Yargıtay 21. Hukuk Dairesi |
Tarih : 19.02.2018 |
Esas No : 2018/58 |
Karar No : 2018/1447 |
TÜZEL KİŞİLERE YAPILACAK TEBLİĞİN USULÜ |
Tüzel kişiler namına kendilerine tebligat yapılabilecek salahiyetli mümessiller mutad iş saatlerinde işyerlerinde bulundukları ve o sırada evrakı bizzat alacak durumda oldukları takdirde memur ve müstahdemlere tebligat yapılamayacağı; memur veya müstahdemlere tebligat yapılabilecek hallerde de, önce kendisine tebligat yapılacak şahsın, şirketin o yerdeki teşkilatı veya personeli içinde vazife itibariyle muhatap hükmi şahsın mümessilinden sonra gelen veya evrak müdürü gibi esasen bu işlerle tavzif edilmiş bir kimse olması gerektiği, bu kişilerin de bulunmaması halinde bu hususların tebliğ evrakına yazılması suretiyle tebligatın o yerdeki diğer bir memur veya müstahdeme yapılabileceği hk.
İstemin Özeti: Davacı, Kurum tarafından gönderilen ödeme emrinin ve icra takibinin iptaline karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde süresinde açılmayan davanın reddine karar vermiştir.
Kanun yararına bozma talep eden davacı vekilinin istemi üzerine düzenlenen raporlar dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.
Karar: Dava, 28.12.2016 tarih ve 18.145.855 sayılı 1.593,33 TL tasarruf teşvik fonu prim borcunu içeren ödeme emrinin; zamanaşımına uğradığı, borcun bulunmadığı, tebligatın ve ödeme emrinin usulsüz olduğu nedenine dayalı iptal istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacı şirkete 02.01.2017 tarihinde ödeme emri tebligatının yapıldığı davanın 7 günlük süre içinde açılmadığı ve yasal süre geçtikten sonra 26.01.2017 tarihinde açıldığı gerekçesi ile yasal sürede açılmayan davanın reddine %10 haksız çıkma tazminatından davacının sorumlu olmasına karar verilmiştir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden, dava konusu ödeme emrinin davacı şirkete 02.01.2017 tarihinde tebliğ edildiği, davacı vekilinin 09.01.2017 tarihinde kuruma verdiği itiraz dilekçesi ile borca itiraz ettiği, Kurum’un 13.01.2017 tarihli borca itirazın reddi dilekçesinin 19.01.2017 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiği ve davanın 26.01.2017 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Tebligat Kanunu’nun 12. maddesine göre, hükmi şahıslara tebliğin selahiyetli mümessillerine, bunlar birden ziyade ise yalnız birine yapılır. Aynı Kanun’un 13. maddesine göre de; tebliğ yapılacak bu kişiler her hangi sebeple mutad iş saatlerinde işyerinde bulunmadıkları veya o sırada evrakı bizzat alamayacakları bir halde oldukları takdirde tebliği orada hazır bulunan memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. 25.01.2012 tarih ve 28184 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik Hükümlerine göre, kendisine tebliğ yapılacak memur veya müstahdemin, tüzel kişinin o yerdeki teşkilatı veya personeli içinde görev itibariyle tebligatın muhatabı olan tüzel kişinin temsilcisinden sonra gelen bir kimse veya evrak müdürü gibi esasen bu tür işlerle görevlendirilmiş bir kişi olması gerektiği, bu kişilerin de bulunmaması halinde bu hususların tebliğ evrakına yazılarak tebligat, o yerdeki diğer bir memur veya müstahdeme yapılır.
Hukuk Genel Kurulu’nun 14.12.2011 tarih ve 2011/21-882 Esas, 2011/767 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, Tebligat Kanunu’nun 13. maddesinde, kendisine tebligat yapılacak şahısların derecelendirildikleri görülmektedir. Bir kere, hükmi şahıslar namına kendilerine tebligat yapılabilecek salahiyetli mümessiller mutad iş saatlerinde işyerlerinde bulundukları ve o sırada evrakı bizzat alacak durumda oIdukları takdirde memur ve müstahdemlere tebligat yapılamaz. Saniyen, memur veya müstahdemlere tebligat yapılabilecek hallerde de, önce kendisine tebligat yapılacak şahsın, şirketin o yerdeki teşkilatı veya personeli içinde vazife itibariyle muhatap hükmi şahsın mümessilinden sonra gelen veya evrak müdürü gibi esasen bu işlerle tavzif edilmiş bir kimse olması, böyle bir kimsenin bulunmaması halindedir ki (bu durum tebliğ mazbatasına dercedilmek suretiyle) o yerdeki diğer bir memur veya müstahdeme tebligat yapılabilir. Daha önce kendisine tebligat yapılması gereken kimselerin bulunmadıklarını veya tebligatı bizzat alamayacak durumda olduklarının ispatı bakımından mazbatada yer alacak kayıt bilhassa önemlidir.
Tebligat Kanunu ve bu Kanun’un uygulanması için çıkarılan tüzüğün hükümleri tamamen şeklidir ve titizlikle uygulanması gerekir. Dolayısı ile bir davada yapılan tebligatların usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığını hakim doğrudan, kendiliğinden denetlemelidir.
Davacı şirkete gönderilen ödeme emri tebliğ belgesinde “İşyerinde daimi çalışanı Ramazan Zeybek imzasına tebliğ edildi.” ibaresi yazılı olup yukarıda açıklanan Tebligat Kanunu’na uygun olarak şirketin yetkili temsilcisine tebliğ edilmediği; yetkili temsilcisi olmadığı takdirde tebliğ belgesine dercedilmeden ve bizzat tebliğ alamayacağı kayıt altına alınmadan usulüne uygun tebliğ edilmediği anlaşılmaktadır.
Davanın yasal dayanağını oluşturan 6183 sayılı Kanun’un 58. maddesinde ödeme emrine karşı dava açma süresi 7 gün ile sınırlandırılmıştır. İtiraz davası için öngörülen 7 günlük sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.04.2001 gün ve 2002/21-201-297 ve 24.03.2004 gün ve 2004/10164-170 sayılı Kararları). Hak düşürücü süre, niteliği itibariyle bir itiraz olup sonuçlarını kendiliğinden meydana getirir, re’sen gözönünde tutulmalıdır.
Davanın hak düşürücü sürede açılması hususuna ilişkin olarak; dava konusu ödeme emrinin ön yüzünde 7 gün içinde borcu ödeme ve borcu karşılayacak mal bildiriminde bulunulması ihtarı devamında ise 6183 s. Yasa ile 5510 s. Yasanın ilgili maddeleri gereği yapılacak işlemlerin arka sayfada açıklandığı bilgisi yer almakta olup arka sayfada itiraz mercinin iş mahkemeleri olması gerektiği yönünde, kanun yollarını açıkça gösterici ihtarın yer almadığı, davacı vekilinin ödeme emri tebliğinin ardından Kuruma yaptığı başvurunun görevli olmayan yere yapılan başvuru ve dolayısıyla sonrasında açtığı davanın 7 günlük süresi içerisinde açılmış bir dava olarak kabulü gerekmektedir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın hatalı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup hükmün HMK 363/1. maddesi uyarınca Kanun yararına bozulması gerekmektedir.
O halde, davacı vekilinin Kanun yararına bozma talebi kabul edilmedir.
Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına, kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi.