Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

25 Ekim 2017 Tarihli Resmi Gazete

Sayı: 30221 

Kanun No. 7036

Kabul Tarihi: 12/10/2017

Amaç

MADDE 1- (1) Bu Kanunun amacı; iş mahkemelerinin kuruluş, görev, yetki ve yargılama usulünü düzenlemektir.

İş mahkemelerinin kuruluşu

MADDE 2- (1) İş mahkemeleri, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun olumlu görüşü alınarak, tek hâkimli ve asliye mahkemesi derecesinde Adalet Bakanlığınca lüzum görülen yerlerde kurulur. Bu mahkemelerin yargı çevresi, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun hükümlerine göre belirlenir.

(2) İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde iş mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu daireler numaralandırılır. İhtisaslaşmanın sağlanması amacıyla, gelen işlerin yoğunluğu ve niteliği dikkate alınarak, daireler arasındaki iş dağılımı Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından belirlenebilir. Bu kararlar Resmî Gazete’de yayımlanır. Daireler, tevzi edilen davalara bakmak zorundadır.

(3) İş mahkemesi kurulmamış olan yerlerde bu mahkemenin görev alanına giren dava ve işlere, o yerdeki asliye hukuk mahkemesince, bu Kanundaki usul ve esaslara göre bakılır.

Dava şartı olarak arabuluculuk

MADDE 3- (1) Kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.

(2) Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.

(3) İş kazası veya meslek hastalığından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat ile bunlarla ilgili tespit, itiraz ve rücu davaları hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz.

(4) Arabuluculuk Daire Başkanlığı, sicile kayıtlı arabuluculardan bu madde uyarınca arabuluculuk yapmak isteyenleri, varsa uzmanlık alanlarını da belirterek, görev yapmak istedikleri adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonlarına göre listeler ve listeleri ilgili komisyon başkanlıklarına bildirir. Komisyon başkanlıkları, bu listeleri kendi yargı çevrelerindeki arabuluculuk bürolarına, arabuluculuk bürosu kurulmayan yerlerde ise görevlendirecekleri sulh hukuk mahkemesi yazı işleri müdürlüğüne gönderir.

(5) Başvuru karşı tarafın, karşı taraf birden fazla ise bunlardan birinin yerleşim yerindeki veya işin yapıldığı yerdeki arabuluculuk bürosuna, arabuluculuk bürosu kurulmayan yerlerde ise görevlendirilen yazı işleri müdürlüğüne yapılır.

(6) Arabulucu, komisyon başkanlıklarına bildirilen listeden büro tarafından belirlenir. Ancak tarafların listede yer alan herhangi bir arabulucu üzerinde anlaşmaları hâlinde bu arabulucu görevlendirilir.

(7) Başvuran taraf, kendisine ve elinde bulunması hâlinde karşı tarafa ait her türlü iletişim bilgisini arabuluculuk bürosuna verir. Büro, tarafların resmi kayıtlarda yer alan iletişim bilgilerini araştırmaya da yetkilidir. İlgili kurum ve kuruluşlar, büro tarafından talep edilen bilgi ve belgeleri vermekle yükümlüdür.

(8) Taraflara ait iletişim bilgileri, görevlendirilen arabulucuya büro tarafından verilir. Arabulucu bu iletişim bilgilerini esas alır, ihtiyaç duyduğunda kendiliğinden araştırma da yapabilir. Elindeki bilgiler itibarıyla her türlü iletişim vasıtasını kullanarak görevlendirme konusunda tarafları bilgilendirir ve ilk toplantıya davet eder.  Bilgilendirme ve davete ilişkin işlemlerini belgeye bağlar.

(9) Arabulucu, görevlendirmeyi yapan büronun yetkili olup olmadığını kendiliğinden dikkate alamaz. Karşı taraf en geç ilk toplantıda, yerleşim yeri ve işin yapıldığı yere ilişkin belgelerini sunmak suretiyle arabuluculuk bürosunun yetkisine itiraz edebilir. Bu durumda arabulucu, dosyayı derhâl ilgili sulh hukuk mahkemesine gönderilmek üzere büroya teslim eder. Mahkeme, harç alınmaksızın dosya üzerinden yapacağı inceleme sonunda yetkili büroyu kesin olarak karara bağlar ve dosyayı büroya iade eder. Mahkeme kararı büro tarafından 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uyarınca taraflara tebliğ edilir. Yetki itirazının reddi durumunda aynı arabulucu yeniden görevlendirilir ve onuncu fıkrada belirtilen süreler yeni görevlendirme tarihinden başlar. Yetki itirazının kabulü durumunda ise kararın tebliğinden itibaren bir hafta içinde yetkili büroya başvurulabilir. Bu takdirde yetkisiz büroya başvurma tarihi yetkili büroya başvurma tarihi olarak kabul edilir. Yetkili büro, altıncı fıkra uyarınca arabulucu görevlendirir.

(10) Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren üç hafta içinde sonuçlandırır. Bu süre zorunlu hâllerde arabulucu tarafından en fazla bir hafta uzatılabilir.

(11) Arabulucu, taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması yahut yapılan görüşmeler sonucunda anlaşmaya varılması veya varılamaması hâllerinde arabuluculuk faaliyetini sona erdirir ve son tutanağı düzenleyerek durumu derhâl arabuluculuk bürosuna bildirir.

(12) Taraflardan birinin geçerli bir mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmaması sebebiyle arabuluculuk faaliyetinin sona ermesi durumunda toplantıya katılmayan taraf, son tutanakta belirtilir ve bu taraf davada kısmen veya tamamen haklı çıksa bile yargılama giderinin tamamından sorumlu tutulur. Ayrıca bu taraf lehine vekalet ücretine hükmedilmez. Her iki tarafın da ilk toplantıya katılmaması sebebiyle sona eren arabuluculuk faaliyeti üzerine açılacak davalarda tarafların yaptıkları yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(13) Tarafların arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaları hâlinde, arabuluculuk ücreti, Arabuluculuk Asgari Ücret Tarifesinin eki Arabuluculuk Ücret Tarifesinin İkinci Kısmına göre aksi kararlaştırılmadıkça taraflarca eşit şekilde karşılanır. Bu durumda ücret, Tarifenin Birinci Kısmında belirlenen iki saatlik ücret tutarından az olamaz. İşe iade talebiyle yapılan görüşmelerde tarafların anlaşmaları durumunda, arabulucuya ödenecek ücretin belirlenmesinde işçiye işe başlatılmaması hâlinde ödenecek tazminat miktarı ile çalıştırılmadığı süre için ödenecek ücret ve diğer haklarının toplamı, Tarifenin İkinci Kısmı uyarınca üzerinde anlaşılan miktar olarak kabul edilir.

(14) Arabuluculuk faaliyeti sonunda taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması veya iki saatten az süren görüşmeler sonunda tarafların anlaşamamaları hâllerinde, iki saatlik ücret tutarı Tarifenin Birinci Kısmına göre Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenir. İki saatten fazla süren görüşmeler sonunda tarafların anlaşamamaları hâlinde ise iki saati aşan kısma ilişkin ücret aksi kararlaştırılmadıkça taraflarca eşit şekilde Tarifenin Birinci Kısmına göre karşılanır. Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenen ve taraflarca karşılanan arabuluculuk ücreti, yargılama giderlerinden sayılır.

(15) Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığı hâlinde işe iade talebiyle arabulucuya başvurulduğunda, anlaşmanın gerçekleşebilmesi için işverenlerin arabuluculuk görüşmelerine birlikte katılmaları ve iradelerinin birbirine uygun olması aranır.

(16) Bu madde uyarınca arabuluculuk bürosu tarafından yapılması gereken zaruri giderler; arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması hâlinde anlaşma uyarınca taraflarca ödenmek, anlaşmaya varılamaması hâlinde ise ileride haksız çıkacak taraftan tahsil olunmak üzere Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanır.

(17) Arabuluculuk bürosuna başvurulmasından son tutanağın düzenlendiği tarihe kadar geçen sürede zamanaşımı durur ve hak düşürücü süre işlemez.

(18) Arabuluculuk görüşmelerine taraflar bizzat, kanuni temsilcileri veya avukatları aracılığıyla katılabilirler. İşverenin yazılı belgeyle yetkilendirdiği çalışanı da görüşmelerde işvereni temsil edebilir ve son tutanağı imzalayabilir.

(19) Arabuluculuk görüşmeleri, taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça, arabulucuyu görevlendiren büronun bağlı bulunduğu adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonunun yetki alanı içinde yürütülür.

(20) 13/6/1952 tarihli ve 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanunda düzenlenen gazeteci ile 20/4/1967 tarihli ve 854 sayılı Deniz İş Kanununda düzenlenen gemiadamı, bu madde kapsamında işçi sayılır.

(21) Bu maddede hüküm bulunmayan hâllerde niteliğine uygun düştüğü ölçüde 7/6/2012 tarihli ve 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu hükümleri uygulanır.

(22) Arabuluculuğa başvuru usulü, arabulucunun görevlendirilmesi ve arabuluculuk görüşmelerine ilişkin diğer hususlar Adalet Bakanlığınca yürürlüğe konulan yönetmelikle belirlenir.

Sosyal Güvenlik Kurumuna başvuru zorunluluğu

MADDE 4- (1) 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile diğer sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarda, hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talepleri hariç olmak üzere, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumuna başvurulması zorunludur. Diğer kanunlarda öngörülen süreler saklı kalmak kaydıyla yapılan başvuruya altmış gün içinde Kurumca cevap verilmezse talep reddedilmiş sayılır. Kuruma karşı dava açılabilmesi için taleplerin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması şarttır. Kuruma başvuruda geçirilecek süre zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin hesaplanmasında dikkate alınmaz.

(2) Hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talebi ile işveren aleyhine açılan davalarda, dava Kuruma resen ihbar edilir. İhbar üzerine davaya davalı yanında ferî müdahil olarak katılan Kurum, yanında katıldığı taraf başvurmasa dahi kanun yoluna başvurabilir. Kurum, yargılama sonucu verilecek kararı kesinleştikten sonra uygulamakla yükümlüdür.

Görev

MADDE 5- (1) İş mahkemeleri;

a) 5953 sayılı Kanuna tabi gazeteciler, 854 sayılı Kanuna tabi gemiadamları, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununa veya 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına,

b) İdari para cezalarına itirazlar ile 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamındaki uyuşmazlıklar hariç olmak üzere Sosyal Güvenlik Kurumu veya Türkiye İş Kurumunun taraf olduğu iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklara,

c) Diğer kanunlarda iş mahkemelerinin görevli olduğu belirtilen uyuşmazlıklara,

ilişkin dava ve işlere bakar.

Yetki

MADDE 6- (1) İş mahkemelerinde açılacak davalarda yetkili mahkeme, davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesi ile işin veya işlemin yapıldığı yer mahkemesidir.

