayacaktır. Bu sebeple ortaklık alacaklılarının tek güvencesini ana sözleşmede belirtilen sermaye miktarı oluşturmaktadır. Kanun koyucu da bu sermayeyi korumak için bilanço tekniğinden yararlanmış ve esas sermaye rakamına bilançonun pasif tarafında yer verilmesi ile (Türk Ticaret Kanunu (“TTK”) Md. 463) sermayenin pay sahiplerine iadesi önlenmiştir.
Ortakların menfaatlerinin korunması ise, esas sermayenin artırılarak, yeni paylar çıkarılması ya da var olan payların nominal değerinin artırılması halinde, mevcut olan pay sahipliği hakları bakımından mevcut oran ve ölçülerin bozulması durumuna karşı gereklidir.
1.2 Kısaca Dış Kaynaklardan Sermaye Artırımı ve İç Kaynaklardan Yapılan Sermaye Artırım ile Başlıca Farkı
Dış kaynaklardan esas sermaye artırımı, pay sahibi olan ya da olmayan kişiler tarafından ortaklığa dışarıdan yeni mal varlığı getirilmesidir. Bu tür bir sermaye artırımına başvurulmasının ana nedenleri, ortaklığa yatırım yapılarak büyümesini sağlamak, başka bir şirketi devralmak için sermaye artırmak veya vadesi dolmuş yüksek meblağlı borçları ödemek için ihtiyaç duyulan sermaye ihtiyacını karşılamak olabilir.
Dış kaynaklardan sermaye artırımı durumunda hem ortaklığın mal varlığı hem de ortaklığın ana sözleşmesinde yer alan ana sermaye miktarı aynı oranda artar. Buna karşılık aşağıda ayrıntılı olarak anlatıldığı üzere, iç kaynaklardan yapılan sermaye artırımında ise ortaklığa dışarıdan yeni bir mal varlığı girmez, bu yüzden ortaklığın mal varlığı aynı kalırken ana sözleşmesinde gözüken esas sermaye miktarı artar.
2. İç Kaynaklardan Sermaye Artırımı ve Bu Yola Gitmenin Amaç ve Nedenleri
İç kaynaklardan sermaye artırımı, ortaklığın belli nitelikteki açık yedek akçelerinin, ya da yeniden değerleme veya satış sonucu açık yedek akçe haline dönüşen gizli yedek akçelerinin, ertesi yıla aktarılmış kârının veya henüz dağıtılmasına karar vermediği son yıl kârının esas sermayeye eklenmesi suretiyle sermayenin artırılmasıdır. Başka bir deyişle, iç kaynaklardan sermaye artırımında, zaten şirketin içinde serbest şekilde dolaşan mal varlığı, esas sermayeye eklenerek bu mal varlığı esas sermayenin yükselmesine hizmet etmeye başlamaktadır.
Bir şirketin kâr oranı, esas sermaye miktarına oranlanarak hesaplandığından, iç kaynakların yüksek olduğu şirketlerde esas sermaye artırımı yapılmadığında esas sermaye düşük kalacaktır ve bu sebeple sağlanan kar oranı yüksek gözükecektir. Bu halde şirketin, iç kaynaklardan sermaye artırımı yoluna gitmesi, şirketin kar oranını daha düşük gösterse de hissedarlara dağıtılan kar miktarı nihayetinde değişmeyeceğinden pay sahiplerinin menfaatine herhangi bir halel gelmeyecektir.
İç kaynaklardan sermaye artırımına gidilmesinin bir diğer nedeni, ortaklığın itibarının ve kredibilitesinin artırılmak istenmesidir. Esas sermayenin, sermaye azaltılması yoluna gidilmesi harici, ortaklara dağıtılması mümkün değildir. Buna karşılık esas sermaye dışındaki aktif mal varlığı, yani yedek akçeler vs. pay sahiplerinin, genel kurul aracılığıyla, tasarrufuna açıktır. Bu sebeple alacaklılar bakımından ortaklığa daha zayıf bir şekilde bağlıdırlar. Bu iç kaynakların esas sermayeye eklenmesi suretiyle ortaklıkla bağları güçlenir ve şirketin mal varlığında bir değişim olmamasına rağmen şirketin kredibilitesi artar.
3. İç Kaynaklardan Sermaye Artırımının Şartları
İç kaynaklardan sermaye artırımı TTK 462. maddede düzenlenmiştir. Bu maddenin 2. fıkrasına göre, iç kaynaklardan esas sermayeye eklenecek tutarın şirket bünyesinde gerçekten var olduğu, onaylanmış yıllık bilanço ve yönetim kurulunun vereceği açık ve yazılı bir beyanla doğrulanır. Kanun koyucu bu şartı işlem güvenliğini sağlamak için getirmiştir, böylece şirket sermayesinin gerçekte olmayan bir mal varlığı varmış gibi gösterilerek artırılmasıyla 3. kişilerin veya şirket alacaklılarının zarara uğramasını önlemeye çalışmıştır. Dahası, bilançonun onaylanmasından itibaren 6 ay geçtiyse bu bilanço kabul edilmeyerek yönetim kurulu tarafından onaylanmış yeni bir bilanço aranmaktadır. Yönetim kurulunun vereceği beyan ise TTK 457/2’de düzenlenmiştir, bu beyanda yönetim kurulu, kaynakların doğruluğu konusunda garanti verir. Ayrıca Ticaret Sicil Yönetmeliği 73. madde uyarınca iç kaynaklardan karşılanacak tutarın şirketteki varlığına dair yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir raporu ya da denetime tabi şirketlerde bu tespitlere ilişkin denetçi raporu hazırlanması gerekmektedir.
4. Sermayeye Dönüştürülebilir Kaynaklar
TTK’nın 462. maddesinde, iç kaynaklardan sermaye artırımında, sermayeye eklenebilecek mal varlığı unsurları gösterilmiştir. Ancak maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere bu iç kaynaklar numerus clausus karakter taşımaz, yani maddede gösterilmeyen bir iç kaynak da mevzuat ile yasaklanmadığı sürece sermaye artırımında kullanılabilir. Kanunun 462. maddesinde açıkça kullanılabileceği belirtilen mal varlığı kaynakları ise, belirli bir amaca özgülenmemiş yedek akçeler, kanuni yedek akçelerin serbestçe kullanılabilen kısımları ve mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonlardır.
5. İç Kaynaklardan Sermaye Artırımında Uyulması Gereken Usul
İç kaynaklardan sermaye artırımında, sermaye taahhüdü ile sermaye artırımında olduğu gibi, önceki sermayenin tamamının ödenmiş olması şartı aranmaz. Buna karşılık TTK 462/3’te pay sahiplerini korumak için getirilen kurala göre, bilançoda sermayeye eklenmesine izin verilen bir fon olması halinde, bu fonlar sermayeye dönüştürülmeden nakdi olarak dış kaynaklardan sermaye taahhüt edilmesi yoluyla sermaye artırılamaz. Bunun sebebi, sermaye taahhüdü yoluyla yüksek miktarda sermaye artırımı yoluna gidilerek bazı pay sahiplerinin artırıma katılmasının fiilen engellenmesi sonrasında iç kaynaklardan sermaye artırımı yapılarak önceki artırımda paylarını artıran pay sahiplerinin iç kaynaklardan yapılan artırım ile daha fazla oranda bedelsiz paya sahip olmasının yolunu kapatmaktır.
Ayrıca belirtmek gerekir ki sermaye artırımı, genel kurul kararının (kayıtlı sermaye sisteminde yönetim kurulu kararının) ve esas sözleşmenin ilgili maddesinin tadil edilmiş halinin tescili ile kesinleşir. Bu sebeple artırımın hüküm doğurabilmesi için Türkiye Ticaret Sicili Gazetesine tescil yapılmalıdır.
6. Sonuç
İç kaynaklardan sermaye artırımı, şirkete yeni bir mal varlığı değeri girmeden, şirketin zaten sahip olduğu kaynaklarının sermayeye eklenmesi yoluyla sermayenin artırılmasıdır. Bu durumda artan esas sermayeyi temsilen ya yeni paylar ihdas edilecektir ya da zaten var olan payların nominal değerleri artırılacaktır.
Her iki yolda da bu işlem bedelsiz olacaktır yani şirket ortaklarına herhangi bir ikincil yükümlülük yüklenmeden bu işlem gerçekleştirilecektir. Bu işlem yeni paylar ihdas edilmek suretiyle gerçekleştirilirse, yeni paylar pay sahiplerinin payları oranında ipso iure, yani ikinci bir işleme gerek olmaksızın, kendi üstlerinde doğacaktır. Yani eski paylar bir nevi yavrulamış olacaktır, pay sahiplerinin herhangi bir çabasına gerek kalmadan paylarının değeri/ paylarının sayısı artacaktır. Duygu Turgut http://tokkder.org/tokkder-dergi/4080#more-4080
Yaklaşmakta Olan Yeni Uluslararası Raporlama Standartları ve Etkileri
1 Ocak 2018’den itibaren geçerli olacak olan UFRS 9, finansal varlık ve yükümlülüklerin nasıl sınıflandırılacağına, ölçüleceğine, bilanço dışına alınacağına ve riskten korunma muhasebesine rehberlik eder ve UMS 39’un yerini alır.
