Mehmet Özdoğru
30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun
Bizlere Bağımsızlığımızı Armağan Eden Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk Ve Silah Arkadaşlarını, Şehitlerimizi Saygı İle Anıyor, Tüm Ulusumuzun 30 Ağustos Zafer Bayramı' nı En İçten Dileklerimizle Kutluyoruz.
SGK’ya Olan Borçlarda Zamanaşımını Kesen Ve Durduran Haller
Zamanaşımı; alacak hakkının kanunda açıkça belirlenmiş süreler içerisinde kullanılmaması nedeniyle, borçlunun borcunu ödemekten kaçınabilmesini sağlayan bir müessesedir. Yani alacaklı taraf açacağı dava ile hakkına kavuşabilecekken borçlu tarafın ileri sürdüğü zamanaşımı defi ile bu hakkından yoksun kalabilmektedir. Zira zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeden, onu “eksik bir borç” haline dönüştürmekte ve alacağın dava yoluyla edinilmesinin önüne geçmektedir. Bu nedenle, şayet borçlu tarafından zamanaşımı defi ileri sürülmüş ve şartları da oluşmuşsa hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkmakta, ona bağlı faiz ve diğer alacaklar da zamanaşımına uğramaktadır.
1) SGK’ya olan borçlarda zamanaşımı süresi
SGK, prim alacaklarının takip ve tahsilinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunu’nu uygulamakla birlikte, bu kanundaki zamanaşımı süresi (5 yıl) yerine 5510 sayılı Kanun’da zamanaşımı ile ilgili özel bir düzenleme yapılmıştır.
Bu çerçevede, genel kural olarak sigorta primi ve diğer alacaklar ödeme süresinin dolduğu tarihi takip eden takvim yılı başından başlayarak 10 yıllık zamanaşımına tâbidir.
Ancak, sigorta primi ve diğer alacaklar;
- Mahkeme kararı sonucunda doğmuş ise mahkeme kararının kesinleşme tarihinden,
- Kurumun denetim ve kontrolle görevli memurlarınca yapılan tespitlerden doğmuş ise rapor tarihinden,
- Kamu idarelerinin denetim elemanlarınca kendi mevzuatı gereğince yaptıkları soruşturma, denetim ve incelemelerden doğmuş ise bu soruşturma, denetim ve inceleme sonuçlarının Kuruma intikal ettiği tarihten,
- Bankalar, döner sermayeli kuruluşlar, kamu idareleri ile kanunla kurulmuş kurum ve kuruluşlardan alınan bilgi ve belgelerden doğmuş ise bilgi ve belgenin Kuruma intikal ettiği tarihten,
itibaren zamanaşımı on yıl olarak uygulanmaktadır.
Anlaşılacağı üzere, sosyal güvenlikte zamanaşımı süresi diğer kamu alacaklarına göre çok uzun tutulmuştur. Bunun temel nedeni, vergi bir vatandaşlık görevi olarak yerine getirilmesi gereken bir yükümlülük olmasına karşın, sigorta primlerinin karşılığında SGK’nın hizmet verme yükümlülüğünün (emekli aylığı bağlaması, sağlık hizmeti vermesi vd.) olmasından ve kayıt dışı istihdam oranının yüksekliğinden kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla, sigorta primi ve diğer SGK alacaklarında neredeyse zamanaşımı yok gibi diyebiliriz.
Bu durum, borçluların zamanaşımı iddiasıyla sigorta primi borçlarını ödemekten kurtulmalarını imkânsız hale getirmektedir.
SGK alacaklarında zamanaşımı süresinin bu şekilde uzun olmasının yanı sıra prim alacaklarının takip ve tahsilinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanması nedeniyle, borçlular tarafından zamanaşımı yönünden değerlendirme yaparken, 6183 sayılı Kanun’daki zamanaşımını kesen ve/veya durduran hallerin de biliniyor olması gerekmektedir.
2) Zamanaşımının kesilmesi
6183 sayılı Kanun’un 103’üncü maddesinde, zamanaşımının hangi hallerde kesileceği belirtilmiştir.
Buna göre, SGK’ya olan borçlarda zamanaşımı işlemeye başladıktan sonra kanunun 103’üncü maddesinde belirtilen durumlardan en az birinin gerçekleşmesi durumunda, geçmiş olan süre ortadan kalkmakta ve kesilmenin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren zamanaşımı yeniden işlemeye başlamaktadır.
Zamanaşımının kesilmesi halinde zamanaşımının başlangıcı;
- Zamanaşımının bir bozma kararıyla kesilmesi hâlinde yeni vade gününün,
- Kurum alacağının teminata bağlanması halinde teminatın kalktığı tarihin,
- İcranın yargı mercilerince durdurulması halinde durma süresinin sona erdiği tarihin,
rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılının ilk günü zamanaşımı yeniden başlamaktadır.
Zamanaşımını kesen haller
Aşağıda zamanaşımı kesen haller belirtilmiştir;
a) Ödeme: Ödeme, hususi şekilleri uyarınca yapılmışsa çekin tahsil dairesine veya bankaya verildiği, paranın bankaya veya postaneye yatırıldığı, münakale emri üzerine paranın SGK’nın hesabına geçtiği gün yapılmış sayılmakta ve zamanaşımı da o gün kesilmiş kabul edilmektedir.
b) Haciz uygulanması: Borçlunun menkul ve gayrimenkul malları ile alacak ve haklarına haciz uygulanması zamanaşımını kesmektedir.
c) Cebren tahsil ve takip muameleleri sonucunda yapılan tahsilat: Cebren tahsil şekillerini düzenleyen 6183 sayılı Kanun’un 54’üncü maddesi uyarınca, gösterilen teminatın paraya çevrilmesi, kefilin takibi, borçlunun mallarının haczedilerek paraya çevrilmesi ve borçlunun iflasının istenmesi sonucu tahsilat yapılması durumunda zamanaşımı kesilmektedir.
ç) Ödeme emri tebliği: 6183 sayılı Kanunun 55 inci maddesi uyarınca ödeme emri tebliğ
edilmesi durumunda zamanaşımı kesilmektedir.
d) Mal bildirimi, mal edinme ve mal artmalarının bildirilmesi: SGK’ya borçlu olan kişinin 6183 sayılı Kanun’un 59 uncu maddesi gereğince mal bildiriminde bulunması zamanaşımını kesme nedeni olarak kabul edilmektedir.
Borçlunun malının olup olmaması, zamanaşımının kesilmesi bakımından önemi bulunmamakta olup, zamanaşımının kesilmesi için borçlunun mal bildiriminde bulunması yeterli sayılmaktadır. Ayrıca, 6183 sayılı Kanun’un 61’inci maddesine göre mal edinme ve mal artmalarının, tahsil dairesine bildirilmesi de zamanaşımının kesilmesi için yeterli sayılmaktadır.
e) Yukarıdaki sıralarda gösterilen muamelelerden herhangi birinin kefile veya yabancı şahıs ve kurumların mümessillerine tatbiki veya bunlar tarafından yapılması: Zamanaşımının kesilmesi yönünden yukarıda sayılan işlemlerden herhangi birinin kefile veya yabancı şahıs ve kurumların mümessillerine uygulanması veya bu kişiler tarafından yapılmış olması da zamanaşımını kesmektedir.
f) İhtilaflı amme alacaklarında yargı mercilerince bozma kararı verilmesi: Uyuşmazlık durumunda yargı mercileri tarafından verilen bozma kararı, zamanaşımını kesmektedir.
g) Alacağın teminata bağlanması: Alacağın 6183 sayılı Kanun’da öngörüldüğü şekilde herhangi bir teminata bağlanması yine zamanaşımını kesmektedir.
ğ) Yargı mercilerince icranın tehirine karar verilmesi: Yargı mercilerince icranın tehirine karar verilmesi zamanaşımını kesmektedir.
h) İki kamu idaresi arasında mevcut bir borç için alacaklı amme idaresi tarafından borçlu amme idaresine borcun ödenmesi için yazı ile başvurulması: Alacaklı amme idaresinin borçlu amme idaresine yazıyla başvurarak alacağını istemesi zamanaşımını kesen hallerden biridir.
ı) Amme alacağının özel kanunlara göre ödenmek üzere müracaatta bulunulması ve/veya ödeme planına bağlanması: Alacağın özel kanunlara göre ödenmesi için müracaatta bulunulması ve/veya ödeme planına bağlanması da tahsil zamanaşımını kesmektedir.
3) Zamanaşımının işlememesi
6183 sayılı Kanun’un 104’üncü maddesi uyarınca borçlunun yabancı bir memlekette bulunması, hileli iflas etmesi veya terekesinin tasfiye edilmesi nedeniyle hakkında icra takibi yapılmasına imkân yoksa bu durumların devamı süresince tahsil zamanaşımı işlememekte, belirtilen bu sebeplerin kalktığı günü takip eden günden itibaren zamanaşımı başlamakta veya kaldığı yerden işlemeye devam etmektedir.
Sonuç olarak;
SGK’ya olan borçların zamanaşımına girip girmediği ile ilgili değerlendirme yapılırken sadece borcun ait olduğu döneme göre değil, yukarıda ayrıntılarına yer verdiğimiz zamanaşımını kesen ve/veya durduran herhangi bir işlem mevcut olup olmadığına da bakarak/sorgulanarak bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. Celal ÖZCAN
Bir Basit Usul Taksi Meselesi!
Ülkemizde toplu taşıma araçları farklılık göstermekle birlikte konfor açıcısından en özellikli olarak karşımıza “taksi” çıkmaktadır. Bugün, taksi hizmetleri dünya genelinde yaygın bir şekilde kullanılmakta olup teknolojinin gelişmesiyle birlikte, mobil uygulamalar aracılığıyla oldukça kolay ve popüler hale gelmiştir. Özelikle İstanbul’ da yaşayanların en çok şikâyetçi olduğu konulardan biri olan taksilerin yetersizliği olmakla birlikte dile getirilen başka bir husus ise taksicilerin neden basit usulde vergilendirildikleridir. Bu yazımızda ticari plaka taksi sahiplerinin yani taksicilerin elde edebileceği gelirlerin neler olduğu ve basit usulde vergilendirilen taksicilere yönelik eleştiriler ve öneriler yer almaktadır.
Ticari taksilerin elde ettiği gelirler
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun (GVK) 1. maddesinde gerçek kişilerin gelirleri gelir vergisine tâbi olduğu ve gelirin bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarıdır hükmüne yer verilmiştir. Aynı kanunun 2. maddesinde gelire giren kazanç ve iratlar açıklanmıştır. Bu kapsamda taksicilerin elde edebileceği gelir unsurları aşağıda maddeler halinde açıklanmıştır.
1.1. Ticari kazanç
193 sayılı GVK’nin 37. maddesinde her türlü ticari ve sınai faaliyetlerden doğan kazançlar ticari kazançtır denilmiştir. Ticari kazanç, Vergi Usul Kanunu (VUK) hükümlerine ve GVK’de yazılı gerçek (Bilanço veya işletme hesabı esası) veya basit usullere göre tespit edileceği hükme bağlanmıştır. GVK’nin 46. maddesinde, 47. ve 48. maddelerde yazılı şartları topluca haiz olanların ticari kazançlarının basit usulde tespit olunacağı belirtilmiş söz konusu maddelerde basit usule tabi olmanın genel ve özel şartları açıklanmıştır. Bununla birlikte basit usule ilişkin özel ve genel şartları taşısa bile basit usulde faydalanamayacak olanlar GVK’nin 51. maddesinde tahdidi olarak sayılmıştır.
Ticari kazanç, sermaye-emek karışımı bir kaynağa bağlı olmalı ve bu kaynağa bağlı olarak devamlı bir organizasyon içerisinde gerçekleşmesi gerekmektedir. Dolayısıyla ticari plaka sahiplerinin taksilerini kendisi tarafından işletilmesi sonucu elde edilen ticari kazanç olup ticari kazanç hükümlerine göre (gerçek usul veya basit usul) vergilendirilmesi gerekmektedir.
1.2. Gayrimenkul sermaye iradı (GMSİ)
GVK’nin 70’inci maddesinde “Aşağıda yazılı mal ve hakların sahipleri, mutasarrıfları, zilyetleri, irtifak ve intifa hakkı sahipleri veya kiracıları tarafından kiraya verilmesinden elde edilen iratlar gayrimenkul sermaye iradıdır:
...
8- Motorlu nakil ve cer vasıtaları, her türlü motorlu araç, makine ve tesisat ile bunların eklentileri.
Yukarıda yazılı mallar ve haklar ticari veya zirai bir işletmeye dahil bulunduğu takdirde bunların iratları ticari veya zirai kazancın tespitine müteallik hükümlere göre hesaplanır.
Tüccarlara ait olsa dahi, işletmeye dahil bulunmayan gayrimenkullerle haklar hakkında bu bölümdeki hükümler uygulanır....” hükmü yer almaktadır.
Dolayısıyla gerçek usulde vergilendirilen mükelleflerin ticari işletmesine dahil olan veya kendisi bir ticari işletme olan motorlu nakil vasıtalarının sahiplerince işletmeden çekilmeksizin diğer şahıslara kiraya verilmesi halinde elde edilen gelir ticari kazanç olarak vergilendirilmesi gerekmektedir. Taksi işletmeciliği faaliyetinin terk edilmesi ve başkaca bir faaliyetin de bulunmaması halinde aracın kiralanması nedeniyle elde edilecek gelir gayrimenkul sermaye iradı göre vergilendirilmesi gerekmektedir.
Ticari plaka sahipleri faaliyetini bizzat kendisini yapmadığı zaman plakalarının işletme hakkını devredebilmektedir. Yani ticari taksi kendi üzerlerinde olup sadece ticari plakalarını aracılar vasıtasıyla kiraya verebilmektedirler. Bu durumda kiraya verilen taksi plakası sahiplerinin elde ettiği kazanç GVK’nin 70/5 maddesi gereği gayrimenkul sermaye iradı olarak vergilendirilmesi gerekmektedir.
1.3. Değer artış kazancı
7104 sayılı Yasa kapsamında GVK’nin mükerrer 80’inci maddesinin üçüncü fıkrasına yapılan ekleme ile ticari plakaların elden çıkarılmasına ilişkin önemli düzenlemeler yapılmıştır. Bu kapsamda taksi, dolmuş, minibüs ve umum servis araçlarına ait ticari plakaların 06.04.2018 tarihinden sonra elden çıkarılmasından doğan kazançların tamamı gelir vergisinden istisna kılınmıştır.
2. Ticari Taksilerin Basit Usulde Vergilendirilmesi
GVK’nin 46, 47 ve 48. maddelerine göre basit usule tabi olmanın genel ve özel şartlarını taşıyan mükellefler basit usulde vergilendirilmektedirler. Söz konusu maddelerde yer alan şartları taşıyan taksicilerin basit usulde vergilendirilmesinde kanunen bir engel bulunmamaktadır.
Basit usulde vergilendirilen mükelleflere, gerçek usulde vergilendirilen mükelleflerden farklı olarak vergisel avantajlar sağlanmıştır. Bunlar;
- 7338 sayılı Kanun ile GVK’ye eklenen mükerrer madde 20/A ile 01.01.2021 tarihinden itibaren kazançları basit usulde tespit olunan mükelleflerin kazançları gelir vergisinden,
- Katma Değer Vergisi Kanunu’nun (KDVK) 17/4-a maddesine göre kazançları basit usulde tespit edilen teslim ve hizmetleri KDV’den istisna kılınmıştır.
Dolayısıyla basit usule tabi taksicilerin elde ettiği kazançlar gelir vergisinden ve yapmış oldukları hizmetler KDV’ den istisna olacaktır.
3. Taksicilerin basit usulde vergilendirilmesi mümkün mü?
GVK’nin 47. maddesine göre basit usulde vergilendirilenlerin kendi işinde bilfiil çalışmak veya bulunması zorunludur. Bu hükmün uygulamasında asıl olan mükellefin kendisine ait olan işte bilfiil çalışması veya bulunmasıdır. Ancak ticari taksi sahipleri genellikle kendileri çalışmak yerine işçi (şoför) çalıştırmaktadırlar. Dolayısıyla faaliyetin kendileri değil çalıştırılan işçiler aracılığıyla gerçekleştirilmesi nedeniyle GVK’nin 47. maddesinde yazılı “kendi işinde bilfiil çalışmak veya bulunmak” şartının sağlanamadığı anlamına gelmektedir. Nitekim Gelir İdaresi Başkanlığı İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 20.10.2011 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.16.01-GVK37-183 sayılı vermiş olduğu özelgesinde “….ticari taksi işletmeciliği faaliyetiniz yanında, başka bir takside veya farklı bir işte ücretli olarak çalışmanız, Gelir Vergisi Kanunu’nun 47’nci maddesinde yazılı "kendi işinde bilfiil çalışmak veya bulunmak" şartını ihlal anlamına geleceğinden, basit usulde mükellefiyetinizin devam etmesi mümkün bulunmamaktadır” açıklaması yer almaktadır.
Uygulamada karşılaşılan bir diğer husus ticari plaka sahiplerinin, ticari plaklarını internet üzerinden veya aracılar (galericiler) vasıtasıyla kiraya vermesidir. Bu durumda kendi işinde bilfiil çalışma veya bulunma hükmü ihlal edileceğinden basit usul şartı ihlal edilmiş olacaktır. Bununla birlikte ticari plaka üzerinden kira geliri elde eden taksi sahipleri kazançlarını beyan dışı bırakmakta olup aynı zamanda araçlarının kim/kimler tarafından kullanıldığını bilinmemektedir. Bu durum güvenlik açısından zafiyete neden olabileceği gibi aracıların bu şekilde elde ettiği gelirler de kayıt dışı kalmaktadır.
GVK’nin 48/2 bendine göre basit usule tabi mükelleflerin gayrisafi iş hasılatının 2024 yılında 340 bin TL aşmaması gerekmektedir. Yani bu, taksicilik faaliyetiyle uğraşan basit usule tabi mükelleflerin günlük hasılatının en fazla 931,50 TL olması anlamına gelmektedir. Kazançları basit usulde tespit edilen mükellefler, ikinci sınıf tüccarların tabi olduğu usul ve esaslar dâhilinde belge düzenlemek durumundadırlar. 215 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği’nde, basit usule tabi mükelleflerin belge vermedikleri günlük hasılatları için gün sonunda tek bir fatura düzenlemeleri şeklinde kolaylık sağlanmış, söz konusu uygulama 324 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği ile 31/12/2024 tarihine kadar uzatılmıştır. Dolayısıyla basit usule tabi taksiciler basit usul sisteminden kopmamak için söz konusu belgeleri günlük hasılat tutarını aşmayacak şekilde düzenleyebilmektedirler.
