Ağustos ayı genelde tatillerin yapıldığı, gündemin sakin olduğu bir aydır. Ancak bu seneki Ağustos bazı güney illerimizde yaşanan yangın ve bazı kuzey illerinde yaşanan sel felaketi nedeniyle maalesef oldukça hareketli bir ay oldu. Tabiri caizse güneyde yangın, kuzeyde ise sel düşmanıyla birçok cephede savaştık. Ancak bu savaşta maalesef mağlup olduk.
Güneyde, özellikle turistik bölgelerde görülen Cumhuriyet tarihimizin en büyük yangını çok kısa bir zamanda geniş bir alana yayıldı ve yangınlara müdahalede geç kalındı. Aynı zamanlarda, farklı bölgelerde başlayan yangınların terör veya sabotaj nedeniyle mi, yoksa küresel ısınmanın etkisiyle doğal nedenlerden mi kaynaklandığı sorusu hala net olarak cevap bulmuş değil. Ancak hangi sebeple başlarsa başlasın, yangının bir ihmaller zinciri (belki de kasıt!) sonucu uzun süre devam edip söndürül(e)mediğini, devletimizin gerekli önlemleri önceden almadığını, kriz yönetiminde bir kez daha sınıfta kaldığını, yangına müdahale etmesi gereken söndürme uçaklarının çok da yüksek sayılmayacak bir tutar karşılığında bakımlarının yapılmayarak çürümeye terk edildiğini, askerin söndürme çalışmalarına dahil edilmediğini, yangının göz göre göre termik santrallere ulaşmasını (Allah’tan nükleer santralimiz yokmuş), afet bölgesine inci gibi dizilen bakanların kamuoyuna tatmin edici cevaplar ver(e)meyip sorumluluğu başkalarına atmalarını, devlet babasından göremediği yardımı dışarıda arayan insanların hain ilan edilmelerini, olay mahallinden haber vermeye çalışan basının sansürlenmesini, daha yangın söndürülmeden bölgede yapılması planlanan yeni konut projelerinin promosyonunu (öyle ki; evi yanmayanlar bile “keşke evim yansaydı” diyecekmiş!), yangını fırsat bilen bazı gözü doymaz şirketlerin kalan ağaçları da kesme ihanetini, bütün bunlar olurken de milyonlarca ağacın, hayvanın, canlının yok olmasını hep birlikte izledik. Diğer taraftan, yorgunluktan bitkin düşen, şehit olan itfaiye erlerini, yangını söndürmeye çalışan sade vatandaşları, köylüleri, bölgeden kendi imkanlarıyla bilgi aktarmaya çalışanları, yurdun her köşesinden söndürme çalışmaları için yardım organize edenleri de gönlümüzün en güzel yerlerine nakşettik. Yaşananlar, bize kriz yönetimi ve sivil toplum örgütlenmesinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Tam yangın felaketinden kurtulduk derken, bitmeyen bir kâbus gibi bu sefer de kuzeydeki illerimizde yaşanan sel felaketiyle irkildik. Haritadan silinen kasabalar, sular içinde kaybolan insanlar, binaları, köprüleri parçalayıp denize akan tomruklar bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçti. Gerek yangın, gerek sel her ne kadar doğal afet olarak adlandırılsa da her iki felaketi bir kader veya doğal afet olarak kabul etmek, bu afetlerin gerçek nedenlerini anlamamızın önüne geçecektir. Belki ilk kıvılcım, ilk yağmur damlası doğal nedenlerle çıktı ama hem yangının hem selin geniş çaplı bir afete dönüşmesinde insanoğlunun etkisi muhakkak bulunmaktadır. Ormanlarda ateş yakılmasa, plastik, cam gibi artıklar arkada bırakılmasa, ormanlık alanlar katledilip betonlaşma olmasa, dere yataklarına binalar yapılmasa, tomruk depoları dere kenarlarına yığılmasa, her yere adım başı HES yapılmasa bu kadar büyük kayıplar yaşanır mıydı? Bu yaşananlardan doğaya çöpünü atan ben, ormanları villa-otel yapmak için umarsızca talan eden, dere yatağına