Geçtiğimiz yıllarda ve bu yıl içerisinde Uluslararası Finansal Raporlama Standartları Kurulu (UMSK) üç büyük yeni ‘Uluslararası Finansal Raporlama Standardı’ (UFRS) yayımlamıştır. Bu standartlar UFRS 9 Finansal Araçlar, UFRS 15 Müşteri Sözleşmelerinden Hasılat ve UFRS 16 Kiralama İşletmeleri’dir. Yayımlanan her yeni standart veya değişiklik şirketlerin finansal tabloları ile yatırımcılarına daha şeffaf ve faydalı bilgiler sunmasını sağlamaya çalışır. Bu değişikler ise şirketlerin faaliyet alanlarına, ürün veya hizmet çeşitliliğine ya da bilanço yapısına göre çok farklı etkiler yaratabilmektedir.
Yukarıda bahsedilen standartlardan ilk yürürlüğe girecek olan UFRS 9 Finansal Araçlar standardıdır.
UFRS 9 UMS 39’un yerini alıyor
1 Ocak 2018’den itibaren geçerli olacak olan UFRS 9, finansal varlık ve yükümlülüklerin nasıl sınıflandırılacağına, ölçüleceğine, bilanço dışına alınacağına ve riskten korunma muhasebesine rehberlik eder ve UMS 39’un yerini alır.
İlk olarak UFRS 9’a göre, tüm finansal varlıklar (borçlanma araçları), şirketin finansal varlıklarını yönetme şekline dayanan yönetim modeli ve varlıkların sözleşmeye dayalı nakit akışlarının özelliklerine göre; itfa edilmiş maliyet, gerçeğe uygun değer farkı diğer kapsamlı gelir tablosuna yansıtılan veya kar ya da zarara yansıtılan finansal varlık olarak ölçülür. Tek bir şirketin, birden fazla yönetim modeli olabilir; örneğin sadece satış, nakit akışlarını tahsil etme amacı ya da her ikisinin bir arada olduğu bir yönetim modeli gibi. Daha sonra belirlenen yönetim modeline göre elde bulundurulan finansal varlıkların nakit akışı özellikleri de incelenerek sınıflandırma yapılır.
Kiralama şirketleri de bilançoda olan kiralama alacakları ve varsa diğer finansal araçları için (tahvil bono gibi), yönetim modellerini ve bu varlıkların nakit akışlarını yani anapara ve faiz bileşenlerini değerlendirerek sınıflandırma yapacaklardır. Hisse senetleri ise her zaman gerçeğe uygun değerinden ölçülüp şirketin değerlendirmesine göre bu değişiklikler kar ya da zarar tablosunda ya da diğer kapsamlı gelir tablosunda muhasebeleştirilir.
İkinci ve en büyük değişiklik ise UMS 39’un tarafsız bir kanıt olması kaydıyla, yani geçmişteki bir olaya bağlı olarak değer düşüklüğü hesaplanması kuralının, UFRS 9 ile birlikte kalkması ve ileriye dönük beklentiler ve borçluların kredi derecelerine dayanan beklenen kredi zararları modeline geçilmesidir. Pratikte, yeni kural gereğince şirketler, finansal varlıkların ilk kayda alındığı tarihte, varlığa ilişkin ömür boyu beklenen kredi zararının 12 aylık kısmını ve daha sonra da kredi riskinde önemli artış olması durumunda ise ömür boyu beklenen kredi zararının tamamını kayda almak zorunda olacaklar. Kredi riskindeki artışın değerlendirilmesi zor ve yargıya dayanan bir süreçtir. Ancak model kiralama ve ticari alacaklar gibi yani karmaşık finansal bileşen içermeyen alacaklar için tercihi kolaylıklar içermektedir. Kiralama şirketleri için bu kolaylığın anlamı kiralama alacağının bilançoya alındığı tarihten itibaren ömür boyu beklenen kredi zararının kayda alınması ve sonraki dönemlerde kredi riskinde önemli artış olup olmadığının kontrol edilmesine gerek kalmamasıdır.