(2) Davalı birden fazla ise bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir.

(3) İş kazasından doğan tazminat davalarında, iş kazasının veya zararın meydana geldiği yer ile zarar gören işçinin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir.

(4) İş mahkemelerinin yetkilerine ilişkin olarak diğer kanunlarda yer alan hükümler saklıdır.

(5) Bu madde hükümlerine aykırı yetki sözleşmeleri geçersizdir.

Yargılama usulü ve kanun yolları

MADDE 7- (1) İş mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır.

(2) Davaların yığılması hâlinde, her bir talebe ilişkin vakıalar bakımından ispat yükü ve deliller ayrı ayrı değerlendirilir.

(3) 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri, iş mahkemelerince verilen kararlar hakkında da uygulanır.

(4) Kanun yoluna başvuru süresi, ilamın taraflara tebliğinden itibaren işlemeye başlar.

(5) Kanun yoluna başvurulan kararlar, bölge adliye mahkemesi ve Yargıtayca ivedilikle karara bağlanır.

Temyiz edilemeyen kararlar

MADDE 8- (1) Diğer kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, aşağıda belirtilen dava ve işlerde verilen kararlar hakkında temyiz yoluna başvurulamaz:

a) 4857 sayılı Kanunun 20 nci maddesi uyarınca açılan fesih bildirimine itiraz davalarında verilen kararlar.

b) İşveren tarafından toplu iş sözleşmesi veya işyeri düzenlemeleri uyarınca işçiye verilen disiplin cezalarının iptali için açılan davalarda verilen kararlar.

c) 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun;

1) 24 üncü maddesinin birinci ve beşinci fıkraları,

2) 34 üncü maddesinin dördüncü fıkrası,

3) 53 üncü maddesinin birinci fıkrası,

4) 71 inci maddesinin birinci fıkrası,

kapsamında açılan davalarda verilen kararlar.

ç) 25/6/2001 tarihli ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanununun;

1) 10 uncu maddesinin sekizinci fıkrası,

2) 14 üncü maddesinin dördüncü fıkrası,

kapsamında açılan davalarda verilen kararlar.

Hüküm bulunmayan hâller

MADDE 9- (1) Bu Kanunda hüküm bulunmayan hâllerde 6100 sayılı Kanun hükümleri uygulanır.

Yürürlükten kaldırılan hükümler 

MADDE 10- (1) 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır.

(2) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan 5521 sayılı Kanuna yapılan atıflar, bu Kanuna yapılmış sayılır.

MADDE 11- 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununun 20 nci maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde işe iade talebiyle, İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri uyarınca arabulucuya başvurmak zorundadır. Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamaması hâlinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren, iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabilir. Taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede iş mahkemesi yerine özel hakeme de götürülebilir. Arabulucuya başvurmaksızın doğrudan dava açılması sebebiyle davanın usulden reddi hâlinde ret kararı taraflara resen tebliğ edilir. Kesinleşen ret kararının da resen tebliğinden itibaren iki hafta içinde arabulucuya başvurulabilir.”

“Dava ivedilikle sonuçlandırılır. Mahkemece verilen karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde, bölge adliye mahkemesi ivedilikle ve kesin olarak karar verir.”

MADDE 12- 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesine üçüncü ve mevcut beşinci fıkralarından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

“Mahkeme veya özel hakem, ikinci fıkrada düzenlenen tazminat ile üçüncü fıkrada düzenlenen ücret ve diğer hakları, dava tarihindeki ücreti esas alarak parasal olarak belirler.”

“Arabuluculuk faaliyeti sonunda tarafların, işçinin işe başlatılması konusunda anlaşmaları hâlinde;

a) İşe başlatma tarihini,

b) Üçüncü fıkrada düzenlenen ücret ve diğer hakların parasal miktarını,

c) İşçinin işe başlatılmaması durumunda ikinci fıkrada düzenlenen tazminatın parasal miktarını,

belirlemeleri zorunludur. Aksi takdirde anlaşma sağlanamamış sayılır ve son tutanak buna göre düzenlenir. İşçinin kararlaştırılan tarihte işe başlamaması hâlinde fesih geçerli hâle gelir ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur.”

MADDE 13- 4857 sayılı Kanunun 91 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“İşçilerin kanundan, iş ve toplu iş sözleşmesinden doğan bireysel alacaklarına ilişkin başvuruları üzerine, iş sözleşmesinin devam etmesi kaydıyla birinci fıkra hükmü uyarınca işlem yapılabilir.”

MADDE 14- 4857 sayılı Kanunun 92 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “ve işçi şikayetlerini inceleyen bölge müdürlüğü memurları” ibaresi ile üçüncü fıkrasında yer alan “ile işçi şikayetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.

MADDE 15- 4857 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“Zamanaşımı süresi

EK MADDE 3- İş sözleşmesinden kaynaklanmak kaydıyla hangi kanuna tabi olursa olsun, yıllık izin ücreti ve aşağıda belirtilen tazminatların zamanaşımı süresi beş yıldır.

a) Kıdem tazminatı.

b) İş sözleşmesinin bildirim şartına uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat.

c) Kötüniyet tazminatı.

d) İş sözleşmesinin eşit davranma ilkesine uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat.”

MADDE 16- 4857 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

“GEÇİCİ MADDE 8- Ek 3 üncü madde, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra sona eren iş sözleşmelerinden kaynaklanan yıllık izin ücreti ve tazminatlar hakkında uygulanır.

Ek 3 üncü maddede belirtilen yıllık izin ücreti ve tazminatlar için bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan zamanaşımı süreleri, değişiklikten önceki hükümlere tabi olmaya devam eder. Ancak, zamanaşımı süresinin henüz dolmamış kısmı, ek 3 üncü maddede öngörülen süreden uzun ise, ek 3 üncü maddede öngörülen sürenin geçmesiyle zamanaşımı süresi dolmuş olur.”

MADDE 17- 7/6/2012 tarihli ve 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine “gerçekleştiren,” ibaresinden sonra gelmek üzere “tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde çözüm önerisi de getirebilen,” ibaresi ve (d) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki bent eklenmiş ve diğer bentler buna göre teselsül ettirilmiştir.

“e) İdare: 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (I), (II), (III) ve (IV) sayılı cetvellerde yer alan idare ve kurumlar ile 5018 sayılı Kanunda tanımlanan mahalli idareler ve bu idareler tarafından kurulan işletmeleri, özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ile bunların bağlı ortaklıkları, müessese ve işletmelerini, sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamuya ait diğer ortaklıkları,”

MADDE 18- 6325 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “taraflar da” ibaresi “taraflar ve görüşmelere katılan diğer kişiler de” şeklinde değiştirilmiştir.

MADDE 19- 6325 sayılı Kanunun 6 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(3) Daire Başkanlığı, arabulucuların uzmanlık alanlarını ve uzmanlığa ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkilidir.”

MADDE 20- 6325 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır.

MADDE 21- 6325 sayılı Kanunun 13 üncü maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(3) Arabuluculuk ücretini karşılamak için adli yardıma ihtiyaç duyan taraf, arabuluculuk bürosunun bulunduğu yerdeki sulh hukuk mahkemesinin kararıyla adli yardımdan yararlanabilir. Bu konuda 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 334 ila 340 ıncı maddeleri kıyasen uygulanır.”

MADDE 22- 6325 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin altıncı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

“(6) Arabuluculuk müzakerelerine taraflar bizzat, kanuni temsilcileri veya avukatları aracılığıyla katılabilirler. Uyuşmazlığın çözümüne katkı sağlayabilecek uzman kişiler de müzakerelerde hazır bulundurulabilir.”

“(7) Tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde arabulucu bir çözüm önerisinde bulunabilir.

(8) Arabuluculuk müzakerelerinde idareyi, üst yönetici tarafından belirlenen iki üye ile hukuk birimi amiri veya onun belirleyeceği bir avukat ya da hukuk müşavirinden oluşan komisyon temsil eder. Komisyon, arabuluculuk müzakereleri sonunda gerekçeli bir rapor düzenler ve beş yıl boyunca saklar.

(9) Komisyon üyelerinin arabuluculuk faaliyeti kapsamında yaptıkları işler ve aldıkları kararlar sebebiyle açılacak tazminat davaları, ancak Devlet aleyhine açılabilir. Devlet ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan üyelere ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde rücu eder.

(10) Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça yürürlüğe konulan yönetmelikle düzenlenir.”

MADDE 23- 6325 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi aşağıdaki şekilde ve ikinci fıkrasında yer alan “taraflar veya vekillerince” ibareleri “taraflar, kanuni temsilcileri veya avukatlarınca” şeklinde değiştirilmiştir.

“d) Uyuşmazlığın arabuluculuğa elverişli olmadığının tespit edilmesi.”

MADDE 24- 6325 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “asıl uyuşmazlık hakkındaki görev ve yetki kurallarına göre belirlenecek olan mahkemeden” ibaresi “arabulucunun görev yaptığı yer sulh hukuk mahkemesinden” şeklinde ve üçüncü fıkrasında yer alan “üzerinden de yapılabilir” ibaresi “üzerinden yapılır” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

“(4) Taraflar ve avukatları ile arabulucunun birlikte imzaladıkları anlaşma belgesi, icra edilebilirlik şerhi aranmaksızın ilam niteliğinde belge sayılır.

(5) Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması hâlinde, üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamaz.”

MADDE 25- 6325 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin ikinci fıkrasının (ç) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, (e) bendinde yer alan “ve uygulamalı” ibaresi madde metninden çıkarılmış ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

ç) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıldan fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık, gerçeğe aykırı bilirkişilik yapma, yalan tanıklık ve yalan yere yemin suçlarından mahkûm olmamak,

“(4) Daire Başkanlığı, sicile kayıtlı arabulucuları, görev yapmak istedikleri adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonlarına göre listeler ve listeleri ilgili komisyon başkanlıklarına gönderir. Bir arabulucu, en fazla üç komisyon listesine kaydolabilir.”

MADDE 26- 6325 sayılı Kanunun 28 inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(3) Arabuluculuğa başvuranları bilgilendirmek, arabulucuları görevlendirmek ve kanunla verilen diğer görevleri yerine getirmek üzere Bakanlık tarafından uygun görülen adliyelerde arabuluculuk büroları kurulur. Adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu tarafından, münhasıran bu bürolarda çalışmak üzere bir yazı işleri müdürü ile yeteri kadar personel görevlendirilir. Arabuluculuk büroları, Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından belirlenen sulh hukuk hâkiminin gözetim ve denetimi altında görev yapar. Arabuluculuk bürosu kurulmayan yerlerde bu büroların görevi, adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonunca görevlendirilen sulh hukuk mahkemesi yazı işleri müdürlüğü tarafından ilgili hâkimin gözetim ve denetimi altında yerine getirilir.”

