Danıştay Dergisinin 148. ve 149. sayılarında yer alan güncel bazı yargı kararları
1. Kurumlar Vergisi Kanunu
Kefalet borcu nedeniyle yapılan satıştan doğan kazanç için istisnadan yararlanılabilir mi?
(Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 31.10.2017 tarih ve E:2016/2423 K:2017/7326 sayılı kararı)
Uyuşmazlık konusu olayda;
- Davacı şirketin adına kayıtlı gayrimenkul, kefil olduğu şirketin banka kredi borçlarının ödenmemesi nedeniyle, İcra Müdürlüğü’nce satılmış,
- Yeminli Mali Müşavir tarafından düzenlenen Kurumlar Vergisi İstisna ve İndirim Tasdik Raporunda istisnanın Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 5. maddesinin 1/e bendi kapsamında değerlendirerek elde edilen satış karının % 75’inin vergiden istisna olduğu belirtilmiş,
- Davacı şirket tarafından, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 5. maddesinin 1/f bendi kapsamında değerlendirilerek elde edilen kazançların tamamının kurumlar vergisinden istisna tutulması gerektiğinden bahisle, kurumlar vergisi beyannamesi ihtirazi kayıtla verilmiştir.
Olayda, davacı şirketin bankalara borçları nedeniyle kanuni takibe alınmış borçlunun kefili sıfatıyla, asıl borçlu şirketin ödemediği kredi borçlarının tahsili amacıyla davacı adına kayıtlı taşınmazların, icra kanalıyla satışının alacaklı bankalara yapılmamış olsa dahi satıştan elde edilen tutarın tamamının kefil olunan şirketin banka borçlarının ödenmesinde kullanılması, davacının tasarrufuna geçen bir meblağın olmaması, taşınmaz devrinin icra kanalıyla yapılması, yine bu taşınmaz devrinin amacının davacı şirketin mali yapışım güçlendirme maksadı taşımadığı anlaşılmıştır.
Davacı şirketin bankalara olan kefalet borcundan kaynaklanan icra yoluyla yapılan satışın bankalara değil de, başka bir şirkete yapılması halinde dahi bu satıştan sağlanan hasılatın tamamının banka borçlarının ödenmesinde kullanıldığı göz önünde tutulduğunda ve Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 5. maddesinin 1/e bendinin gerekçesinde de belirtildiği gibi şirketin mali bünyesinin güçlendirilmesi için yapılan rızai bir satıştan bahsedilemeyeceğinden uyuşmazlık konusunun Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 5. maddesinin 1/e bendi kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmayıp; banka borcu nedeniyle takibe alınmış kurumun kefili sıfatıyla, sahip olunan taşınmazın tamamının bu borçlara karşılık devredilmesi sonucu Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 5. maddesinin 1/f bendi gereği satış kârının tamamının istisna kapsamında değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmıştır.
Bu nedenle davacı tarafından ihtirazi kayıtla beyan edilen 796.185,05 TL tutarındaki tahakkuk işleminde ve davayı reddeden Vergi Mahkemesi kararında isabet görülmemiştir.
2. Gelir Vergisi Kanunu
İşveren tarafından, munzam vakfa ödenen katılım payı ücret olarak vergiye tabi midir?
(Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 21.06.2018 tarih ve E:2018/137 K:2018/328 sayılı kararı)
Gelir Vergisi Kanunu’na göre bir ödemenin ücret sayılabilmesi için, bir işyerinde bir işverene bağlı olarak çalışılması ve bunun karşılığında bir menfaat elde edilmesi gerekmektedir. Hizmetin karşılığının, nakit, ayın veya para ile temsil edilebilen menfaatler şeklinde ödenmesi mümkün olup işveren tarafından ücretin farklı isimler altında farklı usullerle ödenmesi, ödemenin ücret olma niteliğini değiştirmemektedir.
Vergilendirme alanında muafiyet ve istisna hükümlerinin yorum yoluyla genişletilmesi veya daraltılması Anayasal güvence ifade eden verginin yasallığı ilkesine aykırı düşeceğinden, öngörüldüğü kuralda veya Gelir Vergisi Kanunu’nda vergiden müstesna tutulmayan, gelirin unsurlarına dahil olan her türlü kazanç ve iradın vergilendirilmesi zorunludur. Vergi hukukunda sorumluluk, kural olarak kanundan doğmakta, mükellefiyet ve sorumluluğa ilişkin özel sözleşmeler vergi idaresini bağlamamakta; kanunun vergiyi doğuran olay olarak nitelendirdiği hukuki durumun, kanunda öngörülen istisnalar ve özel düzenlemeler dışında bir özel hukuk işlemi veya tasarrufuyla değiştirilmesi mümkün bulunmamaktadır.
