Anayasa 73/1 maddesinde “herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür” derken önce verginin herkes tarafından ödeneceğini söylemektedir. “Herkes”, eşitlik ilkesini (bu ilke teoride genellik ilkesi olarak de ele alınmaktadır) ifade etmektedir. İlkenin burada vergi ile ilgili olarak zikredilmesi, verginin belirli kişi veya gruplar arasında bir ayırım yapılmaksızın, sosyal sınıf farkı gözetilmeksizin, din, dil, ırk, cinsiyet gibi nedenlerle ayırım yapılamayacağını vurgulamak içindir.
Ancak buradaki eşitlik, önce, Anayasa’nın 10. maddesinde zikredilen kanun önünde eşitlikle birlikte değerlendirilmelidir. Kanun önünde eşitlik, aynı durumda bulunanların kanunlar karşısında aynı işleme tabi olmasını ifade eder. Vergilemede eşitlik ilkesi ise aynı zamanda, anılan fıkrada zikredilen “mali güç ilkesi” ile birlikte değerlendirilmek durumundadır. Maliye teorisinde bu husus, yatay adalet ve dikey adalet ayırımı ile irdelenmektedir.
O halde yasa koyucu kamu maliyesi yönünden gelir, servet ve harcamalar biçiminde karşımıza çıkan mali gücün göstergelerine göre mükelleflerin vergi yüklerinde bir ayırım yapmak ve mali gücü fazla olandan fazla, az olandan az vergi alınmasını öngörmek durumundadır. Ancak aynı mali güçte olanların aynı vergi yüküne tabi olmaları da ilkenin gereğidir. Bu husus aynı zamanda Anayasa md. 73/2’nin “vergi yükünün adaletli ve dengeli dağıtımı”nı emreden hükmünün de bir gereğidir. Yasa koyucu, mali güce göre eşitliği sağlarken, mali politika, sosyal ve ekonomik ve vergi tekniğinin gerektirici nedenlerle kuraldan sapma yapabilir. Eğer her hangi bir gerektirici teknik neden yoksa kuraldan sapma yapamaz.
Vergi mükellefleri kendi içerisinde gerçek kişiler - tüzel kişiler, gelir vergisi mükellefleri – kurumlar vergisi mükellefleri, tam mükellefler – dar mükellefler şeklinde gruplandırılabilir. Hatta bu mükellefler içerisinde kazançlarının büyüklüklerine, sektörlerine dahi bir ayırım yapılabilir. Örneğin üretim ve dağıtım alanında etkinlik gösteren işletmelerle bankalar, sigorta şirketleri ve katılım bankaları mali, hukuki ve ekonomik yapılarındaki farklılık nedeniyle farklı oranlarda vergilendirilmeleri eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz.
Hukuksal durumları ve konumları ayrı olan mükelleflerin faaliyet alanlarına, beyanname türlerine ve mükellef gruplarına göre ayrı ayrı düzenlemeye bağlı tutan yasal düzenlemeler, eşitlik ilkesine aykırı değildir. Ancak nakit sıkışıklığı veya ödeme gücü zayıflığı nedeniyle finans yapısını güçlendirmek için bir taşınmazını satan şirketle, finans yapısı güçlü olduğundan taşınmazlarını satmayan şirket ayırımı yapılarak veyahut bir üniversiteye bağış yapan şirket ile Yeşilay’a bağış yapan arasında bağışına göre farklılık yaratılıp, ilk sayılanlara vergi yükü getirilemez. Çünkü burada, mali güce göre eşitlik ilkesinden sapmayı gerektirecek mali politikanın veya sosyal ve ekonomik ve vergi tekniğinin gerektirdiği bir haklı neden yoktur.
Aynı faaliyet alanında olup, aynı beyannameyi veren ve aynı statüde yer alan mükellef grupları arasında vergilendirme açısından eşitsizlik yaratılması mümkün olmadığı gibi eşitsizliğin mali güç ilkesini de yok sayacak şekilde yaratılması hiç mümkün değildir. Örneğin bütün kazancı TUGS’a kayıtlı bir adet gemi işletmekten ibaret olan bir şirketin bütün kazancını vergiye tabi tutarken, gelirleri içerisinde % 5 veya 10 oranında emisyon primi bulunan bir şirketi sadece bu kazancı üzerinden vergilendirmek, sadece eşitliği değil, mali güç ilkesini zedeler.
Vergi sisteminin, ilkeleri, kuralları ve unsurlarıyla istikrarlı ve düzenli olması ve bu düzenin korunması asıl olup, yasa koyucu da anayasal ilkeler çerçevesinde bunu sağlamakla ve kurallarını koymakla yükümlüdür. Kanunilik ilkesi, sadece keyfi, takdiri ve sınırsız ölçülere dayalı uygulamaları önlemek için değil, aynı zamanda vergi sisteminde adalet, istikrar ve düzenin, vergi yönetiminde de kararlılığın sağlanması amacına yöneliktir.
Kurumların yatırım kararlarını alırken ve fizibilite raporlarını hazırlarken vergi yüklerini, konuya ilişkin teşvikleri ve avantajları da dikkate alırlar. Bütün bunlarla, indirimli kurumlar vergisi müessesesinin sağlayacağı teşvik ve avantajlarla yatırım kararı alarak yatırıma başlamış kurumlara, sonradan sürpriz vergiler öngörmek, verginin genellik, eşitlik, öngörülebilirlik ve kamusal yetkilerin kullanılmasında mükelleflere hukuksal güvenlik sağlayan yasallık ilkesi ile de bağdaşmaz.
Çeşitli Anayasa Mahkemesi kararlarından esinlenerek düşünceler biçiminde yazdığım bu satırlar için, “bütün bunlar nerden çıktı” diye düşünebilirsiniz. Ama pek çok okurun bu yazıyı, ek vergiyi düşünerek okuduğunu tahmin edebiliyorum.
Zaten bende yazımı, ek verginin Anayasaya aykırı olduğunu düşünenlere ve bu konuda ihtirazi kayda dayalı dava açacakla düşüncelerine veya dilekçelerine esin kaynağı olsun diye kaleme aldım. Bumin DOĞRUSÖZ
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/ek-verginin-akla-getirdigi-anayasal-ilkeler/695677