Anayasamızın 138. maddesine göre hâkimler, Anayasa’ya kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Bu nedenle yargılamada temel taş, “vicdani kanaattir.” Vicdani kanaatin oluşum yeri ise “duruşmadır.
Her yargılama, her zaman, doğru ya da yalan olmak üzere iki yanlı, iki olasılıklı, birbirine karşıt, ama taraflar ve hâkim için ortak bir kuşkuyla başlar. Eğer duruşma denilen laboratuar sağlıklı verilere dayanmış, aygıtlar sağlıklı çalışmışsa kuşkulu durum tutarlı biçimde çözülecek; suç denilen olayın işlenip işlenmediği gerçekçi biçimde saptanacaktır. (Sami Selçuk. “Vicdani Kanı Yargısını Oluşturma Tekeli, Duruşma Yargıcındır.” Star, 18.11.2008)
Hukuk Muhakemeleri ve Ceza Muhakemeleri kanunlarında birkaç madde ile ayrıntılı olarak düzenlenen duruşma müessesesi İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda (İYUK) ise sadece 2 madde ile düzenlenmiştir. İYUK, kural olarak yazılı yargılama usulünü benimsemiştir. Ancak salt yazılı yargılama usulünün benimsenmiş olması, vicdani kanaatin oluşumunu yeterince sağlayamadığı gibi, tarafları tatmin etmekten de uzaktır. Çünkü taraflar çoğu zaman dilekçeler ve belgeler haricinde, bir kere de konuyu yargıçların huzurunda anlatmak, tartışmak isterler. (Selçuk Hondu, İYUK’da Duruşma Yapılması ve Uygulamadaki Durum, Danıştay Dergisi s:89 sf:4)
Duruşma, davacının dava konusu işlemin iptalini gerektiren önemli hususları bir kez de sözlü olarak ortaya koyması, dosyada önem taşıyan ve bazen dikkatten kaçabilecek konulara işaret etmesi, idarenin de işleminin sebep ve dayanaklarını izah ederek işlemini savunması ve bu tartışmaları izleyen yargıcın, dosyasına duruşmada ileri sürülen hususlar ışığında yaklaşması, hiç şüphesiz kararların kalitesini artırır.
İYUK’un yeterli düzenleme içermemesinin de etkisi ile idari yargı pratiğinde de (genelde idare, özelde vergi yargısında) duruşma müessesesi olması gereken önemi kazanamamış, adeta gereksiz bir müessese gibi görülmüştür.
İYUK’da tek hâkimli mahkemeler de duruşma yapılması hâkimin takdirine bırakılmış, heyet halindeki mahkemelerde ise talep halinde zorunlu kılınmıştır. İstinaf mahkemesinde ise duruşma, yine mahkemenin takdirine bağlanmıştır. Danıştay’da temyiz başvurularında ise duruşma, tamamıyla temyiz dairesinin takdirine bırakıldığından, hiç denecek derecede az yapılır hale gelmiştir.
Duruşma, taraflar açısından önem taşır ve taraflar savunmaları için gerekli görüyorsa (talep ediyorsa) yapılmak durumunda olmalıdır. Bu nedenle, duruşmanın dava için gerekip gerekmediğini belirleme yetkisi, hiçbir zaman mahkemenin takdirinde olamaz. Eğer savunma makamı (davacı) davanın aydınlanması bakımından duruşmayı gerekli görüyorsa yargı buna saygı göstermek durumundadır.
Bugünkü uygulamada istinaf veya temyiz başvurusunda bulunanın söz hakkının kısıtlanması ve karşı tarafla (veya vekili ile) bir kez de istinaf veya temyiz mercii önünde davasını tartışma hakkının elinden alınması sonucunu doğurmuştur. HMK’da ve CMK’da temyiz merciinin Kanunlarda sayılan birçok halde talep durumunda duruşma yapmakla yükümlü kılınması, HMK’nın ve CMK’nın, İYUK’a nazaran “vicdani kanaate” ve dolayısıyla adaletin tecellisine daha fazla hizmet ettiği söylenebilir.
Öte yandan yargılamada önemli olan tarafların adalet duygusunun tatminidir. Kamuoyunda dosyaların zaman ve iş yükü sorunu dolayısıyla yeterince okunmadığı kanaati yaygındır. Bu nedenle taraflar bir kere de davalarını sözlü olarak anlatmak istemektedirler. İdari (özellikle vergi) yargıda duruşmasız verilen kararların, çoğu zaman tarafları tatmin etmediği görülmektedir.
İdari yargı mercilerinin, kanunda yasak olmaması sebebiyle içtihatla geliştirmek yerine, “İYUK’da yazılı usulün benimsendiği ve şahit müessesesinin düzenlenmediği” gerekçesinden hareketle duruşmalarda tanık dinlemekten kaçınması ve tanık ifadesine başvurulamaması da vicdani kanaatin oluşmasını yine engelleyen bir başka unsurdur. Örneğin, disiplin cezasının tanık ifadelerine dayalı olarak verildiği veya cezalı vergi tarhiyatının tanık ifadesine dayalı olarak yapıldığı hallerde davanın tarafları, bu tanıkların tarafsız yargıç huzurunda yeminli ifadelerinin alınmasını sağlama olanağından yoksundur.
Yine vergi yargısında karşılaşılan bir durum ise duruşmayı yapan yargıçla karar veren yargıcın farklılaşabilmesidir. Zira duruşma sonrası mahkeme heyeti, çeşitli belgelerin getirilmesi veya bilirkişi incelemesi gibi çeşitli ara kararları verebilmekte, bu kararların yerine getirilmesi ise zaman almakta, ancak bu arada atamalar yolu ile mahkemenin üyeleri değişebilmektedir. Bu durumda ise duruşmanın artık kararı verecek yeni heyet huzurunda tekrarlanması gerekirken, yeni heyet duruşmayı alelade bir usul muamelesi gibi görmekte, eski heyetin duruşmayı yapmış olmasından hareketle kararı vermektedir. İstinaf veya temyizden dönen dosyaları da genellikle farklı üyeler değerlendirmekte ve duruşma işlevini kaybetmiş olmaktadır. Bu gibi hallerde duruşmanın tekrarlanması yolunun da hiç olmazsa içtihatla açılması gerekmektedir.
Öte yandan mahkemelerin belge getirtme veya bilirkişi incelemesi gibi incelemeleri duruşmadan sonra yapmaları dolayısıyla, belki dava sonucunu etkileyecek bu argümanların duruşmada tartışılması olanağı da kaybolmaktadır.
Davaları esastan inceleyecek ve maddi olayı tekrar değerlendirecek istinaf mahkemelerinde duruşma yapılmasının mahkemenin takdirine bırakılması yanlıştır. Zira pek çok halde istinaf mahkemesi kararlarına karşı temyiz yolu kapalı olacaktır. İstinaf mahkemesi kararlarına karşı karar düzeltme yolu da artık yoktur. Yasama organının, yargılamanın esasına etkili duruşma müessesesini idari yargı açısından tekrar ele alması ve yeni bir düzene kavuşturmasında, adaletin tecellisi açısından gereklilik bulunmaktadır.Bumin Doğrusöz
https://www.dunya.com/kose-yazisi/vergi-yargisi-ve-durusma/485001