Davacı tarafından, munzam vakfa yapılan ödemenin kaynağının, hizmet sözleşmesi değil vakıf senedi olduğu, dolayısıyla banka katalım payının vakıf üyelerinin hizmetleri karşılığında ödenmediği, yapılan ödemelerin vakfın malvarlığına dahil olduğu ve banka katılım payları üzerinde vakıf üyelerinin tasarruf hakkının bulunmadığı, diğer bir ifadeyle ücretin şartı olan “elde etme” kriterinin gerçekleşmediği, bankanın yükümlülüğünü yerine getirmemesi halinde çalışanların bir hak iddia edemeyeceği, ancak emeklilik şartları gerçekleştikten sonra çalışanlara ödemeler yapıldığı, emeklilik nedeniyle yapılan ödemelerin de Gelir Vergisi Kanunu uyarınca vergilendirilmesi nedeniyle mükerrer vergi ödenmesinin söz konusu olduğu iddialarıyla açılan davada, bu hususların, yukarıda yer verilen yasal düzenlemeler ve vergilendirmeye ilişkin ilkeler bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Davacı bankanın muhtelif şubeleri adına, önceki dönemler için aynı maddi olay nedeniyle salınan gelir (stopaj) vergilerinin dayanağı olan vergi inceleme raporları ve eki belgelerde açıkça ortaya konulduğu üzere banka tarafından, herhangi bir kesintiye tabi tutulmaksızın anılan vakfa ödenen banka katılım payları, çalışan sayısı, aldığı maaş ve diğer unsurlar dikkate alınarak belli oranda hesaplanmakta, bu ödemelere ilişkin belge ve kayıtlar personel bazında tutularak muhafaza edilmekte, çalışan personelin yükselmesine bağlı olarak banka katılım payının tutarı da değişmekte, bu ödemeler karşılığında sadece çalışanlara özgü olmak üzere, çalışan için ödenen prim sayısı dikkate alınarak, borç verme, ölüm aylığı ve emeklilik aylığı bağlama veya toplu ödeme yapma gibi bir takım menfaatler sağlanmaktadır.
Ödemenin, banka tarafından, vakfın kurulması esnasında düzenlenen vakıf senedinde bir yükümlülük olarak öngörülmüş olması, vakfa ödenen paranın çalışanlara maddi bir menfaat olarak yansıtıldığı gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Bizatihi davacı banka tarafından kurulan vakıf aracılığıyla, kendisine hizmet akdiyle bağlı çalışanlarına menfaat temin edildiği, vakfın görevinin, bankanın ödediği tutarı belli şartlar altında çalışan kişiye ödemek olduğu anlaşılan olayda, iç ilişkide bankanın sorumluluğunun, işçiye değil vakfa karşı olmasının da bu gerçeğe bir etkisi bulunmamaktadır. Banka tarafından ödenen tutarın anlık olarak işçinin tasarrufuna amade kılınmaması ise yasal bir zorunluluktan değil özel hukuk tasarrufu niteliğinde olan vakıf senedinden kaynaklanmakta olup bu durumun vergiyi doğuran olayın niteliğini değiştirmeyeceği açıktır. Kaldı ki bu ödemelerin ayrı bir hesapta kişi bazında izlenmesi, şartlar gerçekleştiğinde çalışan kişiye ödenmesi gibi veriler göz önünde alındığında, tasarruf imkânının oluştuğunun kabulü gerekmektedir.
Davacı bankanın vakfa ödediği banka katılım payı tutarının hesaplamasında çalışanların maaş ve ikramiyelerini esas almasının, sadece bir hesaplama yöntemi olarak görülmesine de olanak bulunmamaktadır. Zira her bir çalışanın maaş ve ikramiyeleri esas alınarak bu ödemelerin personel bazında ayrı ayrı hesaplanması, diğer bir deyişle her ay belirli tutar ödemek yerine çalışanların ücretlerinin belirli bir oranında vakfa ödeme yapılmasının amacının, her bir çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarını belirlemek olduğu hususları göz önüne alındığında, davacı banka tarafından doğrudan ödenen ücrete ek olarak kendisine hizmet akdiyle bağlı çalışanlarına vakıf aracılığıyla sağlanan bu menfaatler, Gelir Vergisi Kanunu’nun 61. maddesinde tanımlanan ücretin konusuna girmektedir.