Basit usule tabi taksicilerin günlük olarak ne kadar hasılat elde ettikleri tespiti yönünde akla gelebilecek ilk şey taksimetrelerdir. Ancak taksimetreler, taksilerde hizmet bedelinin hesaplanması amacıyla kullanılmakta olup günlük hasılata ilişkin bir veri kaydetmemektedir. Diğer bir deyişle taksimetrelerde mali hafıza bulunmamaktadır. Diğer bir hasılat tespit sistemi olarak taksilerde kullanılan pos cihazları olacaktır ancak taksilerde pos cihazı kullanımı zorunlu olmadığından uygulamada bir bütünlük sağlanamamaktadır. Ayrıca araçlarında pos cihazı kullananlar taksiciler ise kredi kartıyla ödemelerde ek ücret (komisyon) talep ettiklerinden müşteriler de nakit ödemeyi tercih etmektedirler. Dolayısıyla basit usulün şartı olan gayrisafi iş hasılatının ilgili yılda belirtilen tutarı aşıp aşmadığı yönünde bu sektöre yönelik sağlıklı bir veri elde edilemediği ortaya çıkmaktadır.
Yukarı da yer alan mevzuat hükümleri ve açıklamalar doğrultusunda ticari taksilerin basit usulde vergilendirilmesinde kanunen bir engel bulunmasa da teknik olarak imkânsız görünmektedir. Dolayısıyla buna yönelik mevcut düzenlemelerin revize edilmesi ve yeni düzenlemelerin hayata geçirilmesi şarttır.
Sonuç;
Teknolojinin gelişmesi ve dijitalleşmeyle birlikte dünyanın birçok ülkesinde taksiciler artık mobil uygulamalar üzerinden faaliyetlerini gerçekleştirmektedirler. Taksicilik mesleğinin iyileştirilmesi taksi arzının artırılmasıyla değil ancak ticari taksilerin takip, denetlenebilir ve kayıtlı bir sisteme geçmesiyle mümkündür. Mevcut düzenlemelerin revize edilerek ve hayata geçirilecek yeni düzenlemelerle birlikte geliştirilecek “Ulusal Taksi Sistemi” gibi bir dijital uygulama; taksilerin ve taksicilerin denetimi ile takibini kolaylaştıracaktır. Ayrıca taksimetre üzerinden hesaplanan tutarların bu uygulamaya entegre edilmesi sonucunda taksicilerin günlük ve yıllık hasılat tutarlarına ilişkin bilgiler kayıt altına alınmış olacak, söz konusu kayıtların idare ile paylaşılmasıyla mevcut ve olası kayıt dışılık önlenebilecektir.
SERCAN BAKAÇ
Vergi Müfettişi
T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/bir-basit-usul-taksi-meselesi/763772
2024 II. Geçici Vergi Dönemine Ait Gelir ve Kurum Geçici Vergi Süreleri Bir daha Uzatıldı
T.C.
HAZİNE VE MALİYE BAKANLIĞI
Gelir İdaresi Başkanlığı
VERGİ USUL KANUNU SİRKÜLERİ/173
Konusu: 6 Eylül 2024 günü sonuna kadar verilmesi gereken 2024 II. Geçici Vergi Dönemine (Nisan-Mayıs-Haziran) ait Gelir ve Kurum Geçici Vergi Beyannamelerinin verilme ve ödeme sürelerinin uzatılması.
Tarihi: 29/8/2024
Sayısı: VUK-173/2024-11
1. Giriş:
Bakanlığımıza iletilen talepler nedeniyle, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 28 inci maddesindeki yetkiye dayanılarak 6 Eylül 2024 günü sonuna kadar verilmesi gereken 2024 II. Geçici Vergi Dönemine (Nisan-Mayıs-Haziran) ait Gelir ve Kurum Geçici Vergi Beyannamelerinin verilme ve ödeme sürelerinin uzatılması bu Sirkülerin konusunu oluşturmaktadır.
2. Gelir ve Kurum Geçici Vergi Beyannamelerinin Verilme ve Ödeme Sürelerinin Uzatılması:
19 Ağustos 2024 günü sonuna kadar verilmesi gereken 2024 II. Geçici Vergi Dönemine (Nisan-Mayıs-Haziran) ait Gelir ve Kurum Geçici Vergi Beyannamelerinin verilme ve ödeme süreleri en son 23/8/2024 tarihli ve VUK-172/2024-10 sayılı Sirküler ile 6 Eylül 2024 Cuma günü sonuna kadar uzatılmıştı.
Bu defa, Resmi Gazete’de yayımlanmak üzere gönderilen 563 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile yapılan düzenlemeler de dikkate alınarak, 6 Eylül 2024 günü sonuna kadar verilmesi gereken 2024 II. Geçici Vergi Dönemine (Nisan-Mayıs-Haziran) ait Gelir ve Kurum Geçici Vergi Beyannamelerinin verilme süreleri ile bu beyannameler üzerine tahakkuk eden vergilerin ödeme süreleri 13 Eylül 2024 Cuma günü sonuna kadar uzatılmıştır. Söz konusu uzatma, ilgili geçici vergi dönemi itibarıyla beyanname verme tarihi 6 Eylül 2024 günü sonu olan özel hesap dönemine tabi mükellefleri de kapsayacaktır.
Duyurulur.
Bekir BAYRAKDAR
Gelir İdaresi Başkanı
Brüt satışları 50 Milyon TL’nin Altında Olan Mükellefler 2024/2 ve 3. Dönem Geçici Vergi Dönemlerinde Enflasyon Düzeltmesi Yapmayacaklar
Gelir İdaresi Başkanlığınca hazırlanan ve Resmi Gazete’de yayımlanmak üzere Cumhurbaşkanlığına gönderilen 563 Sıra No.lu VUK Tebliğ ile enflasyon düzeltmesi yapma yükümlülüğü bulunan mükelleflerden 31/12/2023 tarihli gelir tablosundaki brüt satışlar toplamı 50.000.000 TL’nin altında olanlar tarafından enflasyon düzeltmesi yapılmamasına yönelik düzenleme yapılmaktadır.
Buna göre, 2024 hesap döneminin ikinci ve üçüncü geçici vergi dönemlerinde, 31/12/2023 tarihli gelir tablosundaki brüt satışlar toplamı 50.000.000 TL’nin altında olanların enflasyon düzeltmesi yapmaması uygun bulunmuştur (213 sayılı Kanunun mükerrer 298 inci maddesinin (A) fıkrasının (9) uncu bendi kapsamındaki mükellefler hariç).
31/12/2023 tarihli gelir tablosundaki brüt satışlar toplamı 50.000.000 TL ve üzerinde olan mükellefler, 2024 hesap döneminin ikinci ve üçüncü geçici vergi dönemlerinde enflasyon düzeltmesi yapmaya devam edeceklerdir.
Kayıtlarda düzeltilme yapılmayacak
2024 hesap döneminin ikinci geçici vergi dönemindeki mali tablolarını enflasyon düzeltmesine tabi tutan ve enflasyon düzeltmesi sonrası oluşan kar veya zararlarını yasal defterlere kaydetmek suretiyle bu döneme ilişkin geçici vergi beyannamelerini Tebliğin yayımı tarihi itibarıyla vermiş olan mükelleflerin, söz konusu döneme ilişkin yasal kayıtlarını düzeltmelerine gerek bulunmamaktadır.
Bu durumdaki mükellefler, enflasyon düzeltmesinden kaynaklı kar veya zarar kayıtları ile enflasyon düzeltmesi yapılmamasına göre oluşan kar/zarar farkını, 2024 hesap dönemi ikinci geçici vergi dönemine ilişkin beyannamelerinde duruma göre "Kanunen Kabul Edilmeyen Giderler" veya "Zarar Olsa Dahi İndirilecek İstisna ve İndirimler Bölümünün Diğer İndirimler" kısmında göstermek suretiyle beyan edeceklerdir.
Verilmiş beyanlar düzeltilecek
Bu kapsamdaki mükelleflerin, ikinci geçici vergi dönemine ilişkin beyannamelerini, enflasyon düzeltmesi öncesi oluşan kar veya zarara göre geçici vergi matrahlarını düzelterek vermeleri gerekmektedir. Düzeltme işlemlerinin beyanname verme süresi içinde yapılması durumunda herhangi bir vergi cezası veya gecikme faizi ödenmesi söz konusu olmayacaktır. www.verginet.net
Hazine ve Maliye Bakanlığı (Gelir İdaresi Başkanlığından:
VERGİ USUL KANUNU GENEL TEBLİĞİ (SIRA NO: 563)
Amaç ve kapsam
MADDE 1- (1) 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesinin (A) fıkrası ile geçici 33 üncü maddesi uyarınca, 2023 hesap dönemi sonunda ve düzeltme şartlarının gerçekleşmesine/varlığına bağlı olarak (geçici vergi dönemleri dâhil) izleyen hesap dönemlerinde enflasyon düzeltmesine tabi tutulacak mali tablolar ve yapılacak düzeltme işlemlerinin usul ve esasları 30/12/2023 tarihli ve ikinci mükerrer 32415 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 555 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile belirlenmiş, 30/4/2024 tarihli ve 32532 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 560 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile mezkûr mevzuat uyarınca kapsam dâhilinde olan mükelleflerce 2024 hesap döneminin birinci geçici vergi döneminin sonu itibarıyla, enflasyon düzeltmesi yapılmamasına ilişkin açıklamalar yapılmıştır.
(2) Mezkûr mevzuat uyarınca, enflasyon düzeltmesi kapsamı dâhilinde olup 31/12/2023 tarihli gelir tablosundaki brüt satışlar toplamı 50.000.000 TL’nin altında olan mükelleflerin 2024 hesap döneminin ikinci ve üçüncü geçici vergi dönemleri sonu itibarıyla enflasyon düzeltmesi yapmamaları bu Tebliğin amacını ve kapsamını oluşturmaktadır.