düşünmeden kaçak ev yapan sen, bunlara izin verip göz yuman, dur diyen mahkeme kararını uygulamayan bürokrat/siyasetçi, dur demeyen hakim, soruşturma açmayan savcı, bunları yapan, meşrulaştıran siyasetçiye oy veren vatandaş, tarlasını üç kuruş fazlaya satan köylü, tarım alanlarını imara açan belediyeciler, belediyeleri bypass etmek için yetkileri merkeze çekenler, olanlara şikayet etmek ve eleştirmek dışında bir şey yapmayanlar, kısacası hepimiz sorumluyuz. Yaşananlar doğanın olağan hayatına dönme çabası aslında. Tabiat ana üzerindeki asalak virüslere tepki veriyor sadece…
Bu girişten sonra konunun vergisel yönüne değineceğim. Öncelikle, yaşanan afetler sonrasında Gelir İdaresi Başkanlığı hızlı aksiyon alarak afet yaşanan bölgelerde mücbir sebep ilan etti1. Buna göre, yangın yaşanan bölgelerde 28.07.2021-01.11.2021 tarihleri arasında, sel yaşanan bölgelerde ise 11.08.2021-31.12.2021 tarihleri arasında mücbir sebep ilan edilmiş ve bu dönemlerde verilmesi gereken beyannameler ile ödenmesi gereken vergiler açısından bir erteleme ve 24 aya kadar bir taksitlendirilme imkanı getirilmiştir. Başkanlığın bu hızlı davranışı önemli ve gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Özellikle sel felaketinin yaşandığı bölgelerden gelen görüntüler hiç de iç açıcı değildir. Bölgedeki esnaf ve ticaret erbabı bırakın vergi ödemeyi, sermayesini dahi kaybetmiştir. Bu nedenle, Devlet afetlerden etkilenenlerin bütün kamu borçlarını silmeli, hatta sermayesini kaybedenlere hibe yapmalıdır. Vergi Usul Kanunu (VUK)’nun 115. maddesi ile 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun’un 105. maddesi kamu borçlarının terkinine imkan vermektedir.
VUK md. 115 uyarınca, yangın ve sel nedeniyle varlıklarının en az üçte birini kaybeden mükelleflerin bu afetlerin zarar verdiği gelir kaynakları ile ilgili bulunan vergi borçları ve vergi cezaları; mahsullerinin en az üçte birini kaybeden mükelleflerin, âfete mâruz arazi için zararın tahakkuk ettiği hasat ve devşirme zamanına tesadüf eden yıla ait olarak tahakkuk ettirilen arazi vergisi borçları ve vergi cezaları Hazine ve Maliye Bakanlığınca zararla orantılı olmak üzere, kısmen veya tamamen terkin olunabilmektedir. Bakanlık terkin yetkisini mahalline devredebilir. Zarar derecesini ve ilgili bulunduğu gelir kaynağını yerel idare heyetleri yaptıracağı tahkikat üzerine tesbit eder. 6183 sayılı Kanun ise yangın ve sel nedeniyle varlıklarının ve mahsullerinin en az üçte birini kaybedenler adına tahakkuk ettirilmiş ve afetlerin zarar verdiği gelir kaynakları ile ilgili amme alacaklarının Cumhurbaşkanı kararıyla kısmen veya tamamen terkin olunacağını belirtmiş, ancak bu imkandan yararlanmak için afetin meydana gelme tarihinden itibaren 6 ay içinde ilgili kamu kuruluşuna yazı ile müracaat edilmesi şartını getirmiştir. Görüldüğü üzere, gerek yangın, gerek sel nedeniyle zarara uğrayanların vergi ve diğer kamu borçlarının silinmesi mümkündür. 6183 sayılı Kanun her ne kadar bir yazılı başvuru öngörse de, böyle bir başvuru beklenmeden zarar görenlerin zararı tespit ettirilerek vergi, sgk primi vb. bütün kamu borçları silinmelidir. Konuya ilişkin olarak en kısa zamanda bir Cumhurbaşkanı Kararı çıkarılarak, Gelir İdaresi Başkanlığı’nca zarar tespit komisyanları oluşturulmalı, vergi müfettişlerinin de bu komisyonlarda çalışması sağlanarak vakit kaybedilmemelidir.