Vergi Usul Kanunu’nun 117. maddesinde tanımlandığı üzere verginin mükerrer olması; aynı vergi kanununun uygulanmasında belli bir vergilendirme dönemi için aynı matrah üzerinden bir defadan fazla vergi istenmesi veya alınmasıdır. Banka katılım paylarının Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesi uyarınca gelir vergisi kesintisine tabi tutulması; emeklilik şartları gerçekleştikten sonra çalışanlara yapılacak emekli ikramiyesi ve aylığına ilişkin ödemelerin Kanun’un 23 ve 25. maddeleri uyarınca vergilendirilmesi durumu, aynı matrah üzerinden bir defadan fazla vergi istenmesi veya alınması anlamını taşımadığından mükerrer vergilemeye sebebiyet verildiğinden söz edilmesine de olanak bulunmamaktadır.
Bu durumda, davacı tarafından, vakıf senedi uyarınca ödenen banka katılım payının, banka çalışanlarına hizmet karşılığı sağlanan bir menfaat olduğu ve Gelir Vergisi Kanunu’nun 61. maddesi hükmü kapsamında ücret niteliğini taşıdığı sonucuna varıldığından, davacı adına tahakkuk eden vergilerin kaldırılması ve ödenen tutarların yasal faiziyle iadesi yolunda verilen ısrar kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.
3. Katma Değer Vergisi Kanunu
Yatırım teşvik belgesi kapsamında finansal kiralamaya konu edilmek üzere ithal edilen eşya, yatırım teşvik belgesinin iptali halinde, hangi oranda KDV’ye tabi olur?
(Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 07.02.2018 tarih ve E:2017/690 K:2018/52 sayılı kararı)
Finansal Kiralama Kanunu’na göre sadece finansal kiralamaya konu olan malların finansal kiralama şirketlerince teslimi veya kiralanması işlemleri % 1 oranında katma değer vergisine tabidir. Yatırım Teşvik Belgesi kapsamında yapılan makine teslimleri katma değer vergisinden istisna edilmiştir. Ancak, teşvik belgesi kapsamında öngörülen şartların gerçekleşmemesi halinde zamanında alınmayan vergiler gecikme faizi ile birlikte tahsil edilecektir.
Yatırım teşvik belgesi kapsamında teşvik unsurlarından yararlanılmak ve katma değer vergisinden müstesna tutulmak suretiyle, finansal kiralama yoluyla ithal edilen makine ve teçhizatla ilgili olarak, finansal kiralama sözleşmesinin feshedilmesi ve buna bağlı olarak yatırım teşvik belgesinin iptal edilmesi durumunda, esas olan ilgili mevzuat uyarınca yararlanılan destek unsurlarının geri alınmasıdır. Bu durum, anılan tarih itibarıyla uygulanması gereken katma değer vergisi oranını etkilemez.
Uyuşmazlık konusu olayda, serbest dolaşıma giriş esnasında 2002/4367 sayılı Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkındaki Karara uygun yatırım teşvik belgesi kapsamında finansal kiralamaya konu edilmek üzere yurda getirilen eşya söz konusu olup, uygulanması gereken katma değer vergisi oranının % 1 olduğu hususunda taraflar arasında ihtilaf bulunmamaktadır. Sonraki aşamada finansal kiralama sözleşmesinin feshedilmiş olmasının serbest dolaşıma giriş tarihinde geçerli katma değer vergisi oranının değiştirilmesini gerektirmez. Serbest dolaşıma giriş tarihinde uygulanan 2002/4480 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca % 1 oranında katma değer vergisi istenilmesi gerekirken, tahakkukun, % 17 oranına göre hesaplanan kısmına vaki itirazın reddine dair işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.
4. Damga Vergisi Kanunu
Antrepodaki eşyanın satıcıdan alıcıya devri için gümrük idaresine ibraz edilen sözleşme ve taahhütname damga vergisine tabi midir?
(Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 09.05.2018 tarih ve E:2014/1245 K:2018/2755 sayılı kararı)
Gümrük Yönetmeliği’ne göre, gümrük antreposunda bulunan bir malın satıcıdan alıcıya devrinin sağlanması için malın devrine ilişkin sözleşmenin ve eki taahhütnamenin gümrük idaresine ibraz edilmesi zorunlu değildir. Alıcı tarafından ileride ortaya çıkabilecek eşyaya ait gümrük vergileri ile para cezalarının ve hukuki diğer sorumlulukların üstlenilmesine ilişkin bir yazı ile satıcının malın devredilmesine izin verdiğine ilişkin yazının sunulması malın devri için yeterli bulunmaktadır.
Bir sözleşmesinin damga vergisine tabi tutulabilmesi için, Damga Vergisi Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için sunulmasının zorunlu olması gerekmektedir.
Uyuşmazlık konusu olayda, dava konusu malın devrine ilişkin sözleşmenin ve eki taahhütnamenin olay anında yürürlükte bulunan mevzuat hükümleri uyarınca gümrük idaresine sunulmasının zorunlu olmadığı açıktır.
Bu nedenle, antrepodaki eşyaya ilişkin prosedürün tamamlanması için idare tarafından istenilen antrepo devir sözleşmesinin ve eki taahhütnamenin Kanun’a ekli (1) sayılı tabloda sayılan kâğıtlar kapsamında kabul edilmesi hukuken mümkün olmadığından, davacı adına tarh edilen vergi ziyaı cezalı damga vergisinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
5. Vergi Usul Kanunu
Yedi günlük sürede düzenlenmeyen fatura için ne ceza uygulanır?
(Danıştay Üçüncü Dairesinin 08.03.2018 tarih ve E:2014/8972 K:2018/1227 sayılı kararı)
Fatura düzenleme yükümlülüğü olanların bu faturayı malın teslimi tarihinden itibaren 7 günlük süre içerisinde düzenlemesi gerektiği, bu süre geçtikten sonra düzenlenecek faturanın hiç düzenlenmemiş, dolayısıyla alınmamış sayılacağı ve bu durumun özel usulsüzlük cezasını gerektireceği açıktır.
Dava konusu olayda, özel usulsüzlük cezasına konu faturaların yasal süresinden sonra düzenlendiği hususu çekişmesiz olup, yasal süresinden sonra düzenlenmiş faturanın hiç düzenlenmemiş, davacı yönünden ise alınmamış kabul edileceği dikkate alındığında, kesilen özel usulsüzlük cezasında hukuka aykırılık bulunmadığından, cezanın kaldırılmasına ilişkin Vergi Mahkemesi kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.
6. Harçlar Kanunu
Bir taşınmazın hissedarları arasında yargı kararıyla ortaklığın giderilmesi amacıyla yapılan satışlarda ilam harcı nasıl hesaplanır?
(Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 09.04.2018 tarih ve E:2014/7419 K:2018/2222 sayılı kararı)
Harçlar Kanunu’nda, 4721 sayılı Kanun uyarınca ortaklığın paydaşlar arasında malın aynen bölüşülmesi suretiyle ya da açık artırmayla satışı suretiyle sona erdirilmesine hükmedilmesi halinde 492 sayılı Kanun uyarınca ilam harcının “satış bedeli” veya “gayrimenkul değeri” şeklinde farklı değerler esas alınarak hesaplanması öngörülmüştür.
Ayrıca, Hukuk Muhakemesi Kanunu’nun 326/1. maddesinde, yargılama giderlerinin, kural olarak, davada haksız çıkan, yani aleyhine hüküm verilen tarafa yükletileceği öngörülmekle birlikte; Yargıtay kararlarında da belirtildiği üzere ortaklığın giderilmesi davaları iki taraflı, taraflar için benzer sonuçlar doğuran davalar olup, kazanan ve kaybeden taraftan söz edilemeyeceğinden yargılama giderleri taraflara payları oranında yükletilmektedir.
Harçlar Kanunu’nun yargı harçlarına ilişkin (1) sayılı Tarifesinin “III- Karar ve İlam Harcı” başlıklı bölümünün 1/b bendinde, satın alanın üçüncü kişi olması ya da hissedarlardan biri olması bakımından herhangi bir ayrım yapılmaksızın, bir gayrimenkulün hissedarlar arasında satışı suretiyle şuyuun izalesine dair olan hükümler için gayrimenkulün satış bedeli üzerinden hesaplanacağı öngörülmüştür. Öte yandan, ilam harcına hükmedilen mahkeme kararında da satış bedelinin tapu kaydındaki ve veraset ilamlarındaki hisseler oranında dağıtılmasına ve satış bedeli üzerinden hesaplanacak binde dokuz ilam harcı alınmasına karar verilmiştir. Bu nedenle, davacının gayrimenkullerin toplam satış bedeli üzerinden % 0,9 oranında hesaplanan ilam harcının sahip olduğu hissesi oranına düşen tutarından (yani % 98,2’sinden) sorumlu olduğu açık olduğundan, vergi mahkemesince taşınmazın müşterek maliklerden biri tarafından ihale yoluyla satın alınması halinde ilam harcının taşınmazın toplam satış bedeli üzerinden değil; kendi hissesi dışındaki hisseleri satın almak için ödediği ihale bedeli üzerinden hesaplanması gerektiğinden bahisle davacının hissesi dışındaki hisseleri satın almak için ödediği bedel üzerinden binde 9 oranında hesaplanan tutarı aşan kısmında hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmesinde isabet görülmemiştir. https://www.pwc.com.tr
Yukarıda özetlenen kararlar ile diğer çok sayıda kararın tam metni, Danıştay Dergisinin 148. ve 149. sayılarında yer almaktadır.