Yasal dayanak
MADDE 2- (1) 213 sayılı Kanunun mükerrer 298 inci maddesinde, “A) Malî tablolarda yer alan parasal olmayan kıymetler aşağıdaki hükümlere göre enflasyon düzeltmesine tâbi tutulur.
1. Kazançlarını bilanço esasına göre tespit eden gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri fiyat endeksindeki artışın, içinde bulunulan dönem dahil son üç hesap döneminde %100’den ve içinde bulunulan hesap döneminde % 10’dan fazla olması halinde malî tablolarını enflasyon düzeltmesine tâbi tutarlar. Enflasyon düzeltmesi uygulaması, her iki şartın birlikte gerçekleşmemesi halinde sona erer.
Kapsama giren mükellefler, geçici vergi dönemlerinin sonu itibarıyla malî tabloları düzenlemek ve enflasyon düzeltmesi yapmak zorundadırlar. Geçici vergi dönemlerinde yukarıda belirtilen oranların tespitinde, son üç hesap dönemi yerine üçer aylık dönemlerin son ayı dahil önceki otuzaltı ay ve içinde bulunulan hesap dönemi yerine son oniki ay dikkate alınır. Bir hesap dönemi içindeki geçici vergi dönemlerinin herhangi birinde düzeltme yapılması halinde takip eden geçici vergi dönemlerinde ve içinde bulunulan hesap dönemi sonunda da düzeltme yapılır.
8. Maliye Bakanlığı;
b) Mükellef veya meslek grupları ya da mükelleflerin aktif toplamları veya ciroları itibarıyla hangi tür malî tabloların; enflasyon düzeltmesine tâbi tutulup tutulmayacağını ve geçici vergi dönemlerinde düzeltilip düzeltilmeyeceğini belirlemeye,
Yetkilidir.
9. Münhasıran sürekli olarak işlenmiş; altın, gümüş alım-satımı ve imali ile iştigal eden mükellefler bu fıkranın (1) numaralı bendinde yer alan şartlara bakılmaksızın enflasyon düzeltmesi yaparlar.
…” hükümleri yer almaktadır.
2024 hesap dönemi ikinci ve üçüncü geçici vergi dönemlerinde 213 sayılı Kanunun mükerrer 298 inci maddesine göre enflasyon düzeltmesi uygulaması
MADDE 3- (1) 213 sayılı Kanunun mükerrer 298 inci maddesinin (A) fıkrasının (8) numaralı bendinin (b) alt bendinde yer alan yetkiye dayanılarak, 2024 hesap döneminin ikinci ve üçüncü geçici vergi dönemlerinde (213 sayılı Kanunun 174 üncü maddesi kapsamında kendilerine özel hesap dönemi tayin edilenlerde 555 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğine göre karşılık gelen ilgili dönemde), enflasyon düzeltmesi yapma yükümlülüğü bulunan mükelleflerden, 31/12/2023 tarihli gelir tablosundaki brüt satışlar toplamı 50.000.000 TL’nin altında olanların (213 sayılı Kanunun mükerrer 298 inci maddesinin (A) fıkrasının (9) uncu bendi kapsamındaki mükellefler hariç) enflasyon düzeltmesi yapmaması uygun bulunmuştur. Özel hesap dönemine tabi olan mükelleflerde ise 2024 takvim yılında sona eren hesap dönemine ilişkin gelir tablosundaki brüt satışlar toplamı bu fıkra kapsamındaki uygulamada dikkate alınacaktır.
(2) Bu mükellefler tarafından 2024 hesap döneminin ikinci ve üçüncü geçici vergi dönemlerine ilişkin beyannamelerin ekine dönem sonu bilançoları eklenmeyecektir.
(3) 213 sayılı Kanunun mükerrer 298 inci maddesinin (A) fıkrasının (9) numaralı bendi kapsamında sayılan ve münhasıran sürekli olarak işlenmiş altın, gümüş alım-satımı ve imali ile iştigal eden mükelleflerin, mezkûr fıkranın (1) numaralı bendinde yer alan şartlara bakılmaksızın (her bir geçici vergi dönemi sonu itibarıyla) enflasyon düzeltmesi yapma zorunlulukları bulunduğundan, bu mükellefler, 31/12/2023 tarihli gelir tablosundaki brüt satışlar toplamı 50.000.000 TL’nin altında olsa dahi 2024 hesap döneminin ikinci ve üçüncü geçici vergi dönemleri dahil enflasyon düzeltmesi yapmaya devam edeceklerdir.
(4) Öte yandan 31/12/2023 tarihli gelir tablosundaki brüt satışlar toplamı 50.000.000 TL ve üzerinde olan mükellefler, 2024 hesap döneminin ikinci ve üçüncü geçici vergi dönemlerinde enflasyon düzeltmesi yapmaya devam edeceklerdir.
Tebliğin yayımı tarihi itibarıyla 2024 hesap dönemi ikinci geçici vergi dönemine ilişkin beyannamelerini veren mükelleflerin durumu
MADDE 4- (1) 3 üncü madde kapsamında enflasyon düzeltmesi yapmaması uygun bulunmakla birlikte, 2024 hesap döneminin ikinci geçici vergi dönemindeki mali tablolarını 213 sayılı Kanunun mükerrer 298 inci maddesi kapsamında enflasyon düzeltmesine tabi tutan ve enflasyon düzeltmesi sonrası oluşan kar veya zararlarını yasal defterlere kaydetmek suretiyle bu döneme ilişkin geçici vergi beyannamelerini Tebliğin yayımı tarihi itibarıyla vermiş olan mükelleflerin, söz konusu döneme ilişkin yasal kayıtlarını düzeltmelerine gerek bulunmamaktadır.
(2) Bu durumdaki mükellefler, enflasyon düzeltmesinden kaynaklı kar veya zarar kayıtları ile enflasyon düzeltmesi yapılmamasına göre oluşan kar/zarar farkını, 2024 hesap dönemi ikinci geçici vergi dönemine ilişkin beyannamelerinde duruma göre “Kanunen Kabul Edilmeyen Giderler” veya “Zarar Olsa Dahi İndirilecek İstisna ve İndirimler Bölümünün Diğer İndirimler” kısmında göstermek suretiyle beyan edeceklerdir.
(3) Bu madde kapsamındaki mükelleflerin, ikinci geçici vergi dönemine ilişkin beyannamelerini, ikinci fıkrada belirtilen esaslar dahilinde, enflasyon düzeltmesi öncesi oluşan kar veya zarara göre geçici vergi matrahlarını düzelterek vermeleri gerekmektedir. Düzeltme işlemlerinin beyanname verme süresi içinde yapılması durumunda herhangi bir vergi cezası veya gecikme faizi ödenmeyeceği tabiidir.
Yürürlük
MADDE 5- (1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE 6- (1) Bu Tebliğ hükümlerini Hazine ve Maliye Bakanı yürütür.
Ticari Ve Serbest Meslek Kazançlarında Hasılat Denetimi Getirildi; Fiili Tespitlere Göre Hesaplanan Hasılattan Daha Düşük Hasılat Beyan Edenler İzaha Davet Edilecek
Değerli okurlar, 2 Ağustos 2024 tarihinde yayımlanan son torba yasa ile ticari (kurumlar dahil) ve serbest meslek faaliyetleri yönünden mükellefiyeti bulunanların gerçek hasılatlarının tespitine yönelik düzenlemeler yapılmış bulunuyor.
Bu düzenleme 01.01.2025 tarihinde yürürlüğe girecek.
Yapılan düzenleme ile ticari ve mesleki kazançları nedeniyle gelir vergisi mükellefi olanlarla kurumlar vergisi mükelleflerinin hasılatlarına yönelik düzenli şekilde (bir ayda 3'ten, bir takvim yılında 12'den az olmamak kaydıyla) yapılacak yoklamalar sonucu tespit edilecek günlük hasılat tutarları ortalamasından hareketle aylık hasılat tutarı hesaplanacak. Bu şekilde tespit edilecek aylık hasılat tutarlarının toplamı, tespit yapılan ay sayısına bölünerek aylık ortalama hasılat tutarı belirlenecek. Aylık ortalama hasılat tutarı, faaliyette bulunulan ay sayısı ile çarpılmak suretiyle de mükelleflerin ilgili yılın hasılatları bulunacak.
Bu şekilde tespit edilen hasılat tutarları ile mükelleflerin faaliyette bulundukları döneme ilişkin beyan ettikleri hasılat tutarları karşılaştırılacak ve karşılaştırma sonucu bulunan farkın yüzde 20’den fazla olması durumunda, mükellefler, Vergi Usul Kanununda yer alan “izaha davet müessesesi” kapsamında izaha davet edilecekler.
Gerekçede bu düzenleme, ticari veya serbest meslek faaliyetleri yönünden mükellefiyeti bulunan gelir vergisi mükellefleri ile kurumların gerçek hasılatlarının tespitine yönelik olarak ihdas edilen yeni bir “vergi güvenlik müessesesi” olarak takdim edilmekte.
Buna katılamıyorum, çünkü bir vergi güvenlik müessesesi, yapılan tespitler sonucunda tarhiyat yapılmasını öngörür. Oysa bu düzenleme uyarınca bir hasılat farkı tespit edildiğinde otomatik bir tarhiyat öngörülmeyip, mükellef Vergi Usul Kanununun 370’inci maddesi kapsamında izaha davet ediliyor.
Ayrıca kapsama giren mükellefler nezdinde hasılat tespiti yapılması ve şüpheli görünen durumlarda bu mükelleflerin vergi incelemesine sevk edilmesi mevcut yasal düzenleme çerçevesinde pekâlâ mümkün. Tespit edilen hususlar doğrudan incelemeye sevk edilebileceği gibi, izaha davet hükümleri kapsamında da işlem yapılabilir.