MADDE 27- 6325 sayılı Kanunun 31 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yer alan “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” ibaresi “Hâkimler ve Savcılar Kurulu” şeklinde değiştirilmiş, (g) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki bentler eklenmiş, diğer bentler buna göre teselsül ettirilmiş ve mevcut (h) bendinde yer alan “Müdürü” ibaresi “Başkanı” şeklinde değiştirilmiştir.

“ğ) Kendisine mensup işçi sayısı en çok olan üç işçi sendikaları konfederasyonunca seçilecek birer temsilci.

h) En çok işveren mensubu olan işveren sendikaları konfederasyonunca seçilecek bir temsilci.”

MADDE 28- 6325 sayılı Kanunun 36 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan “ve uygulamalı” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.

MADDE 29- 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 5 inci maddesinin birinci fıkrasına dördüncü cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiş ve fıkranın mevcut beşinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi iki ay içinde kararını verir.”

“Bu karara karşı temyiz yoluna başvurulması hâlinde Yargıtay, uyuşmazlığı iki ay içinde kesin olarak karara bağlar.”

MADDE 30- 6356 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin ikinci fıkrasına ikinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiş ve fıkranın mevcut üçüncü cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi bir ay içinde kararını verir.”

“Bu karara karşı temyiz yoluna başvurulması hâlinde Yargıtayca on beş gün içinde kesin olarak karar verilir.”

MADDE 31- 6356 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Mahkemece verilen karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi kesin olarak karar verir.”

MADDE 32- 6356 sayılı Kanunun 34 üncü maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi on beş gün içinde kesin olarak karar verir.”

MADDE 33- 6356 sayılı Kanunun 41 inci maddesinin altıncı fıkrasının dördüncü ve beşinci cümleleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Mahkemece verilen karar hakkında, ilgililerce veya Bakanlıkça istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi bir ay içinde kararını verir. Bu karara karşı temyiz yoluna başvurulması hâlinde Yargıtay, temyiz talebini bir ay içinde kesin olarak karara bağlar.”

MADDE 34- 6356 sayılı Kanunun 43 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının üçüncü cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiştir.

“Bunların dışındaki itirazlar için mahkeme, duruşma yaparak karar verir ve bu karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi bir ay içinde kararını verir.”

“Bu karara karşı temyiz yoluna başvurulması hâlinde Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir.”

MADDE 35- 6356 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi, uyuşmazlığı iki ay içinde kesin olarak karara bağlar.”

MADDE 36- 6356 sayılı Kanunun 71 inci maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi bir ay içinde kesin olarak karar verir.”

MADDE 37- 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“EK MADDE 3- Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 1 inci ve geçici 9 uncu maddelerine tabi teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda toplu iş sözleşmesi kapsamı dışında çalışan personel ile bu teşebbüs ve bağlı ortaklıklar arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına ilişkin dava ve işler iş mahkemelerinde görülür.”

Geçiş hükümleri

GEÇİCİ MADDE 1- (1) Mülga 5521 sayılı Kanun gereğince kurulan iş mahkemeleri, bu Kanun uyarınca kurulmuş iş mahkemeleri olarak kabul edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış olan davalar, açıldıkları mahkemelerde görülmeye devam olunur.

(2) Bu Kanunun dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin hükümleri, bu hükümlerin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtayda görülmekte olan davalar hakkında uygulanmaz.

(3) Başka mahkemelerin görev alanına girerken bu Kanunla iş mahkemelerinin görev alanına dâhil edilen dava ve işler, iş mahkemelerine devredilmez; kesinleşinceye kadar ilgili mahkemeler tarafından görülmeye devam olunur.

(4) İlk derece mahkemeleri tarafından bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce verilen kararlar, karar tarihindeki kanun yoluna ilişkin hükümlere tabidir.

Yürürlük

MADDE 38- (1) Bu Kanunun;

a) 3 üncü, 11 inci ve 12 nci maddeleri 1/1/2018 tarihinde,

b) Diğer hükümleri yayımı tarihinde,

yürürlüğe girer.

Yürütme

MADDE 39- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. 24/10/2017

I-GİRİŞ

Bilindiği gibi 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu hükümlerine göre sözleşmeler damga vergisine tabi tutulmaktadır.  Madde hükmüne göre,  sözleşmelerin damga vergisi 1 sayılı tabloda bölümler halinde ayrı ayrı gösterilmiştir.  Buna göre, 3568 sayılı yasa uyarınca düzenlenen “hizmet sözleşmeleri” damga vergisine tabi bulunmaktadır (1).

Damga vergisi ödemesi ile ilgili olarak pul yapıştırılması şeklindeki ödeme sistemi yürürlükten kaldırılmıştır (2)

Maliye Bakanlığı 488 sayılı yasanın 18. maddesine göre, damga vergisini makbuz verilmesi şekli ile ödeme uygulaması biçiminde yaptırabilir (3). Bu çalışmamızda esas itibariyle meslek mensuplarının müşterileri ile düzenlemiş oldukları hizmet sözleşmelerinin kağıt ortamda veya elektronik ortamda Maliye Bakanlığına yollanması ile ilgili damga vergisi ve müşteri bildirim listelerinin damga vergisi ile ilgili sorunlar tartışmaya açılarak bu konudaki görüşlerimiz ortaya konulacaktır.

II-HİZMET SÖZLEŞMELERİNİN ELEKTRONİK ORTAMDA İNTERNET VERGİ DAİRESİNE YOLLANMASI VE DAMGA VERGİSİ UYGULAMALARI

Bilindiği gibi 3568 sayılı yasa ve bununla ilgili 1 seri no’lu genel tebliğ hükümlerine göre, yeminli mali müşavirlerin tasdik sözleşmelerine ilişkin bildirimlerinin ve sürekli bilgi verme yükümlülüklerinin elektronik ortamda yerine getirilmesi konusunda genel tebliğ yayınlanmıştır (4).  Tebliğe göre, YMM’ler bağlı oldukları meslek odasının çalışanlar listesinde kayıtlı ve sürekli bilgi verme yükümlülüğü bulunan YMM’ler 1 sıra nolu tebliğ gereğince elektronik ortamda internet vergi dairesine 1.2.2008 tarihinden itibaren bildirimde bulunmak zorundadırlar.

Tebliğe göre, YMM’lerin tam tasdik sözleşmesi yaptıkları ve düzenledikleri sözleşmeleri ile ilgili bilgileri Maliye Bakanlığı’na elektronik ortamda bildirimde bulunmak zorundadırlar. Yine, mükellefler ile düzenlemiş oldukları öteki sözleşme bilgilerinin de dahil olmak kaydıyla bildirim zorunluluğu elektronik ortamda yerine getirilecektir.

Gelir ve kurumlar vergisi beyannameleri ile eklerinin tasdikine ilişkin olarak hesap döneminin ilk ayı içinde düzenlenmiş olan tam tasdik sözleşmelerine ilişkin ayrıntılı bilgiler ertesi ayın son gününe kadar, müddetinden sonra düzenlenen sözleşmeler ise tanzim tarihinden itibaren 15 gün içerisinde Internet vergi dairesine YMM’ler tarafından dijital ortamda girilecektir.  Diğer taraftan, YMM’ler tarafından vergi dairesine verilecek tasdik raporlarına söz konusu sözleşmelerin birer örneğinin ekleneceği tabidir (5).

YMM’lerce tanzim edilen tasdik raporları vergi dairesine sunulduğunda, vergi dairesi tarafından tasdike tabi ve konu rapora ilişkin sözleşme bilgilerinin daha önce YMM tarafından dijital ortamda sisteme aktarılıp/aktarılmadığı konusu vergi dairesi tarafından bakılacaktır. Buna göre, sözleşme bilgileri daha önce YMM tarafından dijital ortamda sisteme yollanmış ise “tasdik raporu” vergi dairesi tarafından kabul edilecektir.  İşte bu noktada damga vergisi konusu gündeme gelecektir.

III-SM, SMMM VE YMM SÖZLEŞMELERİ DE  DAMGA VERGİSİNE TABİDİR

YMM’ler tarafından düzenlenen tasdik sözleşmelerinin damga vergisine tabi olduğu ihtilafsızdır.  Bu sözleşmelerin düzenlenmiş olduğu bilindiğinden ve sözleşme tarafları da bu sözleşmeyi karşılıklı imzalaması nedeni ile 488 sayılı Damga Vergisi Kanununa göre damga vergisinin ödenmesinin gerektiği bilinmektedir.  488 sayılı Damga Vergisi Kanunun 1 sayılı tabloda yer alan ve damga vergisine tabi kağıtlar olarak yer alan I.Akitlerle ilgili kağıtlar, A.Belli parayı ihtiva eden kağıtlar: bölümünde ve 1. sırada “mukavelenameler” binde 7,5 nispetinde damga vergisine tabi olacağı belirtilmiştir.  Bu durumda YMM sözleşmelerinin elektronik ortamda yollanması halinde de damga vergisinin doğacağı kuşkusuzdur.

488 sayılı Damga Vergisi Kanunun 1. maddesine göre; “bu kanundaki kağıtlar terimi, yazılıp imzalanmak veya imza yerine geçen bir işaret konmak suretiyle düzenlenen ve herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edebilecek olan (5528 sayılı kanunun 59/4-a maddesiyle değişen ibare. Yürürlük; 31.07.2004) belgeler ile elektronik imza kullanılmak suretiyle manyetik ortamda ve elektronik veri şeklinde oluşturulan belgeleri ifade eder (6).   Bu hükme göre elektronik ortamda düzenlenen ve yollanan sözleşmeler damga vergisine tabidir.

Bu durumda, YMM tasdik sözleşmelerinin gerek elektronik ortamda İnternet vergi dairesine yollanması ve gerekse bu sözleşmelerin YMM ile müşteri arasında tanzim edilmesi ve taraflar tarafından imza altına alınması halinde bu sözleşmelerin damga vergisi gündeme gelecektir. Bu sözleşmelerin düzenlendiği anda da damga vergisinin ödenmesi gerekecektir (7). Müşteri bildirim listeleri, bilindiği gibi damga vergisine tabi değildir. Bu listeler, gerek vergi dairelerine ve gerekse meslek odalarına verilmektedir.  Bu listelerin vergi dairelerine ibrazı halinde damga vergisi söz konusu değildir.