Son başlık olan ve kiralama şirketlerinde sıklıkla kullanılan finansal riskten korunma muhasebesindeki değişiklik ise şirket yönetimi tarafından belirlenen risk yönetim stratejileri ile daha uyumlu ve daha esnek riskten korunma muhasebesi şartlarının getirilmesidir; örneğin etkinlik testlerinde kullanılan %80-%125 oranlarının esnetilebilmesi gibi.
UFRS 15 ve UFRS 16 aynı anda uygulanabilir
UFRS 15 ve UFRS 16 ise etkileri hem birlikte değerlendirilmesi gereken iki paralel standarttır. İlk olarak UFRS 16 yeni kiralama işlemleri standardı şuan ki UMS 17’nin yerini alacaktır. Şu anki UMS 17 rehberliğinde bir şirket kiralama sözleşmesine taraf olduğu zaman, bu sözleşme için finansal kiralama (bilanço içi) ve faaliyet kiralaması (bilanço dışı) ayrımı yapması gerekir. Bu ayrım karmaşık kurallara ve testlere göre yapılmalıdır. Bu, uygulamada ekonomik olarak benzer olan işlemlerin bilançoda muhasebeleştirilmesi veya muhasebeleştirilmemesi gibi sonuçlara varabilmektedir. Birçok şirket araba, ofis, enerji santrali, perakende satış noktası ve uçak gibi çok sayıda önemli varlığın kullanım hakkını kiralama yoluyla sağlamaktadır, yeni standarda göre finansal ya da faaliyet kiralaması ayrımı yapılmaksızın varlık kullanım hakkı içeren bu tür sözleşmelere ilişkin varlığın kullanım haklarının ve yükümlülüklerinin bilançoya alınması gerekliliği doğmaktadır. Bu sebeple, kiracılar yeni kiralama standardından büyük ölçüde etkileneceklerdir. Kiraya veren taraf muhasebesi büyük ölçüde bir değişikliğe uğramayacak, aynı kalacaktır. Fakat kiraya verenlerin iş modelleri ve kiraya verdikleri ürünler kiracıların ihtiyaç ve davranışlarındaki değişime bağlı olarak etkilenecektir. Çünkü kiralayanların almak ya da kiralamak ile ilgili alışkanlıklarındaki değişiklik ya da borçlanma oranlarının dengelerini düzenlemek adına yapacakları pazarlıklar kiralama şirketlerinin de sözleşme ve ürün seçeneklerinde değişikliğe yol açacaktır.
UFRS 16’ya göre kiralamaya konu olan varlığın sözleşmede bahsi geçen diğer varlıklara direk bağı olmadığı durumlarda, kiralama işlemleri ve kiralamaya konu olmayan işlemler belirlenip ödemeler ayrı ayrı muhasebeleştirilmelidir, örneğin hem araç kirası hem de bakım onarım hizmeti sunulması gibi. Bu nedenle kiraya verenler, UFRS 15’i uygularken toplam kira bedelindeki her bir bileşenin bağımsız olarak fiyatlandırması belirlenmelidir. Ve her bir bileşenin gelir yazılmasına ilişkin muhasebe politikası ayrı ayrı belirtilmeli ve açıklanmalıdır. Şirketler UFRS 16 1 Ocak 2019 tarihinden itibaren yürürlükte olacak olsa da UFRS 15 ve UFRS 16’nın (ilk uygulama 1 Ocak 2018) iç içe geçmişliğini dikkate alarak iki standardı aynı anda uygulamayı tercih edebilir. Handan Sola https://tokkder.org/tokkder-dergi/3445
2018 Yılında Yapılan Son Değişiklikler Çerçevesinde Yatırım Teşvik Ve Destek Sisteminden Hangi Koşullarda Nasıl Faydalanılır?
SGK’dan Çifte Emekli Aylığına Yeni Kısmi Engel
SSK veya Bağ-Kur statüsünden emekli olduktan sonra memur olarak kamuya geçenler oluyordu. Kamuda sosyal güvenlik destek primi uygulaması olmadığı için bu memurlar 15 yıl ve 61 yaşı doldurduklarında bir de Emekli Sandığı emeklisi olabiliyorlardı.
Kamuda Emekli Çalışma Yasağı
Bu geçiş 2005 yılından itibaren 5335 sayılı Yasa ile kısmen yasaklanmıştı. Zira artık bu tarihten sonra hem emekli aylığı alıp hem de memur olmak ya da kamuda SSK sigortalısı olarak çalışmak yasaklanmıştı. Aylık alarak çalışanlar daha sonra bu emekli aylıklarını faiziyle ödemek zorunda kaldılar.
Bu tarihten sonra emekli aylığını kestirip sonrasında kamuda çalışanlar da 15 yıl Emekli Sandığı hizmetini ve 61 yaşını doldurduklarında yine ikinci emekli aylığına hak kazandılar. 15 yılı doldurmadan ayrılanlar da bu hizmetleri ile - ekseriyetle SSK emeklisiydiler - SSK emekli aylıkları ile bu sürelerini 2829 sayılı Kanun gereği birleştiremediler. Toptan ödeme olarak primlerini iade alabildiler.
Hizmet Birleştirme Engeli Vardı
Diğer statüden emekli aylığı bağlandıktan sonraki Emekli Sandığı kapsamındaki hizmetleri ile emekli olmadan önceki diğer statü kapsamındaki hizmetleri birleştirilemiyordu. Zira emekli olduktan sonraki normal çalışma statüsü farklı ise emeklilik öncesi ve sonrası hizmetler birleştirilemiyordu.
Eski – Yeni Memur Farkı
15.10.2008’den itibaren ilk defa kamuda memur olanlar ise haklarında 5434 sayılı Kanun hükümleri uygulanmayan 4/c sigortalısı oldular. Emeklilik tarihi ve emekli aylığı hesaplama usulü bakımından 15 Ekim 2008 öncesinde bir şekilde T.C. Emekli Sandığı Kanunu kapsamında hizmeti olanlardan farklı ve daha olumsuz koşullara tabi bulunuyorlar.
İşte 2108/38 sayılı son SGK Genelgesi bu farklılığın altını iki kurumdan ayrı ayrı bağlanan çifte aylık (Dul-yetim aylığı değil) bakımından da kalınca çiziyor.
Bahse konu yeni Genelgeye göre;
15.10.2008 tarihinden sonra ilk defa sigortalı olanların 5335 sayılı Kanun kapsamında aylıkları kesildikten sonra Kanunun 4/1-(a) ve 4/1-(c) bendi kapsamında geçen hizmetleri Kanunun 30 uncu maddesinin üçüncü fıkrası gereği kısmi aylığın hesabında dikkate alınacak. Yani birleştirilebileceği için çifte aylık olmayacak.
Hizmet Birleştirme Engeli Kaldırıldı
Keza 2008/Ekim aybaşından önce “Kanunun 4/1-(a) (SSK) veya 4/1-(b) bendi (Bağ-Kur) kapsamında yaşlılık aylığı almakta olanlar ile bu tarihten önce sigortalı olup, Kanunun geçici 2 nci maddesine göre yaşlılık aylığı bağlanarak, 5335 sayılı Kanunun 30 uncu maddesi kapsamında aylıkları kesilenlerden Kanunun 4/1-(a) veya 4/1-(c) bendine tabi sigortalı olanların sigortalılıklarının sona erdiği tarih, yazılı istek tarihi olarak kabul edilecek”.
Söz konusu sigortalıların aylık kesildikten sonra Kanunun 4/1-(a) veya 2008/Ekim aybaşından itibaren ilk defa 4/1-(c) bendi kapsamında geçen hizmetleri, Kanunun 30 uncu maddesinin üçüncü fıkrası gereği kısmi aylığın hesabında değerlendirilecek. Diğer bir ifadeyle, aylık bağlanan statü ile aylık bağlandıktan sonra çalışılan statünün farklılığı halinde de, farklı statüde geçen hizmetler, kesilen aylığın statüsü değiştirilmeksizin kısmi aylığın hesabında dikkate alınacak.
Örneğin 4/1-(a) sigortalılığı kapsamında yaşlılık aylığı almakta iken 15.02.2018 tarihinde kamuya ait işyerinde 4/1-(c) kapsamında çalışmaya başlayan sigortalı 14.02.2020 tarihinde görevinden ayrılmışsa bu durumda sigortalının tahsis talep tarihi 14.02.2020 olarak kabul edilecek ve 4/1-(c) kapsamında geçen hizmetleri kısmi aylığın hesabında dikkate alınacak.
Fark Ne?
Bu durumda Ekim 2008 öncesi SSK ve Bağ-Kur emeklisi veya Ekim 2008 öncesi SSK, özel banka sandığı veya Bağ-Kur sigortalısı olup 2008 sonrası emekli olduktan sonra ilk defa 15 Ekim 2008 ve sonrasında 4/c sigortalısı olanlar ile 4/c sigortalılığından ayrıca emekli olamayacaklar. 4/c sigortalılığı kapsamındaki çalışmaları kamuda çalışmaya başlamaları nedeniyle kesilen önceki emekli aylıklarının hesabında değerlendirilecek.
