Bu gün aslında beyan dönemi dolayısıyla yine bir gelir vergisi konulu yazı yazacaktım. Ancak Ukrayna- Rusya savaşı, köşemin gündemini de değiştirdi. Bu savaşı kim kazanırsa kazansın, ekonomik açıdan iki tarafında da kaybedeceği muhakkak. Bu savaştan sadece onlar zararlı çıkmayacak. Türkiye’nin turizm gelirleri kadar, Ukrayna ile ticaret yapanlar, Rusya’nın swift sisteminden dışlanması dolayısıyla Rusya’dan ihracat bedeli alacağı olanlar da bu savaştan zarar görüyor. Söz konusu ülkelerden alacakları olanların, bu alacaklarını nasıl değerlendirecekleri, şüpheli alacak karşılığı oluşturabilmek için mutlaka o ülkelerde dava açmaları mı gerektiği, oralarda dava açmanın bu ortamda nasıl olabileceği şeklinde pek çok sorunun gelmesi üzerine, ben de oralarda dava açmaya gerek olmadığına ilişkin yargı kararlarından hareketle daha önce yayınladığım bir yazıyı tekrar gündeme getireyim dedim.
Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesine göre tahsili mümkün olmayan bir alacağın şüpheli alacak karşılığına konu edilerek vergi matrahının dışında bırakılabilmesi için; alacağın ticari veya zirai faaliyetle ilgili olması, dava veya icra safhasında bulunması, borçlunun iflas etmiş olduğu hallerde alacağın iflas masasına yazdırılmış olması gerekmektedir. Dava safhasında olma, ülke içinden olan alacaklar için Türk Mahkemelerinde dava açılmış olma halini ifade etmektedir. Peki, alacak bir yabancıdan (yabancı ülkede mukim yabancıdan) ise yine Türk mahkemelerinde dava açmak yeterli olacak mıdır?
Önce şu hususu belirteyim. Yetkili ve görevli mahkemenin belirlenmesi ile mahkemede hangi ülke hukukunun uygulanacağı meselesi, farklı konulardır. Bu nedenle bir Türk mahkemesi bir ihtilafı Fransız kanunlarına göre çözebileceği gibi, bir İngiliz mahkemesi de Türk kanunlarına göre de ihtilafı çözebilir. Bu gibi hallere özellikle velayet, miras hukuku gibi ihtilaflarda rastlanılmaktadır. Bu nedenle konumuz dışındadır.
Bir ticari ilişkide sözleşmenin tarafları, aralarında çıkabilecek ihtilafların hangi ülke hukukuna göre çözümleneceğine ilişkin kurallar kararlaştırabilecekleri gibi bu ihtilafların hangi ülke mahkemelerinde çözümlenebileceğine dair kurallar konusunda da anlaşabilirler. Ben yazımda taraflar arasında bu şekilde bir anlaşmanın var olmadığı hali dikkate alacağım.
5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 40. maddesine göre “Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları tayin eder.” O halde yabancılardan olan alacaklar konusunda Türk mahkemelerinin yetkili olup olmadığını anlamak için iç hukuka bakmak gerekmektedir.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 50. maddesinde “para veya teminat borcu için takip hususunda 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun yetkiye dair hükümleri kıyas yolu ile tatbik olunur” hükmü yer almıştır. Demek ki yabancıların ticari alacaklarla ilgili olarak icraya verilmesi konusunda da, yabancılara dava açılmasında da -1086 sayılı Kanun’un yerini alan- 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na bakmak gerekecektir. 6100 sayılı Kanun’un “sözleşmeden doğan davalarda yetki” başlıklı 10. maddesinde ise “sözleşmeden doğan davalar, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabilir” kuralına yer verilmiştir.
O halde sorunu çözmek için, ticari borçlarda ifanın nerede yapılması gerektiği sorusuna yanıt aramak gerekecektir. Bu sorunun yanıtı ise 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 89. maddesinde, belirlenmiştir. Maddeye göre, taraflar arasında açıkça veya örtülü şekilde aksi kararlaştırılmış olmadıkça para borçlarının ifa edilmesi gereken yer, alacaklının ödeme zamanındaki yerleşim yeridir.
Bu düzenlemelere göre; Türk mahkemelerinin yetkisi konusunda 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 40. maddesine göre iç hukuka bakmak gerekmektedir. İç Hukukta ise icra konusunda İcra ve İflas Kanunu'nun 50. maddesi yetki konusunda adli yargının usul kanunu olan Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na yollama yapmakta, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ise “ifa yeri mahkemesinin” yetkili olduğunu söylemektedir. Para borçlarında ifa yeri ise Borçlar Kanunu’nun 89. maddesine göre alacaklının yerleşim yeridir. O halde Türk firmaları veya şirketlerinin, yabancı şirketlerden olan alacaklarını dava yoluyla takip etmek istemeleri halinde, Türk mahkemeleri de yetkilidir.
Bu nedenle Türk şirketlerinin yabancı şirketlerden olan para alacakları için Türk mahkemelerinde dava açmış olmaları, şüpheli alacak karşılığı ayırabilmek için yeterlidir. Bu nedenle mutlaka borçlunun bulunduğu ülkede dava açmak, hele ilgili ülkede yüksek yargı harçları ve vekâlet ücretlerini ödemek şart değildir.
Nitekim bu konuda açılan davalarda da yargı anlayışı, görüşümüz doğrultusundadır. Bu konuda örnek olarak, Danıştay 3. Dairesi’nin E. 2011/5130 K.2015/10182 sayı ve 28.12.2015 günlü Kararı ve Danıştay 4. Dairesi’nin E. 2008/399 K.2010/3271 sayı ve 27.5.2010 günlü kararlarını gösterebilirim.
Bu nedenle idari anlayışa hâkim olan ve ihtilaflara sebebiyet veren, “yabancılardan olan ve tahsil edilemeyen alacaklarda şüpheli alacak karşılığı ayrılabilmesi için ilgili ülkede dava veya icra yoluna başvurulmuş olması gerektiği” şeklindeki görüşün gözden geçirilmesi, hiç olmazsa Ukrayna ve Rusya’dan alacaklar konusunda bir açıklama yapılması gerekmektedir.
Açıkladığım yargı kararları uyarınca mükellefler, hiç şüphesiz, ileride risk almamak için ihtirazi kayıtla da beyanda bulunabilirler.
İhracattan doğan alacaklar elden tahsil edilerek de yurda getirilebilir. Ancak bu konunun ihracat genelgesinde açıklığa kavuşturulması gerekmektedir, aksi halde bu noktada sorun yaşanabilir. Bumin Doğrusöz
https://www.dunya.com/kose-yazisi/ukrayna-ve-rusyadan-olan-alacaklar/651438