Öte yandan, Danıştay 3. Dairesi tarafından verilen bir kararda ise; konumuzla yakından ilgili olmasa bile, katma değer vergisi yönünden vergiyi doğuran olayın hizmetin yapılması anında meydana gelmesi nedeniyle, tasdik sözleşmelerine dayalı olarak gerçekleştirilen işlemlerde tasdik raporlarının tarihlerinin dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır (8). Bu karara göre, “….. dosyada mevcut (…) AŞ ile davacı arasında yapılan 01.01.1999 tarihli tasdik  sözleşmesiyle  kasım 1998 dönemini kapsayan  işlemler için  2.870.000.000 lira ücret üzerinden makbuz karşılığı nakden ödenmek koşuluyla mutabık kalındığı,  Mali Şube Araştırma Kurulunun 11.12.2003 günlü yazısında yer verilen kasım 1998 dönemi için 5.2.1999 tarihli tasdik raporuna dayanılarak 10.2.1999 tarih ve 1/13 sayılı düzeltme fişiyle davalı idarece (….) AŞ ile ilgili KDV iadelerinin yapıldığı görüldüğünden, davacı ile adı geçen şirket arasındaki KDV iade tasdik sözleşmeleri, düzenlenen KDV tasdik raporları ve vergi dairesince bu raporlara göre iadelerin gerçekleştirilmiş olması yeminli mali müşavirce serbest meslek faaliyetinin yapıldığını ortaya koyan doneler olmakla birlikte KDV yönünden vergiyi doğuran olayın hizmetin yapılması anında meydana gelmesi nedeniyle tasdik sözleşmelerinin, düzenlenen tasdik raporlarının ve vergi dairesince yapılan düzeltme fişlerinin tarihleri dikkate alındığında aradaki hizmet alış verişinin 1998 tarihinden değil 1999 yılında gerçekleştiği anlaşıldığından, davacının serbest meslek kazancını 1998 yılında elde etmediğini kanıtlayamadığından söz edilerek verilen kararın bozulması gerekmiştir.” Şeklinde karar verilmiştir.  Bu durumda benzeri bir olayla ilgili olarak yeminli mali müşavirlerin düzenledikleri raporla ilgili sözleşmelerin damga vergisinin doğumu vergi dairesi tarafından bu raporlara göre yapılacak “düzeltme fişlerinin” tarihi dikkate alınarak buna göre damga vergisinin doğması gerekeceği yönünde İzmir Vergi Dairesi Başkanlığının özelgeleri bulunmaktadır.

İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen bir özelgede; “……. Yukarıda yer alan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, YMM’lerin mükellefler ile yaptıkları Tam Tasdik Sözleşmeleri dışındaki KDV iadesi, ÖTV, Ar-Ge indirimi tasdik raporu ve benzeri konularında düzenlenmiş oldukları diğer sözleşme bilgilerini elektronik ortamda Internet vergi dairesine bildirimde bulundukları anda sözleşmede ücretin belirtilmemesi nedeniyle vergiyi doğuran olay vukuu bulunmamakta ancak,  düzenlenen tasdik raporlarının işleme konulup, alınması gereken ücret miktarının belirlenmesinin mümkün olması halinde damga vergisi doğmaktadır. Tasdik ücreti ve mükellefçe alınacak iade tutarı ise, düzeltme fişinin Vergi dairesi Müdürü tarafından onaylandığı tarih itibariyle belirlenmektedir. Bu durumda Damga Vergisi matrahının elektronik ortamda bildirilip ödenmesi için gerekli 15 günlük süre,  düzeltme fişinin Vergi Dairesi Müdürü tarafından imzalandığı tarihi takip eden günden itibaren başlamış olacaktır.

Bu nedenle, söz konusu tam tasdik raporu dışındaki diğer sözleşmelere ilişkin ücrete ait damga vergisi, düzenlenen tasdik raporlarının Vergi Dairesince işleme konulup, düzeltme fişinin Vergi Dairesi Müdürlüğü tarafından onaylandığı tarihte doğmakta ve onay tarihini takip eden 15 gün içinde elektronik ortamda güncellenerek ödenmesi gerekmektedir.”

IV-ÖZET VE SONUÇ

YMM’ler tarafından müşterileri ile beraber düzenlenen tam tasdik sözleşmeleri ve öteki tasdik sözleşmeleri ve bunlara ilişkin bilgiler genel tebliğde belirtilen ilkeler doğrultusunda ve dijital ortamda Maliye Bakanlığı’na yollanacağından ayrıca sözleşmelerin örneklerinin bildirim amacıyla YMM’nin bağlı olduğu vergi dairesine sunulması istenilmemektedir. Öte yandan, YMM’ler tarafından tam tasdik ve öteki tasdik sözleşmelerinin nüshaları YMM’nin bağlı olduğu meslek odasına ibraz edilmesi zorunludur.  Burada 488 sayılı Damga Vergisi Kanununun 24.maddesine göre, sözleşmelerin damga vergisi hakkında,  meslek odalarının “vergi ve cezada” sorumlulukları ayrıca bulunmaktadır.  Böylece YMM’ler tarafından düzenlenmiş olan sözleşmelerin damga vergileri sözleşme tarihi itibariyle bağlı olduğu vergi dairesine ödenecektir. Sözleşmeler de belli bir para bulunması halinde, bu değer üzerinden 488 sayılı yasanın 10. ve 11. maddesine göre damga vergisi hesaplanıp ve aynı yasanın 15. maddesine göre gerekli ödeme yapılacaktır.  

Bazı sözleşmelerde ise miktar gösterilmesi zorunlu olmayan hallerde ise bu sözleşmelerin fatura veya makbuzu düzenlenmesi anında ortaya çıkan “bedel” üzerinden damga vergisinin ödenmesi gerekecektir.   

Özetle, YMM’ler tarafından düzenlenen sözleşmelerin damga vergisi  sözleşmenin tanzim tarihine göre belirlenmekte ve YMM tarafından Internet ortamında vergi dairesine yollanması durumuna göre de belirlenecektir. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Meslek_mensuplarinin_e_hizmet_sozlesmesi_ve_damga_vergisi-14807.htm


 (1) 488 sayılı yasa md. 1 ve ekli 1 sayılı tablo

(2) 5281 sayılı yasanın 44/2. maddesi ile bu uygulamaya son verilmiştir. Yürürlük tarihi:31.12.2004

(3) 488 sayılı yasa md. 18

(4) 1 seri nolu tebliğ için: 6.2.2008 gün ve 26779 sayılı RG.

(5) YMM tasdik sözleşmelerine ilişkin bildirimlerinin ve sürekli bilgi verme yükümlülüklerinin elektronik ortamda yerine getirilmesi hakkında genel tebliğ seri no:1 bölüm (V) A-4

(6) 488 sayılı yasa md. 1

(7) 488 sayılı yasa md. 11-15

(8) Dnş. 3. D. nin, 25.02.2008 gün ve E:2006/4576-K:2008/508 sayılı kararları.

Çarşamba, 25 Ekim 2017 09:43

Emekli Olmanın Şartları

Emeklilik çalışanların statülerine göre, yani SSK’lı (4-a), Bağ  Kur’lu (4-b) veya devlet memuru (4-c) olmalarına göre farklılık gösterir. Her bir statü içerisinde bulunanların belirli koşulları yerine getirmesi beklenir. Ayrıca, kadın çalışanla erkek çalışan arasında da emeklilik koşullarının tamamlanması bakımından farklılıklar vardır. Bugünkü yazımda sigortalı, yani 4-a’lı çalışanlar bakımından emeklilik koşullarını inceleyeceğiz.

Üç koşul var

Genel olarak bir veya birden fazla işverene bağlı olarak hizmet sözleşmesiyle çalışanlar için 4-a, yani eski adıyla SSK koşulları geçerlidir. Bu sigortalılar için emeklilikte üç koşulun bir arada yerine getirilmesi şarttır. Hem emeklilik için gerekli yaşı tamamlayacaksınız, hem prim ödemeniz dolmuş olacak hem de başlangıçta erkek ve kadın için farklı olan sigortalılık süreniz tamamlanacak. İşte bu üç koşul tamamlanınca emekli aylığına hak kazanırsınız.

Sigorta başlangıcı

SSK’lılar için emekli olma şartlarını sigorta başlangıç tarihi belirliyor. Sigortaya giriş tarihinize göre emeklilik yaşınız ve ne kadar prim ödeyeceğiniz ortaya çıkıyor. Sigortalıların emeklilik koşullarında zaman içerisinde yapılan yasal değişiklikler ise farklı emeklilik tarihlerinin ortaya çıkmasına neden oluyor.

7 yıla dikkat

Emeklilikte, aylığı bağlayıp ödeyecek kurumun belirlenmesinde, sigortalıların emeklilik tarihinden geriye doğru prim veya kesenek ödenerek geçen son 7 yıllık fiili hizmet (360 x 7 = 2520 gün) süresi esas alınıyor. Bu kural sadece SSK’lı çalışanları değil, tüm çalışanları ilgilendiriyor.

Sigortalının son 7 yıllık fiili hizmet süresi içerisinde en fazla hangi statüde hizmeti varsa, yani sigortalının son 7 yıllık fiili hizmet süresinin yarısından bir gün fazlası olan 1261 prim ödeme günü hangi statüde geçmişse, o statü şartlarıyla emekli olunuyor.

Son 7 yıl hizmet süresi eşitse en son tabi olunan statüye göre emeklilik aylığı bağlanıyor. Örneğin, sigortalının hem SSK, hem Bağ-Kur prim ödemesi varsa, son 7 yıllık fiili prim ödeme süresi içinde en fazla SSK statüsünden prim ödemişse SSK’dan, en fazla Bağ-Kur statüsünden prim ödemesi varsa Bağ-Kur’dan emekli aylığı bağlanıyor.

Primler eşitse son sigortalılığı hangi statüde ise o statüden emekli aylığı bağlanıyor.

Son 7 yıl, sigortalılık süresi veya yaş şartının yerine getirildiği tarihten geriye doğru 7 yıl değil, son prim ödeme tarihinden geriye doğru prim ödenen 7 yıllık süreyi ifade ediyor.

Diğer deyişle, toplam prim gün sayısının son 2520 günü. Bu konu çalışanlarca bilinmediği için, emeklilik döneminde kötü sürprizlerle karşılaşanlar olabiliyor.

Hemen ifade etmekte fayda var, 1 Ekim 2008 tarihinden sonra, yani yeni sosyal güvenlik uygulamalarının başladığı tarihten sonra bu kuralda değişiklik oldu.

Buna göre, 1 Ekim 2008 sonrasında ilk kez sigortalı olanlar için son yedi yıl sigorta primleri değil, çalışma hayatının tümünde ödenen sigorta primlerine bakılarak en fazla hangi statüye göre prim ödenmiş ise o statüye göre emeklilik şartları belirlenecek.

8 Eylül 1999 ve 30 Nisan 2008 ‘kritik tarihler...’

1999’da şartlar yeniden düzenlendi ve ilk kez 8 Eylül 1999’dan sonra sigortalı olanlar için emeklilik yaşı kadınlarda 58, erkeklerde 60 oldu. Sonra sosyal güvenlik reformu kapsamında düzenleme yapıldı ve bu sefer 30 Nisan 2008’den sonra ilk kez sigortalı olanlar için, kademeli bir geçiş ile emeklilik yaşı 2036’dan sonra her yıl bir yaş artırılarak 2048 yılında kadın ve erkeklerde 65’e çıkarıldı. 

Bunun yanında, emeklilik için gerekli prim ödeme gün sayısı da artırıldı. Yani, emekli olabilmek için yaş ve prim ödeme gün sayısı şartı zaman içerisinde yükselmiş oldu.

Bu tarihlerden önce ve sonra sigortalılık giriş tarihleri, emeklilik koşullarını çok ciddi bir şekilde değiştiriyor. 

Örneğin, 9 Eylül 1999’da ilk kez sigortalı olan biri emekli olmak için kadın ise 58, erkek ise 60’ını doldurmak ve 7000 gün prim ödemek zorunda. Buna karşılık, 8 Eylül 1999’da ilk kez sigortalı olan kişi, kadın ise 56, erkek ise 58’i doldurduğunda ve 5975 gün prim ödediğinde emekli oluyor. 

Dolayısıyla, emeklikteki en önemli husus, ilk kez sigortalı olunan tarihtir. 

Yaşa takılanlar için umut var mı?

Emeklilikte şartların 1999 yılında değişmesiyle kademeli emeklilik yaşı geldi. Bu yeni durumla çalışanlar açısından mağduriyet başladı. Çalışma yaşamına başlarken belirlenen emeklilik yaşları yükseldi, emeklilik tarihleri uzadı. Oyunun kurallarının sonradan değişmesi milyonlarca kişiyi olumsuz olarak etkiledi. Son yıllarda bu mağduriyeti yaşayanlar seslerini daha fazla duyurmaya, ellerinden alınan haklarının geri verilmesini daha yüksek sesle söylemeye başladılar. Medyada da konu çok işlenir oldu. Şu sıralar yine birçok haber yapılıyor, ancak ifade edelim ki mağdur olanların umutlanmasına neden olacak herhangi bir gelişme bulunmuyor. SGK’da bu konuda bir çalışma yapılmadı, yasa hazırlığı bulunmuyor. Konu milyonları ilgilendirdiği için dikkat çekebilmek adına yanlış bilgiler vatandaşa sunuluyor. Kimsenin bu mağduriyet üzerinden vatandaşı istismar etmeye hakkı yok. Cem Kılıç

http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/emekliligin-puf-noktalari-2543139/

Staj, öğrencilerin meslek uyumu ve iş hayatını tanıması açısından çok önemli avantajlar sağlayan bir dönemdir.

Staj döneminde öğrenciler hem çalışma hayatını yakından tanımakta hem de teorik bilgilerini uygulamayla ile pekiştirmektedirler. Bu nedenle ekonomik kalkınmanın anahtarlarından birisi de staj uygulamalarının teşvik edilmesi ve meslek yüksek okullarının çeşitli yöntemlerle teşvik edilmesidir.

Mesleki eğitim, çalışma hayatının geleceği için hayati öneme sahiptir. Sadece teorik bilgiler temelinde değil, sürdürülebilir bir mesleki eğitim için mutlaka pratik bilgiye de ihtiyaç vardır. Bu anlamda öğrencilerin işletmelerde “staj” yaparak bu ihtiyacı karşılamalarına destek olmak gerekiyor. Bilindiği üzere on ve daha fazla personel çalıştıran işletmeler, çalıştırdıkları personel sayısının yüzde beşinden az olmamak üzere mesleki ve teknik eğitim okul ve kurumu öğrencilerine beceri eğitimi, mesleki ve teknik ortaöğretim okul ve kurumu öğrencilerine staj ve tamamlayıcı eğitim yaptırmak zorundadır.

Yine işletmelerde mesleki eğitim gören öğrenciler ile mesleki ve teknik ortaöğretim okul ve kurumlarında staj veya tamamlayıcı eğitim gören öğrencilere asgari ücretin net tutarının;

- Yirmi ve üzerinde personel çalıştıran işyerlerinde yüzde otuzundan,

- Yirmiden az personel çalıştıran işyerlerinde yüzde on beşinden, aday çırak ve çırağa yaşına uygun asgari ücretin yüzde otuzundan aşağı ücret ödenememektedir.

Ancak 2016-2017 öğretim yılına özgü yapılan düzenleme ile stajyer ücretlerinin personel ayrımı yapılmaksızın Asgari Ücretin Net Tutarı X yüzde 30 şeklinde ödeneceğine karar verilmiş; bu tutarın yirmiden az çalışanı olan işletmeler için 2/3 ü, yirmi ve üzerinde personel işletmeler için 1/3 ü stajyer devlet katkısı olarak İşsizlik Sigortası Fonu'ndan karşılanmasına karar verilmiştir.

2016-2017 öğretim yılına özgü olarak verilen stajyer desteğinin süresi 18 Eylül itibariyle sona ermişti. 3308 Sayılı Kanun’da stajyer desteğinin 5 eğitim ve öğretim yılına kadar uzatılmasına ilişkin yetki Bakanlar Kurulu’na verilmiştir. Gerek işletmeler gerekse okullar tarafından desteğin devam edip etmeyeceği merak ediliyordu.

Bu yetki gereğince 20.10.2017 tarih ve 30216 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2017/10834 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla stajyer desteğinin 2017-2018 eğitim-öğretim yılı sonuna kadar uygulanmasına karar verilmiştir. Böylece stajyer desteği 1 yıl süre ile uzatılmıştır.

Stajyer Desteği Nasıl Belirleniyor?

Düzenlemeye göre stajyerlere net asgari ücretin yüzde otuzu kadar ücret miktarı banka kanalıyla ödenmek zorunda. Bu tutar 2017 yılı asgari ücreti dikkate alındığında 381.23 TL’dir. Bu tutarın yirmiden az çalışanı olan işletmeler için 2/3 ü, yirmi ve üzerinde personel işletmeler için 1/3 ü stajyer devlet katkısı olarak ödenmektedir.

Dolayısıyla yirmiden fazla personeli olan işyerleri için destek tutarı 127.08 TL, yirmiden az personeli olan işyerleri için destek tutarı 254.15 TL olacaktır.

Özellikle çoğu zaman sorulan bir soruyu da açıklamakta fayda var. Meslek liselerinde ödenen sigorta primleri iş kazası, meslek hastalığı ve hastalıkla ilgili olduğu için emeklilik açısından sigorta başlangıcı kabul edilmez ve toptan ödeme yapılmaz. İbrahim Işıklı

https://www.dunya.com/kose-yazisi/stajyer-destegine-devam/387882

Dünya ekonomisinde globalleşme arttıkça, işgücünün ülkeler arasında dolaşımı da hızla artmaktadır. Özellikle uluslararası şirketlerde çok sayıda farklı ülke vatandaşı çalışana rastlamak artık oldukca olağan bir durum. Bugün birçok uluslararası şirketin tepe yöneticileri arasında çok sayıda yabancı yönetici var. Bu durum ülkemiz içinde geçerli. Ülkemizde uluslararası doğrudan yatırımlar arttıkça doğal olarak bu şirketlerde çalışan, özellikle üst düzey çalışan sayısı da artış gösteriyor. Özel bir durum olan Suriye vatandaşlarını bir kenara koyarsak ülkemizde çalışan yabancıların önemli bir bölümü uluslararası şirketlerde çalışan üst düzey yöneticiler. Bu yazımda özellikle bu gruba yönelik vergilendirme konularını ele almak istiyorum.

Yabancı yöneticiler aynı zamanda Türkiye için birer tanıtım elçileridir

Bu kişilerin Türkiye’de vergilendirilmesinin nasıl yapılacağı iki nedenle çok önemli. Birinci neden, bu kişilerin kişisel vergilemelerinin sorunsuz ve kolaylıkla gerçekleşiyor olması, bu kişilerin Türk Vergi Sistemi'nin işleyişi hakkında olumlu izlenimlerle ülkemizden ayrılmalarını sağlamaktadır. Ülkemize yeni gelecek yatırımlar için, üst düzey yönetici olan bu kişilerin çok olumlu katkısı olmaktadır. Çünkü bu kişiler grup merkezi ülkelerine döndüklerinde global olarak üst yönetimlere gelmekte ve o grubun gelecek dönem yatırım planlarında söz sahibi olmaktadırlar.

Vergi uygulamasının net ve tutarlı olması vergi gelirlerini artırır

İkinci neden vergi kaybının önlenmesi. Üst düzey yöneticilerinin göreceli olarak yüksek ücret gelirleri aynı zamanda Devletimiz için önemli bir vergi potansiyeli. Sistemin doğru, basit ve net olarak çalışması bu kişilerin ücret gelirleri üzerinden doğru vergi alınmasını sağlayacaktır.
Yabancı personelin ücret gelirlerinin nasıl vergilendirileceği konusunda zaman zaman tartışmalar, farklı görüşler ortaya çıkmakta, bu da sistemin yukarıda belirttiğimiz gibi doğru ve açık bir şekilde işlemesini engelleyebilmektedir. Aslında konu çok da karmaşık, düzeltilmesi için kanun değişikliği gerektirecek bir konu da değil. Konunun iyi anlaşılabilmesi için Türkiye de çalışan yabancı personeli iki gruba ayırmak istiyorum. Bu ayrım gerek mükellefiyet türünü belirleme (tam mükellef- dar mükellef) gerekse verilen hizmet türünü anlamada (ücret-serbest meslek) oldukça önemli. Bu kişilerin vergilemesinde zaman zaman yaşanan farklı uygulama ve görüşlerin de bu ayrımın yapılmamasından kaynaklandığını düşünüyorum.

1. Grup: Türkiye yerleşik bir firmada uzun süreli sabit bir görevde (genel müdür, satış müdürü, finans müdürü gibi …) çalışmak üzere gelenler,

2. Grup: Yurt dışında bulunan bir şirketin elemanı olan ve o şirketin Türkiye’de gerçekleştireceği geçici bir proje için (örneğin montaj, eğitim, danışmanlık …) ülkemize gelen yabancı personel.

Bugünkü yazımda birinci gruba giren kişilerden bahsedip, ikinci gruba girenlerin vergilemesinden gelecek yazımızda bahsedeceğim.

Uzun süreli sabit bir görev için Türkiye’ye gelenler

Bu gruba giren çalışanlar, bazen süre belli olmadan, bazen ise 2-4 yıl gibi belli süreler için gelmektedirler. Bu kişiler için Türkiye’deki çalışacakları şirketler çalışma izni almakta, iş ve sosyal güvenlik mevzuatı açısından işveren sorumluluklarını yerine getirmektedirler. Bu kişiler çoğu zaman uluslararası bir şirketler topluluğunun yurt dışındaki şirketinde çalışmakta iken, bu grubun Türkiye’deki şirketine tayin olmaktadırlar. Yine çoğu zaman, Türkiye’deki görevlerinden sonra yine grubun başka bir şirketinde, başka bir ülkede çalışmaya devam edebilmektedirler.