Özetle, böyle bir düzenlemeye neden gerek duyulduğunu anlayamıyorum!
Sanıyorum, mevcut düzenlemelere göre yapılan yoklamalara dayanılarak tarh edilen vergi ve kesilen cezalara karşı açılan davaların mükellef lehine sonuçlanması nedeniyle böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duyuldu. Ayrıca böyle bir düzenlemenin mükellefler üzerinde kayıt dışı çalışmaktan kaçınma yönünde psikolojik bir baskı yaratması da bekleniyor olabilir.
Bu tür tarhiyatlarda temel sıkıntı, yapılan fiili tespitlerin bütün bir yıla teşmil edilmesidir. Çünkü yapılan tespitlerin bütün bir yılı temsil etmesi oldukça iddialı bir yaklaşımdır. Bu nedenle gerçek geliri vergilendirmeyi esas alan vergi sistemimizde bu tür zorlama ve varsayımsal tarhiyatlar kanaatimce yargıda kabul görmez. Hasılat tespitinin nasıl yapılacağına göre yapılan hasılat tespitinin ne derece sağlıklı olduğu da ayrıca kuşku götürür.
Yeni yasal düzenlemeye istinaden gerçekleştirilecek yoklamalar neticesinde yapılacak tarhiyatların da yargıda kabul göreceğini sanmıyorum. Bu nedenle yılda 12 defa yapılacak tespitlere dayanılarak varsayımsal olarak tespit edilen hasılatlara dayanacak tarhiyatların da akıbeti düzenlemeden önceki tarhiyatlardan farklı olmayacaktır.
İzaha davet uygulaması nasıl yapılıyor?
Hasılat denetimine ilişkin yeni düzenleme, hasılat farkının tespiti halinde izaha davet müessesesine gönderme yaptığından bu düzenlemenin nasıl uygulanacağına bir göz atalım.
Yeni düzenleme kapsamında hasılat farkı tespit edilen ve kendilerine izaha davet yazısı tebliğ edilen mükellefler, tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içerisinde yetkili Komisyona izahta bulunuyorlar.
* Mükelleflerce yapılan izahatın Komisyonca yeterli bulunması ve beyanname verilmesini veya vergi beyanının tamamlanmasını gerektirir bir durumun olmadığının değerlendirilmesi halinde, değerlendirme sonucunu içeren yazı mükellefe tebliğ ediliyor ve mükellef hakkında söz konusu tespitle ilgili olarak vergi incelemesine ve takdir komisyonuna sevk işlemi yapılmıyor.
* Mükelleflerce yapılan izahın, davet yazısında belirtilen ziyaa uğramış olabilecek vergi tutarını doğrular nitelikte olduğunun veya söz konusu tespite ilişkin yapılan izahın yeterli bulunmayarak beyanname verilmesini gerektiren bir durumun bulunduğunun Komisyonca değerlendirilmesi halinde, değerlendirme sonucunu içeren yazının tebliğ edildiği tarihten itibaren 30 gün içerisinde hiç verilmemiş olan vergi beyannamelerinin verilmesi, eksik veya yanlış yapılan vergi beyanının tamamlanması veya düzeltilmesi, ödeme süresi geçmiş bulunan vergilerin, ödemenin geciktiği her ay ve kesri için, gecikme zammı oranındaki izah zammıyla ödenmesi şartlarıyla normalde yüzde 100 olarak uygulanan vergi ziyaı cezası, ziyaa uğratılan vergi üzerinden yüzde 20 oranında kesiliyor.
Bu durumda, mükellef tarafından beyanname verilmemiş olması halinde mükellef hakkında ayrıca vergi incelemesine veya takdir komisyonuna sevk işlemleri yapılıyor.
Görüldüğü gibi, bu olasılık gerçekleştiğinde, mutlaka vergi incelemesi veya takdire sevk işlemi yapılıyor. İşte bu uygulama izaha davet müessesesinin ruhuna bence aykırı. Madem izaha davet edilen mükellef incelemeye sevk edilecek neden bu aşamada yüzde 20 vergi ziyaı cezası kesiliyor?
Bu yazı için son sözlerim…
Bu uygulamanın, perakende mal veya hizmet satan kurumlar dahil ticari işletmeler (restoran, kafe, kuaför, vb.) ile bazı serbest meslek erbabını (avukat, doktor, diş hekimi vb.) hedeflediğini düşünüyorum.
Geçmişte de benzer uygulamalar yapılmış, ancak başarılı sonuç alınamadığı için uygulamadan vazgeçilmişti. Sanırım bu uygulama da başarılı olamayacak. Ayrıca böyle bir hasılat tespitini ve denetimi yapacak yeterli sayıda eleman da olmadığını düşünüyorum.
Yasal düzenleme ile otomatik tarhiyat düzenlenseydi bile, yapılacak tarhiyatların yargıdan dönme olasılığı yüksek olacaktı. Çünkü eskiden hayat standardı ve ortalama kâr haddi gibi müesseseler kanunda yer aldığı ve otomatik tarhiyat öngörüldüğü halde yargıda bu müesseselere istinaden yapılan tarhiyatlar iptal edilmişti.
Bu düzenleme çerçevesinde yapılan hasılat tespiti neticesinde hesap dönemine teşmil edilen hasılat tutarının kanuni bir ölçü olarak kabul edilerek tarhiyata gidilmesi halinde de yapılacak tarhiyatların yargı mercilerindeki akıbeti aynı olacaktır. Ancak tabi ki hasılat tespitinden hareketle yapılacak vergi incelemesinde gerçek hasılatı ortaya koyan doneler (banka hesap bilgileri, alıcı ifadeleri, stok sayımları, randıman incelemeleri vb.) ortaya konulabilirse elbette yargı mercilerinin olaya bakış açısı değişebilir.
Son sözümüz: Bu tür uygulamalar ile dolaysız vergilerin payı artırılamaz!
Erdoğan Sağlam
Vergide Uzlaşma Kaldırıldı, Cezalar Ne Olacak?
Uzlaşma müessesesi vergi usul kanununda düzenlenmiş olup, mükelleflerin ikmalen, re’sen veya idarece tarh edilen vergilere ilişkin vergi ziyaı cezaları ile kanunen belirlenmiş tutarı aşan usulsüzlük ve özel usulsüzlük cezaları ile ilgili olarak yargıya başvurmadan, vergi idaresi ile anlaşmak amacıyla başvurulan idari bir çözüm yoludur.
Uzlaşma müessesesi tarhiyat öncesi uzlaşma ve tarhiyat sonrası uzlaşma olmak üzere ikiye ayrılır. 7524 sayılı kanunun 14 üncü maddesi ile vergi usul kanununda değişiklik yapılarak vergi aslı tarhiyat öncesi ve tarhiyat sonrası uzlaşma kapsamından çıkarılmış olup vergi ziyaı cezaları ile kanunla belirlenen tutarı aşan usulsüzlük ve özel usulsüzlük cezaları için ise uzlaşma hakkı devam etmektedir.
Kanun 02.08.2024 tarihinde yürürlüğe girmiş olup, 02.08.2024 tarihinden önce uzlaşma talep edildiği halde henüz uzlaşma günü verilmemiş, uzlaşma günü verilmiş ancak uzlaşma görüşmesi yapılmamış ya da çeşitli nedenlerle uzlaşma günü ertelenmiş veya uzlaşma talep süresi geçmemiş olan vergi ve cezalara ilişkin eski hükümler uygulanacaktır. Düzenleme uyarınca vergi aslına dava açma hakkı devam etmekte olup, davanın mükellef lehine kesinleşmesi halinde uzlaşılan cezaların ne olacağına ilişkin durum belirsizliğini korumaktadır.
Uygulamada vergi asıllarında uzlaşma olmuyordu
7524 sayılı kanun düzenlemesi öncesinde vergi asılları kanunen uzlaşma kapsamına girmesine rağmen, uzlaşma komisyonları genellikle vergi aslında indirim yapmıyor, vergi ziyaı cezaları ile özel usulsüzlük cezalarında ise yüzde 80 le yüzde 90 oranlarında indirim yapılıyordu. Kanun gereği vergi aslının uzlaşma konusu olması, vergiye bağlı olarak hesaplanan vergi ziyaı cezasında uzlaşıldığında, vergi aslının da dava konusu yapılma imkânı ortadan kalkıyordu. Yani uzlaşmaya vergi aslı ve vergi cezası birlikte konu edildiğinden dolayı vergide ve cezada ayrı ayrı uzlaşma veya dava etme hakkı bulunmuyordu.
Vergi aslına dava açılması halinde cezalar ne olacak
Vergi usul kanununda yer alan düzenleme uyarınca üzerinde uzlaşılan ve tutanakla tespit olunan hususlar hakkında dava açılmaz ve hiçbir mercie şikâyette bulunamaz. Vergi asıllarına dava açma hakkı var, cezalarda uzlaşılama vaki olmaz ise onlar için de dava açma hakkı olduğunu unutmayalım.
Vergi aslının dava konusu yapılması ve mükellef lehine kesinleşmesi halinde ilginç bir durum ortaya çıkmış olacak. Bu durumda vergi aslı hukuken ortadan kalkmış, cezası ise uzlaşılmış haliyle tahsil edilmiş veya tahsil edilmeye çalışılıyor olacak. 7524 sayılı kanun sonrası bu duruma ilişkin her hangi bir düzenleme yapılmamış bulunuyor. Bize göre vergi aslını ortadan kaldıran kesinleşmiş bir mahkeme kararı olması halinde vergi aslına bağlı olarak kesilen cezalar dayanaksız kaldığından dolayı bu cezaların düzeltme hükümlerine göre vergi dairesi tarafından düzeltilebilmesine yönelik düzenleme yapılması yerinde olacaktır. Diğer bir durum, vergi aslına dava açılması, cezalarda ise uzlaşmanın vaki olmaması ve cezaya da dava açılması durumudur.