Yaşanan afet sonrasında hızlıca alınan diğer bir aksiyon, 13 Ağustos 2021 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 4372 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı’yla yardım kampanyası başlatılarak bu konuda Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD)’nın görevlendirilmesidir. AFAD, bu Karar sonrasında internet sitesinde yardım için yapılacak banka hesaplarını paylaşmıştır. Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 10. maddesi, Gelir Vergisi Kanunu’nun 89. maddesi uyarınca, Cumhurbaşkanı’nca başlatılan kampanyalara yapılan bağış ve yardımların tamamının gelir ve kurumlar vergisi matrahından indirilmesi mümkündür. Bu nedenle, beyanname veren bütün mükelleflerin (ücret, kira geliri nedeniyle beyanname verenler dahil) yaptıkları bu bağışları matrahtan indirmeleri mümkün olacaktır. İndirim imkanı ancak beyan edilen matrah kadar olup matrahı aşan bağış tutarın sonraki dönemlere devri mümkün değildir.
Devletin IBAN bilgileri verip yardım kampanyası başlatmasının çeşitli eleştirilere neden olması, toplanan bağışların nerelere harcandığının şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmaması nedeniyle geçmişteki benzer kampanyalara katılım sınırlı olmuştu. Bu nedenle, afet yaşanan bölgelere başka kanallar aracılığıyla yardım veya bağış yapmak isteyen mükelleflere yönelik vergi mevzuatımızda yer alan diğer teşviklerden bahsetmek istiyorum.
Bu teşviklerden birisi, genel ve özel bütçeli kamu idarelerine, il özel idarelerine, belediyelere ve köylere, Cumhurbaşkanınca vergi muafiyeti tanınan vakıflara ve kamu yararına çalışan derneklere makbuz karşılığında yapılan bağış ve yardımların toplamının o yıla ait kurum kazancının veya beyan edilen gelirin % 5'ine kadar olan kısmının matrahtan indirimine izin verilmesidir. Burada, matrahın %5’lik kısmına kadar bir sınır olduğuna tekrar dikkat çekmek istiyorum.
Diğer bir imkan ise, bağışların Türk Kızılay Derneğine veya Türk Yeşilay Cemiyetine yapılmasıdır. Söz konusu derneklere yapılan bağış ve yardımların da tamamının matrahtan indirilmesi mümkündür. Bu bağışların yangın ve sel felaketi yaşanan bölgelere gönderilmesi şartıyla yapılması (şartlı bağış) mümkündür. Son dönemde Kızılay da çeşitli tartışmaların odağında olmuş ve Kızılay yönetimi ve harcamaları toplum nezdinde soru işaretlerine yol açmış, maalesef bir çok kurum gibi Kızılay da toplum nezdinde bir güven erozyonuna uğramıştır. Bu nedenle, bu derneğe de şüpheyle yaklaşan ancak bir şekilde yardımda bulunmak isteyen ama bu bağışları nedeniyle de vergisel teşviklerden azami ölçüde yararlanmak isteyenlere şöyle bir tavsiyede bulunabilirim. Daha şeffaf olduğuna inanılan başka bir sivil toplum örgütüne gönderilmek üzere Kızılay’a şartlı bağış yapabilirler. Böylece, yapılan bağışın tamamının matrahtan indirilmesi mümkün olabilir. Bağış miktarından bir kısım aracılığı nedeniyle Kızılay’da bırakılabilir. Bu yöntemin vergiden kaçınma veya teknik tabirle peçeleme olarak eleştiriye açık olduğunu da söylemem gerekir. Ancak, geçmişte mevcut iktidara yakın bir sermaye gurubu bu yöntemi kullanarak Kızılay’a milyonlarca Dolar bağış yapmış ve bu bağışın küçük bir yüzdesi Kızılay’da bırakılarak geri kalan kısımı yine iktidara yakınlığıyla bilinen bir başka vakfa aktarılarak bağışın tamamı vergi matrahından indirilmişti. Bağışı yapan şirket yetkilisi de yaptıklarının tamamen yasalara uygun bir vergi planlaması olduğunu açıklamıştı. O şirketin yaptığı yasalara uygunsa, sizinki niye olmasın? Numan Emre ERGİN
Sözün özü: “Victory has a thousand fathers, but defeat is an orphan.” John F. Kennedy
(Zaferin bin tane babası vardır, ama mağlubiyet yetimdir.)