Benzer durum Türkiye merkezli, globalleşmiş şirketlerimiz için de geçerli. Türkiye'den grubun örneğin Azerbaycan’daki grup şirketine genel müdür olarak gitmekte, oradaki görevi sona erdiğinde tekrar Türkiye’deki merkez şirkete dönebilmektedir. Bu kişiler, gittikleri ülkede grup merkezleri için değil bulundukları şirketler için çalışmaktadırlar. İş hukuku anlamında da çalıştıkları şirketlerin personelidirler.

Bu kişilere ücret ödemleri genellikle iki şekilde gerçekleşmektedir

1. Ücretlerinin tamamı fiilen Türkiye’deki şirket tarafından Türkiye de ödenmektedir. Bu durumda, vergilendirilme usulü diğer çalışanlardan farklı değildir. Ödenen ücret bordroya konularak artan oranlı olarak vergilendirilecektir. Uygulamada da bu konuda sorun gözükmemektedir.

2. İkinci yöntem, bu kişilere fiili ücret ödemesinin bir kısmı Türkiye’de çalıştığı firmadan yapılırken, bir kısmı ise geldiği, genellikle vatandaşı olduğu ülkedeki şirket tarafından yapılmakta ve aynen Türkiye’deki şirkete yansıtılmaktadır. Diğer bir deyişle Türkiye'de çalıştığı şirket, ödemenin bir kısmını doğrudan çalışana fiilen yapmasa da ücret maliyetini yansıtma sonrası tamamen kendisi üstlenmektedir.

Birinci yöntemde uygulamada bir sorun yaşanmazken ikinci yöntemde zaman zaman bir kafa karışıklığı ortaya çıkmaktadır. Tartışma yaratan kısım, yabancı çalışana yurt dışında ödenen ve Türkiye’deki şirkete yansıtılan tutarın bir ücret ödemesi mi olduğu yoksa yurt dışı firma tarafından Türkiye’deki şirkete verilen bir hizmet (serbest meslek) ödemesi mi olduğudur.
Eğer yurt dışından yansıtılan tutara ücret dersek, bu durumda Türkiye’deki şirketin bunu bordroya koyarak ücret olarak Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesine vergilemesi (yüzde 15-35 oranlarında), hayır hizmet denirse Kurumlar Vergisi Kanunu'na göre yüzde 20 oranında kurum stopajı yoluyla vergilemesi gerekir. İkinci durumda, yabancı çalışanın yurt dışında almış olduğu ücreti de yıllık beyanname ile beyan etmesi gerekecektir.

Bu ayrımın yapılması için şu iki soruya verilecek cevaplar önemli. Birincisi yabancı çalışan kimin personeli, ikincisi Türkiye’deki şirket ile yurt dışındaki şirket arasında bir hizmet ilişkisi var mı?

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bahsettiğimiz yabancı personel Türkiye’deki sabit bir görev için (genel müdür, satış müdürü, fabrika müdürü …) bulunmaktadır. Bunların çalışma izinleri “işveren” sıfatıyla Türkiye’deki şirketleri tarafından alınmaktadır, iş ve sosyal güvenlik mevzuatı açısından Türkiye’deki işverene bağlıdırlar ve tamamen Türkiye’deki şirket için çalışmaktadırlar.
Durum böyle olunca, bu kişilere gerek Türkiye’den doğrudan gerekse yurt dışında (genellikle kendi memleketinde) ödenen ve Türkiye’deki şirketine yansıtılan ödemelerin tamamının Türkiye’deki şirket tarafından verilen ücret niteğinde olduğunu ve vergilemenin de Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesine göre yapılması gerektiği, ortada bir hizmet olmadığından da yurt dışından yansıtılan tutara ayrıca bir kurumlar vergisi tevkifatı ve sorumlu sıfatıyla KDV hesaplanması gerekmediği görüşündeyim.

Bu kişilere ücretlerinin bir kısmının yurt dışında ödenmesinin nedeni, bir vergi planlaması değil tamamen bu kişilerin özellikle ailevi ihtiyaç ve gereklilikleri nedeniyle bir kısım ödemeyi kendi ülkelerinde istemeleridir. Sonuçta tüm ücret Türkiye’de vergilendirilmektedir. Bilgütay Yaşar

https://www.dunya.com/kose-yazisi/yabanci-personele-odenen-ucretin-vergilendirilmesi-1/387892

6764 sayılı Torba Kanunla Mesleki Eğitim Kanununa Geçici 12. Madde eklenmiş ve 2016-2017 eğitim ve öğretim yılı sonuna kadar uygulanmak üzere aday çırak ve çıraklar ile işletmelerde mesleki eğitim gören, staj veya tamamlayıcı eğitime devam eden öğrencilere yapılacak ödemelerin asgari ücretin net tutarının yüzde otuzundan az olamayacağı, ayrıca ödenebilecek en az ücretin; yirmiden az personel çalıştıran işletmeler için üçte ikisinin, yirmi ve üzerinde personel çalıştıran işletmeler için ise üçte birinin İşsizlik Sigortası Fonundan ödeneceği hükmü getirilmişti.
20.10.2017 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan 10834 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile söz konusu İş-Kur desteğinin 2017-2018 eğitim öğretim döneminde de uygulanacağı kararlaştırılmıştır.

6764 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 09.12.2016 tarihli, 29913 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış ve söz konusu Kanun ile 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda bazı  değişiklikler yapılmıştı.

Bu çerçevede, 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanuna eklenen geçici 12. Madde ile; 2016 – 2017 eğitim ve öğretim yılı sonuna kadar, çalışan sayısına bakılmaksızın işverenlerin çalıştırdıkları  aday çırak, çırak, mesleki eğitim gören, staj veya tamamlayıcı eğitim gören öğrencilere 3308 sayılı Kanunun 25. Maddesi kapsamında yapılacak olan ödemelerin asgari ücretin net tutarının yüzde otuzundan az olamayacağı belirlenmiş ve yapacakları ödemelerde; 20’den az personel çalıştıran işletmelerin kanun kapsamında ödeyeceği en az ücretin 2/3’ü, 20’den fazla personel çalıştıran işletmelerin ödeyeceği en az ücretlerin 1/3’ünün işsizlik sigortası fonundan karşılanacağı yönünde düzenleme yapılmıştı.

Bu defa, 20.10.2017 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan 10834 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile aday çırak ve çıraklar ile işletmelerde mesleki eğitim gören, staj veya tamamlayıcı eğitime devam eden öğrencilere yönelik uygulanmakta olan devlet katkısı ödemelerinin süresinin 2017-2018 eğitim öğretim yılı sonuna kadar uzatılmasına karar verilmiştir.

Emekli olabilmek herkesin hayalidir. Çalışanlar işe girdikten birkaç yıl sonra ne zaman emekli olacaklarını hesaplamaya başlarlar. Ancak genellikle normal emeklilik için gerekli şartlar hesaplanır ve buna göre bir plan yapılır. Bunun yanında bir de yaştan emeklilik hakkı söz konusu. Yaştan emeklilikte daha düşük prim ödeyerek emekli olunur. 10 yıl çalışan bir kişi yaştan emekli olma hakkına sahip olabilir. Ancak bunun için erken yaşta sigortalı olmak gerekir. Peki, kimler yaştan emekli olabilir?

Nasıl hesaplanıyor?

Bir kişinin ne zaman emekli olacağı, ilk kez sigortalı olduğu tarihe göre belirlenir. Bu tarih emeklilik için kaç gün prim ödenmesi, ne kadar süre sigortalı olunması ve kaç yaşın doldurulması gerektiğini belirler. Bu üç koşulu birden sağlayan kişiler emekli olma hakkına kavuşurlar ve aylık bağlatabilirler. Bir kişi ne kadar erken sigortalı olmuşsa, o kadar kolay emekli olur.

Primi yetmeyenler

Yaştan emeklilik, belirli bir yaşa gelmiş ve normal emeklilik için gerekli prim ödeme sayısını dolduramamış yani yeterince çalışamamış kişilere sağlanan bir haktır. Şartları sağlayanlar yararlanabilir.

Kritik tarihler önemli

9 Eylül 1981’den önce sigortalı olmuş kadınlar ve yine 23 Mayıs 2002 itibarıyla 15 yıl sigortalılığı bulunan kadınlar 50 yaşında ve 3600 günle emekli olabilir. 9 Eylül 1976 tarihinden önce ilk kez sigortalı olmuş erkekler ve yine 23 Mayıs 2002 tarihi itibarıyla 15 yıl sigortalılığı bulunan erkekler 55 yaşında ve 3 bin 600 gün primle emekli olabilirler.

Sigortanızı mutlaka kontrol edin

Bu tarihten sonra ilk kez sigortalı olmuş kişiler için de yaştan emeklilik hakkı bulunmaktadır. Ancak bu hakkın kullanılabilmesi için gerekli yaş şartı yükselmektedir. Çalışanların mutlaka özellikle ilk kez çalışmaya başladıkları işyerlerinde sigortalarının yatırıldığını kontrol etmeleri gerekir. Bu konuda 5 yıllık hak düşürücü süre söz konusu olduğu için çalışan dava hakkını da kaybetmektedir. Bu nedenle e-devlet sisteminden kontrol edilmesi çok önemlidir.

Hangi şartlar aranıyor?

Geç sigortalı olan kişiler de 10 yılla, yani 3 bin 600 günle emekli olma hakkına sahipler. Ancak bunun için yalnızca 3 bin 600 prim günü yeterli değil. Aynı zamanda 15 yıllık sigortalılık şartı da söz konusudur. Daha geç sigortalı olan kişilerin yaş haddinde de yükselme olur. Örneğin ilk kez 1 Ocak 1990 tarihinde sigortalı olmuş bir erkek çalışan 3 bin 600 gün primini 1 Ocak 2018’de dolduracaksa 15 yıllık sigortalılık süresi ve 60 yaşını doldurmak şartıyla yaştan emekli olabilecektir. Diğer yandan ilk kez 9 Eylül 1999 ve 30 Nisan 2008 tarihleri arasında ilk kez sigortalı olan kişiler için yaştan emeklilikte 3 bin 600 gün prim yeterli olmuyor. Bu kişilerin yaştan emekli olabilmeleri için 4 bin 500 gün prim yani 12 buçuk yıl çalışmış olma, 25 yıl sigortalılık ve kadınsa 58, erkekse 60 yaşını doldurmuş olmaları gerekiyor.  Okan Güray Bülbül

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/okan-guray-bulbul/10-yil-calisip-yastan-emekli-olmak-mumkun-c2/haber-671990

Soru: Çalıştığım işyerinde yılda bir aylık ücret tutarında  ikramiye ödenmektedir. Ben 7 ay çalışarak işyerinden ayrıldım. İşveren,  bir yıllık çalışma süresini doldurmadığım için bana ikramiye ödemek istemiyor. Sizce ikramiye alabilir miyim? Hasan Ö.