Bu durumda vergi aslı için ayrı bir dava ceza için ayrı dava açılmış olacak. Bu tür davalar ise hukuk danışmanlarının görüşleri doğrultusunda İYUK hükümlerine göre re’sen veya talep üzerine birleştirilebilir. Son olarak uzlaşılan tutarın kanuni ödeme sürelerinde ödenmesi halinde uygulanan ilave %25 oranındaki indirimin de yürürlükten kaldırıldığını hatırlatalım.
Mahmut Bülent YILDIRIM
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
https://www.dunya.com/kose-yazisi/vergide-uzlasma-kaldirildi-cezalar-ne-olacak/743741
İşletmelerde Altın Ve Kıymetli Madenler Borsa Rayici İle Değerlenecek
Bilindiği üzere; esas faaliyet konusu kıymetli maden alım satımı olmayan işletmeler, yatırım amaçlı olarak altın, gümüş, platin ve paladyum gibi kıymetli madenleri fiziki olarak satın almakta ve aktiflerine kaydetmektedirler.
İşletmelerin aktiflerinde yer alan fiziken sahip oldukları bu kıymetli madenler emtia gibi kabul edilmekte ve maliyet bedeliyle değerlenmekte idi. Dolayısıyla, bu kıymetli madenler işletme aktifinde durduğu sürece, dönem sonlarında maliyet bedeliyle yer almakta ve altının borsa rayici ile değerlenmediği için dönem sonlarında vergiye tabi kazancı doğmamakta, bu kıymetlere ilişkin değer artışları satış aşamasına kadar vergilendirilmemekte idi.
Keza, kıymetli madenlere dayalı mevduat hesapları, banka açısından bir borç, işletmeler açısından ise bir alacak niteliğinde olduğundan, bu hesaplar da vadesi gelmediği takdirde dönem sonlarında borsa rayiçleriyle değerlenmemekte ve vergiye tabi kazanç doğmamakta idi. Anılan hesaplar için ancak vadesinde kazanç doğmakta ve vadesindeki dönemde vergilendirilmekte idi.
2/8/2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7524 sayılı “Vergi Kanunları ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 8. maddesi ile Vergi Usul Kanunu’na (VUK) “Kıymetli Madenler” başlığı altında 274/A maddesi eklenmiş ve kıymetli maden üretim ve alım-satımı ile iştigal eden mükelleflerin aktiflerinde ticari mal olarak kayıtlı olanlar hariç olmak üzere, mükelleflerin aktiflerinde tasarruf amacıyla tutmuş oldukları kıymetli madenler ile kıymetli maden ile olan alacak ve borçların borsa rayiciyle değerlenmesi sağlanmıştır. Anılan madde hükmü şöyledir:
“Altın, gümüş, platin ve paladyum gibi kıymetli madenler borsa rayici ile değerlenir. Borsa rayici yoksa veya borsa rayicinin muvazaalı bir şekilde oluştuğu anlaşılırsa değerlemeye esas bedel olarak, bu rayiç yerine maliyet bedeli esas alınır.
Bu madde hükmü kıymetli maden ile olan senetli veya senetsiz alacaklar ve borçlar hakkında da caridir. Kıymetli maden ile olan mevduat veya kredi sözleşmelerine müstenit alacaklar ve borçlar değerleme gününe kadar hesaplanacak faizleriyle birlikte dikkate alınır. Alacak ve borçların değerleme günü kıymetine ircasına ilişkin olarak 280 inci, 281 inci ve 285 inci maddelerde yer alan hükümler bu fıkra kapsamındaki alacak ve borçlar bakımından da geçerlidir.”
Keza anılan kanunun 7. maddesi ile Vergi Usul Kanunu’nun “Borsa Rayici”ni tanımlayan 263. maddesine “ve kıymetli madenler” ibaresi eklenerek madde şu hali almıştır:
“Borsa rayici, gerek menkul kıymetler ve kambiyo borsasına, gerekse ticaret ve kıymetli madenler borsalarına kayıtlı olan iktisadi kıymetlerin değerlemeden evvelki son muamele gününde borsadaki muamelelerin ortalama değerlerini ifade eder.
Normal temevvüçler dışında fiyatlarda bariz kararsızlıklar görülen hallerde, son muamele günü yerine değerlemeye takaddüm eden 30 gün içindeki ortalama rayici esas olarak aldırmaya Maliye Bakanlığı yetkilidir.”
Yapılan bu düzenlemeler ile;
- kıymetli madenler borsasında işlem gören kıymetli madenlerin değerleme işlemlerinde değerleme ölçüsü olarak borsa rayicinin esas alınması,
- kıymetli maden üretim ve alım-satımı ile iştigal eden mükelleflerin aktiflerinde ticari mal olarak kayıtlı olanlar hariç olmak üzere, mükelleflerin aktiflerinde tasarruf amacıyla tutmuş oldukları kıymetli madenler ile kıymetli maden ile olan alacak ve borçların ve kıymetli madenlere dayalı fiziki ya da kaydi olarak açılan mevduat hesapları ile kredi hesaplarının borsa rayiciyle değerlenmesi ve bu değerleme sonucu, geçici vergi dahil hesap dönemleri itibariyle değerleme farklarının vergilendirilmesi,
sağlanmaktadır.
Dolayısıyla, kıymetli maden ile olan mevduat veya kredi sözleşmelerine müstenit alacaklar ve borçlar değerleme gününe kadar hesaplanacak faizleriyle birlikte dikkate alınacaktır.
Öte yandan VUK’un 281. maddesi hükmü uyarınca; vadesi gelmemiş olan senede bağlı alacaklar değerleme gününün kıymetine irca olunabilmekte ve hesaplanan reeskont tutarları giderleştirilebilmektedir. VUK’un 285. maddesi hükmü uyarınca da, vadesi gelmemiş olan senede bağlı borçlar değerleme günü kıymetine irca olunabilmekte ve hesaplanan reeskont tutarları gelir kaydedilmektedir. Alacak senetlerini değerleme gününün kıymetine irca eden mükellefler, borç senetlerini de aynı şekilde işleme tabi tutmak zorundadırlar.
Dolayısıyla, alacak ve borçların değerleme günü kıymetine ircasına ilişkin olarak, mevcut uygulamada olduğu gibi VUK’un 281 ve 285’inci maddelerinde yer alan hükümler kıymetli maden ile olan senetli alacak ve borçlar için de geçerli olacak ve bunlar için de reeskont hesaplanabilecektir.
Bu düzenlemeler 7524 sayılı Kanun’un Resmi Gazete’de yayımlandığı 2 Ağustos 2024 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. Dolayısıyla, bu tarihten sonraki hesap dönemi sonlarında (geçici vergi hesap dönemi sonları dahil) yapılacak değerlemelerde, kıymetli madenler ve kıymetli maden ile olan senetli veya senetsiz alacaklar ve borçlar borsa rayici ile değerlenecektir. Keza, kıymetli maden ile olan mevduat veya kredi sözleşmelerine müstenit alacaklar ve borçlar değerleme gününe kadar hesaplanacak faizleriyle birlikte dikkate alınacaktır. Ancak, 7524 sayılı Kanun’da, bu Kanunun yayımı tarihinden önce edinilmiş ve işletmelerin aktiflerinde yer alan altın ve diğer kıymetli madenler ve bunlara dayalı olarak açılmış olan mevduat veya krediler için nasıl işlem yapılacağı, bunlar için borsa rayici uygulamasının ne zaman başlayacağı konusunda bir düzenleme yapılmamıştır. Kanımızca, kazanılmış hakların korunması ilkesinden hareketle, bunlar için 7524 sayılı Kanun öncesindeki düzenlemeler uygulanmalı ve vergileme de ona göre yapılmalıdır. Bu hususların hazırlanacak tebliğle açıklanması uygun olacaktır.
Öte yandan, anılan yasanın yürürlüğü öncesinde 2023 yılı sonunda yapılan enflasyon düzeltmesi uygulamasında ve geçici vergi dönemi sonları (30.06.20024 tarihi itibariyle yapılacak olan dahil) itibariyle yapılacak olan enflasyon düzeltmesinde, işletmelerde fiziken mevcut olan altın, gümüş, platin ve paladyum gibi kıymetli madenler emtia gibi dikkate alınacak ve enflasyon düzeltmesine tabi tutulmuş olacaktır. Keza, 102-Bankalar" hesabında takip edilmekle beraber, bankada depo hesabında fiziki olarak bulundurulan kıymetli madenler de enflasyon düzeltmesine tabi tutulmuş olmalıdır. Akif AKARCA / Dr.Mehmet ŞAFAK
Danıştay’dan Ortağı Sermaye Taahhüt Borcunu Ödemeyen Şirketlere Büyük Müjde!
Danıştay’dan sermaye taahhüt borcunu yerine getirmeyen/getiremeyen ortakları yüzünden vergi incelemesine alınan ve milyonlarca TL vergi ziyaı cezalı tarhiyatlara maruz kalan şirketlere müjdeli haber geldi.
Danıştay’ın verdiği yeni tarihli bu karar, tarhiyata maruz kalan şirketleri ve ortaklarını oldukça rahatlattı!
Konu Tam Olarak Neydi?
