1920'li yıllardan itibaren harcama vergileri çeşitli adlarla alınmıştır. Umumi istihlak vergisi, muamele vergisi, gider vergisi ve1985 yılından bu yana ise katma değer vergisi (KDV).
KKDV'den önce alınmakta olan gider vergisi yirmi yılı aşkın bir süre uygulamada kalan muamele vergisinin yerine uygulamaya konulmuştur. 6802 Sayılı Kanun'la 1957 yılında getirilen gider vergisi bir toplu muamele vergisi niteliğindedir ve esas itibariyle ilk istihsal ile banka ve sigorta muamelelerini vergilendirmektedir. Muamele vergisinden gider vergisine geçerken muamele vergilerinin ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerinin giderileceği beklentisi mevcuttu.
Ancak, beklenti gerçekleşmemiş, aksine daha olumsuz etkiler ortaya çıkmıştır. Başlıca olumsuzluklar şöyle sıralanabilir.
- Tek aşamada alındığı için verginin oranları yüksek tutulmuştur.
- Ticari ve sınai faaliyette bulunan işletmelerin küçük bir bölümünü kapsaması nedeniyle ekonomiye yön verme aracı olarak kullanılması bakımından sınırlı bir etkiye sahip olmuştur.
- Verginin peşin ödenmesi işletmeler üzerinde finansman güçlüğü yaratmıştır. Ayrıca, bu verginin yükü vergiye tabi ilk maddeyi üreten sanayi kuruluşları üzerinde ağırlığını hissettirmiştir. Vergili maddeleri hammadde olarak kullanan sanayiciler de verginin yükü ile karşı karşıya kalmışlardır.
- İlk istihsal aşamasında vergileme söz konusu olduğundan tüketim üzerinde adil bir vergi yükü sağlanması mümkün olmamıştır.
- Toplam bütçe gelirleri içinde gider vergilerinin payı sınırlı kalmıştır.
Yukarıda belirtilenler ve diğer olumsuzlukları, devler bütçe gelirlerine katkısının yetersiz olması nedeniyle, ortaya çıkan olumsuzlukları gidermek amacıyla 1985 yılında Katma Değer Vergisi Kanunu (KDVK) kabul edilerek yürürlüğe konulmuştur. KDV mal ve hizmetlerin el değiştirdiği her aşamada ilgili işletmede yaratılan katma değeri esas aldığı için malın satışında hesaplanan vergiden bu malı veya mala ilişkin hammaddeyi satın alırken ödediği vergiyi indirmekte kalan kısmı vergi dairesine ödemektedir. Satın almaları nedeniyle indirim KDV tutarı hesaplanan KDV den fazla olduğunda devreden KDV ortaya çıkmaktadır. Bu durum daha çok özellikle yarattığı katma değeri düşük olan işletmelerde ortaya çıkabilmektedir.
KDV'nin uygulandığı gelişmiş batı ülkelerinde KDV beyannamesinde indirim KDV miktarının yüksekliği nedeniyle devreden KDV oluşması ve bunun kısa sürede indirim yoluyla giderilemediği durumlarda mükellefe iade edilmekte; böylece mükellef ek finansman ihtiyacı ile karşı karşıya kalmamaktadır.
Ülkemizde ise KDVK'nın yasalaştığı ilk günden bu yana, kanunun 29. maddesinde yer alan düzenleme uyarınca, devreden katma değer vergisinin iadesi yapılamamaktadır. Nihai tüketiciye aktarılması gereken vergi mükellef üzerinde kalmakta, ilaveten ek finansman yükü söz konusu olmaktadır.
Plan ve Bütçe Komisyonu'nda kabul edilerek Genel Kurul gündemine gelen 1/926 sayılı “Katma Değer Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nda ilk kez, indirim yoluyla giderilemeyen devreden KDV'nin iade edilebilmesine ilişkin düzenleme önerilmekteydi. Ancak, TBMM Genel Kurulu'nda tasarının görüşülmesi sırasında devreden katma değer vergisinin iade edilmesine ilişkin maddeleri geri çekilmiştir. Dolayısıyla mevcut KDV Kanunu’ndaki düzenleme uyarınca, devreden KDV iade edilmeyecektir.
Bu durumda, gider vergisi uygulamasında olduğu gibi, finansman yükünün ödediği vergiyi indirim yoluyla gideremeyen mükellefler üzerinde kalmaya devam edecek ve KDV reformu bu yönüyle eksik kalacaktır. Akif Akarca/Dr. Mehmet Şafak
https://www.dunya.com/kose-yazisi/devreden-kdv-ve-iadesinin-onemi/413094