Cevap: Sayın Özmen, iş/toplu iş sözleşmesinde aksi yönde bir hüküm yok ise, işyerinizdeki hizmetiniz bir yılı doldurmasa bile çalıştığınız süreye orantılı olarak ikramiyenizi alırsınız. Örneğin  ikramiyenizin yıllık  120 TL olduğunu varsayalım. Bu durumda  size 7 ay çalıştığınız için 70 TL ikramiye ödenmesi gerekir. 

Malulen emeklilik 

Soru: İki çocuğum var. Malulen emekli olmak istiyorum. 1000 gün prim ödemem bulunuyor. Ne yapmam gerekiyor ? Gülistan T.

Cevap: Malulen emekli olabilmenin koşullarından biri 1800 gün  malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları priminin adınıza bildirilmiş olması gerekiyor. Sayın Tuna, çocuklarınız doğduktan sonra iki yıllık süre içerisinde çalışmadıysanız bu süreleri borçlanarak 1800 günü tamamlayıp malullük durumunuzun tespiti ve malullük nedeniyle emekli maaşı bağlanabilmesi için ikametinizin bulunduğu  yerin Sosyal Güvenlik Kurumu il müdürlüğüne/merkez müdürlüğüne  başvurmanız gerekiyor. 

İzinden erken dönen 

Soru: 5 gün yıllık izin 2 günde yol izni aldım. Beş günün sonunda işyerine gittim. İnsan kaynakları müdürü yol izni kullanmadığım için git 2 gün sonra gel işbaşı yap dedi. Patronun böyle bir yetkisi var mı? Nuray M.

Cevap: Yıllık izne çıkmadan önce yol izni alan işçiler bu süreyi kullanmadan işe dönerlerse, işveren bunları  sürenin bitiminden önce işe başlatmayabilir. İş mevzuatında bu konuda işverene takdir hakkını istediği şekilde kullanabileceğine dair yetki verilmiştir. Sayın M.,  işveren  yol iznini kullanmadan işbaşı yapmak isteyenleri süreden önce işe başlatmayacağı gibi yol izni kullanmadan yıllık izne ayrılanları da izin süresinden önce işe başlatmayabilir. 

Gurbetçinin tazminatı 

Soru: Kıdem tazminatının hesaplanmasında yurtdışındaki sürelerde dikkate alınır mı? Cemil U.

Cevap: Şirket, Türkiye İş Kurumundan izin alarak yurtdışına sizi çalışmaya götürdüğü için kıdem tazminatının hesaplanmasında yurtdışındaki çalışmanızda dikkate alınır. Arif Temir

http://www.gunes.com/yazarlar/arif--temir/kramiyeye-hakkazanma-suresi-826299

Okurum engelli mi yoksa normal şartlarda emeklilik mi yüksek maaş verir diye sordu.

1999 ÖNCESİ

491

2000-2008/09

2476

2008/10 SONRASI

3235

6202

Normal Şartlarda Emekli olması halinde;

YIL

ABO

1999 ÖNCESİ

70%

2000-2008/09

49%

2008/10 SONRASI

36,21%

YIL

KAZANÇ

1999 ÖNCESİ

9475

2000-2008/09

1010,10 OAK

2008/10 SONRASI

3.261 OAK

Bu durumda 1999 öncesi 9475 göstergenin karşılığında kısmileştirilmiş kazanç karşılığı:53,26 TL.

2000 İla 2008/09 arasında kısmileştirilmiş kazanç ve birleştirilmiş kazanç, alt sınır aylığı kontrol edilmiş karşılığı:553,50 TL.

2008/10 sonrası birleştirilmiş ve 2017 yılı %4,73 ve %5,89 zamları verilmiş emekli aylığı karşılığı..1.296,87 TL.

Oysa Engelli emekli aylığı bağlanırsa;

YIL

ABO

1999 ÖNCESİ

70%

2000-2008/09

60%

2008/10 SONRASI

36,22%

Bu durumda 1.405,42 TL. Emekli aylığı bağlanacaktır.

Bu durumda engelli sigortalı 108,54 TL. daha fazla emekli aylığı alacaktır. Vedat İlki

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8931

Bilindiği gibi, vergi inceleme elemanlarınca, vergi incelemesi sonuçlandırılmadan zamanaşımının bitmesine çok az zaman kala matrah takdiri için takdir komisyonuna dosyaların sevk edildiği sıklıkla yaşanmaktadır. Vergi hukukunda zamanaşımı genelde 5 yıldır.[1] Zamanaşımı tarh zamanaşımı ve tahsilat zamanaşımı olmak üzere 2’ye ayrılmaktadır. Bunlardan ilki tarh zamanaşımıdır. Tarh zamanaşımı ise vergi alacağının miktar olarak hesaplanması ile ilgili olup, bu konuda idare tarafından tarhiyat işlemlerinin mutlak surette 5 yıl içerisinde tamamlanması zorunludur. Vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden takvim yılından başlayarak 5 yıl içerisinde mükellefe veya ceza sorumlusuna tarh ve tebliğ edilmeyen vergi ve cezalar   zamanaşımına uğrar.[2]

Tarh ve tahakkuk etmiş vergilerin tahsil aşamasına geçilmesi ile beraber kesinleşen bir vergi alacağının vadelerinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içerisinde tahsil edilmemesi durumunda zamanaşımına uğrar. İşte biz bu zamanaşımına tahsil zamanaşımı diyoruz.

Daha vadesi gelmemiş vergilerin vade tarihinde, süresi geçmiş olanların tahakkuklarını takip eden bir ay içinde ödenmesi gerekir. İşte, bu süreler içinde ödeme yapılmadığında vadeyi takip eden yılın başından başlamak üzere 5 yıl içinde idarenin vergiyi tahsil etmesi veya tahsil etmek için harekete geçmesi gerekir. Aksi takdirde idarenin vergi alacağı zamanaşımına uğrar.      

Bilindiği üzere, matrah takdir yetkisine sahip inceleme elemanı, takdir yetkisinden imtina ederek, matrah takdiri için takdir komisyonuna başvuruda bulunması hukuki değildir. Zira, vergi uygulamasında bazı hallerde matrah takdiri ve tayini takdir ve tespit komisyonları tarafından yapılmaktadır. Bu komisyonların kuruluşu ve çalışma esaslarına ilişkin düzenlemeler 213 sayılı VUK md. 72-92 maddelerinde yer almaktadır. VUK’nun 73. maddesine göre takdir komisyonlarının seçimle gelen üyeleri, tüccarlar için ticaret odalarınca, diğer sanat ve meslek erbabı için mesleki teşekküllerce kendi üyeleri arasında veya haricen seçilir. Ticaret odası ve mesleki teşekkülü olmayan yerlerde seçim belediyece yapılır. Takdir komisyonları yetkili makamlardan istenen matrah takdirlerini yapmak ve vergi kanunlarında yazılı fiyat , kıymet vb. hususları takdir etmekle görevlidir.   Komisyonlar bu görevini yaparken   ortada takdir nedeni olup olmadığını araştırmak zorundadır. Takdir nedeni yoksa vergi dairesine dosyayı iade etme hakları vardır. Komisyonlar, bu görevlerini yaparken 213 sayılı VUK’nun vergi incelemesi yetkisine sahiptirler. VUK 76. madde hükmüne göre takdir olunan matrah mükellefin beyanından düşük olamaz. Takdir komisyonları matrah takdiri sırasında 213 sayılı VUK md.31,74 hükümlerine göre mükellefin defter, kayıt ve belgelerini incelemek zorundadır. Neticede, verilecek takdir komisyonu kararından kararın gerekçesi, dayanakları vs. hususlar mutlak surette kararda yer almak zorundadır.[3]

Vergi incelemesi sonucu saptanan resen takdir nedenine göre matrahın takdir komisyonuna gönderilmesinin zamanaşımını durdurup durdurmayacağı tartışmalıdır. Biz vergi incelemesi ve takdir komisyonuna sevk işlemlerinin birlikte yapılamayacağı görüşündeyiz. VUK’nun 30. maddesinde “inceleme raporunda bu maddeye göre belirlenen matrah veya matrah farkı resen takdir olunmuş sayılır” hükmü vardır. Bu hükme göre inceleme elemanının takdir komisyonu yerine matrah takdir etme yetkisi vardır. Dolayısıyla matrah takdiri için, bu takdir yetkisinin kullanılmaması ve takdir komisyonuna başvurulmasının yasal dayanağı yoktur.

Diğer yandan, beyannamenin verilmemesi gibi bazı takdir nedenleri dışındaki takdir nedenleri vergi incelemesi ile saptanabilir. Vergi incelemesini hemen   başında örneğin defterin tasdik edilmemesi gibi bir takdir nedeni saptanmamışsa, matrahın takdir komisyonuna gönderilmesi için vergi dairesine yazı yazılması ve zamanaşımı dolduktan sonra incelemenin tamamlanıp inceleme raporuna bağlanması ve bu inceleme raporuna göre takdir komisyonunun matrah takdir etmesi böylece zamanaşımının uzatılması mümkün değildir. Bu durumda incelemeye başlamanın zamanaşımını durduğu anlamında bir uygulama yaratılmış olur. Oysa VUK’nın 114. maddesinde ancak takdir komisyonuna başvurma işleminin zamanaşımını durduracağı hükme bağlanmıştır. Bunun dışındaki nedenlerle zamanaşımını durdurmanın, dolayısıyla uzatmanın yasal dayanağı olamaz. [4]

Vergi mevzuatımızda vergi inceleme elemanları zamanaşımının bitmesine birkaç ay kala dosyayı zamanaşımına uğratmamak adına takdir komisyonuna matrah takdiri için sevk etmektedirler. [5]

Ancak uygulamada, hukuka aykırı bir şekilde, inceleme elemanları tarafından incelenmesine başlanmış veya incelemesi devam eden mükelleflerin beyanları, sırf zamanaşımını durdurmak için, vergi matrahı takdiri için takdir komisyonuna sevk edilmektedir. Bu durum tamamıyla hukuka aykırı olup, bu usul dairesinde yapılan tarhiyat işlemleri yasal dayanaktan mahrum kalacaktır.

Tarh zamanaşımı süresi içerisinde tamamlanamayan vergi incelemeleri sebebiyle tarh zamanaşımının sınırlamasından kurtulmak için takdire sevkin bir çözüm olarak uygulanmasının ortaya çıkaracağı hukuki sorunlar-problemler gelecek dönemde sıkça karşımıza gelebilecektir. Takdir komisyonlarının çalışmaları ile ilgili sorunları gidermek yerine takdir süreci ile vergi inceleme süreçlerinin birlikte paralel çalışması biçiminde cereyan eden uygulama sorunları giderek ağırlaştırmaktadır. Takdir komisyonun matrah takdiri sürecindeki hukuki eksikliklerin tamamlanması ile zamanaşımı süresinin dolması durumunda inceleme elemanı tarafından vergi mükellefinin defter ve belgelerini geri iade edilmesi ve inceleme raporu tanzim edilmeden incelemenin sonuçlandığı hakkında mükellefe bilgi verilmesine yönelik bir düzenlemeye ihtiyaç olduğu artık zorunlu hale gelmiştir. Çünkü, Gelir İdaresinin yayınlamış olduğu yeni mükellef hakları bildirgesinde bu konularda önemli açıklamalar bulunmaktadır. Ayrıca yeni vergi inceleme yönetmeliğinde bu yönde yeni hükümler getirilmiştir.[6]

Vergi usul mevzuatımıza göre, takdir komisyonlarının görevi matrah takdiri yapmaktır. Takdir komisyonu resen tarh usulüne göre bir vergi tarh edebilmesi için ortada bir vergi inceleme raporu olsa bile VUK 30. md hükmüne göre, vergiye tabi matrahın mutlaka takdir komisyonu kanalıyla takdir ve tespit edilmesi gerekmektedir.

213 sayılı VUK’nun 30. maddesinin 1. fıkrasında yapılan düzenleme ile; vergi inceleme elemanlarınca düzenlenen raporlar üzerine, resen vergi tarhı için   takdir komisyonlarından karar alma mecburiyeti kaldırılmış ve raporda belirlenen matrah üzerinden vergi dairesince vergi tarhına olanak sağlanmıştır.[7]

Bu sebeple, bundan böyle yetkililerce düzenlenecek olan vergi inceleme raporları üzerine yapılacak resen vergi tarhiyatı dolayısıyla artık takdir komisyonlarından karar alınması gereği yoktur. Sadece takdir komisyonları faaliyetlerine devam etmekte olduğundan, inceleme raporları dışındaki takdir işlemleri için her halükarda takdir komisyonlarına başvurulacağı hususu gözden uzak tutulmamalıdır. Bunların dışında inceleme elemanlarının tarhiyata dayanak teşkil edecek miktarı, tanzim edecekleri inceleme raporunda mutlaka belirtmeleri gerekmektedir.[8]

Bilindiği üzere, tarhiyat yetkisi tamamıyla vergi dairesine aittir.[9] Takdir komisyonu ve/veya inceleme elemanının tarhiyat yetkisi değil, vergi matrahı takdir yetkisi bulunmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere tarhiyat yapma yetkisi sadece ve sadece vergi dairesine aittir. Re'sen vergi matrahı takdir yetkisi bulunan inceleme elemanının bizzat kendisi gibi vergi matrahı takdir yetkisi bulunan takdir komisyonuna yetkisini devretmesi tamamen hukuka aykırıdır. Böyle bir işlem, takdirin takdiri anlamına gelir ki; bu hukuken mümkün değildir. Zira, hukukta takdirin, takdiri olmaz.[10]

Öte yandan, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 114 üncü maddesinde, zamanaşımını durdurmak için takdir komisyonuna başvurulması yetkisi münhasıran vergi dairesine verilmiştir. İnceleme elemanının nezdinde vergi incelemesine başlanmış bir mükellefin vergi matrahının takdiri için takdir komisyonuna başvurması hem hukuken hem de kanunen mümkün değildir.

Dolayısıyla, nezdinde vergi incelemesi devam eden mükellefin beyanının re'sen vergi matrahı takdiri için, sırf zamanaşımını kesmek amacıyla, mücerret takdire sevk işlemi 213 sayılı Kanunun 114 üncü maddesinde belirtilen zamanaşımı süresini durdurmaz; 5 yıllık süre geçirildikten sonra ... zamanaşımına uğramış bulunan hesap dönemleri için hukuken tarhiyat işlemi yapılamaz. Öte yandan, sadece zamanaşımını durdurmak için inceleme elemanınca önce dosyanın takdir komisyonuna sevk edilmesinin istenilmesi, zamanaşımı süresi dolduktan sonra inceleme raporunun düzenlenmesi ve bu rapordaki miktarın aynısının alınması suretiyle takdir komisyonunca matrah takdir edilmesi halinde, Vergi Usul Kanununun 113 ve 114 üncü maddelerinin hiçbir hükmü kalmayıp, bu maddelerin işlemesi söz konusu olmayacaktır.[11]

Diğer bir deyimle, vergi incelemesi ve takdir komisyonuna sevk işlemleri birlikte yapılamaz. Çünkü, inceleme elemanının 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 30 uncu maddesi uyarınca, tıpkı takdir komisyonu gibi, inceleme raporuyla vergi matrahı takdir yetkisi bulunmaktadır. Vergi matrahı takdiri için, söz konusu yetkinin kullanılması gerekir. Ayrıca, inceleme elemanı tarafından takdir komisyonuna başvurulmasının yasal dayanağı yoktur. Dolayısıyla, vergi incelemesine başlandıktan sonra, vergi matrahı takdiri için takdir komisyonuna başvurularak zamanaşımı süresi uzatılamaz.[12] Anayasa Mahkemesi tarafından verilen iptal kararının gerekçesi de bu konuyu işaret etmektedir.[13] 213 sayılı VUK md. 114 hükmüne göre vergi dairesince matrah takdiri için takdir komisyonuna müracaat edilmesinin zamanaşımını durduracağı vurgulanmıştır. Ancak, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen ve 8.1.2010 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 15.10.2009 gün ve E:2006/95 sayılı karar ile bu hükmü iptal etmiştir.

Mükellefler tarafından kullanılan defter kayıt ve belgeler 213 sayılı VUK md. 253 hükmü gereğince 5 yıl saklanması zorunludur. Madde hükmüne göre mükellefler tutmak zorunda oldukları, yevmiye, kebir, envanter ve diğer yasal defterleri ilgili bulundukları yılı izleyen takvim yılından başlayarak 5 yıl süreyle saklamak ve yetkili makamlar tarafından istenildiği takdirde incelemeye ibraz etmek zorundadırlar. [14]

Vergi Usul Kanununun 253 üncü maddesine göre; defter ve belgelerin ilgili bulundukları yılı takip eden takvim yılından başlayarak beş yıl süre ile muhafaza edilmesi; aynı Kanunun ibraz mecburiyetini düzenleyen 256. maddesine göre de; bu defter ve belgelerin muhafaza süresi içerisinde yetkili makam ve memurların talebi üzerine ibraz ve inceleme için arz edilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.

Uygulamada, zamanaşımı süresini, hukuka aykırı şekilde, uzatmak için vergi incelemesi devam ederken, vergi matrahı takdiri için takdir komisyonuna başvurulmakta ve müteakiben düzenlenen vergi inceleme raporlarında, takdir olunan vergi matrahı için çoğunlukla muhafaza ve ibraz süresi geçmiş bulunan defter ve belgeler dayanak gösterilmektedir.

Bilindiği gibi, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 253 ve 256. maddelerinde aynı Kanunun 114. maddesinin 2. fıkrasında yer alan hükme paralel herhangi bir hüküm bulunmadığı gibi, söz konusu hükme herhangi bir atıf da yapılmamıştır. Dolayısıyla, mükellef tarafından muhafaza ve ibraz süresi geçmiş olan defter ve belgeler rızaen ibraz edilmiş olsa dahi, bu defter ve belgelere müsteniden matrah veya matrah farkı tesis edilmesi hukuken mümkün değildir. Zira, 213 sayılı Vergi Usul Kanunun 113 üncü maddesinin ikinci fıkrasında zamanaşımı, mükellefin bu hususta bir müracaatı olup olmadığına bakılmaksızın hüküm ifade eder denilmiştir. Dolayısıyla, zamanaşımına paralel olarak düzenlenen tüm mükellef ödevleri re'sen dikkate alınmak zorundadır. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Tarhiyatta_celiski-14787.htm


[1] 213 sayılı VUK md. 113, 114.

[2] KIZILOT Şükrü – ŞENYÜZ Doğan – TAŞ Metin – DÖNMEZ Recai, Vergi Hukuku, Yaklaşım Yayıncılık, Ekim 2006, s.195-199.

[3] ÜREL Gürol, Güncel Vergi Usul Kanunu Uygulaması, 2. Baskı, Maliye ve Hukuku Yayınları, s.183-185.

[4] ÇAKMAK Şefik, “Matrahın Takdir Komisyonuna Gönderilmesi İle Duran Zamanaşımı Süresi, Anayasa Mahkemesinin 8.1.2010 Tarihli Kararı İle VUK’nun 11. Maddesinin 2. Fıkrasının İptal Edilmesi, 1.8.2010 Tarihinde Resmi Gazetede Yayımlanan 6009 Sayılı Yasa İle VUK’nun 114. Maddesine Eklenen Fıkra Ve VUK Geçici 28. Madde Hükmü”, Oluş Mali Hukuk Bürosu, 15.01.2011 tarih ve IV/128 sayılı sirküler.

[5] Ayrıntılı açıklamalar için bkz. ŞAHİN Tayfun, “Zamanaşımı Süresi Dolmak Üzereyken Takdire Sevk Edilen Mükellefler Hakkında Vergi İncelemesi Sürdürülebilir mi?”, Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Nisan 2012, Sayı:100, s. 22-26

[6] Bkz. 31.12.2010 tarih ve 27802 sayılı Resmi Gazete.

[7] Altındağ YMM Sirküleri 16.05.2011 gün ve 2011/5 sayılı.

[8] 213 sayılı VUK md.30, 31.

[9] 213 sayılı VUK md. 20

[10] Sami Selçuk, Kısıtlı Demokrasi Sancılı Hukuk, s.277

[11] Danıştay 9 uncu Dairesi'nin 13/03/2007 tarih ve E.2005/5109, K.2007/733 sayılı Kararı, karşıoy gerekçesi.

[12] ÇAKMAK Şefik, Zamanaşımı ve Anayasa Mahkemesi Kararlarının Vergi Uygulamasına Etkisi, Ankara SMMMO Bülten Dergisi, Yıl 21, Sayı:194-2011, s. 71

[13] ÇAKMAK Şefik, Oluş Mali Hukuk Bürosu, 15.01.2011 tarih ve IV/128 sayılı sirküler.

[14] VUK md. 253,256.

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • Yapı, Tesis ve Onarım İşleri İhalelerinde Kullanılan Müteahhitlik Karneleri ve İş Bitirme Belgelerinin 2025 Yılına Ait Değerlendirme Katsayıları Hakkında Tebliğ 31 Ocak 2025 Tarihli Resmi Gazete Sayı: 32799 Çevre, Şehircilik…
  • Vergi Müfettişlerinin Görev Yerlerinin Belirlenmesine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Resmi Gazetede Yayımlandı 31 Ocak 2025 Tarihli Resmi Gazete Sayı: 32799 Hazine ve…
  • İŞ KAZASI SAYILAN HALLER, SAĞLANAN HAKLAR VE YAPTIRIMLAR İş sağlığı ve güvenliği konusu, çalışma hayatının küresel boyutta bir…
Top