Buna karşın 2008 öncesi diğer kurum emeklisi olup Ekim 2008'den önce kamuda Emekli Sandığı iştirakçisi olarak göreve başlayanlar ise şartlarını sağlamak kaydıyla iki aylık hakkını korumaya devam edecekler.
Şevket TEZEL This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=9258
İş Sözleşmesinin Her Sayfasını İmzalamayı Unutmayın
4857 sayılı İş Kanunu'nda açık bir şekilde çalışan ve işveren arasında yazılı bir şekilde iş sözleşmesi düzenleme zorunluluğu bulunuyor. Ancak yasada süresi bir yıl ve daha fazla olan iş sözleşmelerinin yazılı şekilde yapılması zorunluluğu bulunması gibi farklı bağlayıcı maddeler (Örneğin; 8. madde) mevcut. Çalışma hayatında gerek çalışan gerekse işveren arasında ülkemizde her ne kadar zorunlu olmasa da, gelişen bilinçle birlikte iş sözleşmesi karşılıklı olarak imzalanıyor. Uygulamada sıklıkla karşılaştığımız üzere iş sözleşmelerinin kimi zaman sadece son sayfalarının imzalandığı ya da aradaki bazı sayfaların unutulduğu görülüyor.
Yargıtay'ın 22. Hukuk Dairesi, çalışan ve işveren arasındaki iş sözleşmesinde bir sayfaya atılmayan imzanın tarafları bağlamayacağına ve o sayfada belirtilen maddelerin uygulanmayacağına karar vermiştir.
İş sözleşmelerinde, çoğu zaman yıllık 270 saate kadar olan fazla mesai çalışmalarının aylık ücrete dahil olduğuna dair sözleşme maddelerine yer veriliyor. Yargıtay'ın 9. ve 22. Hukuk Daireleri bu şekilde iş sözleşmelerinde hüküm olması halinde, yıllık 270 saatlik, aylık 22,5 saat, haftalık 5,2 saatlik sürenin fazla mesai süresinden dışlanması gerektiğine işaret ediyor. Bir başka deyişle haftalık mesai süresinin aylık haftalık 5,2 saati aşmaması halinde fazla mesai ücretine karar vermiyor.
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi benzeri bir ihtilafta, taraflar arasında imzalanan iş sözleşmesinde her ne kadar fazla çalışmaların normal ücrete dahil olduğu düzenlenmişse de iş sözleşmesinde bu düzenlemenin yer aldığı sayfada davacı imzasının bulunmaması sebebiyle, bu madde hükmünün çalışanı bağlamayacağını belirtmiş ve yerel mahkeme kararını bozmuştur.*
* Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 2015/6404 Esas, 2016/3813 Karar, 15.02.2016 Tarih https://www.kpmgvergi.com
Yeni Kanun Teklifi ile Yapılması Öngörülen Bazı Düzenlemeler
“Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” 30 Kasım 2018 tarihinde TBMM’ye sunulmuştur.
Söz konusu Kanun Teklifi ile yapılması öngörülen düzenlemelerden öne çıkan bazı hususlara yer verilmektedir.
1) Tacir tüzel kişilerin doğrudan veya ortak veya iştirakleri vasıtasıyla dolaylı olarak ortaklık ilişkisi içinde bulundukları diğer tüzel kişilere ödünç para verebilmesi
Bu Kanun Teklifinin 63 üncü maddesiyle, 6361 sayılı Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu'na eklenmesi öngörülen ek madde ile tacir tüzel kişilerin doğrudan veya ortak veya iştirakleri vasıtasıyla dolaylı olarak ortaklık ilişkisi içinde bulundukları diğer tüzel kişilere ödünç para verme işlerinin yapılabilmesi amaçlanmaktadır. Diğer taraftan bu mahiyetteki işlemlerin vergisel boyutu kendi mevzuatları çerçevesinde değerlendirilmeye devam etmesi öngörülmektedir.
2) Kur farklarının KDV’ye tabi olup olmadığına ilişkin yaşanılan tereddütlerin giderilmesi
Bu Kanun Teklifinin 24 üncü maddesiyle, Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 24 üncü maddesinde yapılması öngörülen değişiklik ile ithalatta olduğu gibi yurtiçinde yabancı paraya dayalı olarak yapılan teslim ve hizmetlerde bedelin tamamen veya kısmen sonradan tahsil edildiği durumlarda, kur farklarının da matraha dahil olduğu madde metnine yazılmak suretiyle uygulamadaki tereddütlerin giderilmesi amaçlanmaktadır.