Konu, şirket ortaklarının nakdi sermaye taahhüt borçlarını Türk Ticaret Kanunu’nda (TTK) öngörülen sürede yerine getirmemelerinin vergisel boyutu ile ilgili.
İlgili Yasal Düzenleme Nasıl?
Anonim şirketlerde, nakden taahhüt edilen payların en az yüzde 25’inin tescilden önce, kalan kısmının ise şirketin tescilini izleyen 24 ay içinde ödenmesi gerekiyor (TTK. Mad. 344). Buna karşılık limited şirketlerde ise, nakden taahhüt edilen payların en az yüzde 25’inin tescilden önce ödenme şartı bulunmuyor, nakden taahhüt edilen sermayenin 24 ay içerisinde ödenmesi gerekiyor (TTK Mad.585)
Taahhüt Borcunu Ödemeyen Ortaklar Şirkete Borçlu Sayılıyor!
Şirket ortakları, sermaye taahhütleri nedeniyle ortağı oldukları şirketlere karşı borçlu sayılıyor. Şirketler, ortaklarından sermaye taahhüt borcunu yerine getirmesini isteyebilecekleri ve dava edebilecekleri gibi, ödemede gecikme sebebiyle uğradıkları zararın tazminini de isteyebiliyor. (TTK Mad.128).
TTK’ya Göre Borcunu Ödemeyen Ortaklara Hangi Yaptırımlar Uygulanıyor?
Sermaye taahhüt borcunu yerine getirmeyen ortaklara uygulanacak yaptırımlar TTK’da ayrıca düzenlenmiş bulunuyor (TTK Mad. 482). Bu yaptırımlar şu şekilde: Temerrüt faizi, ortağın şirketten ıskatı ve ihracı, sözleşme cezası ödeme zorunluluğu, şirketin uğramış olduğu zararın ortaktan tazmini.
Maliye, bunu şirketin ortağına borç para kullandırması olarak görüyor!
Maliye, sermaye taahhüt borcunu 24 aylık yasal süresi içerisinde yerine getiremeyen ortağın şirketin parasını faizsiz olarak kullandığını kabul ederek, konuyu transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı kapsamında değerlendiriyor, kazancın tamamen veya kısmen transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtıldığını varsayıyor (KVK Mad.13). Maliye’nin gerekçesi ise şu şekilde: Şirket, sermaye taahhüt borç tutarını tahsil edip mal alım satımında, şirket işlerinde ve/veya çeşitli finansal enstrümanlar yoluyla değerlendirmek yerine, tahsil etmeyerek ve ortaklarda bırakmak suretiyle bedelsiz bir şekilde şirket ortaklarına kullandırıyor.
Çok sayıda şirket bu nedenle incelemeye alındı!
Maliye, 2021 yılında sermaye taahhüt borcunu yerine getirmeyen ortakları yüzünden çok sayıda şirketi vergi incelemesine aldı, yasal süresinde sermaye taahhüt borcunu yerine getiremeyen ortakların şirketten borç para kullandığını kabul ederek, adat yöntemiyle faiz, bu faiz tutarı üzerinden de geçici vergi, kurumlar vergisi ve KDV tarhiyatları yaptı.
İş dünyası bu incelemelere büyük tepki gösterdi!
İş dünyası, bu amaçla yapılan vergi incelemelerine ciddi şekilde tepki göstererek, konunun Maliye tarafından yanlış değerlendirildiğini, böyle bir durumda şirketin ortağına borç vermesinin söz konusu olmadığını, şirketlerin tahsil edemedikleri sermaye taahhüt borçlarının, ortaklarına borç para verilmesi olarak değerlendirilemeyeceğini, hukuken de olayın böyle değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.
Maliye kendi uygulamasında ısrar etti!
Maliye, sermaye taahhüt borcunu yerine getiremeyen ortakların şirketten borç para kullandığı, bunun da ortağa verilen bir finans hizmeti olduğu ve adat yöntemiyle faiz hesaplanması gerektiği, bu faiz tutarının da geçici vergi, kurumlar vergisi ve KDV’ye tabi olduğu şeklindeki uygulamasında oldukça ısrar etti. Bu konuda yapılan incelemeleri de devam ettirdi.
Yapılan vergi incelemeleri sonucunda da, bu uygulama çerçevesinde çok sayıda vergi ziyaı cezalı tarhiyatlar yapıldı.
Peki, Yargı Bu Konuya Nasıl Bakıyor?
Maalesef yargının da bu konuda kafası oldukça karışık!
İlk görüşü: Ortaklara verilen finans hizmeti bulunmadığından vergilendirilemez!
Yargı organlarının konuyla ilgili ilk kararları, “ortaklarca taahhüt edilmesine karşın süresi içerisinde yerine getirilemeyen sermaye taahhüt borcunun ilgili şirket açısından KVK’nın 13. maddesi kapsamında bedelsiz ya da düşük bedelle mal veya hizmet satımında bulunulması ya da bu nitelikte bir işlem sayılan faizsiz veya düşük faizle ödünç para verilmesi olarak değerlendirilemeyeceği ve sermaye taahhüt borcunun yerine getirilmemesi nedeniyle kurum bünyesinden ortağa aktarılan bir kaynaktan da bahsedilemeyeceği, vadesinde yerine getirilemeyen sermaye taahhüt borcu nedeniyle temerrüt faizi hesaplanmamasının, transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımına yol açtığının iddia edilemeyeceği” şeklinde (Danıştay 4. Dairesinin 24.12.1998 tarihli ve E. 1997/4274 K. 1998/5542 sayılı kararı, Ankara BİM 1. Vergi Dava Dairesi’nin 22.03.2018 tarihli ve E.2017/2028, K.2018/482, 05.07.2017 tarihli ve E.2016/668, K.2017/1302, 05.07.2017 tarihli ve E.2016/526, K.2017/1289 sayılı Kararları).
İkinci görüşü: Ortaklara verilen bir finans hizmeti söz konusu olup, adat yöntemiyle faiz hesaplanması ve vergilendirilmesi gerekir.
Danıştay 4. Dairesi, konuyla ilgili ilk kararını değiştirerek, ortaklarca taahhüt edilen ancak ödenmeyen sermaye tutarının şirket tarafından kullanılamaması ve kullanılamayan tutar kadar şirketin bir menfaat kaybının söz konusu olacağı, ortakların taahhüdünü yerine getirmediği sermaye ile şirketten alındığı kabul edilen (borç) para neticesinde elde edilen gelirin şirkete aktarılmaması nedeniyle bu gelirden şirketin mahrum kaldığı ve mahrum kalınan gelir üzerinden vergi tahakkuk ettirilmemesi neticesinden de hazinenin zararının doğduğu dikkate alındığında, şirket tarafından ortaklarca taahhüt edilen ancak ödenmeyen sermayeye ilişkin olarak adat yöntemiyle faiz hesaplanması ve bu faizin geçici vergi, kurumlar vergisi ve KDV’ye tabi tutulması gerektiği şeklinde karar vermiştir. (Danıştay 4. Dairesi’nin 29.6.2021 tarihli ve E. 2018/2640 K. 2021/3637, 16/02/2022 tarihli ve E. 2018/565, K. 2022/829 sayılı Kararları).
Bu konudaki kişisel görüşümüz nasıldı?
Gazetemizde 2 Nisan 2021 tarihinde yayınlanan “Maliye, ortağı sermaye taahhüt borcunu yerine getirmeyen şirketleri takibe aldı!” ve 9 Ağustos 2021 tarihinde yayınlanan “Ortağı sermaye taahhüt borcunu yerine getirmeyen şirketlere vergi sürprizi!” başlıklı köşe yazılarımda;
“Sermaye taahhüt borcunu yasal süresinde yerine getiremeyen ortaklara, taahhüt ettikleri tutarlar tahsil edilmemek suretiyle şirketten ödünç para kullandırılması veya aktarılmasının söz konusu olmadığını, olayda, sadece ortağın sermaye koyma borcunu yerine getirmemesinden doğan bir temerrüt halinin söz konusu olduğunu, sermaye taahhüt borcunun, KVK’nın 13. maddesinde düzenlenen bedelsiz ya da düşük bedelle mal veya hizmet satımında bulunulması ya da bu nitelikte bir işlem sayılan faizsiz veya düşük faizle ödünç para verilmesi olarak değerlendirilmesinin de mümkün bulunmadığını, çünkü, transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımından bahsedilebilmesi için, kurumların, ilişkili kişilerle aktif katılımlı bir işlemde bulunması gerektiğini, sermaye taahhüt borcunun, şirket ile ortakları arasında gerçekleşen ticari bir işlemden de doğmadığını, bu nedenle, şirketlerin gerek kuruluş aşamasında, gerekse sermaye artırımı sırasında, ortaklarca taahhüt edilmesine karşın sermaye koyma borcunun süresinde yerine getirilememesinin, transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı (bedelsiz ya da düşük bedelle mal veya hizmet satımında bulunulması ya da bu nitelikte bir işlem sayılan faizsiz veya düşük faizle ödünç para verilmesi) olarak değerlendirilemeyeceğini, sermaye taahhüt borcu ve uygulanacak yaptırımların Vergi Kanunlarında değil, TTK’da düzenlenmiş olduğunu, şirketlerin, sermaye taahhüt borcunu yerine getiremeyen ortaklarına, TTK’da belirtilen yaptırımların uygulanması gerektiğini, Maliye’nin, şirketin, sermaye taahhüt borcunu yerine getiremeyen ortağından bu alacağını tahsil etmeyerek, ortağına borç para kullandırdığı yaklaşımının zorlama bir yorum olduğunu” belirtmiştim.
DANIŞTAY’IN YENİ VE SON GÖRÜŞÜ: Sadece temerrüt faizi hesaplanabilir, transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı kapsamında vergilendirme yapılamaz!
Evet, tam da böyle oldu, Danıştay’dan, ortaklarının sermaye taahhüt borcu nedeniyle vergi ziyaı cezalı tarhiyatlara muhatap olan şirketlere müjdeli haber geldi. Danıştay, bu konuda yaşanan tartışmalara son noktayı koydu.
Danıştay 3. Dairesi tarafından verilen yeni tarihli kararın özeti şu şekilde:
“Kurum ortakları tarafından sermaye artırımı kapsamında taahhüt edilen ancak henüz işletme aktifine dahil edilmeyen değerlerin, şirket tarafından ticari faaliyet kapsamında kullanılmasına imkan bulunmadığından, tasarruf imkanı olmayan söz konusu değerler kapsamında ilişkili kişilere emsalle aykırı fiyat veya bedel üzerinden işlem gerçekleştirildiğinden ve bu suretle ilişkili kişilere menfaat sağlandığından da bahsedilemeyecektir. Sermaye taahhüdünde bulunulması ancak daha sonra bu taahhütte temerrüde düşülmesi ve temerrüde bağlı olarak şirket tarafından temerrüde düşen ortak adına temerrüt faizi hesaplanmaması, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine aykırılık teşkil etmekle birlikte bu durumun herhangi bir mal veya hizmet alım veya satımı ile ilgisi bulunmamaktadır. Zira, bir vergi güvenlik müessesesi olarak öngörülmüş olan ve muvazaanın özel bir görünüm şekli olarak mevzuatımıza giren örtülü kazanç dağıtımı müessesesinde esas olan, mükelleflerin vergisel avantaj elde etmek için gerçek durumdan farklı fiyat uygulamaları olduğundan, herhangi bir menfaat temininin mümkün olmadığı sermaye temerrüdünde, örtülü kazanç hükümlerinin uygulanmasının kanunun ruhuna da aykırılık teşkil edeceği açıktır. Davalı idarece, şirket ortaklarına kullandırılan sermaye nedeniyle faiz hesaplanmadığı, bu suretle transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı yapıldığından bahisle işlem tesis edilmişse de ilişkili kişi olan kurum ortağına örtülü kazanç dağıtımı yapıldığından söz edilebilmesi için kullandırılan paranın, öncelikle kurumun ticari faaliyetine özgülenmesi, bunun için de paranın şirket aktifine dahil olması gerekir. Dolayısıyla, şirket uhdesine girmeyen paranın, ilişkili kişi olan ortağa ödünç olarak verildiği ve faizsiz olarak kullandırıldığından bahsedilemeyeceğinden, öte yandan ortağın sermaye taahhüdünü yerine getirmemesi Türk Ticaret Kanunu uyarınca temerrüt hali olduğundan, süresinde yerine getirilmeyen bu taahhüt nedeniyle ancak temerrüt faizi hesaplanabilecek olup, bu durum transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı kapsamında değerlendirilemez.” (Danıştay 3. Dairesi’nin 21.05.2024 tarihli ve E.2023/10539, K.2024/3236 sayılı Kararı).
Neden son nokta dedik?
Sermaye taahhüt borcunu yerine getiremeyen ortağa transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı kapsamında adat yöntemiyle faiz hesaplanması ve bu faizin vergilendirilmesi gerektiği şeklinde karar veren Danıştay 4. Dairesi’nin görev alanı değiştirilerek, idari dava dairesi olarak görevlendirildi (20.07.2023 tarihli ve 32254 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Danıştay Başkanlık Kurulu’nun 19.07.2023 tarihli ve 2023/32 ve 2023/33 sayılı Kararları). Artık gelir, kurumlar ve KDV davalarına Danıştay 3 ve 9. Daireleri bakıyor.
Danıştay 3. Dairesi de, bu konuda yaşanan tartışmaya son noktayı koydu: Ortağın sermaye taahhüdünü yerine getirmemesi Türk Ticaret Kanunu uyarınca temerrüt hali olduğundan, süresinde yerine getirilmeyen bu taahhüt nedeniyle ancak temerrüt faizi hesaplanabilir, bu durum transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı kapsamında değerlendirilemez!
Sonuç olarak;
Aklın yolu bir!
Rahmetli Hocam Prof. Dr. Şükrü KIZILOT’un da dediği gibi: İyi ki Danıştay var!
Şahıslara Ait Gayrimenkul Alım-Satımının Vergilendirilmesi
Gerçek kişilere (şahıslara) ait gayrimenkullerin 5 yıl geçmeden alım-satımında iki önemli vergi söz konusudur. Birincisi tapu harcı, ikincisi ise gayrimenkullerin elden çıkarılmasında oluşan kazancın (değer artışının) vergilendirilmesidir. Çoğu zaman, bu iki işlemden dolayı kişilerin ciddi cezalarla karşı karşıya kaldıkları biliniyor.
Tapu harcıyla ilgili dikkat edilmesi gereken hususlar
Tapu Müdürlüğü’nde, gayrimenkullerin ivaz karşılığında veya ölünceye kadar bakma akdine dayanarak yahut trampa hükümlerine göre devir ve iktisabı tapu harcının konusuna girmektedir. Gayrimenkul alım-satım işlemlerinde tapu harcını, taşınmazı devreden ve devralanın ayrı ayrı ödemesi gerekmektedir.
Gayrimenkul devir ve iktisaplarında tapu harcı, beyan edilen gerçek devir ve iktisap bedeli üzerinden binde 20 oranında alıcı ve satıcıdan ayrı ayrı olmak üzere toplamda binde 40 oranında alınır. Ancak, beyan edilen gerçek devir ve iktisap bedelinin, devre konu taşınmazın emlak vergisi değerinden az olması durumunda, tapu harcı emlak vergi değeri üzerinden hesaplanır.
Tapuda yapılan gayrimenkul devir ve iktisaplarında beyan edilen devir ve iktisap bedelinin gerçek durumu yansıtmadığının veya emlak vergisi değerinden daha düşük bir bedel üzerinden harç ödendiğinin tespit edilmesi halinde, eksik ödenen harç %25 vergi ziyaı cezası ile birlikte alıcı ve satıcıdan alınacaktır. Zamanında tarh ve tahakkuk ettirmemek veya tapu harcının hesabına esas bedeli eksik beyan etmek suretiyle harç ziyaına sebebiyet veren mükelleflerin bu durumu kendiliklerinden ilgili vergi dairesine bildirmesi halinde, bu mükelleflerin Vergi Usul Kanunu çerçevesinde pişmanlık hükümlerinden faydalanması mümkün bulunmaktadır.
Değer artış kazancının vergilendirilmesinde dikkat edilmesi gereken hususlar
Gayrimenkullerin iktisap tarihinden başlayarak 5 yıl içerisinde elden çıkarılmasından doğan kazançlar değer artışı kazancıdır. 2024 yılı için gayrimenkullerin elden çıkarılmasından elde edilen kazançlara ilişkin değer artışı kazancı istisna tutarı 87.000 TL’dir. Miras yoluyla veya bedelsiz olarak sahip olunan gayrimenkulün satışından elde edilen kazançlar değer artışı kazancı olarak vergilendirilmeyecektir.
Arsa olarak iktisap edilen gayrimenkul üzerine bina inşa edilmesi veya söz konusu gayrimenkulün kat karşılığı verilmesi sonucu alınan gayrimenkulün tapuya tescili, cins tashihi sayılarak tapuya tescil tarihi iktisap tarihi olarak kabul edilir. Bu durumda gayrimenkulün tapuya tescil tarihinden itibaren 5 yıl içinde elden çıkarılması halinde elde edilen kazanç değer artışı kazancı kapsamında vergilendirilir. Beş yıllık sürenin hesabında gün sayısı dikkate alınarak hesaplama yapılır.
Yıllık beyanname verilmesi
Değer artışı kazancının beyan edilip edilmeyeceği; gayrimenkulün elden çıkarılmasından elde edilen hasılattan elden çıkarılan gayrimenkulün iktisap bedeli ile elden çıkarma dolayısıyla yapılan ve satıcının üzerinde kalan giderler, ödenen vergi, harç ve faizlerin indirilmesi sonucu kalan tutarın, satışın yapıldığı yıl için belirlenen istisna tutarının altında kalıp kalmadığına bağlıdır.
Satışın yapıldığı yıl için belirlenen istisna tutarının altında kalan kazançlar için gelir vergisi beyannamesi verilmeyecektir. Beyan edilmesi halinde beyanname, satışın yapıldığı yılı takip eden yılın mart ayında verilecek. İstisna haddini aşan tutarda gelir elde edilmesi halinde ise, maliyet her yıl için belirlenen Yurt İçi - Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) artış oranında (endeksleme yapılarak) artırılarak tespit edilir. Ancak, endekslemenin yapılabilmesi için Yİ-ÜFE’nin yıllık %10’un üzerinde olması gerekiyor.
Hazine ve Maliye Bakanlığı tapu dairelerindeki işlemleri online olarak takip ettiğinden, alıcı ve satıcıların cezalı tarhiyatla karşılaşmamaları için, tapuda yapılacak gayrimenkul devir ve iktisap işlemlerinde gerçek alım-satım bedelini beyan etmeleri, ayrıca beyan edilen bu bedelin devre konu gayrimenkulün emlak vergisi değerinden düşük olması durumunda emlak vergisi değeri üzerinden harç ödemelerine dikkat edilmesi gerekiyor. Talha APAK YMM
https://www.dunya.com/kose-yazisi/sahislara-ait-gayrimenkul-alim-satiminin-vergilendirilmesi/743552