3) Yatırım teşvik belgesi kapsamında yapılan imalat sanayii yatırımlarına sağlanan ilave teşviklerin uygulama süresinin uzatılması
Bu Kanun Teklifinin 44 üncü maddesiyle, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun geçici 9 uncu maddesinde yapılması öngörülen değişiklik ile 2017 ve 2018 yıllarında yapılan imalat sanayii yatırımları için 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 32/A maddesi kapsamındaki yatırım teşviklerinden daha yüksek oranlarda faydalanılmasına imkan veren anılan Kanunun geçici 9 uncu maddesinde yer alan düzenlemenin 2019 yılında da uygulanmasına imkan sağlanmaktadır. Ayrıca Cumhurbaşkanına bu uygulamanın sürelerini, 5 yıla kadar uzatma yetkisi verilmektedir.
4) İmalat sanayii yatırımlarına ilişkin bina-inşaat harcamalarına sağlanan KDV iadesi teşvikinin uygulama süresinin uzatılması
Bu Kanun Teklifinin 21 nci maddesiyle, Katma Değer Vergisi Kanunu’nun geçici 37 nci maddesinde yapılması öngörülen değişiklik ile imalat sanayii yatırımlarına ilişkin 2018 yılında yapılacak inşaat harcamaları dolayısıyla yüklenilecek katma değer vergisinin iade edilmesine yönelik uygulamanın 2019 yılında da sürdürülmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca Cumhurbaşkanına bu uygulamanın sürelerini, 5 yıla kadar uzatma yetkisi verilmektedir.
5) Kira bedelinin belirlenmesinde tüketici fiyat endeksinin kullanılması
Bu Kanun Teklifinin 57 nci maddesiyle, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 344 üncü maddesinde yapılması öngörülen değişiklik ile kira bedelinin belirlenmesinde, üretici fiyat endeksi yerine, tüketici fiyat endeksinin kullanılması amaçlanmaktadır. https://www.verginet.net
Söz konusu Kanun Teklifine aşağıdaki bağlantı yoluyla ulaşabilirsiniz.
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
Girdi-Çıktı Yapılanlara İşsizlik Maaşı
TBMM’ye sunulan kanun teklifinde, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun 50’nci maddesinin ikinci fikrasında yer alan ‘prim ödeyerek sürekli çalışmış’ ibaresi ‘hizmet akdine tabi’ şeklinde değiştirildi. Madde ile işsizlik ödeneğinden yararlanma koşullarında kolaylık sağlanarak son 120 günlük ‘prim ödeyerek sürekli çalışma’ şartı ‘hizmet akdine tabi’ olma şeklinde yumuşatıldı. Kanun teklifi ile 120 gün boyunca hizmet akdine tabi olmasına karşın devamsızlık hallerinden kaynaklı ödememe durumu ortadan kaldırılmış olacak.
Sık işe girip çıkanlar için
Düzenleme ile ilgili değerlendirmede bulunan TOBB ETÜ Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cem Kılıç, daha çok mavi yakalı tabir edilen işçilerin değişiklikten yararlanacağını söyledi.
- Bu kesimin sık sık işe girip çıktığına işaret eden Kılıç, “Bu kesimin işgücü devir oranı çok yüksek. Bir türlü 120 gün kesintisiz çalışmayı yakalayamıyorlardı. O yüzden bu değişiklik özellikle hizmet sektöründe çok etkili olur. Mevsimlik işçiler için de olumlu olur” diye konuştu. Kılıç, raporlu sayıldığı ve ücretsiz izine çıktığı için 120 günlük kesintisiz çalışma şartından yararlanamayanların da işsizlik maaşı alabileceğine dikkat çekti.
Askerlerin gözü arkada kalmayacak
Bir diğer önemli düzenleme de askere gidenlerin sigortalılık durumunda yapıldı. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 3’üncü maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle, er ve erbaşların bakmakla yükümlü oldukları kişilerle ilgili düzenlemeye gidildi.
Madde ile, er ve erbaşların genel sağlık sigortalısı sayılmayan eş ve çocukları ile anne ve babalarının bakmakla yükümlü olduğu kişi kapsamında değerlendirilmesi sağlanacak. Kılıç, askere giden kişinin sigortadan 90 günlük süre ile yararlanabildiğine dikkat çekerek, bu kapsamdaki er ve erbaşların çalışmayan eşleri ile çocuklarının sigorta kapsamından çıktığına dikkat çekti.
- Bundan sonra askere giden kişilerin eş ve çocuklarının, askerlik süresinin sonuna kadar sigorta kapmasında kalacağına işaret eden Kılıç, özellikle uzun dönem askerlik yapanlar için kritik bir değişiklik yapıldığını vurguladı.
Kılıç, eş ve çocuk varken yakın olarak kapsamda bulunmayan anne ve babanın da kanun teklifiyle sigorta kapsamına alındığına işaret etti.
https://www.yenisafak.com/ekonomi/girdi-cikti-yapanlara-issizlik-maasi-mujdesi-3412523
Kira Stopajı Ve Mülk Sahiplerinin Sorumluluğu
Kiracılar tarafından mülk sahibi adına muhtasar beyanname ile kira stopajı beyan edilmektedir. Sonuçta muhtasar beyanname ile vergi dairesine beyan edilen kira stopajlarının kiracılarca ödenmesi zorunludur. Ödenmeyen kira stopajları için vergi dairesi GVK md. 94 hükmüne göre ödeme emri tebliğ eder. Burada mülk sahibinin ödenmeyen kira stopajlarından dolayı sorumluluğu söz konusu değildir.(1)
Uygulamada mülk sahipleri tarafından ödenmeyen kira stopajları hakkında kendilerinin sorumlu olup olmayacağı noktasında tereddütler oluşmaktadır. Oysa ki, GVK md. 94 hükmü gereği gerçek usulde vergi mükellefi olan kimselerin mülk sahiplerine ödedikleri kiralar ile ilgili %20 vergi stopajı yapıp, vergi dairesine muhtasar beyanname ile aylık veya 3 ‘er aylık dönemlerde beyan edilmesi gerekecektir. Muhtasar beyanname üzerine tahakkuk ettirilen vergilerinde aynı süre içerisinde ödemesi gerekir.(2) Aksi takdirde, daha sonra gecikme zammı olarak bu stopajlar vergi dairesince tahsil edilecektir. Burada da yine ödenmeyen veya ödenemeyen muhtasar stopajlarından dolayı mülk sahibi hiçbir şekilde sorumlu olmaz.(3)
Vergi uygulamasında sorumluluk uygulamasının bulunulduğu alanlar ilgili yasalarda belirtilmiştir. Örneğin; 213 sayılı VUK md. 11 hükmünde kimlerin ve hangi ödemelerden sorumlu olacağına ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Diğer taraftan 6183 sayılı kanunun md. 35 ve mük. md. 35 hükümlerinde kanuni temsilcilerinin sorumluluğu açıkça düzenlenmiştir. Sonuç itibariyle, GVK md. 94 ve md. 98 hükümlerine göre kira stopaj ödemeleri ile ilgili vergi dairesine yatırılmayan stopajlardan dolayı işyeri mülk sahiplerinin herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır.
Öte yandan, söz konusu madde de yaptıkları ödemelerden vergi tevkif edecekler arasında basit usulde vergilendirilen mükellefler sayılmamıştır. Bu nedenle, basit usule tabi ticaret erbabının satın aldığı zirai ürün bedelleri üzerinden stopaj yapması söz konusu değildir. Konuya ilişkin olarak yayımlanan 215 Seri No.lu GVKGT düzenlemesi de bu doğrultudadır. Aynı şekilde, bir iş yerinde basit usule tabi olarak ticari faaliyet sürdüren basit usulde ki mükellefin muhtasar beyanname vermesi söz konusu değildir. Bu nedenle, kiracısı basit usulde mükellef olan iş yeri sahipleri, elde ettikleri kira gelirlerini ertesi yıl Mart ayında yıllık gelir vergisi beyannamesi ile beyan edeceklerdir. Nazlı Gaye Alpaslan
----------------
(1) Bkz. GVK md. 94 ve 98 hükümleri(2) Bkz. GVK 231, 233, 242, 261, 264 ve 267 seri no.lu G.T.
(2) Bkz. GVK 231, 233, 242, 261, 264 ve 267 seri no.lu G.T.
(3) Kira ödemelerinde tevsik mecburiyeti 1.11.2008 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. GVK 268 seri no.lu genel tebliğine göre, konutlarda her bir konut için aylık 500,00-TL ve üzerinde kira geliri elde edenlerin bu ödemelerini bankadan geçirmek zorunluluğu mevcuttur. İş yerlerinde ise; bu konuda herhangi bir limit olmaksızın mutlak surette bankadan geçirilmesi zorunludur.